Merhaba bu kurgu bir Kurt adama kurgusudur.
Öncelikle başlamadan önce oy verirseniz sevinirim çünkü bu bölümü tam tamına beş defa yazdım gerçekten delirmek üzereyim.
Başlama tarihini alayım
Hazırsanız başlayalım.
1. Bölüm: Melodi
Kanlı dolunay; iki farklı gece tek ortak nokta kanlı ay.
Birinde doğum acıları çeken bir anne. Evladını görmek için var gücüyle direniyor acıya. Tek bir isteği evladını görmek.
Masum bir istek ama kolay bir istek değil onun için.
Baba korkuyor. Eşini kaybetmekten korkuyor. Saatler geçmesine rağmen doğmayan bebek yüzünden korkuyor. Endişeyle volta atıyor evin önünde. Kimse ona bilgi vermiyor eşi hakkında.
Bütün bunları izleyen bir kişi var ormanda. Gülümsemesi inci gibi dişlerle bezenmiş, sadistçe gülümsüyor.
İyi iş çıkardığını oda biliyor. Parmakları arasındaki ince uzun zehir şişesini çeviriyor. Anne de bebekte bu gece ölecekti.
Elindeki şişe erken doğumu tetiklemişti. Bu sayede anne de bebekte ölecekti.
Annenin çığlığı bütün geceyi sarstı. Baba endişeyle bağırdı. Ormanda zevkten kahkaha atmamak için direnen bir adam vardı. Kimsenin haberi olmadan onları gözetip dalga geçiyordu.
EBe yorulmuştu anne yorulmuştu. Yardımcılar, şifacılar yorulmuştu. Saatlerdir doğumdaydılar ama tek bir ilerleme dahi yoktu hatta zarar vardı.
Anne çok kan kaybetmişti. Bebek yaşasa bile onun öleceği kesinleşmiş bir fermandı. Vücudundaki zehirde bunu tastikliyordu.
Bebeğin başı gözüktü bir umut belki bebeği kurtara bilirdi ebe. Anne evladı için direndi tek bir dileği vardı artık. Evladını görebilmekti. Fakat bu gecede her şey çok hor görülüyordu.
Bebek doğdu hatta ağlama sesi duvarlar arasında yankılandı. Annenin gözleri onu bulmak için gezdi etrafta ama karanlık ondan önce hareket etti.
Gözlerini karanlığa yumdu. O anda bir tane yardımcı "Erkek." Diye şakıdı. İçinden geçenleri söyleyemedi ama bebeğine aktardı.
"Hayatımdaki nur parem, oğlum. Seni çok sevdiğimi bilmeni isterim. Hayatında yer olmayacağım ama sen benim hayatımda nurum oldun. Kederin değmediği gözlerine, umarım feleğin oyunu uğramaz diyeceğim. Ama biliyorum ki bu imkansız bir dilek. Görüşürüz bir tanem annen seni her zaman sevecek. Ne olursan ol."
Baba odaya daldı. Eşinin cansız bedeniyle karşılaştı. Dünya başına yıkıldı. Oğlunun ağlama sesi hâlâ odada yankılanıyordu. Lider gözyaşı döktü Kaybettiği eşi için.
Bir başka dünya da kampa giden bir aile. Arkalarında onları gölge gibi izleyenlerden habersizce kanlı ayı izliyebilmek için ormana kampa gidiyorlar. Sayeler kıs kıs gülüyor onlara.
Ateşin başını bekleyemeden, korku hikayeleri anlatmaya başlamışlar. Gülüyor eyleniyorlar hayattaki son günleri olduklarını bilmeden.
Kimsesizliğe bir adım daha yaklaştı genç kız. Daha kaç yaşındaki on dokuz. Üniversite birinci sınıf öğrencisi.
Umay, kahve kısa saçları, acı kahve gözleriyle tam bir geyiğe benziyor ya da daha uygun olan ceylana.
Bu geceden sonra kimsesizliğin kızı.
Kamp alanı belirlenmiş ateş yakılmış hikayeler anlatılıyor. Bir çığlık geceye kor getirdi. Feleğin oyunu bu gecede sahiplerini buldu.
&------✧**♡✿♡-♡✿*♡✧-------&
Nefeslerim ciğerlerime zehir olmuştu. O kadar derin nefes alıyordum ki boğazım tahriş olmuş, kızgın yağ boğazıma dökülüyor gibi oluyordu her nefes aldığımda.
Arkaya bakarak koşarken ayağım bir dal parçasına takılıp yere kapaklandım. Yanan kolumun üzerine düşerken ağzımdan acı bir çığlık kaçtı.
Korkak.
Bir hıçkırık daha kaçtı. Gece dahi susmuştu, orman bile acıma ortak olmayıp beni tek bırakmıştı acımla.
Her acıyı tek başına yaşamaya mahkûm muyduk?
Aciz.
Değildim aciz değildim. Ben istiyerek onları terk etmemiştim. Hem abim de bana bakarak kaçın demişti. Yani hepimize denmiş bir laftı.
Sende abini dinliyerek kaçtın öylemi.
Evet, lanet olsun ki evet. Bende kuyruğunu sıkıştırmış köpek gibi kaçtım.
Ama hayır, kaçmadım. Elimden geleni yapmaya çalıştım.
Buna kim inanır.
Hayır, sol kolum, sol kolum boydan boya yandı. Annemi adamın elinden kurtarmak için atıldığımda yaratık kılıklı adam beni kamp ateşine ittmişti.
Zihnimde bir kahkaha yankılandı. Alaycıylı, dalga geçiyordu. Küflü ses zihnimi benden alıyor beni manipüle ediyordu.
Buna kim inanır küçük. Belkide aileni bırakıp kaçarken ayağın taşa takıldı ve ateşe düştün böylece ailenin terk etmenin haznine uğradın.
Hayır, hayır, hayır, hayır
Bu gerçek değil. Zihnimde ses vardı ve benimle oynayıp duruyordu. Bu gece tek takılacağım nokta keçileri kaçırmak olurdu. Orası kesin.
Korkak.
Ellerim kulaklarımı buldu. Duymak istemiyordum onu. Benim çabama alaycılıkla kahkaha atıyordu. Ne yaparsam yapayım susmuyordu.
Ben salak gibi zihnimde olan bir sesi kullaklarımı kapatarak susturmaya çalışıyordum. Nafile çabam gerçektende büyük ironiydi.
Aciz.
Hıçkırklarım kuvvetlendi. Hem canım deli gibi yanıyor hemde zihnim benim canımı daha fazla yakmak için bu güne kadar elinden gelmediği çabayı sarf ediyordu.
Sadece bir ay, sadece kanlı dolunayı izlemek için ailemle geldiğim bir kamp. Ateşin başında korku hikâyeleri anlatacağım. Gecenin bir yarısı abimi korkutmak için yapacağım şakalar planlamam gerekiyordu.
Hatta, benim korkutma planım daha iyi olduğu için abimin korkutma planı suya düşecek ve geceden ben kârlı çıkacaktım. Abimin kârlı çıkmasınada rağzıydım ben. Yeter ki bir yerlerde yaşıyor olsun. Lütfen.
Soğuk bir yel bedenimi yalayıp geçti. Zar zor kendimi sırt üstü attım. Artık sırtıma dallar, sivri çakıl taşları batıyordu. Esen rüzgâr yanan kolumu tavaf ettiğinde acı bir çığlık kopardım kanlı aya doğru.
Canım yanıyordu, her tarafım yaşayışıma isyan ediyor. Kaçınılmaz sonumu bekliyordum. Kanlı ay ise her şeye şahitlik ediyordu.
Belkide beni acımla yanlız bırakmıyor beni izliyordu. Ah hayır sadece benim acımı izliyordu yanımda değildi.
Orman bile acıma ortak olmaktan geri kalmıştı. Ormanda yaşayan hayvanlar bile beni yemekten geri durmuştu.
Kaşlarımı çattım. Gerçekten vahşi hayvanlar beni yemiyorlar diye üzülüyordum. Kendileri bilir beni yemeyerek büyük lezzet kaçırıyorlardı.
Zihnindeki ses dahi bana acımış olacak ki susmuştu. Belki o da düşüncelerimin saçmalığına takılmış, ses benim düşüncelerim tarafından gafil avlanmıştı.
Ormanın derinliklerinde bir ses; Hayır, daha çok bir melodi. Azap çekiyor gibi. Kafamı çevirip ormanın derinliklerine baktım.
Eğer deniz kızlarının gerçek olduğuna inansaydım bu sesi sirenlerin sesine benzetirdim.
Ormanda deniz bile yok. Belki göl vardır. Gölde sirenler yaşayabilirler miydi? Deniz tuzluydu e haliyle okyanusta tuzluydu. Gölde tuzlu olabilr miydi?
Ah ne seçmalıyordum ben. Yok göl sodalıydı. Sesin geldiği tarafa bakarken rüzgar ağaçların arasından gelen sese yardımcı oldu. Buraya esen rüzgar oramanda belirmeye başlayan bir ışıltıyı taşıyordu.
Işık ormanın derinliklerinden su yeşili bir renkle pare pare yayılıyor ama çok cılızdı.
Melodiyle huzurla gözlerimi kapattım. Tarifi zor bir huzur benliğimi geçirmişti. Ama kanlı ses beni bu huzurdan mahrum bıraktı.
Prangalı köpek.
Ellerim kulaklarımı serbes bırakalı çok oluyordu. Sesin varlığıyla tekrardan kulaklarıma bastırırken sol elimi tam manasıyla bastıramıyordum. Yanmıştı elim ama korkudan bakamıyordum.
Kendine bakmaktan bile acizsin.
Hıçkırıklarım beni olduğum yerden sarsmaya başladı. Yanan ceketim hâlâ üzerimde idi. Beni soğuktan korumaya yetmiyordu. Sol tarafım zaten yanmıştı.
Siyah tişörtümün sol tarafı yanıklarla doluydu. Kaburgalarımda dahi yer yer delikler vardı. Sol tarafım süzgeç gibi olmuş yanıklarla doluydu. Ceketim ise kapşon kısmı ateşten az etkilendiği için hâlâ üzerim deydi.
Gerçekten de harap durumdaydım ve ses bana işkence ediyordu.
Ne yapacağımı bilmiyorum.
Geri dön
Bunu yapamam. Geri dönemem. Onlarla yüzleşecek gücüm yok.
Geri dön
Geri gittmek. Deli gibi titrerken tekrardan olanlarla yüzleşeceğimi zannetmiyordum.
Geri dön Korkak.
Bunu yapabilecek dermanım yok.
Aciz, korkak, prangalı köpel sen şu ana kadar gelmiş geçmiş en korkak varlıksın.
"Hayır!"
Var gücümle bağırdım. Ben...
Pazıl parçasına uzaktan bakıldığında öyleydim. Omuzlarım düştü, yenilmişlik ağır gelirmiş insana.
Evet, ben acizdim. Evet, ben korkaktım ama prangalı bir köpek değildim. Özgürlüğü elinden alınmış bir köle değildim.
Elinde hiçbir şey yokken özgürlüğün ne anlamı vardır.
Sol kolumde bir serinlik, ormanın derinliklerinde melodi kendimi benden alıyor.Kuşkadar aklım kalmıştı zaten.
"Ölümden önceki son anım hürse şu dünya hayatı beni kendisinden bilmesin."
Ses zihnimde susmuştu. Belkide ne dediğimi düşünüyordu.
Açıkla
"Dünya; acı çekmeye mahkûmlar dünyasıdır. Bana öğretilen ise hür değilsen acı çekersindir. Diğer acılar zamanla saklana bilir ama esir hayatının acısı saklanamaz. Ne ilk sefer de ne de son anda. Yaşamının her anında acıyı belli edersin."
Bunların hiçbiri korkak olmadığını kanıtlamıyor.
Ellerimle kulaklarımı daha sıkı kapattım.
"Biliyorum ama bir prangalı köpek olmadığımı kanıtlıyor."
Acizlik.
Kahkaha atmaya çalıştım fakat canım çok yandı. Yanmış derimi hissediyor, derimin soyulmuş kısımlarındaki kan tabakasını her seferinde görüyordum.
"Ne istiyorsun"
Korkak
"SANA NE İSTEDİĞİNİ SORDUM!"
Dayanamıyordum artık. Ayaklarına kapanıp susmasını söyleyebilirdim. Beynimde alaycı bir kıkırtı daha çok istediğini elde etmenin verdiği hazzı içerisinde barındırıyordu.
Geri dön.
Dönemem, kendimde o gücü bulamıyordum.
Aciz.
Yapacağım hiçbir şey yoktu.
Korkak.
Korku beni şu anda ayakta tutuyordu.
Korkak.
Ama beynimde ki ses bunu her seferinde yüzüme vurduğu için can çekişiyordum. Şu an bulunduğum hal yanan bir serçeyi anlatıyordu. Çırpınıyordu ama kanatlarındaki alevler sönmüyordu aksine daha da harlanıyordu.
"Ne yapabilirim?"
Geri dön.
Elimden gelen hiçbir şey yok.
Geri dön.
Ayağa kalkacak dermanım yok
Geri dön.
Elimden hiçbir şey gelmez.
Geri dön.
"Hayır!"
Haykırdım. Canım yanıyor her anlamda. Gözlerimi sıkıca yumdum. Kafamı olumsuzca salladım. Ellerim hâlâ kulaklarımdaki hükmünü koruyordu. Gözlerimi açtım bir durgunluk gelmişti.
Gerçekten elimden hiçbirşey gelmez miydi? Kafamı olumsuzca salladım. Gelirdi değil mi?
Geri dön küçük kız.
Geri dönecektim.
Elinden ne gelir?
"Çok şey gelir"
Elinden ne gelir!
Cevabımı istiyordu. Baştan beri bu cevabı bekliyor, arzuluyordu.
"İntikam."
Derin bir kahkaha ardından kollarıma dolan güç. Melodi artık cılızdı eski kudreti kalmamıştı. Gerçi o zamanda bir kuş kadar zayıftı.
Ayağa kalkmaya yeltendim. İlkinde yere kapaklansamda vazgeçmedim. Geçmeyecektim her bakımdan.
İkinci denememde ayağa kalktım. Yalpaladım, az kalsın yere yapışacaktım ama ayaklarım son anda isteğimi kabul ettiler.
Arkamı dönüp geldiğim yolu takip etmeye başladım. Ağaçlarda gördüğüm kanlar beni düşüncelere itti.
Hepsi benim kanmıydı? Yoksa ailemin kanlarımıydı? Hepsi benim kanım olsun. Ya değilse.
Annemin kanı mıydı? Olmasın acı çeker o. Hem ağlarsa aile dağılır. Bütün aile acısına ortak olurdu.
Babamın kanı mıydı? Olmasın o ses etmez canı yansa durup da canım yandı demezdi. Ne kadar kötü durumda da olsa kimseden yardım istemeden yoluna devam etmeye çalışırdı babam.
Abimin kanı mıydı? Olmasın dik durmaya çalışır ama onun canı tatlıdır bilirim. Her ne kadar canı tatlı diye benimle dalga geçse de onun canı daha tatlıdır.
Kardeş Ela. O hiç olmasın daha altı aylık bebekti o. Soğuk olsa evi inleten kardeşimin canı yandığını düşünemiyordum. Aşılarını bile korka korka yapmıştık. O ağladıkca bizim canımız yanmıştı.
Ayaklarım benden bağımsız durdu. Önüme bakarken ne ara ağaçları geçtiğimizi bile hatırlamıyordum.
Bir ağacın arkasına sindim. Kamp alanına bakarken harap halı içler acısıydı.
Hiçbir canlı izine raslıyamazken gözlerim kamp ateşinde durdu. Etrafına dizilen taşlar dağılmıştı. Ateş yanmasada közler kendisinden fark kılmıyordu. Sol kolum sızladı. Bağırmamak için dişlerimi sıktım.
Arkamdan gelen dal kırılma sesiyle kendime geldim. Hemen ardından soğuk bir yel ensemden geçti. Bir dakika bu soğuk yel değildi. Bir nefesti.
Derince yutkunup arkamı döndüm. Burun buruna geldiğim kana bulanmış gözlerle geriye sıçradım. Ağaca çarpıp kamp alanına doğru yalpaladım. Adam bundan zevk almış gibi kanla yıkandığını belli eden inci dişleriyle gülümsedi.
Gece kadar kara saçlarında zulmün en koyu feryadı vardı. Gözlerinin beyazı bile kanla bulanmıştı. Şayet gözlerinde kandan başka bir tek kendi yansımamı görüyordum.
Geceyi bölen ise bir bebeğin ağlama sesi oldu. Gözlerim elinde paçavra gibi tututuğu kardeşime döndü. Her halinden belli olan kırık ayağı yüreğimi pareledi. Pembe zıbını kan olmuştu. Benimkiyle aynı renkte olan kahve irislerinde korku vardı en çokta acı.
Kendimden beklemediğim atiklikle kardeşime atıldım. Fakat adam benden tam olarak ta bunu bekliyor olacak ki kardeşimi paçavradan farksız bir eşyaymış gibi ağaca atta.
Göğü yaran bağrış ve sonra gelen durgunluk. Kardeşimin kemiklerinin parçalanma sesi kulaklarıma yuva yapmıştı. Hakikaten ne kadar lanet edilesi bir sesti.
Adamın ayakları dibinde öylece yere bakıyordum. Sol elimdeki avıyı umursamadan toprağı sıktım. Yanmış parmaklarımdakinlan toprakla bir oluyordu. Topraktan yaratılan bedenim toprağa geri dönüyordu.
Sol elimde olan dallı sıktım. Kafamda süre gelen sesler beni yiyirdu. En derinimden gelen ses
"Kısasa kısas" diyordu. Sinsi bir yılan misalı kelimeler kıvrılıp zihnimi zehirliyordu en çok dalı tutan elimi.
Gözüm döndü. Sol elim karıncalandı. İstiyordum; kısasa kısas istiyordum. Elimi kaldırdığım gibi adamın bacağına sapladım.
Kardeşime atılmamı bekliyordu ama bacağına saplayacağım dallı beklemiyordu. Korkak gibi son nefesimi bekleyeceğimi sana bilirdi. Yas tutacağımı sana bilirdi kondoğru sanardı. Fakat ilk yas tutmak yerine intikam isteyeceğimi beklemiyor olacaktı.
Yer göğü yarasa çığlığına benzeyen ses kapladı. Çok tizdi. Sanki yaydığı ses dalgalarını hissede biliyordum.
Ensemden tutuğu gibi benimde kardeşim gibi bir ağaç gövdesine fırlattı.
Kafamdan akan ılık sıvılarla ne yaptığımı sorguluyordu. Kafam dönüyordu, miden isyan bayraklarını çoktan asmıştı ve uzun bir süre beyaz bayrak göstereceklerini zannetmiyordum.
Sol elimde hâlâ tutmakta bulinduğum dal parçasına kafamı çevirdim. Dünya etrafımda oynayan çarkı felek gibiydi. Yanmış elimin arasında duran dal parçasının ucu keskinleşmişti. Elimde bu parça varsa diğer yarısı adamın bacağında olmalıydı.
Çarkı felek gibi dönen dünyam bir an şekil değiştirdi. Ellerimde dal değil kılıç tutuyor gibi oldum. Toprak arazi taş zeminlere bırakrı. Elimde garip desenler olan eldiven vardı. Elidiven dediğime bakmayın sadece başparmağımı kapatıyordu diyerleri açıktaydı. Silekelenip kendime geldim.
Dalın keskin tarafındaki kanın parlayan yüzeyi geri geldi. Yüzümü kaplayan ılık sıvı beni mayıştırıyordu. Gözlerimi birbirlerine yapıştıracak kadar küvetli bir akış vardı.
Boğazımdan tutulduğum gibi havaya kaldırıldım. Nefes alamıyordum ama hinede tepki vermiyordum. Çırpınmıyordum. Adamın gözlerine baktım. Kan bürümüş gözlerindeki saf öldürme isteğini görebiliyordum.
Vazmı geçmeliydim yoksa...
Yüzümdeki kan akışını hissediyordum. Gözlerim kaydı. Patmalak üzere olan balon gibiydim. O benim kardeşimi öldürmüştü.
Cana karşı can.
"Cana karşı can"
Güçsüz fısıltım belkide bu gün olan bütün seslerden daha kuvvetliydi. Ölüm fermanını bildiren fısıltı diğer bütün seslerden daha kudretliydi.
Sol elimde bulunan dallı adamın boynuna sapladım. Şah damarı dan giren dalla yüzüm kanla yıkandı. Sapladığım dalı bırakarak elimle son güvümle dalı ittirdim. Artık dal adamın şah damarından girip boynunun diğer tarafın çıkmıştı.
Adamla beraber yere yığıldım. Yanımda yatan cesede bakamıyor ağaç gövdesine yaslanarak derin nefesler alıyordum.
Öksürük krizim biter bitmez Ela'nın yanına doğru adımladım. Küçük bedenin yakınına geldiğimde kullaklarımda ağlama sesleri vardı.
Diledim kardeşimin ağlamsını diledim. Eskiden ağlamamsı için dua eden ben şimdi kardeşim ağlaması için yalvaracak derecedeydim.
Diz kapaklarımın üzerine düştüm. Gözlerim şelale misali bu gece hiç durgunlaşmamıştı.
Cekedimi çıkardım. Minik bedene sararken bakamadım.
Daha Yolda gelirken cekedimle uğraşan kardeşim şimdi hareketsizdi. Daha fazla dayanayıp bağrıma bastım kardeşimi. Beynimdeki sesin susması için kardeşimi kucağımda sallıyordum.
Ayağa kalktığım gibi olduğum kamp alanını terk ettim. Koşarken arkama bakmıyordum bile tek istediğim uzak kalmaktı. Tek istediğim bunların hepsinin saçma bir kabus olmasıydı.
Ormanın derinliklerinde ilerlerken kanlı ay hükmünü koruyordu. Bir eğimin yanına geldiğimde durdum. Ağaç dibine bedenimi sürükliye sürükliye giderken kardeşimin ısıtmaya çalıştığım bedenini soğuk toprağa koydum.
Ela soğuktan nefret ederdi ama şimdi kendi ellerimle onu soğuk toprağa veriyordum.
Gözlerimi kardeşimden çektim. Beyaz ceketim ona kefen olmuştu. Kendi zehirli düşüncelerim ile toprağı kazmaya başladım. Ne yanmış ellimin acısını dinliyordum nede kırılan tırnaklarımı.
Gözümden tiprağa yaşlar damlıyordu. Bizim köyde biri demişti. "Mezara döktüğün her göz yaşı toprağı ateşe verir." Öyleyse kardeşimin yatacağı toprak sıcak olurdu. Üşümezdi Ela.
Sonunda kolum derinliğinde toprak kazmıştım. Kardeşime döndüğümde onu yavaşça kucağıma aldığımda pış pışladım. Kolarım arasındaki cesedi beşiğina yatırır misali mezarına yatırdım. Üzerine toprak atarken çok fazla acım olduğu için mi artık hissedemediğimi düşünüyordum.
Kardeşiminüzerine kara toprak atarken kanlı ay bizi gökyüzünün en güzel yerinde izliyordu. Kardeşimin mezarında ne kadar ağladım bilmiyordum ama içim dışıma çıkana kadar haykırmıştım.
Göğe hâlâ gece hakimken ayağa kalktım. Eğimin olduğu yere geldim. Yürüyemeyecek kadar dik iniyordu.
Seçebildiğim kadarıyla kanlı ayın aydınlattığı sivri demirler vardı. 'dikenli tel' buradan kendimi bırakırsam ölme ihtimalim yüksekti. Hem ormanın içerisinde bu haldeyken sağ çıkacağımı zannetmiyordum. Ölümü hızlandırsam en iyisiydi. Fazla acı çekmezdim.
Kulaklarıma dolan melodiyle gülümsedim baştan beri onu takip ediyordum. Sesin kaynağı bu eğimin sonundan geliyor gibiydi. Nedensiz ona çekiliyordum.
Ayaklarımda beni taşımaya yetmeyen dermanımı serbes bıraktım. Yamaçtan aşağı yuvarlanırken ağaç köklerine çarpıyordum. Dikenli tele geldiğimde bedenime dolanan telle ateşe ilk düştüğümdeki gibi acılar bedenimi sardı. Kaburgalarıma batan teller her tarafımdaydı sanki. İnce İnce bedenime sızıyorlardı.
Son noktam olarak eğimin sonunda bir düzlüğe geldim. Son kez gökteki kanlı aya bakar ken ne kadar da bu günü yansıtığını düşünüyordum.
Gözümden bir damla yaş akarken gözlerimi kapattım. Sert şeyler üzerimi bir örtü gibi kaplarken gözlerimi açacak gücü kendimde bulamıyordum. Birden üstüme çöken ağırlıkla çığlık attım kaburgalarıma saplanan sivri uçlarla. Siyah tişörtümün her yerinde dikenli telleri vardı ve delicesine canımı yakıyordu.
Üzerimdeki ağırlık kalktığında gözlerimi kapattım. Karşımda toprağa geri dönen dallar beklemiyordum. Gözlerimi göğe çevirdiğimde gözlerimim yuvarlağından çıkacak zannettim.
Gökyüzünde kanlı ay yoktu onun yerine inci gibi dolunay vardı. Bütün ihtişamı ile kanlı ayın yerini mi almıştı. Hayır, hayır, hayır bu olamaz daha demin kızıldı bu ay.
İleriden bir hışırtı gelmesiyle göz bebeklerinin yeni odağı orası oldu. Bir kurt hem de yarısı siyah yarısı beyaz tüylerle bezenmiş bir kurt.
Gülümsedim sanırım vahşi hayvanlar bile beni yemiyor diye ağlamam boşunaymış. Bu gün ne beni boğmaya çalışan adam tarafından ölecektim, ne de beni ateşe atan adam tarafından, ne de kendimi bir eğimden aşağı atarak. Sonum bir kurda yem olarak olacaktı.
Neyse hayattım boyunca kurtlara değer vermiştim. Kurt bana doğru adımlarken gözlerimi kapattım. Resmen kurdun her adımıyla yer gök inliyordu. Uzun boyuyla onun karşısında karınca gibi kalıyor olmalıydım.
Tekrar gözlerimi açtığımda kurt iki ayağı üzerine çıkıp ay'a doğru uludu. Yer titrerken onun sesiyle hayranca ona baktım.
Acılarımı bile unutmuştum. Mest edici tezatlık siyah ve beyaz.
Gözlerimi yumdum ve kurdun can alıcı vuruşunu beklemeye başladım ama karanlık beni daha erken ele geçirdi. Son hatırladığım vücuduma değen sıcaklıktı. O kadar odağım bozuktu ki sadece yüzüme dokunan bir sıcaklık mıydı yoksa bütün vücudumu kaplayan bir sıçaklık mıydı anlıyamadım.
Benim sonumda böyle olacaktı artık. Kötü.
YEni kurguyu nasıl buldunuz.
BU uygulamada yayınladığım ilk kitap bu yüzden umarım tutar.
Umay hakkında düşündükleriniz neler. Daha giriş bölümündeyken onlarca kez ölümle burun buruna kaldı.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |