25. Bölüm

Seni seviyorum

Büşra Sıla Duman
busra_sila

 

Sabahın sessizliğiyle uyanmıştım. Uğur kucağımda uyuyakalmış, elleri minicik yumruklar gibi yorganın üzerinde duruyordu. Perde aralığından içeri süzülen ışık, salonu hafifçe aydınlatıyordu. Bir pazar sabahıydı. Sessiz, sakin, huzurlu… derken kapı hafifçe tıklatıldı.

 

Bir elimle Uğur’u kucağımda dengede tutmaya çalışırken kapıyı araladım. Adem’di. Elinde bir sepet ve küçücük, bembeyaz papatyalardan oluşan bir demet… Gözlerimin içine öyle tatlı baktı ki bir an dilim tutuldu.

 

“Günaydın güzelim,” dedi o bildiğim, ağır ama içten sesiyle. “Anneler Günün kutlu olsun.”

 

Ne diyeceğimi bilemedim. “Sen bunu… hatırladın mı?” dedim. Sesim çok çıkmadı sanki.

 

“Unutur muyum?” dedi. “Senin gibi bir annenin her günü kutlamayı hak ediyor.”

 

Gözlerim doldu ama ağlamadım. Gülümsemeye çalıştım, becerebildiysem ne âlâ.

 

“Aman Adem,” dedim gözlerimi devirmeye çalışarak. “Bunu Nazan Teyze duymasın. ‘bana neden böyle şeyler demiyorsun?’ deyip seni kapının önüne koyar.”

 

Adem kahkahayı bastı. “Hiç sanmam. Annem seni o kadar seviyor ki, ben seni üzsem önce bana değil, kendine kızar. ‘ben ne yanlış yaptımda bu çocuk böyle oldu diye?”

 

 

Bu sözlere yanaklarım alev alev oldu ama belli etmemeye çalıştım. “Ben o zaman senin annenin torpilinden faydalanırım artık. Uğur’la birlikte favori oluruz.”

 

“Oldunuz bile güzelim,” dedi Adem hafifçe bana yana dönerek. “Benim gönlümde de, ailemin gönlünde de.” yanaklarımın kızarmasıyla kafamı hızla uğura çevirdim kalpten götürecekti beni.

 

 

Utandığımı anlayıp gülünce kaşlarımı çatarak ona döndüm. Kızdığımı anlayınca Sepeti gösterdi. “Hazırlan. Uğur’la seni kaçırıyorum. Bugün kahvaltı, kuş sesleri eşliğinde olacak.”

 

Kaçırmak mı? dedim içimden. Ama hoşuma gitti.

 

Hazırlanıp dışarı çıktığımızda Uğur kucamda cıvıl cıvıldı. Adem’le yürürken o, Uğur’un ellerini tutup havaya kaldırıyor, “Hop!” deyip gülmesini sağlıyordu. Bazen de iki elinden tutarak paytak paytak yürütüyordu. Bense az arkadan yürüyordum. Bilerek. İkisinin yan yana oluşunu izlemek bile bir hediye gibiydi.

 

Parka vardığımızda Adem örtüyü serdi, ben Uğur’u örtüye oturttum. Sepetin içinden çıkanlara inanamadım. Taze simit, peynir, zeytin, domates... Bir de termosla kahve! Her şeyi düşünmüştüm.

“Bu kadar zahmete gerek varmıyor gerçekten?” dedim.

“Tabi ki vardı bu minik ailemle ilk kahvaltım. Daha fazlasını hazırlayacaktım. Annem kızdı. Yelizle, abimlerde dalga geçti. Ama hepsine göğüs gerdim lale.” dedi. Onun bu haline gülerken

“Sen romantik falan mısın?”

“Yok canım,” dedi gülerek. “Ama senin gözlerin öyle bir bakıyor ki, insanın içinden şiir yazmak geliyor.”

 

İçim titredi ama belli etmemeye çalıştım. “Çok konuşma da simitleri o kadar büyük parçalar halinde verme çocuğa,” dedim. “Yutamaz o koca lokmaları.”

“Sen bana karışmayı eğlence haline falan mi getirdin?”

“Belki, birazcık."

İkimiz de güldük. Sohbetin altından yavaş yavaş bir şeyler akmaya başlamıştı sanki. Ne tam arkadaş, ne tam uzak... O arası hâlâ vardı ama sıcak bir ara...

 

Uğur sepetin dibine elini sokup portakal suyuna ulaşmaya çalışınca, ikimiz birden eğilip “Dur!” diye bağırdık. Önce bir kaç saniye bize bakıp heyecanla ve hızla meyve suyunu alıp sallamaya başladı. Gülmeye başladık.

 

 

Kahvaltıdan sonra Adem, Uğur’u kucağına aldı. Parktaki kaydıraklara yürüdüler. Ben biraz geriden onları izledim. Adem, Uğur’u kaydırağın başına kadar taşıyıp usulca indirdi. Uğur kahkahalarla gülüyordu. Adem’in sesi uzaktan geliyordu:

 

“Yavaş bakalım küçük adam, annen seni bana emanet etti, düşersen rapor yazmam gerekir!”

 

Ben sadece izledim. Sessizce. Ve içimden geçirdim:

Bir adamın nasıl sevdiğini, bir çocuğa davranışından anlarsın.

 

Parka giderken nasılsak, dönerken üç katı daha yavaştık. Güneş yükselmiş, hava ısınmıştı ama içim tarifsiz bir huzurla doluydu. Adem’in kolu bazen bana değiyor, ben yine de onun önünde yürüyormuş gibi yapıyordum. Sessizdik. Ama o sessizlik öyle rahatsız edici değildi. Sanki konuşmadan da anlaşıyorduk artık.

 

Mahallemize yaklaşırken, birden durdum. “Adem?”

 

“Efendim güzelim?”

 

“Nazan Teyze’yi uğrayalım mı? Bugün Anneler Günü. Yani... ben kutlamak istiyorum.”

 

Bir an durdu, sonra yüzünde yumuşacık bir ifade belirdi. “Bunu senin istemen… beni gerçekten çok mutlu etti,” dedi. Onun hayran bakışlarına gülümserken. “Ama çiçeksiz gitmeyelim.” dedim.

 

Çiçekçiye uğradık. Ben küçük, zarif bir buket seçtim. Papatya ve lavanta karışımı. Sade ama ferah… tam Nazan Teyze gibi. Adem ödeme yapmak isterken direndim. “Hayır,” dedim. “Bu benim hediyem.”

 

Eve geldiğimizde kapıyı ben çaldım. İçeriden temizlik beziyle elini kurulayan Nazan Teyze çıktı. Bizi görünce yüzü aydınlandı.

 

“Anneler Günün kutlu olsun Nazan Teyze,” dedim ve çiçekleri uzattım. Çiçekleri alıp sikica bana sarıldı. Ben de karşılık verirken “Sen… bu dünyada gördüğüm en iyi annesin. Gerçekten. Bize hep kol kanat gerdin, Uğur’a kendi torunun gibi baktın… Bana da… hiç kimsenin yapmadığı kadar sahip çıktın. Çok teşekkür ederim.” dedim

 

Nazan Teyze’nin kolları belimden ayrılırken biraz uzaklaşıp yüzüme baktı bir elini omzuma koyarken boşta ki elini kalbine götürdü. “Ah be kızım… sen böyle söyleyince içim parçalanıyor. Ben senin annenim zaten. Sen ne zaman istersen, bir telefon kadar yakınım. Kalbimde zaten varsınız siz.” Onun bu sözleriyle gözlerim dolarken onun gözleride benim gibi dolmuştu. Bu hayatta gördüğüm en mükemmel kadınlardan biriydi.

 

 

“İçeri gelin, bir kahve içeriz,” dedi ama ben nazikçe reddettim.

 

“Uğur’un uykusu geldi. Eve gidersek daha rahat uyur. Ama çok isterdim. Söz, başka zaman.”

 

Nazan Teyze ademin kucağında ki Uğur’a sarıldı, Adem’e döndü. “Sen kal bari, biz de çok özledik seni.” Nazan teyzenin imâlı sözleri hem uyandırıp hemde güldürdü.

 

Tam araya girecektim ki Adem benden önce konuştu.

 

“Ben Lale’yle, uğuru evine kadar bırakayım anne, Uğur’u yatağına yatırmak gerek."

 

Nazan Teyze gözlerini kıstı, ama bu bakış azarlayan değil, gülen bir anne bakışıydı. “Peki... Aman Uğur'u yatağına bırak. Bu zor işi senden başkası yapamazdı zaten. Üç kağıtçı seni." Adem annesine gözlerini devirirken kaşları çatılan Nazan teyze "insan annesine göz devirirmi hemde anneler gününde." Diyerek ademe kızdı. Adem telaşlanırken Nazan teyze kapıyı hızla kapatıp içeri girdi. Artık Nazan teyzeyi çok iyi tanımıştım kesinlikle oğluyla uğraşıyordu. Ademde bunu biliyor olacak ki birlikte tekrar yola koyulduk. Eve yürürken ikimiz de sessizdik ama bu kez Adem başını hafifçe bana eğdi.

 

“Bu arada… anneme yaptığın çok inceydi. Teşekkür ederim.”

 

“Ben teşekkür ederim Adem,” dedim hafifçe gülerek. “Sizin sayenizde kendimi ilk kez… ait hissediyorum.”

 

Adem gülümsedi. “Bunu duyduğuma çok sevindim. İyi ki öyle hissettin. Çünkü... tam da ait olduğun yerdesin artık.”

 

 

Tam kapıya geldiğimizde, Uğur ademin kollarında hareketlenmeye başladı.

 

Çünkü evimizin onu önünde bir kalabalık vardı. Yeliz, Asya, Deniz, Sedef... ellerinde pasta kutuları, çiçeklerle bekliyordu.

“Yakaladık sizi!” dedi Yeliz.

Asya araya girdi: “Sürpriz kahve baskını!”

 

Sedef koluma girdi. “Senin gibi bir annenin günü kaçırılır mı? Hem de böyle güzel bir annenin…”

 

Adem başını eğip gülümsedi, Uğur da sanki onların neşesini hissedip kıkırdadı. O sırada hemen arkamızdan gelen seslere döndük.

 

Yılmaz Abi, Tuğçe, Ahmet Abi ve Çağan geliyordu. Ellerinde küçük bir kutu ve bir saksı lavanta fidesi… Ahmet abi hafifçe bana göz kırptı.

 

“Dedik ki… Lale’ye bahar yakışır,” dedi, lavantaları uzatırken.

 

Ben bir an olduğum yerde durdum. Gözlerim doldu. Gülümsemekle ağlamak arasında gidip gelen o tanıdık haldeydim. Sonra Sedef’in koluna sıkıca sarıldım.

 

“Deliler… Siz ne yapıyorsunuz böyle?”

 

Deniz abla öne atıldı. “Seni mutlu ediyoruz! Hem…” Gözlerini Ahmet Abi’ye devirdi. “Bu nemrut adamın gerisinde kalamazdım.”

 

Ahmet Abi kısık sesle homurdandı. “Biraz geride kalsan ölmezdin. Hem nemrut değilim ben."

Deniz abla yanına yaklaştı, onun yakasındaki düğmeyi düzeltti. “Tabii, nemrut değilsin Gülüşün içeri kaçmış sadece.”

 

Tuğçe kahkahayı patlattı, beni kolumdan çekti. “Haydi, hadi... içeri! Pasta eriyip gidiyor, erirse uğura nasılyedireceğiz? Bugün kutlama günü!”

 

Evin içi aniden kahkahayla, konuşmalarla doldu. Uğur birinden ötekine geçti.

 

Pasta kesildi, kahve kokusu sardı her yanı. Masanın bir köşesine lavantalar yerleştirildi, Yeliz mutfağı ele geçirdi. Anneler iş yapmazmış. Tabi ben buna uzun bir süre güldüm.

 

Bahcemiz kahkaha doldu.

 

Ben Adem’e baktım. O da bana. Sessizdi ama içimde bir şeyler konuşuyordu:

İyileşmek bazen bir insanın sesiyle değil, varlığıyla oluyormuş. Ademin ve bu insanların varlığı beni iyileştiriyordu.

 

***

Uğur’u uyuttuktan sonra salondaki fincanları toparladım. Ev hâlâ kahkahaların sıcaklığını taşıyordu. Asya’nın ses tonu, Deniz ablanın şakalaşmaları, Sedef’in getirdiği pastanın tadı… ama en çok da Adem’in sessizce bana bakarken gözlerinde biriken o şey...

 

Camı açtım, balkon kapısını araladım. Gecenin serinliğiyle yüzüm ferahladı. O sırada kapı hafifçe vuruldu.

“Gelebilir miyim?” dedi Adem, alçak sesle. Evet Adem hala gitmemişti. Tutturmuşlar uğuru ben yatıracağım diye.

 

“Gel,” dedim. Sadece o kadar. Artık sadece bir harf söylesem bile devamını anlayacakmış gibi geliyordu.

 

Balkona çıktı. Sessizce yanıma oturdu. Bir süre ikimiz de konuşmadık. Sadece karşı apartmanın pencerelerine, gecenin karanlığına, uzakta kısık sesle konuşan mahalle seslerine baktık.

 

Sonra Adem, eliyle dudağını ovuşturup hafifçe döndü.

“Bugün… güzel bir gündü,” dedi.

“Evet,” dedim. “Benim için uzun zamandır ilk kez böyle mutlu hissettirdi bir gün.”

 

Bir süre daha sustuk. Sonra gözlerimi ona çevirdim.

“Adem… bazen ne yapacağını biliyormuşsun gibi geliyorsun. Sanki ben daha fark etmeden neye ihtiyacım olduğunu seziyorsun.”

 

Gözlerini kaçırmadan baktı bana.

“Çünkü ben de... uzun zamandır bir şeyin içinde kaybolmuş gibiydim. Lale ben seni ve uğuru görene kadar evlilikmiş, bağlılıkmış hiç düşünmemiştim. Bana çok uzaktı bunlar. seni gördüğümde... her şey netleşmeye başladı. Ama sen çok şey yaşamışsın, ben bunu görüyorum. O yüzden hep bir adım geride duruyorum. Zorlamak istemiyorum.”

 

“Zorlamıyorsun,” dedim. “Ama... korkuyorum. Güvenmekten, birinin beni tekrar yaralamasından. Uğur için güçlü duruyorum ama bazen içimde hâlâ bir ses var... ‘Ya yine yalnız kalırsan’ diyen.”

 

Adem başını öne eğdi. Dizlerinin üzerinde bir süre parmaklarını birbirine geçirdi. Sonra sesi, neredeyse bir fısıltı gibi geldi:

 

“Bunu senden duymak… çok kıymetli. Biliyorum, bir kapıyı açmak kolay değil. Hele kırılmışsan, daha da zor.”

 

Ben de başımı öne eğdim, içimde bir sıcaklık kıpırdadı. Sonra hafifçe döndüm, ona baktım.

 

“Belki hâlâ kapılar tam açılmış değil,” dedim. “Ama... artık içeriden ışık sızıyor. Bunu bilmeni istedim.”

 

Adem’in gözleri bir an parladı. Gülümsemedi. Ama gözlerinde öyle nazik bir sevinç vardı ki… Kalbimde bir yerlere dokundu.

 

“Ben o ışığın büyümesini beklerim,” dedi. “Kapının aralığından içeri süzülen o ilk rüzgâr bile yeter bana.”

 

Elimi, balkon demirine koymuştum. Parmak uçlarım serin metale değiyordu. O sırada Adem yavaşça kendi elini de demirin üzerine koydu, benimkinin yanına. Dokunmadı. Sadece orada durdu. Aramızda birkaç santimlik mesafe vardı ama o mesafe... artık korkutmuyordu.

 

Balkonun dışında gece, hafif bir esintiyle doluydu. Rüzgâr saçımı hafifçe savurdu. Adem, fark ettirmeden ceketini çıkarıp omuzlarıma attı. Üşüyor muydum bilmiyorum ama o hareketin sıcaklığı iliklerime işledi.

 

Bir süre daha konuşmadık. Ama o sessizlik, geçmişteki sessizlikler gibi değildi. İçinde bir anlaşma, bir yumuşama vardı. Yalnızlığın üzerine ince bir battaniye serilmiş gibiydi.

 

Sonra Adem hafifçe kalktı. Evin dış kapısına yönelirken bir an durdu. Işığın gölgeyle buluştuğu o aralıkta, silueti çok tanıdık ve güvenli görünüyordu.

 

“Artık sana güveniyorum,” dedim arkasından, neredeyse kendim bile fark etmeden.

 

Adem durdu. Arkasını dönmedi. Ama başını eğdi. Omuzları hafifçe kıpırdadı. Sanki o an içinde bir şey çözülmüş gibi…

 

Ve sonra, sadece şu kelimeyi söyledi:

 

“seni seviyorum Lale."

 

Adem'in o iki kelimelik cümlesi, serin bir akşamda üzerime düşen bir örtü gibiydi. Kalbim hızlanmış, nefesim kesilmişti sanki. O an, ne diyeceğimi, ne yapacağımı bilemedim. Sadece sırtı dönük duran siluetine baktım. Omuzlarındaki hafif titreme, onun da en az benim kadar etkilendiğini gösteriyordu sanki.

Derin bir nefes aldım. İçimdeki karmaşık duyguları bir araya getirmeye çalıştım. Korku, umut, şaşkınlık, mutluluk... Hepsi birbirine karışmış, yeni bir duygu yumağı oluşturmuştu içimde.

 

Yavaşça ona doğru adımlarken. "Adem..." diye fısıldadım. Sesim titrek çıkmıştı.

O da yavaşça bana döndü. Gözleri, balkonun loş ışığında bile parlıyordu. İçlerinde, o güne kadar görmediğim kadar yoğun bir ifade vardı. Bir yandan kırılganlık, bir yandan da kararlılık okunuyordu o bakışlarda.

 

Birkaç saniye boyunca sadece birbirimize baktık. O sessizlik, az önceki huzurlu sessizlikten çok farklıydı. Şimdi, havada söylenmemiş ama hissedilen çok şey vardı.

Sonra Adem, birkaç adımda yanıma geldi. Aramızdaki o birkaç santimlik mesafe de kapanmıştı artık. Ama bu yakınlık, beni korkutmuyordu. Aksine, içimde bir güven duygusu uyandırıyordu.

Elini yavaşça uzattı. Parmak uçları, yanağıma hafifçe dokundu. O dokunuş, kalbime yayılan sıcak bir ilkbahar güneşi gibiydi.

 

"Lale," diye fısıldadı tekrar. Sesi bu kez daha derindi, daha kararlıydı. "Biliyorum, kolay değil. Yaşadıkların... Ama ben buradayım. Gitmeyeceğim. O ışığın büyümesini bekleyeceğim demiştim ya... İşte o an ne zaman olursa olsun bekleyeceğim. Bana bir şans verir misin? Birlikte, yavaş yavaş, o kapıları tamamen açmak için?"

Gözlerim doldu. Bu kez engel olamadım. Birkaç damla yaş, yanaklarımdan süzüldü. Ama bu gözyaşları, hüzünden değil, içime yayılan o tarif edilemez duygudan kaynaklanıyordu.

 

Başımı hafifçe salladım. "Evet," diye fısıldadım. Sesim zorlukla çıkmıştı. "Evet, bir şans veririm."

 

Adem'in yüzünde kocaman bir gülümseme belirdi. O gülümseme, sanki bütün geceyi aydınlatmıştı. İlk kez onu bu kadar içten, bu kadar rahatlamış bir şekilde görüyordum.

Yavaşça elimi tuttu. Parmakları, parmaklarımla kenetlendi. O an, sanki uzun zamandır aradığım bir parçam yerine gelmişti.

 

"Teşekkür ederim," diye fısıldadı. Sesi o kadar içtendi ki, kalbime kadar işledi. "Seni asla pişman etmeyeceğim."

 

Bir süre daha bahçede, el ele, sessizce durduk. Gecenin serinliği, içimizdeki sıcaklıkla dengelenmişti sanki. O an, geçmişin gölgeleri yavaş yavaş siliniyor, yerini parlak bir geleceğin umudu alıyordu.

Sonra Adem, yavaşça eğilip alnımdan öptü. O öpücük, bir sözleşme gibiydi. Birbirimize verdiğimiz bir söz...

****

Evetttt nasılsınız bakayım?

Yaaa bu bölüm çok tatlı oldu bence artık ademle laleyi iki sevgili gibi okuyacaksınız. Tatlı atışmalar ve kıskançlıklar olacak. Sizce bölüm nasıldı?

Bu arada kitabımı okuyan bütün annelerin anneler günü kutlu olsun.

Ve bu anneler günü fikrini veren @kitapseverbiriii okuruma teşekkür ederim. Yoksa bölüm yazamıyordum. Fikir o kadar hoşuma gitti ki hemen ilham geldi.

En sevdiğiniz kısım hangisi?

Unutmadan yorumlar mükemmeldi. Artık yorumlar 30'u geçiyor ve bu beni aşırı mutlu ediyor.

 

Bölüm : 11.05.2025 23:39 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...