28. Bölüm

⚓28. Bölüm⚓

Büş Bckr
busbckr

Merhabalar. Okurken kıymetli yorumlarınızı eksik etmeyin. İyi okumalar...

⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓

28. Bölüm

Bölüm Şarkıları:
Ferman Akgül- İstemem söz Sevmeni

Eda Baba- Her Şey Seninle Güzel
Mabel Matiz- Aşk Yok Olmaktır

Huzur...

Varlığını unuttuğum ve yıllar sonra hiç beklemediğim bir anda hayatıma dâhil olan o duygu...

Bir gün hayatımdaki tüm güzel duyguların ben terk ettiğini fark etmiştim. Annemin beni babama emanet(!) ettiği günden iki ya da üç hafta sonrasıydı. Halamlar ve amcamların bize geldiği bir akşam sonunda dedemle tartışıp odama çekilmiş ve ağlıyorken fark etmiştim bunu.

Ağlamam bir anda kesilmiş, sanki tüm hislerim alınmıştı. Doğada her kavramın bir zıttı vardır. İyi kötü, ağır hafif, mutlu üzgün, güzel çirkin gibi... Ve her kavram zıddıyla vardır aslında. Onunla anlamlıdır. Kötü şeyler olmasa iyi şeylerin bir anlamı olmazdı. Güzellikler varlığını çirkinliklere borçludur ya da...

İşte o gün benim hayatımdaki tüm iyi ve güzel şeylerin yok olduğunu fark ettiğim gündü. O günden sonra hayatımdaki kötü ve çirkin şeylerin de bir anlamı kalmadı benim için. Gülücüklerim kalmadığından, bir süre sonra gözyaşlarım da tükendi. Hislerini kaybetmek bir insanın başına gelebilecek en kötü şeydir. Kötü hissetmek bile onun kadar kötü değildir hatta. Ben bu gerçeği yeniden bir şeyler hissetmeye başladığımda anladım. Derya sayesinde hem de...

Şimdi yeniden o hissiz günlere dönmüş gibiydi halim. İçerisi hissiz olmasa da dışarıdan bakan biri eminim iyi ya da kötü hiçbir şey göremezdi şu donuk gözlerimden. Bugün düğün günüydü ve Derya ile düet yapacaktık. Aramızda havada kalan bu konu Nazif'in tekrar sorması ve evdekilerin de ısrarıyla ikimiz tarafından da olumlu karşılanmıştı. Onunla düet yapacağım için içimdeki heyecan onun umursamaz tavrı yüzünden kırılmıştı dün akşam. Derya artık aramızda açtığım mesafelere uyuyordu. Hatta dün beni ve Diyar'ı yanlış anladığını düşünüp tepki gösterecek diye beklerken hiçbir şey dememiş, oldukça normal davranmış ama uzaklığımıza da uzaklık katmıştı. Sanırım arkadaşlarımla aramdaki yakınlık ve onunla arama koyduğum uzaklık artık onu da benden uzak kalmaya ikna etmişti.

Bu benim en başarılı başarısızlığımdı. Amacıma ulaşmıştım ama sonuçtan mutlu olduğumu söyleyemezdim. Keşke ama keşke Derya'yı ilk gördüğüm yerde gidip numarasını alsaydım ve gerçekten ona yapışsaydım. Ancak o zaman ne aşka inanıyordum ne de gururum buna izin verirdi.

"Ay çok güzel olmuşsunuz." diyerek kapının aralığından içeri bakan Yaprak'ın gözleri aslında sadece benim üstümdeydi. "Bu siyah elbiseyi iyi ki almışsın Asude. Bak neye niyet neye kısmet!"

Bu elbise, olaylı yemek için alışverişe çıktığımız gün çok beğenip aldığım ama sırf siyah olduğu için eltilerim ve görümcem tarafından giyinmeme izin verilmeyen elbiseydi ve bence de çok güzeldi.

Önden derin bir V dekoltesi bulunan elbisenin sırt kısmında çapraz bantlar bulunuyordu. Eteği salaş ve önü arkasına göre bir tık kısaydı. Dizlerimin beş parmak üstünde biten elbisenin kumaşı ise satendi.

"Yine de yemekte de bunu giyebilirdim." dedim ve Eyelinerımın kapağını kapattım. "Gayet asil duruyor."

"Onlar asillikten ne anlar? Siyah gördüler mi, karaları bağlamış diye bir ton laf ederlerdi."

Yaprak duraksadı ve odanın ortasına doğru yürümeye başladı. "Gerçi zaten laf ettiler bir ton, bir de ona etselerdi pek koymazdı." diyerek Gözde'yi süzdü.

"Bu punk tarzın beni benden alıyor. Çok özeniyorum ama babaannem beni lanetler. Satanist mi oldun, kedi mi keseceksin der durur."

Yaprak'ın samimi sözleri Gözde'de pek olumlu karşılanmadı çünkü kendisi iki gündür hoşlandığını asla kabul etmediği Nazif ve Yaprak'ın samimi hallerini izliyordu. Nazif'i de birazcık tanıyorsam, Gözde'nin bu durumdan hoşlanmadığını keşfettiği için işin bokunu çıkarıyordu.

"Zaten benim tarzım bu değil. Sadece şu an olmak istediğim stil bu." dedi düz bir tonla. "Düşük bir moddayım da." diye eklemeyi de ihmal etmedi.

Bugün kesinlikle Gözde'ye ithafen Latif Doğan'ın 'Armuda çöplü dedin, üzüme saplı dedin sonunda ayvayı yedin, oh canıma değsin vay vay' şarkısını söylemeliydik. Gözde bunu çoktan hak etmişti.

Görümcem Gözde'nin soğuk tavrını hiç takmadan aynı şen şakrak haliyle "Olsun bence yakışmış. Düşük modda bile moda ikonu olabilirsin." dedi. Gözde bu samimi tavrın sürmesiyle bocalasa da sonunda gülümseyip teşekkür etti ve neyse ki bu kez samimiydi.

"Abim diyor ki hazırlarsa çıkalım." dediğinde çantamdan parfümümü çıkarıp sıktım ve dalgalandırdığım saçlarımın bir tarafını elimin tersiyle havalandırıp "Tabi ki hazırım." diye karşılık verdim.

Askıları imitasyon taşlı, mini, siyah deri çantamın içine telefonumu kartlığımı ve küçük parfüm şişemi koydum.

Dışarı çıktığımızda benim gibi siyahlar içinde olan Kaptan'ı gördüğümde sanki görünmez bir el tarafından kalbim avuçlandı ve patlatmaya niyetlenmişçesine sıkıldı. Derya ile kaç saniye göz göze durduk bilmiyorum ama Derya bakışlarını üstümden alıp siyah gömleğinin kıvrılmış kollarını düzeltti. Bu sanki 'Mesafe mi istiyordun? Al sana mesafe!' demekti ve haklıydı. Buna rağmen karı kocalık rolümüze tam gaz devam ediyorduk.

"Hazırım hayatım." dedim gülümseyerek. Derya da gülümsedi. Her şeye rağmen en azından gülümsemelerimiz hâlâ gerçekti... Yani sanırım... En azından kendimden eminim.

Derya "Hayatım, olmamış." dedi kaşlarını çatarak. Ben de kaşlarımı çatıp "Nesi olmamış?" diye sorduğumda azıcık olan o mırıltılar bile kesilmişti.

"Gelinin üstündeki dikkati çekmen hiç hoş olmaz. Gidip bir tişört ve kot giyebilir misin? Mina? Amcacım yengene bir şey söyler misin? Hani gelinler düğünlerinde en mutlu kişiler olmalılardı?"

Derya'nın söyledikleri sessizliği şen kahkahalarla sonlandırdığında Mina önüme geçip beni baştan aşağı bir süzdü. "Ama amca..." dedi kafası karışmış gibi bir şekilde. "Öyle dedim ben doğru. Yine de yengem siyah bilem giymiş. Daha ne yapabilir? Gelinin bunu kabul etmesi gerekir."

Kahkahamı serbest bırakıp Mina'nın önünde diz çöktüm ve yanaklarını hafifçe, rujumu bulaştırmadan öptüm. Önceden yaptığımız konuşmayı henüz unutmamıştı. Benim düğünümde pembe giyip benden daha güzel olduğunu ona söyledikleri için özür dilemişti. Ve üzülüp üzülmediğimi sormuştu. Ben de onun benden güzel olduğunu çok önceden kabul ettiğim için buna kendimi hazırladığımı ve üzülmediğimi söylemiştim. Şimdi o da benim safımı tutup gelinin bunu kabul etmesi gerektiğini savunuyordu. Valeria'cı Mina'dan nereye gelmiştik? Her şeyin harika gitmesi bazen insanı felakete sürükleyebiliyordu işte... Ben bu insanları nasıl bırakacaktım?

"Ha kizum doğru deyi. Maşallah celunum bi içum su. Tüm celunlarimuz oyle. Hele bi celun onume size ayet el çürsu okuyayim."

Mehpare babaanne bastonunu önünde tutmuş, her an kalkacakmış gibi koltuğun köşesine oturmuştu. Rahatsız olmasına rağmen ille ben de geleceğim diye tutturduğu için onu kırmamıştık. O yüzden komple gidiyorduk düğüne. Elbette habersiz gitmiyorduk. Bizim için de büyük bir masa kuracaklardı.

Mehpare babaanneye gülüp önüne geçtiğimizde Yaprak ve Gözde'yi de aksi bir sesle yanına çağırdı. "Ha davetiye mi bekleysunuz, geçun da boyle!"

O bize okuyup üflediğinde Nazif gitti önünde çömeldi. "Bana da oku nenem." dedi yaramaz bir çocuk tavrıyla. Mehpare babaanne yüzünü buruşturup "Korkma oğlum saa nazar deymez. Kim paksin burda saa" dediğinde hepimiz kahkahalarla güldük. Nazif yüzünü asıp "Aşk olsun nenem." diyerek ayaklandı. Dursun Amca da "Anacuğum öyle demesene çocuğa. Ne kadar ayıp!" diyerek annesini uyarsa da gülüşünü bastıramıyordu.

"Oğlim ben koti bir şey demedum. Ha oğlim sen da o kulağindaki ve kaşindaki demurları çikarsan aslan kimun delikanlisin aslinda."

Nazif'in bir eli kulağındaki küpeye diğeri de kaşındaki piercing'in üzerine gitti. Nazif demirlerine âşık biriydi hayatta çıkarmazdı onları. Gözde gülüp "Değil mi nenem?" dedi Mehpare babaanneye katılarak. "Ne o öyle kız gibi!"

Mehpare babaanne destekçi bulmanın etkisiyle coşarken Nazif Gözde'ye öfkeli bir bakış atmıştı. Gözde de bunun üzerine sadece dil çıkararak cevap vermişti bu bakışa. Sonunda arabalara dağılıp çıktığımızda üç araba dolu dolu gittik. Düğün Çamlıhemşin yaylasında olacaktı. İş arkadaşlarımız direkt oraya geleceklerdi. Evet, onlar da gelmek isteyince bir şey diyememiştik. Düğünden sonra da maaile kendi yayla evimize geçecek yarın öğleden sonra geri dönecektik Rize'ye. Gecesinde de bizimkiler İstanbul'a dönecekti.

Bir saat kadar sonra sonunda düğün alanına geldiğimizde bizi şok edecek bir şeyle karşılaştık çünkü arabamızın önünde çok yoğun bir kalabalık vardı. Damadın ailesinin burada geniş bir arazileri varmış ve geçici çitlerle belli bir alanı düğün için ayırmışlardı. Çitlerin dışındaki yoğun kalabalığa bakacak olursak sanırım davetli olmayan pek çok kişi şu an buradaydı.

"Oha!" dedi Yaprak. "Bu kalabalık sizin için gelmiş olamaz değil mi? Muhtemelen düğün sahipleri karar değiştirdi ve sahneye Demet Akalın'ı falan çıkaracak."

Aslında Demet Akalın biraz abartı olmuştu ama demek istediğini anladığımız için hiçbirimiz bozmadık. Cidden bu ne kalabalıktı?

"Ben şaşırmadım valla." diyen Nazif ise beni bir başka şaşkınlığa sürükledi. Ne demek şaşırmamıştı?

"Benim bile yolda kaç kez imzamı istediler ki ben ünümü tamamen size borçluyum."

Gerilmiştim. "Ne ünü ya? Alt tarafı sosyal medyada iki üç kez gündem olduk. Abartmayın!" dediğimde Yaprak "Bence abartan biz değiliz. Sen şu kalabalığa bak asıl! Kim abartıyor görürsün." diye yanıt verdi. Diyar, Duha Abinin arabasındaydı. Burada olsa en azından bize mantıklı bir sebep sunabilirdi. Kendisinin analiz becerisi fazla ileri seviyededir de...

"Yani ben kitlemin farkındaydım da bu bana da biraz sürpriz oldu. El âlemin sevgilisi olunca hayranı azalır biz evliyiz kaça katlandı."

Eh Kaptan'ım da pek fena değildi analiz konusunda.

"Kız!" diye birden çıkışan Yaprak'a hepimiz endişeyle döndük. "Ne oldu?" diye sorduğumda "İnmeyin sakın! Hemen bir yerden nazar boncuğu bulalım." dediğinde ben gülsem de Derya gözlerini devirdi.

"Valla babaannem bana okudu. Derya kendi derdine yansın." dedim. Derya ise birden elimi tuttu ve hunharca yüzüne kollarına göğsüne sürmeye başladı.

Gülerek "Ne yapıyorsun?" diye sorduğumda "Evlenirken her şeyi bölüşeceğimize dair bir söz vermiş olmamız lazım. Duanı bölüşüyorum." dedi. Muhtemelen dışarıdakiler hakkımızda 'Bu manyaklar ne yapıyor?' diye konuşuyordur ama bu onların sorunu. Kime hayran olacaklarını dikkatli seçselermiş...

Birde aynı şeyi Nazif de Gözde'ye yapmaya başlayınca Gözde Nazif'e yardımcı olup diğer eliyle sağına soluna vurmak suretiyle elini sürttü.

"Yav biraz yavaş sür, sağa sola gidiyor dualar." diyen Nazif ise işin hâlâ eğlence kısmındaydı. Birden kalabalık bölündü ve kalabalığın içinden Diyar bir ışık huzmesi gibi arabamızın yanında geldi. Kapıyı açtığında gülümsedim. Tabi kapı açılınca dışarıdaki kalabalığın sesi de daha net gelmeye başlamıştı. Sanki adam boğazlıyorlardı. Biraz sakin ya!

Diyar "Biraz acele edelim çünkü ortalıkta güvenliğimizi sağlayabilecek kimse yok. Caner Abi de böyle bir şey beklemiyordu sanırım." deyince hepimiz onu onayladık.

Yaprak "Siz gidin ben arabayı çekerim abi." dediğinde Derya hızla inip yanıma geldi ve dışarı çıkmam için elini uzattı. Derya'nın çıkmasıyla yükselen çığlıklar Derya'nın elini tutup çıkmamla birlikte artık kulak tırmalayıcı bir hal aldı. Hayatım boyunca ünlü olmak gibi bir arzum olmamıştı ve her daim ünlülere bu şekilde davranan insanları eleştirmişimdir. 'Onlar da bizim gibi insan. Bu kadar bağırıp çağırıp yuvarlanmaya ne gerek var?' diye düşünmüşümdür hatta. Ancak şu an insanlar bizim için, benim eleştirdiğim şeyi yapıyorlardı. İnsanlar tarafından sevilmek çok güzel bir duygu olsa da bu kadarı sanki biraz fazlaydı. Hele ki kolumu tutup çekmeye çalışmaları bence kesinlikle korkutucuydu. Derya kolumu tutan kişinin elini kolumdan çözüp bedenimi kendi bedenine hapsetti. Çitlerin içine girene kadar herkese gülümseyip el sallamıştık ama hâlâ korkudan titriyordum. Biz onlar için tandık olabilirdik ama hiç tanımadığınız insanların sizin izniniz olmadan üstünüze atlayıp size sarılmaya çalışması gerçekten korkunçtu. Bu gün bir kez daha emin olmuştum. Ben kesinlikle bir halk figürü, bir ünlü olmak için doğmamıştım.

Tüm bunların yanında Derya'nın aramızdaki tüm o bilinmezlik ve uzaklığa rağmen beni korumuş olması çok özeldi. Bunu belki de ben olduğum için yapmamıştı, kim olsa yapardı ama yine de ben üstüme alınmak istiyorum. Biraz da olsa bana değer verdiğini düşünmekten zarar gelmez diye düşünüyorum.

Baktığımızda 60-70 kişi gibi duran kalabalık, sosyal medyada takipçi veya like olarak çok değil gibi duruyordu ama kanlı canlı insan olunca işler değişiyordu. Ya İnstagram takipçilerimizin tamamı burada olsaydı? Allah korusun bizi parça pinçik ederlerdi.

Çitlerin içine girmek dışarıda kalan ve davetli olmayan kişiler için zor değildi aslında ama düğün sahipleri ya da buranın yerlileri onların içeri girmesini engelliyorlardı. Onlar da zaten arbede çıkarmıyorlardı. Yaklaşık yirmi dakika sonra Caner Abi yanımıza geldi. Yaptığı bu emrivakiden hiç hoşlanmadığımı ona, onu gücendirmeden belli edebileceğim kadar belli ettim tabi. Caner Abi de beni alttan alıp minnetini türlü cümlelerle ifade edince uzatmadım. Sonunda Nazif ve Diyar enstrümanlarının başına geçince ben ve Derya da taburelerimize oturduk. İkimizde de gitar vardı.

"Belirli bir repertuar var mı?" diye sorduğumda Caner Abi elime minik kare bir kâğıt verdi. Giriş, dans şarkısı ve pasta kesim şarkısı yazıyordu sadece kâğıtta.

"Bunlar dışındakiler sizin kendi arzunuza kalmış." dedi. Başımla onayladım ve kâğıdı diğerlerine de gösterdim. Diyar ve Nazif'in repertuarını bilsem de Derya'nınkini bilmiyordum. Ona göre hareket ederdik muhtemelen.

Akor ayarlamalarını yaptıktan sonra sözsüz hafif bir şeyler çalmaya başladık. Bu arada dışarıdaki kalabalık çitlerin etrafına kurulmuş dağınık bir şekilde oturuyorlar, bir yandan kola çekirdek yapıyorlar öbür yandan bazı şarkı isimlerini bağırarak söylüyorlardı. Sanırım kimse burasının bir düğün organizasyonu olduğunun farkında değildi. Buna ben de dâhildim...

Bu arada gördüğüm kadarıyla Onur, Tolga Bey ve Atilla Bey de gelmişlerdi. Gelinin geldiğini söylediklerinde işaret verdim ve istendiği gibi ve çoğu düğünün vazgeçilmezi Özdemir Erdoğan'ın şaheseri 'Bana Ellerini Ver' şarkısını söylemeye başladık.

Şarkıyı söylerken sık sık Derya ile göz göze geliyorduk ve o bana gülümsediğinde ben de ona gülümsüyordum. Gözlerine dalıp gittiğim bir an ise yükselen tezahüratlardan ne yaptığımı anlayıp başımı çevirmiştim. Gelin ve damat gelir gelmez dans etmeyi tercih edince 'Bana Ellerini Ver' bitmeden dans müzikleri olan 'Her Şey Seninle Güzel' şarkısına geçiş yaptık.

Beklenmedik bir anda ayrılık gelip çatsa, seninle paylaştığım tek bir gün yeter bana.

Aşkı tanımlayacak en yalın cümle olabilirdi bu. Sanırım bir gün onunla yollarımız ayrılsa bile onu tanıdığıma asla pişman olmayacaktım. Dilim ne söylerse söylesin... Eğer olacakları bilsem ve bundan iki ay önceye gitsek, ben yine o gemiye, bu kez Kaptanla tanışacağımı bilerek girerdim. Aynı şeyleri yaşar, onu bu kadar süre daha görmek isterdim. Sonunda gönlü başkasını istese bile sanırım ben yine onu severdim.

Sesim titremeye başlayınca sustum ve Kaptan'ın tek devam etmesine izin verdim. Sesimin biraz olsun toparlandığını düşündüğüm noktada düete tekrar dâhil oldum.

"Her şey seninle güzel, bu yağmur bu kar bile. Yüzümdeki gözyaşının izleri, onlar bile... Beklenmedik bir anda ayrılık gelip çatsa, seninle paylaştığım tek bir gün yeter bana..."

Şarkı bitince yükselen alkışlar kulağıma boğuk bir şekilde ulaştı çünkü öyle derinlerdeydim ki duyamıyordum hiçbir şey... Sadece kalbimin sesi yankılanıyordu kulağımda.

Gidemeyeceksin diyordu bana ve bu kez konuşan boşboğaz iç sesim değil bizzat kalbimdi. Zira kalbimin sesi yüzünden iç sesim bile şaşkındı.

Birçok şarkı söyledik. Çayır Çimen geze geze, İşte böyle bir şey, Nazende Sevgilim, Ellerimde Çiçekler, Senden başka, Güzel Kadın...

Pasta zamanı gelince Yalın'ın Tatlıyla Balla şarkısını söyledik sonra. Gelin ve damadın yaramaz tavırlarla birbirinden çok yüzlerine yedirdikleri pastaları izlerken içim gitti. Oysa asla böyle şeylere özenecek biri değilimdir ben...

Sonra eğlenceli bir sürü parça çaldık. Hatta horon bile tepti insanlar. Sonra düğünün asıl davetlileri dağıldı. Kalanlar minik bir konser istedi. Bu istek bizimkilerden de yoğun bir şekilde istenince reddedemedik. İşin garibi gelin ve damat bile yerlerini terk etmiş davetli masalarına geçip oturmuştu. Masaların çoğu boşaldığı için dışarıdakileri de içeri almışlardı. Biri el kaldırıp "İstek yapabiliyor muyuz?" diye sordu. Derya gülümseyip "Yapın da biz şarkıyı biliyorsak söyleyebiliriz ancak. Sonra bir yanlış anlaşılma olmasın." dediğinde çocuk başıyla onaylayıp "Sabahtan beri içimiz dışımız vıcık vıcık aşk şarkıları oldu. Biraz ayrılık şarkısı çalın da efkarlanalım abi. Manitim beni terk etti de." dediğinde gülümsedim. Diyar'a baktığımda elindeki gitarın tellerine vurmaya başladı. Kulağıma çalınan ritim beni gülümsetirken Derya'ya baktım. Şarkıyı bilip bilmediğini gözlerimle işaret ederek sorduğumda beni onayladı. Biliyordu demek ki.

Gözlerimi Derya'nın gözlerinden çekmeden ilk cümleyi söyledim ve soru kelimesini söyler söylemez bakışlarımı seyircilere çevirdim. Madem izleyicimiz varken karı koca olmak zorundaydık. Ben de bunun hakkını verirdim.

"Çok kararlısın kalbimi çıra gibi yakmaya, niye?"

⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓

Kalabalık artık son ısrarlarını yaparken sanırım artık istek yapmaya onlar da utanıyordu. Dilim damağım kurumuştu. İki saat diye gelmiştik ama beşinci saat dolmak üzereydi. Böyle de olmaz ki! Gelin ve damat eğer numaradan evlenmemişse gidip halletmeleri gereken bir iş vardı. Bi anormal biziz sanıyordum ben!

"Şey.." dedi bir kız kalabalığın içinden ve benim her şeye sağır kulağım onun bu çekingen sessiz çağrısını duydu. Ancak vazgeçmiş gibi hemen susmuştu. Şöyle carlayan biri olsa görmezden gelmek daha kolay olurdu. Benim de gariban tayfaya zaafım var işte...

"Söyle." Dedim gülümseyerek. Derya kalkmış, gitarını toparlamıştı.

"Birkaç kez el kaldırdım ama başkaları istek yapınca söyleyemedim." dedi yine sesi içine kaçarak. Derya bana baktığında omuz silktim.

"Birinden hoşlanıyorum." dedi sonra utanarak. Sonra etrafına dönüp "Lütfen kimse şu an beni çekmesin. Hukuk öğrencisiyim ve ünlü olmadığım için beni çekmeye hakkınız yok. Sizinle uğraşırım." diyerek ona dönen tüm telefonların inmesini sağladı. Konu aşk olunca insan yavru kedi oluyordu demek. Yoksa kız gayet de aslan gibiydi tehdit ederken. Bizimkiler, özellikle avukat tayfa kızın tavrına karşın alkış tutturdular. Kız sonra yeniden bize döndü ve "Ne diyordum. Hıh evet ben birinden hoşlanıyorum ve o bunu sanırım biliyor." dedi.

"Sanırım?" diye sorduğumda omuz silkti. "Yani ben hiç söylemedim ama hareketlerimden tavrımdan anlamıştır diye düşünüyorum." diye açıkladı.

Gülümsedim. "Peki biz ne yapalım senin için?" diye sordum.

Yutkundu gergince ve başını salladı yavaşça "Şöyle ki asla karşısına çıkıp ona olan hislerimi açamam çünkü zaten bir başkasını seviyor."

Allah'ım! Ne kadar da tanıdık bir hikâye bu değil mi Asu-de?

"Fenaymış." diye mırıldandığımda üzgünce başını sallayıp devam etti. "Öyle. İşin kötüsü..." diyerek etrafına baktı çeken var mı diye. Olmadığını görünce "O kızı kıskandırmak için benden yardım istemişti ve ben sırf ona yakın olacağım için kabul ettim. Bir de ne bileyim, belki gönlünü çelebilirim diye düşündüm." diye devam etti.

Asu-de bu paralel evrende sizsiniz kız!

O kadar da değil canım. En azından benim öyle cesur emellerim yoktu. Yanlışlıkla olmuştu ne olmuşsa!

Kaşlarım havalandı ve gözlerim Derya'ya döndü. Derya gülmemek için dudaklarını birbirine bastırırken ben kız adına baya üzülmüştüm. Hiç de komik değildi bence!

"Ona olan duygularımı anladığı için de şimdi benden uzak duruyor. Bana uygun bir şarkınız var mı?"

Bak iç ses aynı değiliz işte. Bizim hikâyemizde ben kendi duygularım yüzünden uzak duruyorum. Onlarda çocuk kızı istemediği için... Gerçi Derya duygularımı öğrense kesin o da benden uzak dururdu ama...

Kızın sorduğu soruyla birlikte kafamı çevirdim ve diğerleriyle bir süre bakıştık. Öyle bir şarkı var mıydı bilmiyorum. Yani varsa da aklıma gelmiyordu ama...

Diyar birden "Var!" diye çıkış yapınca hepimizin şaşkın bakışları ona döndü. "Var mı?" diye sordum doğrulamak istercesine. Başıyla onaylayıp işaret parmağıyla bizi kendine yanaşmamız için çağırdı ve sessizce şarkının adını fısıldadı. Sözler yavaşça kafamda canlanırken gözlerim Derya'nın gözlerini buldu. Hakikaten vardı... Bu kadar olurdu!

Derya dudak büküp "Ben bu şarkıyı bilmiyorum. Yeni sanırım." dediğinde kaşlarım havalandı. "O kadar yeni değil dört beş senesi var."

"Dört beş senedir şarkıları pek yoğun takip edemiyorum." dedi gözlerini devirerek. Bu kez ben de gözlerimi devirdim. Tabi kim gâvur sevgili yapıp aynı anda gizemli bir kız beklesin!

Derya gitar çantasını kenara koyup yanıma otururken kıza bakıp "Maalesef bu bir düet olmayacak çünkü eşim şarkıyı bilmiyor." dedim. Kız gülümsedi. "Sorun değil."

Biz şarkı için hazırlık yaparken kız kayıt için telefonunu çıkarmıştı. Anlaşılan şarkılı bir mesaj vermek niyetindeydi. Ben de söyleyerek veriyordum o mesajı ama o mesajın yerine ulaşmayacağına çok emindim... Gözlerimi bir an Derya'ya çevirip tekrar önümdeki mikrofona eğildim ve bizi dinleyen kalabalığa döndüm.

"Alacakaranlığım

Varla yok arası

Zindandan hallice

Kibirli yalnızlığım

Yaş hâlâ, tutuşmuyor

Kederim hasret olmuyor

Zaman demir almıyor

Yeniliyor kızgınlığım"

Gözlerim Derya'nın yüzüne değdiğinde yüzünde hafif bir gülümsemeyle beni izlediğini gördüm. Acaba bu şarkının benim için bizim şarkımız olarak ilan edildiğini öğrense ne yapardı.

"İlelebet aşk bu bendeki

Kör olası yaktı içimi

Ara sıra uğra kalbime

Oyunun içinde tut beni

Ziyadesiyle şerdeyim

Gece gündüz oldu

Bir yalansa kefaletim

Ödeyeli çok oldu"

'Oyunun içinde tut beni' ne dediğimi anlıyor musun Kaptan? Onu anlamadıysan bari 'Bir yalansa kefaletim, ödeyeli çok oldu?' derken ne demek istediğimi anla. Ya senden ayrılmak için neden bırakma ya da seni bırakmam için yardımcı ol. Beni bu arafta koyma.

"Hani zamandı tek çare

Devrildim şişelerce

Kabulüm mesafene

Bir gecelik olmak nedir öğret

Duymasın kimse

İlelebet aşk bu bendeki

Kör olası yaktı içimi

Ara sıra uğra kalbime

Oyunun içinde tut beni

İstemem söz sevmeni"

Şarkı söylemek her zaman zevk vermiyormuş Kaptan, seni tanıdıktan sonra keşfettiğim şeylerden biri de bu oldu. Gün geçtikçe bende bıraktığın izlerle senden sonra ben uğraşacağım. Belki gizemli kıvırcığınla sen mutluluğuna mutluluk katarken ben artık söylemekten zevk almadığım şarkıları söyleyerek senin için ağlayacağım. Bana ne olacak o zaman? Madem aşk vardı ve sen bunu biliyordun, acısını da biliyordun Kaptan... Neden bile bile beni yeniden inandırdın? Galata kalbimi kırmazdı ama sen kırıyorsun. Kırdığını bile bilmiyorsun ama ben acıyorum, kanıyorum, onu ne yapacağız?

Kulaklarım alkışları duymuyor, gözlerim kum fırlatılmışçasına yanıyordu. Ağlamamak için direnmek hiç bu kadar zor olmamıştı Kaptan... Hayatıma kattığın güzellikler yüzünden çirkinlikler de döndü. Mutluluklar peşine acıları kattı. Ben bunu biliyordum Kaptan... Nasıl ikna ettin beni mutlu olmaya?

Şarkıyı isteyen kız çoktan, daha şarkının ortasında telefonunu kapatmış, gözyaşlarıyla bizi dinlemeye başlamıştı. İşin garibi onun gibi ağlayan çok fazla insan vardı. Gülümsemeye çalıştım. "Gerçekten bu kadar yeter ha? Bir düğünde bu kadar ağlanmaz."

Diyar elimdeki gitara uzanınca minnetle ona bakıp sahne olarak kullandığımız platformdan indim. Nazif ve Diyar toplanırken bizimkilerin yanına geçtim. Herkes mutluydu. Hiç kimsenin içimdeki yıkımdan haberi yoktu. Nilay bana sarıldı bilmeden. "Muhteşemdiniz." dedi yüzümü avuçlarının arasına alıp. "Babaannem iyi ki dua etmiş size. Vallahi kem gözler doluydu. Mutluluğu çekemeyen ne çok insan var?"

Gülümsedim. "Babaannem aslında bana dua etmişti ama Derya yarısını çaldı benden." dedim. Derya araya girip kollarını omzuma doladı. "Bir yere gitmedi duan canım, burada işte."

Nolur yapma Kaptan! Dizlerim titriyor. Hissetmiyor musun?

Birkaç kişi -Tamam onlarca kişi- çıkmadan fotoğraf çektirmek isteyince yüzlerce fotoğraf çekindik. Bu yüzden aslında kızlarla fotoğraf çektirmek istiyorduysak da midemiz bulandığı için vazgeçtik. Sonunda arabalara binebildiğimizde hüznüme bir de yorgunluk eklendi. Ses yorgunluğu değil, beden ve mimik yorgunluğu. Eve gidip sosyal medya hesabımı kapatma planları yapıyordum hatta.

Bu kez Yaprak, Duha Abilerin arabaya geçmiş, onun yerine Diyar bizim arabaya gelmişti.

"Boğazım ağrıyor." dedim torpidodaki sıcaktan çiş gibi olmuş suyu içerken. Ancak başka seçeneğim yoktu.

Nazif de ellerini salladı. "Benim de bileklerim. Hayatımda bu kadar yorulduğum başka bir gün yoktu yemin ederim."

Gözde "Neyse ki Caner Abi de bunun farkında da size üç günlük ücret ödeyeceğini söyledi." dediğinde ben "Ben istemiyorum. Benimkini sen al" dedim Gözde'ye. Gözlerini irice açıp "Saçmalama! Ne alaka?" dediğinde güldüm. Ben bir şey diyemeden Derya "Benimkini de sen al Gözde." dedi.

Gülüp "Hıh işte tamam. Babam önümüzdeki hafta başına kadar sana iş ayarlayacak zaten. O zamana kadar seni idare eder bu para. Bir daha gidip kasiyerlik yapma iki üç gün için." dedim.

"İstemiyorum. Benim param var." diye diretince elimdeki şişeyi arkama fırlattım. Hedefimde o olsa da şişe Diyar'ın omzuna geldi. Arsızca gülüp "Özür dilerim." dediğimde bana onaylamaz bakışlar atsa da çok kızmamıştı.

"Kim paran yok dedi Gözde? O kadar geldin, bize menajerlik yaptın. Beni sen ikna ettin. Yani en çok sen ikna ettin. Hakkın o para senin."

"E Caner Abi de söyledi ama ben kabul etmedim." eediğinde gözlerimi devirdim. "Senin şu gereksiz iyiliklerin ve nezaketin beni öldürecek Gözde. Ben istemiyorum o parayı. Almayacaksan çöpe at." dedim.

Gözlerini devirdi.

"Hem ben apar topar Ordu'ya döndüğümde eşyalarımı sen çıkardın evden. Onun da masrafları vardı. Borcum bu benim."

"Ya salak salak konuşma! Ne borcu?" deyince "Sensin salak. Kocamın yanında deme öyle şeyler." dediğimde hepimiz güldük. Ancak kocam beni dert sahibi etmişti ya da bu derdi kendi başıma ben açmıştım.

Bu son şarkı bana hiç iyi gelmemişti. Sanki direnen son kalem de yıkılmak üzereydi artık. Yıkılırsa üzerime yıkılacağını biliyordum.

"Eve gidelim, biraz uyursun." dedi Derya kırık bir sesle. Bu kırıklık yorgunluktan mıydı yoksa uzaklıktan mı bilmiyorum ama Derya'ya olan hislerimi fark etmediğim o muhteşem anlaştığımız dönemlere dönmek istiyordum.

Yokmuş gibi davranmak senin işin Asu-de... Yap gitsin...

İç sesime göre dünya çok kolay bir yerdi sanırım. Yokmuş gibi yapmanın zor olmasının yanında ne kadar gurur kırıcı olduğunu hisseden o değil, bendim. O boş işler müdürü gibi olur olmaz konularda konuşmaktan başka bir şey yapmıyordu tabi...

"Çocuklar yarın gidiyor." dedim. "Biraz onlarla vakit geçirmek istiyorum."

Başıyla onayladı. "Sen bilirsin."

Yayla evine geldiğimizde ortam geçen seferkinden daha farklıydı çünkü daha kalabalıktık ve Çiçek Hanım bile vardı. Israr etsek de Onur, Atilla Bey ve Tolga Bey gelmemişlerdi. Çünkü hava zaten kararmıştı ve yol uzundu. Gelseler de çok duramayacaklardı.

Saat geciktiği için hiç durmamış hemen mangallık malzemeleri hazırlamaya başlamıştık. Dursun Amca, etleri ve sucukları alıp mangalın başına geçerken biz de salata ve mezeleri hazırlıyorduk. İçecekleri unuttuğumuz için Duha Abi ve Nazif aşağıdaki büfeden içecek almaya gitmişti. Aslında ayranımız vardı da gazlı içecek talebi çoktu.

Hava kararınca hafif bir esinti başladı ve bizimkiler buna alışık olmadıkları için bir tık üşüdüler. Bu yüzden biz Derya ile ateşi yaktık. Düğünden geldiğimizden beri modum öncesine göre daha düşüktü çünkü ciddi anlamda dayanamıyordum bu zulme artık. Derya'ya bakarken içimde inanılmaz güçlü ve önüne engeller koyamadığım bir his peyda oluyordu. Ona sarılmak istiyordum. Sarılıp saatlerce ağlamak ve beni sevmesi için yalvarmak... Bunu düşünmek beni mahvediyordu.

Daha fazla dayanamayacağımı anladığım noktada elimdeki çitaları kenara atıp "Ben birazdan gelirim." diyerek yanından geçtiğimde hiçbir şey demesine fırsat vermeden yanından uzaklaşıp arka tarafa, bostanlığa doğru yürüdüm. Yeterince uzaklaşıp gözden kaybolduğuma kanaat getirince de bulduğum bir ağacın dibine çöküp gözyaşlarımı serbest bıraktım. Hoş gözyaşlarım benden pek izin almıyorlardı zira arkamı döner dönmez biri atmıştı kendini göz pınarlarımdan. Sesimi çıkarmadan içimdekileri boşaltmak niyetiyle ağlarken adım sesleri duyunca panikle yüzümü silmeye başladım ama Diyar'ın sesini duyunca bunu yapmayı kestim. "Gördüm zaten boşuna canını yakma. Sertçe silince kurumaz o yaşlar."

"Gider misin?" diye sordum yüzüne bakmadan ama o aksine gelip yanımda bağdaş kurarak oturdu.

"Gidemem. Biz senin misafiriniz ama sen yoksun. O insanlar bize yabancı Asu. Biz seni görmek için buradayız."

Haklıydı. Başımı salladım, onu onaylarcasına. "Özür dilerim. Birazdan geleceğim ama şimdi lütfen git."

İç çekti. "Sen eskiden böyle değildin. Bizi hiç kovmazdın... Hoş eskiden hiç ağlamazdın da sen..."

Acıyla gülümsedim. Eskiden... Sadece iki ay öncesi...

"Sorun ne Asu? Çok mutsuz duruyorsun. Derya ile bir sorunun var desem... Diyemem."

İç çektim. "Neden diyemezsin?" diye sordum merakla.

Omuz silkti. "Ona bakarken gözlerinin içi gülüyor çünkü."

Kahrımdan öldüğümü hissediyorum ama ben... Onu ne yapacağız?

Diyar gözlerimin içine bakarken gözlerinde binlerce soru işareti vardı. Diyar bizim için her zaman bir aile reisi, sorunlarımızın baş düşmanı, analiz uzmanı ve Güzin Abi olmuştu. Aslında anlaşmamıza aykırı ama şu an ben bu hisleri içimde daha fazla tutamıyordum.

"Ama onun gözleri beni görmüyor." dedim ve hemen ardından ciddi ciddi küçük bir çocuk gibi hıçkırarak ağlamaya başladım. Gözyaşlarımı bile çok nadir gören Diyar bu halime elbette şok oldu ve ne yapacağını bilemedi önce. Ben sakinleşene kadar beni çocuk gibi pışpışladı. Geri çekildiğimde "O ne demek Asu?" diye sordu. "Seni aldattığını mı düşünüyorsun?"

Başımı iki yana salladım ve derin bir nefes aldım. Tam konuşacakken yeniden ağlama krizine giresim tuttuğu için "Ben bir bok yedim Diyar." deyip yeniden ağlamaya başladım. Küfür etmeme bir gülecek gibi olsa da yeniden beni sakinleştirmek için sırtıma yavaşça dokunmaya başladı.

Beş altı dakika sonra derin bir iç çekip hıçkırdım. Sonra da burnumu çekip "Anlatacağım ama aramızda kalacak. Söz mü? Diğerlerine ya da başkasına söylemeyeceksin?" diye sordum. Başını salladı.

Yavaşça, tek tek başımızdan geçen her şeyi mümkün olduğunca Derya'yı savunarak ve tüm suçu kendi üstüme alarak Diyar'a anlattım. Sonra da ona âşık olduğumu ve bundan kurtulmam gerektiğini söyledim. Diyar'ın kızacağını sansam da oldukça anlayışlı bir tepki verdi.

"Yine tüm işlerini Asu'ca çözmüşsün, şaşırmadım." dedi gülümseyerek. "Yine battım o yüzden." dediğimde parmaklarının tersiyle gözyaşlarımı sildi.

"O Ferman denen şerefsiz inşallah bir gün karşıma çıkar Asu. Ağzını alnına monte etmezsem adım Diyar olmasın. Belki beyniyle ağzı birbirine yaklaşırsa daha mantıklı biri olur ya da ağzı kulaklarına yakın olunca ne dediğini daha net duyar. Şerefsiz."

Güldüm. "Bir sürü şey anlattım. Buna mı takıldın?"

Omuz silkti. "Bence anlattıkların arasındaki en önemli sorun buydu. Senin sorun dediklerini sen sorun ediyorsun."

Kaşlarımı çatıp kollarımı, katladığım dizlerimin üstüne koydum. Çenemi de kollarıma yasladım. "Nasıl yani?"

"Asu... Aşk dediğin başkalarını düşünerek yaşanmaz." Kaşlarım havalandı. "O ne demek?"

Diyar manidar bir gülüş kondurdu dudaklarına ama nedenini anlamadım. Maalesef o kadar başarılı değildim Diyar'ın ifadelerini okumakta... Uzun süren arkadaşlığımıza rağmen çünkü ben kötü bir arkadaştım. Her şeyde kötüydüm işin doğrusu...

"Yani gizemli bilmem kimi, Valeria mıdır nedir o kızı ya da Derya'nın hislerini umursama demek. En azından dene... Nasılsa o kız geldiğinde ayrılmayacak mısınız? Şansını denemiş olursun. Belki de Derya'nın aradığı biri değil de bir şeydir ve belki de o şey sende vardır."

Homurdandım. Anlamadığım şeyler söyleyip duruyordu.

"Sen mühendissin Diyar. Filozof değil. Daha yalın cümleler kur lütfen."

Güldü. "Sana git Derya'ya ilanı aşk et demiyorum. Edeceğini bilsem derim ama yapmazsın, tanıyorum seni!"

"Asla yapmam! Reddedeceği yüzde doksan dokuz kesinken hele!"

Gülümsedi. "Kaptan haklı Asude... Hayattaki ihtimaller, kararlar, olaylar senin kafandaki gibi değil. Bırak herkes kendi kararını versin. Derya da... Tamam, gidip 'Sana aşığım' deme. Ancak aşkını onunla doya doya yaşa. Elinde bunu yapabileceğin bir koz da var. O senin kocan. Seni öpmesi hoşuna gittiyse, ona bağırma mesela. Onunla en azından insanlara gösteriş yapma bahanesiyle temas kur ve en önemlisi bunları yaparken etiğini sorgulama. Eğer Derya'yı düşünüp, aşkını içine gömersen bir gün gömdüğün aşkın içinde çürür ve seni de çürütür. Hem bence Derya da sana boş değil. Bir erkek olarak söyleyebilirim ki gizemli kız mız bahane!"

Gülümsedim. Değildi. Derya, gerçekten o kızı bekliyordu. Bunu Valeria bile biliyordu hatta.

"Yapabilir miyim bilmiyorum." dedim dürüstçe. Diyar ayaklandı ve kalkmam için bana da elini uzattı. Elini tutup ayaklandım ve popomu silkeledim. Eve gelir gelmez pijamalarımızı giymiştik ve yorgunluğumun yüzde ellisini elbisem ve topuklularımla birlikte üstümden atmıştım.

"Yaparsın Asu yaparsın. Sen her şeyi yapabilirsin." dedi güven verici bir sesle. Gülümsedim.

"Sen nereden biliyorsun böyle şeyleri? Mühendislik kampüsünde az kız var ama birine gönlünü mü kaptırdın yine de?" diye sorduğumda Diyar ağır duruşuna tezat bir kahkaha attı.

"Benim gönlüm öyle her gülene kapılmaz Asu'cum. Her derste uyumuyoruz, bazen de kitap okuyoruz. Ot gelip saman gitmiyoruz yani şu dünyadan."

Koluna girip "Tamam ya kızma! Şaka yaptım." dedim. "Neyse, şu dünyada senden aşk tavsiyesi almadan gittim demem artık."

Tebessüm etti. "Sen yeter ki aşka inan. Ben sana ne tavsiyeler veririm. Seni aşka inandıran adamı da tavlamana yardım ederim."

Güldüm. Diyar'dan asla duymadığım kelimelerdi bunlar.

"Sağ ol Diyar. İyi ki varsın..."

"Sen de Asu sen de..."

⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓

Diyar'la döndüğümüzde sofra kurulmaya yeni başlanıyordu. Kızlara yardıma giderken mangalın başındaki Murat Abi'ye baktım. Sonra etleri tepsiyle ona taşıyan Duha Abi'ye... Dursun Amca yorulmuş olacak ki geçip kenarda oturmuştu. Derya ile yakmaya başladığımız ateş de yanıyordu ama Derya ortalıkta görünmüyordu. Onun yerinde de Nazif vardı. "Derya nerede?" diye sordum Nilay'a. Tam ağzını açıp bir şey söyleyecekti ki ondan önce Mina "Bak geliyor Asude Yenge." diyerek işaret parmağıyla arkamda bir noktayı gösterdi. Başımı çevirdiğimde Derya ile göz göze geldik. Nereden geliyordu bu?

Ben ona soru dolu gözlerle bakarken o bakışlarını üzerimden çekti. Harika! Gerçekten Diyar haklıydı. Ben her şeyi yapabilirdim. Etrafına gülücükler saçan Kaptan'ı somurtkan biri bile yapmıştım. Her şeyi yapardım da yaptıklarımı nasıl geri alırdım?

Sofrayı kurduğumuzda pişen etleri tepsiye koyup diğer tepsideki çiğ etleri mangala dizen Murat Abi ve Duha Abi de pişen etlerle masaya gelmişti. Derya ile yan yana oturuyorduk tabi ki ama sanki ikimizin de ruhu masada değil gibiydi. Ancak her neredeyse ruhlarımız orada da yan yana değiller gibiydi. Diğer yanımda oturan Diyar kulağıma eğildi ve "Derya'nın tabağını hazırlayarak küçük bir jest yapabilirsin." diye fısıldadı. Kaşlarım havalandığında bunu neden yapayım diye sorguluyordum ve Diyar'ın bakışları da ısrar içeriyordu ama önüme bırakılan tabakla bakışlarımızla yaptığımız münakaşayı sonlandırıp başımı önce önümdeki içinde et olan tabağa ardından bırakan kişiye yani Derya'ya çevirdim.

Ben nedenini sorgularken o bu nezaketi gösteren taraftı. O yüzden seven taraf ben de olsam sanırım hiç şansım yoktu. Yani Diyar da git aşkını yaşa diyordu ama şimdi ben nasıl gidip aşkımı yaşayacaktım? Daha önce sevgilim varken bile aşkını yaşayamamış bir insandım ben.

İnsan derken de... Ne biliyim Asu-de, biraz ayıp olmuyor mu insanlara?

Sen de bir sus ya! Et var, et ye!

Derya'ya dönüp "Teşekkürler. Zahmet oldu." diyerek gülümsedim.

Odun diye fısıldayan iç sesimin ağzını et yiyerek kapattım.

"Olmadı." dedi gülümseyerek. "Sen benim karımsın." dediğinde herkes bunu duydu. Bu beni bir tık utandırdı. "Senin için yaptığım hiçbir şey zahmet olmaz bana."

Gülümsedim. Diyar'ın bana hisleri olduğunu düşündüğü için yapıyordu bunu. Diyar'a gerçekleri anlattığımı bilmediği için kendince ona sınır çiziyordu. Olsun, bu da bir şeydi. Önceki gün bizi yakın görünce sorun çıkartacağını sanmıştım ama öylece geçip gitmişti. Şimdi neden yine sınır çiziyordu bilmiyorum. Ancak bu yaptığının, söylediklerinin hoşuma gitmediğini söyleyemezdim ve bu yaptığı bana da cesaret vermişti. Ağzımdaki lokmayı çiğnerken bir yandan da lavaş ekmeği alıp içine et koydum. Normalde Karadeniz'de mangalda balık daha çok tercih edilirdi ama Nazif de Gözde de balık sevmezlerdi. Hele hamsiyi Gözde ağzına bile koymazdı. O yüzden et ve tavuk mangal yapmıştık. Tabi en son bir de sucuklar vardı.

Biraz yeşillik ve domates de koyduğum lavaşı sarıp Derya'ya uzattım. Dürümümün boyu var yok bir elim kadardı. Derya da gülümseyerek elimden aldı ve eğilip başını boynuma koydu ama öpmedi. Artık öpmediğini unuttuğum için bir an heyecanlansam da hayal kırıklığıyla gülümsememi korumaya çalıştım. Ancak dışarıdan bakanlar için Derya benim boynumu öpmüş gibi görünüyordu muhtemelen. "Ellerine sağlık." dedi Dürümü göstererek. Ben de genişçe gülümseyip "Afiyet olsun." dedim. Birden önüme uzatılan dürüme baktığımda anlayamadan Derya'ya baktım.

"İlk ısırığı sen alırsan tadı daha güzel olur." dedi. Kalbim hızlanırken bakışlarımı Diyar'a çevirdim. Yemeğini yiyordu bana bakıp gülümsedi. Herkes bize bakarken utandığımı çok belli etmeyerek eğilip bir ısırık aldım. Sonra şakaya vurdum. "Tabi köşeler boş ekmek diye değil mi?" diye sorduğumda herkes güldü şakama. Derya da gülüp "Tüh yakalandım mı ya?" dedi. Gözde, Diyar'ın arkasından eğilip beni dürtünce ona baktım. Heyecanla parlayan gözlerini gözlerime dikip "Asu seni bir gün böyle göreceğimi söyleseler gülme krizine girerdim. Şu haline bak resmen aşk yuvan var." diye fısıldadı. Diyar da ne kadar gerildiğimi anlamış olacak ki "Yemeğini ye Gözde! Ayıp toplum içinde fısıldaşmak." diyerek onu azarladı. Gözde homurdanırken ben minnetle gülümseyip önüme döndüm.

Yemek bittiğinde yine el birliğiyle sofrayı kaldırıp ateş başında sohbet ettik. Gözde yine boşboğazlık yapıp üniversite anılarımızı anlattı. Tabi ki duydukları şeyler herkesi şaşırttı çünkü onların gözünde öyle bir imajım yoktu.

Mesela kırk yıl geçse kayınbabam benim sokakta şarkı söyleyip para kazanırken zabıtalardan kaçtığımı düşünmezdi ama sağ olsun arkadaşım, hatta Nazif'i de es geçemem arkadaşlarım sağ olsun artık torbacılık yaptığımdan bile şüphe edebilir duruma gelmişlerdi.

Hayır tamam onu söylediniz de neden dövdüğüm adamlardan bahsediyorsunuz? Hak etmiş ki dövmüşüm tamam ama yine de insanlar kayın ailesinin bunu bilmesini haklı olarak istemeyebilir. Dost musunuz düşman mı?

Ya da konu nasıl ev kiralamak için Diyar ile evli taklidi yaptığımız ve sahte nikâh cüzdanı yaptığımıza geldi. Burada bir avukat vardı ve bizi sahtecilikten şikâyet edebilirdi. Her şey de her yerde söylenmemeliydi ya!

Zaten orada bir ara sessizlik oldu. Derya'nın bir rengi gitti ama ben "Şakacıktan." deyip durarak konuyu kurtarmaya çalıştım ama bakalım, nasip...

Hayır, bekâr bir kız öğrenciye öyle kolay kolay ev vermiyorlardı biz ne yapalım? Hem zaten emlakçı anladı bir şeyler karıştırdığımızı o yüzden evi de tutamadık.

Derya'nın bana baktığını hissettiğim bir an bakışlarımı ona çevirdiğimde gözlerinde belirsiz bir ifade vardı. Gülümsemeye çalışıp bakışlarımı kaçırdım. Bir şey de demedi o andan sonra.

Gece yarısına kadar sohbet ettik ve herkes odalara dağıldı. Mehpare babaanne, Yaprak ve Gözde, Yaprak'ın odasında Nazif ve Diyar ise Mehpare babaannenin odasında kalırken diğer herkes kendi odasına geçti. Tek katlı olsa da oldukça büyük bir evdi yayla evi.

Sabahın erken saatlerinde kalkıp açık havada güzel bir köy kahvaltısı yaptıktan sonra Derya ile yayla turuna çıktık. Düğünümüzde fotoğraf çektirdiğimiz yerlere bu kez gezme amacıyla gittik. Mina da bu sürede Peynir ile oynadığı için evde kaldı. Bizimle sadece Yaprak gelmişti. Diğer herkes çaya gitmiş, Melike ve Nilay da evde çocuklarla ve Mehpare babaanne ile kalmıştı.

Akşamüzeri Rize'ye dönmek için yola çıktık. Eve gelir gelmez bizimkiler hazırlandı. Son kez akşam yemeği yedik, çay içip sohbet ettik ve sonunda ayrılık vakti geldi.

Yine ben ve Derya onları havaalanına götürdük. Uçağa binerlerken Diyar'a sarıldığımda kulağıma "Seni ilk defa bu kadar canlı gördüm. Eğer aşkının peşine düşmezsen seninle konuşmam Asu. Vazgeçersen hayal kırıklığına uğrarım." diye fısıldadı kulağıma. Ne yapacağımı bilmiyordum ama yine de başımla onayladım. Yanağımı öptü ve geri çekildi. Diğerleri ile de vedalaştım ve sonunda uçağa bindiler. Onlar gözden kaybolunca gözlerim yaşardı. Derya onların gidişine üzüldüğümü düşünse de bundan ziyade ne yapacağımı bilemememe ağlıyordum ben. Derya elini omzuma koydu ve destek olur gibi "Az kaldı." dedi yumuşak bir sesle. "İstanbul'a gideceğiz."

Başımla onayladım. Arkadaşlarım için ağladığımı sanması işime gelirdi benim de...

Yol boyunca sessizdik. Ben kara kara düşünüp işin içinden çıkamazken o benim bu halime anlayış göstermiş ve sessizliği sürdürmüştü.

Eve geldiğimizde herkes odasına çekildiği için biz de odaya geçtik. Ben direkt pijamalarımı alarak banyoya girip elimi yüzümü yıkadım ve dişlerimi fırçaladım. Odaya döndüğümde Derya da üstünü değiştirmişti. Ben çıkınca o girdi banyoya. Güneşin altında çok gezdiğimiz için cildim baya kızarmıştı. Güneş kremimi değiştirmem gerekiyordu. Hassas bir cildiniz varsa Karadeniz güneşi bile sizi delip geçiyordu. Yüzüme nemlendirici sürdüm ve yatağa girdim. Telefonu elime aldığımda Derya da odaya gelmişti.

Düğünden sonra telefonun internetini hiç açmamıştım. Bu yüzden internetimi açtığımda telefonum bir süre bildirim bombardımanına tutuldu. Zaten sabah babam arayıp söylemişti her tarafta videolarımızın olduğunu ama bu kadarını ben de beklemiyordum açıkçası. Saçma bir şekilde takipçi sayım bir gecede 22 bin kişi artmıştı. Kapatmaya karar vermiştim ama insanın da bir aklı çelinmiyor değildi. Mesajlarımı kapattığım için sadece 36 mesajım vardı o da takipleştiğim eş dost akrabadandı muhtemelen. Bir göz gezdirip baktığımda önemli bir şey göremediğim için etiketlere baktım burada yüzlerce gönderi vardı.

"Bu insanlar çıldırmış." dedim gülerek. Derya yatağa girerken kaşlarını kaldırdı. "Neden?"

Telefonu ona çevirdiğimde elimden alıp bir süre inceledi ve onun da yüzünde küçük bir tebessüm oluştu.

"Ben de mi açsam hesabımı?" diye sordu kaşlarını kaldırarak. Bu kez benim kaşlarım da havalandı. "Ben de kapatmayı düşünüyordum tam." dediğimde güldü. "Ne oldu ün şöhret zor mu geldi?" diye sorduğunda başımla onayladım.

"İlk başta ne yalan söyleyeyim baya hoşuma gidiyordu ama doğrusu hiç bana uygun şeyler değil. Müziği sevdiğim için yapıyorum. Ancak bu şekilde bana dayatılıyormuş gibi hissediyorum ve ben mecbur hissettiğim hiçbir şeyi yapmayı sevmem."

Yüzündeki gülümseme kırıldı. Ancak hâlâ izlerini taşıyordu ifadesinde. "Bu evlilik de sana öyle hissettiriyor olmalı." dedi. Bu uzaklığımı, tavırlarımı buna yormuş olmalıydı. Cevap vermedim. İnkâr etsem verecek başka bir cevabım yoktu.

Cevabın var da cesaretin yok Asu-de.

"Şimdi ben hesabımı kapatırsam sen açarsan kesin 'Ne yapıyor bu ruh hastaları, amaçları ne?' derler. Sen aç, ben bir iki ay sonra kapatırım." dedim konuyu geçiştirerek. Bir süre sessiz kalsa da "Boş ver. Kafam böyle çok rahat." dedi sessizliği bölerek. "Sen de istersen kapat. Ünlü olmayı biz istemedik ki sorumluluklarımız olsun."

Hem biz gerçek bir çift bile değildik. Bir kişi... Adı sanı namı belli olmayan bir kıza bağlıydı akıbetimiz. O gelirse ben yok olacaktım. O yüzden insanların bizi unutması en iyisiydi. Telefonumdan notlar kısmına girip gerekli açıklamayı yazdım.

'Herkese merhaba...

Bugün çok güzel bir gündü. Gelen, gelemeyip ruhuyla bizim yanımızda olan herkese çok teşekkür ederiz. Biz kendi çapımızda sevdiğimiz şeyleri yapan ama asıl meslekleri şarkı söylemek olmayan bir çiftiz. Kendi adıma konuşacak olursam ben üniversite okurken sırf babamdan gizli, kendime istediğim hayatı kurmak istediğim için para kazanmak amacıyla şarkı söylüyordum Caner Abi'nin yanında. Sağ olsun o bana ve ekibime hep destek oldu. Bir patrondan ziyade bir abi oldu bize. Derya ile orada tanışmadık biz aslında. Evet, o benden önce orada çalışıyormuş ama her şey sadece bir tesadüf. Kader bizi bir araya getirmek istemiş...

Lafı fazla da uzatmak istemiyorum. Söylemek istediğim şey şu. Ben hayatımın her döneminde zevk aldığım için şarkı söylemeye devam ettim. Bundan sonra da öyle olacak. Aynı şekilde Derya da öyle... Biz kendi akışımızda giderken yollarımız kesişti ve evlendik. Günün birinde ünlü olacağımı, hele ki kocamla birlikte gündemlere düşeceğimi düşünemezdim. Bunu arzu da etmiyordum işin doğrusu. Bugün de anladım ki ben bu hayata ünlü olmak ya da kitlelere hitap etmek için gelmemişim. Ben kendimle ve küçük çevremle çok mutluymuşum.

Şimdi ünlü oldu, şımardı, bir tarafları kalktı demeyin üzülürüm. Tamam zaman zaman burnum kaf dağında gezse de çok da şımarmadım. Sizinle geçirdiğim süreçte çok mutlu oldum ama yoruldum da... Ve endişe... Endişelerim çoğaldı. Göz önünde oldukça daha fazla düşünmeye ve kısıtlanmaya başladım. Ben özgür ruhlu biriyim. Karnım aç olsa da kimsenin himayesinde olmayayım isterim.

İşte bu yüzden, ben bu günden sonra sosyal hesaplarımı kapatıyorum ve kendi mütevazı hayatıma dönüyorum. Bilmiyorum, belki bir gün dönmek isterim ama o gün bu kadar yoğun bir sevgi seli olmaz. Bu benim için daha iyi olur. Çünkü her şeyin olduğu gibi sevginin de fazlasının zarar verdiğini öğrendim. Buna rağmen hepinizi çok seviyorum. En çok kendinizi sevin ve bu hayattaki en önemli şeyin başkaları değil kendiniz ve aileniz olduğunu bilin.

Belki günün birinde Beyoğlu sokaklarında, Galata'nın önünde güzel bir şarkıyla görüşmek üzere...'

(Bu mesajı görenler ekran görüntüsü alıp son bir kez bizi gündeme sokarsa herkes sebeplerimizi öğrenir. Çünkü sabah ben hesapları kapatacağım.)

Notlarıma yazdığım mektubun ekran görüntüsünü alıp hem Twitter'da hem de İnstagram durumunda paylaştım ve telefonumun internetini kapatıp telefonu komodinin üstüne bıraktım.

"Sabah kapatıyorum ben de hesapları." dedim bir tıp dergisi okuyan Derya'ya. Ben asla bir hukuk dergisi okumamıştım. Okur muydum? Sanmıyorum. O yüzden o işinde başarılı bir doktorken ben hukuk bürosunda sekreterlik yapan bir avukattım zaten.

"Nasıl mutlu olacaksan öyle yaşa Asude." dedi ve gülümsedi. Keşke senin kadar kendime güvensem bu konuda Kaptan. Sen birkaç saniye gördüğün kızın evli de olsa senin kaderin olabileceğine inanacak kadar kendine güveniyorsun ama ben sana duygularımı açacak kadar kendime güvenmiyorum. Belki de ben seni hak etmiyorum.

Düşüncelerim moralimi daha da bozarken Derya'ya iyi geceler dileyip arkamı dönüp gözlerimi kapattım. Keşke hislerimi hiç fark etmeseydim. Hadi fark ettim diyelim, niye kabul ediyorum hemen? İki üç ay inkâr et işte! Hemen kabul ettin!

Bana mı diyorsun Asu-de?

Sana diyorum. Zaten ortalığı hep sen karıştırdın. Kaptan da Kaptan. Derya da Derya diyerek!

Sana da iyilik yaramıyor. Gözünü açtık!

Çok açıldı gözüm! Yerinden fırlayacak sayende!

Kendi içimdeki çatışma bir süre sonra uğultular haline gelmeye başladı. Kendimle savaşırken bir anda kendimi bir düğün salonunda bulduğumda şaşkınlıkla etrafa bakındım.

Çok kalabalıktı. Belki de binlerce kişi vardı. Bir düğünden ziyade bir konser havası vardı ama içten içe bunun bir düğün olduğunu biliyordum nedense. Kendi üstüme baktığımda üstümde bir gelinlik olduğunu gördüm ama nefes nefeseydim. Bir yere yetişmeye çalışıyordum.

Muhtemelen nikâhıma...

Kalabalığın arasına girdikçe debeleniyor, nefesim kesiliyordu ama ilerlemeye devam etmek zorunda olduğumu biliyordum.

Gözlerim tandık bir yüz, tanıdık bir ses arıyor olsa da binlerce yüz ve binlerce ses arasında bunu yapmak pek kolay olmuyordu tabi.

Sonra biri kolumdan tutuyor. Önce irkiliyorum ama onun Diyar olduğunu görünce rahatlıyorum.

"Diyar." diyorum yalvararak "Derya'yı kaybettim Yok hiçbir yerde."

Diyar bana üzgün bir şekilde bakıyor. "Sana vazgeçme, pes etme dedim." diyor ve bir yere bakıyor. Bakışlarımı baktığı yöne çevirdiğimde sadece kalabalık görüyorum. Herkes heyecanla hoplayıp zıplıyor, bir çeşit dans ediyor gibi ama bir şey görmüyorum ve ilerlemeye devam ediyorum. Yine debelenerek, hatta ezilme tehlikesi geçirerek ilerlerken nefesim yetmiyor ve bir yerde duraksıyorum. O sırada biri omzuma dokunuyor ve arkamı döndüğümde varlığını bile unuttuğum bir yüz ile karşılaşıyorum. Ferman... Yine yüzünde o iğrenç gülümsemesi var ve eli yüzüme yanaşırken yüzümü geri çekiyorum. Kahkaha atıyor. İğrenç kahkahası bir zehirmiş gibi karnımı ağrıtıyor ve yüzümü buruşturuyorum.

"Senin ne işin var burada? Derya nerede?" diye soruyorum sesimi duyurmak için bağırarak ama çenem ağrıyor bu sefer.

Yine gülmeye başlıyor ve "Artık Derya yok. Ben varım." diyor. "Artık benim dudaklarımı öpeceksin sadece."

İğrenir gibi yüzümü buruşturuyorum ama zaten kusmama ramak kalmış gibi.

"Asla." diyerek inkâr ediyorum. "Asla seni öpmem. Ben Derya'dan başkasını öpmem!" diye bağırıyorum.

O sırada biri kolumdan tutup beni çekiştiriyor. Sürüklenirken beni kimin sürüklediğini görmek için kafamı çevirdiğimde Melike "Hadi Asude! Geç kalacağız" diye bağırıyor.

"Neye geç kalacağız?" diye sorduğumda gülümsüyor.

"Nikâh başlayacak birazdan Derya seni bekliyor."

Heyecanlanıyorum ve sanki kanatlarım varmış gibi süzülüyorum. Sonunda konser sahnesi gibi bir platforma geldiğimizde gözlerim etrafı tarıyor. Derya bana bakıp el salladığında ben de gülümseyip ona el sallıyorum. Ona doğru hızlı adımlarla ilerlerken yanında, arkası bana dönük oturan kişiye çeviriyorum bakışlarımı ve adımlarım önce yavaşlıyor sonra tamamen duruyor.

Yanındaki kişi bir kız ve kıvırcık saçları var ama arkası bana dönük.

"Bu o mu?" diye sorduğumda Derya hevesle başını sallıyor.

"Geldi Asude. Sana gelecek demiştim. Geldi." diyor heyecanla yanındaki kıza bakarken.

O sırada kendime bakıyorum. Üstümdeki gelinliğe. "Ben peki? Ben ne olacağım?" diye sorduğumda genişçe gülüyor Kaptan ve "Üstündekileri ona ver. Artık benim karım o olacak. Sen de bizim nikâh şahidimiz ol." diyor neşeyle. Nevrim dönüyor. Kalbim duruyor o an sanki.

Kaşlarım çatılırken avuçlarım üstümdeki gelinliğin eteğini sıkıca kavrıyor ve kaşlarım usulca çatılırken "Beni bırakıyor musun?" diye soruyorum. Derya yine alaycı bir kahkaha atıp beni daha fazla yerin dibine sokuyor. "Biz yalandık Asude. Biz seninle hiç gerçek olmadık ki!" diyor yine kınayan bir sesle.

Çok geç biliyorum ama itiraf ediyorum. "Ama ben seni seviyorum."

Bakışlarını yanındaki, sadece saçlarını görebildiğim kıza çeviriyor. "Ama ben onu seviyorum."

Yere çöküyorum ve ağlayarak üstümdeki gelinliği parçalıyorum. Eğer benim olmayacaksa onun da olmayacak diye düşünüyorum sanırım. O sırada Derya bana sesleniyor.

"Asude!"

Bağırıyorum ve daha çok ağlıyorum. "Asude!"

İç çektiğimde yanaklarımda bir sıcaklık hissediyorum ve kokusu burnuma geliyor. "Sakin ol." dediğini duyduğumda bakışlarımı ona kaldırıp ağlarken kapattığım gözlerimi aralıyorum ama bir anda tüm gürültü kesiliyor çünkü aslında rüya görüyormuşum... Hayır, kâbus!

"Sakin ol." diye fısıldadı Derya yanağımı okşarken. Sanırım gözyaşlarımı siliyordu.

"Kâbustu ve uyandın. Geçti. Ben buradayım." diyerek beni bıraktı ve kendi tarafındaki komodinin üstündeki suyu bardağa doldurup bana içirdi.

"Ne gördün? Hayır deyip ağladın sürekli."

Derya'nın sorduğu soruya cevap vermedim. Sadece bardağı dudaklarımdan çekince bakışlarımı gözlerine kilitledim ve "Seni öpebilir miyim?" diye sordum.

O bir cevap beklerken kurduğum alakasız cümle elbette onu afallattı. Daha fazla cevap bekleyemeyeceğimi hissedince dudaklarımızı birleştirdim ve alt dudağını bir kez emip geri çekildim. Tepkisini beklercesine yüzüne baktığımda "Ama neden-" diye soracak oldu. Başımı iki yana salladım. "Lütfen konuşma" dedim, hatta adeta yalvardım. Başıyla onayladığında yeniden onu öpmek için ona yanaştım ama başını hafifçe geri çekti. Utançla yüzüne baktığımda başını iki yana sallayıp "Sen öptün." dedi doğrular gibi. "Yarın sabah bana kızıp küsemezsin."

Başımla onayladım. "Ama sen de asla sebebini soramazsın" dediğimde bir süre öylece birbirimize baktık. Sonunda başıyla onaylayınca dudaklarımızı aynı anda birleştirdik.

Bu bizim üçüncü öpücüğümüzdü aslında ama ilk kez dudaklarında nefeslendiğimi hissettim. Yarınımı düşünmedim. Düşünürsem batacağımı bildiğimden.

Bu gece vardı. Bu gece sadece biz vardık.

⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓

Vay be...

Düzenlerken nefesim daraldı. Ne bölümdü değil mi? Yorumlarınızı bekliyorum. Hikayeyi arkadaşlarınıza önerirseniz finalden sonra kaldırılacağınız söylemeyi unutmayın :)

 

Bölüm : 04.12.2024 19:55 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...