20. Bölüm
Büşra Sıla Duman / UĞUR / Yanında olmak istiyorum

Yanında olmak istiyorum

Büşra Sıla Duman
busra_sila

Bir anda her şey kararmıştı. Sanki bir anlık boşluk, tüm bedenimi ve bilincimi içine çekmişti. Kafamda hissettiğim acı, bütün vücuduma yayılmaya başladı. Gözlerimi açtığımda, etrafımda kalabalık bir insan silueti belirdi. Sesler, yer yer karıştı. Sezen’in korkuyla bağıran sesi, kafamda yankılanıyordu: “lale abla!”

 

Adem’in sesi sonra geldi. “Lale, gözlerini aç! Lütfen!” Hemen yanımda hissettim. Sert ama bir o kadar güven veren elleriyle başımı tutuyor, beni yere yavaşça yaslıyordu. Şu an neredeydim, ne oluyordu, tam olarak bilmiyordum. Sadece bir acı… başımda yoğun bir acı…

 

“Adem...” diye mırıldandım, sesim neredeyse duyulmaz bir hale gelmişti. Her şey bulanıktı, kafamda yankı yapan seslerin arkasında bir tek Adem’i duyabiliyordum.

 

“Buradayım, Lale. buradayız.” Sesinde korku vardı, ama aynı zamanda bir kararlılık da. Ne yapmam gerektiğini biliyordu, hemen ambulansı aradı. Bir an içimden korku dalgaları geçse de, bu adamın varlığı bana güven veriyordu. Adem bir şekilde beni koruyordu.

 

Etrafımda hepsinin sesini duyuyordum. Onları sakinleştirmek için gözümü açmaya bile halim yoktu. Bu kadar etkilenmemi orucun ilk günü olmasına da bağlıyordum.

 

Biraz zaman geçtikten sonra, kendime gelmeye başladım. Gözlerimi hafif açıp etrafıma baktım. Çimenlerin üzerinde yatıyordum. Başımın altında birinin dizleri vardı. Başımın üstünde de bir gölge. Etrafımda polisler vardı, herkes bir şekilde oradaydı. Erkekler, kadınlarının panik içinde olmasın diye onları sakinleştirmeye çalışıyorlardı. Ama ben bir şekilde sadece Adem’i duyar gibiydim.

 

Kafamı biraz kaldırınca, karşımdaki kişiyle göz göze geldim. Gözleri… karanlık, derin, ama bir o kadar da merakla bana bakıyordu. Adem’in elleri başımda, o bana her zamanki gibi güven veriyordu. Ama sonra bir şey oldu, o kadar basit ama bir o kadar da derindi. O an, dudaklarından dökülen kelimeler kulaklarımda yankı yaptı: “İyi misin güzelim? Çok ağrıyor mu?”

 

Güzelim demişti. O kadar doğal, o kadar basit bir şekilde... Ama o an bir şeyler değişti. Kalbimde bir kıvılcım yandı. O kadar dikkatliydi, o kadar özenli. Bu kadar tanıdık, ama bir o kadar da farklı bir şekilde…

 

Yanaklarım hafif kızardı, başımı biraz daha arka tarafa yasladım. Ne diyeceğimi bilemedim. Kafamda bir sürü düşünce dönüp duruyordu ama sadece tek bir kelime vardı: “Güzelim” demişti. O kadar saf, o kadar içtendi ki… Ne oldu, diye düşündüm bir an. Hala anlamaya çalışıyordum. Ama Adem vardı, ve bu her şeyin önündeydi.

 

Gözlerimi hafifçe kapatıp, derin bir nefes aldım. “Biraz ağrıyor ama... iyiyim,” diye mırıldandım. Hala kafamın içinde dönen o kelimeler vardı: "Güzelim." Ve belki de ilk defa, bu kadar içten, bu kadar yakın hissettim Adem’e. Ama bir yandan da, hâlâ mesafeliydim. Her şey çok hızlı gelişiyordu ve ben… henüz hazır değildim.

 

Hastaneye gittiğimizde, doktorlar hemen müdahale etti. Başımın etrafını saran bandaj, her şeyi hatırlamamı zorlaştırıyordu. Ama başımda oluşan o kanama ve başımda yanan o acıyı… hepsi çok netti. Bir şekilde bilincimi kaybetmemiştim, ama bir boşluk vardı içimde.

 

Doktor işini bitirip, bir süre sonra başucuma geldiğinde ona baktığımı görünce “Her şey yolunda mı, Lale Hanım? Kendinizi nasıl hissediyorsunuz?” dedi sesi yumuşak ama ölçülüydü.

 

Gözlerimi kapatıp bir süre sonra yeniden araladım. Odanın loş ışığında, tavanla duvar arasındaki çizgiyi takip ettim bir süre. İçimde garip bir ağırlık vardı. Başım sarılıydı, kafam zonkluyordu ama en çok… kalbim ağrıyordu sanki.

 

“Başım biraz dönüyor… ama iyiyim,” dedim kısık bir sesle.

 

Doktor başını sallayıp notlar aldı, sonra birkaç şey daha söyledi ama ben dinlemiyordum. Kapının önündeki gölgeye odaklandım. Adem. Eli cebinde, omzuyla kapıya yaslanmış, içeriyi gözlüyordu. Girmemişti. Sanki sınırlarını bilerek, beni yalnız bırakmıştı. Ama aynı zamanda hiç gitmemişti de… dikkatlice doktoru dinliyordu.

 

O anda içeride olmasa da, varlığını tüm hücrelerimde hissediyordum. Bugün… o taş kafama değil de başka bir yerine çarpmış gibiydi sanki. Kalbime.

 

Doktor odadan çıkarken, Adem kapıyı usulca itti. İçeri girdiğinde göz göze geldik. Elinde plastik bir su şişesi vardı, ama tutuşu... başka bir şey taşıyormuş gibi özenliydi.

 

“Şu getirdim.” dedi. “Biraz içmek istersin belki.”

 

“Teşekkür ederim,” dedim hafifçe. Suyun serinliği dudaklarımdan geçerken, Adem sandalyeye oturdu. Sessizdi. Onun bu hâli beni hem huzurlu hem tedirgin ediyordu. Çünkü ne diyeceğini kestiremiyordum. Bugün çok şey olmuştu. Çok şey değişmişti.

 

Gözlerim odanın loş ışığında yavaşça dolaştı. Tavandaki lambanın etrafında dönen hafif bir gölge vardı. Başımı biraz çevirdim, kapının yanındaki sandalyeye baktım. Boştu. Yatağın ucuna, pencerenin kenarına… Kimse yoktu.

 

İçimde garip bir sıkışma hissettim. Boğazım kurumuştu ama asıl boğulma hissi o değildi. Korku, telaş… Sezen neredeydi? Kızlar? Herkes iyiydi, değil mi?

 

“Sezen nerede?” dedim birden, sesim yorgun ama endişeliydi. “Sezen iyi mi? Kızlar nerede?”

 

Adem seri adımlarla bana yaklaştı, elinde ki su şisesinin kapağını açıp ağzıma dayayarak yavaşça içirmeye başladı. “Önce biraz şu iç,” dedi yumuşak bir sesle. “Boğazın kurumuştur.”

Yüzü sakindi ama gözlerinde belli belirsiz bir yorgunluk vardı. Beni duyduğunu ve cevaplayacağını belli etmek istercesine kafasını salladı.

 

O kadar sakin ve olması gereken buymuş gibi davranıyordu ki ister istemez Yanaklarım kızardı ama saçlarım sargının altında olduğu için yüzümü örtemedim bu daha çok kızarmama sebep olurken boşverip çenemin altındaki elin yönlendirmesine izin verip suyu içtim. Bugün çok takılı kaldığım gözlere bakıp gözlerimi iki kere açıp kapadım. Hafif gülümseyip şişeyi ağzımdan uzaklaştırdı.

 

Bir süre sessizliği bozmadan birbirimize baktıktan sonra gözlerimi etrafta gezdirip bir kaç kere öksürdüm.

“Adem…” dedim, “Ne oldu? Sezen... Kızlar? Onlara bir şey oldu mu?”

 

Adem bir an duraksadı. Sonra, bana yalan söylemeyecek bir adam edasıyla konuştu. Gözlerini kaçırmadan.

 

“Hepsi karakolda şu an,” dedi. “İfadeleri alınıyor sadece. Merak etme, kimsenin durumu kötü değil. Sezen de iyi. Korkmuş sadece, o kadar.”

 

Karakol? İçimde bir şey düğümlendi. Her şey çok hızlı olmuştu. O taş, çığlıklar, başımdaki o keskin acı… Şimdi hepsi bir anda üstüme çökmüştü.

 

Yatağın kenarına doğru doğrulmaya çalıştım. Sargının baskısı altında, başımda zonklayan bir acı vardı ama içimdeki o telaş daha baskındı.

 

“Onlar... karakolda mı? Yani... Sezen de mi?” dedim, sesim titriyordu.

 

Adem hemen yanı başıma geldi, elini omzuma koyup beni hafifçe yatağa bastırdı.

 

“Lale, lütfen...” dedi, sesi bu kez biraz daha sertti ama hâlâ özenliydi. “Kendini yorma. Onlar iyi. Sezen iyi. Senin burada yatıyor olman gerekiyor doktor gelene kadar biraz sakin ol. Annemler sezeni alıp eve götürdüler eminim uğur,barış ve sezen şimdi oyun oynuyorlardır.”

 

 

Doktor yeniden odaya geldiğinde, gözlerim hâlâ Adem’in üzerindeydi. Başımı çevirmeye niyetim yoktu, ama sesini duyunca ister istemez dikkat kesildim.

 

“tomografi sonuçları iyi geldi,” dedi sakin bir tonla. “Geceyi hastanede geçirmenizi öneriyoruz. Uykuya geçmeniz pek iyi olmaz şu an için. Beyin dinlenmeli, ama gözlem altında kalmanız gerekiyor.”

 

Başımı usulca salladım. Zaten geceyi evde geçirmek fikri, şu hâlimle bana bile ürkütücü geliyordu. Uğur' da yanımda olacaktı bir şey olur diye ödüm kopuyordu. Ne kadar utansamda Nazan teyzenin oğluma benden bile iyi bakacağına emindim. Boş boş doktora baktım. İçimden bir şey geçmiyordu artık. Sadece yorgundum. Hem bedenen hem ruhen. Etrafımda birilerinin olması ve herşeyi düşünmek zorunda olmamak çok güzeldi.

 

Doktor çıktıktan sonra odada yeniden o tanıdık sessizlik oldu. Adem hâlâ yanımdaydı. Elinde hâlâ aynı su şişesi. Onu bırakmaya niyeti yok gibiydi. Belki de elinde tutması gereken bir şeydi, onun da tutunmaya ihtiyacı vardı.

 

Tam gözlerimi başka yöne çevirmiştim ki, cebindeki telefon titredi. Cebinden çıkarıp baktı. Ekrandaki isme kısa bir an baktıktan sonra derin bir nefes aldı. Sonra bana döndü.

 

“Annem arıyor,” dedi.

 

Başımı hafifçe salladım.

 

Telefonu açtı, biraz konuştuktan sonra Nazan Teyze’nin sesi dışarı taşacak kadar yüksekti.

 

“Nasılmış kız? Doktor ne dedi? Uğur iyi ama çocuk anasını sssini duysa iyi olur, hem bende sesini duyayım biraz.”

 

Adem’in kaşları çatıldı, belli ki pek gönüllü değildi.

 

“Anne… yorgun. Konuşmasa olur mu? Zaten başı…”

 

“Adem! Saçmalama. Kadıncağız kafasını yardı, sesi duyarsa çocuğu da rahatlar, kendi de! Ver şu kızı bana!”

 

Adem bana dönüp gözlerini devirdi. Ama sonra bakışlarımız birleşti. Birkaç saniye öylece bakıştık. Sessiz bir onay verdim, başımı hafifçe salladım. Telefonu uzattı. Yatağın kenarına daha rahat gelecek şekilde yanaştı.

 

“Buyrun, Lale Hanım... arayan anneniz değil ama fena halde anneniz gibi davranan biri,” dedi dudaklarının kenarıyla gülümseyerek. Telefonu elime aldım.

 

“Nazan Teyze…” dedim kısık bir sesle.

 

“Canım benim!” dedi öyle bir sesle ki, içimde bilmediğim bir düğüm çözüldü sanki. “Kuzum, ne yapmışlar sana? Şimdi konuştum ademle... başın sarsılmış biraz. Ama geçer. Uğur iyi, maşallah hiç anlamıyor ne olduğunu. Barış’la oynuyorlar odada. Ben de başlarından ayrılmadım. İçin rahat olsun.”

 

Bir şey demeye çalıştım ama boğazım düğüm düğümdü. Yutkundum. Bu kadın... öyle içten konuşuyordu ki... birden çocuk gibi hissettim. Annesini kaybetmiş, yalnız bir çocuk gibi.

 

“Teşekkür ederim…” diyebildim ancak.

 

“Teşekküre ne hacet kuzum. Sen şimdi dinlen. Biz buradayız. Uğur da burada. Her şey yoluna girecek, tamam mı? Gözünü kapa ama uyuma ha! Doktor öyle demiş, Adem söyledi bana.”

 

Kafamı salladım. Gözlerim dolmuştu. Ama o, duymamış gibi devam etti: “Sana çorba yapacağım. Sabah gelince bir güzel içersin. İyi olur. Biraz da dinlen, olur mu güzel kızım?”

 

“Olur… teşekkür ederim,” dedim fısıltıyla.

 

Arkadan ali amcanın sesini duydum. "Nazan, güzel kızıma söyle canı ne istiyorsa aldırsın o danaya. Çekinmesin sakın."

 

Nazan teyze biraz kıkırdadıktan sonra "Duydunuz Lale hanım. Bu bir emirdir. Açsındır sen ne istiyorsan söyle alsın. Onun aklına gelmez şimdi."

 

Yanımda ki adamdan bir kaç homurdanma çıktı. "Niye ben gerizekalı mıyım? Seni açmı bırakacak mışım?"

 

Gülüp Nazan teyzeyle vedalaştım.

 

Telefonu kapattığımda içimde bir boşluk hissettim. Ama aynı zamanda bir sıcaklık. Sevildiğimi hissetmiştim. Yabancı biri tarafından, hiç tanımadığım bir şefkatle. O kadar alışık olmadığım bir histi ki bu… boğazım düğüm düğüm oldu. Telefonu Adem’e uzattım ama gözlerim yere sabitlenmişti.

 

“Ne oldu?” dedi Adem, sesindeki o yumuşak tonla.

 

Yutkundum. Gözlerim doluydu ama dökmemek için direndim. “Hiç,” dedim ama sesim kırılmıştı.

 

Adem yanıma yaklaştı. “Hiç gibi durmuyor,” dedi.

 

Başımı çevirdim. Gözlerimiz yeniden buluştu. Bu kez kaçamadım. Yüzündeki ifadeyi, gözlerindeki o anlayışı görünce içim daha da yandı. Birkaç saniye sessizlik oldu.

 

“Senin annen çok güzel bir kadın…” dedim. “İyi biri. Uğur’la ilgilendiği için değil sadece... bana... bana bir anne gibi davrandı.”

 

Adem bir süre sessiz kaldı. Sonra başını hafifçe eğip baktı. “Çünkü öyle biri. Sen de bunu hak ediyorsun, Lale.”

 

O an... sanki zaman durdu. Kalbim hızlandı ama aynı anda ağlamamak için nefesimi tuttum.

 

Adem yanı başıma oturdu. Dizini yatağın kenarına dayadı, bir eli battaniyenin ucunu tuttu. Gözleri gözlerimdeydi.

 

“Siz yalnız değilsiniz artık.” dedi. "Ben... yani biz varız." Diyerek yerinden kalktı.

"Yemek yiyelim. Canın ne istiyor. En çok neyi seversin?" Sorusuyla bir kaç saniye durdum. Aç değildim ama canımın istediği bir şey vardı. Çok çekiniyordum. Aklıma ali amcanın sözlerinin gelmesiyle omuzlarımı silktim. Canım istiyordu ve yiyecektim. "Aç değilim ama... Canım dondurma istiyor. Yiyebilir miyiz?"

 

Adem, dudaklarındaki hafif gülümsemeyle,

“Tamam güzelim, şimdi aşağı iniyoruz,” dedi.

Bu kelime… yine söyledi. “Güzelim.” İçim bir an titredi ama gözlerine baktığımda, içinde en ufak bir oyun yoktu. Sonra, sanki farkına varmış gibi hemen ekledi:

“Yani… şey… kantine inelim, bir şeyler yiyelim. Sonrası için dondurma sözüm var.”

 

Başımı hafifçe salladım.

“Tost yiyebiliriz o zaman.” dedim sessizce. Sanki kelimeler bile boğazımda büyüyordu.

 

Beraber çıktık odadan. Adem biraz önden yürüyordu ama adımlarını yavaşlatmıştı, fark ettim. Hastane koridorlarının soğukluğu tenime işlerken, onun varlığı içimi biraz olsun ısıtıyordu. Güven gibi bir şeydi bu. Tam adını koyamıyordum, ama içim biraz daha sakindi.

 

Kantine indiğimizde hiç tezgâha yönelmeden önce nasıl tost istediğimi sordu.

“iki tane karışık tost alıyorum o zaman” dedi. Kafamı onaylamak için sallarken "bir tanede ice tea" dedim.

Masaya geçtiğimizde önümdeki tostun kokusu başımı döndürdü neredeyse. Ne zamandır bu kadar acıktığımı fark etmemişim. İlk lokmamı ağzıma aldım, o sırada Adem’in telefonu çaldı.

“Yavuz abi,” dedi, sonra açtı.

 

“Abi... iyiyiz çok şükür. Lale de yanımda. Hıhı. He, geçti geçti, doktor iyi dedi. Evet. Siz naptınız, ha? Hah, tamamdır. Siz eve dönün, biz sabah gelecegiz. Eve gidince annem anlatır.” dedi gülerek.

 

Telefonu kapatırken bana döndü, gözlerinde o tanıdık sıcaklık. Tostumun neredeyse bittiğini görünce “Dondurma zamanı geldi,” dedi.

 

Tostun son lokmasını yutarken gülümsedim. Bu küçük şeyler… sanki içimde bir yeri iyileştiriyordu. Dondurmayı pek sevmem aslında, ama canım çok istemişti, onunla oturup hastanenin bahçesinde birkaç dakika sessizce dursam… belki de iyi gelirdi.

 

Adem kantinden iki dondurma alırken bana doğru döndü.

“neli dondurma istersin?”

Bir an durdum, sonra sessizce, “Çilek,” dedim.

Adem buzluktan aldığı dondurmayı uzattı. “al bakalım ” dedi. Ücretlerini ödedikten sonra kantinden çıktık.

 

Bahçeye çıktığımızda bank yada oturma yeri göremedim. Adem etrafa baksada kısa bir süre sonra bana döndü. Eliyle bir noktayı gösterdi. Oraya baktığımda sokak lambasının önündeki büyük ağacının gölgesi kaldırıma serilmişti, hafif bir rüzgâr da esiyordu. "Kaldırıma oturalım biraz hava alınca içeri gireriz." dedi. Kafamı sallayarak onu takip ettim. Geldiğimizde tam oturacakken koljmdan tutarak beni engelledi. Ben ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışırken o üstündeki ceketi çıkarıp yere serdi. Kaldırıma oturup bana baktı. "Artık oturabilirsin"dedi.

 

Gülümsedim. Bu küçük ama düşünceli hareket içimi ısıtmıştı. Ceketinin serildiği yere usulca oturdum. Hava serindi ama nedense üşümüyordum. Elimdeki çilekli dondurmanın tatlı kokusu genzimi yakarken, bir yandan da huzur veriyordu.

Adem de yanımda sessizce oturuyordu. Elindeki vanilyalı dondurmanın ambalajını açarken sessizce etrafı seyrediyordu. Sokak lambasının loş ışığı yüzüne vuruyor, karanlık gözlerinde hafif bir parıltı oluşturuyordu. O an, onun da benim gibi bu sessizliğe ihtiyacı olduğunu düşündüm.

Bir süre sadece dondurmalarımızı yedik. Aramızda kelimeler geçmese de, garip bir bağ vardı sanki. O gün yaşadığım korku ve karmaşanın ardından, yanımda böyle sakin ve güven veren birinin olması tuhaftı. Daha birkaç saat önce hayatıma aniden girmişti ve şimdi… sanki uzun zamandır tanıyormuşum gibi hissediyordum.

 

Adem’in ceketinin üstünde oturuyordum hâlâ. Hava hafif Soğuktu ama oturmaya devam ettim. Belki bana iyi geldiği için, belki de onun sessizce “yanındayım” demesini duymaya ihtiyacım olduğu için. Birkaç dakika sessizlik olmuştu. Dondurmalar bitmişti, gece sessizdi.

 

“Adem…” dedim sonunda. Sesim yumuşaktı, neredeyse fısıltı gibiydi. “Bugün… her şey için teşekkür ederim. Hastanede, sonra Uğur… sonra bu…”

 

O bana dönmeden sadece, “Lale, biz yanındayız zaten,” dedi.

Bir “biz” vardı ağzında. Sıcak, samimi, içten bir yerden çıkan bir kelimeydi. Ama boğazıma kocaman bir düğüm oturdu.

 

Yutkundum.

 

“Ben… şey, biliyorum. Yani herkes elinden geleni yapıyor. Çok sağ olun. Gerçekten. Sen de…” duraksadım, gözlerim yere kaydı. “Sen de çok iyisin.”

 

Adem eliyle yanındaki boş poşetleri toparlarken, sesi bir an duraksayıp ardından biraz daha ciddi bir tonla konuşmaya başladı.

 

“Şimdi bunu söylemem doğru mu bilmem ama… sen mahalleye taşınmadan önce asya gelmişti. Bir arkadaşının eve ihtiyacı olduğunu söylemişti. ilk taşınacağın zaman bu durumdan pekte memnun değildim, ‘bir kadın, çocuğuyla tek başına…’ O zaman pek onaylamadım. Yani… bu mahalle biraz kalabalık, dedikodusu bol. Dışarıdan gelen biri için zor olur diye düşündüm. Hem senin için hem çocuk için.”

 

Sustu. Sonra başını bana çevirip yumuşak ama net bir sesle devam etti:

“Ama yanılmışım. O gün asyayı seni sokakta gördüğümden beri… düşündüğüm her şey değişti. Sen… çok başka bir kadınsın.”

 

İçime buz gibi bir sızı yayıldı. O ilk cümle çoktan kulağımda çınlamaya başlamıştı bile. “Pek onaylamadım.”

 

Boşanmış bir kadının duyduğu cümleydi bu. Tanıdık geldi. Yadırgamadım. Çünkü bu gibi sözleri artık duymaya alışmıştım. “Sakın ha, yanlış anlaşılmasın,” diye başlayan, ama sonunda hep aynı yere varan cümleler.

 

Bakışlarımı ondan kaçırdım. Hafifçe gülümsedim ama bu bir savunma refleksiydi. Sıcak değil, kırgın bir gülümsemeydi.

 

“Olabilir… yani, yadırganması normal.” dedim. Sesimde yumuşak bir burukluk vardı.

“Ben de zaten buraya geldiğimde… herkes bu kadar iyi olur diye hiç düşünmemiştim. Bu… biraz rüya gibi açıkçası. Fazla güzel, fazla düzgün. Gerçek gibi değil.”

 

Adem kaşlarını çattı. Söylediklerimin altını hisseder gibi oldu ama bir şey demedi. Oysa ben zaten o duvarı usulca geri örmeye başlamıştım.

 

Devam ettim:

“Yani... herkesin bu kadar yardımsever olması, kucak açması... alışık değilim böyle şeylere. Genelde insanlar bir boşanmış kadın görünce mesafeli davranıyor. Başımıza bela olmaz gözüyle bakıyorlar. babam, abim hatta Annem bile bana o gözle bakmışken. Elin yedi kat yabancısının şefkatle yaklaşmasını bekleyemezdim zaten. Sonuçta her rüyanın bir sonu vardır. Sadece bu biraz uzun sürdü. Bitmeyecekmiş gibi hissettirdi."

 

Adem bir süre cevap vermedi. Gözleri önümdeki boş dondurma kabına takılmıştı ama aslında bakışları çok daha uzağa, söyleyemediklerine gidiyordu. Sonra hafifçe başını salladı, neredeyse kendine kızar gibi.

 

“Keşke lafı daha dikkatli kursaydım,” dedi. “Bazen düşünmeden konuşuyorum, biliyorum. Ama seni kırmak istememiştim.”

 

Bakışlarını bana çevirdi. Gözlerinde bir açıklama değil, bir isteğin izleri vardı. Anlaşılma isteği.

 

“Benim derdim seninle değildi, Lale. İnsan bazen kendini ve yaşadığı yeri fazla korumaya çalışıyor. Ama gördüm ki... asıl senden öğrenecek çok şey varmış. Uğur’un gözlerinin içi gülüyor sen yanındayken. Bunu herkes yapamaz. Herkes tek başına bir çocuğa bakıp bu kadar yükün altından kalkamaz.”

 

Sustu. Sesi titrememişti ama içinde bir şeylerin yerinden oynadığı belliydi.

 

Ben hâlâ yere bakıyordum, ama gözlerim buğulanmıştı. Nefesimi tuttum, bir şey demedim. O devam etti.

 

“Sen buraya gelince biz çok mutlu olduk. Ben değiştim. Başta seni o gözle gördüm belki ama… şimdi bakınca sadece ayakta kalmaya çalışan birini görüyorum. Güçlü, inatçı, dimdik. Bir kadın, bir anne… ve hepsinden önemlisi, iyi bir insan.”

 

Boğazıma bir düğüm oturdu. Soğuk havaya rağmen üşümüyordum ama içimdeki savunma hattı sallanıyordu.

 

“Elin yedi kat yabancısı değilim ben,” dedi Adem, yavaşça. “Belki hâlâ çok yakınına girmedim, belki buna hazır değilsin. Ama bil ki... sen o duvarları ördüğünde ben kapının önünde beklerim. Kapıyı çalmam ama gidecek yerim de olmaz. Çünkü artık, senin ve oğlunun yanında olmak istiyorum.”

 

Bu sözler kalbime dokundu. Öyle kibar, öyle yumuşak bir yerden gelmişti ki… susmak, sadece savunmak için değil, hissetmemek için de sustuğumu fark ettim.

 

Bir şey diyemedim. Sadece başımı salladım. Belki bu da bir cevap sayılırdı.

 

Adem, kalkmadan önce “Soğuk oldu,” dedi. “Ama istersen yine susabiliriz. Ben razıyım.”

 

Ceketi aldım. Koluma koydum. Başımı yana çevirdim ama gözüm ona ilişti. Yüzünde sabırlı bir gülümseme vardı.

 

O gece hiç konuşmadık daha fazla. Ama içimde bir şey… usulca yer değiştirmeye başlamıştı.

***

Selammmm

Nasılsınız?

Size sürpriz bölüm attım. Nasıl olmuş peki?

Artık daha sık bölüm atmaya çalışacağım.

Bu arada geçen bölüm gelen yorumlar beni aşırı mutlu etti. Çokkk teşekkür ederim. O mutlulukla bölümü daha hızlı bitirdim. İnşallah bu bölüme daha fazla gelir. Güveniyorum size.

 

 

 

 

Bölüm : 15.04.2025 22:39 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...