

Uğur, elindeki minik çatalıyla peynire uzanmaya çalışıyor, Adem ise onun bu hallerine gülümsüyordu. İçimde uzun zamandır hissetmediğim, sakin bir huzur vardı.
Uğur çatalıyla peyniri yakalayınca
Adem bana dönüp gülümsedi. “Gördün mü nasıl yakaladı? Çok akıllı bir çocuk bu.” diyerek geri uğura döndü. Onun bu heyecanlı haline kocaman bir kahkaha attım. İlkokul çocuğu anneleri gibi yaptığı her hareketi tebrik edip alkışlıyordu. Her her başarısında da ödül olarak kocaman öpüyordu.
Tam cevap verecekken, masada ki telefonundan gelen titreşimle ikimiz de irkildik. Elini telefonunu uzattıp ekrana baktı. Ekranda beliren isme baktığında yüzündeki tebessüm yavaşça silindi. Kaşları hafifçe çatıldı.
"Alo... Evet, Ne oldu yine?... Bensiz bir iş yapamıyor musunuz siz orada?... Tamam, anladım... Geliyorum... Bir saate oradayım."
Konuşması kısa ve gergindi. Telefonu kapatıp masaya bıraktığında, ortamdaki neşe bir anda kaybolmuştu. Uğur bile ademin değişen ruh halini hissetmiş gibi, elindeki simidi bırakıp Adem’e baktı.
“Bir şey mi oldu?” diye sordum, sesim düşük ama meraklıydı.
“çırak aradı, acil bir araba gelmiş,” dedi Adem, sesi o sabahki sıcaklığından uzaktı. Gözleri bana değdiğinde kısa bir an duraksadı. "Hemen tamir edilmesi gerekiyormuş. Yapamamışlar Mecbur gitmem lazım."
Adem ayağa kalkarken bana dönüp, “Sizi eve bırakayım. Sonra geçerim dükkâna,” dedi.
“Olur,” dedim. Zaten başka bir şey diyemezdim. Demeye yüzüm yoktu.
Adem, Uğur’un ağzını peçeteyle sildi, küçük elini tuttu. “Hadi aslanım, annenle seni evine bırakalım. Sonra ben işe kaçayım.”
Ben de peşinden kalkarken Uğur’u mama sandalyesinden çıkardım. Adem, Uğur’u kucağına alıp yanağına küçük bir öpücük kondurdu. "Uğur Bey, uslu durun annenizin yanında," diye mırıldandı. Sonra bana döndü, gözlerinde hala o sabahki şefkat vardı. "Sizi eve bırakıp dükkana geçeceğim. işim bitince ararım."
Lokantadan çıktığımızda öğle güneşinin sıcaklığı yüzümüze çarptı. Adem arabaya doğru yürürken sessizce elimi tuttu. Avucunun sıcaklığı içimdeki huzursuzluğu bir nebze olsun yatıştırdı. Elimi bırakmak ister gibi hareketlendiğinde, izin vermeden daha sıkı tuttum.
Yüzüne baktım. Önce şaşırdı, sonra dudaklarının kenarında durduramadığı o tanıdık gülümseme belirdi. Başını eğip alnıma hızlıca bir öpücük kondurdu.
Onun bu çocukça heyecanı hem içimi kıpır kıpır yaptı hem de beni gülümsetti.
“Böyle yaparsan gidemeyeceğim haberin olsun,” dedi göz kırparak.
Gülümseyip başımı hafifçe yana eğdim. “Zaten çok da hevesli değilsin gibi.”
“Hiç değilim,” dedi, sesi yumuşak ve kararlıydı. “Ama mecburum.”
Başımı öne eğip iç çektim. “O zaman seni fazla tutmayalım…”
Arabaya vardığımızda Adem kapıyı açtı. Uğur’u dikkatlice arka koltuğa yerleştirdi. Kemerini taktığında, oğlumun yanağını hafifçe okşadı. Ben de ön koltuğa oturdum. Adem direksiyona geçti, motoru çalıştırdı ve hızla yola koyulduk.
Yol boyunca kimse konuşmadı. Arabanın içini sessizlik doldurmuştu ama bu, sabah kahvaltısındaki huzurlu sessizlikten farklıydı. Adem’in yüzü gergindi; aklı belli ki çoktan dükkândaki acil işe gitmişti. Gözleri her ne kadar yola baksa da, zihni başka bir yerdeydi.
Arka koltukta Uğur, başını yana yatırmış, hafifçe uyukluyordu. Minik dudakları aralanmış, kirpikleri titriyordu. Ben camdan dışarı bakıyordum. Caddeler akıyor, insanlar geçiyor, ama benim içimde zaman ağır ağır ilerliyordu. Sabah hissettiğim o sıcaklık, yerini ince bir boşluğa bırakmıştı.
Kısa bir süre sonra evin önüne geldik. Adem arabayı dikkatle park etti. Arabadan inmeden önce arka koltuğa dönüp Uğur’a baktım. Hâlâ uyukluyordu. Sessizce kemerini çözüp onu kucağıma aldım.
“Dikkatli ol,” dedi Adem, sesi yumuşaktı ama gözleri endişeliydi.
Başımı salladım. “Sen de,” dedim kısaca.
Adem, bir an daha bekledi. Sanki bir şey söyleyecek gibiydi ama sonra vazgeçti. Derin bir nefes alıp direksiyona döndü. Kapıyı kapattığında motorun sesi bir kez daha duyuldu. Araba uzaklaşırken onu izledim. Uğur’un sıcaklığı kucağımda, omuzlarıma çöken tanıdık bir ağırlıkla kapının önünde bir süre durdum.
Eve doğru yürürken sabahki kahkaha sesleri zihnimde çınladı. Ne kadar çabuk geçiyordu her şey. Ne kadar çabuk değişiyordu.
Anahtarı çantamdan bulmak bir ömür sürdü sanki. Nihayet kapıyı açıp içeri girdik. Sessizlik, evin içini sarıp sarmaladı. Uğur’u kanepeye yatırdım. Üzerini örttüm. Küçük nefesleri, evin sessizliğini kesen tek sesti.
Sabahki kahvaltının neşesi, Adem'in gidişiyle birlikte uçup gitmişti.
İçimde tarifsiz bir sıkıntı vardı. Düşünceler zihnimi kemirirken, bir yandan da Adem'in elini tuttuğum anı düşündüm. O an hissettiğim güven... Bu kadar çabuk nasıl yok olabilirdi?
Kafamı dağıtmak için mutfağa girdim. Dolabı açıp ne yemek yapabileceğime baktım. Belki de bir şeyler kesip doğramak, zihnimi meşgul ederdi. Sebzeleri çıkardım, tahtayı tezgaha yerleştirdim. Bıçağı elime aldım, ritmik seslerle sebzeleri doğramaya başladım. Bir yandan yemek yaparken, bir yandan da uzun zamandır aklımı kurcalayan bir düşünce belirdi. Artık çalışmaya başlamam lazımdı. Kendi paramı kazanmak, kendi ayaklarımın üzerinde durmak... Murat'tan sonra bu düşünce hiç bu kadar güçlü gelmemişti. Artık bir iş bulmalıydım. Uğur için, kendim için...
Bir şey yapmalıyım artık. Böyle oturmakla geçmiyordu ki zaman. Para suyunu çekti çekecekti daha fazla altınlarımı bozdurmak istemiyordum zaten bir iki tane kalmıştı. Ne kadar idare edebilirim ki? Uğur için, onun geleceği için bir şeyler yapmak zorundayım.
İçimde bir yer adım atmam için beni dürtüyordu. Her gün aynı evin duvarlarına çaresizlikle bakmaya Tahammülüm kalmamıştı.
Soğanı doğramaya başladığımda içimde bir yer sızladı. Eskiden yemek yapmak bana huzur verirdi. Şimdi ise sadece sessizliği bastırmanın bir yoluydu. Soğanları kavururken, gözüm ocağın üzerindeki saate takıldı.
“Saat daha üç bile olmamıştı. Gün bitmek bilmiyor. İçimde ki sıkıntı gittikçe büyüyordu.
Soğanlar kavrulurken içeri girip uğura baktım. Minik elleri yastığı kavramıştı, alnında ince bir ter damlası vardı. Koltukta biraz kaymış örtüsünü üzerinden atmıştı. Yanına gidip sessizce saçlarını okşadım. Öyle masum, öyle korunmaya muhtaçtı ki…
Onu koltukta daha düzgünce yatırdım, örtüyü üstüne güzelce örttüp etrafında ki yastıkları düzelttim. Sonra mutfağa döndüm.
***
Yemeğin kokusu evi sarmaya başlamıştı. Tam kepçeyi uzatıp karıştıracaktım ki… kapı çaldı.
Bir an donakaldım. Kimseden bir şey beklemiyordum. Elleri peçeteyle kurularken usulca kapıya yöneldim.
Kapıyı açtığımda Asuman’ı karşımda görünce şaşırmadım desem yalan olur. Saçları özenle toplanmış, üstünde yine kendine çok yakıştırdığı o pudra rengi hırkası vardı. Hafifçe gülümsedi.
"“Merhaba Lale,” dedi. “Rahatsız etmiyorumdur umarım?” dedi,
"Yok, rahatsız etmedin. Tam oturuyordum zaten içeri geç beraber oturalım. " dedim, biraz yorgun bir gülümsemeyle.
“Geçmeyeceğim,” dedi hızlıca. “Sadece… bugün doktor kontrolünüz vardı ya… Merak ettim, nasıl geçti? Ne dedi doktor Uğur için?”
“İçeri geç lütfen, bir kahve içerken konuşalım bunu.”
"Olur mu öyle şey, seni de meşgul etmeyeyim şimdi…" dedi sesi nazikti.
“Israr ediyorum, hadi. Hem biraz sohbette ederiz.”
Kısa bir tereddütten sonra başını salladı. “Peki,” dedi. “Biraz oturayım.”
Ayakkabılarını çıkarıp içeri girdi. Oturma odasına geçtiğinde, gözleri uyumaya devam eden Uğur’a kaydı. Hafifçe gülümsedi. Ben de mutfağa yöneldim, kahveyi koyarken içimden geçen düşünce netti: Asuman’la aramızda görünmez bir sınır vardı. Çok yakın değiliz, belki de olamayız. Ama bugün gerçekten iyi niyetle gelmiş gibiydi.
Kahve olunca yemeğin altını kapatıp kahvelerle içeri geçtim.
Kahveleri sehpaya bırakırken Asuman'a baktım. Gözleri hâlâ Uğur'daydı. "Yemek yaptım. Açsan getireyim? İşten gelmişsin belli ki."
Başını hafifçe iki yana salladı. "Yok, sağ ol canım," dedi nazikçe. "Evde yerim ben. Evden beni bekliyorlar. Hem seni de yormayayım şimdi." Bakışlarını Uğur'dan çekip bana çevirdi. Yüzünde hafif bir endişe vardı. "Doktor kontrolü nasıl geçti peki?" diye sordu yine. Sesi merakla doluydu.
Derin bir nefes aldım. "Uğur'un durumu... tahmin ettiğimiz gibi," dedim. Kelimeleri özenle seçiyordum. "Doktor, Uğur'un yaşıtlarından biraz geride olduğunu ama bunun tedavilik bir süreç olmadığını söyledi. Biraz ilgi ve özel bir destekle her şeyin düzelebileceğini söyledi."
Asuman'ın yüzünde anlık bir rahatlama belirdi, sanki o da benim kadar bu habere sevinmişti. "Tedavilik bir şey değil mi?" diye tekrarladı, sesi umut doluydu. "Oh, ne iyi! Demek sadece biraz daha ilgi ve destekle toparlayabilir."
Başımı salladım. "Evet, doktor da öyle söyledi. Sadece daha çok vakit ayırmam, onunla daha fazla oynamam gerekecekmiş."
Hafifçe gülümsedim, oturduğum yerden Uğur’un derin uykusunu dinlemeye devam ettim bir yandan.
Sessizliği asumanın sözleri böldü
“Çok sevindim buna! Gerçekten… Uğur çok tatlı bir çocuk. Ne bileyim, senin onu büyütme şeklin de… çok güzel. Yani zor bir süreç geçirdin, ama... iyi bir annesin Lale.”
Bu sözler beni şaşırttı. Asuman’dan böyle bir cümle duymayı beklemiyordum. Gözlerimi kaçırmadan önce kısa bir tebessümle cevap verdim:
“Sağ ol. Kolay olmuyor bazen, ama Uğur’un varlığı bana güç veriyor.”
Asuman kahvesinden bir yudum aldı. Gözleri fincanda sabitlenmişti bir süre.
Asuman kahvesinden bir yudum daha aldı, gözleri hâlâ fincandaydı. Bir an duraksadı, sanki kelimeleri özenle seçiyormuş gibiydi. "Peki," dedi sonra, sesi daha bir alçaldı. "Sizi hastaneye götüren... Adem miydi?"
Bu soru, üzerimde soğuk bir duş etkisi yarattı. İçimde bir şeyler sıkıştı. Gözlerimi kaçırmak istedim ama kendimi zorladım. Asuman’ın bakışlarında hem merak hem de saklayamadığı bir endişe vardı. Yüzümdeki gülümseme dondu.
"Evet," dedim sadece. Sesim beklediğimden daha kısık çıkmıştı.
Asuman yavaşça başını salladı. Dudaklarında beliren ince bir çizgi, içindeki fırtınayı ele veriyordu. "Anladım," dedi sadece. Ortamdaki hava bir anda ağırlaşmıştı. O "anladım" kelimesi, o kadar çok şeyi içinde barındırıyordu ki... Adem'e duyduğu sevgi, kıskançlık, belki de kendi içinde yaşadığı hayal kırıklığı... Hepsi o tek kelimeye sığmıştı.
Sessizlik uzadı. Asuman kahvesini masaya bıraktı, sonra sanki kendini toparlamak ister gibi hafifçe doğruldu. "Benim artık gitmem gerekiyor," dedi, sesi önceki samimiyetinden uzaklaşmıştı. "Evdekiler beni bekliyor."
Kapıya kadar eşlik ettim. Ayakkabılarını giyerken yine bana döndü. "Her şeyin yoluna girmesine çok sevindim Lale. Uğur çok iyi bir çocuk." Bu seferki gülümsemesi zorakiydi, gözlerindeki ışıltı kaybolmuştu.
"Teşekkür ederim," dedim kısaca.
Tam arkasını dönmüştü ki de ona, sokağın başından hızla bize doğru gelen Yeliz'i fark ettik. Saçları dağılmış, yüzü bembeyazdı. Koşar adım yanımıza yaklaştı, nefes nefeseydi.
"Yeliz, ne oldu?" diye sordu Asuman, sesi telaşla yükselmişti. Ben de içimdeki endişeyle Yeliz'e döndüm. "Bir şey mi var, neden bu kadar acele ediyorsun?"
Yeliz, ellerini dizlerine koyarak biraz nefeslenmeye çalıştı. Sonra başını kaldırdı, gözleri korkuyla doluydu. "Abi... Abim dükkânda kavga etmiş! Karakola gitmişler..."
O an sanki zaman durdu. Yeliz'in sözleri kulaklarımda uğuldarken, Asuman'ın da yüzü bembeyaz kesildi. Birbirimize baktık, şaşkınlık ve korku iç içe geçmişti. Sabahki huzurlu anlardan bu ani kaosa geçiş, midemde bir düğüm oluşturdu. Adem... karakolda mıydı?
Yeliz'in şok edici haberiyle donakaldık. Adem'in karakolda olduğu gerçeği, bir buz gibi içime oturdu. Asuman'ın yüzü de bembeyaz kesilmişti, gözlerinde derin bir telaş vardı. Yeliz, nefes nefese, "Annemle babam abimi almaya gittiler," dedi. "Benide götürmediler. Yalnız kalmak istemedim, o yüzden size geldim."
Bu ani durum, Asuman'la aramızdaki gergin havayı bir anlığına dağıtmıştı. "İyi yapmışsın, Gel içeri' dedim. "Telaşlanma, halledilir inşallah." Asuman da başını salladı.
Asuman, Yeliz'in bize katılacağını anlayınca, yüzüne yeniden o mesafeli ifade yerleşti. "Benim artık gitmem gerekiyor," dedi, sesi neredeyse fısıltı gibiydi. "Evdekiler beni bekliyor. Hem, Adem'e yardım etmek için benim de bakmam gereken şeyler var."
Bir an için gözlerim gözleriyle buluştu. Belki de Adem'e yardım etmek için aileden birileriyle konuşacaktı, belki de kendi bildiği yollarla bir şeyler yapmaya çalışacaktı. Ortak bir telaş içinde olsak da, her birimiz kendi içimizde farklı bir rotaya yöneliyorduk. Asuman'ın sesi, Adem'in karakola gittiği haberini duyunca daha da kısıldı. "Umarım ciddi bir şey yoktur," diye mırıldandı, kapıya doğru yönelirken.
Başımı salladım. "Umarım."
Asuman hızla apartmandan ayrıldı. Ardından kapıyı kapattığımda, Yeliz'le birlikte evin içinde bir sessizlik hüküm sürdü. Bu sessizlik, Adem'in karakolda olduğu gerçeğiyle daha da ağırlaşmıştı. Yeliz, elindeki küçük çantasını sehpaya bırakıp tedirgin bir şekilde koltuğa oturdu. Gözleri hâlâ endişeyle parlıyordu.
Ben de onun yanına oturdum. "Ne oldu Yeliz, tam olarak ne olmuş da abin kavga etmiş?" diye sordum, sesimdeki telaşı gizlemeye çalışarak. Uğur'un içeride uyuduğunu biliyordum ama Adem'le ilgili her bir detay, içimdeki kaygıyı hafifletebilirdi. Haklı olduğuna adım kadar emindim. Bana verdiği güven çok güçlüydü.
Yeliz'in yüzündeki endişe daha da arttı. Başını iki yana salladı, gözlerini benden kaçırdı. "Bilmiyorum ki Lale abla," dedi sesi titreyerek. "Annemle babam da tam bir şey söylemediler. Sadece dükkanda kavga ettiğini, o yüzden karakola götürüldüğünü söylediler."
O an içimdeki sıkıntı daha da büyüdü. Bilinmezlik her zaman daha zordu. Adem'in başına ne geldiğini, kiminle neden kavga ettiğini bilmemek, beni daha da telaşlandırıyordu. Yeliz de benim gibi çaresizce koltukta oturuyordu, bedeni Adem için duyduğu korkuyu yansıtıyordu.
"Peki, kim aradı nazan teyzeleri?" diye sordum. Belki arayan kişi bir ipucu verebilirdi.
Yeliz omuz silkti. "Bilmiyorum ki. Evden aceleyle çıktılar, ben de arkalarından koştum ama benim evde kalmamı istediler bende yalnızkalmak istemedim."
Sıkıntılı bir nefes alarak arkama yaslandım. "İyi yapmışsın"
Gözlerim odanın içinde gezinirken, bakışlarım içeride uyuyan Uğur'a takıldı. İçimden bir ses, Adem'in iyi olmasını umarak dua etti. Yeliz'in de yanımda olması, bu belirsizliği bir nebze olsun hafifletse de, asıl gerilim Adem'den gelecek haberi beklemekle geçecekti.
***
Adem, Lale ve Uğur’u evlerine bıraktığında içini garip bir dinginlik kaplamıştı. Lale’nin yüzünde beliren o küçük tebessüm… Uğur’un minik parmaklarıyla yakasına tutunması… Gözlerinin içine yerleşen o sahici bağlılık, Adem’in içine sanki yaz güneşi gibi yayılmıştı. Ama o sıcaklık, günün geri kalanına pek eşlik etmeyecekti.
Dükkanın önüne gelince arabayı kaldırıma paralel park etti. Aracın içindeyken bir an ellerini direksiyonda tuttu, gözlerini kapattı. 1.5 ay önce biri çıkıp da "Sen bir kadını özleyeceksin… Hem de çocuğuyla birlikte," deseydi, güler geçerdi. Hatta sağlam bir küfürle gönderirdi. Ama şimdi... Lale’yi de, Uğur’u da özlemişti bile. Gününü onlarla geçirme planı vardı, bozulmuştu. Canı sıkkındı.
Arabanın kapısını sertçe çarpıp indi. Ağır adımlarla dükkâna yürüdü.
Kapıdan içeri girer girmez sert sesi yankılandı:
"Lan siz bensiz bir şey yapamıyor musunuz?!"
İçeride üç çırak birden başlarını çevirdi.
Yağlı tulumlarıyla Arif, Selçuk ve en gençleri Kerem bir anda toparlandı. Arif tam şanzıman kapağını söküyordu, anahtarı elinden düşürüyordu neredeyse.
“Abi…” dedi Selçuk, ellerini silerken, “ben dedim arife usta kızar çağırmayalım diye dinlemedi.”
Adem’in gözleri önce Selçuk’a, sonra Arif’e çevrildi. Sert, keskin bakışları adeta tornavida gibi döndü üzerlerinde.
“Öyle mi Arif?”
Arif suçlu bir çocuk gibi başını eğdi. “Abi, iş acildi… Gelen Hasan Usta’ydı.”
Bu ismi duyan Adem’in gözleri parladı. Hasan usta ona iş öğreten ustasıydı.
"Hasan Usta mı?”
“Evet abi. Arabası yolda kalmış. Arabayı çekiciyle yolladı. Sonra da işini halledip gelecekmiş. Dedi ki… ‘Adem’e emanet ettim. Akşama bitmiş olsun.’'
Adem’in yüzündeki sinir bir anda buharlaşmadı ama belirgin şekilde yumuşadı.
Bir adım geriye çekildi, gözlerini yere indirdi, sonra Arif’e döndü:
“Peki… baktınız mı arabaya?”
Arif hızla kafasını sallamaya başladı:
“Şey… Vites kutusuna baktım ama tam anlayamadım. Kapağı açtım, Selçuk da yardımcı oldu ama tam teşhis koyamadık. Sen gelince birlikte bakarız dedik.”
Adem arka tarafta ki soyunma odasına giderken "İyi yapmışsınız üstümü değiştirip geliyorum malzemeleri hazırlayın." Dedi.
Adem soyunma odasından çıktığında üzerinde yağlı kıyafetleri vardı. Gözlerinde az önceki öfkenin yerini, işine duyduğu o bildik tutku almıştı.
"Haydi bakalım, gelinde bakalım gençler." diyerek tezgahın başına geçti.
Arif ve Selçuk, Adem'in iş kıyafetlerini giymesiyle birlikte şanzıman kapağının etrafına dizilmiş, gerekli anahtarları ve temizlik bezlerini hazırlamışlardı bile. Kerem ise biraz geride durmuş, ustalarının her hareketini pür dikkat izliyordu.
Adem, kapağı açılmış vites kutusuna eğildi. Gözleri, paslı ve yağlı parçalar üzerinde adeta bir röntgen cihazı gibi geziniyordu. Parmağını bir dişlinin üzerine sürttü, kokladı, sonra birkaç farklı açıdan inceledi. Çıraklar nefeslerini tutmuş, onun bu sessiz keşfini bekliyorlardı.
"Selçuk, şu ince uçlu tornavidayı ver," dedi Adem, sesi sakin ama kararlıydı. Selçuk hemen uzattı. Adem, vites kutusunun en derin noktalarına doğru uzandı, küçük bir vidayı nazikçe gevşetti. Ardından Arif'e döndü: "Arif, bak buraya. Bu pim, boşluk yapmaz. Gelen Hasan Usta'nın arabası, kolay kolay arıza vermez. Demek ki gerçekten sıkıntı büyük."
Arif başını salladı, Adem'in gösterdiği noktayı ezberlemeye çalışıyordu. Adem, her bir parçayı sökerken, ne işe yaradığını, neden arıza yapmış olabileceğini tek tek anlatıyordu. "Bakın çocuklar," dedi, elinde küçük bir yay tutarken, "bu yay, vites geçişlerinin yumuşaklığını sağlar. Eğer bu deforme olursa, vites geçişlerinde takılmalar, sertleşmeler olur."
Kerem, daha önce hiç bu kadar yakından bir vites kutusunu incelememişti. Ustası Adem'in parmaklarının sihirli gibi hareket edişini, her bir parçayı adeta bir cerrah titizliğiyle ele alışını hayranlıkla izliyordu. "Usta, bu kadar küçük bir yay mı bütün bu arabayı çalıştırıyor?" diye sordu şaşkınlıkla.
Adem gülümsedi. "Evet Kerem, bazen en küçük parça, en büyük soruna yol açabilir. İşte bizim işimiz de bu, o küçük detayı bulup arızayı gidermek."
Saatler geçtikçe, vites kutusu neredeyse tamamen sökülmüştü. Parçalar, özenle temizleniyor, aşınmış olanlar bir kenara ayrılıyordu. Adem, Selçuk'a yeni parçaların listesini veriyor, Arif'e ise eski parçaların nasıl temizleneceğini gösteriyordu. İşler tıkır tıkır ilerliyordu.
"Usta, bitiyor gibi ha?" dedi Arif, elindeki dişliyi pırıl pırıl yapmıştı.
"Az kaldı," dedi Adem, terden alnına yapışan saçlarını eliyle geriye itti. "Hasan Usta'yı bekletmeye gelmez."
Tam o sırada dükkânın kapısı açıldı. İçeriye, üzerinde lacivert bir gömlek, saçları ağarmış ama hala dinç duran, yüzünde derin çizgiler taşıyan bir adam girdi. Gözleri, dükkanın köşesindeki arabanın etrafında ki gençlere takıldı.
"Selamun aleyküm gençler!" dedi tok bir sesle.
Adem'in başı hızla kapıya döndü. Gözleri parladı. Yüzünde samimi bir tebessüm belirdi. "Aleyküm selam Hasan Usta! Hoş geldin!"
Hasan Usta, gülümseyerek tezgaha doğru ilerledi. "Adem, bakıyorum da hemen kolları sıvamışsın. Sözüm yere düşmemiş."
Adem, elindeki anahtarı kenara bırakıp Hasan Usta'ya doğru yürüdü. "Senin işin yere düşer mi be usta? Hemen giriştim. Zaten az kaldı, toplayınca hazır olur araban."
Hasan Usta, vites kutusunun parçalarına baktı, başını onaylarcasına salladı. "Vay be, iyi iş çıkarmışsınız. Göreyim sizi çocuklar, Adem'in ustalığı size de geçsin."
Çıraklar, gururla gülümsediler. Adem, "Gerekeni yaptık usta. Eksik birkaç parça var, onları takınca tamamdır," dedi.
Hasan Usta, "Eline sağlık evlat. Demek ki benim yerim boş kalmamış," diyerek Adem'in omzuna dostça vurdu.
Adem ellerini kenarda ki bezlere silerken "çocuklar gerisi sizde Kerem, Hasan ustayla bize çay getir aslanım. Hadi." Kerem dükkanın kapısına giderken "tamamdır usta hemen getiriyorum." Diyerek çıktı.
Adem ve Hasan Usta, dükkanın arka tarafındaki eskimiş ama rahat sedire oturdular. Kerem, iki bardak çayı küçük tepside getirip masaya bıraktı. Buharı tüten bardakların kenarında kıvrılan duman, dükkânın içindeki sessizliği daha da derinleştiriyordu. Hasan Usta çayından bir yudum aldı, başını sallayarak,
“Dem gibi olmuş bu...” dedi.
Adem omzunu silkerek gülümsedi.
“Ben yapmadım ama bizim Kerem yavaş yavaş öğreniyor işin ince yerini.”
İkisi de çayın sıcağıyla biraz gevşemiş, dükkânın günlük telaşından sıyrılmışlardı. Hasan Usta geçmişten bir anı anlatmaya başlamıştı ki...
Kapı yeniden açıldı.
Bu kez içeri giren, mahalledeki gençlerden biri olan Tayfun’du. Üstü başı düzgün, saçları yana yatırılmış, telefon kulağında geveze bir hâlde içeri süzüldü. Kapının sesiyle Adem başını çevirdi.
“Selamünaleyküm ustalar,” dedi yüksek sesle.
Adem hafif başını kaldırıp selam verdi. Hasan Usta ise sadece kaşını oynatıp çayını yudumladı.
“Ne oldu Tayfun?” dedi Adem, çayından bir yudum aldıktan sonra.
“Arabada bir gariplik var. Debriyaja basınca ses geliyor. Bi’ bakabilir misin?”
Adem başını sallayıp çayını masaya koydu.
“Hadi bakalım, geliyorum. Sen geç otur, çocuklar sana da çay versin.”
Adem, üstünü silkeleyip çayını alarak ayağı kalkarken Tayfun, Hasan Usta’ya da bir baş selamı çaktıktan sonra sırıtarak arkasından seslendi:
“Bu arada Adem abi,” dedi sırnaşık bir sesle.
“Ne diyorsun bu yeni gelen dul ablaya?”
Adem durdu, yavaşça başını çevirdi.
Tayfun sırıtarak devam etti:
“Hani şu çocuklu olan var ya… Lale’ydi galiba adı. Mahallenin içinde bir fırtına gibi. Kadın taş gibi valla, ama çocuğu var ya… O olmasa yeminle varya… Ben bile şansımı denerdim ha!”
Sustu.
Adem’in bakışları taş gibi donmuştu. Tayfun hâlâ aptalca sırıtıyordu.
“sen ona fazlasın abi? çocuğu var sonuçta, uğraşmaya bile değmez. Sıfırı varken, bagajlı olan da olmaz, değil mi?”
Adem bir an durdu.
Bardağın içinde bıraktığı çayın sıcağından daha keskin bir şey yürüdü damarlarına.
Parmakları hafifçe titredi, gözlerinde ani bir kararma oldu. Yavaşça Tayfun’a döndü.
Yüzü ifadesizdi ama sesi keskin:
“Ne dedin sen az önce?”
Tayfun gülerek, omuz silkti.
Adem bir anda önündeki masayı kenara itti. Çay bardakları yere devrildi. Bir hamlede Tayfun’un yakasına yapıştı.
“Ne dedin lan sen?! Hah? Bir daha söyle bakayım! Kime ‘bagaj’ diyorsun lan sen?! Kim kimin yanında fazlaymış?!”
Tayfun’ın gözleri büyüdü, geri çekilmek istedi ama Adem’in kolu demir gibi sıktı.
“Kadın yalnız diye, çocuklu diye konuşmaya mı başladınız lan?! O kadının tırnağı kadar olamazsınız siz! Anladın mı?! Bir daha ağzından onunla ilgili laf çıksın, seni var ya…”
Adem’in sesi yükselmişti, nefesi hızlanmış, yumruğu Tayfun’un yakasında sıkılı haldeydi.
…ve o an yumruğu indi.
Tayfun’ın kafası yana savruldu, sendelese de yere düşmedi. Gözleri kararmış, şaşkınlıkla Adem’e bakıyordu. Dudak kenarından ince bir kan sızarken, dükkânda ölüm sessizliği hâkimdi.
Hasan Usta ayağa fırladı. “Adem! Yeter!” diye bağırdı.
Ama Adem durmadı. Tayfun’u göğsünden itip tezgâha yapıştırdı, bir yumruk daha savurdu. Bu kez sesi yankılandı: hem vuruşun, hem Tayfun’un iniltisinin, hem de içerideki aletlerin titreyen metal sesinin.
Kimse onun oğluna bagaj falan diyemezdi. Sevdiği kadını da bu kadar inceleyemezdi. Herkese gösterecekti.
***
Selamlar nasılsınız?
Bölüm nasıldı?
Yorum yapmayı unutmayınnn.
Yarın diğer Bölüm geliyor. Üst üste binmesinler diye yarın atacağım.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 29.34k Okunma |
2.68k Oy |
0 Takip |
29 Bölümlü Kitap |