8. Bölüm
Büş Bckr / Kaptan-ı Derya / ⚓8. Bölüm⚓

⚓8. Bölüm⚓

Büş Bckr
busbckr

Selamlar aşklarım ballarım kelebeklerim...

Ben geldim. Şu ara yine ve yeniden başım çok yoğun ama Allah'tan bölümler hazır da sizi bekletmeden atabiliyorum. Siz de umuyorum ki beğenip yorum yaparsınız.

Asude ve Derya bu bölüm de yine bildiğiniz gibi :D Ben düzenlerken çok eğlendim inşallah siz de okurken eğlenirsiniz.

Aşklarım çiçeklerim yanlış annlamayın ama yem yoğun olduğumdan hem de artık gerek gördüğümden bu bölüme sınır koyacağım.

İyi okumalar ballarım.

 

 

⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓

 

 

8.BÖLÜM

 

 

Bölüm şarkıları: Cem Belevi-Sor/ Gökhan Türkmen İnadına Aşk

Hayatım boyunca önce yapıp sonra düşünen biri oldum. Bunun sebebi annem, babam ya da dedem değildi. Bu benim kendi karakterimdi. Bir yere gitmek için izin almadım mesela. Gittim ve sonra gittiğimi söyledim. Azar, ceza her ne olursa kabul ettim. Çünkü bence de hatalıydım ama bir sonraki seferlerde bir şey değişmedi. Ben değişmedim. Bugün bile ben hâlâ aynı bendim. Ferman'ı kışkırtırken tek düşündüğüm onu rezil etmek ve bana söylediklerini ona yedirmekti. Sonrası hakkında en ufak bir çekincem dahi olmamıştı. Sanki ben intikamımı alınca Ferman da yok olacaktı. Saçmalamışım...

Evet, gerçekten çok saçmalamışım. Ferman herhangi biri bile değildi. Akrabamızdı. Elbette hayatımdan çıkacak değildi. Bugün olmasa 20 yıl sonra da olsa onunla karşılaşacaktım. Ancak O, bugün karşıma çıkmayı seçmişti. Kendisiyle nişanlanmaktan kaçan kızın bir başkasıyla olan nişanına gelmişti ve o benim onu soktuğum durumun rövanşını istiyor gibiydi. Ancak yaptıklarımın ödemesini faiziyle alacağıma dair hiçbir şüphem yoktu.

"Seninle işim olmadığını söylerken offline olmaktan bahsetmiyordum. Anlatmak istediğim durum 'Banned' ya da 'Deleted' gibi bir şeydi ama?" dediğimde bu kez kendime ben de şaşırdım. Çünkü alttan almam gereken bir konumdaydım. Ancak şaşırmamam lazımdı değil mi? Ne zaman gerekeni yapmıştım ki zaten?

"Bebeğim senin boyum kadar dilin bile yetmez beni silmeye kaldı ki yüreğin yetecek? Saçmalama istersen. Hadi düş önüme. Başka kimse zarar görmesin." dedi alayla sırıtarak.

İstemsizce kaşlarım havalandı ve yine istemsizce tıslar gibi güldüm. "Tabi, ne demek? Koluna da gireyim mi?" diye sorduğumda iğrenç gülüşü, bir zamanlar yakışıklı bulduğum yüzünde yer aldı. Aslında hiç de yakışıklı değilmiş!

"Bak, hâlâ sakinken bas git yoluna Ferman. Yoksa boyun kadar dilimle seni yerin dibine sokarım. Başka kimse zarar görmesinmiş! Ateş olsan cürmün kadar yer yakarsın be! Çekil önümden!" diyerek yanından geçtiğimde kolumu tuttu. Aslında tutmak tam olarak yaptığı eylemi doğru tanımlamıyordu. Zira parmakları resmen etime gömülmüştü.

"Asude, beni çileden çıkarabildiğin kadar çıkardın daha fazlası senin ruhunu bedeninden çıkarır. Düş önüme!" diye tısladığında kolumu elinden çekiştirdim. "Bıraksana beni! Bak çığlık atarım linç edilirsin burada! Şerefsiz bıraksana!" dediğimde kolumu bıraktı ama bu kez boynumu kavradı eli. "Doğru diyorsun. Ne uğraşıyorum ki? Seni burada gebertip şerefimi öyle kurtarırım." dedi. Nefes alabilsem ona şerefinin kurtulacak durumda olmadığını söylerdim. Ancak nefes almaya çalışıyordum sadece. Ellerim boynumdaki elini çekiştirirken birden gözlerimin geriye doğru gittiğini hissettim. Buradaki 50 kişi ne yapıyordu Allah aşkına? Kimsenin mi işi arka bahçeye düşmemişti?

Ellerimi son bir gayret ellerinden çektim ve yapabileceğim en etkili ve basit şeyi yaptım. Parmaklarımı gözlerine soktum. Acıyla geri çekilirken okkalı bir küfür de etmişti bana. Nefes almaya çalışırken dizlerimin üzerine düştüm ve o an havada uçuşan şeyler gördüm. Hala nefes alamadığım için halüsinasyon falan mı görüyordum acaba?

İki farklı ses tonu aynı anda "Orospu Çocuğu!" deyince kafamı kaldırdım. Çünkü iki ses de aşırı tanıdık geliyordu. Tanıdıktı çünkü seslerden biri Derya'ya diğeri Diyar'a aitti. Ve şu an gördüğüm tablo çok garipti...

Daha önce pek çok kez kavga görmüş, hatta son zamanlarda istemeden bir kavgaya karışmıştım. Ancak hiçbiri bu kadar tuhaf hissettirmemişti. En yakın arkadaşım Diyar ve yalancıktan nişanlım, eski nişanlımı birlikte dövüyordu! Bu iki eski sevgilimin kavga etmesinden bile tuhaftı...

Kollarımdan tutulmasıyla kafamı tutanlara çevirdim. Gözde ve Nazif; diğer en iyi arkadaşlarım... Birden gözyaşlarım boşalınca bana ne olduğunu bir an ben de anlamadım ama sanırım şoktan çıkmış, gerginliğimi atınca boşalmıştım. İkisi de bana sarıldığında Gözde "İyi misin Çiçeğim?" diye sordu. Onu gözlerimle onaylarken bile ağlıyordum ama iyiydim. Biraz önceye göre ise çok iyiydim.

Nazif "Orti istersen ben de gidip dövebilirim ama şu ikisi bence bana pek gerek bırakmıyor gibi." dediğinde başımı o tarafa çevirdim. Fermanı aralarına almışlar, sırayla dövüyorlardı. Yeter bu kadar demem gereken yerde olmalıydık ama nedense yeterli gibi hissetmiyordum. Hatta ben de vursam iyi olurdu.

"Yeter bu kadar Diyar!" dedi Gözde, düşüncelerimden habersiz. İkisi de Gözde'nin sesiyle durdu ve bize döndüler. Nefes nefese kalmışlardı. Ferman ise yerde inliyordu. Diyar bana döndü. "Yeter mi Asu?" diye sordu. Gözde ve Nazif'in kolundan çıktım. Onlara doğru yürüdüm ve Ferman'ın hemen yanında durdum. Yüzü yere bakıyordu. Birden kimsenin beklemediği bir şey yaptım ve kafasına sertçe basıp yüzünü taşlı zemine yapıştırdım. "Yeter!" diye tıslayıp makyajımı falan umursamadan ellerimin tersiyle yüzümü sildim.

Herkesin şaşkına dönmüş yüzüne bakıp "İçeri dönelim. Merak etmişlerdir." dedim hiçbir şey olmamış gibi. Herkes birbirine baktı. Ne diyeceklerini bilemiyorlardı tabi. Ne denirdi ki zaten böyle bir durumda?

"Bu ne olacak?" diye soran Özge iç sesimin sorduğu soruyu cevaplamış oldu.

Derya'ya baktım. Sanki onun işiymiş gibi hissetmem çok tuhaftı. "Ben hallederim." dedi o da benim düşüncelerime katılıyormuşçasına bir doğallıkla. "Ama halledemeyeceğim çok önemli bir sorunumuz var tabi." dediğinde kaşlarım çatıldı. "Ne?" diye sordum.

"Akrabalarım, Ordulu bir kızla evleneceğimi sanıyorlar." dedi. Zaten öyle değil miydi? "Bir panda ile değil. Şu görüntünle kimseyi aksine inandıramazsın." Dedi. Sinirlerim bozulmuştu herhalde kahkaha atmamın başka mantıklı bir sebebi yoktu. Herkes güldüğüne göre hepimizin sinirleri bozulmuştu. Derya bana yanaşıp muhtemelen rimel bulaşmış yanağımı başparmağıyla silmeye çalıştı. "Denemedin deme diye." diyerek göz kırptı. İşi şakaya vurması beni rahatlatmak için miydi bilmiyorum ama eğer öyleyse çok işe yarıyordu.

"Ben hallederim makyajını. Siz bu adamı kaldırın ortadan." diyen Gözde'ye Nazif omuz attı. "Adam demesene şuna!"

 

 

⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓

Gözde'yle birlikte arka kapıdan iç mekâna girdiğimizde bir kaç dakika sonra Nilay da gelmiş ve yüzündeki 'Olanları duydum' telaşıyla ahlayıp vahladıktan sonra makyajımı Gözde ile beraber temizleyip yeniden yapmışlardı. Nilay'ı çok hanımefendi bir karakter olarak algıladığımdan olsa gerek ettiği küfürlere şok olmuştum. Gözde ve Nilay benden daha sinirliydiler sanki. Gerçi ben henüz şoktaydım. Eminim sinirden uyuyamayacaktım bile bu gece. Yeniden hazırlandıktan sonra çıktık. Kapıda Derya beni karşıladı ve girmem için kolunu kıvırdı. Nedenini bilmesem de yüzüne bakmaya çekiniyordum. Benim karakterime çok ters şeyler yapıyordum son günlerde...

Masaya oturmak yerine direkt ortaya geçmiştik ve dedem ortamıza geçmişti. Yaprak, elinde yüzüklerimizin olduğu tepsiyle yanımıza gelince dedem yüzüklerimizin bağlı olduğu kurdeleyi eline aldı ve küçük yüzüğü alıp benim elime taktı. Yüzü asıktı. İstemediğinden değil de aramızda geçenler yüzünden yüzünün asık olduğunu biliyordum. Derya'nın da yüzüğünü takıp makası eline aldı.

"Değerli misafürlerümüz hoş geldiiz. Evlatlarımızın bir yuva gurma yolua çıktığı bu mutlu günleründe onları yalanuz bırakmadığız için hepiüze teşekkürü borç bilürüz. Torunum hep çocuk gibidur. Ama kalbi temuz, esaslı bir kızdur."

Şu an nedense bir işportacı gibi malını satmak için övüyor gibi hissediyordum. Biraz yalan dolan, biraz abartı falan... İşini biliyorsun dede! Derya ile göz göze geldiğimizde onun da gülmemek için dudaklarını ısırdığını gördüm. Gözlerimi devirdim. Dinime küfreden Müslüman olsa!

"Eminüm Derya oğlum da torunum gibi dürüst, esaslı ve merhametlüdür." diyen dedeme kaçamak bir bakış attım. Tamam dede, abartma! Derya'ya bu kez alayla bakan bendim. Merak etme dedeciğim. Aynı torunun gibi dürüst!

"Bu nişan onlara hayırlı uğurlu olsun. Allah tamamına erdürsün." diyen dedem kurdeleyi kesti. Alkışlar yükselirken konukların üstünde gezdirdiğim bakışlarım Diyar'la buluştu. Hala bana öfkeliydi. Belki de gelir gelmez içine düştüğü durum yüzündendi bu siniri ama ben ona gülümsedim yine de. Bana ne kadar kızgın olurlarsa olsunlar gelmişlerdi. Beni 'En mutlu(!) Günümde' yalnız bırakmaya gönülleri el vermemişti anlaşılan.

Biz dans etmeyi reddedip yerimize geçerken insanlar yavaş yavaş sahnede yani bahçenin ortasında, yer alıp hünerlerini göstermeye başlamışlardı. Bir kaç yüz milyon kişi de gelip hayırlı uğurlu ettiler bizi ve çoğunu tanımıyordum bu kişilerin. Hayır, tanımadıklarımın hepsi Derya'nın akrabası değildi. Bizimkilerden de tanımadıklarım vardı. Dedemin amcasının oğlunun kayınının bilmem nesi vardı bir tane. Ne işin var Allah aşkına benim düğünümde teyze?

Derya'nın kulağına doğru eğildim. "Sizin Rize'de misafiriniz, geleniniz gideniniz çok olur mu?" diye sordum sesten duyuldu mu emin olamasam da güldüğüne göre duymuştu. Başını iki yana salladı. "Eğer babaannem amcamın yanına Trabzon'a gitmişse olur biraz. Yoksa ondan çok çekinirler, pek gelmezler." dediğinde güldüm. "Üç ay boyunca ne yapıp ne edip Mehpare Babaanneyi Trabzon'a göndermememiz lazım o zaman." Büyük bir kahkaha attı bu kez.

Kulağıma yanaştı. "Düğünümüzden hemen sonra Trabzon'a gidecek ama." dediğinde gözlerim fal taşı gibi açıldı. "Hii inanamıyorum. Hem de düğün ertesi, misafir sayısı dörde beşe katlanacak desene. Hah buldum!" dedim ve iyice ona döndüm. "Balayına gidelim. Babaannen ne zaman dönerse biz de döneriz. Evet! Her zamanki gibi kafam zehir!" diye kendimi överek bitirdiğim cümlelerimin ardından Derya uzun uzun güldü. Kesin cümle âlem tarafından ayıplanıyorduk yine. "O biraz hayâl Turna'cım. Büyük bir ihracat sevkiyatı yapacağız Rusya'ya. Hazır bir hafta evlenme iznim varken onu halledeceğiz." dediğinde kaşlarım çatıldı. Hem cümlenin içeriğine hem de yeniden bana Turna demesine...

"Birincisi bana Turna deyip durma. İkincisi bana ne? Ben olmasam o iznin olmayacaktı. Ortak kullanmalıyız. Aksi halde ben de o haftamı kafama göre geçiririm!" dedim. Haksız mıyım? Beni ailesine yem edecek ve Rusya'ya gidecek öyle mi? Yer mi Anadolu çocuğu? Kesin sevgilisiyle orda kaçamak yapacaklardı.

Onun da sırıtan yüzü söndü ve kaşları çatıldı. "Saçmalama! Kafama göre takılırım ne demek? Çok dikkat çekeriz. Ben iş yapmaya gidiyorum. Ve merak etme bir hafta sürmez. 4. Gün evde olurum." dedi. Bir şey demedim. Tek kaşımı kaldırıp yüzümü çok hafif yana eğdim. 'Göreceğiz' demek istemiştim ama ne kadarını anladı bilmiyorum. Görecektik... Bir sözleşme varsa yükümlülüklerini tek başına üstlenecek değildim. İnşallah ben evdeyken gidip sevgilisiyle fingirdemezdi. Özgür olmak için evlenmiştik, doğru. Ancak ben esirken onun gökyüzünde salınmasına izin vermezdim. Minyon bir tiptim. 24 yaşında değil de 18 gibi durduğumu söylerlerdi. Çocuk gibi durmanın vermiş olduğu bir mahzunluk da vardı yüzümde. İnsanlar buna aldanırdı hep. Buna aldanır ve beni aptal yerine koyarlardı. En sonunda aptal olanın kendileri olduğunu anlayınca benden uzaklaşırlardı. Derya bu hataya düşmezdi umarım... Dilimden çok şikâyet ediyor, zekâmı yerer gibi yapıp övüyordu ama bu beni hafife almayacağı anlamına gelmiyordu. Görecektik hep beraber...

 

 

⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓

Her ne kadar baskı, yerde sürükleme girişimleri, kınama sözleri olsa da göbek atmadan bir saat geçirebilmiştik. Gözde yanıma gelmişti. Nişandaki yağız delikanlıları gözüne kestirerek bana onlar hakkında sorular soruyordu. Sorun şuydu ki ben hiçbirini tanımıyordum. İki tanesi zaten Derya'nın kuzeniymiş. Diğer üçü de bizim akrabaymış sanırım. Çünkü Derya çok net bir şekilde akrabası olmadığını söylemişti. Ben akrabalarım söz konusu olduğunda o kadar net olamıyordum. Zaten o üçünden ikisi de evliymiş. Çocuğu kucağında, karısıyla dans ettiğinde anlamıştık. Diğeri de karısına yapışık geziyordu. Kendi fikrimi söyleyecek olursam karısı Gözde'nin bakışlarını fark ederek böylece topraklama yapmıştı ama bu fikrimi kendime saklıyordum. Bu arada söz konusu kadını gözüm bir yerden ısırıyordu. Muhtemelen asıl akrabam olan karısıydı.

İşte bu yüzden evlilik çok saçmaydı. Ben zaten hâlihazırdaki akrabalarımı tanımıyordum. Onlar evlendikçe bu skala genişliyordu ve şimdi de ben evlenecektim ve bir anda bu skala en iyi ihtimalle ikiye katlanacaktı. Zira onların sülalesinin bizden daha az başa sahip olduğunu pek sanmıyordum. Trabzon ve Artvin'den bile geldiklerine göre...

Gözde kulağıma eğildi. "Kalk bari iki horon tep. Ne biçim Karadenizli'sin sen?" dediğinde gözlerimi devirdim. "Oradan horon tepmeyi biliyor gibi mi duruyorum?"

"Aa çok ayıp!" dedi Kaptan Beyimiz. Bakışlarımı ona çevirdim ve sorgularcasına baktım. "Nasıl horon bilmezsin? Valla bu ortaya çıkmadan öğrenmeye bak! Büyük linç yersin!" dediğinde kaşlarımı mümkün olduğunca birleştirdim. "Niye öğreneyim ki? Hiçbir düğünde oynamam zaten!" dedim.

"Kızım sen baba eviyle kaynana evini aynı kefeye koyma istersen!" diyen Gözde'ye baktığımda kaşlarım birbirinden ayrılıp havalandı. "Canım ne diyorsun sen?" diye sordum dişlerimin arasından. "Sence bana söker mi?" diye fısıldadım bu kez kulağına ama dişlerim hala sıkılıydı. Derya duymamıştı söylediğim şeyi ancak duymasa da bu gerçeği biliyor olmalıydı. Gerçi benim annesinden çekeceğimi düşünüyordu. Belki de dedemle gözünü korkuttuğum için blöf yapıyordu. Annesinin bir tersliğini görmüş değildim en nihayetinde. Biraz pimpirikli biriydi o kadar...

Bir yakınlığını da görmedik ama...

Orası öyleydi. Neyse, zaten şirret bir gelin olacağım konusunda bana açık çek vermişti.

Nazif ve Diyar yanımıza gelince fazla uzatmadım bu muhabbeti. Düğüne daha vardı ne de olsa...

'İki hafta' genelde 'daha var' rahatlığını vermez insana ama ben senin insanlığından şüphe ediyorum zaten Asu...

"Merhaba Damat Bey, pek hoş bir tanışma olmadı. Baştan alalım istedik. Nazif ben." diyen Nazif ciddi olsa da hala şebekti. Ya da ben onu asla ciddiye alamayacaktım. Derya da elini uzatıp "Derya." dedi. Diyar elini Derya'ya uzatırken bana ters bir bakış attı. Dudaklarımı birbirine bastırdım ve gülümsedim.

"Diyar." dedi düz bir sesle. Derya da gülümseyerek elini sıktı. "Memnun oldum."

Ancak Diyar başını hafifçe sallamakla yetindi. Memnun olmadığı yüzünden net bir şekilde anlaşılıyordu. Diyar böyleydi. Ne Görkem'le ne de Orçun'la tanıştığında memnun olmamıştı zaten. Bunun üzerine erkekler konusunda en kötüleri seçtiğimi düşündüğü için Derya'yı da sevmemiş olmalıydı. Doğrusu Diyar dördümüz dışında kimseyi sevmiyordu zaten. Gözde'nin bir ara görüştüğü çok efendi bir çocuk vardı. Ona da çok yavşak demişti. Gerçi sonradan Gözde'yi kullandığını anlamıştık notlar için ama ilk gördüğünde nasıl bunu anlayabilirdi ki? Tamamen yeni kişileri sevmeyişinden kaynaklanıyordu bu tavrı...

Diyar bana döndü. "İyi ki öyle bir adamla evlenmemişsin de evden kaçmışsın Asu. Şerefsiz ırz düşmanının tekiymiş gerçekten." dedi öfkeli ama kısık bir sesle. "Kesinlikle!" diye ona katıldı Gözde ve Nazif. "Babanlara söylemek istemediğine emin misin? Sorun olabilir." diyen Derya'ya omuz silktim. "Elbette nişandan sonra söyleyeceğim. Şimdi söylersem kızımın nişanını terk etmek ayıp olur falan demez gidip sizin başladığınız işi bitirir ki buna gerek yok. Bir iki kemiği sağlam kalsa da olur." dediğimde güldüler.

"Ben araya girip, durun yapmayın! eşkıya mısınız? Falan dersin sanıyordum. Şaşırdım." dedi yine Derya alayla ama dalga geçmekten ziyade eğleniyordu. Benden önce Diyar cevap verdi. "Asude ile birbirinizi yeterince tanımamışsınız demek. Ben de gelir bizimle birlikte döver diye bekliyordum. Neyse ki şaşırtmadı, son anda da olsa hıncını aldı."

Neden nispet yapıyorsun Diyar'cım? Kaş göz yaparak onu uyarmaya çalıştım. Ancak bana bakmıyordu bile. "Tanışırız, zaten aynı evde yaşayıp, aynı odayı paylaşacağımız için başka şansımız olmayacak." diyen Derya'ya çevirdim şaşkın bakışlarımı. Hadi Diyar arkadaşını kıskanıyor diye nispet yapıyor, sana n'oluyor Derya Kaptan? Hem NE DEDİN? Şaşkın ve eminim ki ürkek gözlerimi ona çevirdim. AYNI ODA MI DEDİN SEN?

Bu kez gülen gözleri dalga geçiyordu. Ben nasıl aynı oda meselesini hesaba katmamıştım ki? Çok geç miydi vazgeçmek için tüm bunlardan?

"Diyar." dedim üstüne bastırarak ancak öfkem yüzde otuz Diyar'a, yüzde yetmiş ise Derya'yaydı. Ancak maalesef şu an onunla nişanlandığım için ancak Diyar'a yüzde otuzluk öfkemi yansıtabilecektim. Derya'nınkini veresiye yazdım. "Durumu biliyorsun değil mi? Babamın bizim birbirimizi tanımaya müsaade edecek biri olmadığını çoktan anlamışsındır zaten. Ve inan Derya çok iyi biri. Ben onu tanıyorum. O beni tanımıyor henüz. Yoksa beni tanıyınca sevmeyeceğini mi düşünüyorsun?" diye sorduğumda dudaklarımı bükmüş, kendimi acındırıyordum. Diyar genişçe gülümsedi. Derin bir nefes verdi ve "Seni tanıyan birinin seni sevmemesi pek mümkün değil bence." dediğinde ben de genişçe gülümsedim. "Teşekkür ederim ve endişeni anlıyorum ama rahat olabilirsin." dediğimde o da gülümsedi. Rahatlamasa da gülümsemesi de anı kurtarıyordu. Nazif "Biz artık yola çıkalım." dediğinde gözlerim büyüdü. "Bir saatliğine mi geldiniz?" diye sordum. Ayağa kalkmıştım.

Nazif "Eh ne yaparsın hayat şartları. İşimiz gücümüz var bizim de. Gece birde-" dediğinde ne diyeceğini anladığım için sözünü kestim. "Tamam tamam anladım. Ama kalsaydınız keşke. Ordu'yu gezdirirdim." dediğimde Nazif'in kaşları havalandı. Çünkü neden böyle panik yaptığımı anlamadı...

Aslında sahne almam bir sır değildi. Ancak aynı şeyleri yeniden yaşamak istemediğim de bir gerçekti. En azından Rize'de kalacağım üç ay boyunca kimse bilmese iyi olurdu. İstanbul'a gittiğimde gerçek özgürlüğümü elde etmiş olacaktım... O zaman öğrenirlerse çok da önemli olmazdı. Ancak üç ay aynı evde kalmam gerekecek insanlar beni yargılarsa sanırım oyunu falan da umursamaz ve boşanır, ortalığı yine birbirine katardım...

"Düğüne inşallah. Bu arada konuşuldu mu düğün zamanı?" diyen Gözde bana sarılıyordu. Sinirlerim bozulmuş olmalıydı ki gülüyordum şuan. Bildiğin kahkaha atıyordum...

"İki hafta sonra." dediğimde benim gülmemle birlikte gülen yüzler dondu kaldı.

"NE?" diyen Gözde ve Nazif her zamanki gibi çok uyumluydu. Omuz silktim.

"Evden kaçtım ben. Normal." dedim ama aslında bence de hiiiiiç normal değildi. Sadece onları ikna etmeye çalışıyordum. Dedemin, Fred Çakmaktaş ile çağdaş olduğunu anlatmam daha zordu çünkü...

"Saçmalama istersen nesi normal bunun?" diyen Diyar'a 'Lütfen' dercesine baktım. Başını iki yana sallayıp gözlerini devirdi. "O kadar da tanımıyor değiliz birbirimizi." diye araya girdi Derya. "Merak etmeyin. Onu üzecek bir şey yapmam."

"Hep öyle derler." diyen Diyar'a hak versem de yine de kınarcasına baktım. "Hadi gidelim. Uçağı kaçıracağız." dedi bakışlarımı görmezden gelerek.

Tam masadan çıkacaktım ki Gözde omzuma dokundu. "Sen hiç bozma keyfini bebeğim. Biz gideriz. Kendi nişanın. Azıcık keyfini çıkar ayrıca. Cenaze değil ya!" diyen Gözde yanağıma sulu bir öpücük kondurdu. Şaka maka bir yana cidden bir buçuk saatliğine gelmişlerdi.

"Hiç içime sinmedi. Kalsaydınız keşke ya!" dediğimde Diyar uzanıp sarıldı ve yanağımı öptü. "İçine sinmemesi gereken konu bu değil." diye fısıldadı kulağıma. Gülümsedim. Vallahi babamın bir alt sürümüydü bu çocuk! Ona gülerken Nazif'le de sarıldık. Ne kadar gelme deseler de bahçenin ortasına kadar onlarla yürüdüm. Giderlerken arkalarından el sallıyordum ama içim burkulmuştu. Gelmeleriyle çok mutlu olmuştum ama ayrılık vakti tez gelmişti...

Derya'nın yanına döndüğümde gözlerim sulanmıştı ve oda bana alayla bakıyordu. "Sen duygulanır mıydın ya?" diye sorduğunda tek kaşımı kaldırdım. "Herkes senin gibi kuru bir odun değil! Beni kendinle karıştırma."

"Şu Behlül tipli olanın sana yanık olduğunun farkındasın değil mi?" dediğinde öyle şok olmuştum ki gözlerim ilk kez bu büyüklüğe ulaşmıştı sanırım. "Ne?" diye sordum ama sesim çıktı mı emin, değilim.

"Fark etmemiş olamazsın! Gözüne sokuyordu kendini!" dediğinde kaşlarımı çattım. "Saçmalama! Biz kardeş gibiyizdir. 5 senedir hayatımda ve asla böyle bir hissiyata kapılmadım."

Çok acayip bir şey söylemişim gibi şaşırdı. "Yok, sen harbi aşka inanmıyorsun. Bu kadar yok saydığına göre!"

"İnanmıyorum zaten ama niyetini anlardım herhalde. Safkoloz da değilim ya! Sevgilim yok diye sen beni iyice ezik bellemişsin sanırım. Ben okulda oldukça popüler bir kızdım. Saklasaydım koca bir sandık aşk mektubum vardı." dediğimde aslında elbette ki mübalağa yapıyordum çünkü bu devirde kim mektup yazardı? Ama mesajları, DM'leri saklasam 4 GB'lık bir SD kart dolardı.

Tamam, yine abarttım. Mesajlar o kadar büyük boyutlu değiller biliyorum.

"Pek inandırıcı gelmedi." dedi burun kıvırarak. Hah! Haspam! Tabi senin standartların yüksek! Valeria gibi bir fıstığı kapmışsın. Ne diyeceğim şimdi ben buna?

"Tüh vah vah, yakınlarda da Kur'an yok ki el basıp yemin edeyim. Beyimiz inanmamışmış..."

Güldü. "Neyse inanmış gibi yapayım. Sanki bir üzüldün sen!"

Demiyeyim demiyeyim diyorum ama...

De kız! Hak etti zırtapoz!

"Aslında bakarsan senin gibi bir sevgilim olacağına müzmin bir bekâr olmak çok daha iyi... Benimle görüşmek için başkasıyla evlenen bir sevgilim olmasa da olur! Hatta olmasa daha iyi olur!"

Ağır olmuştu ama olmuştu. Susuyoruz diye dilsiziz sanıyorlar. Bizde de iki çift laf her zaman var yani!

Birden ayağı kalktı. "Aşka bile inanmıyorsun? Ne anlarsın ki zaten? Tek bildiğin kırmak dökmek, onu yapamıyorsan da kaçmak! Beni yargılayacak son kişi bile değilsin!" dedi ve "Ben biraz hava alsam iyi olacak!" diyerek yanımdan uzaklaştı. Bu iş hiç olacak gibi değildi ya! Nasıl bir uçurumun kenarına gelmiştim? Dönüş yolu da uçurumdan düşmek kadar riskliydi.

 

 

⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓

Nişan yavaştan dağılırken Derya ile hala birbirimize bakmıyorduk. Bizi kutlayan insanlara gülümseyerek rol kesmek dışında birbirimizle bir alakamız yok gibiydi. Sırayla herkes yola çıkarken biz bize kalmaya başlamıştık. En son amcamlar da bizi kutlayıp gittikten sonra Melike yanıma geldi. "Bir sorun mu var?" diye sorunca başımı iki yana sallayıp gülümsedim. "Yok yok. Yorulduk sadece." dedim. Derya güler gibi bir ses çıkarınca Melike ona baktı. Kaşlarını çatmış, var olduğuna artık emin olduğu sorunu Derya'nın yüzünden anlamaya çalışıyordu.

"Nişanından kaçtığım adam geldi." dedim sonunda, Derya bir şey çaktırmasın diye. Öyle sinirlenmişti ki bana ikimizi de yakabilirdi. Anlaşmanın bozulmasında değilim, bozulabilirdi ama bunun ardından hiç iyi şeyler olmazdı. Belki bugün Ferman'ın yaptıklarını anlatsam Ferman mevzusu benim için kapanırdı ama o kadar laf ettim, dedem o lafları bana yedirirdi. Kaçmam da çözüm değildi çünkü param yok pulum yok nereye gidecektim? İstanbul'a dönsem dedem benden önce hayatımdaki insanlara musallat olurdu. Derya cephesinde ise işler daha da karışırdı. Zira onu da bekleyen bir nişanlı vardı. Hadi diyelim onlar artık kabul etmezler bu nişanı, annesi bozulan nişanımızı bahane ederek mutlaka yeni birini bulurdu.

"NE?" diye bağırdı Melike. "Nilay söylemedi mi?" diyen Derya öyle soğuktu ki onun böyle bir yüzü olduğunu da ilk defa görüyordum.

"Hayır! Nilay biliyor muydu ki?" dediğinde araya girdim. "Ben rica ettim kimseye bahsetmemesini. Nişan gerilsin istemedim."

"Anladım. Bu mu aranızda sorun oldu yani? Derya biz bunu biliyorduk zaten." dediğinde Derya'ya baktım. Bana asla bakmıyordu. Ağır konuşmuş olabilirdim ama yalan söylemedim, iftira atmadım!

"Sorun yok zaten Melike. Moralimiz bozuldu o kadar." dediğinde Melike iki elini pes edercesine kaldırdı. "İyi o zaman şu ifadelerinizi düzeltin. Her an nişan atacakmışsınız gibi duruyorsunuz."

Her an nişan atabilirdik çünkü...

Melike yanımızdan uzaklaşınca "Yalan konusunda seni küçümsememek lazım." diyen Derya'ya döndüm.

"Yalan mı söyledim?" diye sordum. Sormadım, adeta tısladım.

"Söylemedin mi?" diye sordu iyice yüzünü yüzüme yaklaştırarak. Geri çekilmedim. "Söylemedim." diye direttim.

"Sorun mu var dedi ben de yok dedim. Benim açımdan sorun yok çünkü. Yalan söylemedim. En azından sana!" kaşları havalandı. Masadan çıktım ve tam önünde durdum.

"Sen yüzüme yüzüme defalarca yalancı olduğumu söylerken hiçbir problem yok. Çünkü düşünceni dile getiriyorsun. Ben de seni nasıl görüyorsam, senin hakkında ne düşünüyorsam onu dile getirdim. Sorun ne? İşine mi gelmiyor?" dedim ve tam olarak beklenilen sonu gerçekleştirmek üzeri yüzüğümü çıkarmaya yeltendim.

"Anlaşma iptal olur o zaman! Ben kimsenin gönlünü de keyfini de eğleyemem" Elimi tuttu. Elleri iki elimin üstünde, yüzüğümü çıkarmamı engelleyecek şekilde duruyordu.

"Fevri davranıyorsun. Sakin ol! Sen de biliyorsun ki bunu yaparsan benden daha fazla etkilenirsin! Âdetini töreni benden iyi biliyor olmalısın. Birbirimiz hakkında ne düşündüğümüzün önemi yok. İçinde bulunduğumuz tek ilişki çıkar ilişkisi. Ve ihtiyacımız olan tek şey sözleşmeye uyacağımıza dair güven." dedi.

Elimin üstündeki elini ittirdim. "O zaman bana trip atmayacaksın. Aşırı irite olurum ve asla alttan almam. Ne sorun varsa konuşalım. Muallakta olan ve bilinmeyen her şey beni huzursuz eder. Eğer bunu kabul ediyorsan devam edelim." dedim. Derin bir nefes verdi. "Haklısın. Aramızda sentetik bir ilişki var. Birbirimizin kaprislerine katlanmak zorunda değiliz. Birbirimizin düşüncelerini de her zaman çok ciddiye almamıza gerek yok. Bundan sonra daha profesyonel olalım." dedi. Yüzü şimdi, az öncekinden bile daha gergin ve soğuktu. Ne düşündüğünü anlayamıyordum.

"Öyle!" dedim. "Birbirimiz hakkında ne düşündüğümüz önemli değil. Güven ve ortaklık çizgisinden çıkmayalım."

Başıyla onayladı beni. Ne bekliyordu bilmiyorum ama gözlerinde gördüğüm hayal kırıklığıydı. Çok iyi tanırdım bu bakışları. Görkem'de de pek çok kez görmüştüm. Ona âşık olmadığımı hissettiği her anda. Annemde görmüştüm. Annem evlendiğinde babamın gözlerinde de görmüştüm. Her şeyden önce pek çok kez aynada görmüştüm bu bakışları. Ancak kırılacak bir hayalinin olması onun suçuydu. Sürekli bana yalancı, dilbaz gibi şeyler derken ona söylediklerim için pişman olmamı ve özür dilememi beklemişse bu onun suçuydu. Çünkü o, benim hakkımda istediğini düşünebiliyorsa ben de düşünürdüm ve düşüncelerimde haksız da değildim!

O konuşmadan sonra hiçbir şey konuşmadık. Babam ve dedem ne kadar ısrar etseler de Dursun Amca ve Mehpare Babaanne kalmayı kabul etmeyince geceye yakın bir saatte Rize'ye, yola çıktılar. Derya'yla bir kaç kez göz göze gelmiştik gitmeden önce ve gülümsemişti. Sanırım ne yaşamış olursak olalım artık oyunumuz ciddi bir boyut kazandığı için aramızın kötü olmaması gerektiğini düşünmüştü. Ben de öyle düşündüğüm için gülüşüne karşılık vermiştim.

Haklıydı oldukça sentetik bir ilişki içerisindeydik ve hemen her şeyin sentetiği zararlıydı...

 

 

⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓

Eve geldiğimizde yorgunluktan ölüyordum. Ev ahalisinin de benden farkı yoktu. Yine de halletmem gereken çok önemli bir mesele vardı ve bu yüzden odasına gitmek için merdivenleri çıkan babamı durdurdum.

"Baba! Bir dursanıza bir şey söylemem lazım." dediğimde babamın kaşları havalandı ve "Çok önemli değilse, yarın-"

"Çok önemli!" dediğimde oflayarak çıktığı merdivenleri indi. "Dedemin de duyması lazım." dedim. O sırada Musa, dedemin tekerlekli sandalyesini dış kapıdan içeri sokuyordu.

Babam eliyle küçük salonu işaret edince oraya geçtik. Musa dedemin sandalyesini salonun ortasına sürdü. Babam da krem rengi eski olduğu artık alenen belli olan berjere oturdu. Ben ise onlara yakın durmayı göze alamadım nedense. Bir şey yapacaklarından değil de...

Geçip yemek masasından bir sandalye çevirdim ve oturdum. Derin bir nefes alıp ellerimi dizlerime sürttüm. "Bugün nişana Ferman Abi geldi." Abiler kovalasın onu ama şimdi abi dediğim kişinin gözümde 'Ferman'a dönüşmesini yanlış yorumlardı bunlar falan aman... "Ve olay çıkardı. Beni götürmeye çalışırken Derya ve Diyar-yani okuldan arkadaşım- gördüler ve kavga çıktı aralarında. Durumu çok iyi durmuyordu. Taksi ile gönderdiler."

Lafımı tamamlamamı beklemelerinin sebebi bana saygısızlık etmemek değildi. Küçük dillerini yutmuş olmalılardı.

"Ne diyin gızım sen? Yanlış anlamış olmayasın?" diyen dedeme bomboş baktım. "Dede böyle bir şeyi nasıl yanlış anlayabilirim? Kolumdan tuttu ve geleceksin dedi. Seni rezil edeceğim dedi! Sence yanlış mı anladım?"

"Ben gösteririm o it oğluna!" diyen babamı dedem, sakinleştirmek yerine gazlayınca ben birden panik yaptım. Çünkü planlarıma göre dedem yeğenini korumalıydı.

"Ha benim emanet au odamda çekmecemdedur. Ben de geliim seninle! Irz düşmani puşt!"

"Aman baba-dede ne yapıyorsunuz? Saçmalamayın! Zaten ağzı yüzü dağılmış durumda. Şikâyet edebilir bizi."

"Başlatmasın şikâyetinden pezevenk! Dur ben Muhittin'i bir arayayım da ağzına tüküreyim! O günden beri bana demediğini bırakmamıştı. Hatalıyız diye ses etmedim. Şimdi kendi oğlunun yediği haltı onun bir taraflarına sokayım da görsün."

İmdaaat!

"Evet baba hatalısınız!" diye bağırdım. "Ben değil ama siz hatalısınız! En başından beni zorla evlendirmeye çalışarak hata ettiniz ama o da hatalı, onlar daha çok hatalı! Yeter ya! Vallahi gider hepinizi ben polise veririm. Rahat durun! Zaten iki hafta sonra gideceğim. Yeter! Lütfen!" dedikten sonra eteğimin uçlarını tutup hızlı adımlarla merdivenleri tırmanıp kendimi odama attım. Kalbim çok hızlı atıyordu. Bugün yaşananlar benim için bile oldukça ağır ve yoğundu. Üstümdekilerden hemen kurtulup tüm yorgunluğuma iyi gelmesini umarak duşa girdim. Keşke duş vücudum gibi hayatıma da iyi gelse ve tüm zorlukları su ve köpükle alıp götürseydi...

 

 

⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓

Aradan geçen huzursuz ama sakin bir haftanın ardından bu sabah telefonum mucizevi bir şekilde çalmaya başlamıştı. Mucizevi olan telefonun melodisi değildi elbette, arayan kişinin kartvizitiydi. Çünkü bundan bir hafta önce neredeyse nişanlandığımız gün nişanımızı atacağımız o şahıs beni tam bugün aramış ve Ordu'ya geldiğini ve görüşmek istediğini söylemişti. Ve yine kendinden beklenmeyecek bir kibarlık yapıp müsait olup olmadığımı da sormuştu.

Normal zamanda olsak ben bu bir haftalık tribi ona yedirirdim ama normal zamanda değildik ve birbirimizi umursamayacağımızı söylemiştik. Yani ona yakın bir şeyler söylediğimizi anımsıyorum. O yüzden müsait olduğumu söylemiş ve eve kahvaltıya davet etmiştim. Ancak o dışarıda konuşmayı uygun görmüştü. Demek ki kavga etmeye niyeti yoktu. Neden buluşmak istediğini bilmiyorum. Belki de daha fazla devam edemeyeceğini söyleyecekti. Saçma bir fikir olduğunu ancak anladığını ve bunun için çok mahcup olduğunu da söylerse of, tadından yenmezdi.

Varsa, eşe dosta tanıdığa şov yapmak ve gövde gösterisini esas almak üzere oldukça özenmiştim kaşıma gözüme giyimime... Eh bir miktar da bir sandık aşk mektubu aldığıma inanmayan o egodan ve kemikten oluşan insan müsveddesine laflarını yedirmek de istemiş olabilirim. Benim öyle ne yaptığım pek belli olmaz. Belirsizliği sevmiyorum diye belirli olmak zorunda değilim sanırım. Öyle bir kanun öğrenmedim en azından...

Nedenimi açıkladığıma göre ne giydiğime sıra gelebilir artık. Gelin olmuştum bugün. Erkenden beni beyazlar içinde görsün de düğünde nevri şaşmasın diye. Mini gömlek elbisemi giymiş, kare desenli kırmızı bir kuşak bağlamıştım beline de. Anladığınız üzere elbisem bembeyazdı. Örgü çantamı da aldım mı tamamdır. Ah bir saniye! Şu örgü bileklikler de güzel durur sanki. Böyle otantik egzantrik falan. Bizimkilerin uyandığına emindim. Şimdi dedem arkamdan bir ton laf ederdi kılık kıyafetimi görürse ben de inat eder çıkarmazdım zaten. Boşuna kavga etmeye gerek yok diye yavaştan sıvıştım evden. Gülbeyaz Abla beni göründe bir dilini ısırıp 'Anaa!' demişti ama işin aslı kaçmama da yardım edip benim için sporlarımı kapının önüne koymuştu. Uzaktan onu öpücüklere boğarak ayakkabılarımı ayağıma taktım ve sürüyerek sokağın başına kadar koşuşturdum.

Tamam bu elbisenin altına şöyle kırmızı bir stiletto çok güzel olabilirdi belki ama ben topuklu ayakkabı giyecek kadar kinlenmemiştim ya...

Sokağın başına gelince kenara çekildim ve beyaz giydiğim için kaldırıma oturma hakkını yitirdiğimden işkence ile ayakkabılarımı doğru dürüst giydim ve sahil yoluna çıktım. O sırada Derya'nın çağrısı düştü telefonuma. Arayanın Derya olduğu içime doğmadı elbette. Telefon elimdeydi...

"Efendim." dedim atarlı giderli. Bir de bana trip atma diyorum çocuğa. Tamam, az biraz dengesizlik olduğunu kabul ediyorum. Sonra daha normal ama hala asla samimi olmayan ses tonumla "Ben sahil yolundayım. Şimdi bir taksi çevireceğim." dedim.

"Neredesin? Ben sizin eve yakınım şu an." dedi. "Taksi çevirme." diye ekledi. Hâlbuki ilk cümlesinden de bunu anlamıştım. Her neyse ben de seviyorum laf kalabalığını.

Yerimi söyledikten sonra hapishaneye düşmüş, bol düşmanlı bir mahalle kabadayısı gibi volta atmaya başladım. Annem ben küçükken bana hiperaktif olduğumu ima eden argo sözcükler kullanırdı. Bu argo sözcükler belli başlı yerlerimde kurtlar olduğuyla ilgiliydi. Büyüdükçe durgunlaşsam ve tembelleşsem de hala bazen kurtlar malum bölgede görünebiliyordu.

Derya yaklaşık beş dakika sonra tam önümde durdu. Arabanın yolcu koltuğunun kapısını açıp binmeden önce eğilip baktım. Görüyorduk öyle romantik komedi filmlerinde yanlış arabaya binen avanak kızlarımızı falan. Ne olur ne olmaz...

Gülümsedim ve "Günaydın." dedim koltuğa otururken. Yüzü oldukça şaşkındı. Ben adamı böyle çarparım işte Doktor Kaptan Derya Balamir Beyefendi!

"Günaydın." diye karşılık verdi rötarlı olarak. "Oldukça şıksın bugün." dedi ama iltifat etmekten ziyade laf sokuyor gibi bir ses tonuyla söylemişti bunu.

"Ben genelde şıkımdır. Ordu'ya geldikten sonra bir takım depresyonlara girdim. Hayat sevincimi falan kaybetmiştim." diye cevap verdim. Neşeli bir sesle. Neşeli olduğumdan değil de maksat ona inat olsundu.

"Depresyondan çıkmış gibisin? Hayırdır iyi bir şeyler mi oldu?" diye sordu alayla. Nişanın bana iyi geldiğini ima ediyordu. Dolaylı olarak kendisinin de... Yemezler. Sen o topu bana attın ya, şimdi gör golü.

"Hayır, kötü şeyler olmadı bu son bir haftadır." dediğimde alık bakışları bir anlığına bana döndü. Sonra boğazını temizleyip önüne döndü. "İyi bari." dedi içine içine... Sonra da hiç konuşmadık inene kadar. Hayatım, benimle aşık atma demiştim sana. Boğazında kalırım demiştim ama!

Ben sahil kenarı küçük ama şirin bir kafeye geleceğiz sanırken beni Altınordu'ya getirmişti. Bir kahvaltı için yarım saat yol çekilir miydi, emin değilim. Gerçi İstanbul'da mecbur çekilirdi ve bu yüzden 5 sene boyunca simit-poğaça yemekten midem az ekşimemişti. Ben şu an bölge şartlarına göre değerlendiriyorum. Her neyse cimri olmadığını göstermek istedi sanırım.

Valla ben şahsım olarak fakirdim bu yüzden mecburi cimriyim. İnşallah benden böyle jestler beklemezdi. Ben jest ve mimikler olayının mimiklerinde uzmanlık yapıyorum...

Tepe Restaurant'a ikinci gelişimdi sanırım. Bilmiyorum daha önce sadece bir kez geldiğimi hatırlıyorum ama yalan da olmasın. Önümüze hem denizin hem yeşilin hem de şehrin manzarasının serildiği bir masaya oturduk. Şimdi ne zahmet ettin falan desem acaba ayıp mı olurdu? Yoksa demesem açgözlü falan mı olurdum? 'Zaten böyle şeyler bekliyormuş' demesin sonra?

"Daha önce gelmiş miydin buraya?" diye sordum kafamdaki tüm düşünceleri elimle geri iterken. Derya başını iki yana salladı. "Daha önce Ordu'ya bir kaç kez gelmiştim. Ancak buraya ilk kez geliyorum. Arkadaşlarım çok beğenmişti. Beğendikleri kadar varmış." dedi. Gülümsedim.

"Ben sanırım bir kez gelmiştim. Liseden arkadaşlarımla. Tabi biz geldiğimizde kar kış kıyametti. Kış manzarası da çok hoştu." Gülümsedi. "Kışın da geliriz o halde." dediğinde gülümsedim ama nedensizce şaşırmıştım. Yani ihtimal dâhilindeydi tabi beraber bir kışı görebileceğimiz.

"Rize de şimdi yemyeşildir." dediğimde küçük bir kahkaha attı. "Rize'de yeşil kara sevdadır. Adamın canını alır." dediğinde şaşkınlık ve merakla kaşlarım havalanınca açıkladı. "Çay toplamak pek kolay değil tabi."

Ben de güldüm. Bizde aynı durum fındık için söz konusuydu. "Sizinkiler de topluyor mu?" diye sorduğumda elini havada salladı. "Ooo hem de kaç dönüm. Yani büyüklüğü çok sorun değil de yokuş zorluyor. Küçükken kaç kez düştük oradan kim bilir. Gerçi geçen sene Duha Abim de çok fena düşmüştü. Ha bir de Melike ilk geldiği yıl öyle kötü düşmüştü ki el bileğinin üstüne. Gerçi şimdi alıştı."

Kaşlarım havalandı. "Gelinler de mi çay topluyor?" diye sordum. Gülmedi bu kez sırıttı. Sakatat dükkânında gördüğüm pişmiş kelle gibiydi an itibariyle. "Ayıpsın. Birinci vazifen olacak!" dedi oldukça doğal bir şey gibi. Güldüm. "Saçmalama! Hayatta toplamam." Toplamazdım. Ben fındık bile toplamamıştım, çay mı toplayacaktım?

"Dersin ve elinde çay makasıyla kendini çay bahçesinde bulursun."

"Benim kendimi bulabileceğim tek çay bahçesi çay içip sohbet edebileceğim kafe tarzı çay bahçesi olur." dediğimde gülerek omuz silkti. "Gelin kaynana toprağından olur demiştin. Halledersin o zaman annemi!" dediğinde dudak büküp tek omzumu silktim. "Hallederim tabi!" Ederdim ederdim! Rahat olun...

"Ben aslında seninle bir şeyi konuşmak istiyordum." dedi. Evet, elbette bunu anlamıştım Derya'cım. Kalktın Rize'den geldin buraya... Gülümsedim. "Neyi?" diye sordum. "Nişanda olanlar. Yani tartıştık ya." dediğinde başımla onayladım.

"Ben çok düşündüm." dediğinde bir şey çaktırmamaya çalışıyordum ama kafamın içi susmuyordu. Arka planda 'Çok düşündüğün belli, bir haftadır sesin soluğun çıkmıyor. Arayacak yüz bulamadın değil mi?' diye konuşan çok edepsiz biri vardı. Bu her kimse bazen hareketlerimi de manipüle ediyordu.

"Birbirimiz hakkındaki düşüncelerimizi kafaya takmayacağız dedik ama bu konuda bence açıklama yapmalıyım. Benim hakkımda düşündüklerin..." Ay ben özür dileyeceksin sanıyorum saf gibi...

"Dedin ya benimle görüşmek için başkasıyla evlenen bir sevgilim olacağına olmasa daha iyi olur diye. Sandığın gibi değil o olay. Valeria... Ben zaten onun elini tutup ailemin karşısına getirdim ve zaten seninle tanışana kadar da ailem hala görüştüğümüzü düşünüyordu. Benim ailem beni istemediğim biriyle evlendirecek kadar sığ değildir normalde ama ben Valeria'nın elini tutup onlara karşı gelince her şey çok karıştı. Annem kalp krizi geçirdi. Babaannem şeker komasına girdi. Şekeri bine çıktı. Ölüyordu ikisi de. Ev tam bir kaos ortamıydı. Aynı zamanda Duha Abimle Melike'nin çocuğu olmadığı için onların da stres yüzünden araları daha da geriliyordu. Ve tüm bunlar olurken ben nispet yapar gibi Valeria'nın yanına açık açık gidemiyordum. Gizli kaçamaklar yapıyorduk ve onda da annem babamı tembihlediği için göz açmama pek izin vermiyordu. Zaten annem de ayaklanır ayaklanmaz bana kız bakmaya başladı. En son işte yine tartıştık bu mesele yüzünden. İnadıma gitmiş istemişler kızı. Yüzünü bile seninle söylediğimiz yalandan sonra nişanı atmak zorunda kalınca gördüm. Sülalece evimizi bastılar da. İşte o arada telefonum falan da gitti. O yüzden sen arayana kadar seni arayamadım. Son bir senedir ben Valeria ile ilk kez seninle karşılaştığımız gün görüştüm. Hani açıkçası onu da yine senin sayende, beraber gemiden çıktık da babam peşime adam takmadı diye yapabildim. Yoksa elbette sevdiğimin elinden tutup dünyaya meydan okuyabilirim ama sonucunda birileri benim yüzünden zarar görecekse bir düşünürüm."

"Ailen neden illa istemiyoruz dedi ki? Müslüman değil diye mi?" çünkü anladığım kadarıyla Mehpare babaanne oldukça hacı bir kadındı. Hacca gidip gitmediğini bilemiyorum tabi.

"Aslında o da var ama-" duraksadı. "Şöyle ki Valeria'yı görür görmez istemiyoruz demediler şimdi Allah için söyleyeyim. Çaktırmadan bir sorguya almışlar. Beni de çeşitli bahanelerle evden uzaklaştırmışlardı çünkü. Müslüman değil, ateist. Hristiyan olması yine bir nebze... Sonra hımmm şey yani nasıl desem. Onlar bizim gibi değil bazı şeyleri pek umursamıyorlar ilişkilerde. Daha önceden bir ilişki yaşamış haliyle bir kalıplarına daha sığmadı."

Bakire değildi kısacası. "Sonra biraz açık da giyiniyordu o gün." Bakışlarım kendi üstümdekilere gitti. Bu da üstten olmasa da alttan oldukça açık sayılabilecek bir kıyafetti. En azından Mehpare babaanne ve Çiçek Hanım için. O da ne düşündüğümü anladığı için "Mesela şu an seni görseler küçük bir kriz yaşanır, evet." dediğinde sanki aklımdaki soru işaretine cevap vermişti.

"İyi ya işte! Bizimkiler de açık giyiniyor, elin yabancısı da giyinsin bir zahmet. Diye düşünürler." dediğimde güldü. "Kıyafetlerine karıştırma zaten. Bunu seni sevmesinler diye değil, kendin için yap. Bir gün kıyafetine karışırlar bir bakmışsın bir başka gün kuklaları olmuşsun."

"Yani daha birçok şey... En aklımda kalanlar bunlar. Valeria da oldukça dobradır yani çat çat her şeyi söylemiş. Toparlayamadım. Senin dilbazlığın bu konuda biraz daha iyi. Yerine göre dobrasın yerine göre iyi kıvırıyorsun." dedi ve sonra yanlış anlayacağımı düşünmüş olacak ki "Kötü anlamda demedim. Takdir ediyorum." diye ekledi. Gülümsedim.

"15-16 yaşlarıma kadar oldukça dürüsttüm. Yani bilmiyorum yalan söylemezdim. En yalan sayılacak hareketim izin almadan bir şeyler yapıp, bir yerlere gidip daha sonradan itiraf etmektir. Ancak bir gün fark ettim ki insanlar bana çok güzel yalan söylüyorlar. Başta da annem ve babam... Ben de istediğimi almaya karar verdim. Her ne olursa olsun. Yalan mı söylemem gerekiyor, söylerim. Kaçmam mı gerekiyor kaçarım. Bir şeyi asla yapmam; hırsızlık. Hiçbir türlüsünü hem de. Çok örnek bir insan olmadığım doğru ama kul hakkı benim kırmızı çizgimdir. Kimsenin emeğine göz dikmem. Onun dışında yalan da söylerim gerekirse küfür de ederim. Bu arada sevmiyorum küfretmeyi ama gerekirse ederim. İleride olur da duyarsan şaşırma." dediğimde güldü. "Ben de erkek arkadaşlarımlayken ediyorum sorun değil."

Gülümsedik birbirimize ve bir süre sessizlik oldu. Sonra o bana bir soru sordu. "Senin ailen de pek seni zorla evlendirmek isteyecek tipte insanlar değil. Neden böyle bir şey yaptılar ki? Para yüzünden mi?" Soruyu sorduktan sonra da "Pardon. İstemezsen söylemeyebilirsin tabi. Ama yalan da söylesen ve ben bunu fark etsem bile söylediğin şeye inanacağım. Sadece ben anlatınca rahatladım sanki." diye devam etti. Önümüze kurulan kahvaltı sofrasını ikimiz de tırtıklıyorduk. Çayımdan bir yudum aldım. Ve normalde yapmayacağım bir şeyi yaptım ve anın gazıyla doğruyu söyledim.

"İnternete videom düştü."

Gözleri fal taşı gibi açıldı. Ah Asu ah öyle mi denir. Yanlış anladı çocuk! Aklında neler canlanıyor kim bilir? Farkındalıkla benim de gözlerim ardına kadar açıldı ve ellerimi hızla salladım. "Hayır hayır! Öyle değil. Yani bardaydım ve barda bir kavga çıkmıştı. Orada influencerlar fenomenler falan da vardı. Video çekmişler ve ben de varım videoda. Bu video bir şekilde babama ulaştırılmış. Öyle işte. Çok hoş karşılanmadı tabi barda olmam." Dediğimde ifadesi rahatladı...

Başını aşağı yukarı salladı. Başka bir şey sormadı. 'Ne işin vardı?' demedi. Kabul etti ve saygı duydu. Olması gerektiği gibi. Çünkü ben reşit bir insanım. Tam ehliyete sahibim ve kendi kararlarımı kendim verebilirim. Derya bunun farkındaydı. Dedem ve babamın aksine...

"Hadi yemeğini ye. Çok konuştuk. Ailelerimiz zaten bildiğini okumaya devam edecek. Boşuna dert ediyoruz. Onları manipüle etmenin bir yolunu bulduk nasılsa." dediğinde güldüm ve çatalımı elime alıp beyaz peynirden biraz tabağıma koydum. İçimden asıl manipüle edilen biz olacakmışız gibi bir ses duyduğumu ona söylemedim. İçimdeki ses biraz çatlaktı çünkü. Ciddiye almamalıydım...

 

 

⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓

Beni buradan ve aşağıdaki hesaplardan takip edip editlerimi beğnemeyi unutmayın kuzucuklar. Sizi seviyorum. Yakında görüşürüz.

İnstagram: busbckr/busras.typwriter

Twitter: busrastypwriter

Tiktok: Busras.typwriter

 

Bölüm : 11.09.2024 12:06 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...