15. Bölüm

Kursakta kalan huzur

Büşra Sıla Duman
busra_sila

BİR HAFTA SONRA

 

Yeni evimde, koltuğa oturmuş, yorgun ama mutlu bir şekilde etrafı izliyordum. Şu an içinde oturduğum bu ev, bir hafta önce bomboş, soğuk ve yabancıydı. Ama şimdi… Şimdi başka bir yerdeymiş gibi hissediyordum. Perdeler pencereye tam oturmuş, halılar yerlere serilmiş, mutfak dolapları tabaklarla dolmuştu. Her şey yerini bulmuştu.

 

Salonun ortasında, yere bağdaş kurmuş oturan Yeliz, Uğur’la oynuyordu. Uğur’un kahkahaları odayı dolduruyordu.

 

“Elim kolum koptu ama değdi,” dedi Deniz abla, elleri belinde içeri girerek.

 

Asya kanepeye uzanmış, gözlerini kapatmıştı. “Ben bu koltuğa resmen yapıştım, bir daha kalkmam,” diye mırıldandı.

 

Sedef, mutfak kapısına yaslanıp güldü. “Mutfak dolaplarını üç kere yerleştirdik ama bence en sonunda doğru yaptık.”

 

Ben de mutfağa yönelip ocaktaki çaya baktım. Gülümsedim. “O zaman, evi kutlamak için bir çay molası veriyoruz!”

 

Deniz abla hemen mutfağa gelip bardakları aldı. “Ama çayın yanına bir şeyler lazım. Sedef, bakkala gider misin?”

 

Sedef gözlerini devirdi. “Bakkaldaki adam artık beni ailesinden biri sanıyor ama tamam, gidiyorum.”

 

Asya kanepeye gömülmüş şekilde elini kaldırdı. “Bisküvi ve çikolata al, canım tatlı çekti.”

 

Yeliz de hemen atıldı. “Cips de al! Uğur da sever.”

 

Sedef gülerek dışarı çıktı. Ben mutfağa döndüm, çayları doldururken içimde garip bir huzur vardı. Bu ev artık sadece duvarlardan ibaret değildi. İçinde kahkaha vardı, sohbet vardı, dostluk vardı.

 

Deniz abla elindeki çay bardağını bana uzattı. “Eviniz hayırlı olsun Lale. Umarım burada hep mutlu olursun.”

 

Bardağı alırken gülümsedim. “Umarım Deniz Abla… Umarım.”

 

Çayı çaydanlığa katarken gözlerim dalıp gitti. Bu bir hafta nasıl geçti, anlamadım bile. O kadar çok şey yapmıştık ki… Ev bomboştu, elimizde doğru düzgün eşya yoktu. Ama yılmadık. Deniz abla, Asya, Sedef, Yeliz… Herkes bir ucundan tuttu.

 

Bir gün sabahtan akşama kadar mağaza mağaza gezdik. En uygun fiyatlı, en işimize yarayacak şeyleri bulmaya çalıştık. O gün ayaklarım nasıl ağrımıştı… Ama en çok zoruma giden şey, istediklerimi değil, alabileceklerimi seçmek zorunda kalmamdı.

 

Sonra… Altınlar. Derin bir nefes aldım. Yıllardır sakladığım, murattan zar zor aldığım birkaç bileziği bozdururken içim burkulmuştu. Ama başka çarem yoktu. Uğur’un rahat edebileceği bir yuva kurmak istiyordum. Yine de, içimde garip bir his vardı. Hala iki bileziğim kalsada Sanki güvencem elimden kayıp gidiyormuş gibi hissediyordum.

 

Bazı eşyalar ikinci eldi. İlk başta içime sinmez diye düşündüm ama sonra gördüm ki aslında önemli olan yepyeni olması değil, içinde huzurla yaşayabilmemdi. Sandalyeleri Asya’nın bir tanıdığı indirimli verdi, koltuğu Yeliz’in akrabası ucuza ayarladı. Halıyıysa ikinci elciden aldık ama o kadar temizdi ki yeni gibi görünüyordu.

 

Şimdi buraya bakınca… Değdi diyorum. Evet, her şey dört dörtlük değil, ama burası benim evim. Uğur’un kahkahaları duvarlara sindikçe, dostlarım yanımda oldukça burası daha da güzelleşecekti.

 

Kapı çaldığında hepimiz aynı anda başımızı çevirdik. Sedef gelmişti büyük ihtimal. Yeliz hemen atılıp kapıya yöneldi. “Kesin Sedef geldi” dedi, hızla kapıyı açarken.

 

Ama kapının önünde Sedef yerine Nazan teyze ve Asya’nın annesi selma teyze duruyordu. Yanlarında Nisa ve Sezen de vardı. Ellerinde tepsiler, poşetler… Mis gibi yemek kokusu burnuma kadar geldi.

 

Asyanın ailesi ile bu bir hafta içerisinde tanışmıştım. Aşırı tatlı bir aileydiler.

 

“Nazan teyze?” dedim şaşkınlıkla.

 

“E kızım, bir haftadır evi yerleştiriyorsunuz. Yorulmuşsunuzdur, yemek yapmaya fırsatınız olmamıştır dedik,” diye gülümsedi Nazan teyze.

 

Selma teyze de başını salladı. “Gençsiniz, enerjiniz var ama insan yorgunluğa da dayanmaz. Aç kalmayın diye birkaç şey hazırladık.”

 

O an içimi tarifsiz bir sıcaklık kapladı. Günlerdir ayakta kalmaya çalışıyordum, bir şeyleri düzene sokmaya uğraşıyordum ama şu an elimde olmadan boğazım düğümlendi. Bu yemekler, sadece bir jest değildi. "Yalnız değilsin" demenin en güzel haliydi.

 

Deniz abla hemen ellerinde ki bir kaç şeyi alarak mutfağa geçti. “Ne zahmet etmişsiniz, keşke haber verseydiniz.”

 

Bende hemen ellerindeki poşeti alıp mutfağa yöneldim.

 

“Ne zahmeti kızım, insan evladına yemek yapmaz mı?” dedi selma teyze.

 

Yeliz ve Sezen çoktan Uğur’un yanına geçmişti. Sezen, Uğura gözünü dikmiş, tatlı tatlı ona bakıyordu.

 

Hafifçe gülümseyerek konuşan kadınlara döndüm.

 

"Nazan teyze, selma teyze… Gerçekten çok teşekkür ederim," dedim içtenlikle. "Hiç beklemiyordum, o kadar mutlu oldum ki..."

 

Nazan teyze eliyle hafifçe omzuma dokundu. "Sen yeter ki mutlu ol kızım. Uğur da, sen de burada yalnız değilsiniz."

 

O an gözlerim dolacak gibi oldu ama kendimi tuttum. Mutfağa geçip yemekleri masaya koymaya başladık. Selma teyze hemen bir tencereyi açtı. "Sıcakken yiyin diye koşa koşa geldik. Şu köfteleri de Nisa yaptı, Sezen de salataya yardım etti."

 

Sezen hemen başını sallayıp parmaklarını birleştirerek "çok azıcık doğradım" diye mırıldandı. Hepimiz güldük.

 

"Benim yaramaz kızım nerede?" Selma teyzenin sözüyle kıkırdayan Sezen "Asya ablada mı yaramazlık yapıyor?"diye sordu.

 

Asya gözlerini devirirken "Ne yaramızlığı? Ben yaramazlık mı yapıyorum anne? Kocaman kız oldum. Bacak kadar kıza oyuncak ettin beni."

 

Selma teyze hafifçe gülerek başını salladı. “Benim kızım kaç yaşına gelirse gelsin hep küçük kalacak.”

 

Asya yerinden doğrulmadan elini havaya kaldırıp pes etmiş gibi bir hareket yaptı. “Tamam, tamam, anne. Kabul ediyorum, senin gözünde hep küçüğüm.”

 

Hepimiz güldük. Salona sıcak bir huzur yayılmıştı. Yemekleri masaya yerleştirirken içimden sürekli aynı şeyi geçiriyordum. İyi ki buraya taşınmışım.

 

Sezen, Uğur'un yanına oturup elindeki küçük oyuncağı ona uzattı. “Bunu ben çok seviyorum, sen de sever misin?”

 

Uğur, Sezen’e bakıp gülümsedi, sonra oyuncaktan çok Sezen’in kendisi ilgisini çekici bulmuş olacak ki kıkırdayarak ellerini çırptı. Sezen’in gözleri parladı.

 

Nisa, onları izlerken gülümsedi. “Bence şimdiden iyi anlaşıyorlar.”

 

Yeliz de onaylar şekilde başını salladı. “Birlikte büyürler artık.”

 

O an içimi büyük bir huzur kapladı. Uğur yalnız kalmayacaktı. Ben de…

 

Tam yerlerimize oturmuştuk ki kapı bir kez daha çaldı. Bu kez gerçekten Sedef'ti. Elinde poşetlerle içeri girdiğinde kalabalığı görünce şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırdı. "Ben evden giderken bu kadar kişi yoktu… Ne kaçırdım?"

 

"Bir şey kaçırmadın. Nazan teyzeler yemek getirmişler. " dedim gülerek.

 

Sedef iç çekti. "İyi bari. Çünkü bu hallimizle yemek yaparken çok zorlanırdık."

 

“Biz artık gidelim kızım,” dedi Nazan teyze. “yemek yemeyi unutmayın. Size afiyet olsun.”

 

Hepimiz bir ağızdan itiraz ettik. hemen elimi kaldırıp durdurmaya çalıştım. “Olmaz öyle şey, bu kadar yemek getirdiniz, bari birlikte yiyelim.”

 

Yeliz de hemen atıldı. “Evet ya! Böyle daha güzel olur.”

 

Selma teyze gülerek başını iki yana salladı. “Kızlar, eşlerimiz ve oğullarımız birazdan eve gelecek. Onlara da yemek hazırlamamız lazım. Hem siz yorulmuşsunuzdur.”

“Ama siz zaten yemek yaptınız, işte burada! Bence onları da çağırın, hep beraber yiyelim.” diyerek inatlarını kırmaya çalıştım.

 

Nazan teyze bir an duraksadı, selma teyze ise hafifçe düşündü. Tam reddedecek gibi oldular ki ben bir daha araya girdim.

 

“Gerçekten,” dedim içten bir gülümsemeyle, “bunca zahmet ettiniz, tek başınıza uğraşmayın. Çağırın onları da, burada hep beraber oturalım. Daha güzel olmaz mı?”

 

Yeliz, bir yandan Sezen’in saçlarını düzeltirken gözlerini annesine çevirdi. “Anne, Lale doğru söylüyor. Hep beraber yemek yesek ne güzel olur.”

 

Selma teyze ve Nazan teyze birbirlerine baktılar. Sonra Nazan teyze gülümseyerek başını salladı. “Kerim’e, Ali’ye ve çocuklara haber verelim o zaman.”

 

Yeliz hemen ellerini çırptı. “Harika! O zaman biz de hemen sofrayı hazırlayalım.”

 

Deniz abla mutfağa yöneldi. “Ben tabakları çıkarıyorum.”

 

Asya kanepeye yapıştığı yerden zorlukla kalkarak gerindi. “Tamam, ben de çatal bıçakları hallederim.”

 

Ben salona gidip masayı açarken, Yeliz ve Sedef sandalyeleri yerleştirmeye başladı. Selma teyze telefonunu çıkarıp Kerim amcayı aradı, Nazan teyze ise ali amca ve ademe haber verirken nisa Serdar abiyle konuşuyordu.

 

O sırada Sezen, Uğur’un elini hafifçe tuttu. İncitmemek için iki kat dikkat ediyordu. O minicik kalbi o kadar büyüktü ki“Uğur, şimdi büyük bir sofra kuracağız. Çok güzel olacak!”

 

Uğur hiçbir şey anlamasa da Sezen’in heyecanına gülümseyerek karşılık verdi.

 

Ben elimde birkaç tabakları masaya koyarken içim sıcacık oldu. Bu ev, daha birkaç gün önce bomboştu. Ama şimdi… Şimdi dostlukla, kahkahayla, kocaman bir aileyle doluydu.

 

*** 

Yerde ki son oyuncağı da sepete koyarken kapının çalmasıyla sezenin sesini duydum.

"Babamlar geldi." Kısa bir süre sonra kapı açılma sesi geldi. "Amcamda gelmiş. Dedemde gelmiş. Kerim amcada gelmiş." Ben onun durum bildirimlerini gülerken.

"Kızım anladık geldiklerini niye tek tek sayıyorsun?" Nisa mutfaktan çıkmış söylene söylene sezene bakıyordu.

 

Serdar abi, kapıdan girer girmez Sezen, omuzlarını annesine silkerek küçük kollarını ona uzattı. "Baba!"

 

Serdar abi gülümseyerek eğildi ve Sezen’i kucağına aldı. "Benim küçük prensesim, seni çok özledim!"

 

Sezen babasının boynuna sıkıca sarıldı. "Ben de baba!"

 

Bu sırada arkasından içeri giren Kerim amca, Ali amca ve Adem bey de kapıdan geçip selam verdiler. Deniz abla ve Yeliz hemen onlara yer göstermeye koyuldular. Nazan teyze ile selma teyze son yemekleri masaya taşırken, Nisa Sezen’e doğru yürüdü.

 

"Sezen, baban daha kapıdan yeni girdi, azıcık beklesen de hemen üstüne atlamasan?" diyerek hafifçe söylenirken, yüzünde tatlı bir gülümseme vardı.

 

Serdar abi, Nisa’ya göz kırpıp hafifçe gülümsedi. "Ne yapalım, kızımız beni çok özlemiş."

 

Nisa gözlerini devirdi. "Sanki seni bir haftadır görmüyor."

 

Sezen annesine bakıp dudaklarını büzdü. "Ama özledim!"

 

Nisa hafifçe başını salladı, sonra Serdar abiye bakıp, "Hadi içeri geçin, herkes masada yerini alsın," dedi.

 

Adem bey sessizce içeri girip olan biteni izliyordu. Gözüm bir an ona takıldı. pek konuşmuyor, daha çok çevresini süzüyor gibiydi. Herkes yerini bulmaya çalışırken o, hafifçe salonun bir köşesine çekilmişti.

 

elimdeki su şişesini masaya koyarken Adem beyle göz göze geldim. Adem bey bir an duraksadı ama sonra başıyla hafif bir selam verdi. nezaketen gülümsedim ve başımı masaya çevirdim.

 

"Haydi bakalım!" diye araya girdi Kerim amca. "Bu kadar yemek boşuna mı geldi? Hadi, herkes sofraya!"

 

Kalabalık, salondaki büyük masanın etrafına yerleşmeye başladı. Serdar abi, Sezen’i sandalyesine oturtup yanına geçti. Kerim amca ve Ali amca karşılıklı otururken, selma teyze ve Nazan teyze hemen çocukların yanına geçti.

 

Bende oturmadan önce Nazan teyzenin yanına gidip " Nazan teyze uğuru alayım rahat ye." Dedim.

 

Nazan teyze kaşları çatarak bana baktı. "O nasıl söz kızım? Biz uğurla mutluyuz hadi sende yerine geç."

 

Daha fazla ısrar edersem kızacağını anlayıp kafamı sallayarak çorba dağıtan kızların yanına gittim.

 

çorbayı koyduktan sonra Yemekleri dağıtık. herkes kendi tabağına uzanırken, Sezen heyecanla çatalını salataya batırdı. "Bunu ben yaptım!"

 

Kerim amca kaşlarını kaldırarak ona baktı. "O zaman tadı daha bir güzel olmuştur!"

 

Yemek boyunca sohbetler koyulaşmış, kahkahalar yükselmişti. Uğur, Sezen’in ona verdiği minik köfteyi elinde tutup ona bakarken, Sezen sabırla ona nasıl yemesi gerektiğini anlatıyordu.

 

Kerim amca, Ali amca ve Serdar abi geçmişten bahsediyor, eski anıları anlatırken Nazan teyze ve selma teyze onları gülerek dinliyordu. Deniz abla ve Nisa, masanın karşı ucunda tatlı tatlı konuşuyordu.

 

Adem bey, yemekte pek konuşmamıştı ama yine de ara ara sohbetlere dâhil olmuştu. Yemeğini sakince yemiş, arada ortamdaki konuşmaları dinleyerek gözlerini gezdirmişti.

 

Son lokmalar yenip tabaklar boşalmaya başladığında selma teyze, ellerini dizlerine vurup hafifçe doğruldu. “E hadi bakalım, kalkalım artık. Epey vakit geçti.”

 

Nazan teyze de başını salladı. “Gerçekten geç oldu. Ama iyi ki geldik, çok güzel bir akşam oldu.”

 

Herkes birer birer sandalyelerinden kalkarken, Sezen hemen babasının elini tuttu. “Baba, biz eve gidince dondurma yiyelim mi?”

 

Serdar abi gülerek başını salladı. “Tabii ki, hayır küçük hanım.”

 

Deniz abla mutfağa doğru giderken. “Bulaşıkları halledeyim de çok zorlanma.” dedi

 

Ben hemen arkasından söylenirken. “Sen bırak, ben hallederim.” dedim

 

Sedef de peşine takıldı. “Bence el birliğiyle yaparsak iki dakikada biter.”

 

Asya kanepeye yeniden gömülmüştü, gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. “Beni hiç çağırmayın, ben bu koltuğa artık yapıştım.”

 

Gülerek tabakları toplarken, selma teyze hemen . “Bırakın kızım, siz de yorgunsunuz. Sabah halledersiniz.”

 

Ben itiraz edecek gibi oldum ama Kerim amca başını iki yana sallayarak gülümsedi. “Ellerinize sağlık. Güzel bir sofra oldu. Ama biz artık müsaade isteyelim." Asya'ya dönüp konuşmaya devam etti. "Kızım siz bugün eve gideceksiniz değil mi?" Asya kafasını sallayıp "aynen yarın okul var gitmemiz lazım " dedi. Birde bu vardı alışmıştım onlara. Gitmeleri beni üzüyordu ama herkesin bir düzeni vardı. Daha fazla düzenlerini bozmak istemiyordum.

 

" işiniz bitince arayın bırakayım sizi." Adem beyin sözleriyle Deniz " zahmet etme. yormayalım seni Adem."dedi.

Adem bey kaşlarını çatıp "ne zahmeti arayın yeter" dedi.

 

Herkes tek tek vedalaşmaya başladı. Selma teyze, Uğur’u bir kez daha severken Nazan teyze bana dönüp elimi tuttu. “Ne zaman ihtiyacın olursa, bir kapı ötendeyiz. Sakın çekinme.”

 

Gülümsedim, içimde bir sıcaklık yayıldı. “Çok teşekkür ederim Nazan teyze. Gerçekten…”

 

Kapıya doğru yönelen kalabalık, yavaş yavaş dağılmaya başladı. Sezen, elini annesinin avucuna koyup bana gülümsedi. “görüşürüz Lale abla!”

 

“Görüşürüz Sezen!” dedim gülerek.

 

Adem bey kapının önünde durmuş, son kez içeriye göz gezdiriyordu. Yüzünde belirsiz bir ifade vardı ama sonunda hafifçe başını salladı. “İyi akşamlar.”

 

“İyi akşamlar,” dedim, o çıkarken.

 

Kapı kapanıp içerisi sessizleştiğinde derin bir nefes verdim. Ev artık eskisinden çok daha sıcak, çok daha doluydu.

 

Sedef hemen Uğur’u kucağına alıp onunla konuşmaya başladı. “Senin de uykun geldi mi küçük adam?”

 

Uğur esneyerek gözlerini ovuşturdu.

 

Bugün kucağıma bile alamamıştım oğlumu, özlemiştim.

 

Deniz abla gülerek kanepeye oturdu. “Harika bir akşamdı.”

 

Asya gözleri kapalı mırıldandı. “Evet ama ben hâlâ kalkamıyorum.”

 

Herkes gülmeye başladı.

 

Ben de mutfağa doğru yöneldim.

 

Kısa bir sürede kızlarla etrafı ve mutfağı toplamıştık. Ne kadar "gerek yok ben hallederim"desemde. Dinlememişler benimde yorgun olduğumu söylemişlerdi şimdi de eşyalarını toparlamış Adem beyi bekliyorlardı.

 

Adem Bey’in gelmesini beklerken evde tatlı bir sessizlik hâkimdi. Uğur, Sedef’in kucağında yarı uykulu bir halde mırıldanıyor, Deniz Abla ve asya kanepeye uzanmış televizyonda açık olan Çizgi filmi izliyorlardı.

 

Ben ise mutfağın kapısına yaslanmış, onları izlerken farkında olmadan gülümsüyordum. Bugün gerçekten güzel bir akşamdı. Ev, uzun zamandır hissetmediğim bir sıcaklıkla doluydu.

 

Derken kapı çaldı.

 

Yeliz yerinden fırlayıp hızla kapıya yöneldi. “Geldii!”

 

Kapıyı açar açmaz Adem’in ciddi yüzüyle karşı karşıya geldi. Yeliz her zamanki gibi ona neşeli bir şekilde gülümsedi. “Tam zamanında geldin!”

 

Adem hafifçe başını eğerek içeri göz gezdirdi. “Hazır mısınız?”

 

Asya esneyerek yerinden kalktı. “Ben hâlâ uyumak istiyorum ama evet, hazırız.”

Sedefin kucağında ki uğuru aldım.

Sedef çantasını aldı, Deniz Abla da yerinden kalkıp montunu giydi.

 

Ben onlara sarılarak tek tek vedalaştım. “Kendinize dikkat edin. Sabah mesaj atarsınız.”

 

Asya beni sıkıca sarıp yanağıma bir öpücük kondurdu. “Sen de Uğur’u sıkı sıkı sarıl ve güzel bir uyku çek, tamam mı?”

 

Gülümsedim. “Tamam.”

 

Adem kapının önünde beklerken son bir kez içeriye göz attı. Yüzünde yine o belirsiz ifade vardı. Sanki bir şey söyleyecekmiş gibi durdu ama sonra vazgeçmiş gibi başını hafifçe salladı.

 

“İyi geceler,” dedi.

 

“İyi geceler,” diye karşılık verdim.

 

Kapı kapandığında, içeride derin bir sessizlik oldu. Birkaç saniye boyunca o sessizliği dinledim. Sonra Uğur’a döndüm.

 

Sedef’in kucağında tamamen uyuyakalmıştı.

 

Beraber uyuyacaktık. Evde fazladan oda vardı ama açmamıştım. Beraber yatabilirdik. Elimde ki parayı da daha fazla harcamak istememiştim. Belki bir işe girdikten sonra uğurda 4-5 yaşına gelirse öyle bir oda açardım.

 

Onu yatağa yatırırken, içime bir huzur doldu. İlk kez ikimize ait bir alanımız olmuştu. İstediğimizi yapabilirdik burada kimse bize laf edemezdi.

 

Bende hemen üstümü değiştirip yanına yattım. Uyanmaması için yanağından hafifçe öpüp sarıldım. Şimdi güzel bir uyku çekebilirdim.

 

***

 

Sabah gözlerimi açtığımda Uğur’un sıcak nefesini yanağımda hissettim. Küçük kolları boynuma dolanmıştı, sanki gece boyunca beni bırakmamıştı. Hafifçe gülümsedim, saçlarını okşayarak yanağına bir öpücük kondurdum. İlk kez gerçekten huzurla uyandığım bir sabah oluyordu.

 

Bir süre yatakta kalıp Uğur’u izledim. Yüzü o kadar sakindi ki... Onun bu kadar huzurlu uyumasına o kadar alışkın değildim ki. Gözlerini aralayıp mahmur bir şekilde bana bakınca gülümsedim.

 

"Bebeğim," diye mırıldandım, yattığı için dağınık olan saçlarını düzelttim. "Günaydın aşkım. Güzel uyudun mu?"

 

Bir kaç mırıltı çıkarıp elini bana uzatınca gülümseyerek kucağıma alıp yanağından sıkıca öptüm.

 

Uğur, uykunun mahmurluğuyla bana iyice sokuldu. Küçük elleri pijamamın yakasını tutarken başını omzuma yasladı. Hafifçe sallanarak onu biraz daha sıkı sardım.

 

"Anne," diye bir mırıltı çıkarmasını bekledim ama yine olmadı. Kalbimde hafif bir sızı hissettim, ama hemen kendimi toparladım. Bunu takıntı hâline getirmemeliydim. Artık bütün ilgimi ona verebilirdim. Burda onunla oynayan bir sürü insan vardı. Bu durum onun yaşıtlarına daha hızlı yetişmesini sağlayacaktır buna emindim.

 

"Biliyor musun?" diye fısıldadım. "Bugün harika bir gün olacak."

 

Uğur'un gözleri yeniden kapanıyordu, ama kollarımı bırakmaya da hiç niyeti yok gibiydi. Hafifçe gülümseyerek başını okşadım. "Biraz daha mı uyumak istiyorsun, aşkım?"

 

Küçük bir esneme sesi çıkardı, sonra yüzünü boynuma gömdü. Gözlerimi kapatıp birkaç saniye daha onu sardım, bu anın tadını çıkardım. İçimde bir yerde, uzun zamandır ilk defa gerçekten güvende hissettiğimi fark ettim.

 

Ama gün başlamıştı. Yavaşça doğrulup Uğur'u da kendimle birlikte nazikçe kaldırdım. "Hadi bakalım, kahvaltı zamanı!"

Uğur hâlâ uykulu gözlerle bana bakıyordu ama kucağımdan inmeye pek niyetli değildi. Hafifçe kıkırdayarak onu biraz daha sıktım.

 

"Kahvaltıda ne istersin, küçük bey?" diye sordum, burnunu öperek.

 

O her zamanki gibi cevap vermedi, ama başını omzuma koyup parmağıyla hafifçe sırtıma dokundu. Gözlerini kırpıştırıp etrafına bakınca, onun yerine cevap verdim: "Tamam, anladım. Sürpriz yapıyorum!"

 

Onu kucağımda tutarak mutfağa doğru ilerledim. Kesinlikle bir yürüteç almalıydım etrafta hızlı hızlı koşturduğunu düşününce bile içim ısınıyordu.

 

Mutfağa girerken Uğur hâlâ uyanmaya çalışıyordu. Onu sandalyeye oturttum ve önüne küçük bir oyuncak koydum. Henüz kahvaltı için pek iştahlı görünmüyordu ama birazdan açılırdı.

 

Dolabı açıp sütü çıkardım, ekmekleri dilimledim ve peyniri tabaklara koymaya başladım. Arada Uğur’a bakıyordum; oyuncak arabasını elinde tutuyor ama pek de hareket ettirmiyordu. Gözleri hâlâ mahmurdu.

 

"Biliyor musun, Uğur?" dedim, ona dönerek. "Bugün dışarı çıkabiliriz. Havanın nasıl olduğuna bakmadım ama yürüyüş yapabiliriz, ne dersin?"

 

Uyku mahmuru olmasına rağmen bana hafif bir gülümsemeyle baktı.

 

Kocaman gülümseyip "belki de parka gitmeliyiz."Dedim.

 

Hazırladığım şeyleri masaya koyup bir sandalyeye oturdum. Uğurda yavaş yavaş kendine gelmeye başlamıştı.

 

Beraber oyun oynaya oynaya yemeğimizi yedik. Sonra onu içeri götürüp halının üstüne bırakarak televizyonu açtım.

 

Mutfağa dönüp masayı topladıktan sonra içeri gidip uğurun yanına oturdum.

 

Uğur hâlâ oyuncaklarıyla oynarken, ben de yanına kıvrıldım. Televizyonda bir çocuk programı açıktı ama o pek ilgilenmiyor gibiydi. Arada bir elindeki oyuncağı bana uzatıp bir şeyler mırıldanıyordu. Onun bu anlarını izlemek içimi sıcacık yapıyordu.

 

"Ne yapalım bugün, bakalım?" diye sordum, saçlarını karıştırarak.

 

Elindeki arabayı sallayıp bana doğru uzattı.

 

"Arabalarla oynamak mı istiyorsun?"

 

Bir şey söylemedi ama arabayı kucağıma koydu. Gülümseyerek aldım ve onunla beraber arabaları sürmeye başladım. Küçük elleriyle yaptığı taklit seslerini dinlerken gülüyordum.

 

Saat ilerledikçe Uğur’un enerjisi yerine gelmeye başlamıştı. Oyun oynarken kahkahalar atıyor, bazen bana sarılıp kendini yere bırakıyordu. Birkaç saat önce hâlâ uykulu ve mahmur olan çocuğun yerine şimdi neşeyle oyun oynayan bir Uğur vardı.

 

Bir süre oyun oynadıktan sonra Uğur’un karnının tekrar acıkmaya başladığını fark ettim. Küçük elleriyle pijamamı çekiştirip mırıldanınca gülümseyerek onu kucağıma aldım.

 

"Demek ki mama zamanı geldi, küçük bey!" dedim neşeyle.

 

Önce biraz emzirip. mutfağa götürdüm küçük bir meyve tabağı hazırladım. Muzları dilimleyip birkaç bisküviyle birlikte önüne koydum. Uğur, önce biraz kararsız baktı, sonra ufak elleriyle bisküvileri kavrayıp ağzına götürdü.

 

"Birazdan dışarı çıkalım mı?" diye sordum. "Parka gideriz, ne dersin?"

 

Gözlerini bana dikti, bisküvisini çiğnerken kafasını yana eğdi. Sonra birden kıkırdayıp ellerini çırptı.

 

"Bunu ‘evet’ olarak alıyorum!" dedim, keyifle saçlarını karıştırarak.

 

Atıştırmalığını bitirene kadar bekledim, ardından üzerini değiştirmek için odasına götürdüm. Ona rahat bir kıyafet giydirdikten sonra kendim de hızlıca hazırlandım. Son olarak çantasına bir su şişesi ve yedek kıyafet koydum.

 

"Hazır mıyız, küçük bey?" dedim, kapıyı açarken.

 

Uğur, kıkırdayarak ellerini uzattı. Kucağıma alıp dışarı adım attığımda, güneşin tenime değmesiyle içimi sıcacık bir his kapladı. Bugün güzel bir gündü.

 

Uğur’u kucağıma alarak parka doğru yürüdüm. Hafif esen rüzgar saçlarımı savururken, kollarımdaki minik bedenin sıcaklığı içimi huzurla doldurdu. Uğur, meraklı gözlerle etrafa bakınıyor, parktan gelen çocuk seslerine dikkat kesiliyordu.

 

Parka vardığımızda, onu nazikçe bir banka oturtup çantasından suyunu çıkardım. Küçük şişeyi eline tutuşturduğumda, iki eliyle kavrayıp yavaşça içmeye başladı.

 

“Bebeğim, biraz salıncağa binmek ister misin?” diye sordum, yüzüne bakarak.

 

Gözlerini bana çevirdi, hafifçe kıkırdadı. Küçük ellerini uzatınca hemen kucağıma aldım ve salıncağa götürdüm. Onu dikkatlice oturtup iki yanından tuttum.

 

“Hazır mısın?” dedim heyecanla.

 

Uğur, ellerini hafifçe sallayıp yüzüme baktı. Gözlerindeki mutluluğu görmek her şeye bedeldi. Yavaşça sallamaya başladım, ayaklarını havada sallayışını izledikçe içim sıcacık oldu.

 

"Çok eğlenceli, değil mi aşkım?" dedim neşeyle.

 

Uğur, bana bakıp gülümsedi. Bir kaç kelime duymayı o kadar çok isterdim ki… Ama biliyordum, bir gün o da olacaktı. Şimdilik onun keyif aldığını görmek bile yeterliydi.

 

Bir süre daha salıncakta vakit geçirdikten sonra onu kucağıma alıp kaydırağa götürdüm. Küçük bir çocuk gibi onunla birlikte kayıp, kahkahalar attım. Parkın içinde, sanki dünyada sadece ikimiz vardık.

 

Uğur’un keyif aldığı her anı zihnime kazıdım. Bu mutluluğu ona her gün yaşatmak istiyordum. Artık bu imkanımda vardı.

 

Eve gitmeye karar verdiğimizde, sabahın huzuru biraz dağılmış gibiydi. Uğur hâlâ kucağımda, ellerini yavaşça oynatarak bakıyordu. O kadar neşeliydi ki, dışarıda her şeyin normal olduğunu düşünüyordum. Ama eve yaklaştıkça içimde bir şeylerin ters gittiğini hissetmeye başladım. Bir huzursuzluk var gibiydi.

 

Kapıya geldiğimizde, birinin kapıyı çaldığını fark ettim. İlk başta kim olduğunu anlayamadım ama yaklaştıkça yabancı bir adam olduğunu fark ettim. İrkildim. İçimden bir şey bana bunun iyi bir şey olmadığını söylüyordu.

 

“Buyurun?” dedim, yavaşça adımlarımı yavaşlayarak. Hemen Uğur’u kollarımda biraz daha sıktım, ama o hâlâ mutlu ve meraklıydı. Gözleri yabancı adama kayarken, ben geriye çekildim.

 

Adam, beni fark edip elinde ki zarfı uzattı. “Lale dursun?” diye sordu, sesinde soğuk bir ton vardı.

 

Bütün vücudum gerildi. "Evet?" diye cevap verdim, o kadar yavaş ve zorladım ki kelimeleri çıkartırken. Zarfı alırken bile bir gariplik vardı içimde. Elim titredi ama zarfı aldım.

 

“Mahkemeden resmi evrakınız var. Tebligat,” dedi adam, bana zarfı uzatarak.

 

Yüreğim ağzıma geldi. Gözlerim hızla zarfı inceledi. Bir yanda Uğur’un mutlu bakışları, bir yanda bu kâğıt parçası. İçimi tarifsiz bir korku kapladı. Mahkeme. Hemen düşündüm. Beni kim şikayet edebilirdi ki. Kimseye bir şey yapmamıştım.

Kafamda hızla çarklar dönmeye başladı. Uğur’a sarıldım, bir an olsun bırakmak istemedim. Ama kendimi toparladım, adamın imzalamam için uzattığı belgeyi imzalayıp teşekkür ettim.

 

Adam gözlerini bana bir kez daha dikip, başını sallayarak uzaklaştı. Zarfı elimde sıkarak evin kapısını açtım. Derin bir nefes aldım ama hâlâ sakinleşemedim.

 

Kapının önünde başka bir dünyaya adım atmış gibi hissettim. Hızla içeriye girdim, Uğur’u salona götürmek üzere adım attım. Üzerindeki montu çıkarıp yere bıraktım. Etrafına oyuncakları koyup ses olsun diye televizyonu açtım.

 

Hızla mutfağa gidip derin bir nefes aldım. Boğazım düğüm düğümdü. Titreyen ellerimle zarfı açtım. gözlerim bir noktaya takıldı.

 

Murat beni mahkemeye vermişti. Üç adamın onu dövdüğünü iddia ediyordu. Ve bunu da benim yaptırdığım yazıyordu.

 

Onu dövdürmekle suçlanıyordum.

 

Benim huzurunda ancak bu kadar olurdu.

***

Selammm

Nasılsınız?

Bölüm nasıldı?

Bu arada yorumlar için çokk teşekkür ediyorum. 😘😘😘

Muhabbet olsun nerelisiniz? (Ben malatyalıyım)

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 09.03.2025 21:23 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...