27. Bölüm
Büşra Sıla Duman / UĞUR / Birlikte geçirilen vakit

Birlikte geçirilen vakit

Büşra Sıla Duman
busra_sila

Gözlerimi açtığımda odanın içi hâlâ loştu. Perdenin arasından sızan sabah ışığı, duvarlara sessizce yayılıyordu. Yanımda minik bir nefesin ritmik huzuruyla uyuyan Uğur, yüzünü yastığa gömmüş, bir elini yanağına yaslamıştı. O an, her şey sanki donmuş gibiydi. Sadece onun uykulu yüzüne bakmak istedim bir süre. Bu kadar küçük bir insanın, hayatıma nasıl bu kadar çok şey sığdırabildiğine hayret ettim.

 

Elimi uzatıp saçlarını okşadım. Göz kapakları kıpırdadı. “Uyan bakalım minik kuş,” diye fısıldadım. “yetişmemiz gereken bir yer var. Hadi güzel oğlum…”

 

Uğur mırıldanarak ellerini iki yana açtı.. Sonra yavaşça gözlerini araladı. Onun bu tatlı haline dayanamayarak kucağıma alıp yanaklarına küçük birer öpücük kondurdum. “Hadi bakalım,” dedim gülümseyerek. “uyanman lazım artık ”

 

Tam o sırada kapı çaldı. Uğur refleksle başını omzuma gömdü, kollarını boynuma doladı. Yavaşça yerimden kalktım, onu sıkıca tutarak kapıya yürüdüm. Ayak seslerimi hafif tutmaya çalışarak koridoru geçtim, kalbim göğsümde bir nebze daha hızlı atıyordu artık.

 

Kapıyı açtığımda Adem’in gülümseyen yüzüyle karşılaştım. Gün ışığı, omzunun ardındaki boşlukta parlıyordu. Adem’in gözleri önce bana, sonra omzuma yaslanmış hâlde gözlerini yeniden kapatan Uğur’a kaydı.

 

“Günaydın,” dedi yumuşak bir sesle. “Hazır mısınız?”

 

"Sanada Günaydın" gözlerimle gözlerini açamayan oğlumu işaret edip "gördüğün gibi uyanamıyoruz." Dedim.

 

Adem, bizim hâlimizi görünce kısa bir kahkaha attı. Gözleriyle önce beni, sonra omzuma gömülmüş Uğur’u süzdü.

 

“Belli oluyor,” dedi gülerek. “Bu yakışıklının uyanmaya hiç niyeti yok gibi.”

 

Uğur, Adem’in sesini duyunca bir an başını kıpırdatır gibi oldu ama göz kapakları tekrar ağırlaştı. Adem, kollarını uzattı. “Ver bakayım onu bana. Belki ben uyandırabilirim.”

 

Uğur’u usulca kucağına verdim. Adem, onu bir kolunun içine aldı, diğer eliyle minik sırtını okşadı. Göz göze geldik.

 

“Sen hazırlan,” dedi gözlerini benden ayırmadan. “Biz erkek erkeğe biraz konuşuruz. Belki ikna edebilirim uyanmaya.”

 

Başımı eğip gülümsedim. “Şu hâline bak, sanki hiç uyanmayacakmış gibi. Ama deneyin bakalım, başarırsan bir kahve ısmarlarım.”

 

“Anlaştık,” dedi.

 

Adem, Uğur’u kucağında tutarak salona geçti. Ben arkamı dönerken, içeriden onun yumuşak sesi geldi:

 

“Uğur Bey… Uyanırsanız bugün güzel şeyler olacakmış. Hem anneniz sizi çok özlemiş, farkında mısınız?”

 

Adımlarımı koridora yönelttim. Hafifçe iç geçirdim. O an fark ettim ki, evimin sabah mahmurluğu ilk kez bu kadar canlı hissediliyordu. Sanki uzun zaman sonra ilk kez bir sabah sadece sabah gibiydi. Telaşsız, yumuşak, içinde güven barındıran bir sabah.

 

Gardırobu açtım, beyaz bol bir bluz ve mavi kot seçtim. Saçımı tarayarak sırtıma doğru saldım aynada yüzüme baktım. Yanaklarım hafif pembeydi. Kalbim de... Adem’in sesi hâlâ kulaklarımda yankılanıyordu. Uğur’la konuşurken kullandığı o ton…

 

Gülümsedim.

 

Dolabın kapağını açtım, Uğur’a çok yakıştırdığım Üzerinde küçük bir bulut figürü olan takımını çıkardım.

 

Adem’in sesi salondan hâlâ duyuluyordu. Salona gittim. Uğur onun kucağında yarı uyanık hâlde başını Adem’in göğsüne yaslamıştı. Adem, bir yandan onun sırtını pışpışlıyor, bir yandan da yavaşça konuşuyordu:

 

“Biliyor musun, bugün dışarıda mis gibi bir hava varmış. Kuşlar bile seni bekliyor olabilir. yakışıklı biri gelmezse hepsi üzülürmüş…”

 

Uğur başını hafifçe kaldırdı. Gözleri hâlâ uykuluydu ama Adem’in sesi onu cezbetmiş gibiydi. Dudaklarını büzüp mırıldandı, sonra başını tekrar Adem’in omzuna bıraktı.

 

İkisini bu halde görünce içimde ince bir sıcaklık yayıldı.

 

“üstünü değiştirmem lazım” dedim ve gülümseyerek takımı Adem’e uzattım. “Eğer hâlâ enerjin kaldıysa, bunu da sen giydiriver ona.”

 

Adem eğlenceli bir bakışla kıyafeti aldı. “Ben pes etmem, merak etme.”

 

Uğur’u kanepeye dikkatlice yatırdı. “Şimdi bakalım , bugün bulutlu bir takım giyecekmişiz.”

 

Uğur gözlerini hafifçe açtı, Adem’in elindeki kıyafete baktı, sonra gözlerini kaçırır gibi yaptı. Ama kolları, Adem’in yardımıyla kazağın kollarına girince hafifçe gülümsedi. Adem, pantolonu geçirirken ciddi bir edayla konuşmaya devam etti:

 

“Sol ayağınız… evet, çok yakışıklı oldun küçük adam Şimdi de sağ ayak… Afferin aslan parçası.”

 

Uğur, bu sözlere istemsizce kıkırdadı. Adem ona eğildi, alnına minik bir öpücük kondurdu. “Hazırsın yakışıklı. Şimdi annene göster bakalım tarzını.”

 

O sırada mutfağa geçmiş, çantama uğur için lazim olacak şeyleri koyuyordum.. Uğur’un güldüğünü duyunca başımı çevirdim. Adem, Uğur’u havaya kaldırmış, sonra yeniden yavaşça kucağına almıştı. Uğur’un gözleri hala yarı kapalıydı. Nasıl bu kadar uykusu vardı anlamıyordum.

 

“El birliğiyle başardık,” dedi Adem, mutfağa geldiğinde. “Ama pazarlıkta kahve vardı, unutmuyorsun değil mi?”

 

Kahve değil, kalbim sıcacık olmuştu sanki. Ama gülümsemekle yetindim.

“Unutur muyum hiç?” dedim. Arabaya binince uyuyacağına adımın lale olduğu kadar emin olduğum oğluma bakıp heyecanla gözlerimin içine bakan ademe döndüm. "Tam olarak kendine gelmesi üzerine anlaşmıştık ama giydirdiğin için hakketin, yapalım bakalım kahveni.”

 

 

Kahveyi ağır ağır karıştırırken Adem’in ve Uğur’un tatlı tatlı konuşmaları devam ediyordu. Göz ucuyla o yana baktım; Uğur kucağında, Adem onun minik ayaklarını parmaklarıyla gıdıklıyordu.

 

"annen çok güzel olmuş. Onu böyle bekletmek olmaz değil mi? Birlikte dışarı çıkacağız, işlerimizi halledeceğiz güzel bir gün olacak. Hem... belki bugün sana dondurma alırım, ama aramızda kalır.”

 

Uğur mırıldandı, Adem ise gülümseyerek konuştu:

“Annen gülünce sabah daha aydınlık oluyor fark ettin mi? Bence seninle güzel bir gün yaşamamız için uyanman şart.”

 

Kahveleri fincanlara boşaltırken gülümsemesi yok etmek için dudaklarımı ısırıyordum.

 

“Buyur,” dedim fincanları masaya bırakırken.

 

Adem Uğur’u dikkatlice kucağına oturttu. Oğlum hâlâ biraz mahmur, ama artık biraz da olsa kendine gelmişti. Sırtını ademe yaslamıştı, ademin parmaklarına doladığı tespihle oyalanıyordu. Adem boşta ki eliyle fincanı aldı, teşekkür eder gibi başını hafifçe salladı.

 

Adem tespihi hafifçe ileri geri oynatıyor, arada bir hızlandırıp sonra duruyordu. Uğur küçük elleriyle boncukları tutmaya çalışıyor ama Adem bir anda elini çekince Uğur’un yüzü şaşkınlıktan kocaman açılıyor, sonra da kahkahayla gülüyordu. Bu oyunu birkaç kez tekrarladılar. Her seferinde Uğur’un kahkahası biraz daha artıyor, minik bedeni gülmekten kıpır kıpır oluyordu.

 

Adem başını kaldırıp bana baktı. Gözlerinde yorgunluktan uzak, hafif, ama derin bir memnuniyet vardı.

 

 

“Uğur’un kahkahasını duymayalı çok olmuştu. Bazen… sanki sesi bile eksilmişti gibi geliyordu bana. Ama şimdi bakıyorum da, içi dışı bir gülüyor.”dedim.

 

Adem başını salladı, sonra Uğur’un saçlarını okşadı. “Çocuklar gülerse, dünya biraz daha yaşanılır bir yere dönüşüyor sanki.”

 

Uğur’un eli yeniden Adem’in tespihine uzandı. Bu defa Adem elini çekmedi, tespihi onun avucuna bıraktı. Uğur boncukları dikkatlice inceliyor, arada bir iki tanesini parmaklarının arasında döndürüyordu.

 

 

***

 

Ardından yola çıktık. Adem direksiyondaydı, ben yan koltukta oturuyordum. Uğur arka koltukta uyuklamaya başlamıştı bile. o sabahki neşeli anlardan eser yoktu. Sessizdim. Ellerimi kucağımda kenetlemiş, cama sabitlenmiştim ama gözlerim hiçbir şeyi algılamıyordu. Göğsümde kocaman bir düğüm vardı, nefes almak imkansızdı sanki.

 

Adem, göz ucuyla bana baktı. "Çok sessizsin," dedi, bakışlarını kısa bir an yoldan ayırarak. "Bir şey mi oldu?" "Yok, iyiyim…" Başımı belli belirsiz iki yana salladım ama gözlerim dolmuştu. Gözyaşlarımı fark etmesin diye çenemi sıktım. Adem yine de sustu, sorgulamadı.

 

Derin bir nefes alıp Adem'e döndüm. "Doktor kötü bir şey söylemez değil mi?" diye sordum. Önce bana baktı, birkaç saniye sonra arabayı sağa çekti. Motoru durdurmadan bana döndü. "Bak, korkman normal. Bu senin için kolay değil, biliyorum. Ama Uğur iyi. Biz sadece emin olmak için gidiyoruz, olur mu? Sorun çıkarsa da… birlikte hallederiz. Yalnız değilsin artık."

 

 

Sözleri tane tane dökülüyordu ağzından. Gözlerim yerden başka hiçbir yere bakmıyordu ama ses tonundaki o sarsılmaz güven, kalbimin sıkışıklığını yavaş yavaş çözüyordu. "Hadi," dedi yumuşak bir sesle. Elini uzatıp parmaklarımı tuttu. "Derin bir nefes al. Oğlumuz iyi olacak."

 

Oğlumuz…

Bu kelime, göğsümün tam ortasına saplandı. Adem'in bunu içtenlikle söylemiş olması… Boğazımdaki düğümü zorla yutkundum. Başımı salladım. "Tamam," diye fısıldadım kısık bir sesle.

 

 

Adem motoru çalıştırdı ve tekrar yola çıktık. Adem yine göz ucuyla baktı. Kaşları hafif çatılmıştı, endişeli miydi? "İstersen doktorla ben konuşurum," dedi. "Bir şey gerekirse ben hallederim. Sen sadece yanımda durursun."

Minnettar bir gülümsemeyle yüzüne baktım.

 

"Adem, seninle tanıştığımız için çok şanslıyız. Ben alışığım tek başıma çabalamaya, bir şeylerin yükünü tek başıma taşımaya… ya da öyle sanıyordum."

 

Adem direksiyonu çevirirken sesini yumuşattı. "Alışmak zorunda kalman iyi bir şey değil Lale. Bazen biri taşısın istersin… Omuz versin, sen dinlen diye." Bu sözler içimde derin bir yere dokundu. Gözlerimi yumdum. Adem, nedense hep kalbime dokunmayı başarıyordu.

 

 

 

Hastaneye vardığımızda içimdeki o sıkı düğüm biraz gevşemiş gibiydi ama tam olarak çözüldüğünü söyleyemezdim. Adem, arabanın kapısını benim için açtı. Uğur'u dikkatlice kucağıma aldım. Adem, çantamı alırken diğer eliyle sırtıma usulca dokunarak destek verdi.

 

Danışmadan içeri girdik. Randevumuza daha vardı ama içerideki bekleyiş bile kalbimi sıkıştırıyordu. Adem yanımdaydı; Uğur’un minik, ılık nefesleri omzumda hissediliyordu. Koltuğa oturdum, Adem yanımda yerini aldı.

 

Bir süre sessizce bekledik. Adem, çaktırmadan bana baksa da, ben gözlerimi tedirginlikle yerde gezdiriyordum. "Bakma öyle," dedim usulca, gülümsemeye çalışarak. "Daha da heyecanlanıyorum." Adem hafifçe başını eğdi, gülümsedi. "Ben mi heyecanlandırıyorum?" diye sordu, sesi şaka ile ciddiyet arasında bir yerdeydi.

Gülümsemem yayıldı. Yeniden yere baktım, yanaklarımın ısındığını hissettim. "Sadece bu ortam... bu belirsizlik... bir de senin bakışların," diye fısıldadım.

 

 

Adem yavaşça yana kaydı, sesi daha da yumuşadı. "Sana iyi gelmek istiyorum, Lale. Korkularını azaltmak... yükünü hafifletmek…" Sözleri kalbime yavaşça dokundu, içimdeki sızı hafifledi. Adem bir parça daha yaklaştı, omzuma yaklaşır gibi oldu ki…

 

Uğur kucağımda kıpırdandı, sonra minik elleriyle Adem’i itti. "Hey," dedi Adem, hem şaşkın hem gülerek. "Ne oldu paşam? Annenle konuşuyorduk biz." Uğur mızmızlandı biraz, sonra yüzünü boynuma gömdü. Adem eğilerek Uğur'u sevgiyle kucağına aldı. "Hadi gel bakalım, kıskanç küçük adam," dedi gülerek. Uğur'u kucaklayıp hafifçe havaya kaldırdı. Sonra onun tombul yanağını nazikçe ağzına götürüp, ısırıyor gibi yaptı.

 

"Hmm! Bu yanaklar nasıl bu kadar lezzetli olabilir?" Uğur önce gözlerini açtı, sonra kıkırdadı. Küçük elleriyle Adem’in yüzüne vurur gibi yaptı, sonra içten bir kahkaha attı.

 

O kahkahayla birlikte bekleme salonu aydınlanmış gibiydi. Ben de dayanamayıp gülümsedim. Kalbimdeki o sıkı ağırlık, yavaş yavaş yerini içimi ısıtan yumuşak bir sevgiye bırakıyordu. Adem, Uğur’u severken göz ucuyla bana baktı. "Seninle tanışmasaydım… bu kahkahayı da duyamayacaktım," dedi sessizce. İçimde bir yer titredi. Uğur'un minik elleri Adem'in gömleğinin yakasıyla oynarken, ben de büyülenmiş gibi gözlerimi kaçırmadan onlara baktım.

 

Bu anı bölen, bir hemşirenin ismimi seslenmesi oldu. Adem, kucağında Uğur'la oturduğu yerden kalkarken, "Korkma," dedi alçak sesle. "Ben buradayım." Başımı salladım. İkisini takip ederek içeri girdim. Doktor sıcak bir yüzle karşıladı bizi. Uğur’un genel kontrolleri yapılırken nefesimi tuttum adeta. Bir şey söylememek için kendimi zor tuttum. Ellerim terlemişti. Adem kenarda duruyor, ama gözleri hep bizdeydi.

 

Muayene bittiğinde doktor gülümsedi. "Uğur’un fiziksel gelişimi güzel gidiyor. Ama bazı tepkiler biraz gecikmeli. Bu yaşta çocuklar çevreyle daha fazla göz teması kurar, daha fazla ses çıkarır. Adım atarlar. Bu bir sorun değil, ama dikkatli olunmalı. Yoğun bir ilgi, düzenli oyun ve güvenli bir ortamla toparlanabilir. Gerekirse bir gelişim uzmanına da yönlendirebiliriz ama ben şu an için büyük bir sorun görmüyorum. Merak etmeyin, yani her şey yolunda. Ufak bir kontrol daha isterim bir ay sonra."

 

Sanki üzerime çöken kara bir bulut, o an ansızın dağılıverdi. Gözümden istemsizce bir damla yaş süzüldü, aceleyle sildim.

Teşekkür ettim, ama kelimeler yetersizdi. Uğur’u tekrar kucağıma aldım. Oysa bu sefer daha hafif gibiydi. Ya da… ya da ben artık yalnız taşımıyordum.

 

Hastaneden çıkarken Adem kapıyı açtı. Uğur’u dikkatlice arka koltuğa yerleştirdi. Yanıma döndüğünde gözlerine baktım sadece. O tek bakışın içinde ne çok şey gizliydi… "Bir kahvaltı edelim mi?" dedi. "Güzel bir yer biliyorum. Sessiz, sakin."

 

Adem bir an durdu, başını hafifçe eğdi. Kollarını bana doğru araladı. Hiç düşünmeden kendimi onun kollarına bıraktım. Omzuna bıraktığım birkaç damla gözyaşı, içimde aylardır taşıdığım yükün dışa vurumuydu.

 

 

“Tamam,” diye fısıldadım. Sesim titriyordu. “Bu kez bir şeylerden kaçmak ya da kafamı dağıtmak için değil... Sadece seninle olmak için geleceğim o kahvaltıya.”

 

Sözlerim, başımı yasladığım göğsünde sessiz bir yankı buldu. Adem hiçbir şey söylemedi. Ama o an, kelimelere gerek yoktu. Çünkü ilk kez, sadece geçici bir huzur anı değil, onunla birlikte geçireceğim uzun bir zaman dilimi istiyordum.

 

Bugün… bunun için güzel bir gündü.

 

***

 

Arabada camdan dışarı bakıyordum. Sabah güneşi hâlâ uykulu sokaklara yumuşak bir sarılık serpiştiriyordu. Adem direksiyondaydı. Sessizdik. Ama o sessizlik öyle rahatsız edici değil, sanki birbirimizin yanında susmayı öğrenmiş iki insanın paylaştığı bir huzurdu.

 

Tam o sırada bir ambulans yanımızdan hızla geçti. Siren sesi, arabanın içini kocaman bir çığlıkla doldurdu. Başımı refleksle çevirdim. Kalbim sıkıştı. Boğazım düğümlendi. İçimde bir şey, yıllar öncesine çekildi bir anda. Nefesim durdu.

 

Geçmiş

 

Elimde telefonla mutfağın köşesinde ayakta durmuş, gözüm sürekli saatteydi. İçimde garip bir sıkıntı, midemde tarif edemediğim bir heyecan vardı. Elimi usulca belirginleşmeye başlayan karnıma koydum. İçindeki o minicik kıpırtı, bazen tüm dünyamı aydınlatan bir umut ışığı oluyor, bazen de beni bilinmez bir endişenin kollarına bırakıyordu.

 

Bugün doktor kontrolümüz vardı. Murat'la önceden konuşmuştuk, bu kez kesinlikle birlikte gidecektik. Yanımda olmasını çok istiyordum. Onu görmek, sesini duymak, elini hissetmek… Bunlar bile hastane koridorlarındaki o kasvetli havayı dağıtmaya yetiyordu. Hem kaçarak evlendiğimizden beri Murat'tan başka kimsem yoktu. Tek dayanağım oydu. Tek başıma gitmek… Düşüncesi bile tüylerimi diken diken ediyordu. Üstelik arabasıyla gitmek varken neden dolmuşlarla uğraşayım ki?

 

Ama Murat hâlâ aramamıştı. Saat de hızla ilerliyordu. Randevu saatine az kalmıştı. İçimdeki telaş, adım adım büyüyerek paniklememe sebep oldu. Aradım. Cevap yok. Bir daha… Yine açmadı. Nerede olabilirdi? Neden telefonumu açmıyordu? Endişeyle dudağımı ısırdım.

 

Tam ne yapacağımı düşünürken telefon çaldı. Ekranda ‘Murat’ın adı’ yazıyordu. Derin bir nefes alıp, içimdeki tüm gerginliği dışarı atmaya çalışarak hemen açtım.

“Alo, Murat? Nerdesin, geç kaldık…” Sesimin titremesini engelleyemedim.

Telefonun diğer ucundan Murat’ın yorgun, sabırsız ve soğuk sesi geldi. Sanki az önceki endişem, onun sesindeki o tona çarpıp paramparça olmuştu.

 

“Lale… Bugün gelemem. İşim çıktı.”

Duyduğum şeyle omuzlarım hafifçe çöktü. "İş mı? Şimdi mi? “Ama birlikte karar vermiştik!” dedim, sesim bu kez daha belirgin titriyordu. “Bugün kontrole beraber gidecektik, söz vermiştin.”

Murat’ın sabrı taşıyordu belli ki. Ağır bir iç geçirdi.

“Lale, lütfen... Bu kadar üstüme gelme. Anla artık, işim gücüm var benim! Sabah akşam demeden koşturuyorum! Sürekli arayıp durman, bir şeyler istemen bunalttı artık beni! Ne o, tek başına gidemeyecek misin o lanet olası hastaneye? Bu kadar mı düşkünsün bana? Biraz kendi ayaklarının üzerinde durmayı öğren!”

 

Telefon elimde eriyor gibiydi. Duyduklarım, beklediğim son şeydi. Düşkün mü? Evet, düşkündüm! Çünkü senden başka kimsem yoktu! Senden başka kimseye sığınamazdım! Boğazıma koca bir yumruk oturmuştu. Kalbim kırılmıştı, paramparça olmuştu. Konuşmak istedim, bağırmak istedim, neden bu kadar sana ihtiyaç duyduğumu anlatmak istedim ama kelimeler boğazıma dizildi.

 

“Korkuyorum biraz,” diyebildim sadece, sesim fısıltı gibi çıkıyordu. Ağlamak üzereydim. “Yani… seninle olsaydım içim daha rahat olurdu. Arabayla gitmek kolay olurdu diye düşünmüştüm sadece…”sözlerim, onu daha da sinirlendirdi sanırım. Sesi bu kez daha acımasızdı.

 

“Senin bu dramalarından bıktım artık Lale! Sürekli bir mızmızlanma, Çocuk doğuracaksın, çocuk gibi davranıyorsun! Biraz büyü artık! Bu kadar çok istiyorsan o kontrole gitmeyi, s*ktir git tek başına! Ben senin dadın değilim!”

 

Telefon yüzüme kapanırken, beynimde sadece o son cümle yankılanıyordu: “s*ktir git tek başına!!”

Mutfağın ortasında yapayalnız kaldım. Elim hâlâ karnımda, içimdeki o minik kıpırtı sanki onun babasının sözlerinden utanmış gibi durmuştu. S*iktir git demişti. Dadım değildi … Peki neydi? Benim sığındığım limanım, ailem, her şeyim değil miydi? Kaçarken bana verdiği sözler neydi? Gözlerimden yaşlar sessizce süzülmeye başladı.

O hastaneye tek başıma gitmek… O an, o sözlerden sonra, dünyanın en imkansız şeyi gibi geldi. Zaten randevu saati de çoktan geçmişti.

Telefonun kapanma sesi değil de, sanki bir kapı yüzüme çarpılmış gibi çınladı içimde. O an, sadece Murat’ın değil, tüm dünyanın kapısı kapanmış gibiydi bana.

Elim hâlâ karnımdaydı. Derin bir nefes almak istedim ama midemin üstüne oturmuş gibi duran o ağırlık izin vermedi. Karnımdaki minik kıpırtı birden sertleşti. Ağrıyı önce anlayamadım. Sancı mıydı bu? Yok canım, daha erken değil miydi?

Ama birkaç dakika içinde her şey değişti. Sancı tekrar geldi. Bu kez daha keskin, daha gerçek… Yüzümdeki tüm kan çekildi. Hemen telefonu elime aldım, yine Murat’ı aradım. Arka arkaya… Cevap yok. Bir daha… Hâlâ yok.

“Ne olur aç… ne olur aç…” diye fısıldıyordum. O sırada karnımın alt kısmı kasılmaya başladı. Görüntü bulanıklaşıyordu artık. Bir yandan ağlıyorum, bir yandan çaresizce telefonu sımsıkı tutuyordum. Ama Murat yoktu.

Komşu kapıyı çaldı, sesimi duymuş olmalıydı. Gözleri kocaman açıldı beni görünce. Dizlerimin bağı çözülmek üzereydi.

“Ambulans çağırmamız gerek!” dedi telaşla. Başımı sallayabildim sadece.

 

Dakikalar sonra siren sesleri bir kez daha mahalleye doldu. Bu kez benim için gelmişti. O soğuk sedyeye uzanırken, gözlerim hâlâ kapının arkasındaydı. Belki… belki gelirdi.

Ama gelmedi.

Hastane koridorlarında zaman donmuş gibiydi. Herkes koşuşturuyordu ama benim için dünya ağır çekimdeydi. Her sancı beni biraz daha yalnızlığıma doğru itiyor, içimde büyüyen minik can, dünyaya adım atmadan önce yaşadığı ilk hayal kırıklığını annesiyle paylaşıyordu.

 

Doğum başladı. Erken ama kaçınılmazdı. Gözüm kapıda, kalbim Murat’ın adını çırpınıyordu. Ama o kapı açıldığında içeri giren o değildi.

 

Ve böylece oğlum dünyaya, babası olmadan, bir siren sesinin ardından geldi.

 

Şimdi düşünüyordum. Düşkün değildim, aptal değildim. Sadece annem ve babam yanımda yoktu. Tabii olsalar da bir şey fark etmeyecekti belki de. Korkuyordum, evet, iliklerime kadar korkuyordum. Yalnızdım. Bir de doğumdan sonra aylarca hatayı kendimde buldum. "Abarttım," diye azarladım durdum kendimi. "Adam çalışıyor rahatsız etmeseydin,bu kadar düşkün olmasaydın! Bunlaın hiç biri başınagelmez oğlunda erken doğmazdı." diye fısıldadım durmadan kendi kulağıma. Ne abartması be Lale, ne düşkünlüğü! Hiçbir şekilde "s*ktir git" kelimesini hak etmemiştim. O gün, o an, o siren seslerinin ardından Uğur'un dünyasına girişinde yapayalnızdım. Ve bu benim suçum değildi.

Adem’in sesiyle kendime geldim.

“Lale?” dedi, yumuşak ve temkinli bir sesle.

Bir an, o anının ağırlığından çıkamadım. İçimde eski bir sancı, boğazımda unutulmamış bir düğüm vardı. Camdan dışarı baktım ama gözlerim hiçbir şeye odaklanamıyordu. Sonra döndüm, Adem’e baktım. Gözlerimi kaçırmak istedim ama yapamadım.

“Efendim?” dedim. Sesim hafifçe titredi. Yutkunmuştum. Belki de içimde kopan fırtınayı o tek kelimenin arkasına saklamaya çalışmıştım.

Adem sustu bir an. Ne olduğunu anlamak ister gibi dikkatle bana baktı. Sanki “Gerçekten iyi misin?” demek ister gibi baktı ama sormadı. Ne güzel bir suskunluktu bu... Zorlamıyordu. Ezberden konuşmuyordu. Sadece yanımdaydı.

Sonra arabadan indi, kapımı açtı. Gözlerim hâlâ ondaydı. Yüzümdeki o kederi, o anı çözüp anlayabilmiş miydi, bilmiyorum. Ama bir şey demeden, elini koltuğun kenarına koyup yana çekildi. “geldik” dedi.

“Tamam…” dedim kısık sesle.

Uğur buraya gelene kadar uyuya kalmıştı. Şimdi ise arabanın durmasıyla Gözlerini hafifçe kırpıştırarak etrafa bakındı, sonra Adem’i gördü. Bir an duraksadı, ardından kıkırdadı. O tatlı gülüşü ortamın havasını değiştirir gibiydi. Minik ellerini uzatıp Adem’in parmağını yakaladı. O an boğazıma bir şey düğümlendi. İçimde bir yerlere dokundu bu görüntü. Yutkundum, ama geçmedi.

Adem hafifçe eğildi, Uğur’un gözlerinin içine baktı. O tanıdık, yumuşacık gülümsemesi yüzünde belirdi.

“Delikanlı uyanmış demek…” dedi, sesi neredeyse fısıltı gibiydi ama içindeki sevgi saklanamayacak kadar belirgindi.

Uğur daha da kıkırdadı, ayaklarını oynatmaya başladı. Adem parmağını usulca salladı.

“Ne haber küçük adam? Bizi beklettin ama affettik,” dedi gülerek.

Ben bir adım geriden onları izliyordum. Sanki zaman yavaşlamıştı. Kalbim hızlı atıyor ama dışarıdan belli olmasın diye derin bir nefes alıyordum.

İçeri birlikte girdik. Kapı açıldığında bizi sıcacık bir hava karşıladı. Mis gibi taze çay kokusu, taze pişmiş poğaçalarla karışıyordu. Küçük bir yerdi burası ama her köşesi bir huzur barındırıyordu.

Adem köşede, güneşin doğrudan vurduğu pencere kenarındaki masayı seçti.

“Burası iyi, hem Uğur da dışarıyı izler,” dedi, sandalyeyi çekerken.

Garson mama sandalyesini getirdiğinde Adem hemen eğildi, büyük bir özenle Uğur’u yerleştirdi. Kemerlerini kontrol etti, arkasını koltuğun küçük yaptığıyla destekledi.

“Çok mu sıkı oldu?” diye bana döndü. “Bak rahat etsin, keyfi kaçmasın küçük adamın.”

Gülümsedim. “Yok, gayet iyi oldu. Teşekkür ederim.”

Adem başını salladı ama gözleri Uğur’dan bir an bile ayrılmadı. Uğur ona öyle bir güvenle bakıyordu ki… İçim ürperdi. Sanki bir anlığına her şey tamam gibiydi. Eksiksiz, yerli yerindeymiş gibi…

“Sanki…” dedim, cümlem yarım kaldı.

Adem başını kaldırdı. “Ne?”

Başımı iki yana salladım, hafifçe gülümseyerek. “Bir şey değil. Boş ver.”

Güneş masaya vuruyordu. Uğur, cama yansıyan ışıkla oynuyor, elini uzattığında parmak izleri camda belli oluyordu. Adem ise menüyü inceliyordu, ama göz ucuyla Uğur’u da izlemeyi ihmal etmiyordu.

“Menemen mi, yoksa sahanda yumurta mı istersin?” diye sordu bana.

 

“aslında gerek yok o kadar şeye ,” dedim, gülümsedim.

Adem başını hafifçe yana eğdi. “Peki ama sonra benimkine sulanmak yok. Bak, ben paylaşmam,” dedi, göz kırparak.

İkimiz de güldük. Uğur da bizim güldüğümüzü görünce o da güldü. Sessizce ama içten bir şekilde…

Bir süre sonra kahvaltılık tabaklar geldi. Peynir çeşitleri, domates, salatalık, zeytin, reçel, bal, tereyağı… Adem sahanda yumurtaları ortalığa yerleştirirken Uğur elindeki arabayı yere attı.

“Dur bakalım delikanlı,” dedi Adem, eğilip arabayı yerden aldı. Sonra Uğur’un önüne sigara böreği bıraktı. “Bak, bu senin. Ama önce biraz çay içelim, değil mi annenle?”

Gülümsedim.

Adem eline çay bardağını aldı, bana uzattı.

“Bugün her şeyi unutalım,” dedi. “Sadece oturalım, çay içelim. Kahvaltı değil bu… birlikte geçirilen bir vakit. Gerçek bir an. Anladın mı?”

Başımı salladım. Dudaklarımda belli belirsiz bir gülümseme vardı.

“Anladım,” dedim. “Ben zaten bu yüzden geldim. Yemek için değil… seninle olmak için.”

***

Merhabalar

Nasılsınız?

Ben mezunnnn oldummm.

Evet arkadaşlar bölüm atamıyorum çünkü son sınavlarımı verdim ve proje sunumlarımı yaptım. Bu süreç iki hafta sürdü sonrada kep törenim ve mezuniyet balom vardı. Vaktim olmadı ama bunu telafi etmek için bu hafta 3-4 bölüm atmayı düşünüyorum.

Bölüm nasıldı?

Yorum yapmayı unutmayın.

Bölüm : 05.06.2025 21:23 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...