

Uğur’un nefesi, odanın sessizliğine ince bir melodi gibi yayılıyordu. Küçücük elleri yana dağılmış, kirpikleri yanaklarına değecek kadar huzurluydu. Üzerine yorganı usulca çektim. Alnına eğildim, öptüm. Uyuyordu… o masumluğuyla bütün geceyi hak ediyordu. Ama ben… o uyuyabiliyordu. Ben uyuyamıyordum.
Pencerenin kenarına yürüdüm. Perdeyi biraz araladım. Dışarısı sessizdi. O bildik sokak lambası, kaldırımda uzayan gölgeleri zar zor aydınlatıyordu. İnsan ne zaman bu kadar yabancı hisseder yaşadığı yere? Kendi evimde sanki yerim yokmuş gibi hissettim.
Telefonu elime aldım yine. Ekran kararmıştı, açtım. Saat gece yarısını çoktan geçmişti. Ademden hâlâ haber yoktu. Ne mesaj… ne de bir cevapsız çağrı…
Ona “bir şey oldu” diye düşünmüyorum artık.
Adem’e bir şey oldu.
İçimde bastıramadığım, tarif edemediğim bir his. Boğazıma oturan. Göğsümde çırpınan. Sanki kalbim bile Adem’e bir şey olduğunu biliyormuş gibi.
Bugün birkaç kez aradım. Her seferinde aynı: Sessizlik. İçimde “galiba telefonu eline geçmedi” diyen o sabırlı yanım sustu artık. Yerini “neden haber vermedi?” diye bağıran başka bir ben aldı.
Yine elim telefona gitti. Parmaklarım tanıdık hareketle ekranı açtı. Arama listesinin en başında o vardı zaten. Adem. Hiç tereddüt etmeden aradım. Çaldı… çaldı… ama açmadı. Bu defa gözlerimi kapatıp başımı cama yasladım. “Neden açmıyorsun?” dedim usulca. Cevap yoktu.
Tam o an Yeliz’in telefonu çaldı. Oda
Salonda koltukta, battaniyeye sarılı uyuya kalmıştı. Uykulu sesiyle “anne?” dedi.
Birden içim kıpırdadı.
Duyduğum isme bile umut yüklemiştim.
Yeliz gülümsedi. “Tamam. Geliyorum. Abim de çıktı mı? Hah süper... Tamam. On dakikaya çıkarım.”
Yatağından kalkarken ben hâlâ pencerenin yanında taş gibi duruyordum. Dönüp ona sordum:
“Adem çıkmış mı?”
Başını salladı.
“Evet. Polisler biraz tutmuş ama şimdi eve geçmişler.”
İçimde bir yer çözüldü. Evet, çıktıysa iyidir. Bir şeyi yoktur. Evinde güvendedir.
Ama…
Beni neden aramadı?
Neden bir satır mesaj bile atmadı?
Ben… onun sesine, bir kelimesine tutunuyordum.
Yeliz toparlanıp kapıya yöneldi. “eve çağırdılar. Gideyim bende. abime bakayım bir.” dedi.
Ben başımı salladım. Cevap vermedim. Veremedim.
Bir süre daha oturdum pencerenin kenarında.
Sokağa değil… boşluğa bakıyordum.
Ona kızmak istemedim.
Ama içim kırıldı. Sessizce, sessizliğine kırıldım.
Sonra kalktım. Salonun ışığını söndürdüm.
Uğur’un yanına uzandım.
Minicik bedeni sıcacık. Onun sıcağına sarıldım.
Ama uykunun sıcağı… o gece bana uğramadı.
***
Sabahı nasıl ettiğimi anlamadım. Uyudum mu, yoksa sadece gözlerimi mi kapattım… bilmiyorum. Ama içimde hâlâ aynı ağırlık vardı. Uğur daha uyanmamıştı. Ev sessizdi, ama ben değil. İçimde binlerce cümle dönüp duruyordu.
Bir tıkırtı geldi bahçe kapısından. Ayak sesiydi bu…
Hemen tanıdım o yürüyüşü.
Adem.
Kapıya koştum. Açarken ellerim titriyordu.
O an ne düşüneceğim bilemedim.
Öfke mi… endişe mi…
Sadece gözlerim aradı onu.
Kapının eşiğinde duruyordu. Yorgun görünüyordu ama ayaktaydı.
Gözlerine baktım.
"Adem?" dedim sadece.
Cevap vermedi, sadece başını eğdi.
Ben daha fazla dayanamadım.
Kollarımı geniş bedenine sardım.
Sıkıca… hiç alışık olmadığım bir yakınlıkla.
Sadece ona değil, içimdeki korkuya sarıldım sanki.
“Bir şeyin var mı?” diye sordum fısıltıyla.
“Sana bir şey yaptılar mı? Bi’ şey oldu değil mi? Bütün gece bekledim… Adem neden açmadın telefonlarını?”
Kollarımdaydı ama konuşmuyordu. Sadece sıkıca sarılmıştı. sanki benim kollarımın arasındaki huzura sığınmak ister gibi. Sanki dünya dışarıda kalmış, sadece biz ikimiz varmışız gibiydi. Sonra başını geriye çekti, gözlerime baktı. Yorgun gözlerinde, daha önce hiç görmediğim bir acı vardı.
"Yok, güzelim" dedi. “Bir şeyim yok. Merak etme.”
Ama ben ettim.
Ediyorum hâlâ.
“Peki… ne oldu?” diye sordum tekrar.
Bir anlık bir tereddüt geçti gözlerinden. Sonra başını yana çevirip kısa bir cümleyle geçti:
“Mahalledeki bir genç… boş boş konuştu. Sinirlendim, o kadar.”
Yüzüne baktım. Öyle basit değildi bu.
Adem kolay kolay beni geçiştirmezdi.
Kolay kolay sinirlenmezdi ki hep en mantıklı düşünen o olurdu.
Ben bunu biliyordum.
Ama anlatmıyordu.
Belli ki anlatmak istemiyordu.
Derin bir nefes aldım.
“Tamam…” dedim sadece.
Tamam demek, kabullenmek değildi aslında.
Sadece, o an için üstünü örtmekti.
Oysa içimde, onun bana söylemediği ne varsa, hepsi tek tek yer etti kalbime.
Kısa bir süre sonra, Adem kollarını etrafımda çekti. Gözleri hâlâ yorgundu ama içinde bir karar parıltısı belirmişti. Sanki o anın ağırlığından sıyrılıp, hayatın rutin akışına geri dönmek zorunda olduğunu hatırlamıştı.
"Lale..." dedi, sesi biraz daha netleşmişti. "İşe gitmem lazım."
Boğazımda düğümlenen tüm sorulara rağmen, başımı usulca salladım. O kadar belliydi ki, konuşmak istemiyordu. Ve ben de onu zorlayacak gücü kendimde bulamadım. Belki de bu sessizlik, şu an için ihtiyacımız olan tek şeydi.
"Dükkanda işler var," diye ekledi, bakışlarını kaçırarak. "Dün tamir edilecek arabaları tam bitiremedim. Erken gitmem şart."
Gitmesini hiç istemiyordum. Ama yapabileceğim bir şey de yoktu.
"Tamam," dedim tekrar, bu kez sesim daha sakindi. "Git o zaman. Ama... kendine iyi bak."
Elini uzattı, yanağımı nazikçe okşadı. Bu basit dokunuş, sabahın tüm o karmaşasına rağmen içimde bir sıcaklık yarattı. Gözlerinde kısa bir an için o bildiğim, tanıdığım Adem'in şefkati belirdi.
"Merak etme sen," dedi. Sonra bahçe kapısına doğru yöneldi. Ben de peşinden gittim. Uğur'un odasından henüz ses gelmiyordu.
Arabasına binip kafasını bana doğru uzattı . "Ben akşama yine gelirim, Uğur'u da görürüm."
Başımı salladım. Bu sözler, içimdeki endişeyi tamamen yok etmese de, bir nebze olsun hafifletti. En azından Adem'i. Akşam geleceğini bilmek endişemi az da olsa azaltıyordu, geri döneceğini biliyordum.
İçeri geçmek yerine, bahçede Adem'in uzaklaşan arabasını izledim. O, dükkana doğru giderken ben de kendi içimde sessizce dönen fırtınanın ortasında duruyordum.
Adem'in bu hali, bana söylemediği şeyler, içimde büyüyen bir endişeye dönüşmüştü. O "boş boş konuşan genç" kimdi? Ne demişti de Adem'i bu kadar altüst etmişti?Ne hakkında konuşmuştu? Dün geceki patlamasının sebebi gerçekten bu muydu, yoksa daha derinlerde yatan başka şeyler mi vardı?
Eve girdiğimde odadan gelen hafif bir mırıltıyla düşüncelerimden sıyrıldım. Derin bir nefes alıp odaya doğru yürüdüm. Şimdi önceliğim, Uğur'a, her şeyden habersiz, güne başlayan çocuğuma en güzel sabahı yaşatmaktı. İçimdeki tüm soruları şimdilik bir kenara bırakıp, anneliğin o saf huzuruna sığınmaya çalıştım.
***
Birkaç gün sonra…
Uğur’la birlikte sabahı geçirmiş, öğleye doğru dışarı çıkmak için hazırlanmıştık. Nazan Teyze’nin evine uğrayacaktık. Bizi çay içmeye çağırmıştı. Uğur’u kucağıma alıp mahalleye adım attığımda, gökyüzü açık maviyken, benim içim hâlâ kapalıydı.
Adem hâlâ anlatmamıştı. O gecenin üstü örtülmüş, sanki hiç yaşanmamış gibi davranılıyordu. Her zamanki gibi ilgiliydi, Uğur’la ilgileniyor, bana karşı nazikti. Ama o gece ne olduğunu hiç açmamıştı. Defalarca sormuş, her seferinde bir geçiştirme, bir konu değiştirme… Sanki o geceye dair konuşmak istemeyen görünmez bir duvar örmüştü etrafına.
Tam köşe başına vardığımda, görüş alanıma iki siluet girdi. Asuman ve annesi, ellerinde market poşetleriyle sokağın diğer tarafından yaklaşıyorlardı. Gülümseyerek kafamla selam verdim. Ama Asuman’ın yüzündeki ifade, bu kez her şeyin farklı olacağını ele veriyordu. Alıştığım o tatlı gülümsemesi yoktu bu kez.
Dudakları bıçak gibi, bakışları sertti. Annesi ise yanında endişeli bir şekilde Asuman’ı kolundan çekiştiriyordu, sanki onu zapt etmeye çalışırcasına.
Asuman annesini umursamayıp yolun ortasında durunca durup "nasılsın Asuman?" Diye sordum. Sinirle gülüp bana bakmasıyla yavaş yavaş kaşlarım çatılmaya başladı. Derdi neydi bunun?
“senin ne yüzle bu sokakta yürüdüğünü anlamıyorum,” dedi Asuman birden, sesi alçak ama zehirliydi. Annesi telaşla “Asuman, ne yapıyorsun kızım, sus!” dedi. yaşlı kadın hem etrafına bakınıyor hemde asumanı susturmaya çalışıyordu ama Asuman onu duymazdan geldi.
“Bir geldin, herkesin düzenini bozdun. Şimdi de adamları birbirine düşürmeye başladın ha?”
Neye uğradığımı şaşırdım. Uğurun boynumda ki kollarını sıkılaştırmasıyla minik beline güvenle sarıldım ve geriye doğru bir adım attım.
“Asuman… ne diyorsun sen?” Sesim şaşkınlıkla kısıldı. Kalbim hızla atmaya başlamıştı bile.
Asuman bir adım daha yaklaştı, annesinin onu engelleme çabalarına rağmen sesi yükseldi: “Daha ne diyeyim Lale? Adem’in başını sen yaktın! Karakollara düşürdün. Mahallenin çocukları bir laf etti diye ortalığı birbirine kattı! Senin yüzünden!”
Annesinin yüzü bembeyaz kesilmişti. “Asuman yeter! Eve gidelim,” diye ısrar etti, Asuman’ın kolunu daha sert çekti.
Kalbim yerinden çıkacak gibi atıyordu. İçimdeki o bastırılmış endişe, Adem’in bana anlatmadığı her şey, şimdi Asuman’ın zehirli sözleriyle yüzeye vuruyordu.
“A-adem… benim yüzümden mi…?” Kelimeler boğazımda düğümlendi.
“Daha ne olacaktı? Tayfun’un ettiği iki laf için bir adamı öldürecek hâle geldiyse, bu senin yüzünden! Milleti peşinden sürüklüyorsun, sonra da masummuş gibi yapıyorsun!” Asuman’ın sesi gittikçe daha da tizleşiyordu.
Mahalleli başımıza toplanacak diye içimden bir ses bağırdı.
Asuman’ın annesinin yüzündeki çaresizlik, yerini keskin bir kararlılığa bıraktı. “Asuman, haddini aşıyorsun!” diye gürledi yaşlı kadın. Ama Asuman susmadı, içindeki biriken acı patlarcasına dudaklarından döküldü:
“Lale ne yaptın da bu kadar etkiledin Adem’i? Ben… ben bu adama çocukluğumdan beri âşığım. Bir kere bile bana bakmadı. Bir kere bile beni görmedi…”
Sesi titriyordu artık, öfke değil, yılların içinde birikmiş kırgınlık taşıyordu. Tam o anda annesinin eli bir şimşek gibi havada çaktı, Asuman’ın yanağına tok bir sesle indi.
Tokat sokakta yankılandı. Asuman’ın yüzündeki o sert ifade, şaşkınlıkla dondu kaldı. Elini yanağına götürdü, gözleri annesine hem öfkeyle hem hayal kırıklığıyla baktı.
“Anne…” diye inledi, ama sesi bu kez kırılmış bir çocuğun fısıltısı gibiydi.
Annesi titreyen bir sesle ama kararlı bir şekilde konuştu: “Sana kaç kere söyledim, kimsenin namusuna laf etme diye! Ayıp! Utan kendinden! Ne hakla bu kadının yüzüne böyle şeyler söylersin?!” Annesinin gözleri dolu doluydu. “Hemen eve gidiyoruz!”
Dudaklarım aralandı ama hiçbir kelime dökülmedi. Asuman’ın sözleri iğne gibi saplandı.
Adem’in gözlerindeki anlatmadığı şey… Hepsi birden anlam kazandı. Adamın ettiği laf… Yani benim hakkımda konuşulanlar…
Adem… beni savunduğu için… benim hakkımda edilen laflara dayanamayıp…
Gözlerim doldu, Uğur’a baktım. Uğur, yüzümdeki ifadeyi anlamış gibi kucağıma daha da sokuldu.
Asuman ve annesinin bakışları arasında, sessizce döndüm ve yürümeye başladım. Kalbim paramparça olmuştu. Asuman’ın annesinin sesi arkamdan geliyordu hâlâ: “Yazık! Gerçekten yazık…” bu sözler, adımlarımı daha da hızlandırdı. O an tek istediğim, bu mahalleden, bu laflardan, bu acıdan uzaklaşmaktı.
Gerçekten yazıktı. Hem de çok yazık.
Uğur hâlâ kucağımdaydı. Yanaklarını boynuma yaslamıştı, ama ben... ben nereye yaslanacağımı bile bilmiyordum.
Ayaklarım beni otomatik olarak sokağın dışına sürüklüyordu. Kalbim ağzımda atıyor, Asuman’ın sesi hâlâ kulağımda çınlıyordu. Nefesim daralmıştı. Ne eve dönebilecek durumdaydım, ne de başka bir yere gidecek hâlim vardı.
Sokak başında durdum. Uğur’un başını okşadım. O hiçbir şeyden habersizdi. Beni sarsan sözlerin, içimde açtığı yaraların ne kadar büyük olduğunu asla bilemeyecekti. Zaten bilmesindi de...
Titreyen ellerimle telefonumu çıkardım. Nazan Teyze’yi aradım. Ekranda ismini görünce gözlerim doldu. Sesini duyduğum anda da zor tutabildim kendimi.
“Alo… Nazan Teyze, ben Lale…”
Sesi her zamanki gibi sıcaktı. “Neredesiniz kuzum siz? Çayı demledik seni bekliyoruz şimdi.”
Gözlerimi kaçırarak çevreme baktım, yutkundum.
“Teyzecim… ben… biz gelemeyeceğiz bugün.”
“Hayırdır kızım? Uğur iyi mi? Birşeyiniz yok değil mi?”
“İyi… çok şükür, bir şeyimiz yok. Benim ufak bir işim çıktı da… biraz halletmem gereken şeyler var. Son dakika oldu… kusura bakma ne olur.”
“Olur mu öyle şey? Canın sağ olsun. Merak ettim ama, bir şey mi oldu Lale?”
Duraksadım. İçimden ‘her şey oldu’ diye bağırmak geldi ama onun endişelenmesini istemedim.
“Yok, yok… sadece bir anda çıktı işte. Ben sonra mutlaka uğrarım. Uğur da çok özledi zaten senii.”
Nazan Teyze'nin sesi biraz kaygılı, ama anlayışlıydı. “Tamam güzel kızım. İstersen ben uğrarım size akşama doğru.”
“Yok, hiç zahmet etme. Ben bir toparlanayım. Sonra mutlaka haber ederim.”
Telefonu kapattıktan sonra, uzun bir süre ekran kararmış hâlde avucumda kaldı. Uğur’u biraz daha sıkı sardım.
Nazan Teyze’yi aradıktan sonra, içimdeki düğüm azıcık gevşedi. Ama hâlâ gözlerim dolu doluydu. Uğur, başını kaldırıp bana bakınca zoraki bir gülümseme taktım yüzüme.
“Ne dersin paşam… biraz parka gidelim mi?”
Kafasını usulca salladı, o minik heyecan ifadesiyle.
Adımlarım yavaş ama kararlıydı. Sokakları birer birer geçtik. Uğur’u sıkı sıkı tuttum. Sanki o beni Hayal kırıklığına uğratmayacak tek kişiydi. Beni bu hayata bağlayan tek varlığımdı.
O olmasa ne yapardım bilmiyordum. Kaldıramıyorum artık. Kimsenin olmadığı bir yere gidip saatlerce ağlamak istiyorum. Mızmızlanmak istiyorum. Çocuk olmak istiyorum. Annemin kuzusu olmak istiyorum.
Ben yine annemi istiyordum. Akıllanmayan, uslanmayan arsız bir çocuk gibiydim. Annemin sesini duymak istiyordum. Saatlerce bağırıp,küfür etse gıkımı çıkarmaz dinler ve şükrederdim.
Parka vardığımızda çocuk sesleri yankılanıyordu. Uğur’un gözleri parladı. Salıncağı gösterdi hemen. Onu oturttum, ipleri sıkıca tuttum.
“Hazır mısın?” dedim.
Güldü.
Ben de onunla güldüm. Zorla da olsa…
Uğur’un kahkahaları havaya karışırken, ben biraz olsun nefes alabildim. Salıncağın ileri geri salınışına değil, içimde gidip gelen düşüncelere bakıyordum.
“Asuman’ın söyledikleri…”
Adem’in sustukları…
O adamın lafları…
Ve benim hâlâ hiçbir şey bilmeyişim.
Ama şunu biliyordum:
Adem benim için bir şey yaptı.
Ve bunu bana söyleyemeyecek kadar da incinmişti belki. Beni de incitmek istememişti.
Gözlerim, Uğur’un saçlarında gezindi. Ona doğru insanı ve babayı vermek istiyordum. sadece mutlu bir hayat vermek istiyordum.
Güneş yavaşça batmaya yaklaşınca Uğur’u kucağıma aldım. “Yeter mi bu kadar?” dedim.
Uykusu gelmiş gibi başını omzuma koydu.
Ben de usul usul eve doğru yürümeye başladım.
Sokağa girerken, yorgundum ama biraz daha sakindim. En azından ağlamamıştım.
Ama…
Evin önüne yaklaştığımda, kalbim bir anlığına durdu.
Kapının önünde biri vardı.
Omzuna eğilmiş, elleri cebinde, başı yerde…
Adem.
Bir an durdum. Ne yapacağımı bilemedim.
O da beni fark etti. Başını kaldırdı. Gözleri gözlerime değdiğinde, içinde korkuyla karışık bir telaş gördüm. Bize bir şey oldu diye korkmuştu.
Bir süre sessizce bakıştık. Sonra Uğur kucağımda kımıldandı.
Adem yavaşça yaklaştı.
“Uğur’u alayım mı?” dedi. Sesi yumuşaktı.
Başımı eğip ona verdim. Uğur’u alırken, bana kısa bir bakış attı. Sevgi vardı saf bir sevgi. Dolu doluydu gözleri.
O an içimde bir sızı yükseldi.
“Beni neden koruduğunu söylemedin?” diye sorasım geldi.
Ama sadece bir kelime çıktı dudaklarımdan:
“Merhaba…”
Ve sonra sustuk.
Sokakta akşamın sessizliği ikimizin arasına çöktü.
Ama bu sefer... sessizlik kırgınlık değil, belki bir yüzleşmenin, belki de bir başlangıcın kapısı gibiydi.
Adem Uğur’u usulca kucağına alırken ben de yavaşça kapıyı açtım. İçeri girdik. Uğur hemen koltuğa kıvrıldı, gözlerini ovuşturuyordu. Üzerine bir battaniye örtüp yanı başına oturdum. Adem ayakta kaldı. Bekliyordu.
“Annem söyledi,” dedim başımı çevirmeden.
“Bugün bize gidecektiniz ama gitmemişsiniz. Bi’ işin çıkmış… Ne oldu? Kötü bir şey olmadı değil mi?”
Boğazımda ki o kocaman taş canımı yaktı ağrısı kalbime,başıma ve gözlerime vurdu.
Başımı kaldırdım.
Yavaşça ona döndüm.
Gözlerim uzun uzun yüzünde gezindi.
O gece anlatmadığı her şey, şimdi sessizliğinde asılıydı.
“Adem…”
Göz göze geldik.
“Ne dedi o adam?” dedim, usulca ama kararlı bir sesle.
Bir anlığına nefesi kesildi.
Kaşları çatıldı, omuzları gerildi.
“biri bir şey mi dedi sana lalem,” diye atıldı hemen.
Ama ben sustum. Gözlerimi kaçırmadım.
“Adem, ne dedi?” dedim yine. Bu kez daha net. Daha kararlı.
Çünkü artık biliyordum.
Söylemek istememesi, o sözlerin ne kadar kirli olduğunu gösteriyordu zaten.
Yutkundu. Gözlerini kaçırdı. Uğur’un üstüne eğilmiş gibi yaptı, battaniyeyi düzeltti. Ama ben onun yüzünü görüyordum. Gerginliğini… o dudak kenarındaki titremeyi…
“Bir şeyler dedi işte,” dedi sonunda. “Boş konuştu. Laf attı… Sinirlendim ben de. O kadar.”
“Benimle ilgiliydi değil mi?”
Cümle çıkarken boğazım düğümlendi.
“Benim hakkımda konuştu…”
Adem başını öne eğdi. Bu, cevaptan çok daha fazlasıydı.
Sustuğu her saniye içimde bir başka şey kırıldı.
“Hakaret etti, değil mi?” dedim. Sesim çatladı biraz. “O yüzden… o yüzden saldırdın.”
Adem dudaklarını birbirine bastırdı. Sonra başını hafifçe kaldırıp bana baktı.
“Ona izin veremezdim,” dedi.
Sesi hâlâ kısık, ama kararlıydı.
“Sen… öyle bir lafı hak etmezsin.”
Yüreğim bir anlığına yumuşadı. Ama hemen ardından o acı geldi yine.
“Peki… neden anlatmadın?”
Gözlerim dolmaya başladı.
“Ben bütün gece düşündüm. ‘Acaba ne oldu?’ dedim. Seni kaç kere aradım… Kendi kendime kızdım… Sen tek kelime etmedin.”
Adem bir adım attı. Yaklaştı.
“Çünkü bilmeni istemedim,” dedi.
“Çünkü o lafları duymanı istemedim. O laflar senin kulağına değmesin istedim. Taş gibi dursun üzerime ama sana hiç değmesin istedim.”
O an gözyaşlarımı tutamadım. Bir tane aktı.
Ama ağlamadım da. Bir damladan fazlasına izin vermedim.
Sadece sessizce, bakakaldım ona.
İşte o anda… emin oldum. Doğru adamı bulmuştum. Adem doğru adamdı. Bu kirli dünyada, beni tüm kötülüklerden korumak isteyen, üzerine taşları yığmaktan çekinmeyen… doğru adam.
İçimdeki tüm duvarlar yıkıldı. Kalktım, kollarımı Adem’in beline doladım. Başımı göğsüne yasladım. Kulağım kalbinin ritmini duyuyordu. Hızlı atıyordu. Benim ki kadar hızlı.
Adem önce şaşırdı. Kaskatı kesildi. Sonra yavaşça, sanki kırılabilecek bir şeyi tutar gibi, kollarını bana sardı. Elini saçlarıma götürdü, usulca okşadı.
Sıkıca sarıldım ona. Tüm kırgınlıklarım, endişelerim, korkularım o an eriyip gitti. O an sadece Adem’in kollarında olmak, güvende olmak istedim.
“Bana neden anlatmadığını anlıyorum,” diye fısıldadım, sesim Adem’in göğsünde boğuluyordu. “Ama… artık her şeyi bilmek istiyorum.”
Adem’in kolu beni daha da sıktı. Başını omzuma yasladığını hissettim. Derin bir nefes aldı.
“Anlatacağım,” dedi fısıltıyla.
“Seni incitmeyecek her şeyi, ne yaşandıysa… hepsini anlatacağım. Bundan sonra senden hiçbir şey saklamayacağım, Lalem. Sana söz veriyorum.”
Adem’in kollarında sessizce kalakaldım. Kalbim hâlâ hızlı atıyordu ama bu sefer korkudan değil. Güvenden, o sarsılmaz his var ya… işte ondan. Bir süre hiçbir şey demedim. Sadece nefesini dinledim. Sakinleşene kadar. Sonra başımı yavaşça kaldırdım, çenemi onun göğsüne yasladım, tam kalbine denk getirdim. Kalbinin ritmini dinledim, Hisettim Güzel atıyordu. Çok güzel.
Sonra gülümsememi tutamadım. Hafifçe başımı kaldırdım, gözlerine baktım ama çenem hâlâ göğsüne yaslıydı. Kollarım ise belindeydi.
“Ben de sana güveniyorum…” dedim sessizce.
Ardından gülümsememi biraz daha büyütüp fısıldadım:
“…müstakbel eşim.”
Evet. Dedim. Söyledim. Aklımdan geçeni, dilime vurdum. Geri çekilmedim ilerisini düşünmedim. Murat gibi bir adamda bile bu kadar düşünmemişken bu koca yürekli adama bunu yapmam haksızlıktı. En fazla ne olabilirdi ki? Darbe alırdım. Ona da zaten alışıktım.
Adem’in bedeni anında gerildi. O koca adam resmen dondu kaldı. Resmen buz gibi çözüldü. Sanki elektrik çarpmış gibi oldu. Başını bir eğdi, bir kaldırdı, eliyle sırtımı mı sıvazlayacak, saçımı mı okşayacak karar veremedi.
“Sen… şey mi dedin az önce?” dedi, sesi çatallandı.
“Yani… o kelime… E-eş… şey…”
Gözlerimi kıstım, çaktırmadan eğleniyordum. Burnumu hafifçe göğsüne sürttüm.
“Ne oldu, Adem Bey? Bu kadar kolay teslim mi olacaktın bana?”
Gözleri yuvalarından fırlayacak gibi oldu. O kadar tatlı şaşırdı ki içimden kahkaha atmak geldi ama tutundum.
“Yani şimdi…” dedi, parmaklarını saçlarıma dolarken, “Ben… şey…”
“Konuşma, sen sadece sarıl,” dedim usulca.
O da öyle yaptı zaten. Sımsıkı sardı beni. Öyle bir sarıldı ki, sanki bu kelimeyi yıllardır duymayı bekliyormuş gibi. Kalbim, onun kalbine yaslandı o an. Ve ben bir kez daha, içimden dedim ki:
“Tamam Lale… doğru adrestesin.”
***
Selamlar nasılsınız?
Bölüm nasıldı?
28. bölümü okumayı unutmayın!!!
Yorum yapmayı unutmayın!!
Ve kitapta neler görmek isterdiniz?
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 29.34k Okunma |
2.68k Oy |
0 Takip |
29 Bölümlü Kitap |