19. Bölüm
Büşra Sıla Duman / UĞUR / Alışırsın belki

Alışırsın belki

Büşra Sıla Duman
busra_sila

Sabah güneş yavaş yavaş camdan süzülürken gözlerimi açtım. Uğur hâlâ derin uykudaydı, yüzünü görmek bile içimi sıcacık yaptı. Yanına daha çok kıvrılıp bir süre öylece izledim onu. Parmaklarını küçük bir şey tutar gibi kıvırmıştı. Gülümsedim istemsizce. Sabah sakince uyanma olayına aşırı alışmıştım.

 

Uğura mama hazırlarken içimde garip bir huzur vardı. Uğur’un peşim sıra odadan odaya dolaşması, oyuncaklarını bana göstermesi… hepsi hayatın küçük ama en kıymetli anlarındandı. Artık tam anlamıyla emeklemeye başlamıştı. Gözüme tam ısırmalık geliyordu bu halleri. Artık hafif hafif mırıldanmaları artmıştı. Bu sıkıntılı dönemde bu durum beni çok mutlu ediyordu.

 

Öğleden sonra Nazan teyze aradı.Telefonu açarken televizyonun sesini kıstım. "Alo Nazan teyze nasılsın?"diyerek sehpadaki suluğa uzanan uğuru izledim. Çabalaması ve kendini biraz zorlaması için yardım etmiyordum. "İyiyim canım sen nasılsın?" Suluğu alan uğuru sessizce alkışlarken gülerek şu içen Uğur hafifçe yerinde zıpladı. " İyiyim nazan teyze. Uğurla uğraşıyorum bende."diyerek derin bir nefes aldım. Ne için aramıştı acaba. “Laleciğim, akşam iftar için mahalledeki kahvede toplanıyoruz. Herkes bir şeyler yapacakmış. Biz de erkenden geçeceğiz. Sen de Uğur’la gel.”

 

Biraz tedirgin oldum önce. “Bilmem ki… hem bir şey yapmadım ki ben”

 

Hafif kızgın sesiyle “Nasıl bir şey yapmadın? Dün yaptık ya beraber. Dün hacer teyzeyle yaptığınız o baklavalar, ilk dakika da bitecek bak gör.”

 

Kendimi hafif mahcup hissettim. “Ama ben o kadar zahmetli bir şey yapmadım ki…sadece yardım ettim.”

 

“Lale, önemli olan bir şey getirmek değil. Birlikte olmak. Hem Uğur da çocuklarla oynar, sen de azıcık nefes alırsın.”

 

Düşününce çok mantıklı gelmişti. Dünden sonra kalabalık kafamı biraz dağıtmama sebep olabilirdi. “Tamam Nazan teyze,” dedim gülümseyerek. “Gelirim.”

 

Telefonu kapatmadan önce aklıma takılan bir şeyi sordum. “Ama şey… kafeler tam nerede oluyor? Ben hâlâ mahalleye çok hâkim değilim. Konum atabilir misiniz?”

 

Nazan teyze hemen karşılık verdi. “Aman canım, ne konumu… Adem gelir, sizi alır.”

 

Bir an duraksadım. “Yok yok, gerçekten gerek yok. Zahmet etmesin, ben Uğur’u arabasına oturturum, yavaş yavaş yürürüm.”

 

Nazan teyze ısrarcıydı. “Olmaz öyle şey. Zaten geçerken uğrayacak. Hem Uğur’la birlikte yürüyüp yorulma, çocuk da acıkınca huysuzlaşır. Adem gelince haber verir.”

 

İtiraz edecek gibi oldum ama onun kararlı ses tonu her şeyi sonlandırdı. “Adem gelip sizi alacak, bitti.”

 

Telefonu kapattığımda hafifçe iç geçirdim. İçimde tatlı bir telaş vardı ama aynı zamanda biraz huzursuzluk da. Adem’le yolda kalmak fikri… hemde dünden sonra garip bir şekilde beni tedirgin ediyordu. Azıcıkta utanmıyor değildim. Ama yapacak bir şey yoktu. Nazan teyzenin dediği olurdu.

 

Uğur hâlâ oyuncaklarıyla oynuyordu. İçimdeki düşünce bulutlarını dağıtır gibi küçük elleriyle tavşanına sarılışını izledim. Derin bir nefes aldım. Hayat, bazen insanı en beklenmedik yollarla bir yerlere sürüklüyordu…

 

Ve ben o yolun nereye çıktığını henüz bilmiyordum. Uğur’un Yanına oturup başını okşadım. “Bu akşam dışarı çıkıyoruz küçük bey,” dedim fısıltıyla. O ise sadece bana bakıp anlamsız bir kelime mırıldandı, sonra kahkaha attı.

 

İftar saatine doğru üzerime sade ama şık bir elbise giydim. Aynaya bakarken kendimi ilk kez böyle görmek tuhaf geldi. Sanki uzun zamandır kendimi unutmuştum da bu akşam yeniden hatırlıyor gibiydim. Saçlarımı topladım, hafifçe bir ruj sürdüm. Uğur da yeni takımını giymişti, ona çok yakışmıştı.

 

Kapı çaldı. Adem bey gelmişti. Elinde kutu olan bir poşet ve kocaman siyah bir poşet tutuyordu. Dün geceden dolayı aşırı utandığım için yüzüne bakamıyordum. Resmen adamın boynuna atlamıştım. Aslında orada o an kim olsa sarılacaktım ama yinede utanıyordum.

 

Adem bey, poşetleri elinde tutarak sessizce içeri baktı. Gözleriyle etrafı taradı, ama fazla dikkat çekmemeye çalışıyordu. Poşetlerin birini uzatırken, “Bunu aldım,” dedi, sesi hafifçe kısık ve düzdü.

 

İçinden çıkan şey bir duvar saatiydi. Basit ama şık bir tasarıma sahipti, metal çerçevesi zarif bir şekilde parlıyordu. “Evde saatin olmadığını fark etmiştim,” dedi, gözlerini kaçırarak. “İhtiyacın olabileceğini düşündüm.”

 

Saati elime aldım, hafifçe şaşkın bir şekilde. Cümlesinin ardındaki düşünceliliği hemen fark ettim, ama Adem bey’in böyle bir şey düşünmesi ve söylerken ki hareketleri, bana ne kadar zorlandığını da gösteriyordu. “Teşekkür ederim,” dedim, gülümsedim ama utangaçça. “Gerçekten çok düşüncelisin.”

 

Adem biraz omuzlarını silkti, yüzüne belirsiz bir gülümseme oturdu. “ bazen bazı şeyler gözden kaçıyor… Ama işte, ihtiyacınız olabilecek bir şeyler almak istedim,” dedi ve gözlerini tekrar kaçırarak, diğer poşeti elime doğru uzattı.

 

Bu kez poşetin içinden bir yürüteç çıktı. İlk bakışta sıradan gibi görünse de, rengi canlıydı ve kullanım açısından oldukça işlevseldi. “Annemle yeliz konuşuyordu, bebeğin artık emeklediğini ve yürüteçe binmesi gerektiği hakkında. Yani… bebek için düşündüm, belki işine yarar,” dedi, hafifçe kaşlarını kaldırarak. Bu cümleyi söylerken, sanki üzerine bir şey söylemek istemiyordu ama bir şekilde düşüncelerini paylaşmak zorundaymış gibi hissediyordu.

 

Bir süre sessiz kaldım. Uğur, henüz adımlarını atmıyordu ama bu hediyenin onun için düşündüğünü görmek, Adem bey’in farklı bir yönünü daha gösterdi. “Çok naziksin, ama gerçekten gerek yoktu,” dedim. Ama ister istemez hoşuma gitmişti bu durum.

 

Adem bey sadece hafifçe başını salladı ve gülümsedi. “Sadece yardımcı olmak istedim,” dedi, sesi hâlâ biraz kısıktı.

 

İçimde tuhaf bir sıcaklık vardı. Adem bey’in söyledikleri, ne kadar az konuşuyor olursa olsun, her bir kelimesiyle özel anlamlar taşıyor gibiydi.

 

Kısa ve anlamsız bir sessizlikten sonra “Hazırsanız çıkalım." Dedi.

 

Adem bey kapıyı açarken arabanın ön koltuğuna yöneldim. Uğur’u kucağımdan indirmeye hazırlanıyordum ki, Adem bey arka kapıyı açıp bagajdan küçük bir çocuk oto koltuğu çıkardı. , “Bu, sezenden kalma. Küçükken onun için almıştık, şimdi işe yarar dedim,” dedi.

 

Bir an şaşkınlıkla baktım. Koltuk biraz eskiydi ama hâlâ sağlam görünüyordu. Üstelik öyle düşünülüp getirilmesi… içimi bir tuhaf etti. “Teşekkür ederim,” dedim hafifçe, başımı eğerek. Ne desem az gibiydi.

 

Adem bey, koltuğu arka koltuğa sabitlerken kısa bir uğraş verdi. “Şimdilik böyle idare ederiz,” dedi, tok bir sesle.

 

Adem bey koltuğu arka koltuğa yerleştirip kemerini sabitlerken ben de Uğur’u dikkatlice oturttum. Küçük bacakları koltuğa sığındı, etrafa bakınırken neşeyle mırıldandı. Elini kaldırıp bana uzanınca yanağını öptüm, sonra ön koltuğa geçtim.

 

Arabaya tam yerleşirken Adem bey arka koltuktaki poşeti bana uzattı. “Tatlı… Annem aldırdı,” dedi, gözlerini yola çevirmeden. “Sen bir şey yapmadın diye kendini rahatsız hissediyormuşsun. Öyle söyledi.”

 

Poşeti aldım, gülümsedim.

“Zahmet etmiş… Ama kendimi böyle daha da kötü hissettim. Yani ben yine bir şey yapmamış oldum. Fiyatını söylerseniz, öderim en azından.”

 

Adem bey başını hafifçe yana çevirdi, sonra net bir ifadeyle konuştu:

“Gerek yok.”

 

Sesi kararlıydı, yumuşak ama tartışmaya kapalıydı. Bir an bakışlarımız çakıştı. O an sessizliğinde bir şey saklıydı borç gibi değil, düşünceli bir dokunuş gibi.

 

Ama ben öylece kabullenemedim. “Ama olmaz ki… Yani ben”

 

Adem bey başını hafifçe salladı, dudak kenarında belirsiz bir tebessüm belirdi.

“Lale… gerçekten gerek yok. Konu bile değil bu.”

 

Sustu. Gözlerini yola çevirdi, vites kolunu düzeltti.

 

“Bazen bir şey almak için hesap yapmaz insan. Sadece iyi gelir diye alır. Bu da öyle bir şey.”

 

Söyleyecek bir şey bulamadım. O kadar sade ve netti ki söyledikleri… Sanki fazlasını konuşmak, onun düşüncesini hafife almak olurdu.

 

Başımı eğdim. “Tamam,” dedim sessizce. Ama içimde bir şey kıpır kıpırdı yine de… Çünkü bana yapılan en küçük iyilikte bile mahcup oluyordum. Adem bey’in bu tavrıysa, her şeyden çok, bir nezaketti. Sessiz bir sahiplenme gibi… ve belki de en çok bu hali utandırıyordu beni.

 

Uğur arkada bir ses çıkardı, yine neşeyle bir şeyler mırıldanıyordu. Başımı arkaya çevirip onu izledim. Parmaklarıyla kemer tokasına vuruyordu, keyfi yerindeydi belli ki. Birden içim yumuşadı.

 

O anda anladım. Bazen bir iyiliğe sadece “teşekkür ederim” demek yeterliydi.

 

Adem bey direksiyona dönerken hafifçe başını salladı. “

 

Adem bey kısa bir nefes aldı, direksiyonu hafifçe çevirirken gözlerini yoldan ayırmadı. “İnsanın içinden geleni yapması bazen ne kadar büyütülüyor. Gerçekten bu kadar büyütülecek bir şey almadım?” dedi yarı şaka, yarı ciddiyetle.

 

İstemsizce gülümsedim. “Senin küçük bir şey olarak gördüğün şey beni ve oğlumu mutlu etti. Çünkü herkesin içinden öyle şeyler gelmiyor.”

 

O da dudaklarının kenarında hafif bir gülümsemeyle karşılık verdi. “Sen çok teşekkür eden birisin.”

 

“Çünkü alışık değilim,” dedim fısıltıyla.

 

Bu kez kısa bir sessizlik daha oldu ama içinde buruk bir samimiyet taşıyordu. Sonra Adem başını hafifçe salladı.

 

“Alışırsın belki,” dedi. Sesi öylesine yumuşaktı ki, sanki bir temenniden fazlasıydı.

 

Bu cümle içimde derin bir yere dokundu. Sanki sadece iyiliğe değil, huzura da alışmamı söylüyordu. Gözlerim dolacak gibi oldu ama kendimi toparladım.

 

Başımı cama yasladım hafifçe, dışarıda akıp giden sokaklara bakarken bir tebessüm yerleşti yüzüme. Belki de hayat, o kadar kötü değildi. Belki de bazı yollar, hiç beklenmedik yerlerde yeni başlangıçlara çıkıyordu.

 

Arka koltuktan gelen Uğur’un kahkahasıyla birlikte Adem bey de dikiz aynasından geriye baktı. Göz göze geldik anlık. Küçük bir tebessümle başını eğdi. O an her şey yerli yerindeymiş gibi hissettirdi.

 

İftar yerine vardığımızda sıcak bir ortamla karşılaştık. Uzun masalar birleştirilmiş, herkes bir şeyler getirmişti. Nazan teyze, Yeliz, Asya, Deniz, Sedef, Nisa ve sezen bizi gülümseyerek karşıladılar. Yanlarında çok tatlı tesettürlü bir kadın ve güzel kumral bir kadın daha vardı. Uğur ’a doğru eğilip onu sevmeye başladılar. O ise tüm dikkatlerin üzerinde olmasından mutlu, neşeyle kahkahalar atıyordu.

 

“Lale hoş geldin!” dedi nisa, samimi bir sesle.

 

Kahvede herkes bir telaş içindeydi. Masalar hazırlanmış, tepsiler dolmuştu. Nazan teyze hemen koluma girdi. “Bak kızım, bu Büşra benim büyük oğlanın yavuzun eşi.” Nazan teyzenin sözleriyle kaşlarım şaşkınlıkla havaya kalkarken dönüp ona baktım. Bu kadının daha kaç çocuğu vardı.

 

Nazan teyze halime gülüp "bakma bana öyle kızım. Başka çocuğum yok valla." Benim gülmemle diğer kumral uzun saçlı yeşil gözlü kadını gösterip " Bu güzel kızımda Tuğçe alt sokakta oturuyor. Yılmazın sözlüsü." dedi. Bana gülümseyen kadınlara dönerek gülümsedim. Tuğçe'nin Kahverengi uzun saçları ve açık kahverengi çekik gözleri vardı. Boyu da ortalamaya göre bir tık uzundu. Büşra abla ise tesettürlüydü ama hafif sarışın olduğu belliydi. Küçükela gözleri vardı. Kocaman iki tane gamzesi vardı. İkiside kesinlikle çok güzeldi. "tanıştığıma memnun oldum bende Lale." Diyerek kendimi tanıttım.

 

Büşra abla'nın, ardımdan “Tanıştığımıza memnun oldum,” demesiyle Tuğçe kibarca başını eğdi. “Ben de çok memnun oldum Lale. Hakkında çok şey duydum ama yüz yüze gelmemiştik hiç. Yılmazın kusuruna bakma olur mu? Başına bela olmuş diye duydum. Bende bu konu hakkında seninle konuşmak istiyordum. Avukatım ben lale eğer bir avukat bulamadıysan sözlümün hatasını seve seve düzeltmek isterim.”

 

Ben de gülümsedim. “Bulamadım yani daha aramaya vaktim olmadı pek. Tanıdık olursa çok sevinirim. Hem yılmaz abilerin bir suçu yok bilmeden yaptılar sonuçta.”

 

Arkadan gelen kırılma sesi ve ardından gelen "Gollll!" Diyen çocuk sesiyle kucağımda ki uğurla hızla sesin geldiği yere döndüm. Esmer ela gözlü minik bir 6-7 yaşlarında ki bir çocuk buraya doğru koşuyordu. "Anne. Anneee! Gördün mü gol attım." Büşra ayağının dibinde kendisine heyecanla bakan çocuğu kucağına alarak kaşlarını çatarak ona baktı. "Gördüm tabi bak herkes gördü. Eminim o babanda gördü bende onu göreceğim."Sinirle etrafa bakınırken. Bende sanki tanıyabilecekmişim gibi bakınmaya başladım. Adem beyin arkasına saklanmaya çalışan esmer uzun boylu adamı görmemle gülümsememi engelleyemedim. Kesinlikle tanımıştım.

 

"Abim o cüsseyle saklanmaya mı çalışıyor. Yenge nasıl bu kadar korkutabildin yaa?" Yelizin hafif sitemkar sesiyle Gülümsemem biraz daha büyüdü. Ne kadar gülümser olmuştum. Artık gülümsemekten çenem ağrıyordu.

 

"Niye babamda mı gol atacakmış?" Çocuğun meraklı sesiyle kendimi daha fazla tutamayacak kahkaha attım. Biz kızlarla beraber gülerken. " Yok oğlum. Sana topu kim verdi bakalım?" Büşra sesini daha sakin tutmaya çalışırken gözlerini eşinden çekmiyordu. Yelizin sorusu arada kaynamıştı. Zaten gerçek bir soru gibi değilde hayret cümlesi gibiydi.

 

"Amcam" oğluna dönüp kafasından öperken. "Hangi amcan barışım?" diye sordu.

 

"Adem amcam aldı. Hemde siyah beyaz almış annee."

"İyi yapmış oğlum. Hemde çok iyi. Sürahilerin parasınıda amcan ödesin o zaman siyah beyazda değiller ama tüh!!." Hafif sesli bir şekilde söyleyerek biraz ilerimizde duran adamlara sesinin gitmesini sağladı.

Arkamızda duran kasaya doğru yönelen Adem Bey’in başını yana çevirip gülümsemesiyle mesajın yerine ulaştığını anlamış olduk.

 

“Anne bu abla kim?” Barış’ın sesiyle Adem Bey’in arkasından bakmayı bırakıp ona döndüm. Kocaman bir gülümsemeyle baktım.

 

“Hııı anne, bak bak… Sendekilerden var onda da!” Ne dediğini anlayamamıştım. Merakla Büşra ablaya döndüm. Yanaklarımı gösterip “Gamzelerinden bahsediyor,” diyerek beni aydınlattı. Kucağımdaki oğlumun aniden çığlık atmasıyla ona döndüm. Merakla Barış’a bakıyordu. Barış da oğluma bakıp gülümsedi. Annesine dönerek kucağından inmek istediğini söyledi.

 

Yere iner inmez bize yaklaşıp parmak uçlarına basarak Uğur’un eline dokunmaya çalıştı. Bu tatlı çabasına dayanamayarak çömeldim, onunla aynı boya geldim.

 

“Senin bebeğin mi?” diye sordu. Başımı salladım.

 

“Evet, adı da Uğur.”

 

Birkaç saniye bana baktı, sonra Uğur’a döndü. Elini yanağıma koyup gamzeme bastırdı.

 

“Onun da bundan var mı?”

 

Gülerek başımı iki yana salladım.

 

“Yok.”

 

Bir süre düşündü.

 

“Benim de yok. Annem, babama çektiğim için olmadığını söyledi. Uğur da mı babasına çekmiş?”

 

Sözleri bir anda içimde bir boşluk bıraktı ama belli etmeden gülümsedim. "Evet babasına çekmiş biraz" sözlerimle gülümseyip biraz etrafa bakındı. "Babası nerede peki?" Duyduğum sözlerle ne diyeceğimi bilemedim. Derin bir nefes alarak ne diyeceğimi düşünürken kurtarıcısı sesini duydum. "Barış gel bak topunu aldım." Adem beyin sesini duyan Barış amcasına koşarken uğurda peşinden gülerek zıplamaya başladı. Oda koşmak istiyordu.

Yerimden kalmadığımı gören Deniz abla koluma girip beni kaldırdı. Uğuru kucağımdan alırken tosun gibi olmuş bu küçük adam." Diyerek konuyu değiştirmeye çalıştı.

Masalardan birinde oturan nazan teyze seslendi: “Hadi kızlar, ezana az kaldı! Sofraya geçin artık!”

Mart akşamı gökyüzünü hafifçe pembeye boyarken, herkes bir telaş içine girdi. Tabaklar dizildi, sıcaklar geldi, pideler kesildi. Yılmaz abi, Tuğçe'nin elinden bir sürahi alıp masaya koyarken, tanımadığım bir kaç kız ellerindeki plastik tabakları dağıtıyorlardı.

İftar vakti yaklaştıkça herkesin sohbeti, çocukların kahkahaları, yemek kokuları mahalleyi bambaşka bir havaya bürümüştü. Uğur’un oyuncakla oynarken çıkardığı sesler arasında, kalbim biraz daha hafifledi.

Ezandan sonra hep birlikte iftar açıldı. O anda fark ettim… sofrada yan yana oturan herkes aslında birbirinin yoldaşıydı. Ben de bu sofraya oturmuştum artık. Bu bile başlı başına iyileştiriciydi.

Yemek sonrası mahalleli kadınlar ve genç kızlar birbirlerine bakarak, “Biraz yürüyelim mi, sahura kadar hava güzel,” demeye başladılar.

Yeliz de yanıma yanaştı hemen. “Lale, hadi gel biz de çıkıyoruz. Hem senin de kafan dağılır.”

Tam nazikçe reddedecektim ki Nazan teyze koluma dokundu. “Uğur bizde kalsın. Ben bakarım. Sen biraz çık. Kızlarla vakit geçir.”

Şaşkın bir ifadeyle baktım. “Ama… rahatsızlık vermek istemem.”

“Olur mu öyle şey? Hem bana da terapi gibi geliyor bu minik afacan,” diyerek Uğur’u kucağına aldı. “Gözümüz üzerinde, merak etme.”

İlk kez bu kadar “bırakılabilir” hissetmiştim. Oğlumu birine emanet edebilecek kadar güven… ilk kez içimi sıkmadı.

Yavaşça gülümsedim. “Peki… o zaman biraz yürüyelim.”

Kalabalığın içinde yürürken ayaklarım yere tam basmıyor gibiydi. İlk defa bu kadar insanla yan yana, gülerek, sokak sokak dolanıyordum. Kendimi bir an için yalnız hissetmedim. O kadar zamandır ilk defa… Sanki içimde bir perde aralandı, ama hâlâ arkasına saklanmaya meyilli.

 

Yanımda yürüyen kızlara baktım. Yeliz, Tuğçe, Asya, Sedef… Hepsi bir yandan konuşuyor, bir yandan birbiriyle uğraşıyordu, arada birbirlerini dürtüp gülüşüyorlardı. Kalabalık biraz daha arttı. Mahalleden başka kadınlar da katıldı aramıza. Aralarından biri, adını zor hatırlıyorum… sevda’ydı galiba. Göz ucuyla onu izlerken fark ettim; Adem bey’in adı geçince gülümsüyordu. Ama öyle sıradan bir gülümseme değil… Dudak ucunda beliren, gözlerine yansımayan ama kalbinden geçtiği belli olan bir ifade.

"Adem zaten hep böyle ciddi," dedi bir ara, sesi hafifçe alaycı. "Görsen sanırsın mahallenin asayişinden sorumlu."

Gülüştüler. Ben de gülümsedim ama içim kıpırdadı.

Neden bilmem, bu kadının Adem beyden bahsederken ki bakışı… Rahatsız etti beni. Adem beyle aramızda bir şey yok. Olması da mümkün değil. Ama… İçim yine de huzursuz oldu. Belki de onun beni o sokakta bulduğu geceyle başladı bu iç sıkıntısı. Belki de… bilmiyorum. Bilmek de istemiyorum şu an.

"Anne parka gidelim lütfen!" Sezenin sesiyle hepimiz bir duraksar gibi olduk.

Kısa bir konuşmanın. Ardından parkta oturma kararına vardık.

Parka gittiğimizde her şey güzel başlamıştı. Sezen, salıncağa koşarken kahkahalar atıyordu. Bizde dedikodu yapıyorduk. Sonra olan oldu. Önce sezenin çığlığını duyduk oraya döndüğümüz

Bir kadın Sezen’i itti.

 

Nisa oraya koşarken hepimiz peşine takıldık"Ne yapıyorsun sen!" diyerek bağırarak kadının üstüne yürümeye başladı. Büşra abla kolundan tutmaya çalışırken, istemsizce, sezeni arkama çektim. sesler bir anda yükselmeye başladı.

Kadın, hiç utanmadan diklendi.

"Senin çocuğun salıncağı işgal etti!"

"Çocuk onlar! Sırayla biniliyor!" dedi Yeliz hemen. Arkamızdan kızlar da geldi. Hemen Sezene sarıldım. Kadının yanına başka kadınlar da geldi. Kalabalık birikti, sözler sertleşti.

Ve bir anda… kavga patladı.

Kim kimi itti, kim ne dedi tam hatırlamıyorum. Sadece bir çığlık, bir arbede… Sonra erkek sesleri duyuldu.

"Yeter!"

"Çocuk var burada!"

"Dağılın!"

 

Adem…

Yavuz abi

Serdar abi

Ahmet abi, Çağan, Yılmaz bir kaç genç daha...

Hepsi bir anda aramızdaydı. Bizi ayırmaya çalışıyorlardı. Biri beni geriye çekti. Sesleri duyamadım bir an. Sezen hâlâ kucağımda… Sımsıkı sarılmıştım ona.

Sonra… bir acı.

Birden… alnımın üstünde sıcak bir şey aktı.

Gözüm karardı.

Taş.

Biri taş atmıştı.

Ve o taş… bana, kafama gelmişti.

Dizlerim titredi. Sezeni sıktım, sanki dünyayı tutuyormuş gibi. Sonra karanlık… sadece uğultu vardı. Ve Adem bey’in sesi…

"Lale!"

 

***

Selamlarrr

Nasılsınız?

Bölüm nasıl olmuş?

Biraz yorum yapın lütfen yaaa?

 

 

Bölüm : 13.04.2025 13:02 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...