8. Bölüm

Kırık sabır

Büşra Sıla Duman
busra_sila

Sabah, her zamanki gibi alarmın çalmasıyla uyandım. Kimse uyanmasın diye alarmı hızla kapattım. Daha güneş bile doğmamıştı ama ben çoktan ayakta olmak zorundaydım. Yatağın kenarında birkaç saniye oturup derin bir nefes aldım. Yatağın diğer tarafına dönerek oğluma baktım. Minicik bedeni battaniyenin altına büzülmüş uyuyordu. Eğilerek başını okşadım, alnından öptüm. Onu bırakarak işe gitmek o kadar zor geliyordu ki.

 

Kısa bir süre sonra uğuru izlemeyi bırakıp yataktan Kalkarak üstümü giydim. Uğur'un yanına giderek üzerini örttüm, alnından hafifçe öperken uyandırmamaya dikkat ediyordum. Uyanırsa başında bekleyecek kimse yoktu.

Odada çıkarak kapının kenarındaki vestiyerden montumu alıp giydim. Kahvaltı etmeye vaktim olmuyordu. Genellikle fabrikada öğlen yemeği yiyordum sadece. Küçük çantamıda omzuma asıp evden çıktım.

Sokakta birkaç kişi daha ağır adımlarla işlerine doğru yürüyordu. Sabah ayazı yüzümü keserken ellerimi montumun cebine soktum.

Paketmele fabrikasında çalışmak beni biraz yorsada abimin aracılığıyla girdiğim için haksızlığa boyun eğmek zorunda kalıyordum. Şuan çalıştığım bölümde ki ustamız hasan abi abimin tanıdığıydı. İlk başta bana pek bulaşmadan da bu aralar hareketleri aşırı rahatsız ediyordu beni.

 

Fabrikaya vardığımda içerideki ağır yağ kokusu hemen genzimi doldurdu. Çalışan kadınlar gelmiş muhabbet ediyorlardı. Herkesin yüzünde aynı yorgun ifade vardı. Ayıp olmasın diye başımla selam verip "günaydın" dedim ama aldığım tek cevap yarım ağız bir kaç mırıltıydı. Tabi bu durum işime gelsede ister istemez yanlarından uzaklaştığım Kadınların fısıltılarına kulak kabarttım.

 

"Şunun haline bak, kocası da yok, tek başına çabalıyor," dedi biri.

"Bu işler böyle, yalnız kadın olunca herkes bir şey söylüyor," diye ekledi bir başkası.

 

Sanki bana hak verir gibi konuşsalarda alttan alta laf attıklarının farkındaydım. İçimi sıkı bir düğüm gibi kaplayan sıkıntıyı bir kenara itmeye çalıştım. İşe odaklanmalıydım, başka seçeneğim yoktu.

***

Poşetlenmiş penyeleri kolinin içine koyarak kapaklarını kapattım. Kolinin ağzını yamuk paketleyince Hasan Usta, diğer adıyla fabrikanın asık suratlı ustabaşısı, yanıma yaklaştı.

 

"Lale, şu kolileri düzgün paketle," dedi önce, sesi diğer işçilerin duymasını sağlayacak kadar yüksekti. Sonra alçak sesle, "Hadi, gel bi kahve ısmarlayayım da sohbet edelim," diyerek pis bir sırıtışla elini sırtıma koymaya çalıştı.

 

donup kaldım. Gözlerim istemsizce etrafa kaydı. Kadınlar olan biteni izliyordu, ama kimse müdahale etmiyordu. Bazıları utanmış gibi yere bakıyordu, bazılarıysa kendi işine devam ediyordu. Bir an için her şey durdu sanki. Derin bir nefes alıp, kendimi hızla geri çekip Hasan Usta’nın elinden kurtuldum.

 

"İşim var benim, hasan ABİ," dedim soğuk bir sesle, abiye vurgu yaparak.

Hasan Usta’nın yüzü kızardı, ama bir şey demedi. Arkasını dönüp uzaklaşırken, kadınların bakışlarını üzerimde hissediyordum. Dedikoduların artacağını emindim. Stresle yüzümü sıvazlayıp derin bir nefes aldım yaşayamadığım bir bu kalmıştı inşallah ima mı anlayıp yaklaşmazdı. Dedikoduların abimin kullağına giderse hayatta bana inanmazdı. Sabrımın sonlarına geliyordum artık.

Fabrikada yankılanan zil sesiyle elimdekileri bırakıp soyunma odasına yöneldim. Biraz dinlenmem gerekiyordu .

 

Soyunma odasına girdiğimde sessizlik hâkimdi. Kadınların bir kısmı kantine gitmiş, diğerleri kendi köşelerinde oturuyorlardı. Ben de eşyalarımın olduğu dolabın yanına gidip çantamdan getirdiğim küçük su şişesini çıkardım. Midem kazınıyordu ama canım yemek yemek istemiyordu. Hasan usta zaten azıcık olan enerjimide alıp götürmüştü. Sadece biraz dinlenmeye ihtiyacım vardı.

 

Gözlerim karşımdaki aynaya takıldı. Yorgunluk yüzümde iz bırakmıştı. Kendimi tanıyamaz hale geldiğim anlar oluyordu. Eskiden daha canlı, daha neşeliydim. Şimdi ise sorumluluklarım ve hayatın ağırlığı beni daha farklı birine dönüştürmüştü. Yine de Uğur’un hayali aklımdaydı. Onun için her şeye katlanabilirdim.

 

İçeriye birkaç kadın daha girdi. Yan gözle beni süzüp fısıldaşmaya başladılar. Her söylediklerini duyamasam da ara ara "Hasan Usta", "dul tabi" gibi kelimeler kulağıma çalınıyordu. Canımı sıkmamaya çalıştım ama içimde bir yer sızladı. Bu kadar mücadele ederken insanların yargılarından kaçamamak bazen insana pes ettiriyordu. İnsanlara karşı çıkıp cevap versem arkamda duracak bir Allah'ın kulu, bir aile ferdim bile yoktu. Aynadan Yüzümdeki buruk gülümsemeye baktım. Resmen yaptığım hatalar yüzüme bir bir çarpıyordu.

 

"Gördünüz mü nasıl gülüyor? Hoşuna gidiyor tabi. Erken yaşta evlenmesinden belliydi zaten böyle şeylere meraklı olduğu. Birde bir yaşında oğlu varmış." Duyduğum sözlerle dişlerimi sıkıp derin bir nefes aldım. Sabır diliye diliye Sabır taşı olacaktım az kalmıştı.

 

Bir süre sonra zil tekrar çaldı. Çalışma saatinin başladığını haber veren bu ses hepimizi hareketlendirdi. Yerimden kalkıp diğer kadınlardan daha hızlı yürüyerek tezgahıma doğru ilerledim. İçimden kendime sürekli aynı şeyi tekrarlıyordum: "Biraz daha dayan, Uğur için dayan."

 

Tezgahıma geri döndüğümde işlere koyuldum. Çalışırken Hasan Usta ile göz göze gelmemeye ne kadar özen göstersem de. Ne var ki, onun sürekli beni izlediğini hissediyordum. Derin nefesler alarak dikkatim dağılmasın diye kendimi işime daha çok verdim.

Gün bitmek bilmedi. Belim ağrıyordu ama aklımda hep eve dönmek vardı. Uğur’un yüzünü görmek, onu kucaklamak beni biraz olsun rahatlatacaktı. Abimlerin geleceğini hatırlayınca omuzlarımın düşmesine engel olamadım. Mesai saati bittiğinde montumu ve çantamı kaptığım gibi fabrikadan çıktım. Yine yüzümü kesen soğuk hava ile burun buruna geldim. Hızlı adımlarla eve doğru yürüdüm.

O kadar yorgun ve mutsuzdum ki ne abimin ters bakışlarını nede yengemin imalarını kaldıracak halim vardı. Gidip oğlumu doya doya sevesim vardı. Bugün Abimler geldi diye çikolata da götüremeyecektim. Laf edeceklerdi Biliyordum.

 

Düşüncelerimin arasından cebimdeki telefonumun titremesine sıyrıldım. Çıkarıp, ekrana baktım; abim arıyordu. İçimde istemsiz bir sıkıntı yükseldi. Nefes alıp sakinleşmeye çalışarak açtım telefonu.

 

"Alo, lale neredesin? saat kaç oldu, hâlâ evde yoksun," dedi sert bir sesle.

 

"İşim bitti, yoldayım abi. Az kaldı," dedim. Sesim sakin olmaya çalışsa da içimdeki huzursuzluk dışarı taşmak üzereydi.

"Acele et. Sofra hazırlanmaya başladı." Diyerek yüzüme kapattı. Telefonu kapatıp, kendimden uzaklaştırarak bir kaç saniye ekrana baktım.

Kesin yengem aratmıştı. Eve geldiğimden beri anneme yardım etmeyip benden hizmet bekliyordu.

Tabiki iş yapmak zorunda değildi ama murat yüzünden bu kadar üstüme geldiğinin farkındaydım. Muratı terk etmem çok koymuştu ona, yediremiyordu kendine. Açığımı arıyordu ve bunu da açık açık yapıyordu. Abimde adam olamayıp adam gibi takılanlardan olduğu için karısına sesini çıkarmıyordu.

Eve vardığımda uğurun ağlamasını duyunca anahtarla açarak hızla ayakkabımı çıkarmaya başladım. Ayakkabımı çıkarmamla Kapıyı hızla iterek içeri girdim. Çantamı vestiyere fırlattım. Uğur’un ağlama sesi o kadar güçlüydü ki kalbim yerinden fırlayacak gibi oldu. Sesin geldiği odaya koştum ses kaldığımız odadan geliyordu. İçeri girdiğimde sedefi yatakta oturmuş telefonuyla ilgilenirken gördüm. Uğur’da emirle yerde oyuncakların arasındaydı. Sanki etini koparıyorlarmış gibi ağlıyordu. Uğur’un yanına gidip kucağıma aldım. Uğur, küçük elleriyle yüzüme dokunarak sakinleşmeye çalışıyordu. Emir'in odadan çıkmasıyla kaşlarımı çatarak arkasından baktım. Ne olmuştu da bu kadar hızlı odadan çıkmıştı. Sedefe dönüp "sedef burada ne oldu? Uğur niye ağlıyor?"Hiçbir şey olmamış gibi umursamaz bir şekilde kafasını bile kaldırmadan konuştu. "Oyuncağı paylaşamadılar hala. Uğur, emire oyuncaklarını vermedi?" Kaşlarımı şaşkınlıkla havaya kalkarken bakışlarımı kafasını omzuma koyup ağlaması hafifleyen oğluma baktım.

Uğur böyle bir şey yapmazdı ki. Uyumlu bir çocuktu benim oğlum. Oyuncaklarını Yasemin ve canla çok güzel bir şekilde paylaşıyordu.

Tam sedefe emin olup olmadığını soracakken emir ve yengem odaya girdi. Suratıma bile bakmadan

" Hangi oyuncak oğlum?" diye sorarak oyuncaklara yönelen yengeme baktım.

Emir kırmızı traktörü gösterip"bu anne" dedi. Yengem emirin sözleriyle oyuncağı alarak ona verdi. "Al bakalım. Üzülme sen istediğini al." Sözleriyle kaşlarımı çatışmasına mani olamadım.

"Ne yapıyorsun yenge sen?" Emirin elindeki oyuncağa bakarak devam ettim. "O uğurun en sevdiği oyuncak."

Yengem kaşlarını kaldırarak bana baktı. Umursamaz bir tavırla konuşmaya başladı:

"Ne var bunda? Emir de çocuk sonuçta. Hem oyuncak dediğin şey paylaşmak içindir. Bu kadar büyütmenin anlamı yok."

Sesi o kadar kendinden emindi ki sanki ben abartıyormuşum gibi hissettirmeye çalışıyordu. Ama gözüm, elindeki traktörü sıkıca tutan Emir’de ve ağlamaktan yorgun düşmüş, gözlerini ovuşturan Uğur’da takılı kalmıştı.

"Yenge, paylaşmak karşılıklı olur," dedim, sesimdeki öfkeyi bastırmaya çalışarak. "Uğur kendi oyuncağını severek paylaşır ama zorla elinden alınması... Bu doğru değil."

Yengem yüzünü buruşturdu, sanki söylediklerim saçmaymış gibi. Emir'in yanına eğilip elini saçlarına sürdü.

"Sen üzülme oğlum, bu evde herkes sana bakar. Oyuncak falan dert etme," dedi tatlı bir sesle. Ama bu sözlerin asıl hedefi bendim, bunu çok iyi biliyordum.

Bu sırada annem kapıdan içeri girdi. Yüzünde her zamanki asık ifade vardı. "Ne oluyor burada?" diye sordu, sesinde bir otorite tonu vardı. Uğur’un ağlaması ve bizim tartışmamız, onu rahatsız etmiş gibi görünüyordu. İçimdeki öfkeyi bir nebze bastırmaya çalışarak derin bir nefes aldım. Olan biteni bir çırpıda açıklamaya karar verdim.

"Hiçbir şey anne," dedim, oğlumu daha sıkı kucaklayarak. "Sadece yengem Uğur’un en sevdiği oyuncağını Emir’e verdi elinde ben de bunun doğru olmadığını söyledim."

Annem gözlerini kısarak önce bana, sonra yengeme baktı. Yengem hemen savunmaya geçti.

"Anne, sen bir şey demeden söyleyeyim, ortada abartılacak bir şey yok. Çocuk bunlar, oyuncak yüzünden tartışıyorlar işte. Lale de gereksiz büyütüyor. Hep bu hassasiyeti yüzünden oğlunu böyle şımartıyor. Bir sürü oyuncak var burada. halası değilmi yeğenini bir tanesini hediye etsin. Ne kadar cimrisin lale." Sinirle bir nefes alıp " Ne alakası var yenge. O uğurun en sevdiği oyuncak. Başka istiyorsa alsın ona lafım yok." Diyerek emire baktım. Emir kucağında ki traktöre sıkıca sarılıp " bunu istiyorum ben" dedi. Bir yandan da ayağını yere vuruyordu.

 

Annem, yengem ve Emir'in bakışları üzerimdeyken derin bir nefes aldım. Annemin taraflı tutumu, yengemin alaycı bakışları... İçimdeki öfkeyi bastırmaya çalışıyordum. Uğur’un kucağımda sakinleşmiş yüzüne baktım. Küçücük bir çocuktu, hakkını savunacak durumda değildi. Ama şu an bu tartışmayı devam ettirmenin de hiçbir anlamı yoktu. Ne söylesem yine beni suçlayacaklardı.

Sesimi titretmemeye çalışarak konuştum:

"Tamam, oyuncağı Emir alsın. Ama bir dahakine lütfen Uğur’un da hislerini göz ardı etmeyin."

Bu sözlerim hem anneme hem yengeme yönelikti. Sanki sorunu çözmek için değil, onları biraz olsun utandırmak için söylemiştim. Ama yengem bunu hiç umursamadı. Oyuncağı Emir’e geri verdi ve tatlı bir sesle,

"Al oğlum, hadi sen oyna. Kimse seni üzemez," dedi.

Emir sevinçle traktörü eline alıp diğer odaya koşarken yengem ve yengem durumu büyük bir zafer kazanmış gibi izliyordu. Yengem alaycı bir şekilde,

"Bak, işte böyle uzatmadan çözebilirdin," demesi içimdeki öfkeyi daha da büyüttü. Ama cevap vermedim.

"Amacın ne senin lale. Hep bir kavga, hep bir huzursuzluk." Annem sessizliğimi yanlış anlamış olacak ki sinirlerimi bozmaya devam ediyordu.

Yengem alaycı sesiyle annemde ki bakışlarımı yengeme diktim.

"Ah anne, bırak uğraşmayı. Lale her zamanki gibi kendini mağdur gösteriyor. Hep bir drama, hep bir sorun. Yazık sana da."

İmasını anlamamla Sözleri kalbime bir bıçak gibi saplandı. Derin bir nefes aldım, gözlerimi devirerek sabır diledim.im Kendimi savunmak için bile kelimeler bulamıyordum. Uğur, başını omzuma yaslamış, sanki her şeyi anlamış gibi sessizce duruyordu. Galiba hayatımda ki en anlayışlı kişi bu küçük adamdı.

"Allah'ım sen bana sabır ver. Hadi bu konuyu daha fazla uzatmayın. Babanlar yemeği bekliyor sofrayı kurmaya başlayın."annemin net ve itiraz istemeyen ses tonuyla uğurla birlikte mutfağa doğru ilerledim. Gözümün önünde kalsa iyi olurdu.

***

Elimdeki ki kaşıkla içini ekmek doldurduğum mercimek çorbasını karıştırıp uğurun ağzına götürdüm.

Onun ağzında ki lokmasını bitirmesini beklerken bende bir kaşık pilav yedim.

Sofradı sessizlik o kadar huzur vericiydi ki içimden bozulmasın diye dua ediyordum.

Tabi bu aralar ettiğim duaların pek gerçekleştiğini söyleyemeyeceğim.

"Lale işte bir sıkıntı yok değil mi?" Uğura bir kaşık çorba verdikten sonra önünde ki yemekle ilgilenen abime döndüm.

Yüzüme bakmaya bile tenezzül etmiyordu. Tedirginlikle önümde ki yemeye döndüm hasan ustanın beni rahatsız ettiğini söylesem inanmaz olay çıkarırdı. Benim sorun çıkarıp çıkarmadığı mı soruyordu zaten. " Yok abi, bir sıkıntım yok. Kimseyle konuşmuyorum zaten. İşten eve evden işe. Öğle arasında da kimseyle konuşmuyorum." Diyerek gözlerimi çevirip abime baktım.

Gözlerini yemekten kaldırıp bana bakmıştı. " inşAllah öyledir Lale. Ben hasandan haberlerini alıyorum." Elimi Yüzüme götürüp gülüşümü görmesini engellemeye çalıştım. Haber kaynağı o kadar güvenilir ve adam gibi adamdı ki yani anlatamam. Birde akıllıyım diye geziniyordu. Artık ağlayacak halime gülmeye başlamıştım.

"Tamam abi teşekkür ederim." Diyerek geliştirdim.

Zaten bunlar son sözlerimizdi. Aynı sessizliğimize dönmüş ve yemeklerimizle ilgilenmeye devam etmiştik.

***

Elimde ki çayı sehpaya koyup yerde oyun oynayan uğuru kucağıma aldım. Yanağından öpüp ikili koltuğa oturdum.

 

Babaların açtığı maç özetine dikkatimi verdim. Bir yandan da kollarımda ki uğuru yavaşça sallıyordum. Gözlerinden uyku aksada açık tutmaya çalışıp yüzümü izliyordu. Bir anda yüzünde oluşan kocaman gülümsemesiyle dayanamayarak boynundan öptüm. Küçük adamım benim ona olduğum kadar bana hayrandı Galiba.

"Halacımmm" oturduğumuz koltuğa zıplayan sedefle sıçrayan oğlumu daha sıkı sardım. "Sedef öyle zıplanırmı koltuğa? Uğur korktu." Yanağımdan öpüp kaçamak bakışlarla annesine baktı.

"Özür dilerim halacım. Fark etmedim uyuduğunu. Hem sen onu boşver ben senden bir şey isteyecektim."

Merakla biraz daha sedefe doğru döndüm. Normalde benden bir şey istemezdi. Kimse duymasın diye sessizce konuşuyordu. Normal bir şey isteyeceğini tahmin etmiyordum ve bu beni sıkıntıya soktu.

"Ne isteyeceksin bakalım."

"Halacım babam şimdi bana harçlık verdi ama erken bitti. İstemeye de çekiniyorum dedemden istesem babama söyler. Annemden istesem kızar bana biraz para veremez misin?" Duyduğum sözlerle küçük bir gülümsemeyle sedefe baktım. Daha zor bir şey ister diye düşünmüştüm. Bu yapamayacağım bir şey değildi sonuçta.

" tabiki veririm aşkım. Çantam vestiyerde kalktığım zaman veririm 200 yeter değil mi?" Dudağını büzerek bana baktı. "Yeter de, halacım şimdi versen babam görmeden." Annemlere baktım. Yengem arada bize baksada kendi aralarında konuşuyorlardı. Tamam ben şimdi kalkmayayım Uğur huysuzlaşmasın zaten uykuya dalıyorum. Sen git al cüzdanımdan." Yanağımdan öpüp " bir tanesin sen yaaa" Diyerek hızla odadan çıktı.

Arkasından gülüp annemlerin sohbetini dinlemeye devam ettim.

***

"Arayı çok açmayın tamam mı? Emirimi özlüyorum ben" annem emirin yanaklarını öpüp doğruldu. Yengem ayakkabılarını giyip doğruluken anneme doğru eğildi. Yanaklarından öperken "Tabi annecim sen iste yeter ki" Gözlerimi devirip vedalaşmalarının bitmesini bekledim. Bu kadar iyi anlaşmaları gözlerimi yaşartıyordu. Benim boşanıp baba evine dönmemi bekliyorlardı iyi anlaşmak için Galiba.

"Lale sözlerimi unutma. Kendine mukayyet ol" Kafamı kaldırıp kapının önünde ki abime baktım. "Tamam abi" Diyerek kestirip attım.

Kapayı kapatınca hemen Arkamı dönüp kaldığımız odaya doğru yürümeye başladım. "Anne ben yatmaya gidiyorum. Allah rahatlık versin." Diyerek odaya girdim.

Üstümü değiştirtim. uğurun kenardaki pijamalarını alıp yatakta uyuyan Uğura ilerledim boynuna kokulu bir öpücük bırakıp penyesini ve taytını çıkardım. Pijamayı giydirdikten sonrahafif doğrultup penyesini giydirecekken kolunda gördüğüm morlukla hızla odadan çıkıp salonda oturan anneme ilerledim. "Anne uğurun kolunda ki morluk ne?" Annem örgüden kafasını kaldırıp bana baktı. " Ne morluğu Lale?" Diyerek sordu.

" kolu morarmış anne. Resmen çürümüş nasıl oldu bu?" Kaşlarını çatıp bana baktı "nerden bileyim Lale? Çocuk sonuçta bazen oturduğu yerde kendini tutamayıp düşüyor o zaman olmuştur."

Uğur otururken düşüyordu. Mantıklıydı ama ana yüreği işte görünce evham yapmıştım. Derin bir nefes alarak "tamam o zaman. Otururken yanına yastık koy olurmu anne ? Çok kötü olmuş."

"Tamam Lale koyarım hadi gitte dizimi izleyeyim."

" İyi geceler o zaman " Diyerek odaya geçtim. Morluğun üstünden öpüp penyesini giydirdim.

Örtünün altına girip yarının güzel geçmesini dileyerek gözlerimi kapadım.

***

Merhabalar

Nasılsınız arkadaşlar?

Bölüm nasıl olmuş?

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 17.12.2024 21:59 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...