95. Bölüm

59. Bazı itiraflar ve geçmişe dönüş

Starfire
canimsenhayirdir

Herkese selammmm

Ben geldimmmmm fghygfcdfghb oleyyy

bu bilgisayar babamın bi arkadaşımın bilgisayarı idareten kısa süreliğine kullanacağımmm ta ki bilgisayar alana kadarrr

ay çok özlemişim siziiii

bölüm uzun mu kısa mı bende bilmiyorum fghgfvgb

neyse kısa tutayımmm

İyi okumalar...

Oy: 15

Yorum: 55

Şarkı: Gözlerinin Etrafındaki Çizgiler- Şebnem Ferah (çok iyiiiiiii)

 

 

 

 

Çaresizlik, insana verilebilecek en kötü histi. Yapılacak hiçbir şey yoktu. Arafta kalıyordu insan. Yapamıyor, engelleyemiyor, bir şey söyleyemiyordun. Sadece karşında gerçekleşen o olayı tepkisiz bir şekilde izliyordun. Ağlayamıyor, avazın çıktığı kadar bağıramıyordun. İzliyordun sadece. Ve bunun kalpte bıraktığı o yaranın acısı tarifsizdi. Göğsünde bir yer sıkışıyordu. Nefes alamıyordun, üstüne üstüne geliyordu duvarlar. O an sadece dünyadan soyutlanmak istiyordun. Ve bende saatler öncesinde böyle hissediyordum. Ve o his hâlâ geçmiş değildi.

Haktan normal odaya alındığı sırada asıl ameliyata girecek doktor sonunda gelmişti. Ameliyata benim girdiğimi duyunca bir yandan sinirlenmiş, bir yandan da tebrik etmişti. Bana soruşturma açacağını falan söylemişti avazı çıktığı kadar bağırarak. Umursamamıştım. Çok affedersiniz ama olmayan sikimde bile değildi. Haktan yaşıyor muydu? O bana yeterdi.

Diğerleri sevinçten ağlarken gözyaşlarım hâlâ gözlerime uğramamıştı, bu yüzden de ruhsuz gibi etrafıma bakınmakla yetinmiştim. Kan lazım olduğunda ise benim yerime Hira ablam vermişti, ben vermeyi teklif etmiştim ama Haktan’ın ameliyatında girdikten sonra yüzünde bana karşı öyle bir minnettarlık vardı ki hemen itiraz edip kan verilecek yere koşmuştu.

Nefret ettim bir kez daha kendimden, içimdeki hislerin her zaman doğru olmasından.

Diğerleri yavaş yavaş ve teker teker odaya alınıyordu. Ben ise bulunduğumuz katın balkonundaydım, oturmuştum kenara. Siyahlığın üstünde olan minik beyaz noktalara benziyordu gökyüzü. Hava kararmış, akşam olmuştu. Dışarıdan birkaç insanın sesi, ambulans sirenlerinin sesi kulaklarıma çarpıyordu ama girmiyordu kulağımdan içeri. Kulaklarım çınlıyordu. Duyamıyordum hiçbir şey. Lakin tek duyduğum şey, mırıldandığım türküydü.

El oğlunu…” diye mırıldandım bir elimi burnumun direğine atarken. Yine migrenim tavan yapmıştı. “…ben kendime, yâr sandım yâr yâr, yâr sandım yâr yâr, yâr sandım…” Gözlerimi kapattım. Ve derin bir nefes verdim. Devam ettim türküye.

(Yn: oğlum bugün (bubölümüsalıgünüyazıyorum) sabahtan beri migrenim tuttu abi ağrıdan geberdim mk)

“Yüreğime, hançer de soktu…” araladım gözlerimi, “…gül sandım yâr yâr, gül sandım yâr yâr, gül sandım…” Yanımda hareketlilik hissettiğimde Hira ablanın yanıma oturduğunu fark ettim. Ses etmedim, karşımdaki muntazam manzarayı izlemeye devam ettim. Bu sırada gökyüzünde bir yıldızın kaydığını gördüm, içimden dilek diledim o an. Bütün kötülükler Haktan’dan uzak dursun. Bana gelirse gelsin, ondan uzak dursun. Ve güzel bir aile olalım onunla.

“İyi misin?” diye sordu Hira ablam, başımla onayladım onu. Hiç iyi değilim Hira abla, korkuyorum. Bir gün bu acımasız hayatın onu benden alacağını hissediyorum. İnsan kötüyü hissediyormuş. Bende şuan hissediyorum. Hayat benden Haktan’ımı alacak.

“Değilsin,” diye mırıldandı ve ani bir şekilde beni kendine doğru çevirdi. Çok ani olduğundan dudaklarımın arasından kısık ve güçsüz bir çığlık çıktı. Bedenim oda doğru döndüğünde ellerini yanaklarıma yerleştirdi, önüme gelen saçımı bir eli ile kulağımın arkasına sıkıştırdı. Bu kadar kısa süre içerisinde ona bu kadar yaklaşmayı bende beklemiyordum. Tıpkı Haktan’da da olduğu gibi Hira ablada da şeytan tüyü vardı. “Resmen 2 saatte çöktün, çok yorgun duruyorsun. Bir şey mi oldu ameliyathane de?”

“Yok,” dedim hızla. Yanlış anlaşılmak istenmiyordum. “Sadece korktum…” diye mırıldandım ve bakışlarımı kaçırdım. Çenemden tutarak ona bakmamı sağladı. Yutkundum zorlukla. Ve bir anda başımı göğsüne yasladı. İtiraz etmedim, sarıldım ona. Zira şehrin ışıkları migrenimi iyice azdırıyordu ve benim karanlık bir yere sığınmam lazımdı. Gömdüm başımı göğsüne, derin bir nefes çektim içime. Hira ablam da okşadı saçlarımı, sarıldı sıkıca bana. O an sanki anneme sarılıyormuşum gibi hissettim. Çünkü bu sıcaklık çok tanıdıktı.

Bir süre sonra ayrıldık birbirimizden. Göz yaşlarım ise hâlâ yoktu. “Herkes odaya girdi, sıra sende. Onun için buraya gelmiştim ben de.” Dediğinde Hira ablam zor da olsa ayaklandım. Üstümü silkelerken ona baktım.

“Sen gelmeyecek misin abla?” dedim.

“Yok, ben biraz oturacağım.” Dediğinde itiraz etmedim, hastaneye geçtiğimde o hastane kokusu yüzüme çarptı. Midemin bulandığını hissettim o an, bir elim midemin üstüne giderken sarsak adımlarla Haktan’ın bulunduğu odanın kapısına doğru ilerledim. Kısa süre içerisinde kapının önüne vardığımda bir elim havaya kalktı kapıyı aralamak için, titreyen elime baktım. Kaşlarım çatıldı o an. Neden titrediklerini düşündüm çok kısa bir süre. Sonra ise titreyen elime rağmen kapıyı yavaşça araladım.

Kapı gıcırtılı bir şekilde açılırken titrek bir nefes verip odaya doğru bir adım attım. Yüzüme hastane kokusu değil, Haktan’ın o güzel kokusu çarpmıştı. Bu beni bir nebze olsa rahatlatsa da hâlâ beynimde Haktan’ın vücudundan çıkardığım kurşunlar dönüp duruyordu. O kurşunlar, normal kurşun değildi. İçinde zehir vardı diye tahmin ediyordum.

Bir adım daha attım, bir adım daha ve bir adım daha… En sonunda Haktan görüş açıma girdiğinde ise bir elim istemsizce kalbimim üstüne gitti. Oradaydı, yaşıyordu.

Onunda bakışları bendeydi, inceliyordu beni. Perişan hâlde olduğuma kalıbımı basabilirdim. Ama umurumda değildi.

Kalbim şaha kalkmışken, en sonunda gözümden bir damla yaş düştü. “Haktan,” diye mırıldanıp ona doğru ilerlediğim o da kollarını açmıştı. Hızlı adımlarla yanına gidip sıkıca sarıldım ona. O da aynı şekilde sarıldı bana. Göz yaşlarım daha da şiddetlenirken kokusunu derince çektim içime. Daha da sıkı sarıldım. Bir elim saçlarının arasına dalmıştı. Onu bir eli bel oyuntumda, diğeri ise saçlarımdaydı. Okşuyordu saçlarımı. Ve boynuma öpücükler bırakıyordu.

“Çok korktum,” diye mırıldandım. “Çok korktum. Gideceksin diye çok korktum.” Hıçkıra hıçkıra ağlarken o geri çekildi. Yüzümü avuçları arasına aldı. Başını sağ omzuna yatırdı. “Benim senden ayrılma gibi bir şansım var mı?” dedi o müptelası olduğum sesi ile. Bu sözler beni daha fazla ağlatırken o gözyaşlarımı silmekle meşguldü. Buz gibi olan ellerimi sıcacık olan elleriyle tutup avuçları arasına aldı. “Seni korkuttuğum için özür dilerim,” diye mırıldanırken mahcup bir hâli vardı. Ağlamam az da olsa yavaşlamıştı. En sonunda, “Sen niye özür diliyorsun, deli?” dedim. Güldü bu hâlime. Katıla katıla hem de. Beni bir anda çekti kendisine doğru ve yatağa oturmamı sağladı. Her şey çok ani gelişirken bir anda kendimi onun kucağında buldum.

“Yaraların acır!” dedim, tam kalkmaya meylettiğim sırada geri oturmamı sağladı. “Acımaz,” dedi. Kucağında oturmama rağmen hâlâ ondan kısaydım. Bu sefer ben onun yüzünü avuçlarım arasına aldım. Gayet iyi gözüküyrodu. “İyisin, değil mi? Acıyor mu yaraların? Hâlsiz hissediyor musun? Başın ağrıyor mu? Miden bulanıyor mu?” art arda sıraladığım sorulara karşın güldü. Gamzesi belli olurken yüzünü yana çevirip avucumun içini öptü. Bir kere daha ve bir kere daha.

“İyiyim,” dedi uzatarak. Boğazını temizledi, bakışları ciddileştiğinde bende göz yaşlarımı sildim ve ciddileştim. Dikleştim yerimde. “Ben, bir şey duydum.” Dedi. Gözlerimin içine baktı, sanki içimden geçenleri okumak istiyormuş gibi. “Benim ameliyatıma sen girmişsin.” Yutkundum. Bunu kimin söylediğini tahmin edemiyordum. Belki de bana dava açacak doktor bile söylemiş olabilirdi. “Bunu, cidden yaptın mı?”

Onayladım başım ile onu. Elalarına pür dikkat bakıyordum. “Yaptım.”

“Peki,” derken sesi yorgun çıkıyordu. “Neden?”

Yanaklarında olan ellerim yavaşça iki yana düştü. Başımı önüme eğdim ona bakmamak için. Hızla elini çeneme yerleştirip ona bakmamı sağladı.

“Doktor yoktu,” diye mırıldandım. “Bende diplomamı gösterdim hemşireye, ameliyatına ben girdim. Biraz daha geç kalsaydık seni kurtaramayabilirdik.” O an aklıma gelen şeyle aydınlandım. “Şey… Sana ateş eden kişiyi biliyor musun?”

“Evet de,” derken bakışları sorgular bir hâl almıştı. “Neden?” O an herşeyi söyleme kararı aldım.

“Vücudundan çıkan kurşunlar normal kurşuna benzemiyordu. İçinde zehir olabilir diye düşündüm. Ne olur ne olmaz diye de panzehir işlevi görecek bir ilaç vermiştim sana gizliden.” Bakışları kısa süreliğinde daldı. Sonra ise, “Boş ver sen bunları,” deyip başımı göğsüne yasladı. İtiraz etmeden sokuldum ona iyice. “Demek sana san borcum var, he?” güldüm.

“Abartma ya,” dedim hafiften tebessüm ederek. Öptü saçlarımı, derin bir oh çekti geri çekilirken.

“Şöyle minik minik Irmaklarımız olsa,” dedi şakaklarımı öperken. O öptü, ağrılarım dindi anında. “Koştursalar etrafta, güzel olmaz mı?”

“Haktan,” dedim yalandan bir kızgınlıkla. “Daha çok genciz!”

“Ne var ki? Çok güzel olmaz mı? Maviş maviş, gezerler evimizde.”

“Evimiz?” dedim şaşkınlıkla.

“Evet,” dedi. “Yeni bir ev alalım mı istersin, yoksa benim evim mi?”

“Ay ne gerek var yeni eve,” diye mırıldandım. “Senin evin çok güzel. Hem,” diyerek elalarına baktım. “Nereden çıktı bunlar şimdi? Seruma yanlışlıkla içki falan mı kattılar?”

Güldü zalimin oğlu. Çok güzel gülüyordu eşek. O an götüne şamarı geçirme isteğime zorla hâkim oldum. “Hayır, güzelim. Hayal ediyorum sadece.” Başımı göğsüne yasladım. “Devam et o zaman,” diye mırıldandım. Uyku basıyordu. “Çünkü bu hayaller hoşuma gitti.”

~

Arkamdaki Efsun elbisenin iplerini bağlarken ben can çekişiyordum.

“Ölüyorum!” dedim ellerimi masaya dayarken Efsun hâlâ ipleri sıkmaya devam ediyordu. İmdadıma ise Gözde ablam yetişti. “Efsun! Kız gidecek, bırak!” demesiyle Efsun en sonunda son düğümü de atıp sonunda ölümüme neden olacak ipleri bıraktı. Derin bir nefes vermeyi denedim ama bedenimi mumyalamış elbisem yüzünden alamadım derin nefes mefes falan. Bu saatten sonra da alamazdım zaten. O malum gün gelmişti.

Bugün Haktan beni istemeye geliyordu.

Heyecanlı mıydım? Evet. Peki bu kadar süse gerek var mıydı? Hayır. Ama Efsun gibi bir arkadaşınız olunca sade gezmek diye bir kelime yanınızdan geçmiyordu.

“Ay oldum mu ki?” deyip kızlara, yani Gözde ablam, teyzem, küçük kuzenim ve Efsun’a döndüm. Efsun Bu benim marifetim dercesine bana bakıyordu. Gözde ablam da beni sözleri ile övmekle meşguldü. Teyzem bana duygulu duygulu bakarken küçük kuzenim ise elindeki Barbie’sine beni tanıtıyordu. “Bak Ayşe, bu benim ablam, Irmak. Çok güzel değil mi?” Kulağına yaklaşırdı bebeği, bebek bir şey söylüyormuş gibi. Başını sağa sola sağlayıp geri çekti bebeğini. “Hayır, senden daha güzel o.” Gülmeden edemedim.

Gözde ablamın karnı hafiften şişmişti. Bebekten de herkesin haberi vardı. Hala olacak olmam beni heyecanlandırıyordu.

“Bakayım mı artık aynadan?” dedim bıkmış bir hâlde. Her şeyimi onlar yapmıştı. Nasıl olduğumu ise sadece ucundan görmüştüm.

“Dur!” dedi Efsun, bağırarak. Hızla yanıma yaklaştı ve saçıma kenardan aldığı tokayı taktı. Sonra ise geri çekildi ve, “Bakabilirsin,” dedi. Hızlıca odamdaki boy aynasına çevirdim bakışlarımı. Yaklaştım aynaya. Ve gördüğüm görüntü ile elimin ağzıma gitmesini engelleyemedim.

Üstümde siyah bir elbise vardı. Önünde aman aman bir dekolte yoktu ama arkasındaki sırt dekoltesi, olmayan göğüs dekoltesinin yokluğunu gayet iyi bir şekilde kapatıyordu. Bacağımda çok büyük olmayan bir yırtmaç vardı. Elbise ise dizlerimin üzerinde biten, kalem bir elbiseydi. Ayağımda YSL ayakkabılarım vardı. Evet, abimin kredi kartı ile yine almıştım kendime. Yüzümde hafif bir makyaj vardı. Mavi gözlerimi ortaya çıkaracak en güzel makyajı yapmıştı Efsun. Dudağımda ise iddialı bir bordo rujum vardı. Bu rujun markası da YSL idi. YSL hayranı değildim kesinlikle. Saçlarıma ise kalın maşa yapmışlardı.

“Ay çok güzel olmuşum…” diye mırıldandım. Arkada teyzem ağlamamak için kendini zor tutuyordu. Severdi beni. Bende onu.

Onlara döndüm hızla. “Ama ben bu elbise ile durursam nefessizlikten ölürüm ha,” dedim yarı şive yaparak. Güldü Gözde ablam bu hâlime. O da mavi bir elbise giymişti. Beline kadar vücudunu saran, belden aşağısı bol bir elbiseydi. Yüzünde mavi bir makyaj vardı. Çok yakışmıştı ona.

Efsun beyaz bir elbise giymişti. Kül Kedisi’nin sahip olduğu topuklu ayakkabılarını giymişti. Elbisesi sade olduğundan bayağı süslü bir makyaj yapmıştı. Su gibi olmuştu.

Teyzem ise yeşil bir elbise giymişti. Ama yeşilin öyle güzel tonuydu ki elbiseyi bugünün sonunda bana vermesini istemiştim. Tabii ki de vermeyecekti.

“Lan, Irmak!” diyerek odaya pata küte girişte bulundu abim. Bir elinde tesbihi ve diğer elin cebinde iken tam köy muhtarına benziyordu. Gülmeden edemedim.

Odaya girdiğinde bana baktı. Süzdü beni tip tip. Sonra ise, “Annem çağırıyor,” dedi. Ve hızla odadan çıktı. Arkasından tip tip bakma sırası benimdi. “Ne oldu buna be?” dedim.

“Menapoz’a girmiş.” Dedi Gözde ablam. Sonra ise kahkahayı patlattı. Diğerleri de gülerken gülmeden edemedim, odadan çıktım hızla. Aşağı indiğimde içeriden akrabaların sesi geliyordu. Teyzemler ve amcamlar gelmişti. Birde anneannemle dedem gelmişti bizim tarafından. Haktanlar aşırı çok kişi gelmediği sürece salona rahatlıkla sığabilirdik. Çok şükür ki genişti salon.

Mutfağa girdiğimde annemle bakışlarımız çakıştı. İçeri giren kişinin ben olduğumu anladığında ise hızla yanıma geldi.

“Efendim anne,” dedim. Topuklu giydiğimden ondan hafif uzun duruyordum. Ama benden uzun olan oydu.

“Siz söz yüzüklerini ayarladınız mı?” Duyduğum sözlerle gözlerim vahşetle açılırken geriledim.

“Bilmiyorum. Haktan, Ben hallederim, demişti.” Hızla telefonumu elime alıp Haktan’a mesaj attım.

Siz: HAKTANN

Haktanım: efendim güzelim

Siz: söz yüzükleri

Haktanım: hazır

“Halletmiş, anne.” Dedim. Annem de derin bir nefes verdi.

“Ee, neredelermiş?”

Siz: ne kadar kaldı???

Haktanım: az kaldı güzelim

Haktanım: sakin ol

Haktanım: bir de

Haktanım: boydan foto gelir mi??

Gözlerim vahşetle açılırken anneme baktım. Bana garip garip bakıyordu.

“Az kalmış.” Dedim ve hızla uzaklaştım o ortamdan.

Siz: haktannn

Haktanım: ırmakkk

Siz: ya çok azgınsın bu aralar sen

Siz: korkmuyor değilim

Haktanım: hele bir düğün yapalım

Haktanım: o düğün gecesi gideceğimiz otelde

Haktanım yazıyor…

Siz: AY TAMAM

Siz: sen gel gel sen mesaj atma

Siz: gidiyom ben

Haktanım: git bakalım

Telefondan başımı kaldırdım ve üst kata çıktım. Bir süre daha kızlarla konuştuktan sonra duyduğumuz zil sesi ile hepimiz birbirimize bakmıştık.

Gelmişlerdi.

“Ay galiba öleceğim.” Diye mırıldandım ve hzıla merdivenlere doğru yöneldim. Diğerleri de aşağı indiklerinde abim, annem ve babam kapının önündeydiler. Hızla kapının oraya geçtim, elimi kapının kulpuna atarken derin bir nefes verdim, ve yavaşça kapıyı araladım.

Bir çift ela göz ilişti gözüme. Işıltı ile parlayan ela gözler. Gülümsediğinde ben de gülümsedim.

“Hoş geldiniz.” Dedim neşeli ve bir o kadar heyecanlı çıkan sesim ile. Ela gözlümün beni kısa süre içerisinde süzdüğünü hissetmiştim. Ben süzememiştim çünkü Ela gözlümün arkasındakiler bizden daha heyecanlıydı. Onları daha fazla bekletmemek istemeyen Ela gözlüm elindeki çiçek demetini uzattı. Lavantaydı. Haktan ilerlediğinde diğerleri de ilerlemeye başladı. Herkese “Hoş geldiniz,” deme merasiminden sonra herkesin en sonunda salona geçtiğini fark ettim. Hızlıca az önce portmantoya bıraktığım çiçeğimi alıp kokladım. Çok güzel kokuyordu. Çiçeği tekrar kenara koyup hızla salona geçtim. Geçtim geçmesine ama bu kadar kalabalık olabileceğini tahmin etmemiştim. Neyse ki salon genişti. Hızlıca teyzemin yanındaki tek boş tabureye oturdum. “Nasılsın? İyi misin?” Faslından sonra yanımdaki Teyzem beni dürttü. Ona baktığımda dudaklarını oynattı. “Kahve,” diyordu. Hızlı bir aydınlanma yaşarken ayaklandım ve yan taraftaki mutfağa geçtim. Peşimden teyzem de gelmişti. Kendimi yanımdaki sandalyeye bıraktım. Elimi kalbime attım.

“Çok gerginim,” diye mırıldandım. Elbise yüzünden her an kusabilirdim zaten. Ve reglime denk gelmişti isteme. Haktan’ın annesi Gül annem ile benim annem o kadar samimi olmuşlardı ki bizim yerimize onlar belirlemişti isteme tarihini. Karışmamıştık biz de. Ve reglimde bana sürpriz yapmıştı.” Dünya Hayatına Welcome!” demişti kendi dilinde bana.

“Ay bahane üretme! Kalk da kocanın kahvesini yap.” Diye bağıran Efsun’a göz devirdim ve ayaklandım. Titreyen ve terleyen ellerimi elbiseme sürtüp yavaş ve telaşlı adımlarla ocağın önüne geçtim. Bardağın ölçüsü kadar su koydum. Sonrasında ise kahveyi falan cezveye ekledim. Kısa süre kahve hazır olduğunda ise bardağa döktüm kahveyi. Ve mutfaktakilerin tüm bakışları bana döndü. Evet, o malum konuya gelmiştik: Kahveye tuz mu katacaktım, şeker mi? Titreyen ve gerginlikten terleyen ellerim şekere gittiğinde Efsun’dan üzüldüğünü belli eden nidalar yükseldi. Teyzem ise “Yazıklar Olsun” adlı şiirini okumaya başlamıştı bile. Mutfakta olan 15 yaşındaki, tanımadım bir akrabam olan kız ise kafasında kulaklıkla bacaklarını kendine çekmiş, elindeki benim yazdığım kitabı okuyordu. Bu beni az da olsa gülümsetmişti. Gerginlikten gülemiyordum ayol!

Teyzem de diğer kahveleri tepsiye koyarken çok ama çok cahilce bir soru sordum: “İlk salona kim girecek? Ben mi sen mi teyze?”

“Ayol Işık girecek!” dedi halam kenarda kitap okuyan kızı göstererek. Gözlerini devirip bana baktı. “Tabii ki de sen.”

“Ama ben ya yarı yolda bayılırsam? Ya ayağım takılırsa? Ya eve bomba düşerse? Ya ben ela gözlümden ayrı kalırsam?” Her şeyi tek bir nefeste söylediğimden dolayı derin bir nefes verdim. Benim Müge Anlı mesaim başlıyordu. İçimdeki Müge Anlı bir anda çıkınca susmuyordu.

“Ay yürü artık!” diyerek popoma silleyi geçirdi, Efsun. Bende mecburen mükemmel hareketlerle tepsiyi elime aldım ve sağlam adımlarla salona ilerledim.

Salona ilk adımımı attığımdan hemen sonra bakışlarım ela gözlüm ile kesişti. Odada derin bir sohbet dönüyordu. Biz ise birbirimize bakmakla meşguldük. Yavaş ve hanım hanım adımlarım ile ilerledim ela gözlüme doğru. En sonunda ise ela gözlümün yanına vardığımda tepsiyi ona doğru uzattım. Beyim anlığına bana çapkın bir bakış attıktan sonra kahvesini aldı. Bende geri geçip yerime geri oturdum.

Bardağı dudaklarına götürdü ve tereddüt dolu bir yudum aldı. Kahvenin o bol şekerli tadını alınca bakışları benim bakışlarım ile çakıştı. Tahmin etmiştim. der gibi bakıyordu bana. Bardağı kafasına dikti ve tek dikişte bitirdi. Kıyamıyordum ki işte zalimin oğluna.

“Evet,” diyerek bardağını masaya bıraktı Haktan’ın babası, Cüneyt babam. “Artık sadede gelme zamanı geldi de geçiyor.” Diyerek arkasına yaslandı. Bence de, canım Cüneyt babam. Hadi iste beni, babamda versin beni. Bitsin şu iş. Yoksa gerginliğe ve elbisenin bedenimi biraz daha sıkmasına dayanamayıp şuraya kusacağım.

“Gençler birbirlerini tanımış, sevmişler. Bize de işi tatlıya bağlamak düşer. Ferit Bey, siz ne dersiniz, rızanız var mı bu yuvanın kurulmasına?” Cümlenin sonlarına doğru babama bakmıştı, Cüneyt babam.

Babamın bakışları bana kaydı, sonra ise abime, sonra ise anneme. En son ise Haktan’a. Ve bir anda ortamda bir ses yükseldi:

“Benim rızam yok!”

Kaşlarımı olabildiğince çatarak hızla abime çevirdim bakışlarımı. Herkesin bakışları abime dönmüştü. Ne gerek vardı şimdi buna yani? Niye gelmişti ki bu? Küfür etmemek için dudağımı ısırdım. İnsanı dinden imandan çıkarıyordu bazen. Ne demek rızası yoktu?

“Soner,” dedi dişlerinin arasından Gözde ablam, abimin kolunu dürttü. Annem ise imalı bir şekilde abime baktı.

“Oğlum, karışma sen.” dedi canım babam olaya el atarak. Tekrar Cüneyt babama dönerek, “Madem sevmişler,” dedi. Hızlıca ve son kez bir bana, bir de ela gözlüme baktı. En sonunda ise, “sormanıza gerek yok, verdim gitti!” Dedi. Babam konuşana kadar nefesimi tuttuğumu fark etmemiştim. Göğsümde olan elim aşağı düştü yavaşça. Alkışladı bazıları. Abim ise asık suratla gözlerini devirdi.

Ne ara ayaklandığımızı, ya da parmaklarımıza kurdele bağlı yüzükleri taktığımızı hatırlamıyorum. Tepsiye para konulduğunu sonra kurdelenin kesildiğini hatırlıyordum. Herkes bizi alkışlıyordu. Ben ise sadece Haktan’a odaklanmıştım. O da bana odaklanmıştı. Işıklar sönmüş, sesler susmuştu bizim için. Sadece biz vardık. Ben ve o.

“Bir ömür mutlu olmak dileğiyle…” diye mırıldandı.

“Bir ömür, seninle mutlu olmak dileğiyle…” diye mırıldandım, onu düzelterek. Güldü. Hem gamzesi delicesine belli olacak hem de gözleri tek bir çizgi hâli alacak şekilde gülümsedi. Bende gülümsedim.

Yanımda o vardı, mutluydum.

Ben, onunla mutluydum.

Ben, onunla kendim gibiydim.

Ben kendimi onda bulmuştum.

O, benim her şeyimdi. Şimdi ise her şeyim ile bir ömür olmak için ilk adımımızı atmıştık.

~

Bacağımı gerginlikten sallarken protez tırnaklarımı neredeyse koparacaktım.

Evet, yine ben. Ve yine gergindim.

Selim sonunda bulunuştu. Ve birazdan duruşmamız başlayacaktı. Tırnaklarımı kemirmeyi bıraktım ve yüzüğüme dokundum yavaşça. Tenimin sıcaklığına kıyasla soğuktu yüzük. Bu sırada elimin üstüne damarlı bir el uzandı, ellerimi kendine çekti ve iki avucunun arasına sıkıştırdı. Elin sahibinin kim olduğunu biliyordum, bu nedenle endişelenmedim, ona bıraktım ellerimi. Ellerim, ellerinin arasında kayboldu, yok oldu. Okşadı ellerimi.

“Sakin ol, güzelim. Her şey çok güzel olacak.” Diye mırıldandı o tok sesi ile. Yorgun bakışlarımı ona çevirdim. O da yorgundu. Dünkü isteme merasiminden sonra derin bir sohbete girmişti herkes, bu yüzden gece geç saatte gitmişlerdi onlar. Gitmelerine sebep olan şey ise Haktan’ın ve abimin telefonuna aynı anda gelen mesajdı: Bu mesaj, Selim’in bulunduğuna dair mesajdı. Sonrasında ise ortalık karışmıştı. Herkes yavaşça kalkmıştı. Bende yorgunluktan kendimi koltuğa bırakmıştım. Nasıl yoruldum derseniz, gerginlikten. Malum, dün akşam gerginlikten altıma yapacaktım.

“Şu doktor da dava açacaktı bana…” diye mırıldandım. Güldüm, ama bu gerçek bir gülüşten çok uzak bir gülüştü. Elalarına baktım derince. “Burada çaycı olarak işe başlasam iyi olacak. Yakında burası da yeni bir evim olacak. Ayda bir buradayız.” Avucunda olan ellerimi dudaklarına yaklaştırdı ve öptü uzunca. Sonra ise okşamaya devam etti ellerimi. Bu sırada yanımızda duran, Haktan’ın arkadaşı olan Burak vardı. Dün istemeye o da gelmişti. Aşırı enerjik bir insandı. Eğlenceli ve deli doluydu.

“Vallahi Hakonun içinden böyle romantik adam çıkacağını kırk yıl düşünsem tahmin edemezdim.” Dedi yasladığı duvardan ayrılırken.

“Burak,” dedi Haktan dişlerinin arasından Haktan. Bu konuların açılmasından pek haz etmiyordu kocam bey.

“Nasıldı ki Haktan normalde?” dedim merakla.

“Valla yenge,” dedi Burak, tekrardan duvara yaslanıp. “Kızlar peşinden düşmüyordu bu, üniversitedeyken. Ama Hako yüz vermiyordu. O zaman ki hâllerine baksan, odun görürdün karşında. Öyle böyle değil. Kibarlıktan anlamazdı.”

“Si-” küfür edecekti ki ela gözlüm, benim yanında olduğumu hatırlayıp dudağını dişlemekle yetindi. “Abartma.” Diye homurdandı. Ben ise ayrı konulardaydım.

Kızlar?

Üniversitede?

Ela gözlümün peşinden düşmüyor muydu?

Kızlar?

Benim, ela gözlümün peşinden?

Benim kocamın peşinden?

Kaşlarım çatılırken Haktan’ın elini sıkıca tutan elim gevşedi.

“Nasıldı o üniversite yılları? Biraz daha detaya girsene, Burak.” Dedim. Burak tabii ki de olayı anlamıştı. Haktan’ı sinirlendirmek için konuşmaya devam etti;

“Yenge kızlarında maşallahı vardı,” dedi. Dişlerini alt dudağına sertçe geçirdi, sonra ise afilli bir ıslık çaldı. “Hatta birisinin adı Pelin’di. Sarı saçlı, mavi gözlüydü. Süt gibi teni vardı. Kız Rus’tu. En çok Hako’nun peşinde dolaşan oydu. Bir ara onları Haktan’ın odasında basmıştım-” Burak, cümlesine devam edecekti ki kafasına yediği dosyalarla dolu çanta ile sözü bölündü. Hızla bakışlarımı çantayı atan kişiye, kocam beye çevirdim. Çatık kaşlarımla ve en sinirli hâlim ile ona baktım. “Ne yapıyorsun?” dedim. Ellerimi ellerinden çektim hızla.

Burak kahkaha atarak gülerken Haktan ona sinirli bir şekilde bakıyordu. Bu sırada abim yanımıza yaklaştı. Abimi gördüğüm anda aklıma geçen gördüğüm o rüya geldi. Acaba o rüyada, Murat’ın dedikleri doğru muydu? Abim, gerçekten de Murat’ın ailesini öldürmüş müydü? Ya da, abim öldürdüyse de Murat’ın ailesi gerçekten masum muydu?

Abim benim yanıma oturduğunda ona doğru döndüm hızla. “Abi,” diye mırıldandım.

“Efendim?” dedi saçlarını karıştırırken.

“Sen Murat’ın ailesini mi öldürdün?” Dudaklarımın arasından çıkan bir o kadar kısa ama bir o kadar da ağır kelimelerle saçlarını karıştıran eli donup kaldı. Bakışlarını hızla benden kaçırırken Haktan ile çakıştı bakışları, Haktan’da abime baktı. Aralarında uzun bir bakışma geçerken bakışlarım ikisinin arasında gidip geldi, bir şey sakladıkları aleniydi. En sonunda bakışmalarını bölen benim isyanım oldu.

“Neden öyle birbirinize baktınız?” dedin ortaya doğru, sonra ise bakışlarımı abime çevirdim. Maviliklerine diktim bakışlarımı. "Ve, cevap verecek misin? Yoksa soruyu bir daha mı tekrarlıyayım?”

“Hayır,” dedi hızla. Bakışlarını tekrardan benden kaçırdı. “Sen bunu nereden biliyorsun?” diye mırıldandı. Duymadığımı sandı, ama duymuştum. Tekrardan bana baktı. Ne kadar ifadesiz durmaya çalışsa da gözlerinden geçen korkuyu dışarıdan geçen bir insan bile görürdü. “Yok,” dedi. “nereden çıkardın bunu?” Rüyamda gördüm abi, sen ve Ela gözlümü, Murat öldürüyordu. Çok korktum abi, size bir şey olacak diye çok korktum. Diyemedim. Onun yerine, “Hiç, öylesine…” diye mırıldandım. Bu sırada yanımızdaki memur bize, “Hazır olun,” deyince ayaklandık. Memur, mahkeme salonunun kapısını araladı. Titrek bir nefes verdim ve Haktan’ın yanına geçtim. Ona trip atacaktım ama bu onun yanına durmama tabii ki de engel değildi.

“Avukat,” dedi mübaşir gür sesi ile. “Haktan Altan!” Haktan bana kaçamak bir bakış attı. Kaç ile göz arasında göz kırparken mahkeme salonuna doğru ağır adımlar attı. Mübaşir bu sefer, “Davacı Irmak Serçel!” dedi. “Hayır,” diye mırıldandım. “Irmak Altan.” Kimse duymamıştı beni, zaten kimse duymasın diye kısık sesle söylemiştim. Bende Haktan’ın peşinden mahkeme salonuna doğru adımladım. Masamıza kısa süre içerisinde geçtiğimizde Haktan’ın sağında durdum. Hâkim gerekli prosedürleri yerine getirdikten sonra herkesin oturmasına izin verdi, sözü ise Haktan’a bıraktı. Selimin avukatı kadındı. Selim’i internetten araştırmıştım. Evliydi ve beş yaşında bir kızı vardı. Karısı avukattı. Büyük ihtimal de yanındaki kişi karısıydı.

Bana baktı Selim. Bende ona baktım. Bir süre öylece bakıştık, en sonunda bakışlarını kaçıran kişi ben oldum. İçim ürpermişti istemsizce. Hâkime baktım ona bakmak yerine.

Ayağı kalktı Haktan. Önündeki dosyayı karıştırdı. “Önünüzdeki dosyada sanığın işlediği suçlar bulunuyor, sayın hâkim. Sanık Selim Polat Topçu’nun, 17 yaşında torbacılıktan para cezası yediği önünüzdeki dosyada mevcut bulunmaktır.” Bir sayfa çevirdi. Hâkime baktı ela gözlüm. “Sayfa üçte, 19 yaşında bir barda 5 kişiyi bıçakladığından dolayı 1 ay gözaltında kaldığı görünmekte.”

“İtiraz ediyorum sayın hâkim!” diyerek karşıdaki kadın avukat ayağı kalktı. Doğru hatırlıyorsam adı Dilek idi. “Avukat bey, yargının konusundan dışarı çıkıyor. Bizim burada olmamızın sebebi davacı Irmak Serçel’in bize attığı bir iftiradan dolayıdır. Konunun bunlarla ilgili hiçbir alakâsı yoktur.” Diyerek oturdu geri Dilek. İftira mı? Tek kaşım havaya kalkarken boynumu çıtlattım yavaş hareketlerle.

“İftira mı?” dedi Haktan, tüm duygularıma tercüme olarak. “Müvekkilimin kanına gizlice girmiş, bir miktar uyuşturucu vardı zaten. Tedavi için hastaneye gelmiştik. Sanık Selim Polat müvekkilimin abisinin tanıdığı biriydi zaten. Selim Polat, müvekkilimi tedavi etmişti. Yüklü miktarda para sunduğu bir ilacı -ilaç diye kastettiğimde uyuşturucu- müvekkilimin abisine gösteriyor. Müvekkilimin abisi ile çaresizlikten dikkat etmeyip satın alıyor. Bu tuzağa yem olan bir tek müvekkilim değil, onlarca kişi. O onlarca kişiye gelecek olursak,” dedi Haktan ve önündeki dosyayı alıp yanındaki memura uzattı, hâkime uzatması için. “Size verdiğim dosyada, sayfa on ikide Sanık Selim Polat’ın o onlarca kişiden dolayı yine ev hapsine vurulduğu mevcut. Lakin, hiçbir şekilde mesleğinden men edilmemiş, dikkat ederseniz.” İki elini de masaya vurdu, öne doğru eğildi ve Selim’e baktı korkutucu bakışları ile. Başını sağ omzuna yatırdı. Ne kadar seksi durduğunun farkında mıydı? “Bunun sebebi de hem eşi Dilek Topçu,” Selim’in yanındaki Dilek’e baktı. Dilek resmen sinirden patlayacaktı. Haktan bakışlarını Dilek’ten çekti ve hâkime baktı. “Hem de bir militan olmasından.”

“Ne?” dedim ister istemez. Bunu bende dahil kimse bilmediğinden salondakilerden şaşırdıklarını belli eden nidalar yükseldi. Ve bunu bilmeyen bir kişi daha vardı: Selim’in eşi Dilek. Dilek, Selim’e kocaman açılmış gözler ile bakarken bir adım geriledi. Bunu beklemiyor olmalıydı.

“İftira!” diye bağırdı Selim, Dilek’in bakışlarını görünce. Dileğin bakışlarına yoğun bir korku vardı. Bu korkunun neden kaynaklandığını anlamamıştım. “Külliyen iftira!” diyerek elini masaya vurdu Selim. Ve en sonunda bende patladım:

“Bunu, Atatürk’e hakaret eden bir kişi mi söylüyor?” dediğimde salonda derin bir sessizlik oluştu. Tüm bakışlar bana yöneldi. Haktan’ın da dahil. Ama ben ona bakmadım, bakamadım. Zaten o günkü yaşadığım sinir hâlen içimdeydi. İçimdekileri dökmek de bugüne nasipmiş demek ki.

Selim’in bakışlarından anlığına korku geçtiğini gördüm. Yakaladım onu hemen.

“Açar mısınız şunu biraz daha?” Hâkimin bana seslenmesiyle alev atan bakışlarımı Selimden çektim.

“Sayın hâkim,” dedim ayağı kalkıp. “Tedavi olduğum sırada Selim’in telefon konuşmasına şahit olmuşluğum var. Aklımda bir fikir vardı zaten. Avukatımın da dedikleri ile aklımdaki fikir netleşti. O gün, yani Atatürk’e hakaret ettiği gün, ben hastanede tedavi olurken telefonda konuşuyordu; ve konuştuğu kişi Murat Kırbaç idi. Yani,” dedim ellerimi masaya yaslayıp, öne doğru eğildim hafifçe. “Benim kanıma uyuşturucuyu bulaştıran kişi ile konuşuyordu.” Haktan ile çakıştı bakışlarım. Bana gururlu bakışları ile bakıyordu. Gülümsemeden edemedim.

Hâkime çevirdim bakışlarımı. “Bu olay bana o ilaç diye bahsederek verdiği uyuşturucudan sonra gerçekleşti. Selim odaya girdiğinde ben uyanıktım ama uyuyor taklidi yaptım. Hatta, ses kaydını aldım bu olayın.” Cebimden flaş belleği çıkartım ve havasa salladım flaş belleği. “Burada.” Dedim ve masaya bıraktım belleği. Haktan hızla hâkime döndü. Bu sırada flaş belleği eline aldı. “Sayın hâkim, izninizle bilgisayarınızı kullanmak istiyorum.”

“İzin verildi,” dedi hâkim. Haktan yanımdan ayrıldı. Hızla bilgisayara belleği taktı. Ve ses kaydını açtı.

“Alo abi,” diyen Selim’in sesi yankılandı ortamda. Dilek daha da korkarken dik durmak adına önündeki masaya yaslandı. O anlar tekrardan gözümde canlandı.

“Alo abi,” diyerek hızla odaya girdi ve sertçe kapıyı kapadı Selim. Telefon hoparlördeydi.

“Uyuşturucuyu enjekte ettin mi?” dedi Murat.

“Evet,” dedi Selim, yavaşça Irmak’ın yanına yaklaştı. Bilmiyordu Irmak’ın uyanık olduğunu. Ve yastığın altında onun ses kaydını alan bir telefon olduğunu…

“Zayıf birine benziyor, iki güne ex olur zaten.” Dedi Murat. Selim cebinden sigara çıkarttı ve yaktı. Dudaklarının arasına sigarayı yerleştirirken camın önüne geçti, dışarıya baktı.

“Abi,” dedi.

“Efendim?” dedi Murat.

“Şu ülkenin kurucusu var ya, Atatürk müdür nedir? Ne kadar boş, enayi bir adammış lan. Özgürlük için kendini harcamış bu ülkeye, sırf bu ülke özgür olsun diye. Ben olsam siktir ederdim herşeyi, ne uğraşacağım kardeşim.” Afilli bir küfür mırıldandı sonra doğru. Irmak duydukları karşısında çok sinirlenmişti. Atatürk’e hakaret edilmesi demek, ona hakaret edilmesi demekti. Selim’e vurmak için avuçları kaşınırken, “Karaktersiz…” diye mırıldandı Irmak. Ses kaydında duyuldu bu, lakin Selim duymadı.

“Aynen,” dedi Murat. Birkaç silah sesi yankılandı telefonda. “Kapatıyorum.” Dedi Murat.

“Tamam abi,” dedi. Telefonu hızla kapattı Murat. Son kez Irmağa baktı. Sonra ise odadan çıktı.

Ses kaydı bittiğinde mahkeme salonunda derin bir sessizlik hâkimdi. Haktan’a baktım. O da bana baktı. Plan yapmıştık. Onun dediklerini ben, benim dediklerimi o bilmiyormuş gibi davranıp, Selim’in ve Dilek’in dikkatini dağıtmıştık. En sonunda ise ses kaydı ile onları vurmuştuk.

Sinirli bakışlarımı Selim’e çevirdim bu sefer. Ayağı kalkıp işaret parmağımı ona doğru salladım. Afallamış durumdaydı. “Şuan burada bulunuyorsan, bu ülkede bu sokaklarda özgürce adım atabiliyorsan bunun sebebi ‘Enayi,” diye bahsettiğin Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’tür! He, sevmiyor musun? Susacaksın, saygı duyacaksın. Bu ülkede yaşamaya devam etmek istiyorsan susacaksın! Saygı duymuyorum diyorsan,” Bir elimi sertçe masaya vururken diğer elimde mahkeme salonunun kapısını gösterdim. “Kapı orada. Defolup gidebilirsin!” dedim ve sandalyeme sertçe oturdum. Selim donmuş bir hâldeydi. Dilek ise ondan hallice.

“S-sayın hakim.” Dedi Dilek titreyen sesi ile. “Ben bu davada Sanık Selim Polat Topçu’nun avukatı olmak istemiyorum.” Parmağındaki alyansı çıkardı ve masaya sertçe vurdu alyansı. Selime bakmıyordu bile. “Boşanma davası da açacağım. Benim savunma yapmadığımı varsayın. Ağırlaştırılmış müebbet yemesini talep ediyorum. Nereden bilebilirdim savunduğum kişinin bu kadar pis bir insan olduğunu.” Selim köşeye sıkışmış hâldeydi.

“Karar!” dedi hâkim ve tokmağını masaya vurdu. Ayağı kalktık hepimiz. Sonuç zaten belliydi.

“Sanık Selim Polat Topçu’nun Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk’e hakaret etmesi, uyuşturucu kaçakçılığı, torbacılık ve daha birçok sebepten dolayı iki kez ağırlaştırılmış müebbet yemesine karar kılınmıştır!”

~

Sonunda mahkeme salonundan çıkmıştık. Salondan çıktığımızda abimle karşılaşmıştım. Beni ve Haktan’ı, Haktan’ın odasına sürüklemişti. Şuan ise konuşmasını bekliyorduk.

“Konuşacak mısın?” dedim ve bıkkınlıkla nefes verdim. En sonunda gözlerimin içine baktı. Kızarmıştı gözleri. Bu da benim afallamama sebep oldu. Neden kızarmıştı ki?

“Nereden öğrendin bunu?” dedi. Tam neyi diyecektim ki aklıma gördüğüm o rüya geldi. Yutkundum.

“Yaptın mı yapmadın mı?” dedim sorudan kaçarak. Rüyamda gördüğümü söylesem inanmazdı. Sustu, sadece üstten üstten bana baktı. “Sessizliğini ne olarak algılamalıyım? Hayır mı?” Tam konuşacaktı ki böldüm onu, kollarımı göğsümde bağladım. “Böyle bir şey yapmazsın diye düşünüyorum. Çünkü sen merhametli bir insansın. Ondan önce polissin. Masum kişilere dokunmazsı-”

“Yaptım.” Duyduğum sözlerle irkilirken sendeledim. Yaptım… Ne kadar da ağır bir kelimeydi.

Abim, masum insanları mı öldürmüştü?

“N-ne?” dedim kekeleyerek. Hayır, yapamazdı. Kocaman açılmış gözlerimle abime baktım. Başını öne eğmişti. Bu daha da beni gerer iken Haktan’a çevirdim bakışlarımı. Ve o an Haktan’ın bakışlarında bir şey gördüm: Korku. Bu korku abim için miydi, yoksa benim için miydi, anlamadım.

Haktan da biliyordu.

Hızla bakışlarımı abime çevirdim. Göğsümde bağladığım kollarım aşağı doğru düşmüştü, kalakalmıştım öylece. Zorda olsa konuşmayı deneyip, “Nasıl…” dedim. Hâlâ inanamıyordum. Bacaklarımın titremeye başladığını hissettiğimde kendimi arkamdaki koltuğa bıraktım. Haktan yaslandığı duvardan huzursuz bir şekilde ayrıldı. “Nasıl öğrendin bunu?” dedi. Bakışlarım daldı, yere bakakaldım öylece.

“Rüyamda,” dedim fısıldayarak. Sonra ise bakışlarımı daldığı yerden koparıp Haktan’a baktım. “Senin vurulduğun gün, sen vurulmadan önce, ben seni aramadan önce. Bir rüya gördüm. Murat vardı karşımda. Bütün kinini bana kusuyordu.” Ve yaşadığım aydınlanma ile tekrardan irkildim. Murat, beni abim onu hapse attı diye değil; abim onun ailesini öldürdü diye intikam almak için kaçırmıştı.

Abime baktım bu sefer, o da bana bakıyordu. Bakışlarından ne düşündüğünü anlamak zordu. Ama o mahcubiyeti, o pişmanlığı bütün çıplaklığıyla görebiliyordum.

“Neden?” dedim. “Neden böyle bir şey yapma gereksiniminde bulundun?”

“Bilerek yapmadım,” dedi. Yanıma oturdu o da. Bakışları yere odaklandı, benden çekiniyordu. “Ailesinin yaşadığını dahi bilmiyordum, bilmiyorduk. Evine bombalar yerleştirmiştik. Patlattığımızda ise evde Murat değil de Murat’ın ailesi olduğunu fark ettik. İşte o an da çok geç kaldık…” Âdem elması ağır ağır kavislendi. Bakışlarını tavana kaldırdı.

“Ne zaman o-oldu bu?” Üstümdeki o şaşkınlığı, o korkuyu atamıyordum. Bedenimi güçlü bir titreme seli kapmış durumdaydı. Titrediğimi belli etmemek için kendimi sıkıyordum, bu da migrenimi azdırıyordu.

“3 yıl önce,” dedi Haktan, abim yerine konuşarak. O da fark etmişti abimin konuşacak hâli olmadığını. O da geldi yanıma oturdu. Abim ile çakıştı bakışları. Kısa süreliğinde bakıştılar. Abim sanki onaylarcasına gözlerini açıp kapadı, sonra ise ellerini saçlarına daldırıp karıştırdı. Gözlerini kapattı ve tekrar başını yukarı kaldırdı.

Haktan’ın, “Bana bak,” demesi ile Haktan’a döndüm. Ne olduğunu anlamıyordum, ama bu odada bende dahil herkes çok gergindi.

“Bir şey saklıyorsunuz,” diye mırıldandım. “Ne saklıyorsunuz?” dedim ve merakla Haktan’a baktım. Derin bir nefes verdi, ellerimi tuttu ve kendi kucağına çekti. Bir süre öylece durdu, kendine zaman tanıdı belki de, bilmiyorum. En sonunda elalarını gözlerime dikti, ve konuşmaya başladı:

“Şu an bu anlatacağımın konuyla çok bir alakası yok ama madem her şeyi anlatıyoruz, bunu da anlatayım dedim.” Gerginlikten ellerim buz keserken gözlerimi saliseliğine olsa bile Haktan’dan ayırmıyordum. “Sen, aslında beni çok önceden tanıyorsun.” Kaşlarımı çattım. Nasıl önceden tanıyordum? İçimden geçen soruyu duymuş gibi cevap verdi: “Irmak, sen hafıza kaybı geçirdin.”

Duyduğum sözleri idrak edemedim. Bir iki saniye Haktan’ın yüzüne boş boş baktım. En sonunda ise, “Ne?” dedim. “Neden bahsediyorsun?”

“Soner ile çocukluk arkadaşıyız biz. Aynı mahallede büyüdük, ben tabii Rize’de doğdum ama sonar buraya taşındım. Hatta en çok da seninle oyun oynayıp vakit geçiriyordum. Sonra,” derin bir nefes verdi. Midem bulanıyordu, anlamıyordum hiçbir şey. “Siz ailecek trafik kazası geçirdiniz. O kazada 3 ölü 1 ağır yaralı vardı. O ağır yaralı da sendin.” Nefes alışverişlerim sıklaşırken algılamaya çalıştım bahsedilenleri. Ama basmıyordu kafam. “Seni yoğun bakıma aldılar. 1 ay boyunca yoğun bakımda kaldın. Sonra ise hafıza kaybı teşhisi koydular. İkimizin ailesi de birbirini çok iyi tanıyordu aslında; doktor, ‘birbirinizi tanımıyor gibi yapın,’ dediğinden hepsi birbirini tanımıyormuş gibi davrandılar. Sende travmalar açabileceğinden hatırlatmadık hiçbir şeyi. Anlatmak ise bugüne nasipmiş.”

Bedenim titriyordu zangır zangır. Nedenini bilmiyordum. Ne diyeceğimi de.

“Yani, ben seni çok önceden de tanıyordum.” Başı ile onayladı beni. Abime baktım bu sefer, hâlâ aynı pozisyondaydı. Tekrar ela gözlüme baktım.

“Ne diyeceğimi bilmiyorum,” dedim. Çok garip bir olaydı. Sindirmem bir ayı alabilirdi. Bu sırada abimin telefonu çaldığında açtı abim. Karşıdaki kimse onayladı onu. Ayağı kalktı telefonu kapatıp.

“Burak bizimkileri eve bırakmış, onlar meraklanmadan gelin dedi.” İkimizde abimi başımızla onayladık sessiz bir yolculuğa koyulduk…

 

 

 

 

THE ENDDDDD

Ay ay nasıldı canlarımmm

uzun muyduuu????? Bence uzundu

oy ve yorum yaparsanız çoook sevinriimmm

şimdi ayıptır söylemesi az önce baklava yiyordum aklıma murathan geldi anneme babama falan murathanın bakla sevdiğini söyledim işte sonra murathan hakkında goygoy başladı anneme şey dedim "artık bizim evden bir aile bireyi sayılıyor murathan" dedim annem de dedi ki "evde abimin adı bu kadar geçmemiştir" dedi DFGHYJNVFGHBG

HAKAN CAN ADALI'M YAAAAAA ÖLÜRÜMMMM SANAAAAA

bu arada medyadaki şarkı çook güzel değil miii

neyse benim ders çlışmam lazım vaktim azz :(((

behlül sizi öpüyor

behlül sizi seviyor ama çok çoook seviyorrrr

behlül kaçarrrrrr

 

 

Bölüm : 31.03.2025 15:30 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Starfire / EŞARBINI YAN BAĞLAMA / YARI TEXTİNG / 59. Bazı itiraflar ve geçmişe dönüş
Starfire
EŞARBINI YAN BAĞLAMA / YARI TEXTİNG

79.11k Okunma

7.34k Oy

0 Takip
99
Bölümlü Kitap
Tanıtım bültenine wellcome1. Düğün2. bölüm adı koymaya üşendim3. yakar geçerim4. Qâhwa5. Tabi tabi6. Kısa biraz7. Olaylar olaylar8. Haktan orada mıydı?9. Halilişkolu pijama10. Göz kırpma11. haktan azdı sanki12. ne işin var burada haktan???13. Bir çift ayakkabı14. Götüm dondu15. Gerçekleştirelim o zaman bu çok masum isteklerini…16. Sezon finali17. kandırdım nazlı yarim18. Dilber evin barkın yok muğ10. Kasım...19. ya nolur bikere başka yokkk20. Selim bey ilaca ne kattınız acepp21. İYELİK EKİİİİ22. Kediyy23. Bir demet lavanta24. Kırmızı ruj25. Hasta26. MİNİK BİR BUSE CNM27. En güzel aşklar arabada başlar28. Mavi topuklularÖğretmenler Günü29. TELEFONUMU NASIL SATARSIN30. Baba sorguma sen mi giriyorsun yaa31. Haktan Sen Hayırdır?32. LAN BİZ SEVGİLİ MİYİZ?33. Aç kapıyı, polis!34. IRMAK=MAL35. ABİCİM NBR?36. Ohoo çen bize poliş mi olçen, he?37. Ya baba açıklayabilirim38. AY BABA ŞAKA MISIN39. Plan is devrede40. Bazı imalarKarakter tanıtımıBoş41. Ay götalp sen hayırdırKT. 2Yb hakkında bilgi42. Baba sen ne aramak burda43. Abi...44. Bebem mutasyona uğramış!45. Sorgu ve Hamile misin?46. Nazike ve Hüsnü47. DavaALOO48. Rakılı çiğköfte ve BABA OLUYORUM!!Sohbet☺️☺️Acil bakın yoksa ölürüm49. Kalbimi mi çalacaksın?50. Ne avukatı utanma bey??51. daha büyükleri de var SESAWS52. Ölmesen olur mu?Size yardım etmeye geldi hipermen53. Papucumun Ela Gözlüsüspoi54. Onu çok özledimNEDEN KİMSE AKTİF DEĞİL???55. 20 mayısKar yağıyoo hujhbhjb56. LAN HÖDÜK!BilgilendirmeBEN NE ALDIMM57. tanışma58. Travmalar ve hislerBoşTÜM OKUYUCULARIN DİKKATİNE!!!!59. Bazı itiraflar ve geçmişe dönüş60. Romeo ve JulietHelp me61. Asker mi?Çok önemli bilgilendirmeBoşSoru cevap varr canlarr62. AY SİZ ÇOK ROMANTİKSİNİZYorum yazan yok son bölümeeee63. Benim hayalimdi bu.../ Sezon FinaliSize bir itirafım var fgyuhghujhbDeprem64. amir bey şimdi sırası mı yani?okurlarım neredesiniz????65. Ölüme ilk adımbbSohbet muhabbet öyle işte66. Bazı gerçeklerBana yardım eder msiimizzzÖzür DilerimNasıl olmusumm67. HAKTAN SENDE AZMA AWOKUL İKİNCİSİ OLDUMM
Hikayeyi Paylaş
Loading...