21. Bölüm
Büşra Sıla Duman / UĞUR / Ben beklerim

Ben beklerim

Büşra Sıla Duman
busra_sila

Bir Ay Sonra

O gecenin üzerinden tam bir ay geçmişti. Başımın sargısı çoktan çıkmıştı. Bu süreçte hiç yalnız kalmadım. Nazan Teyze, mahalledeki kadınlar, kızlar… Hepsi yanımdaydı. Ne kadar "küçük bir yara" deseydim de, bu kadar ilgiye gerek olmadığını söylesem de dinlemediler. Hepsine minnettardım. Varlıkları, içimde oluşan boşluğu biraz olsun doldurmuştu.

 

Hayat yavaş yavaş normale dönüyordu. Ramazan ayının son iftarıydı. İçimde buruk bir sevinç vardı. Buruktu, çünkü mahkeme günü yaklaşıyordu. Sevinçliydim, çünkü Ramazan’ı huzur içinde tamamlamıştık. Şimdi bayram kapıdaydı, sanki yeni bir sayfa açılacak gibiydi.

 

Günler, birbirine benzeyen rutinlerle akıp giderken, içimdeki sarsıntı azalmamıştı belki ama üzerine ince bir kabuk bağlamıştı. Murat’ı ne özlüyordum ne de üzülüyordum. Sadece kendime kızıyordum. Bu duruma nasıl düştüğüm, nasıl bu kadar savrulduğum beni şaşırtıyordu.

 

Bu bir ay içinde Tuğçe ile her karşılaştığımızda mahkeme de nasıl bir yol izleyeceğimize dair planlar yapmıştık. Mahkeme günü yaklaştıkça içim içime sığmıyor nefesim daralıyordu.

 

Bayram arifesiydi. Mahallede tatlı bir telaş hakimdi. Herkes, uzun ve zor bir kışı geride bırakıyormuş gibi bir heyecanla hazırlanıyordu yeni günlere.

 

Uğur, her bulduğu yerde kendini yere atıp durmadan emekliyordu. Arada bir dizlerinin üzerine doğruluyor, elleriyle dengesini kurmaya çalışarak ayağa kalkıyordu. O kararlı bakışları, yüzündeki inatçı ifade… Bana benziyordu. Bunu gördükçe içimde bir şeyler kıpırdıyor, umut kendine sessizce bir yer buluyordu.

 

Son zamanlarda daha hareketliydi. Biraz daha “çocuk” olmuştu sanki. Hani o tuhaf dönem vardır ya… Ne tam bebek, ne tam çocuk. İşte o sınırdaydı. Hâlâ konuşamıyordu ama gözleriyle her şeyi anlatıyordu. İnadıyla, suskunluğuyla, bana bakışıyla… Bazen bir bakışı, bir kelimeden daha çok şey söylüyordu.

 

Adem’le aramızdaki ilişki o günden sonra yavaş ama kararlı bir şekilde ilerledi. Hâlâ aramızda bir mesafe vardı, ama o mesafe artık soğukluktan değil, saygıdan, temkinlilikten kaynaklanıyordu. Beni aceleye getirmedi hiç. Bir adım attıysa, benim iki adım atmamı bekledi. O adım için mahkemenin bitmesini ve muratla son işiminde hallolmasını istiyordum.

 

Hastaneden taburcu olduğum gün beni eve kadar getirmişti. Sessizdi. Arabada sadece radyoda çalan hafif bir müzik vardı. Ne fazla konuştu, ne suskunluğumun içine daldı. Sanki dilimin ucundaki kırılgan cümleleri duymak istememiş gibiydi. Sadece varlığıyla destek olmuştu. İşte o gün, içinde bulunduğum sessizlikte onun sessizliğini de anlayabilmiştim.

 

Sonraki günlerde, her sabah kapıya bir şeyler bırakmaya başladı. Bir gün bir simit, bir gün Uğur’a küçük bir oyuncak, bazen bir demet çiçek… bu çiçekler her getirdiğinde değişiyordu. Sevdiğim çiçeği sormak yerine kendi deneyimleyerek bulmak istiyordu. Bu durumda beni uzaktan izlediği hissi oluşturuyordu bende. Beni görmeden, ses etmeden. Ama ben onun geldiğini hissediyordum. Varlığını, sabrını… Beni korkutmadan, üzerime gelmeden yaklaştı hep.

 

Bir gün Nazan Teyze’nin evinde karşılaştık. Uğur dizlerinin üzerinde doğrulup bana uzandığında Adem gülümsedi.

“Bu çocuk yürümeye başladı mı, durduramazsın artık,” dedi.

Ben de hafifçe gülümsedim. “Yeter ki yürüsün onun peşinden koşmaya razıyım”

 

İlk defa göz göze geldiğimizde ne utanmıştım ne de kaçırmıştım gözlerimi. O an anladım. Artık Adem bana korku değil, güven veriyordu. Ve o güven, belki de uzun süredir hissetmediğim en gerçek duyguydu.

 

Aramızda hâlâ isim konmamış bir şey vardı. Bir sıcaklık, bir alışkanlık, bir bağ… Ama o bağ bir hoşlantı demek miydi, yoksa sadece beni anlayan birini bulduğum için onu kaybetmeme isteğimiydi emin değildim. Ama artık her sabah, kapıda bir şey bırakılıp bırakılmadığını merak ediyordum. Gönlüm Adem’in varlığına alışmıştı. Kalbim hâlâ temkinliydi, ama korkak değildim artık. Dediğim gibi Sadece şu mahkemenin sonuçlanmasını ve muratın hayatımdan tamamiyle çıkmasını bekliyor ve tüm kalbimle istiyordum.

 

İçeriden bir şeylerin düşme sesini duyunca elimdekileri bırakıp içeriye gittim. Uğur yürüteçin içinden sehpanın üzerindeki şeyleri alıp yerlere fırlatıyordu. Normalde yaramazlık yaptığı için kızmam gerekirken benim alnından öpüp tebrik edesim geliyordu. Onun bu hareketli hallerine beni aşırı mutlu ediyordu.

 

Yanına yaklaştıkça yürüteçin içinde zıplayıp kollarını bana uzattı. Onu kucağıma alırken. Kaşlarımı yalandan çatarak "Bebeğim bu konuda anlaştığımız sanıyordum. Bir şeyler fırlatmak yok." Sert sesime karşı dudaklarını titretip ağlama numarası yapmaya hazırlandı. Bu duruma kahkaha attım. Bu da bu mahallede edindiğimiz yeni huylarımızdan biriydi.

 

Fazla ilgi ve sevgiden şımarık bir küçük adam haline gelmeye başlamıştık.

 

Hacer teyze onu torunu bellemiş nereye giderse peşinden götürüyordu. Bazen komşu ziyaretlerine giderken bana uğrayıp oğlumu da alıp kendiyle götürüyordu. Uğur ilk başta bu duruma alışamasada sonradan çok hoşuna gitmiş olacak ki hacer teyzeyi gördüğü gibi kollarını ona uzatıyordu. Giderkende arkasını dönüp bana bakmıyordu bile.

 

Fatma teyze ile nazım amca ise çok ayrı bir olaydı nazım amca her kahveye gidişinde ve dönüşünde bir çikolata alıyordu. Çok yediği için kabul etmeyip zahmet etmemesini istediğim de ise beni kırmıyor ama eve gidince Fatma teyzeye şikayet ediyordu. Fatma teyze soluğu bir poşet çikolata ile kapımda alıyordu.

Yılmaz abiler ise omuzdan omuza gezdirip ayaklarının yere değmesini bile engelliyorlardı.

 

Uğurun minik çığlığıyla daldığım yerden ayrılıp yanağından sıkıca öptüm. "Şımarık bebeğim benim."

 

"Sıkıldın değil mi evde biraz bahçeye çıkalım mı?" Bir kaç onaylama mırıltısından sonra evin kapısına gittim.

 

Önce onun minik ayakkabılarını giydirip kendi terliklerimi de giyerek bahçeye çıktım. Rahat durmayıp mızmızlanarak kucağımdan inmeye çalışmasıyla indirip iki elinden tutup bahçede yürütmeye başladım.

 

Uğur'un minik elleri avuçlarımın içindeydi. Onu destekleyerek bahçeye doğru yürüdük. Toprağın kokusu, çiçeklerin hafif esintisi içime huzur veriyordu. Uğur her adımda daha da hevesleniyordu sanki, minik parmakları parmaklarımı sıkıca kavrıyordu.

Tam o sırada bahçe kapısında Adem'in arabasını gördüm. Alışverişten dönüyor olmalılar. Yeliz beni görünce hemen arabayı durdurdu Ve içinden indi"Lale!" diye seslenerek koştu yanımıza. Durumun el verdiğince sarılıp uğura doğru eğildi. "Seni burada görmek ne güzel! Hava da mis gibi. Yürüyüş yapmaya mı çıktın sen?" Uğurla ciddi ciddi muhabbet etmeye çalışmasına

Gülümsedim. "Evet, Uğur'la biraz hava alalım dedik. Evde durmaktan sıkıldı. Siz nereden geliyorsunuz?"

 

Yeliz’in yüzü her zamanki gibi neşeliydi, gözlerinde tatlı bir yorgunluk vardı. “Abim’le pazara gittik. Bayram için birkaç şey aldık. Annem de sipariş vermişti, onları da toparladık. Valla bir dünya şey taşıdık. Arabanın bagajını bile zor kapattık.” diyerek arkasını işaret etti.

 

O sırada Adem de arabanın arkasından birkaç poşetle çıktı. Göz göze geldiğimizde başıyla hafifçe selam verdi. Ben de hafifçe başımı eğerek karşılık verdim. Kalbim yine o tuhaf ritmine dönmüştü. Hâlâ tam tanımlayamadığım ama alıştığım bir histi bu.

 

Yeliz bir yandan Uğur’la oynarken bir yandan da bana göz kırptı. “Biliyor musun, abimle uğura çok tatlı bir takım aldık. Eminim uğurda görünce çok sevecek.”

 

İçimde sıcak bir şeyler kıpırdadı. Hani birilerinin aklında olmak var ya… Küçücük bir cümle, birinin seni önemsemesi, seni düşünmesi… Kalbinin en savunmasız yerine dokunuyor.

 

" Ne gerek vardı? Zahmet etmeseydiniz keşke." Dedim.

 

Yeliz kaşlarını çatarak " Ne zahmeti Lale ya içimden geldi aldım." Sinirli sesiyle gülümsedim.

 

Adem bize yaklaşırken, elindeki bir poşeti bana uzattı. “bunları uğura aldık." dedi.

 

Elinde ki poşetleri alırken teşekkür ettim.

 

 

Yeliz'le bir süre lafladık, güldük. Uğur ise meraklı gözlerle Adem'i izliyordu. Adem de hafif bir tebessümle bize bakıyordu. Sonra o mucizevi an yaşandı. Uğur ellerimi bıraktı. Küçük bedeni titreyerek dikleşti ve sallana sallana ilk adımlarını atmaya başladı. O minik adımlar... doğru Adem'e doğruydu.

Şaşkınlıkla karışık bir mutlulukla izledim onu. Yeliz'in sevinçli sesi duyuldu. "Aaa, bakın! Uğur yürüyor! Hem de ilk adımlarını abim'e atıyor!"

Minik ayaklar Adem'in bacaklarına ulaştığında, düşmekten korktuğu için sıkıca sarıldı. Adem eğilerek Uğur'u kucağına aldı. Uğur, Adem'in yüzüne öyle kocaman, öyle içten bir gülümsemeyle baktı ki... Kalbimde bir şeyler kıpır kıpır oldu.

 

Yeliz, heyecanla yanlarına yaklaştı. "İnanamıyorum sana küçük adam! İlk adımlarını atmak için bula bula bu nemrut adamımı buldun?" diye bağırdı.

 

Yeliz’in sözleriyle kahkaha attım. Ama Adem'in yüz ifadesi tam tersiydi. Kaşları çatılmış, Yeliz'e hafifçe yan dönmüş, o meşhur ciddiyet bakışını takınmıştı.

 

“Nemrut mu?” dedi alçak bir sesle ama yeterince belirgin.

 

Yeliz, onun bakışına aldırmadan gülümsedi. “Evet nemrut! itiraf et, Uğur senin sevdiğin ve seni seven tek bebek abi sen çocukları sevmezsin. Sezen ile barışı bebekken kucağına aldığında korkup ağlıyorlardı.” yeni öğrendiğim bilgiyle kaşlarım havaya kalkarken ilk başlarda uğuru kucağına almama sebebini az buçuk çözmüştüm. Korkutmamak içindi.

 

Adem cevap vermedi, ama Uğur’u kucağında biraz daha sıkı tuttu. Gözleri bana kaydı. Yumuşamıştı. Bakışlarında bir şey vardı. Ne sahiplenme, ne iddia… Sadece sessiz bir sevinç.

 

O bakışlara karşılık vermemek için kendini zorladım. Ama dudaklarımın kenarındaki gülümsemeyi gizleyemiyordum.

 

Gözlerimi onlardan ayıramıyordum. Adem’in Uğur’a olan ilgisi, bana gösterdiği ilgiden daha çok derinden etkiliyordu. Adem’in uğur bakarken ki yüzünde beliren o içten gülümseme, kalbime bir sıcaklık bırakıyordu. Bu sıcaklık, belki de uzun zamandır hissetmediğim bir duyguydu.

 

Adem, Uğur’u nazikçe koltuk altlarından tutup havaya kaldırırken. "İlk adımlarını attın, büyük adam oldun," dedi, ama sesi o kadar yumuşaktı ki, adeta bir masal anlatıyor gibiydi.

 

Uğur daha yükseğe çıkmanın verdiği heyecanla ayaklarını hızlı hızlı sallarken ağzından mırıltılar çıkardı.

 

 

Derin bir nefes çekerken "Ne kadar büyüdü, değil mi?" Dedim.

 

Adem, Uğur'u kucağında tutarak hafifçe başını salladı. "Zaman çok hızlı geçiyor. Bir bakmışız, koşmaya başlar." Onun bu sözleriyle kıkırdayarak gözlerine baktım.

 

Yeliz’in telefonu çaldı. Adem’le konuşmamız yeni bitmişti, hâlâ göz göze olmanın verdiği garip bir durgunluk vardı içimde. Nazan teyzenin sesini duyunca dönüp baktım yelize.

 

“Anne?” dedi Yeliz, neşeyle. “tamam ya kızma geliyoruz. Laleyle uğuru gördük bir yanlarına uğradık.”dedi. Karşı tarafı biraz dinledikten sonra bir kahkaha attı. “Aaa tamam tamam, dur kız bir dakika!”

 

Telefonu biraz uzaklaştırıp bana döndü, gözlerini devirdi.

“Annem diyor ki, bu Ramazan’ın son iftarı, öyle tek başına yemek olmazmış. Sen de toplanıp bize gel diyor. ‘Naz yapmasın’ dedi. ‘paşayıda alsın, güzelce gelsin,’ dedi.”

 

Yüzümde istemsiz bir tebessüm belirdi. İtiraz etmenin bir faydası olmayacağını bu bir aylık süreçte güzelce deneyimlemiştim“tamam uğur'un eşyalarını alayım ” dedim.

“tamam sen al o zaman. Hadi hemen. Uğuruda severim hem ne zamandır görmüyorum bebişimi.” dedi.

 

Hızla içeriye geçtim. Uğur’un küçük sırt çantasını ve birkaç eşyasını hazırladım. Kapıya döndüğümde Adem hala Uğur’u kucağında tutuyordu. Uğur, Adem’in boynuna sıkıca sarılmış, minik elleriyle yüzünü okşuyordu.

 

“Adem, Uğur’u versene. Gitmemiz gerekiyor,” dedim nazikçe.

 

Adem bana döndü. Gözlerinde kararlılık vardı. “Bende kalsın”

 

Şaşkınlıkla kaşlarımı çattım. “ne demek bende kalsın araba süreceksin sen. Bir şey olur.”

 

“Olmaz,” dedi net bir ifadeyle. “Ben sürerim zaten azıcık yol.”

 

Yeliz araya girdi. “Ya abi, olmaz bir şey bir şey olur. Allah korusun.”

 

Adem onu yine duymazdan geldi. Uğur’la birlikte arabaya doğru yürümeye başladı. Şoför koltuğunun kapısını açıp Uğur’u kucağında otururken Yeliz ve ben şaşkınlıkla birbirimize baktık.

 

“Adem, ne yapıyorsun?” diye seslendim telaşla. “Uğur’u ver bana. Ben oturacağım onunla.”

 

Adem Uğur’u emniyet kemeriyle bağlamaya çalışırken bana döndü. “Merak etme Lale. Ben süreceğim, sen de yanıma geçersin. Varınca alırsın paşayı.”

 

“Hayır, ben şimdi istiyorum onu,” diye ısrar ettim. Sesimdeki gerginliği Uğur da hissetmiş olacak ki mızmızlanmaya başladı.

 

“Bak ağlıyor işte,” dedim endişeyle. “Ver artık Uğur’u.”

 

Adem Uğur’un yanağını okşadı. “Tamam, sakin ol bakalım küçük adam.” Sonra bana döndü. “Lale, bak ben süreceğim. Sen de ön koltuğa geç. Uğur da benim yanımda güvende olacak.”

 

“Benim yanımda daha güvende olur,” diye direttim.

 

Yeliz araya girdi. “Ay yeter ama! Annem kızacak artık. Abim güvende tutar Lale. Hem uğurun da hoşuna gider. Abim barışla da bir kaç kez böyle oturmuştu. Bir şey olmaz.”

 

Uğur gerçekten de Adem’in kucağında etrafına bakınıyordu. Derin bir nefes aldım. Daha fazla tartışmanın anlamı yoktu.

 

“Peki,” dedim isteksizce. “Ama dikkatli sür.”

 

Adem hafifçe gülümsedi. “Merak etme.”

 

Yeliz arka koltuğa binerken ben de ön yolcu koltuğuna oturdum. Adem arabayı çalıştırdı. İçeride garip bir sessizlik hakimdi. Uğur, Adem’in parmaklarıyla oynuyor, zaman zaman da ona gülüyor ve direksiyonu tutmaya çalışıyordu. Yandan Adem’in yüzüne baktım. Onda da tuhaf bir huzur vardı. Sanki Uğur’la birlikte olmak ona iyi geliyordu.

 

Yol boyunca Yeliz neşeyle bir şeyler anlatırken ben düşüncelere dalmıştım. Adem ise sakin bir şekilde arabayı sürüyordu. Nazan Teyze’lerin evine geldiğimizde Adem arabayı durdurdu.

 

“Geldik,” dedi Uğur’a dönerek. “Beğendin mi bakalım yolculuğu." Uğur mir kaç mırıltı çıkarırken kafasından öptü.

 

Uğur heyecanla kollarını bana uzattı. Onu kucağıma alırken Adem’e baktım.

 

“Teşekkür ederim,” dedim Bir aydır olduğu gibi içten bir ifadeyle.

 

“Önemli değil,” diye fısıldadı. Gözleri bir anlığına gözlerime değdi. O bakışta yine o tanımlayamadığım sıcaklık vardı.

 

Uğur’la arabadan indik. Yeliz de peşimizden geldi.

 

Adem kapıyı çaldı. İçeriden hemen bir “geliyorum” sesi duyuldu.

Kapı açılır açılmaz Nazan Teyze “Hah geldiniz mi? Hadi geçin içeri, poşetleri mutfağa koyun,” dedi. Adem önden yürüdü, ben de Uğur’u kucağımda tutarak peşinden girdim.

 

Ayakkabılarımızı çıkardık, Uğur tam o sırada kıkırdayarak arkadan gelen Ali Amca’ya uzandı. “Gel paşam,” dedi Ali Amca, hiç yabancılık çekmeden kucakladı onu. O kadar alışmış ki artık, Uğur’u çok seviyordu.

 

Salona geçtik. televizyondaki haber sesi, evdeki yemek kokusu içimi ısıttı.

Yeliz mutfaktan başını uzattı:

 

“Uğur, ilk adımını attı.”

 

“Ne? Gerçekten mi?” dedi nazan teyze, yeliz heyecanla ekledi.

 

“Ve kime doğru attı biliyor musun?”

 

Baktım Adem’e, gülmemek için dudağımı ısırdım. Yeliz ellerini iki yana açtı.

 

" Abime! Ya resmen abime yürüdü. Lalenin yerinde ben olsam alınırım.”

 

Gülerek başımı iki yana salladım. “Ben alınmadım da, biraz kıskandım galiba,” dedim göz ucuyla Adem’e bakarak.

 

Adem’in kaşları kalktı, yüzünde hafif bir şaşkınlık vardı. “Kıskandın mı?”

 

“E tabii!” dedim, sesiyle hafif dalga geçerek. “Aylarca ben kucağımda gezdireyim, mama yedireyim, uykusuz kalayım... İlk adımlar anneye değil, sana! Olacak iş mi yani?”

 

Salondakiler gülmeye başladı. Nazan Teyze bile kahkahasını bastı. “E kızım, ne yaptıysa artık benim oğlan senin oğlanın kalbini çalmış. Bebekler kim iyi, kim güvenli bilir.”

 

Adem gözlerini kaçırıp. “Ben bir şey yapmadım ki,” dedi.

 

Ben hafifçe omuz silktim. “Belli ki bir şey yapmana gerek yokmuş.” Adem sözlerimden sonra uğura bakarken derin bir nefes alıp Nazan teyzeye döndüm. "Nazan teyze yardım edecek bir şey varmı?" Diye sordum.

 

Hızla mutfağa doğru giderken " tabi ki var akşam kalabalık olacağız daha Yemekler bitmedi. Hadi gelinde yapalım." Dedi.

 

Yerimden kalkıp Nazan teyzeyi takip ederken kısa bir süreliğine uğura baktım. Ali amcanın Kucağına iyice yerleşip sessizce çizgifilm izlemeye devam etti.

 

***

İlkbaharın serinliği camdan sızarken içerisi kalabalık ve sıcaktı. ev mis gibi yemek kokularıyla doluydu. Masada çeşit çeşit iftarlıklar vardı; hurma, zeytin, salata tabakları, güllaç… Yavuz Abi, Büşra abla ve Barış salona girdiğinde ortam biraz daha canlandı. Ardından Serdar Abi, Nisa ve Sezen geldiler. Girişte küçük bir kalabalık oldu, herkes tokalaşıyor, sarılıyor, çocuklar birbirine sesleniyordu.

 

“Ben sana dedim bak, Serdar yine son dakikada geldi,” dedi Yavuz abi, ademe seslenirken gülüştüler.

Serdar abi, ceketini çıkarırken sırıttı. “insanın prensesi olunca böyle oluyor, siz anlamazsınız zaten ne yapayım?”

 

Sezen, beni ve Uğur’u görünce hemen yanımıza koştu. “Uğur! Sen de mi geldin? Lale abla uğuru bırak oyun oynayalım lütfennn!!!” dedi gözleri kocaman açılarak.

Yeliz hemen araya girdi. “Uğur bugün ilk adımlarını attı! Hemde adem abime.”

 

Adem yer sofrasının başında sessizce bir tabak yerleştirirken bu sözleri duyunca yelize bakıp gözlerini devirdi. Barış ve sezen Uğur’un yere bıdakmamla gelip onunla oynamaya başladılar. Uğur heyecanla kıkırdıyordu, bazen ayakta duruyor, bazen dengesi bozulup Barış’ın üstüne düşüyordu.

 

Yeliz'in Uğur'un ilk adımlarını anlatmasıyla salonda oluşan tatlı gülümsemeler devam ederken, Yavuz Abi lafa girdi, gözleri muzipçe Adem'e kaydı:

"Desene bizim nemrut suratın bir hayranı var. Ufaklık seni parmağında oynatacak bak gör."

Adem, omuz silkti.

 

Nisa da sohbete katıldı: "lale, Benim Sezen de bebekken Adem'den köşe bucak kaçardı. Korkuyordu." Sezen o sırada Uğur'un yanına sokulmuş, onun minik elini tutuyordu.

Serdar Abi, heyecanla Uğur'a doğru yöneldi. "Gel bakalım minik adam! İlk adımlarını benim nemrut kardeşime mi attın sen? Belli ki gelecekte yanlış kararlar verecek bu çocuk. " Diyerek Uğur'u yerden nazikçe aldı. Uğur, Serdar Abi'nin kucağına şaşkınlıkla bakındı. Serdar Abi, Uğur'un minik burnunu sıkarak konuştu: "Uğur! Büyüyünce dayın gibi ol sen sakın buna çekme tamam mı?" Kendisinden uğurun dayısı olarak bahsetmesiyle kalbim burkuldu. Mutluda oldum tabi.

 

 

Uğur, Serdar Abi'nin hareketlerinden pek hoşlanmamış olacak ki dudaklarını büktü ve ağlamaya başladı. Serdar Abi panikle geri çekildi. "Eyvah eyvah, bu fikri beğenmedi galiba."

Tam o sırada Adem hızla yanlarına geldi. Hafifçe kaşlarını çatarak Serdar Abi'ye baktı. "Abi, ne yapıyorsun? Korkuttun çocuğu."

"Sanki yedik çocuğu anası bu kadar dert etmedi. Değil mi lale? Yakında ninnide söyler bu" Serdar abiye kafamı olumlu bir şekilde sallarken. " Yok abi hiç sorun değil." Dedim

Adem, kaşlarını çatarken abisini dikkatlice baktı "Saçmalama abi. "

Büşra Abla araya girdi, bakışları sevgiyle Uğur'daydı: "Ademciğim, bu miniklerin sihirli güçleri vardır. İsteseler dağları bile yerinden oynatırlar."

 

Yeliz kıkırdayarak konuştu: "adem Abi'min bebekle imtihanı her zaman komik oluyor."

Nisa da gülerek onu onayladı: "Hatırlasana, barışı bebekken kucağına aldığında nasıl paniklemişti!"

Nazan Teyze de gülümseyerek olayı izliyordu. "Allah ademime de güzel bir aile nasip etsin." Nazan teyzenin sözleriyle ister istemez ademe ve uğura baktım. Onun da bana baktığını görünce hemen kafamı çevirdim. Çevirmemle bana bakan Nazan teyzeyi gördüm.

 

Nazan Teyze'nin imalı bakışları üzerimde bir ağırlık hissettirdi. Yanaklarımın hafifçe kızardığını hissettim. Ne düşündüğünü az çok tahmin edebiliyordum ve bu düşünce beni utandırdı. Gözlerimi kaçırarak çocuklara baktım.

 

Tam o sırada Ali amca'nın sesi duyuldu: "iftar yaklaşıyor! Hadi sofraya geçelim yavaş yavaş."

Bu duyuru adeta bir kurtarıcı gibi geldi. Herkes yavaş yavaş hareketlenmeye başladı. Salondaki neşeli sohbet yavaşladı, yerini sandalyelerin çekilme sesleri ve hafif bir telaş aldı.

 

Nisa bir yandan masaya oturken “Ailecek yediğimiz en kalabalık iftar bu sene bu oldu,” dedi. “İyi ki geldiniz.”

“İyi ki çağırdınız,” dedim. Kalbim sıcaktı. Bu kalabalığın içine alınmış olmak, o uzun yalnızlığın ardından iyi geliyordu.

 

Ezan okununca herkes dua edip lokmalarını almaya başladı. Masada tatlı bir sohbet vardı.

 

***

 

Herkes evine gitmişti. Nazan Teyze ile birlikte masadaki boş bardakları topluyorduk. Onun her zamanki o tatlı imaları yine havadaydı.

"Maşallah, bu akşam ne güzel bir kalabalık olduk," dedi Nazan Teyze, boş bir çay bardağını tepsiye yerleştirirken göz ucuyla bana bakarak. "Böyle bir arada olmak insana huzur veriyor değil mi Lale'ciğim?"

Hafifçe gülümseyerek başımı salladım. "Evet Nazan Teyze, çok iyi geldi."

"Hele o küçük paşanın ilk adımlarını atmadı... Gördün mü kime doğru gitti?" derken yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. "Demek ki kalbi kime ısındıysa oraya gidiyor."

Yanaklarımın hafifçe kızardığını hissettim. "Çocuk işte, Nazan Teyze. Ne yapacağı belli olmuyor.."

Nazan Teyze kahkaha attı. "O minicik kalpler hisseder. Kimin yanında güvende olduğunu, kimi sevdiğini bilirler." Birkaç bardağı daha topladıktan sonra yanıma yaklaştı. "Bak kızım, hayat bu. Bazen hiç ummadığın anda güzel şeyler olur. Yeter ki sen kalbini açık tut. Umudunu yitirme. "

Tepsiyi mutfağa doğru götürürken arkamdan seslendi. "Adem de ne kadar sevindi Uğur'un yürümesine, gördün mü? Gözlerinin içi parladı resmen."

Mutfağa geçtiğimde Nazan Teyze de peşimden geldi. Bulaşıkları makineye yerleştirirken konuşmaya devam etti. "Hayat sana zor günler yaşattı belki ama her zorluğun sonunda bir güzellik vardır derler. Belki de o güzellik yanı başınızdadır, kim bilir?" Gözlerimin içine anlamlı bir şekilde baktı. "Sen kalbini dinle yeter ki."

 

 

Nazan Teyze'nin bu sözleri içimde yeni bir düşünce filizlendirdi. Acaba haklı mıydı? Belki de o güzel şey yanı başımdaydı ve ben farkında değildim. Adem'in Uğur'a olan o içten sevgisi, bana karşı gösterdiği o sabırlı ve saygılı yaklaşımı... Bütün bunlar, Nazan Teyze'nin sözleriyle birlikte zihnimde farklı bir anlam kazanmaya başlamıştı. Kalbimi dinlemek... Belki de yapmam gereken tek şey buydu.

 

Elimdeki son bardağı makineye yerleştirirken, içimde büyüyen o garip sızıyla baş başa kaldım. Nazan Teyze mutfağın kapısından çıkmıştı ama onun sözleri hâlâ yankılanıyordu kulaklarımda.

 

“Yanı başındadır, kim bilir?”

 

Belki de öyleydi. Belki de o hep “sadece yardım ediyor” diye düşündüğüm adam, aslında sadece yardım etmiyordu. Uğur’a her yaklaşımında gözlerindeki şefkat, bana karşı kurduğu o mesafeli ama saygılı bağ, her an bir şey demek isteyip demediği kelimeler… Hepsi birer işaretti belki de. Ama benim içimde büyümüş bir utanç vardı. Kökü geçmişe dayanan, bana ait olan omuzlarıma yüklenmiş bir utanç.

 

Ben dul bir kadındım. Üstelik bir çocuğum vardı. Ne kadar insanların gözünde güçlü ve ayakta görünsem de, içimde hep bir kırık cam gibi keskinleşen ses vardı: “Sen onun yoluna engelsin.”

 

Bana iyi davranması, bir şey hissettiği anlamına mı gelirdi? Yoksa sadece merhamet miydi bu? Adem merhametliydi, evet. Ama bir kadına âşık olmak başka bir şeydi. Ve ben... Ben onun hayatında “acınan” tarafta olamazdım. Çünkü o zaman benim kalbim her şeyden önce kendine ihanet ederdi.

 

Birden mutfağın kapısı hafifçe aralandı. Adem.

 

“daha çok var mı? Yardım edeyim,” dedi sesi alçak ama yumuşak.

 

Derin bir nefes alıp gözlerimi kaçırırken

“Yok, son bardakları yerleştirdim.” dedim, lavabonun başından dönerek.

 

Duvara yaslanırken “Uğur uyuyakalmış. Annem yatırdı. İşin bittiyse sizi eve bırakayım” dedi

 

Bir sessizlik oldu. Gözlerimiz birkaç saniyeliğine buluştu. Ben hemen başka yöne kaydırdım bakışımı, ama o hâlâ duruyordu kapının önünde.

 

“Bugün... güzel bir akşamdı,” dedi. Benimle konuşmaya belki de kendini alıştırmayın çalışıyordu.

 

Başımı salladım.

 

Adem bir adım attı. Yanıma tam gelmedi ama sesi biraz daha yakından geldi.

“Uğur yürürken bana geldi ya… Bilmem fark ettin mi, ama ben kendimi hiç bu kadar... değerli hissetmemiştim.”

 

Yutkundum.

 

“Baba gibi hissettim. Belki saçma. Belki sana da tuhaf gelir. Ama bana iyi geldi Lale.”

 

O an gözlerim doldu. Çünkü o hiç bilmediği bir yarama dokunmuştu. Oğlumun hayatında bir baba figürü olmayı istemesi… Hem de söylemeden, kendiliğinden… Bu, belki de kelimelere dökülmemiş en büyük sevgi göstergesiydi.

 

Ama hâlâ bir şey vardı boğazımda.

 

“Adem…” dedim, yavaşça. “Ben… bu kadar kolay değilim. Olmam da.”

 

Gülümsedi. “Biliyorum.”

 

Ve ardından tek bir cümle daha kurdu.

“Ben beklerim.”

 

Kapının eşiğinde durdu bir an. "İşin bitince haber ver."dedi Sonra döndü ve sessizce çıktı.

 

 

Kalbim öyle bir çarptı ki o anda, duyamadığına dua ettim. Ama içimdeki o ses…

Artık çok daha netti.

 

Benim duvar muvar kalmayacaktı bu gidişle.

“Ben beklerim.”

Ne kadar sade, ne kadar net bir cümleydi. Ama içimde kopan fırtınalara karşı ne kadar da naif duruyordu.

 

Sandalyeye oturdum. Başımı avuçlarımın arasına aldım. Kalbim Adem’in varlığına doğru çekiliyordu belki, ama aklım... aklım susmuyordu.

 

Bu benim suçumdu. Bu hayatı seçen bendim. Murat’a kaçarken herkesin “olmaz” dediğini duydum ama dinlemedim. Ailemi karşıma aldım, herkesi arkada bıraktım. Herkesin “Yanlış” dediği bir adama körü körüne inandım. Bu, benim cezam. Bir annenin gözyaşını hiçe saymanın bedeli bu yalnızlık belki de.

 

Şimdi… Adem gibi bir adamın karşısında duruyorum. Daha doğrusu kaçıyorum. Çünkü biliyorum. O bana bir adım daha yaklaşsa, ben dayanamam. Kalbim yavaş yavaş çözülüyor. Ama bu çözülme, onun yükü olmasın istiyorum. Adem hiç evlenmemiş bir adam. Hayatı önünde. Benimle birlikte o yükü de omuzlamasını istemem. Zaten yüküm bana bile ağır bazen.

 

Ve mahalle… Ah o güzel insanlar. Beni sahiplendiler. Bana yeniden “biz” olmayı hatırlattılar. Ama eğer bir gün arkamdan fısıldaşan sesler yükselirse… Eğer birileri “dul kadın bekar adamın peşine düştü” derse… Kimse bana doğrudan bir şey söylemez biliyorum. Ama yüzler değişir. Gülüşler azalır. Belki Uğur bile bir gün fark eder bunu. O zaman ne yaparım?

 

Ne Adem’i yüklemek isterim bu korkuların içine, ne de bu mahalleyi kaybetmek. İkisinden birini seçmek zorunda kalmaktan korkuyorum en çok. Belki de o yüzden hiç bir şey söylemiyorum. Hiç bir şey yapmıyorum. İçimde büyüyen o hisleri bastırıp, beynimde ki sesi hep tekrarlıyorum: “Sen bu hayatı kendin seçtin Lale. Kimseye yük olma.”

 

Ama ya… Ya bu defa bir yol açılıyorsa önümde? Ya bu defa hak ettiğim bir iyilikse gelmekte olan?

 

İşte en çok da bundan korkuyorum. Korkunun kendisinden. Çünkü umut ettiğimde, hep yandım ben. Elime gelen şansı da kaybetmek istemiyorum.

***

Merhaba arkadaşlar (bugün okula geç kalıcaz jdjjdjdjdjd)

Nasılsınız? Size hemen bölüm attım. Artık daha hızlı yazıyorum alıştım galiba.

Bölümü nasıl buldunuz?

Evett size katılıyorum biraz yavaş ilerliyor ama bence laleyi hemen aşık etseydik biraz garip olurdu. İnandırıcılığını kaybederdi bir kere.

Yorum yapmayı unutmayın lütfen. Seviliyorsunuz.

Yeni kapağımız nasıl olmuş?

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 21.04.2025 22:31 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...