Öğle arası için çalan zille elimdeki paketi duran makinanın üzerine bırakıp eşyalarımızın olduğu odaya doğru yürümeye başladım.
Odaya giden herkes bana çarpmadan geçmeye çalışırken bir süreliğine düşüncelere daldım. İçimde belirsiz bir ağırlık vardı; ne yorgunluğumu tam olarak hissedebiliyordum ne de zihnimi toparlayabiliyordum. Hayat sanki üzerime bir yorgan gibi kapanmış, hareket etmemi zorlaştırıyordu.
Eşyalarımızın olduğu odaya vardığımda kapı hafifçe aralıktı. İçeri adım attığımda birkaç iş arkadaşım çoktan oturmuş, çay içiyorlardı. Fısıltılar ve arada duyulan küçük kahkahalar, günün rutin telaşından kısa bir mola gibiydi. Ben de bir bardak çay alıp en köşedeki sandalyeye oturdum.
Çayı içerken göz ucuyla diğerlerinin sohbetine kulak kabarttım. Sohbet ediyorlard. Her zamanki gibi bu konuşmaların bir parçası olamıyordum.
Onların gözünde harcanacak ilk insan yada kadın bendim. Bunun sebebi ise dul olmamdı galiba. Oysa ki ben onların hem zor durumda ki bir hemcinsleri hem de kız kardeşleri yada kızları yaşında ki bir kadındım. Bu kadar düşmanlık niyeydi ben onlara ne yapmıştım?
Yanımda ki sandalyenin çekilmesiyle yerimden sıçrayarak sandalyeye oturan sibel ablaya baktım. Elinde ki çayıyla gülümseyerek bana bakıyordu. Çok yanıma gelmese de arada geliyordu. Benim için söylenen dedikodulara karşı çıkmasada sadece dinliyordu. Arada da gelip halimi hatırımı soruyordu. "Nasılsın Lale?" Çayımdan bir yudum alıp "İyiyim Sibel abla, sen nasılsın?" dedim hafif bir tebessümle. Gerçekten iyi miydim? Hayır, ama bunu söylemek neyi değiştirebilirdi ki? Yorgunluğumu ve içimde biriken hüzünleri kimseye anlatmak istemiyordum. Sibel ablanın bakışlarından bir şeyler söylemek istediğini anlayabiliyordum, ama sanki bir şey onu durduruyordu.
"Ben de iyiyim," dedi. Bir yudum çayını aldıktan sonra sessizce yanıma yaklaştı. "Lale, sana bir şey soracağım ama yanlış anlamazsın umarım," dedi usulca.
Bir an için kalbim hızlıca atmaya başladı. İnsanlardan gelen sorular, genelde incitici veya gereksiz merak dolu olurdu. Ama Sibel ablanın gözlerinde farklı bir ifade vardı. Sanki endişeli ya da belki biraz utangaçtı.
"Tabii, sorabilirsin," dedim, ama sesim farkında olmadan biraz mesafeli çıkmıştı.
"Eee... şey... Biliyorsundur belki benim 2 yaşında bir oğlum var eski kıyafetlerini kıyıpta atamadım. Senin de 1 yaşında oğlun varmış sana versem giydirir misin?" diye sordu bir çırpıda, gözlerini bardağındaki çaya dikerek. "Temizler ama lale. Yanlış anlama lütfen. İstemezsen başkasına veririm."
Sözleri beni bir an için donup kalmaya zorladı. Sibel ablanın niyetinin kötü olmadığını biliyordum ama yine de derin bir nefes almak zorunda kaldım. "Niyetinin kötü olmadığını biliyorum. Beni düsündüğün içinde teşekkürederim" dedim, kelimelerimi dikkatle seçerek.
Sibel abla mahcup bir şekilde gülümsedi. "Yanlış anlayacaksın diye çok korktum. Rahatladım vallaha. Yanımda getirdim öğle arası bitmeden vereyimde unutmayalım."
Sibel ablanın söylediklerini duyunca içimde garip bir sıcaklık hissettim. Uzun zamandır kimsenin böyle düşünceli bir şekilde bana yaklaştığını hatırlamıyordum. "Tamam, olur," dedim nazikçe. "Gerçekten teşekkür ederim. Çok düşüncelisin."
Sibel abla bir yudum daha çayını içip yakınızda ki dolabına ilerleyip Küçük bir poşet çıkardı ve yanıma gelip geri oturdu. "İşte burada," dedi gülümseyerek. "Bunları o kadar severek giydirdim ki, ahmaya kıyamadım."
Poşetin içindeki minik pantolonlar, kazaklar ve tulumları görünce istemsizce gözlerim doldu. Her birinin özenle seçildiği belliydi. "Gerçekten çok teşekkür ederim, Sibel abla," dedim, sesimdeki duygusallığı bastıramadan. Ailemden çekindiğim için canıma kıyafet alamıyordum. Ben galiba iyi bir anne değildim.
"Ne demek Lale, bizim elimizdekilerle birbirimize destek olmamız lazım," dedi, sesine annelik şefkati karışmış bir tonda. "Hem biliyorum, oğlun için elinden geleni yapıyorsun. Bu da benden küçük bir katkı olsun." Biraz daha konuşursa ağlayacaktım. Zaten bir kaç gündür aşırı doluydum.
O sırada dışarıdan gelen fabrika zili, çay molasının bittiğini haber veriyordu. Herkes yavaşça sandalyelerinden kalktı, odadaki sesler yeniden yoğunlaşmaya başladı. Poşeti dikkatlice katlayıp dolabıma koyarken, Sibel ablanın sesini duydum.
"Lale dikkat et olur mu? Özellikle hasan ustaya. Pis bir adam o. ahlaksız biri. Dedikodunuzda çıktı. Bir şey yapmasın sana. Gençsin, güzelsin tek kalmamaya çalış."
Sibel ablanın söyledikleri mideme bir taş gibi oturdu. Hasan usta... Dedikodular. İçimde daha önce hissettiğim o ağırlık şimdi somut bir hale bürünmüştü. Dedikodulardan haberim vardı. Ne kadar bir şey yapmasam da göze batıyordum. Hasan usta hakkında söylediği şey Midemi bulandırdı.
Sibel ablanın yüzündeki endişe gerçekti, ama bu sözlerin beni iyice tedirgin ettiğini fark etmedi. "Teşekkür ederim, Sibel abla," dedim güçlükle, sesim titremesin diye çabalayarak. "Dikkat ederim."
Başımı eğip poşeti dolabıma yerleştirirken ellerimin titrediğini hissettim. Fabrikanın havası, makinaların uğultusu, insanların konuşmaları... Hepsi bir anda üzerime yıkılmış gibi geldi. Gözlerimi sıkıca kapatıp derin bir nefes aldım. Hasan usta... O adamın gözlerini ve tavırlarını daha önce de fark etmiştim. Ama şimdi Sibel ablanın söylediklerinden sonra bu bakışların ne anlama geldiğini daha iyi anlıyordum.
Kendimi hep abim arada ondan böyle yapıyor diyerek avutmaya çalışmıştım.
Ama başkasından duymak ellerimi kollarımı bağlamıştı.
Makinenin başına geri döndüğümde, ellerimi işime odaklamaya çalıştım. Ama zihnim bir türlü durulmuyordu. Hasan usta, uzun zamandır fabrikada çalışan, orta yaşlı, sert ve hep bir köşede sinsi sinsi bakan bir adamdı. Bana birkaç kez gereksiz yere fazla yaklaşmış, iş bahanesiyle konuşmaya çalışmıştı. Ama bunu her yaptığında diğerleri bir şey olmamış gibi davranmıştı. Şimdi bu olayların ne anlama geldiğini daha iyi kavrıyordum.
Çalışırken bir yandan çevreme dikkat kesildim. Hasan usta, birkaç makine ötede bir şeylerle uğraşıyordu. Göz göze gelmemeye çalıştım, ama sanki beni izlediğini hissediyordum. Omuzlarım istemsizce gerildi, kalbim hızlandı.
***
Öğle arasında, tuvalete doğru giderken Sibel ablanın söylediklerini hatırlayarak dikkatli davranıyordum. Hızlı adımlarla koridoru geçip tuvalete girdim. Ancak kapının hemen arkasında bir gölge belirdi. Hasan usta.
"Lale," dedi yavaşça, sesi bütün tüylerimin ürpermesine ve kalbimin korkuyla çarpmasına sebep oldu. "Biraz konuşabilir miyiz?"
Derin bir nefes alıp güçlü görünmeye çalıştım. "Benim seninle konuşacak bir şeyim yok, Hasan usta," dedim, sesimi olabildiğince sakin ve kararlı tutmaya çalışarak. Ama kalbim göğsümden çıkacakmış gibi atıyordu.
Hasan usta bir adım daha yaklaştı, yüzünde tehditkâr bir gülümsemeyle. "Hemen yanlış anlama," dedi, ama gözlerindeki ifade başka bir şey söylüyordu. "Sadece yardım etmek istiyorum. Bu fabrikada zorlanıyorsun belli, ama bazı şeyleri kolaylaştırabilirim. Tabii, doğru şekilde davranırsan."
Bu sözler midemi daha da bulandırdı. Ellerimi yumruk yapıp geriye bir adım attım. "Ben kendi işimi kendim halledebilirim," dedim, kelimelerim net ve keskin çıkmıştı.
Hasan ustanın yüzündeki tehditkâr gülümseme bir an bile kaybolmadı. Gözleriyle beni tepeden tırnağa süzüyor. Gerilediğimi fark edince, sanki avını iyice köşeye sıkıştırmış bir avcı gibi yaklaştı. Ellerim titriyor, kalbim hızla atıyordu, ama dışarıdan güçlü görünmek için bütün çabamı topladım.
"Bak, Lale," dedi alaycı bir tonda. "Bu fabrikada kimsenin umurunda değilsin. Ailende de öyle Ama ben seni düşünüyorum, anladın mı? Bir başına bu kadar zorlanmana gerek yok. Hadi, biraz daha yumuşak ol, işleri kolaylaştıralım."
İçimden yükselen öfkeyi kontrol etmekte zorlandım. Hem korkuyordum hem de bu adamın hadsiz tavırlarına tahammül edemiyordum. Gözlerimi onun bakışlarından kaçırmadan, sesimdeki titremeyi bastırarak konuştum. "Utanmıyor musun sen abi. Ben senin kardeşinyaşındayım. Hadi onu bırak abim beni sana emanet etti. Emanete böylemi sahip çıkıyorsun" dedim sert bir şekilde. "Şimdi lütfen yolumdan çekil."
Hasan ustanın yüzündeki alaycı ifade bir an için değişti. Söylediklerim onun gururunu zedelemiş gibi görünüyordu. Ama bu, geri adım atmasına neden olmadı. Aksine, sesi daha tehditkâr bir tona büründü.
"Senin abin buradaysa gelsin konuşsun o zaman," dedi sert bir şekilde. "Ama o yok, değil mi? Çünkü sen tek başına buradasın, Lale. Ve burası benim yerim. Anladın mı?"
Bir adım daha attığında artık iyice köşeye sıkışmıştım. Tuvaletin dar duvarları arasında nefes almakta zorlanıyordum. Kalbim göğsümde öyle hızlı atıyordu ki, artık sesini duyar gibi olmuştum. Hasan ustanın bakışları daha da tehditkâr bir hal aldı, elini uzatıp kolumu tutmaya çalıştı.
Elini koluma uzatmaya kalktığı an, içimdeki korku yerini bir anda öfkeye bıraktı. Geri çekilip bağırdım:
"Dokunma bana! Defol git!"
Bağırışım koridorda yankılandı, ama fabrika gürültüsü içinde kimin duyup duymadığını bilmiyordum. Hasan usta bir anlık şaşkınlığın ardından eliyle ağzımı kapattı. Ellerimle elini ittirmeye çalışsamda gücüm yetmiyordu.
"Bak, Lale, direnmenin bir anlamı yok," dedi alçak bir sesle. "Sana zarar vermek istemiyorum, ama doğru şeyleri yapmazsan işler senin için daha da zorlaşır."
Bedenim bir an için dondu. Ama sonra içimde bir yerlerde sakladığım gücü buldum. Korkuyla karışık bir öfke dalgası bedenimi ele geçirdi. Ağzımı kapatan elini bir hamlede çekip onun elinden kurtuldum. "Beni rahat bırak!" diye bağırdım. Sesim tuvaletin dar koridorunda yankılandı.
Hızla uzaklaşıp işaret parmağımı ona doğru sallamaya başladım. Bir yandan da akmak için çabalayan göz yaşlarımı tutmaya çalışıyordum. Ama dolmuştu artık istemesemde bir tane aktı."seni..seni şikayet edeceğim görürsün sen. Bana dokunmak neymiş göstereceğim sana." Bağırarak sarf ettiğim sözler o kadar zor çıkmıştı ki ağzımdan. Nefesim kesilmişti konuşurken.
"Bağır bakalım! Kimse sana inanmaz," dedi, sesi sanki zafer kazanmış birinin alaycı tınısını taşıyordu. "Herkes senin ne olduğunu biliyor. Dul bir kadın, tek başına... Senin gibi birini kim ciddiye alır ki? Abin hergün arayıp bir erkekle konuşup konuşmadığını soruyor sana mı inanır bana mı?"
Bu sözler içimdeki korkuyu alevlendirdi. Hasan ustanın ağzından çıkan her kelime içimde kocaman bir yangın çıkarıyordu. Öfke, korku, çaresizlik; hepsi birbirine karışmıştı. Gözlerimden süzülen yaşları durduramıyordum artık durdurmakta istemiyordum. Nefes almam zorlaşıyordu, göğsüm sıkışıyordu. Bu çaresizlik bana fazla geliyordu artık içinden çıkamıyordum. Tek başımaydım. Kimse yanımda değildi.
Hızlı bir adımla tuvaletten çıktım. Koridor boştu, ama kalbimde hâlâ Hasan ustanın tehdit dolu sözlerinin yankısı vardı. Fabrikanın içinde yankılanan makine sesleri, insan sesleri, hepsi birden boğucu bir uğultuya dönüştü. Kimseye görünmeden eşyalarımın olduğu odaya koştum. Herkes hâlâ işine odaklanmıştı, kimse halimi fark etmiyordu. Fark etselerdi bir şey değişmeyecekti daha kötü olacaktı yollu olup çıkacaktım.
Dolabımı hızla açıp çantamı aldım. Sibel ablanın verdiği poşet hâlâ dolapta duruyordu. Ellerim titreyerek poşete doğru uzandı. Titreyen ellerimle çantayı alıp Göz ucuyla etrafıma bakındım, kimsenin dikkatini çekmediğime emin olduktan sonra kapıya yöneldim.
Kapıya doğru yürürken birkaç kişi başını kaldırıp baktı, ama kimse bir şey sormadı. Belki de yüzümdeki ifadeden anlamışlardı bir şeylerin yolunda gitmediğini. onların bakışlarını umursamadım. Umursayacak halde değildim. Kendi içine kapanmıştım artık. Fabrikadan çıkınca yapacaktım acımı farkındaydım. Sadece buradan çıkmak istiyordum.
Fabrikadan çıktığımda nefes almakta zorlanıyordum. Sanki içimde birikmiş bütün duygular bir anda dışarı taşacakmış gibiydi. Elimde çantam ve Sibel ablanın verdiği poşet, titreyen ellerime inat sıkıca sarılmıştım. Gözlerimden akan yaşları silmek için bile çaba harcamıyordum artık. Kimseyi umursamıyordum. Artık güçlü görünmeye çalışmaktan yorulmuştum.
İçimden defalarca aynı şeyi tekrarlıyordum: “Neden? Ben ne yaptım? Neden hep ben?” Hasan ustanın söyledikleri hâlâ beynimde yankılanıyordu. “Kim sana inanır ki? Dul bir kadın, tek başına…” O sözler kalbime hançer gibi saplanmıştı. Tek suçum hayatta kalmaya çalışmaktı. Tek suçum, oğlum için çalışmak, ona bir gelecek sunabilmekti. Ama anlaşılan bu dünyada kadın olmak, hele ki yalnız bir kadın olmak, en büyük suçtu.
Biraz yürüdükten sonra gördüğüm parkla bir banka oturdum.
İşte şimdi ağlayabilirdim. Tektim kimse azarlayamazdı beni. Çantamı açıp içinden çıkardığım ıslak mendille elinin değdiği dudaklarımı ve yüzümü silmeye başladım. Gözyaşlarımı önümü görmemide engelliyordu zaten. Düzgün bir şekilde ağlayamıyordum bile. Hiç birşeyim düzgün gitmiyor herşey üstüme üstüme yıkılıyordu. Başımı alıp gidecek bir yerim bile yoktu.
Yada güvenim yoktu. Param vardı ama gücüm yoktu. Bir çocukla ne yapacaktım nasıl becerecektim bilmiyorum.
Çantamı açıp bir ıslak mendil daha alacakken kenardaki telefonuma görüp. Telefonu çıkardım. Abimi aramak istedim. Belki beni bu cehennemden çekip alırdı. Ama Hasan ustanın sözleri aklıma geldi. "Abin her gün seni bana soruyor. Kimse sana inanmaz.” Düşündükçe midem bulandı. Haklı mıydı? Haklıydı. Kendi kanımdan olan abim bile bana inanmaz gözden çıkarılan ilk kişi olurdum. Bu düşünce, tüm cesaretimi alıp götürdü.
Telefonu elimde sımsıkı tutarken ekrana baktım. Aramak için numarasına dokundum, ama durdum. Yutkundum. Sonra telefonumu çantama geri koydum. O an fark ettim ki, bu dünyada gerçekten yapayalnızdım. Ama oğlum vardı. Oğlum için ayakta kalmalıydım. Oğlum… Onu düşündükçe biraz daha toparlandım. Hayatta bir başkasını düşünmeden adım atamaz hale gelmek böyle bir şeydi demek. Bazen çok çaresiz ve sıkışmış hissettiriyordu.
Yüzümü ellerimin arasına gömüp ağlamaya devam ettim.
Saat daha erkendi şimdi gidersem annem zorla öğrenir abime söylerdi. Abimde beni mahvederdi. Hasan usta korkudan söyleyemezdi ama annem söylerdi. Telefonumu yeniden çıkarıp annemi aradım. Bir kaç çalıştan sonra açtı.
"Efendim Lale,çabuk söyle uğura yemek yediriyorum" annemin hararetli konuşmasıyla derin nefes alıp "Ben bugün mesaiye kalıcam haber vereyim dedim geç kalırımda biraz" arkadan gelen uğurun mırıltısıyla içim kıpır kıpır oldu. Onu akşam yalnız bırakmak vicdanımı burksada sakince oturup düşünmeye ihtiyacım vardı.
"Ne kadar geç?" derin bir nefes alıp "11 gibi evde olurum."dedim
"Tamam,kapat hadi işim gücüm var" Diyerek telefonu yüzüme kapattı. Aldığım nefesi zar zor verip bacaklarımı kendime çekip kafamı dizlerime gömdüm. Başlamıştı benim mesai allahtan bu kadar düşünmeye delirmiyordum.
***
Saatler 10.00 gösterene kadar oturduğum bankta gözyaşlarımın dinmesini bekledim. İçimdeki ağırlık sanki hiç kalkmayacak gibiydi. Fakat ne kadar burada oturup kalabilirdim ki? Oğlum aklıma geldi. Bana ihtiyaç duyuyordu. Bu düşünce biraz da olsa beni ayağa kalkmaya zorladı. Kendimi toparlamalıydım, onun için güçlü kalmalıydım.
Yavaş yavaş eve doğru yürümeye başladım. Gördüğüm bir markete girip oğluma en pahallı sürpriz yumurtalardan aldım. Renk renk jelibonlar , kendimede bir kaç tane fıstıklı çikolata alarak kasaya geçtim sıra bana gelince elimdekileri kasaya bırakıp cüzdanımı çıkardım. Cüzdanımda ki eksik parayı görmemle kaşlarım çatıldı. Ne kadar aklımdakinin olmasını istemesemde ne olduğunu tahmin edebiliyordum. Sedefin işiydi bu"150 lira efendim" kasiyerin sesiyle kendime gelip kartımı uzattım. Nakitim vardı ama fazla değildi harcamasam daha iyi olurdu. Parayı ödeyip marketten çıktım
***
Eve geldiğimde ışıkların yanmadığını gördüm. Uyumuşlardı galiba. Uyanmasınlar diye anahtarla kapıyı açıp sessizce eve girdim. Mutfaktan bir bardak su içip tuvalete girdim.
Tam annemlerin odasının önünden geçecekken ismimi duymamla kapının kenarına geçtim.
"Laleye nasıl söyleyeceğiz." Annemin sorusuyla kaşlarım çatıldı. Ne söyleyeceklerdi ki korkup gece gece konuşuyorlardı. "Nasılımı var hemen söyleyeceğiz. Sanki kötülüğünü istiyoruz. Evlendirecek olmamız kötü bir şey mi?" Babamın sözleriyle kalbimin sıkıştığını hissettim. Elimi hızla kalbimin üstüne koyarak kafamı iki yana salladım. Olmaz bir daha evlenemem, yapamazdım biliyordum kendimi. Daha 19 yaşındaydım bir daha kaldıramazdım kendimi yere atıp çığlık ata ata ağlayacaktım. Bunu bana neden yapıyorlardı anlamıyordum bende onların çocuğuydum. Hemde en küçükleriydim. Uğura bakarken bile içim gidiyordu benim. Acımasızlarmıydı bunlar. İnsan başkasının başına gelse üzülür. bunlar nasıl daha kötüleştirebiliriz diye yarış içerisindeydiler.
Elimi kapının kulpuna uzattım tam açacakken babamın sesiyle kapı kulpundaki elim ağzıma doğru gitti. Elimi ağzıma bastırıp hıçkırıklarımın duyulmasını engellemeye çalıştım. "Hem emirin uğuru dövdüğünü söylemedin mi sen?"
Derin bir nefes alarak yutkundum.
Vücudunda ki morluklar...
"Hadi diyelim laleyi evlenmeye ikna ettik. Evleneceği adamın uğuru kabul edeceği ne malum?" Annemin sorusuyla sabırsızlıkla babamı beklemeye başladım. "Babasına göndeririz. Kabul etmezlerse biz kendi çocuğumuz gibi büyütürüz. Nüfusuma alırım erkek çocuk sonuçta zararı olmaz." Daha fazla dinlemenin bir anlamı yoktu. Zaten daha fazla kırılacak gücüm de kalmamıştı. Kırıklarımı iyileştirecek kimsemde yoktu.
Odaya girmemle ellerimin saçlarımın içine geçirip yatakta yatan oğluma baktım. Canını nasıl yakmışlardı canımın. Ben bakmaya bile kıyamıyordum. Yerimde duramıyordum bir kaç kere odada dolanarak sinirimi atmaya çalıştım.
Ne yapmam gerektiğine karar vermem gerekiyordu. ya burada kalacaktım yada....
Yadası falan yoktu yapacaktım başkasıyla evlenemezdim. Annemler uyuduktan sonra gidecektim. Yerimden kalkıp bavulumu indirip sakladığım altınlarını ve paramı içine koydum. Uğurun elbiselerini koymaya başladım. Gidecektim. Bir açıklama da yapmayacaktım hakketmiyorlardı.
***
Uğurun pusetini yan koltuktan alıp taksici abiye döndüm. "Ne kadar tuttu?"aynada ki göstergeye bakıp bana döndü "200 lira abla" cüzdanımdan çıkardığım 200 lirayı verip çantamıda alıp arabadan indim. Taksicide benimle inip bavulumu verdi.
"Teşekkür ederim." Derken bavulumu alıp kaldırıma çıktı. "İyi akşamlar."Diyerek arabaya binip gitti. Derin bir nefes alıp arkama dönerek 3 ay önce kaçarak baba evine gittiğim binaya baktım.
Kürkçü dükkanıma geri dönmüştüm.
***
Bölümü çok geç attım. Kusura bakmayın.
Hem sağlık sorunlarım vardı. Hemde bölüm pek içime sinmedi.
Sizce nasıl olmuş?
Birde şunu farkettim gün verdim mi o gün bölüm atamıyorum. Artık haftada bir yada iki bölüm atacağım. Bir gün belirlemeye düşünmüyorum.
Okuduğunuz için teşekkür ederim. Yorumlarınız içinde 😙😙😙
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
24.75k Okunma |
2.38k Oy |
0 Takip |
27 Bölümlü Kitap |