18. Bölüm

Yok bana bu cihanda

Büşra Sıla Duman
busra_sila

Yeliz, Lale’nin peşinden koşmak istese de bacakları yerinden kıpırdamıyordu. Lale'nin gözlerindeki o kırgınlık, o acı… İçini ürpertiyordu. Onu ilk kez böyle görüyordu ilk kez bu kadar paramparça haldeydi.

 

Titreyen elleriyle telefonunu çıkardı ve annesini aradı. Birkaç saniye boyunca derin nefesler aldı, çünkü konuştuğunda sesi titrememeliydi. Ama titredi.

 

“anne… Lale biraz önce buradan çıktı. Çok kötüydü. Onu öyle bırakmak istemedim ama beni dinlemedi.”

 

Nazan’ın sesi telaşlıydı. “Ne oldu? Nereye gitti?”

 

Yeliz yutkundu, başını iki yana salladı. “Bilmiyorum. Ama… ama yengesiyle konuştular. Yengesi ona bir şeyler söyledi. Lale’nin yüzü… çok kötüydü, anne.”

 

Nazan’ın içi sıkıştı. Derin bir nefes aldı. “Tamam, Yeliz. Ben halledeceğim anneciği. Uğur nerede yanındamı?”

 

Yeliz derin bir nefes alıp uyuyan uğura baktı. " evet" dedi.

 

"Tamam kızım sen uğuru da al gel. Hatta Ben babanı yollayacağım sizi alması için."

Kızının onaylayan mırıltılarını duyan Nazan telefonu kapattı.

 

Telefonu kapatır kapatmaz Asya’yı aradı. Birkaç saniye içinde açıldı.

 

“Asya,” dedi Nazan, sesi sıkı bir ip gibi gergindi. “Lale yanınıza gelirse bana haber ver tamam mı?”

 

Asya, telefondan gelen endişeli sesi duyunca irkildi. Gözleri masada ders çalışan denize ve televizyon izleyen sedefe kaydı. "Bir şey mi oldu teyze?"

 

Nazan derin bir nefes aldı."bilmiyoruz kızım yengesiyle konuşmuş sonrada kimseye bir şey demeden çantasını alıp çıkmış."

 

Asya yerinden hızla kalkarken kızlarında dikkatlerini üzerine çekmişti. "Ne demek çıkıp gitmiş. Lale asla öyle bir şey yapmaz."

 

Deniz yerinden kalkıp asyaya yaklaşırken "Ne oldu?" Diye sordu.

 

"Bilmiyoruz ki ne olduğunu bir bakalım. Gideceği bir yeri yoksa size gelir zaten. Unutma ara beni."

 

Asya yerine yavaşça otururken "tamam teyze ben şimdi camdan da bakarım geliyor mu diye" dedi.

 

Nazanın telefonu kapatmasıyla kızlara dönerek teyzesiyle konuştuklarını anlattı.

 

Asya, camdan dışarıya baktığında bir anda Lale’yi gördü.

Yüzü bembeyazdı, adımları sanki her an yere yığılacak gibiydi. Lale'nin apartmana yöneldiğini görünce içi buz kesti.

 

“Hayırdır bu kız buraya neden geldi şimdi?” diye mırıldandı kendi kendine.

 

Ama Lale’nin hali hiç normal değildi. Bu öyle bir “uğrayıp geçeyim” hali değildi.

Asya bir an bile düşünmeden telefonunu eline aldı ve hemen Nazan’ı aradı.

 

“Teyze!” dedi telaşla, daha Nazan "alo" bile demeden.

“Lale apartmana girdi az önce. Yüzü allak bullaktı, iyi görünmüyordu. Bence kötü bir şey oldu.”

 

Nazan’ın kalbi sıkıştı, eliyle göğsünü tuttu.

“Aman Allah’ım… tamam canım, sağ ol. Sen merak etme, ben halledeceğim.”

 

Hemen ardından Adem’in numarasına bastı.

 

“Alo Adem?”

“Anne hayırdır?”

 

Nazan’ın sesi sertti bu kez.

“Lale asyaların apartmanına gitmiş. Asya gördü. Hemen git, ne oldu ne bitti bak. Bu işin sonunda kötü bir şey olmasın.”

 

Adem birkaç saniye duraksadı.

“Ne işi var onun orada?”

“Bilmiyorum ama hali iyi değilmiş. Hemen git oğlum, ne varsa konuş sonra.”

 

“Tamam anne, çıkıyorum şimdi.”

 

Telefon kapanmadan önce Nazan son bir kez daha iç geçirdi.

“Allah’ım sen bu kıza sabır ver… kendisini daha fazla kötü duruma düşürecek bir şey yapmasın.”

 

***

 

Adem arabasını sokağa çevirdiğinde içindeki huzursuzluk daha da arttı. Kalbi deli gibi atıyordu, elleri direksiyonun üzerinde gerilmişti. “Ne işi vardı o herifle?” diye mırıldandı kendi kendine. Ama aslında tek düşündüğü şey Lale’nin iyi olup olmadığıydı.

 

Sokağın köşesini döndüğünde onu gördü.

 

Lale… apartmanın önünde, adımlarını zor atıyor, nefesi düzensizdi.

Bir an sendeledi, sonra hızla merdivenlerden indi. Ama yürüyemiyordu artık. Adem o an arabayı kenara fırlatıp kapıyı bile kapatmadan dışarı fırladı.

 

“Lale!” diye bağırdı, ama sesini zar zor duyurdu.

Çünkü Lale, acının tam ortasındaydı. Ellerini ağzına kapatmıştı, hıçkırıkları artık gizlenemiyordu. Gözleri kıpkırmızıydı, yüzü solgundu.

 

Adem, bir adım daha attı. Tam o sırada Lale bir adım atmaya çalıştı ama bacakları artık onu taşımıyordu. Dizleri çözüldü… yere yığılmak üzereydi.

 

O an Adem kollarını açtı ve onu yakaladı.

 

“Tamam, tamam… geldim,” dedi fısıltıyla.

Lale onun boynuna sarıldı, sesi çatallaşmıştı.

“Adem… annemi istiyorum… ben çok yoruldum…”

 

Adem bir şey diyemedi. Sadece sımsıkı sarıldı.

Lale’nin saçlarına dokundu.

“Buradayım… artık yalnız değilsin. Tamam mı? Sana kimse zarar veremeyecek.”

 

Lale, Adem’in omzunda ağlarken, bütün yükünü bırakıyordu sanki. Yılların acısı, kırgınlığı, ihaneti… hepsi Adem’in göğsünde eriyip gidiyordu.

 

Adem bir eliyle Lale’yi tutarken diğer eliyle telefonuna uzandı.

Nazan’ı aradı.

 

“Anne… Lale’yi buldum.”

“İyi mi?”

Adem boğazını temizledi, gözlerini Lale’den ayırmadan konuştu:

“Yanımda… ama iyi değil. Sen bebeğe biraz daha bakabilir misin?"

"Tabi bakarım."

 

Adem, Lale’yi arabaya yerleştirirken onun hâlâ hıçkırıklarla titrediğini fark etti. İçinden bir yerleri sızladı ama belli etmedi. Ön koltuktaki ceketini çıkarıp Lale’nin omuzlarına örttü.

 

“Biraz hava alırsın. Karnında da bir şey yoktur şimdi,” dedi yumuşak bir sesle. “Gel seni bir yere götüreyim. Hem biraz toparlanırsın.”

 

Lale başını çevirmedi. Sadece usulca başını salladı. Yorulmuştu. Direnecek hali yoktu artık.

 

Adem, şehrin biraz dışında, sessiz ve salaş ama sıcacık bir lokantaya götürdü onu. Kapının önünde arabadan indiğinde Lale’nin hala kıpırdamadığını fark etti. Kapısını açıp eğildi.

 

“Gel,” dedi nazikçe, elini uzattı. “Sadece biraz çorba. Sonra istersen hiçbir şey konuşmayız. Sadece otururuz, olur mu?”

 

Lale, elleri titreyerek onun elini tuttu. Bu basit bir dokunuştu ama ademin içinde bir şeyin kıpırdamasına yetmişti.

 

Lokantaya girdiklerinde küçük bir soba yanıyordu. Hafif bir çorba kokusu yayılmıştı ortama. İçeri adım attıklarında Lale’nin yüzüne biraz renk geldi. Gözleri hâlâ cam gibiydi ama bu sıcaklık… bu huzur… ona iyi gelmişti.

 

Adem çorbayı söyledi, Lale’nin karşısına oturdu ama tek kelime etmedi. Gözlerini onun gözlerine dikmeden, sadece yanında durdu.

 

Lale başta kaşığı eline almadı. Ama Adem’in hiçbir şey sormadan, sorgulamadan yanında oturması… kalbinde ilk defa uzun zaman sonra güven gibi bir şeyin kıpırdamasına neden olmuştu.

 

Kaşığı eline aldığında Adem başını kaldırdı ve hafif bir tebessüm etti. "Aferin," dedi içinden.

 

Ve işte o an… çok küçük bir andı belki ama Lale'nin bakışları Adem’in bakışlarına takıldı. Sessiz bir teşekkür gibiydi bu.

 

Sözsüz, ama derin…

 

Adem çorbasını karıştırırken bir yandan göz ucuyla Lale’yi izliyordu. Lale hâlâ sessizdi, ama en azından elleri artık titremiyordu. O an fark etti Adem… Kadın sadece ağlamamıştı, içindeki her şeyi söküp atmış gibiydi. Gözlerinin altı morarmıştı, dudakları solmuştu, ama yine de… kırılgan bir güzellik vardı hâlâ üzerinde.

 

Lale, kaşığını usulca çorbaya daldırdı. Ağzına götürdü. Sıcaklık boğazından geçerken gözleri anlık doldu yine. Çünkü en son ne zaman biri “aç mısın?” diye sormuştu hatırlamıyordu. En son ne zaman biri onu sorgulamadan sadece yanına oturmuştu… onu hatırlamıyordu.

Adem yanımdaydı, ama ben kendi içimde çok uzaklardaydım. Çorbanın buharı hâlâ yüzüme vuruyordu ama hiçbir şey ısıtmıyordu beni. İçim boştu. Sessizdim. Sanki konuşursam parçalanacağım… susarsam yok olacağım.

 

Ne garip, dedim içimden. Yine kendimden başka kimseye anlatamıyorum derdimi.

 

Yavaşça kaşığı bırakıp ellerimi dizlerimin üzerine koydum. Parmaklarım titriyordu hâlâ, ama bu titreme yorgunluktandı artık. Sadece fiziksel değil… ruhumun yorgunluğu.

 

Kendi hayatım hiç olmadı ki benim…

Hep birilerinin içinde var oldum. İlk ailem. Onların kuralları, onların beklentileri… küçükken bile kimse “Lale ne ister?” diye sormadı.

 

Sonra Murat…

Kendimi bir evliliğin içine sıkıştırılmış gibi hissettim. Sevilmek sandım… ait olmak sandım… ama her gün biraz daha kaybettim kendimi. Ve yine kimse sormadı ne hissettiğimi.

 

Şimdi de Uğur…

 

Boğazım düğümlendi. Adını düşünmek bile acı verdi. Belki de burada oturmak yerine uğuru sormalı ve yanına gitmeliydim. Ama ben burada oturmak istiyordum. Ağlamak ve boş boş etrafa bakmak istiyordum. Belki bu beni kötü bir anne yapardı. Kısacık bir zaman olsa bile kötü bir anne olmak istiyordum. Sadece kendimi düşünmek istiyordum.

 

Annelik… güzel bir şey diyorlar ya hep… Ama kimse, annenin kendinden nasıl vazgeçtiğini anlatmıyor. Uğur için her şeyi yaptım. Uyumadım, gülmedim, nefes almadım…

 

Ama ben neredeydim bütün bunların içinde?

 

Yutkundum. Gözlerim yine doldu.

 

Ben hep başkalarının hikâyesinde yan karakterdim. Kendi hayatımın bile figüranı gibi…

 

Adem hâlâ bir şey dememişti. Oturuyordu sadece. Bu sessizlik rahatsız etmiyordu beni… çünkü bu defa, gerçekten kendi içime dönebildim. Sözlerle kesilmeyen bir yalnızlık vardı üzerimde. Ama bu yalnızlık başka bir şeye de benziyordu: Kendiliğe.

 

Belki bu defa… belki bu defa kimsenin değil, sadece kendimin içinde yaşarım.

 

Ama bunu nasıl yapacağımı bilmiyorum. Nereden başlarım, bilmiyorum.

 

Kafamı hafifçe cama doğru çevirdim. Dışarıda soğuk bir geceydi. İçimdeki kadar soğuk.

 

Bazen düşünüyorum… belki de hiç güçlü biri olmadım ben. Belki sadece sustum, katlandım, gülümsedim. Bu mudur güç?

Yoksa sadece… vazgeçişin adı mıydı bu?

 

Derin bir nefes aldım. Ciğerlerimden geçen havada bile acı vardı.

 

Kendimi baştan kurmak istiyorum. Ama neyle? Hangi parçayla? Hangisi kaldı sağlam?

 

Ademin sesiyle kendime gelip kısa bir bakış attım "doydun mu? Çıkalım istersen?" Derken bile dikkatle bana bakıyordu. Ben bu kadar dikkatli ve şefkatle bakılmaya alışık değildim.

 

Gözlerimi kaçırırken kafamı onaylamak için salladım. Yerinden kalkarken "Ben hesabı ödeyeyim arabaya geçeriz." Dedi. Giderken bir müddet arkasından bakıp çantamı alıp dışarı çıktım.

 

Gözlerimi gecenin karanlığına dikmiş boşluğa bakıyordum. Halim yoktu. Mecalim yoktu. Umudum ve hevesim yoktu. Koca bir hiçlik gibiydim. Hayatıma kattığım bir oğlum bir de saçma sapan hatalarla dolu bir evliliğim vardı.

 

Arkamdan gelen adım sesleriyle dikkatimi etrafa verdim. "Gel." Dedi adem, Yavaşça "arabada şurada" peşine takılıp arabaya bindim.

 

Arabaya biner binmez, Adem radyoyu açtı. Sessizlik biraz olsun hafiflesin istemişti. Ama o anda radyodan yükselen şarkı… tam kalbine dokundu.

 

Şarkının ilk notası duyulur duyulmaz gözlerimi kapadım. Kalbime sanki biri onu sıkmış gibi bir sızı yayıldı.

 

“Yok bana bu cihanda… bir yer…”

 

Kafamın içinde yankılanıyordu. belki kimseye değildi bu şarkı. Ama içimde yankılanan bir boşluk vardı. Sevgiye, aitliğe, huzura… belki çocukluğuma özlem. Belki annemin doğru düzgün tatamadığım sevgisine… abimin göremediğim abiliğine, babamın sevgisi ve güvenli kanatlarına... belki hiç sahip olamadığım kendim için bir yere.

 

Sanki bu şarkının sözleri, benim içimdeki boşluğu, kırıklığı anlatıyordu. Bu dünyada gerçekten bana ait hiçbir şey yok gibiydi. Hiç kimse, hiçbir yer… hep bir göçebe gibi hissetmiştim. Koskoca cihanda minicik oğluma bile yer vardı ama bana.. Bana yoktu işte beni bir yere yerleştirememişlerdi.

 

Yokmuş demek… gerçekten yokmuş.

Bana bu hayatta, bu dünyada bir “ben” bile yokmuş.

 

Bir süre sadece sessizce dışarı baktım. Camın öte yanında kalan hayat… bana hep uzak. Hep sanki bir başkasının filmi gibi izledim yaşamı.

Ben hep bekleyen oldum. Umut eden, sustukça değer kazanacağını sanan…

Ama ne oldu?

Hiçbir şey.

 

İçimden hep “şimdi düzelir” dedim.

“Bir gün ben de mutlu olurum” dedim.

Ama her umut, biraz daha kırdı beni.

Her hayal, biraz daha sarardı içimi.

 

Bir insan nasıl bu kadar görünmez olur?

Nasıl herkesin içinde kaybolur da, kimse fark etmez?

 

Başımı cama yasladım. Göz kapaklarım ağırlaştı.

Yorgundum. Sadece fiziksel değil… ruhum, kalbim, hatta düşüncelerim bile yorgundu artık.

 

İşte o an, Adem’in sesi duyuldu yanımdan.

Yumuşak, alçak bir sesle sordu:

“İyi misin?”

 

Bir an cevap veremedim. Çünkü ne demeliydim? “İyiyim” dersem yalan… “Kötüyüm” dersem, ne değişecek?

 

Kafamı yavaşça ona çevirdim. Gözlerinin içine bakmadım ama sesim titrek çıktı:

“İnsan… ne zaman iyiyim der?”

 

O bile birkaç saniye durdu bu cümleden sonra.

“Bilmem,” dedi sonra. “Belki hissettiği zaman değil de… onu her durumda iyi edecek bir şey bulduğunda.”

 

Bir şey demedim. Ama sözleri içime dokundu. Çünkü ben artık hiçbir şey hissetmek istemiyordum.

Kırıldığım her yerimi bantlamıştım… ama acı hâlâ sızıyordu.

 

“Lale…” dedi bu kez daha ciddi bir tonda. “Kendi kendini yok etme. Sadece biraz nefes al. Hepsi geçmiyor belki ama, zaman biraz yumuşatıyor.”

 

Gözlerimi kapattım.

 

“Geçse bile izi kalıyor,” dedim fısıltıyla. “İnsan bazen sadece sağlammış gibi yapıyor. Oysa içi yerle bir…”

 

Adem sustu. Onun da söyleyecek bir şeyi yoktu belki. Ama bu kez sessizlik kötü gelmedi.

O anda anladım… bazen bir insanın varlığı, cümlelerinden daha güçlü olabiliyormuş.

 

Ama hâlâ içimde o şarkı çalıyordu…

“Yok bana bu cihanda…”

 

Çünkü gerçekten öyle hissediyordum.

Bu dünyada bana ait bir yer yoktu sanki.

Ne bir ev, ne bir kucak, ne bir sevda…

Sadece ben vardım.

Ve o da artık eksik bir ben.

 

*** 

 

Nazan teyzenin evinin önünde durunca kemerimi çıkardım. Arabanın ekranından saate baktığımda gecenin ikisi olduğunu gördüm insanları rahatsız etmekten başka bir şey yapmıyordum.

 

Arabadan inip evin kapısına gittim. Kapı biz çalmadan açıldı. Nazan teyze kapının arkasından bize baktı. Sonra hemen bana sarıldı.

Nazan teyzenin sıcak sarılışı, içimde bir rahatlama yarattı. Birkaç saniye sonra, bu kadar gecikmiş olmanın verdiği huzursuzlukla, "Geç oldu Nazan teyze, kusura bakma," dedim. O ise gülümsedi ve "Evladım, olur mu öyle şey?, kapım her zaman açık," diye yanıtladı.

 

Adem biraz uzaklaşarak, kararsız bir şekilde bize baktı. Nazan teyze, başını sallayarak, "Siz geç kalmışsınız, hadi gelin biraz içeri,sahur yapın" dedi ve beni içeri davet etti. O anda, evin sıcak ortamı bana huzur verdi. Uğur'u hemen görmek istiyordum. "Teşekkür ederim Nazan teyze. Sadece uğuru almak ve eve gitmek istiyorum."

 

Nazan teyze, yüzünde nazik bir gülümseme ile başını salladı. "Tabii, evladım. Uğur yelizin odasında, onu hemen alırsın," dedi. Gözleri yumuşayan bir ifadeyle bana bakarak, "Ama biraz daha kal, ne olur. Hem seni görmüşken ben de rahatlayayım," dedi. O an, nazik bir baskı hissiyle, nazikçe başımı sallayarak içeriye adım attım.

 

Adem, kapının girişinde durarak, gözlerini bana çevirdi ama bir şey söylemeden sadece içeri adım atmamı bekledi. İçerisi oldukça sıcaktı, mutfaktan gelen birkaç yemek kokusu vardı. Nazan teyze, arkamızdan gelerek, "Hadi, oturun biraz. Sahura kalmasan bile, iyi olduğundan emin olayım" diye ekledi.

 

Oturmadan önce "Ben önce uğuru alsam olur mu?" Dedim. Anlayışla bana bakıp bir şey demeden odadan çıktı arkasından takip ettim.

 

Yelizin odasında gittik hemen, uğur huzurlu bir şekilde uyuyordu. Onu uyandırmadan alıp kucakladım. Kucağımda ki sıcaklıkla kocaman gülümserken boynundan öperek kokusunu içime çektim.

 

İçim ferahlarken yavaş yavaş ortaya çıkan vicdanım beni yokluyordu.

 

Vardı bana bu cihanda bir yer.. Bu yerde minik oğlumun kocaman kalbiydi. Işıl ışıl parlayan gözleriydi.

 

Ve bana ait tek şey oğlumdu.

 

Kapıdan bizi izleyen Nazan teyzeye dönüp gülümsedim. "Teşekkür ederim her şey için."Dedim.

 

Uğur'u kucağımda sımsıkı tutarken içim biraz olsun hafiflemişti. Yine de yorgundum. Ruhumun ağırlığı bedenimi bile çekemiyordu artık.

 

Nazan teyze bana doğru yaklaşarak omzuma hafifçe dokundu.

"Evladım, her şey geçer… Sen yeter ki pes etme. Uğur için, ama en çok da kendin için dimdik dur," dedi yumuşak bir sesle. Gözlerim doldu yine. Ne çok ihtiyacım vardı böyle bir cümleye…

 

Başımı hafifçe sallayarak teşekkür ettim.

"Her şey için sağ ol Nazan teyze. Hakkını ödeyemem."

 

"Ne hakkı evladım?" dedi içtenlikle. "Bazen bir tas çorba, bir omuz yeter insana. Kapım da, gönlüm de hep açık sana."

 

Vedalaşırken sarıldık. Bu sarılış, sanki annemin eksikliğini bir anlığına doldurdu. Kalbim biraz daha yumuşadı. Sessizce merdivenleri indim. Adem hâlâ kapının önünde duruyordu, sessiz ama bekleyen bir hali vardı.

 

Nazan teyzenin ısrarı sebebiyle Arabaya doğru yürürken Uğur, uykulu gözlerini aralayıp bana baktı. Başını göğsüme yasladı tekrar. Küçücük elleri boynuma dolanmıştı. O an içim bir kez daha dağlandı ama aynı zamanda da güç verdi bana. Onun varlığı, belki de içimdeki tüm eksikleri tamir edecekti bir gün.

 

Adem arabanın ön kapısını açtı, sessizce yardımcı oldu. Uğur kucağımdayken koltuğa yerleştim, koltuğa yerleşince arka koltukta ki montunu uğurun üzerine örttü.

 

Yolda uzun bir sessizlik oldu önce. Radyoda bu kez sadece hafif bir müzik çalıyordu. Sessizliğin bile bu gece başka bir anlamı vardı. Yorucuydu ama huzurlu.

 

Bir süre sonra Adem, gözlerini yoldan ayırmadan konuştu: "İyi misin biraz daha?"

 

"Uğur’u görünce biraz…" dedim yavaşça. "Ama tamamen iyi olmak… zaman ister."

 

Evin sokağına yaklaştığımızda Uğur derin bir nefes aldı uykusunda, sonra mırıldandı. Yüzümde istemsiz bir gülümseme belirdi.

“Evimize geldik oğlum,” dedim usulca.

 

Adem aracı yavaşça durdurdu. Kontağı kapatmadan önce bana döndü.

“Bir şeye ihtiyacınız olursa… gerçekten, sadece haber vermen yeter.”

 

Bu cümle, ilk kez kendimi yalnız hissetmediğim bir an gibi geldi. Zorla değil, gönülden söylenen bir cümleydi bu. Gözlerimi yere indirdim ama sesim yumuşaktı: “Teşekkür ederim. Her şey için…”

 

Adem gözlerini bir an üzerimde tuttu, sonra hafifçe başını eğdi.

"İyi geceler Lale."

 

"İyi geceler Adem."

 

Arabadan indim. Anahtarlarımı çıkardım, kapıyı usulca açtım. Ev sessizdi. Ama bu kez o sessizlik biraz ürkütücü geldi. Eve girdiğimde, yorgun ama huzurlu bir nefes verdim.

 

Uğur’u yatağına yatırırken usulca saçlarını okşadım. Yorganı üzerine çektim.

"Senin kalbin, benim yerim," diye fısıldadım.

***

Merhaba

Nasılsınız?

Hayırlı bayramlar şimdiden

Bölüm nasıl olmuşşş?

Diğer bölümün yarısı hazır belki daha erken atabilirim.

Yorum yapmayı unutmayınnn!!

 

 

 

Bölüm : 28.03.2025 18:21 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...