Sabah, Uğur’un mızmızlanmasıyla gözlerimi açtım. Güneş, perde aralığından içeri süzülmüş, odayı hafifçe aydınlatıyordu. Uğur’un yanına gidip onu kucağıma aldım. Yüzünde tatlı bir mahmurluk vardı. “Günaydın, küçük adam,” diye fısıldayarak alnına bir öpücük kondururken.
Kahvaltıyı hızlıca hazırlayıp Uğur’a yemek yedirdikten sonra, kapı tıklandı. Kapıyı açtığımda karşımda Yeliz’i buldum. Elinde bir kaç poşet vardı.
“Günaydın Lale! Sana güzel bir haberim var!” dedi heyecanla.
Onun bu heyecanlı kıpır kıpır haline gülerken İçeri davet ettim, o poşetleri mutfak masasına bırakırken merakla sordum: “Ne haberi?”
Yeliz gözleri parlarken heyecanlı bir ifadeyle anlatmaya başladı. “Mahallece Ramazan hazırlıklarına başladık. Yarın akşam, iftarın ilk günü meydan da kahvehaneyle, mazlum amcanın lokantasında büyük bir buluşma var. Herkes bir şeyler yapıyor, yardımlaşıyoruz. Sen de gelir misin?”
Birkaç saniye düşündüm. Mahallenin bu sıcak ortamına gerçekten alışmaya başlamıştım. Birlikte hazırlık yapmak, insanlarla kaynaşmak güzel olabilirdi. Gülümsedim. “Tabii ki gelirim! Yardım edebileceğim bir şey var mı?”
Yeliz başını sallayarak, “Olmaz mı? Abimler alışverişe gittiler yardım kolisi hazırlayacağız malzeme alıyorlar. Onları hazırlarız annemde börek, poğaça falan yapıp buzluğa atacak. Hem hacer teyzede baklava açacak. Çok güzel oluyor lale. Tek ve yaşlı olduğu için ona yardıma gideriz” dedi.
İçimde garip bir heyecan vardı. İlk defa bir mahalle dayanışmasının parçası olacaktım. “Tamam,” dedim neşeyle. “Uğur’u da yanıma alırım, birlikte geliriz.”
Yeliz sevinçle el çırptı. “Harika! Hadi o zaman, önce yardım kolilerini hazırlamaya gidelim, sonra Hacer teyzenin yanına uğrarız.”
Uğur’u hazırlayıp küçük sırt çantasına birkaç şey koydum. Yelizde mutfakta ki poşetleri aldı. Sonra Yeliz’le birlikte dışarı çıktık.
Yeliz’in evine doğru yürürken, mahalledeki hareketlilik dikkatimi çekti. Kapı önlerinde kümelenmiş kadınlar bir yandan sohbet ederken bir yandan da işlerini yapıyorlardı. Kimisi sebze ayıklıyor, kimisi hamur yoğuruyordu. Erkekler ise kamyonetin başında telaşla çalışıyor, aralarında şakalaşıyorlardı. Hava, beklenmedik şekilde sıcaktı. Sanki Allah, bu güzel insanlara yardımlaşmaları için bir armağan vermişti.
Yeliz’in evine vardığımızda kapıyı Nazan teyze açtı. Bizi görünce yüzü aydınlandı. “Oh, hoş geldiniz kızlar!” dedi. “Girin, girin, poşetleri mutfağa koyun.”
Yeliz elindeki poşetleri mutfağa bıraktı, ben de Uğur’u kucağımdan indirip rahatça dolaşmasına izin verdim. Nazan teyze ona sevgiyle eğildi, tombul yanaklarını okşayıp "Maşallah, sanki tombullaşmış bizim ufaklık!" dedi gülerek. Uğur başını salladı ama daha konuşmadığı için sadece gözlerini kocaman açarak ona baktı.
Ben dediklerine gülerken " evet biraz kilo aldı. Emeklemeye başladığı için kilo verir diye düşünmüştüm ama korktuğum gibi olmadı."Dedim.
Nazan teyze kahkahalarla güldü. "Olsun, olsun, kilolu çocuk sağlıklı çocuktur." dedi. "Hem emeklemeye başladıysa yakında peşinden koşturup durursun, o zaman gör bak ikinizde nasıl zayıflıyorsunuz."
Ben gülümserken Yeliz, annesine döndü. "Anne, biz meydana geçiyoruz. Akşam da hacer teyze baklava yapacakmış biz de yardım ederiz."
Nazan teyze başını salladı. "Tabii kızım, ne kadar çok el, o kadar hızlı iş. Hacer teyzenize de selam söyleyin, baklavasından bir dilim fazla ayırsın bana!" dedi göz kırparak.
Ben ve Yeliz gülerek vedalaşmak üzereyken, Nazan teyze Uğur’a bakarak "Bu paşaya yürüteç aldın mı sen?" diye sordu.
Ben mahcup bir ifadeyle gülümsedim. "Yok, almadım. Biraz daha geçsin diye düşündüm ama sanırım artık vakti geldi."
Nazan teyze başını salladı. "Evet, tam zamanı. Yürüteç çocukların bacak kaslarını güçlendirir, yürümeye alışmaları kolaylaşır."
Ben başımı sallayarak gülümsedim. "Evet, haklısınız Nazan teyze. Yürüteç gerçekten iyi olabilir. En kısa zamanda alırım."
Nazan teyze memnuniyetle başını salladı. "Aferin kızım, hem senin de işin kolaylaşır."
Yeliz, "Tamam, o zaman biz çıkıyoruz anne. Akşama kadar işimiz çok!" dedi neşeyle.
Nazan teyze eliyle bizi uğurlarken, "Tamam tamam, hadi kolay gelsin. Hacer teyzeye de selam söyleyin," dedi.
Ben de gülümseyerek, "Söyleriz Nazan teyze, görüşürüz," dedim.
Uğur’u kucağıma aldım ve Yeliz’le birlikte dışarı çıktık.
Sokağa adım attığımızda hareketlilik daha da belirginleşmişti. Kimisi sokakta serdiği halının üstünde sebze doğruyor, kimisi kamyonetlerden indirilen erzakları düzenliyordu.
Meydana doğru yürürken Yeliz birine el salladı. "Bak, abim de burada."
Başımı çevirdiğimde Adem beyi birkaç adamla birlikte yardım kolilerini taşırken gördüm. Kollarını sıvamış, her zamanki sert ama odaklanmış ifadesiyle işine devam ediyordu. Yanındaki adamlarla kısa kısa konuşup yönlendirmeler yapıyordu.
Tam meydanın köşesine yaklaştığımızda, Adem bey bizi fark etti. Bir an göz göze geldik, ama o her zamanki gibi fazla bir şey belli etmeden, sadece kısa bir bakışla selam verdi.
"Kolay gelsin!" dedim hafifçe gülümseyerek.
başını sallarken. "Sağ ol." dedi, sonra elindeki koliyi arabadan alıp diğerlerinin yanına koydu.
Ahmet abi, Yılmaz abi ve Çağan, bizi görünce yüzlerinde sıcak bir gülümsemeyle yaklaştılar. Ahmet abi, hemen Uğur’un yanına gelip onun minik ellerini tuttu.
“Vay be, bizim küçük bey gelmiş!” dedi neşeyle.
Yılmaz abi da eğilip Uğur’un başını okşadı. “Artık kocaman adam olmuş bu. Yakında yürümeye başlarsın, değil mi ufaklık?”
Uğur, her zamanki gibi büyük bir ciddiyetle onları izliyor, ara sıra başını hafifçe sallıyordu. Çağan ise gülerek elini uzattı.
“Gel bakalım, Çağan abin seni kucağına alsın mı?”
Uğur önce tereddüt etti ama sonra yavaşça ellerini uzattı. Çağan onu dikkatlice kucakladı ve havaya kaldırarak güldü.
“Hah, işte böyle! Senin de bizle çalışman lazım ufaklık. Hadi bakalım, sen de kolilere yardım edecek misin?”
Uğur, kıkırdayarak onun yakasından tuttu. Ben gülümseyerek “Bence tek yapabileceği şey sizin işinizi bölmek,” dedim.
Ahmet abi, Çağan’a göz kırparak “Olsun, bizim için en önemli iş moral vermek. Uğur da tam bunu yapıyor işte,” dedi.
Yeliz kolileri işaret ederek, “Hadi bakalım, işinizin başına dönün beyler, daha çok iş var,” diye takıldı.
Yılmaz abi gözlerini devirerek, “Tamam tamam, zaten çalışıyoruz,” dedi ve tekrar yük taşımaya döndüler.
Biz de Yeliz’le birbirimize bakıp gülümseyerek yardım işlerine katılmak için ilerledik.
"Kızlar, hadi gelin! Kolileri hazırlıyoruz, size de iş var!"
Yeliz elimi tutup çekiştirdi. "Hadi bakalım Lale, mahalleye tam anlamıyla giriş yapma vakti!"
Derin bir nefes alıp gülümsedim. "Hadi bakalım!" dedim ve Uğur’u kucağıma alarak kalabalığa doğru ilerledim.
Yeliz’le yardım kolilerinin hazırlandığı yere geldiğimizde, birkaç kadın yere serdikleri örtülerin üstünde poşetleri düzenliyordu. Mercimek, pirinç, makarna, un… Hepsi tek tek kolilere yerleştiriliyordu.
Kolilerin hazırlandığı alan oldukça hareketliydi. Kadınlar, yere serdikleri örtülerin üzerine dizilmiş erzakları titizlikle ayırıyor, herkes iş bölümü içinde çalışıyordu. Mercimek, pirinç, un, makarna gibi temel gıdalar, büyük çuvallardan çıkarılıp poşetleniyor, sonra kolilere yerleştiriliyordu.
Yanımda oturan adını yelizden duyduğum Fatma teyze, iri elleriyle pirinçleri tartıp poşetliyordu. Yan gözle bana bakıp tatlı sert bir sesle, “Sen yeni taşınan kızsın değil mi?” diye sordu.
Başımla onayladım. “Evet, Lale ben.”
Fatma teyze gülümsedi. “Hoş gelmişsin kızım. Bak, bu mahallede kimse aç kalmaz. Biz birbirimize sahip çıkarız. Sen de artık bizdensin, değil mi?”
İçimde sıcak bir his yayıldı. Buraya geldiğimden beri belki de ilk defa, yalnız olmadığımı hissediyordum. “Elimden ne gelirse yaparım,” dedim içtenlikle.
***
İşimiz bittiğinde, derin bir nefes alıp ellerimi dizlerime koyarak doğruldum. Yardım kolilerini hazırlamak düşündüğümden daha yorucuydu ama içimde tatlı bir huzur vardı. Etrafıma baktığımda herkes yavaş yavaş toparlanıyordu. Uğur, bir köşede oynarken ara sıra bana bakıyor, gözleriyle beni takip ediyordu.
Yeliz, saçlarını geriye atıp yanıma yaklaştı. “Hacer teyzenin yanına geçmeden önce abime haber vereyim. Yoksa sonra neredesiniz diye sorup durur.”
Başımla onayladım. “Tamam. Biz de Uğur’un eşyalarını toparlayalım.”
Yeliz telefonunu çıkarıp birkaç adım ileriye yürüdü. Ben de Uğur’un çantasını sırtıma takıp etrafa son bir kez göz gezdirdim. Mahallenin bu sıcaklığı içimi ısıtıyordu. Daha önce böyle bir dayanışmanın içinde olmamıştım ama burada herkesin birbirine nasıl sahip çıktığını görmek beni etkiliyordu.
Yeliz telefon konuşmasını bitirip yanıma döndü. “Abim hemen yakındaymış. Birkaç dakikaya buraya uğrar, sonra biz gideriz.”
Başımı salladım. “Tamamdır. O zaman bekleyelim.”
Birkaç dakika sonra, Adem Bey meydanın köşesinden çıkıp bize doğru yürüdü. Kolları sıvanmıştı, yüzü her zamanki gibi ciddi ama belli belirsiz bir yorgunluk okunuyordu. Bize yaklaşınca gözleri bir anlığına bana kaydı, sonra Yeliz’e döndü.
“İşiniz bitti mi?”
Yeliz başını salladı. “Evet, şimdilik buradaki işler tamam. Şimdi Hacer teyzenin yanına geçiyoruz, baklava yapacağız.”
Adem Bey, bana kısa bir bakış attı. “Sen de mi gidiyorsun?”
Sesindeki sertlik mi yoksa sadece her zamanki ciddiyeti mi bilmiyorum ama bir an duraksadım. Hafifçe gülümsedim. “Evet. Elimden geldiğince yardım edeyim dedim.”
Başını hafifçe salladı. “Tamam. Geç kalmayın.”
Yeliz gözlerini devirdi. “Abii, sanki gece kulübüne gidiyoruz.”
Adem Bey, ona sertçe baktı ama sanki dudaklarının kenarında belli belirsiz bir gülümseme vardı. “Fazla oyalanmayın işte.”
Kısa bir sessizlikten Sonra Adem bey kucağımda uyuklayan oğluma bakıp "Ben bırakayım sizi daha fazla yorulmayın." Dedi.
Yeliz bana ve uğura baktı. "Lale Uğur uyumaya başlamış. İstersen abim bıraksın." Dedi.
Kafamı iki yana sallarken "hiç gerek yok. Daha fazla yorulmayın" dedim.
Adem Bey bir an duraksadı, gözleri Uğur’a kaydı. Sonra başını hafifçe salladı. “Nasıl istersen,” dedi kısaca.
Yeliz, “Peki o zaman, biz gidelim,” diyerek koluma hafifçe vurdu. Ben de Uğur’u daha iyi kavrayarak adımlarımı hızlandırdım.
Yürürken Yeliz, Adem Bey’in arkamızdan bakıp bakmadığını kontrol etmek ister gibi hafifçe başını çevirdi, sonra gülerek bana döndü. “Abim sandığından daha yumuşaktır ama pek belli etmez,” dedi kıkırdayarak.
Gözlerimi devirdim. “Hiç de yumuşak gibi durmuyor.”
Yeliz güldü. “Sert kabuk gibi düşün. İçini görmek zaman alıyor.”
Ben sadece omuz silktim. Açıkçası Adem Bey’i çözmeye çalışmak gibi bir niyetim yoktu. Şu an tek istediğim, Uğur’u rahat ettirip Hacer Teyze’ye yardıma gitmekti.
Yeliz heyecanla konuşmaya başladı.
“Hazır mısın?”
Gülerek başımı iki yana salladım. “Bilmiyorum, baklava açabilir miyim ki?”
Yeliz kahkaha attı. “Öğreneceksin artık! Hacer teyze harika bir öğretmendir!”
Gülerek adımlarımızı hızlandırırken içimde tarif edemediğim bir sıcaklık vardı.
Hacer Teyze’nin evi, mahallenin biraz daha iç tarafında, küçük ama düzenli bir bahçesi olan şirin bir evdi. Kapıya vardığımızda Yeliz kapıyı tıklattı. Birkaç saniye sonra içeriden yavaş adımlarla gelen biri olduğu duyuldu. Kapı açıldığında karşımızda zayıf, beli hafifçe bükülmüş, ama yüzünde sıcacık bir gülümsemeyle bakan yaşlı bir kadın duruyordu. Başındaki beyaz tülbenti ve özenle düzeltilmiş hırkasıyla tam bir Anadolu kadınıydı.
Hacer Teyze, Yeliz’i görünce yüzü daha da aydınlandı.
"Ayy, benim güzel kızım gelmiş!" dedi sevinçle. Sonra gözleri bana kaydı. Yeliz hemen beni tanıştırdı.
“Hacer teyze, bu Lale. Yeni taşındı mahalleye. Bugün sana yardıma geldik.”
Hacer Teyze, beni baştan aşağı süzdü, sonra sıcak bir şekilde gülümsedi. “Hoş gelmişsin kızım. Geçin, içeri geçin.”
İçeriye adım attığımızda, evin eski ama tertemiz olduğu hemen göze çarpıyordu. Küçük salonda otantik kilimler, işlemeli örtüler ve duvarlarda eski fotoğraflar vardı. Evin mutfağından mis gibi hamur kokusu geliyordu.
Oturmamız için bizi gösterdiği minderlere yerleşirken, gözleri Uğur’a takıldı.
“Vay vay vay, kim bu yakışıklı?” diye sordu sevgiyle.
Ben gülümseyerek, “Oğlum Uğur,” dedim.
Hacer Teyze eğilip Uğur’un tombul ellerini tuttu. “Maşallah, pek de güzel bir çocukmuş. Gel bakayım, teyzen bir seni sevsin.”
Uğur, önce tereddütle bana baktı ama sonra Hacer Teyze’nin sevgi dolu gülümsemesine karşı koyamadı. Minik ellerini onun avuçlarına bıraktı. Hacer Teyze, onun tombul yanaklarını okşayıp tatlı tatlı mırıldanarak sevdi.
“Ah, çocuk kokusu gibisi var mı?” diye iç çekti. “Ev, çocuk sesiyle güzel olur.”
Ben hafifçe gülümsedim ama içimde bir burukluk vardı. Uğur’un neşe dolu bir evde büyümesini isterdim. Onun için en iyisini yapmaya çalışıyordum ama zaman zaman bunu başarabilecek miyim diye kaygılanıyordum.
Hacer Teyze bir süre daha Uğur’la ilgilendikten sonra bana dönüp, “Bak yavrum, o biraz uyursa rahat edersin. Baklava açarken yorulursun,” dedi.
Ben de başımı sallayarak Uğur’u uyutmak için gösterdiği yan odaya geçtim. Küçük bir divanın üzerine onu dikkatlice yatırdım. Emzirirken sonra Hafifçe sırtını okşayarak ninni mırıldandım. Uğur, gözlerini kırpıştırarak bir süre bana baktı, sonra yavaşça uykuya daldı.
O uyuyunca yanlarına döndüm. Hacer Teyze çoktan hamuru yoğurmaya başlamıştı. Ellerini unlayarak bana baktı.
“Hadi bakalım Lale kızım, şimdi gerçek iş başlıyor,” dedi göz kırparak.
Ben gülerek yanına yaklaştım. “Bakalım becerebilecek miyim?”
Yeliz kahkaha attı. “Beceremezsen de öğrenirsin, Hacer teyzenin elinden bir şey kaçmaz.”
Hacer Teyze de gülerek başını salladı. “Elinin hamurunu tanıyan insan, hayatı da tanır kızım. Hadi bakalım, başlıyoruz!”
İçimde tatlı bir heyecanla, onun söylediklerini dikkatle izlemeye başladım.
“Baklava yapmak sabır işidir kızım,” dedi bana dönerek. “Hamuru incecik açmak, cevizini güzel serpmek, katlarını düzgün dizmek... Ama en önemlisi, severek yapmak.”
Ben hafifçe gülümsedim. “O zaman biraz zorlanacağım sanırım, çünkü hamur açmayı pek bilmiyorum.”
Hacer teyze gülümsedi. “Olsun, öğrenirsin. Yeter ki iste.”
Yeliz kollarını sıvayıp masanın başına geçti. “Hadi bakalım, Lale, ilk yufkanı sen açacaksın!” dedi neşeyle.
Ben derin bir nefes alıp oklavayı elime aldım. Un serpilmiş tezgâhın başına geçerek hamuru açmaya başladım. İlk başta beceriksizceydi, ama Hacer teyze sabırla gösteriyor, gerektiğinde ellerimi yönlendiriyordu.
Zaman geçtikçe, mutfaktaki hava daha da keyifli hale geldi. Hacer teyze anılarını anlatıyor, Yeliz arada şakalaşıyor, ben de gittikçe açmaya alıştığım hamurun başında kahkahalar atıyordum.
Duyduğumuz telefon sesiyle hepimizin hareketleri duraksadı.
"Lale, telefonun çalıyor." Yeliz’in sesiyle ellerime bakıp ona döndüm.
Ellerim hâlâ un içindeydi. "Yeliz, ellerin temizse açıp kulağıma koyar mısın?" diye sordum.
Yeliz, meraklı bakışlarla beni süzerken hafifçe kıkırdadı.
"Tabii ki."
Telefonu yanağımla omzumun arasına sıkıştırarak teşekkür ettim. "Efendim?" diyerek karşı taraftan cevap beklerken önümdeki hamuru açmaya devam ettim.
Duyduğum sesle bütün kaslarım gerildi.
"Lale, Allah senin belanı versin! Utanmıyor musun sen ha?"
Bıçak gibi keskin bu sözler kulaklarımdan beynime sıçradı. Ellerimi önlüğüme silerken telefonu sıkıca tuttum.
"Yenge, ne diyorsun sen?"
Yeliz ve Hacer Teyze de merakla bana bakıyordu. Yeliz’in kaşları çatılmış, sormadan anlamaya çalışıyordu.
"Ne diyormuşum? Sen utanmadan, sıkılmadan bizim ailemizi rezil ediyorsun!" Yengemin sesi sinirden titriyordu.
İçimde garip bir sıkışma oldu. "Ne yaptım ben?" diye sordum, sesimi olabildiğince sakin tutmaya çalışarak.
"Ne yaptın mı? Oğlunu alıp çekip gittin, bir şey demedik. Senin yüzünden ailemizin adı çıkıyor! İnsan biraz utanır! Murat'ı dövdürmek de ne demek ha? Kimsin sen Lale, kendini ne sanıyorsun?"
Yeliz yerinde huzursuzca kıpırdandı. Hacer Teyze’nin yüzü ciddileşti.
Yüzüm öfkeyle gerildi. Parmağımı sıkıca telefona bastırırken sesim sertleşti.
"Yenge, ne saçmalıyorsun sen? Yengem alaycı bir kahkaha attı. "Tabii ya! Sen masumsun! Zavallı Lale, hep mağdur!"
Sonra sesi daha da sertleşti.
"Murat’ın sevgilisi Nihan, anneni aradı! ‘Kızınızı tutun, kocamı dövdürdü!’ dedi! Annen ne halde haberin var mı? İyi ki evde sadece annenle ben vardım. abinle baban duymadı, yoksa bu rezilliğin altından kalkamazdın!"
Bütün kanım beynime sıçradı. Yumruklarımı sıkarak masanın başından ayrıldım.
"O kadın annemi ne hakla arıyor? Utanmıyor mu? Evli barklı adamla ben mi ilişki yaşadım? Ben mi yuva yıktım? Murat o kadının annemi aramasına nasıl izin verir?"
Yeliz hemen yanıma gelip koluma dokundu. "Lale, sakin ol."
Ama içim öfkeyle kaynıyordu. Annemin de işin içine girmesiyle, bu iş iyice büyüyecekti. Nihan ve murat sırf beni zor durumda bırakmak için her yolu deniyordu.
Göğsüm sinirden hızlı hızlı inip kalkarken sesim titredi. Telefonu avucumda sıkarak nefes almaya çalıştım. Ama yengemin sesi her kelimede daha da yükseliyordu.
"Senin yüzünden Murat perişan oldu. Ya teyzem mahvoldu kadın. O adamı dövdürerek eline ne geçti?"
Diğer elimle tezgâha vurdum. "Ben kimseyi dövdürmedim!" diye tekrarladım, ama yengem dinlemiyordu bile.
"Utanmazsın! Kendi pisliklerini örtmek için Murat’a zarar verdin. Şimdi de masum rolü mü yapıyorsun?"
Yeliz’in yanımda huzursuzca kıpırdandığını hissediyordum. Hacer Teyze’nin yüzü sertleşmişti.
Dişlerimi sıkarak, "Yenge, Murat'ın başına ne geldiyse, kendi yaptıklarının sonucu! Ben kimseyi tutup dövdürmedim! Bu bir yanlış anlaşılmaydı. Hem benim ne pisliğim varmış? Murattan daha adi bir pislik mi var?" dedim.
Ama yengem alaycı bir kahkaha attı. "Ah Lale ah! Ne pisliğiymiş sen gece çocuğunu da alıp evden kaçmadın mı?"
Sinirle gülüp boşta ki elimi saçımdan geçirdim."kaçtım evet yaptım. neden yaptım? Hiç sordunuz mu? Abim geldi bağırdı çağırdı. Elin yedi kat yabancısı aldı beni elinden. Yenge senin oğlun benim minicik yavruma vuruyormuş. Vücudun da morluklar vardı. Hepiniz biliyordunuz. Hiç biriniz sesinizi çıkarmadınız."
"Abartma Lale!! Ne sandın senin ve oğlunun el bebek gül bebek bakılacağını mı? Onlar daha çocuk kavga da ederler barışırlar da." Kafamı hafif yukarı kaldırarak göz yaşlarımı akmasına engel oldum.
"Peki neden benim yavrum? Hep acı çeken benim yavrum oluyor. Neden her kavga da acı çekmesi gereken taraf biz oluyoruz? Size dedim bana ne yaparsanız yapın ama çocuğuma Karışmayın. Ama siz yetinmediniz bir kişiyle. Ben hiç bir şey yapmadım. Yaptırmadım bırakın artık peşimi. "
"Sen yapmadım de, ama herkes neyin ne olduğunu biliyor. Murat’ın sevgilisi boşuna aramadı anneni! Senin gibi bir kız yetiştirdiği için utanmalı!"
Bu sözlerle içime keskin bir hançer saplandı. Mideme sert bir yumruk yemiş gibi irkildim.
Sesim buz gibi oldu. "Eğer Murat’ın sevgilisi bu kadar hakkını arayan biriyse, önce dönüp kendine baksın. Ben onun yaptığı gibi bir yuvayı yıkmadım! İnsanların arkasından iş çevirmedim! Belki de Murat’ın başına gelenler, geçmişte yaptıklarının bedelidir, düşündün mü?"
Yengem bir an sessiz kaldı ama sonra hırsla konuştu. "Bana laf ebeliği yapma Lale! Senin ne olduğun belli!"
Ben de aynı sertlikle karşılık verdim. "Ha!! Asıl sizin ne olduğunuz belli! Eğer bu kadar ahlak bekçisiysen, önce onun yaptıklarına bir bakardın. Ama sizin gözünüzde hep ben suçluyum, değil mi? Murat hep melek!"
Telefonun diğer ucundan homurdanmalar duyuldu. Sonra yengemin sesi tekrar yükseldi.
"Seninle daha fazla konuşacak değilim. Ama şunu bil, bu iş burada bitmeyecek!"
"Bitmeyecekse, bitmesin! Korkum yok benim! Ama benim üzerimden oyun oynamayı bırakın artık!" diye bağırdım.
Tam telefonu kapatırken yengemin son sözleri içimi buz gibi yaptı.
"Sen daha hiçbir şey görmedin Lale. Bekle ve gör."
Telefon kapanınca içimdeki öfke, kalbimi sıkıştıran bir ağırlığa dönüştü.
Yeliz ve Hacer Teyze bana dikkatle bakıyordu.
Yeliz sessizliği bozdu. "Bu iş daha da büyüyecek, değil mi?"
Başımı yavaşça salladım. "Belli ki Murat ve sevgilisi, beni rahat bırakmaya niyetli değil."
Nefesim düzensizdi. Göğsüm inip kalkıyordu.
Sonra bir şey koptu içimde.
Başımı iki yana salladım, dişlerimi sıktım. Hayır, bu böyle devam edemezdi.
Birden, keskin bir kararla hareket ettim. Önlüğümü hızla çıkardım.
“Yeliz, Uğur’u sana bırakıyorum.”
Yeliz’in kaşları şaşkınlıkla kalktı. “Ne? Lale, ne yapıyorsun?”
Yeliz şaşkınlıkla bana baktı. "Lale, nereye gidiyorsun?"
Gözlerim kararmıştı.
"Bu işi halletmeye."
Yeliz bir şeyler söylemeye çalıştı ama ben çoktan kapıya yönelmiştim.
Öfkeden titreyen ellerimle kapıyı açıp dışarı adım attım. İçimde fırtınalar kopuyordu.
Bugün buna bir son verecektim.
***
Evimin kapısını hızla açıp içeri girdim. İçimde öyle bir öfke vardı ki, her adımımda sanki kalbim göğsümden çıkacakmış gibi atıyordu. Ellerim titriyor, nefesim düzensizce inip kalkıyordu. Bu böyle devam edemezdi. Artık bir şeyleri kökünden çözüp bu oyunu bozmalıydım.
Hızla dolabı açıp çantamı çıkardım. Askıdan montumu alırken aynaya kısa bir bakış attım. Karşımda gördüğüm kadın, bir ay önceki Lale değildi. Gözlerim daha sert, duruşum daha kararlıydı.
Artık kimse benim üzerimden oyun oynayamayacaktı.
Çantamı omzuma asıp kapıya yöneldim. Tam çıkarken bir an duraksadım. Mutfağa gidip Uğur için bir şeyler hazırlamak istedim ama sonra Nazan teyze'nin ona göz kulak olacağını hatırlayıp rahatladım.
Bir kez daha derin bir nefes alıp kapıyı açtım. İçimdeki fırtına hâlâ dinmemişti ama bu sefer farklıydı.
Bu sefer korkmuyordum.
Bu sefer Murat’a hesap sormaya gidiyordum.
***
Taksiciden para üstünü alıp arabadan indim. Giden taksinin arkasından bakıp arkamda ki binaya döndüm. Dönüp dolaşıp aynı yere geliyordum.
Aynı yerde adım sanıyordum sanki. Bu bina yok olursa bütün sıkıntım hallolacakmış gibi geliyordu. Daha fazla düşünmeden kapıya doğru ilerledim. Ne kadar çabuk halledersem o kadar iyidi benim için. Oğlumun yanına çabuk dönerdim.
Asansöre binmeden 4 kat çıkmaya başladım. Beynim çabuk hallet desede kalbim zaman kazanmak istiyordum.
Ne kadar muratı takmamaya beni aldatmasına üzülmemeye çalışsam da olmuyordu. İçimde onu sevmiş olan kısım buruktu, kırıktı, her köşe başında oturup ağlamak istiyordu.
Kapının önüne gelince bir kaç dakika kapının önünde bekleyip içeriden gelen kahkaha seslerini gözlerim dolu dolu dinledim. Bu ev benim evimdi. Murat benimdi nasıl kaymışlardı elimden? Nasıl bu hale gelmiştim.
Gözlerimi sıkıca kapatıp derin bir nefes aldım. İçimdeki kırgınlıkla başa çıkmaya çalışıyordum. Burası benim evimdi. Bu duvarların arasında gülüşlerim, hayallerim, hatta gözyaşlarım vardı. Ama şimdi içeriden gelen kahkahalar, buranın artık bana ait olmadığını yüzüme tokat gibi vuruyordu.
Elimi kaldırıp kapıyı çalmak istedim ama tereddüt ettim. Murat ve sevgilisi içeride mutlu mesut hayatlarına devam ederken, ben onların düzenini bozacak bir yabancıydım artık. Midemde bir sıkışma hissettim.
Ama sonra yengemin söyledikleri aklıma geldi. Annemin, benim yüzümden utandığını söylemişti. Murat’ın sevgilisi, beni anneme şikâyet etmişti. Ve Murat buna izin vermişti.
İçimde bir yerlerde hâlâ Murat’ın bana değer verdiğine, en azından bir nebze olsun vicdanı olduğuna inanmak istiyordum. Ama artık buna inanacak kadar saf değildim.
Dişlerimi sıkarak kapıyı sertçe çaldım. Birkaç saniye sonra içeriden ayak sesleri geldi. Kapı açıldığında karşıma çıkan yüz, o kadındı.
Nihan.
Saçları dağınık ama yüzünde alaycı bir gülümsemeyle karşımda duruyordu. Üstünde Murat’ın eski bir tişörtü vardı. Altında bir eşofman. Gözlerim bir an o tişörte takıldı. Önceden sabah kahvaltı hazırlarken Murat’ın üzerinde gördüğüm, benim ellerimle yıkadığım, ütülediğim tişört. Erkeklerden gerçekten hiç bir şeye değmiyordu.
İçimdeki öfke bir anda kabardı. Ama sakin kalmalıydım.
Nihan kollarını göğsünde bağlayarak başını yana eğdi. "Vay vay vay… Kimi görüyorum. Lale, canım, eski evini mi özledin?"
Gözlerimi kısıp sesimi soğuk tuttum. Yutkunarak boğazımda ki yumruyu yumuşatmaya çalıştım. Güçsüz durmamalıydım."Murat’la konuşmaya geldim."
Nihan alaycı bir şekilde güldü. "Senin benim kocamla konuşacak neyin var? "
İçimden geçenleri söylememek için dişlerimi sıktım. "Sen ne olduğunu çok iyi biliyorsun. Murat’a söyle, dışarı gelsin. Onunla konuşacaklarım var."
Nihan gözlerini devirdi. "Murat, seninle konuşmak istemiyor. Eğer konuşmak isteseydi, arardı, çocuğunu görmeye gelirdi."
O an kalbimde küçük bir sızı hissettim ama hemen kendimi topladım. Beni incitmesine izin vermeyecektim.
"Sen onun avukatı mısın? Çekil önümden, Murat’la konuşacağım!"
Sesimi yükselttiğimde içeriden Murat’ın sesi geldi. "Ne oluyor Nihan?"
Kapının arkasından belirdiğinde göz göze geldik. Bir an sessizlik oldu. Murat, eskiden bana baktığı gibi bakmıyordu artık. O sıcak, sevgi dolu bakışlar yoktu. Yerine umursamaz, bıkkın bir ifade almıştı.
İçim burkuldu ama belli etmedim.
Kollarımı bağlayıp derin bir nefes aldım. "Konuşmamız lazım."
Murat gözlerini devirdi. "Ne konuşacağız Lale? Yine ne istiyorsun?"
O kadar soğuktu ki, sanki beni hiç tanımamış gibi. Bu adam, bir zamanlar beni sevdiğini söyleyen adam mıydı?
"Senin sevgilin annemi arayıp beni şikâyet etmiş. Sen buna nasıl izin verirsin?"
Murat hafifçe kaşlarını kaldırdı. Önce nihana baktı. Sonra bana. Bakışlarından haberi olmadığını anladım. omuz silkti, umursamazdı. "Yalan mı söylemiş? Çocuğuna bile doğru düzgün bakamıyorsun. Uğur hasta ve yaşıtlarından geri. Bunu herkes biliyor ama sen hâlâ kendini suçsuz sanıyorsun."
O an içimde bir şeyler koptu. Mideme yumruk yemiş gibi hissettim. Yutkundum. O kadına Bu kadar aşık mı olmuştu? "Sen… sen gerçekten bunu mu diyorsun?"
Murat başını iki yana salladı, sanki ben aptalmışım gibi yüzüme bakıyordu. "Lale, sen anneliği bile beceremedin. Çocuğumuz hasta ve sen bunun sorumluluğunu üstlenmek yerine buraya gelip bağırıp çağırıyorsun. Beni dövdürüyorsun."
Öylece ona bakarken, dudaklarımdan soğuk bir gülümseme döküldü. "Uğur neden böyle, biliyor musun Murat? Çünkü ben onu zamanından önce doğurdum. Çünkü senin yüzünden o gün erken doğum yaptım!"
Murat’ın yüzü bir an sertleşti ama hemen toparlandı. "Ne yani? Beni mi suçluyorsun?"
Sinirle bir adım ona doğru yaklaştım. "Ben kimseyi dövdürmedim, Murat! Ama sen benim hayatımı mahvederken, bir gün bunun karşılığını göreceğini hiç düşünmedin mi?"
Murat hafifçe kaşlarını kaldırdı. "Eğer gerçekten bir şey yapmadıysan, neden bu kadar sinirlisin?"
Murat yüzüme soğuk bir gülümsemeyle baktı. "Lale, şu zavallı hâline bak. Buraya gelip hesap sormaya çalışıyorsun ama aslında en büyük hesabı kendine vermen gerekiyor."
Kaşlarımı çattım. "Ne demek istiyorsun?"
Omuz silkti. "Bunca zaman kendini suçsuz sanıyorsun ama Uğur’un hasta olmasının sebebi sensin. Bunu kabul etmek zorundasın."
Kalbim sıkıştı. Mideme kocaman bir taş oturdu sanki. "Ne saçmalıyorsun?"
Murat başını iki yana sallayıp güldü. "Gerçekleri söylüyorum. Çocuğun hasta, çünkü onu zamanından önce doğurdun. Çünkü o gün yine abartılı tepkiler verip ortalığı ayağa kaldırdın."
Bir adım geri çekildim. Sanki tokat yemiş gibi yüzüne baktım. "Ben mi? Ben mi erken doğurdum? Senin yüzünden Murat! Neden anlamıyorsun. O gün bana yaptıklarını hatırlıyor musun?"
Murat’ın gözleri bir an için karardı ama hızla toparlandı. "Hâlâ başkasını suçluyorsun. Kendi hatanı göremiyorsun."
Diğer elimle kapının kenarına tutundum, ayakta durmakta zorlanıyordum. İçimde kaynayan öfkeyi bastırmaya çalışarak, "Beni o kadar üzmüştün ki… O gece olanları sen de biliyorsun!" diye fısıldadım.
Murat başını eğdi, dudaklarını ısırdı. Sonra bir kahkaha attı. Ama bu kahkahada bir şey vardı. Bir boşluk, bir panik…
Ve sonra olan oldu.
Alaycı bir ifadeyle başını kaldırıp gözlerimin içine bakarak o cümleyi kurdu:
"Zaten senin o çocuğu hiç istemediğini de biliyorum. Boşuna rol yapma. O vitaminleri içtiğinde hiçbir şeyden şüphelenmemiştin değil mi?"
Dünya durdu.
Gözlerimi kırpamadım. Nefes bile almadım.
"Ne?"
Murat’ın yüzü anında dondu. Bir anlığına, söylediklerini fark edip gözleri büyüdü. Ama geri adım atmadı.
Ben ise…
Beynimin içinde yankılanan tek şey, o kelimelerdi.
"O vitaminleri içtiğinde hiçbir şeyden şüphelenmemiştin değil mi?"
Boğazım düğümlendi. Ellerim titremeye başladı.
"N-ne dedin?" diye fısıldadım.
Murat yüzünü hızla sertleştirdi, bir şeyleri toparlamaya çalışıyordu. "Saçmalama, yanlış anladın."
"Yanlış mı anladım?" Sesim titriyordu. İçimde bir şeyler paramparça oluyordu. "Ne demek bu, Murat?"
Murat kaşlarını çattı. "Lale, abartıyorsun. Filiz de öyle düşündü. Zaten eninde sonunda çocuk yapacaktık, ne fark eder?"
O an tüm gerçek, en acımasız hâliyle üzerime çöktü.
Bana söyledikleri yalandı. Yıllardır, her şey koca bir yalandı.
Ben çocuk istememiştim. O yüzden doğum kontrol hapları kullanıyordum. Ama Murat ve kuzeni Filiz…
Beni kandırmışlardı.
Bedenime, hayatıma zorla sahip olmuşlardı.
Oğlum… Benim içimde taşıyıp canımdan verdiğim Uğur, bir ihanetin ürünüydü.
Ve ben bunu şimdi öğreniyordum.
Gözlerim doldu. Ama ağlamayacaktım. Bu adamın karşısında bir damla bile dökmeyecektim.
Titreyerek derin bir nefes aldım. Sonra ona doğru bir adım attım.
Murat bir an geri çekildi. Gözlerinde hafif bir korku vardı.
"Uğur'u asla ama asla senin gibi bir adamın gölgesinde büyütmeyeceğim," dedim, kelimelerim bıçak gibiydi. "Senin adını bile duymayacak."
Murat dudaklarını araladı ama ben artık onu dinlemiyordum.
Bu adamdan geriye hiçbir şey kalmamıştı.
Ona son bir bakış attım. Sonra hızla arkama döndüm. Merdivenlerin ucunda ki kızları görmemle dudağımın bükülüp gözlerimden yaş akması bir oldu.
Bitti.
Her şey, o an gerçekten bitmişti.
Bende bitmiştim.
Kızlara daha fazla bakmadan arkamdan seslenmelerini umursamadan hızla apartmandan çıktım.
Başım dönerken hıçkırıklarım ağzımdan kaçmaya başladı. Ellerimle ağzımı kapatarak Arabasından inen Ademe baktım.
Adem’i gördüğüm an içimdeki tüm duvarlar yıkıldı. Güçlü durmaya çalışıyordum, ayakta kalmaya… Ama artık yapamıyordum.
Boğazım düğüm düğümdü, nefes almakta zorlanıyordum. Midemde bir taş vardı sanki, beni aşağı çekiyordu. Ayaklarımın altındaki zemin kayıyordu. Bir adım attım, sonra bir adım daha…
Ama bedenim daha fazla dayanamadı.
Dizlerim titredi, bacaklarım güçsüzleşti. Dünyam paramparça olurken, ben de onunla birlikte çöktüm.
Adem’in bana doğru hızla geldiğini gördüm ama hiçbir şey hissedemiyordum artık. İçimde sadece kocaman bir boşluk vardı.
Gözlerim bulanıklaştı, dudaklarım titredi. Ve o an… Sadece bir şeyi istedim.
Güçlü olmayı değil. Unutmayı değil. Savaşmayı hiç değil.
Sadece annemi… gelmeyeceğini bile bile istedim.
Hıçkırıklarım nefesime karışırken, kollarımı Adem’in boynuna doladım. Onun sıcaklığı, titreyen bedenime bir nebze olsun sığınacak bir yer gibiydi.
Gözlerimi kapattım, içimdeki tüm acıyla fısıldadım.
"Annem… Annemi istiyorum, Adem…"
Sesim o kadar çaresiz, o kadar kırıktı ki…
Ve Adem, hiçbir şey sormadan, hiçbir şey söylemeden, sadece beni sardı.
Ne kadar dağılmayaya çalışsamda dağılmıştım sonunda. Bir adam Dağıtmıştı beni.
***
Selamlarrrr
Nasılsınız?
Bölüm nasıl olmuş?
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
24.75k Okunma |
2.38k Oy |
0 Takip |
27 Bölümlü Kitap |