Kapıyı usulca açtım.
Sanki sokakta olan her şey sadece dışarıdaymış gibi.
Sanki ev, bir kaçış noktasıymış gibi…
Ama gerçekler, dört duvarın arasında da seninle geliyor.
Uğur hâlâ kucağımdaydı.
Başını omzuma yaslamıştı.
Küçük nefesleri boynumda dolaşıyordu.
Ayakkabılarımı çıkarmadım.
Hırkalarımızı asmadım.
Işığı bile yakmadım.
Direkt koltuğa oturdum.
Uğur’u göğsümden ayırmadan, sessizce.
Bir süre öylece kaldık.
Evde çıt yoktu.
Sadece kalbimin sesi vardı…
Ve Uğur’un yavaş yavaş gevşeyen kolları.
Küçük bedeni göğsümde ağırlaşmaya başladı.
Uyuyordu.
O an, içimde bastırdığım ne varsa…
boğazıma tıkandı.
Titreyen dudaklarımla alnından öptüm.
“Sen varsın…” dedim.
“Sen hep burada ol. Lütfen…”
Gözyaşlarım yanaklarıma aktı.
Sessizce…
Kimsesizce…
Ama her biri bir hayal kırıklığına denk.
Adem’in sesi kulaklarımda yankılandı tekrar:
“Ben Lale’yle evleneceğim.”
Bir karar.
Yine bana sorulmadan alınmış bir karar.
Yine ben, sadece bir cümlede geçen isim.
Yine ben, sadece “birilerinin sahip çıkması gereken” kadın.
Oysa ben hiç sahiplenilmek istemedim.
Sadece… anlaşılmak istedim.
Sadece… sevilmek.
Birazda... Güven.
Uğur’un nefesi biraz titredi.
Minicik eli tişörtüme tutunmuştu.
Sanki düşmekten korkar gibi.
Kendimi tuttum, ama boğazımdaki düğüm çözüldü sonunda.
Başımı geriye yasladım…
Ve ağladım.
İçime değil…
Bu defa dışarıya.
Hıçkıra hıçkıra…
Dizlerimi titretircesine…
Çaresizliğin, gücün, hayal kırıklığının birbirine karıştığı o ağlamalardan…
Bütün mahallenin, Adem’in, annemin, babamın sesi…
Uğur’un yürüyen küçük ayakları…
Ali Amca’nın sarılışı…
Hepsi içimde bir yumak olmuştu.
Çözemedim.
Sadece sarıldım oğluma.
Ve usulca fısıldadım:
“Anne hâlâ burada, oğlum.
Hiç kimse için gitmeyecek ve yıkılmayacak.”
***
İlahi bakış açısı
Gece, bahçeye sessizce çökmüştü.
Toprak, günün sıcağını hâlâ tutuyordu ama hava serinlemişti.
Ali, her zamanki yerine ağacın altındaki eski tahta sandalyeye oturmuştu. Tespihi yavaşça çekiyor, düşünceli gözlerle karşıya bakıyordu.
Nazan, elinde boş çay tepsisiyle kapının eşiğinde durmuş, Adem’e bakıyordu.
Oğlu ayakta, sokağa bakan duvarın önünde, elleri cebinde sustuğu yerde durmuştu. Lale uzaklaşalı saatler olmuştu belki ama onun adımlarının sesi hâlâ Adem’in içini yakıyordu.
Nazan sessizce eşinin yanına yaklaştı.
İçi yanıyordu. Yaptığı yanlıştı ama kötü bir niyeti olmadığını biliyordu. Oğlunun laleye ilgisi olduğunu anlamıştı ama üstüne gitmemişti. Lale yaralıydı, kırılgandı. Aceleye getirtmek istememişti.
Ali eşinin üzüntüsünü görünce sarılarak " her şey yoluna girecek merak etme" dedi. Oğluna ne kadar kızsada laleyi sevdiğini öğrendiği içinde mutlu olmuştu. O kız çok güçlü, merhametli ,güzel ve akıllı bir kızdı.
Nazan gözlerini kocasına çevirip "girecek değilmi?" Diye sordu. Ali eşini söylediğine hafifçe gülüp "Tabi girecek. Ama senin oğlanda az değilmiş bunca yıl bekledi bekledi. Sonunda da melek gibi kıza gönlünü kaptırdı. Şimdi o kız bu oğlanın burnundan da getiremez." Dedi.
Nazan kaşlarını çatıp " Ben konuşurum beraber burnundan getiririz." Dedi. Biraz daha sarıldıktan sonra ayrılıp ademi yanlarına çağırdılar.
Adem oturup önüne bakmaya devam etti utanıyordu. Hem kendinen hem ailesinden en çokta laleden.
Sessizlik bir süre devam etti.
Sonra Alinin sesi gecenin sessizliğini yardı.
Derin, tok ve sarsıcı bir sesle:
"Gönül, usul bilmezse… yürek, bedel öder oğlum."
Adem başını çevirdi.
Ali gözlerini oğluna dikmişti parlıyordu.
Solukları yavaş, ama boğazında düğümlüydü.
Nazan derin bir iç çekti.
"Sen Lale’yi korumaya çalışıyorsun ama onun yüreğini dinledin mi hiç?"
Adem sustu.
Ali devam etti:
"Kızcağız kırık. Sadece bugünün değil, dünün de, evvelin de yükünü taşıyor.
Sen ona ‘benim ol’ diyorsun ama o daha kendi olamamış ki.
Bir yıkıntının üstüne ev kuramazsın, oğlum."
Adem’in gözleri buğulandı.
Ama ilk kez…
İlk kez kendini tutmadı.
"Ben onu seviyorum."
Sesindeki titrek kararlılık Nazan kalbini dağladı.
"Ne zaman oldu bilmiyorum. Ama gözüm hep onu arıyor.
Bir şey söylesin istiyorum. Gülsün, içi rahat olsun.
Lale’nin yalnızlığını gördüm.
Ona sadece ‘bizden biri’ gibi değil…
Kendi canım gibi bakıyorum."
Adem başını kaldırmadan devam etti:
“Ben kötü bir şey mi yapmak istemedim."
Sesinde hem pişmanlık hem de çocukça bir ihtiyaç vardı: Anlaşılmak.
Ali, yavaşça başını çevirdi.
“Kötü değil… ama eksik.”
Sesi sert değildi ama sanki Adem’in ruhuna dokundu.
“Bir kadına onun rızası olmadan yol çizilmez. Hele ki kalbi dağılmışsa.
Sen Lale’yi korumak istedin ama ona seçim hakkı tanımadan ‘ben seninle evleneceğim’ dedin.
Bu sahip çıkmak değil, Adem. Bu gölge olmak.”
Adem döndü, babasına baktı.
Gözleri ıslanmıştı ama gururundan silmedi yaşlarını.
“Ben… seviyorum baba.
Sorumsuzca yada Öylesine değil… sessizce.
Onun başını yaslayacağı bir omuz olmak istiyorum.
Sığınağı olmak… çünkü Lale bana baktığında, bir gün kendini emanet edebileceği bir yer arıyor gibi.
Ve ben onun yeri olmak istiyorum.”
Nazan yavaşça yaklaştı.
Oğlunun yanına gelip elini omzuna koydu.
“Sevgi, Lale gibi bir kadını iyileştirmek için yetmez. Güven gerekiyor ona.
Senin yüreğin büyük, bunu biliyorum.
Ama onun da kırık bir yüreği var.
Korkuyor, Adem.
Herkesin onun yerine konuşmasından, karar vermesinden. Düşmekten. Çünkü düşerse tek başına düşmez.
Sen onu sevmeye devam et… ama kendi sesini bulmasına izin ver.”
Ali ayağa kalktı.
İki adımda oğlunun karşısına geçti.
“Kendini onun yerine koy.
Sen yaşadığın her şeyden sonra biri çıkıp ‘ben seninle evleneceğim’ dese… ne hissederdin?
Sevdiği için bile yapsa… önce öfkelenirdin.
Çünkü gönül, kapısını sessiz çalmayana açmaz.”
Adem gözlerini yumdu.
“Ben onun kalbinde bir kapı aralamaya çalıştım…
Ama sanırım kapıya dayandım.
Ona yük oldum.”
Nazan usulca konuştu.
“Hayır oğlum. Yük olmadın.
Ama onun yanında yürümek istiyorsan, bir adım geride durmayı öğrenmelisin.
Lale, bir gün sana dönerse… işte o zaman bu sevgi gerçek olur.”
Ali derin bir nefes aldı.
“O kız, yaralı.
Sen, onun kalbine merhametle gir.
İçeri girmeden önce izin iste.
Ve gerekirse… bekle.
Beklemek de sevmektir, Adem.”
Adem başını eğdi.
O an, o karanlık sokakta, gecenin ortasında… kalbindeki duvarlar çatladı.
Sessizce mırıldandı:
“Onu seveceğim…
Varsa hakkım, bekleyerek kazanacağım.”
"Kendimi de affetireceğim."
***
Gece uzun, sokak sessizdi.
Uğur çoktan uyumuştu.
Küçük nefesleri odanın karanlığında yankılanıyordu.
Ben ise pencerenin yanındaki eski koltukta, battaniyeye sarılı halde sessizce oturuyordum.
Bazen düşünüyorum… suskunluk da bir dil.
Ama içimdeki sessizlik artık sadece yorgunluk değil, kırgınlıkla dolu.
Adem’in sesi hâlâ kulaklarımda.
“Ben Lale’yle evleneceğim…”
Hayır.
Bir daha kimse benim yerime konuşamaz.
Kimse benim adıma karar veremez.
İsterse iyi niyetle olsun… ben artık kimsenin cümlesi değilim.
Derken…
Kapı çaldı.
İlk vuruşta kalbim yerinden fırlayacak sandım.
Sonra bir daha… sonra bir kez daha.
Yavaş ama kararlı… tanıdık bir ritim. Adem kapıya bir şeyler bıraktıktan sonra kapıyı böyle çalardı. Ona özeldi bu ritimle çalmak. Bize özeldi belki de.
Ayağa kalkmadım.
Biliyorum kim olduğunu.
Adem.
Pencereden bakmadım bile.
O an kendimi tutamasam, koşup boynuna sarılacak kadar kırılmıştım belki.
Ama o da herkes gibiydi.
İyi niyetle başlayan ama beni hiç dinlemeyen herkes gibi.
Uğur’un sessizliğine sığındım.
Yanına gittim, battaniyesini düzelttim.
Elimi minik ellerine koydum.
Kapı tekrar çaldı.
Sadece gözlerimi kapattım.
Açmayacağım.
Aşk…
Sevgi…
Sadakat…
Hepsi birilerinin dudaklarında güzel duruyor ama… benim için artık güven demek.
Ve ben hâlâ güvenmeyi öğrenemedim.
Kapının önünde ayak sesleri duyuldu.
Sonra birkaç saniye süren sessizlik.
Kalbim, duvarlarımın arkasından ona doğru atsa da…
Aklım susturdu beni.
“Lale…”
Dışarıdan, kısık ve kırgın bir ses.
“Biliyorum bakmıyorsun.
Ama ben buradayım.
Sen bakmasan da bekleyeceğim.
Sadece söylemek istedim…
Eğer bir gün tekrar güvenmek istersen,
Bana değil… hayata… kendine…
Ben hep burada olacağım.”
Sonra adımlar uzaklaştı.
Yavaş yavaş… ve ağır.
Gözlerim doldu.
Ama pencereye yine gitmedim.
Çünkü bir adımı atmak, sevilmekten daha cesur bir iştir.
Ben ise henüz… yürümeyi yeni öğrenen oğlum kadar bile cesur değilim.
Yalnızlığımla kaldım.
Ama bu kez…
Kendimi ilk kez suçlamadan.
***
Gözümü araladığımda, perdelerden süzülen bayram sabahının o altın rengi ışığı odanın içini dolduruyordu. Dün gece ışıkları bile yakmadan,üstümüzü değiştirmeden yığılmıştım yatağa Uğur’la. Üzerimizde sadece bir battaniye vardı. Vücudum tutulmuş gibiydi, boğazımdaki o düğüm hâlâ yerinde duruyordu.
Uğur başını omzuma yaslamış, mışıl mışıl uyuyordu. Küçücük eli tişörtümü sıkıca tutmuştu. Onun o masum varlığı, dün yaşanan her şeyin üzerine bir örtü gibi serilmişti sanki. Nefes alıp verişini dinledim bir süre. O kadar sakindi ki… Keşke benim içim de onun ki kadar sakin olabilseydi.
Koltuğun kenarında titreyerek yatan telefonuma gözüm takıldı. Ekran karanlıktı. Gece Adem kapıyı çaldığında, hatta seslendiğinde bile bakmamıştım ona, telefona hiç bakmamıştım. Bakacak gücüm yoktu. Zaten neye bakacaktım ki? Kaçırılmış bir aramaya mı? Okunmamış bir mesaja mı? Hepsi aynı kişiye aitti.
Yavaşça doğrulmaya çalıştım. Uğur uyanmasın diye olabildiğince nazik hareket ediyordum. Vücudumdaki her kas sızlıyordu sanki. Başım ağırdı. Dün geceki ağlama krizim, şimdi bütün yorgunluğuyla üzerime çökmüştü.
Uğur’u yavaşça kucağımdan indirdim ve yanıma uzandırdım. Başını yastığa gömüp uykusuna devam etti. Üzerini düzelttim, alnından öptüm. O an, o küçük bedenin varlığı, beni ayakta tutan şeylerden biriydi.
Kalkıp mutfağa geçtim sessizce. Çaydanlığı ocağa koydum. Dün sabahın o huzurlu sessizliği gitmiş, yerine boğazımda biriken acı ve yüreğimde biriken hayal kırıklığı gelmişti.
Banyoya gittim. Musluğu açtım, soğuk suyu yüzüme çarptım. Uyanmam gerekiyordu.
Babamın sesi kulaklarımda yankılandı yine: "Biriyle evlendireceğiz seni… ama çocuk istemiyor." Bir anlık öfkeyle tezgaha vurdum. Elimin acısı, içimdeki acının yanında hiç kalıyordu. Onlar için ben neydim? Bir eşya mı? Başlarından atılması gereken bir yük mü? Kendi hayatları pahasına bile olsa beni ve Uğur’u korumak yerine, bizi bir "sorun" olarak görüyorlardı. Ve çözüm olarak, beni çocuğumdan ayırmayı teklif edebiliyorlardı.
Sonra Adem… Onun sesi geldi aklıma. "Ben Lale'yle evleneceğim!" Koruma içgüdüsüyle yapılmış bir hamleydi belki, ama bana sorulmadan alınmış, beni yine bir "kurtarılacak kadın" konumuna indirgemiş bir hamleydi. Adem dün gece, benim kırık gönlümün kapısına dayanmıştı.
Elimi kalbime götürdüm. Orası sızlıyordu. Babamın sözleri ayrı, Adem’in sözleri ayrı sızlatıyordu. Her ikisi de beni kendi istekleri doğrultusunda bir yere oturtmaya çalışıyordu. Ama ben o kutuların hiçbirine sığmıyordum artık.
Çay suyum kaynadı. Otomatik hareketlerle çayımı demledim. Masaya oturdum, boş boş karşıya baktım. Bayram sabahıydı. Dışarıda çocuklar yine şeker topluyor olmalıydı. Ama benim içimde bayram havasından eser yoktu.
Mahkeme haftaya… Olaylar üst üste geliyordu sanki. Bir yandan ailemin beni rahat bırakmaması, bir yandan Adem’le aramdaki bu tuhaf gerilim, bir yandan da Murat meselesi. Tuğçe “fazla yara almadan halletmeye çalışacağız” demişti. Ama ben şimdiden paramparça olmuş gibi hissediyordum.
Kapı çaldı.
Bu defa kalbim bir anlık meraktan ve heyecanla çarptı. Ademin gelmiş olabilecek olması fikri kalbimi hızlandırdı ve bu beni aşırı sinirlendirdi.
Ayağa kalktım. Uğur hâlâ uyuyordu. Sessiz adımlarla kapıya yaklaştım. Pencereden bakmadan açmak istemiyordum ama bu sefer… bir garip his vardı içimde.
Kapı aralığından baktım.
Asya.
Gözlerim doldu bir anda. Yanında Sedef ve Deniz abla da vardı. Ellerinde poşetler… yüzlerinde kocaman gülümsemeler.
Kapıyı açtım.
"Asya…" dedim, sesim çatallandı.
O anda tereddütsüz boynuma sarıldı.
"Bayram sabahı bizsiz olur mu hiç?" diye fısıldadı.
Sedef hemen ardından sarıldı. Deniz abla ise elindeki poşeti kaldırıp "Kahvaltı baskını!" dedi gülerek. O anda, tüm yorgunluğuma rağmen gülümsedim.
İçeri aldım hepsini. Sessizce ayakkabılarını çıkardılar, fısıltılarla konuşuyorlardı. Uğur’u uyandırmamaya dikkat ediyorlardı.
Deniz abla mutfağa geçip poşetleri açmaya başladı.
"Poğaça,simit getirdik, sen de çay koymuşsun, tam olmuş," dedi.
Asya kendine çay koyarken
"Bugün sadece keyif yapıyoruz, hiçbir şey düşünmek yok," diye ekledi. Bir şeyler biliyorlardı anlamıştım.
Yutkundum. "Siz… iyi ki geldiniz," diyebildim.
Deniz abla elimi tuttu, sıcacık baktı.
"Sen anlatmazsan biz anlarız. Ama istersen anlat. Biz buradayız."
Sessizce salona geçtik. Uğur hâlâ uyuyordu. Üçü de koltuklara yerleşince Ben de onların karşısında ki koltuğa çöktüm.
yüzleri merakla bana dönüktü.
Ben sustum.
Sustum, çünkü anlatacağım şey boğazımda kocaman bir yumruydu.
Sonra dayanamayıp fısıldadım:
"Dün Babam ve annem geldi… ilk başta benim için geldiklerini sandım. aslında başka bir niyetle gelmişler."
Üçü birden başlarını kaldırdı.
Asya hemen, "başka bir niyet mi?" dedi, kaşlarını çatarak.
Başımı eğdim.
"Beni bir adamla evlendirmek istiyorlar. Hani ben sanki kabul etmişim gibi tek engel adamın benim çocuğumu istememesiymiş"
Duraksadım.
Sedef’in gözleri büyüdü. Deniz abla'nın kaşı titredi. Asya ise yastığı elinde sıkarak kalktı neredeyse.
"Ne?!" diye bağıracak gibi oldu. Deniz abla hemen işaret etti: "Uğur…"
Asya dişlerini sıktı, alçak sesle ama delicesine sinirle tekrarladı:
"Ne yani? Bunca zaman sonra seni sormak için değilde evlendirmeye karar verdikleri için mi gelmişler. "
Başımı salladım.
"Onları rezil ediyormuşum. Tek başıma beni burada bırakamazlarmış."
Deniz abla gözlerini yere dikti.
Ben, kelimeleri zorla çıkararak devam ettim:
"Ben reddettim tabii. Hayatım boyunca zaten birilerini dinledim artık dinlemeyeceğim çok istiyorlarsa kendileri evlenebilir... ama işin kötüsü…"
Gözlerim doldu.
"Adem geldi sonra. Konuşmaların ortasına girdi. Beni korumak için… 'Ben Lale'yle evleneceğim,' dedi."
Sedef şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdı.
Deniz abla bile başını hızla çevirdi.
Asya ise… küplere bindiğini gözlerinden anladım.
"Ne?! Bunu abim mi yaptı?"
Yine bağıracak gibi oldu, yine kendini tuttu.
"Sana sormuş mu bunu acaba?!"
Sustum.
"Asya—" dedi Deniz uyararak ama Asya elini kaldırdı.
"Bırak Deniz abla! Lale haklı! Bu onun hayatı! Kendi kararlarını kendi verir! Kimse ona sahip çıkması gereken biriymiş gibi davranamaz! Bu benim abim olsa bile savunulacak bir yeri yok bunun."
"Allah belasını versin o herifin! Böyle baba mı olur be?!"
Ben hüzünle gülümsedim. Babamın savunulacak bir yanı bile yoktu. Hepsini hakkediyordu.
Derin bir nefes alarak gözlerimi onlara diktim."Adem kötü niyetli değildi. İnanın. Beni korumak için söyledi. Belki de gerçekten beni böyle koruyabileceğini düşündü. Ama… bilmiyorum.
Zoruma gitti.
Ben sanki… birilerinin şefkatine, sahiplenmesine muhtaçmışım gibi hissettim.
Gururum incindi… içim… acıdı."
Asya hemen yanıma geldi, diz çöktü.
"Sen kimsenin lütfuna muhtaç değilsin Lale. Sen, başlı başına bir dağsın! Bir başına oğlunu büyütürsün de, ayağının üstünde dimdik durursun da! Abim iyi biridir. Belki kafası karıştı. Belki panikledi. Ama bu, senin hissettiklerini değiştirmez. Öfken, üzüntün çok doğal." Dedi ilk kez onu bu kadar olgun görüyordum.
Sonra Asya hızla toparlandı.
"Neyse! Haydi, hadi! Böyle oturup ağlayacak değiliz!
Üç dakika içinde hazırlanıyorsun Lale. Dışarı çıkıyoruz.
Temiz hava, biraz kahkaha, biraz yürüyüş… sana iyi gelecek! Bizde minik paşayı hazırlayalım."dedi
Deniz Abla kahkaha attı.
"Üç dakika mı? Asya, üç dakika da uğuru bile uyandıramayız?"
Sedef başını iki yana salladı, "Yarışa çevirdin yine," diye söylendi.
Ben güldüm.
"Ben zaten Üç dakikayı laleye vermiştim. "
Başımı salladım. Onun bu haline gülüp odaya doğru gittim.
Uğur’u pusetine yerleştirirken Asya saçımı düzeltti, fısıldadı:
"Sen bir tanesin Lale.
Ve kimsenin seni bir kararın içine itmesine izin verme.
Ne babana, ne Abim'e."
O anda…
Sanki gerçekten yeniden nefes almaya başladım.
Ve kapıyı açıp, baharın taze havasına adım attık.
***
Kapıyı açtığımda Adem’i görünce bir an duraksadım. Elinde bir demet beyaz papatya vardı; diğer elinde iste çeşit çeşit çiceklerden oluşan bir demet. parmakları saplara biraz fazla sıkı sarılmıştı sanki. Yüzü de, her zamanki o ağırbaşlı halinin altında hafif bir telaş taşıyordu.
Göz göze geldik. Adem, boğazını temizleyip konuşmaya çalıştı ama kelimeler birbirine dolandı önce.
"Lale...
Dün... sana karşı düşüncesizce davrandım.
İstemeden de olsa kalbini kırdım, gerçekten üzgünüm."
"Ben... doğru düzgün anlatamadım kendimi. Bazen kelimeleri toparlamakta zorlanıyorum," diye devam etti.
Gülümseyerek çiçeklere baktı, sonra tekrar bana döndü.
"Evine çiçek bıraktığımda... sen en çok bunlara, papatyalara bakmıştın.
Düşündüm ki... demek ki bunları seviyor. Ama emin olamadım ondan da bir demet'te hepsinden yaptırdım."
Çiçekleri uzattı. Parmaklarının uçları sıkı sıkı saplara dolanmıştı.
"Ben de... işte... böyle... gönlünü alırım sandım," dedi.
Omuzları hafifçe düştü.
"Çok beceremedim galiba..."
İçimde sıcak bir şeyler aktı. Adem’in o koca gövdesine hiç yakışmayan bir mahcubiyetle çırpınıp durması...
Bir şey söylemeden duramadım. Dudaklarımda bir tebessüm yayıldı.
O anda Adem’in kaşlarını çatıp daha da ciddileştiğini gördüm
"Yok..." dedim hafifçe gülerek. "Bence gayet iyi beceriyorsun."
"Papatyaları seviyorum" dedim gülümseyerek.
Adem gözlerini kısarak baktı bana, şaşkın bir çocuk gibi.
Ben de çiçekleri aldım elinden, parmak uçlarım hafifçe onun parmaklarına değdi.
Kalbim bir anlığına olduğu yerde sekteye uğradı sanki.
"Çok tatlısın."
Bu sözümle Adem'in kulaklarının ucuna kadar kızardığını gördüm. Şaşkınlıkla "Ben mi?" Diye sormasıyla gülerek kafamı salladım. "Evet sen" dedim
İçim ısınmıştı. Çoktandır hissetmediğim bir hisle... hem güvende hem de hafif bir heyecan içinde.
Parmaklarımı yapraklara hafifçe dokundurdum.
"İstersen içeri gel," dedim nazikçe. "Kahve koymuştum."
Adem başını hafifçe salladı.
"Sen nasıl istersen, Lale," dedi yavaşça.
Ve aramızda o an sessiz bir anlaşma oldu; kırılgan ama sıcak bir köprü yeniden kuruldu sanki.
Kahveyi koyarken düşünmeden edemedim:
Bazen bir hata, doğru insanın elinde böylesine içten bir özre dönüşebiliyordu.
Belki de birinin böyle tatlı tatlı çırpınarak gönlümü almaya çalışması, benim için uzun zamandır eksik olan şeydi.
***
Selamlar nasılsınız?
Bölümü dün paylaşacaktım ama uyuya kalmışım.
Hayat nasıl gidiyor?
Bölümü beğendiniz mi?
mükemmelsiniz. Süpersiniz. Yorumlarınız çok iyiydi bu arada.
Aslında herkesi tek tek etiketleyerek yorumları için teşekkür etmeyi planladım ama olmadı. Yorumlarınız için teşekkür ederim.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
24.75k Okunma |
2.38k Oy |
0 Takip |
27 Bölümlü Kitap |