27. Bölüm

⚓27. Bölüm⚓

Büş Bckr
busbckr

İyi okumalar

⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓

27. Bölüm

Bölüm Şarkıları:
Fatma Turgut- İlkbaharda Kıyamet
Berkay Altunyay- Bir Bilsem
Şekersiz- Evren Güzeli

Çocukken oyun kurucu hep ben olurdum. Çok fazla oynar, herkesi de yönlendirebilirdim. Çoğu zaman da oyunlarımız uzun sürer ve herkes oyundan memnun ve mutlu ayrılırdı. Çünkü insan bu yüzden oyunları severdi. Oyunlar insana mutluluk verirdi. Ancak ben oyunlarımı kuzenlerimle oynayamıyordum. Onların çoğundan yaşça küçük olduğum için zaten oyun kurmam söz konusu bile olmuyordu ama onların kurdukları oyunlar da asla kendilerinden başka kimseyi memnun etmiyordu. Kuzenlerimi sevmiyordum, onlarla oyun oynamayı da sevmiyordum. Beni hep itip kakıyorlar, öteliyor ve dolandırıyorlardı. Ben babamdan para alıp misket alıyordum onların zoruyla ama onlar hep benden ütüyorlardı o misketleri. Hile ve hurdayla... Babaları onlara çok fazla para vermezdi ama ben evin tek çocuğu ve babasının prensesi bir kız çocuğu olduğum için hep beni para istemeye ve onların istedikleri şeyleri almaya zorlarlardı. Çünkü babam bana ne istersen isteyeyim kıyamazdı. Ya da ip atlarken yansalar da yandıklarına ikna olmayıp kolum kopana kadar ipi bana sallatıyorlardı. Biraz daha büyüdüğümüzde atariler çıktı. Yine sürekli bize gelip atarimi bozarlardı çünkü ilk atarilerini bozduktan sonra babaları ikincisini almıyordu. Ben istemesem de babam bana alıyordu çünkü benim adıma kuzenlerim istiyordu. 'Çok üzüldü, çok korktu' gibi yalanlar söyleyerek... Oysa ağlamamın sebebi bir türlü evlerine gitmemeleriydi. Atari bozulmadan önce ağlamaya başlamış oluyordum ve onlar da bunu biliyorlardı. Babama onları istemiyorum dediğimde de bana kızıyordu, o yüzden sessiz kalıyordum.

Biraz daha büyüdük bilgisayarlar çıktı. Aynı şey bunda da devam edecekken bilgisayarın kablolarını kestim. Üç ya da dört kez... İşte kendi illegal oyunlarımı kurmaya bu dönem başladım. 13-14 yaşlarımda. Dişimi çıkardığım ve hepsine s*ktir çektiğim yaşlarımdı. Çünkü 'Burama kadar geldi' dediğim noktaya gelmiştim. Evde de sorunlar başlamıştı, anne babaları, anne babamı, çocukları da beni çıldırtıyordu. Masum ve kullanılan Asude, bu yaşlarında herkesin arkasından kuyusunu kazıp ahını yerde bırakmamak adına illegal oyunlar kuran Asude'ye dönüştü.

Kuzenlerimden intikamımı, anneleri bana eziyet ettikten sonra sevgililerini, okuldan kaçmalarını, sigara içmelerini toplum içinde babalarına ispiyonlayarak aldım. Onlar beni zaten sevmezlerdi ama bu olaylardan sonra nefret etmeye başladılar. Neyse ki evime gelip kafamı ütülemiyorlardı artık ama onların evlerinde de huzur bozulduğu için dedem bunun hıncını benden ve annemden alarak işleri bambaşka bir çıkmaza sokuyordu. Bu noktada babam etkisiz kalmış ve köşesine çekilmişti ve annem boşanma kararını almıştı. Boşandıkları için babama kızgındım ama anneme hak veriyordum ve destekliyordum. O yüzden annemle Batum'a giderken en ufak bir tereddüt yaşamamıştım. Annemle zorlu bir mücadeleye girdiğimizi biliyordum. Annemin bir arkadaşı bize küçük bir ev ve anneme bulaşıkçılık işi bulmuştu. Zengin bir ev hanımlığından çaresiz bir bulaşıkçıya dönmek onu zorluyordu ve bana karşı mahcup hissettiğini biliyordum. Ben de çalışmak istedim. Küçük değildim 16 yaşındaydım. Bir kafede çalışabilirdim ama annem izin vermedi.

Zaten birkaç ay sonra evleneceğini söyledi. Bu haberi verdikten birkaç hafta sonra da müstakbel kocasının beni istemediğini ve babamın beni almak için geldiğini...

Anneme kızgın olma sebebim buydu. Ben fakir ve zor bir hayatı o cehenneme tercih ederdim ama annem beni o cehenneme geri gönderdi. Yeni, birkaç aylık bir adam için... Zenginlik için belki de...

Cehenneme geri dönmek beni illegal oyunları oynamaya zorlamıştı yeniden. İki hatta üç yıl sırf ders çalıştım. Bazen çalışıyormuş gibi göründüm yalnızca ama bir hedef bir amaç belirledikten sonra gerçekten çalıştım. Başardım ve kaçtım.

Bugün o oyunlar beni bugünüme getirmişti ve ilk kez eşli bir oyun başlatmıştım. Eşim Derya'ydı. Onunla iyi kötü, inişli çıkışlı ama sonuca baktığımızda başarılı bir oyun kurmuştuk. Ben bugün oyun kurallarından birini ihlal etmiştim ve bu önce beni sonra bizi mahvedecek bir şeydi. O yüzden oyun eşimin arkasından yeni bir oyun kurmak zorundaydım. Bu oyunun tek bir amacı vardı, duygularımı nötrlemek.

O yüzden tehlikeli sulara dönmüş ve günlerdir hem Derya'dan hem de annesi Çiçek Hanım'dan kaçarak bu oyunu başarıyla sürdürüyordum.

Eve Melike ile değil, işim olduğu bahanesini sunarak daha geç dönüyordum mesela. Derya'nın erken geldiği günler gece geç saatlere kadar salonda ya da mutfakta kızlarla takılıyor, Derya'nın geç geleceği günler erkenden yatıyordum. En azından yatıyormuş numarası yapıyordum. Mümkün olan en az seviyede tutuyordum iletişimimizi.

Derya bir yere kadar bu tavrımı kırmak istemişse de o yerden sonra o da benden uzak durmaya başlamıştı. Ve bu canımı sıkıyordu. Canımı sıktığı gibi hiçbir şey yapamıyordum.

Bir de başka bir haltlar daha yemeye başlamıştım ki onu hiç sormayın...

Esaslı bir uğraşa girip stalk yaparak 'Gizemli Kız' olma potansiyeli gösteren ve çoğunluğu kıvırcık saçlı olan tüm kızlardan bir liste yapıyordum. Bu kızlar ya İstanbul'da yaşıyor ya da hayatının belli bir döneminde İstanbul'da bulunmuş şu an 23-30 yaşlarında olan kızlardan oluşuyordu. Tabi bu listeyi telefonumun notlarında tutuyor ve kati suretle Derya'ya bundan bahsetmiyordum. 100 kız bulunca bunu Derya'ya sunacaktım. Düşük bir ihtimaldi ama bir yerden başlamak gerekiyordu.

Siyah saçlı, beyaz tenli, kıvırcık bir kız. Bistro'ya girebildiğine göre 18 yaşından büyük. İmkânsız değildi. En azından sosyal medya kullanıyorsa.

Niye mi arıyordum? Derya'dan ümidimi kesebilmek için. Eğer ben Derya'ya bağlandığımda o kız bir yerden karşısına çıkarsa bunu kaldırabileceğim konusunda kendime güvenmiyordum. Aşk vardı ve ben âşık olmuştum, tamam! Ama bence hâlâ kontrol edilebilirdi.

Telefonum çaldığında İnstagram'ı arka plandan kapatıp Gözde'nin aramasını cevapladım.

"Bebeğim..." dedim biraz da yağ çekmek amacıyla ama elbette Gözde bunu yemedi. "Kes kes kes! Nankör köpek seni!"

Güldüm. Yüzünü buruşturduğunu ama buna rağmen güldüğünü sanki görebiliyordum.

"İşe girdim!" dedim birden bire aklıma gelen bahaneyle. Bu onu bir süre sustururdu.

"Ne?" diye bir şaşkınlık nidası geldi ahizeden ama sonraki cümlesini asla beklemiyordum. "Kocanın gemisi var ama sen işe mi girdin? Hangi zincir marketin kasiyerisin peki?"

Gülerek, -o görmese de- gözlerimi devirdim. "Üf Gözde! Ne kasiyerliği, aslanlar gibi mesleğim dururken?"

Bir süre ahizeden ses gelmedi. Duraksadı Gözde. "Avukatlık yapamazsın ki? Ruhsatın yok daha?" dediğinde gururla "Ben yaparım." Dedim. "Sen beni daha tanıyamamışsın."

Şoka giren arkadaşımdan ses çıkmayınca güldüm. "Ya kızım saçmalama tabi ki yapamam! Melike'nin çalıştığı büroda sekreterlik yapıyorum, aynı zamanda iş öğreniyorum." Diye açıkladım. "Haaa! Kızım öyle desene! Neyse tamam iyi yapıyorsun. Ben de baktım birkaç mimarlık ofisine ama staj muamelesi yapacaklarını falan ima ettikleri için ben de asgari ücretle kasiyerlik yapıyorum. O yüzden sen söyleyince seni de öyle sandım sanırım."

"Yaa... Dur ben babama bir sorayım, onun çevresi geniştir. Belki sana bir iş bulabiliriz."

"Sağ ol ya, hiç zahmet verme, ben bakınırım biraz daha."

Gözlerimi devirdim. "Saçmalama kızım ya! Ne zahmet olacak? Onun garezi banaydı diye ben o kadar süründüm. Herkese faydası dokunur babamın."

Gözde birden yükselerek "Boş ver şimdilik, bu konuları gelince konuşuruz." Dediğinde kaşlarım çatıldı. "Gelince?"

"Sürpriz! Rize'ye geliyoruz." Diye bağırdı ama sonra sesini düşürdü. "Sizin Caner Abi'nin yeğeni Rizeli bir koca bulmuş kendine. Benden duymuş olma ama Caner Abi bizimkileri sıkıştırıyordu size de haber versinler diye. Sizin ekibin sahne almasını istemiş yeğeni."

Gözlerimi kırpıştırdım istemsizce. "Bizim ekip mi? E Diyar ve Nezih de gayet başarılı ki. Niye özellikle beni de istesin ki?"

"Sadece seni değil, Derya'yı da istiyor. Komple siz."

Yok artık! Bu resmen bana suikasttı.

"Olmaz!" diye çıkıştım aniden. Gözde önce bir duraksadı. Sonra "Niye? Siz de Rize'desiniz zaten iki saat çıksanız ne olur?" diye sordu sesindeki şüpheyle.

Çabuk bir şey bul bana iç ses! Çok acil!

Ben Kaptan'ı özledim valla Asu-de, hiçbir şey bulamam!

Niye? Lazım olmadığında dilin pabuç kadar!

Öyle, işime nasıl gelirse canım!

"Iııı şey... E burada kimse benim öyle şarkı söylememden falan hoşlanmıyor!"

"Senin de çok umurunda ya! Geçen kocan seni milletin içinde yiyip bitirmiş. Ona bir şey demiyorlar da şarkına mı karışıyorlar? Başka bir şey var değil mi? Kavga mı ettiniz?"

Bu kadar cingöz olma be Gözde! Valla yoruyorsun! Ayrıca o halimizin ortalığa düşmesine de zerre şaşırmamıştım ha!

"Etmedik Gözde, tabi ki etmedik ama bu iş çok saçma bir hal almaya başladı. Hayır, ben bıraktım şarkı söylemeyi. Ancak sürekli şarkı söyleyip sosyal medyaya düşüyorum. Evliliğimi gözlerden ırak yaşamak istemem çok mu saçma?"

Bu arada gerçek bir evliliğim de olsaydı tercihim bu olurdu. Herkesin bizim en romantik anlarımıza eşlik etmesine gerek yoktu.

"Evet! Çok saçma! Resmen bir anda ulusal best çift falan oldunuz. En kötü yorumlarınız bile kıskandıklarını dile getiren ve ayrılmanızı uman yorumlar. Ne demek gözlerden ırak yaşamak? Bu resmen insanların göz hakkını vermemek! Günah! Yazık! Siz yine hobi olarak özel anlar yaşayın ama bize moment* de verin yani!" (Anlık görüntü için kullanılan yabancı bir deyim)

Gözde'nin sözleri adeta dilimin tutulmasına sebep olmuştu. NE? Göz hakkı mı? Ağaçtaki kiraz mıydık, erik miydik ki biz göz hakkını vermemiz gerekiyordu?

"Gözde söylediklerinden herhangi birini gerçekten mantıklı buluyorsan arkadaşlığımızı devam ettirebilmemiz için psikolojik destek almamız gerekebilir balım." Dedim. Gözde kahkaha attı. "Çok önce gitmeliydik. Özellikle senin o 'Aşk yok, insanlar aptal' dediğin dönemler ve Görkem seni aldattığındaki o umursamaz tavrından dolayı ciddi ciddi bunu düşünmüştüm."

Bu kez ben de güldüm. Çünkü şu an aşkın olduğunu anlamış ve aptal olduğunu kabul etmiş biriydim ve Derya'nın en ufak bir şey hissetmem için beni aldatmasına gerek yoktu ki beni aldatırsa(Şartlar her ne kadar buna el vermese de) sanırım Mecnun gibi dağlara düşerdim.

"Ne zaman geliyorsunuz?" diye sordum gülüşlerimiz kesildiğinde. İç çekti. "Üç haftadır izin kullanmıyorum ve ekstra mesai yapıyorum ki üç gün izin kullanabileyim diye. Perşembe akşam gelip Pazar akşamı döneceğiz. Düğün cumartesi akşamı" Dedi.

Anladığımı gösteren bir homurtu çıkardım ve az önce kapattığımız konuya döndüm tekrar.

"Heyecanla bekliyorum ben balım. Bu arada geçiştirmene izin vermem. Ben senin şu işini bir babamla konuşayım." Dedim. İtiraz etti yine. Sanırım mahcup hissediyordu kendini ama hiç gerek yoktu. Aramızda bunun lafı olmazdı.

Vedalaşıp kapattığımızda Melike karşıma geçip oturdu. "Gözde'ler mi geliyor?" diye sordu konuşmamızı duyduğunu belli ederek. Başımla onayladım.

"Sanki senin moralin bir bozuldu. Aranızda sorun falan yok değil mi?"

Gülümsedim. "Yok tabi ki. Ondan değil zaten. Benim eski patron, eski olduğunu kabul edemiyor." Dediğimde kaşları çatılarak güldü. "O ne demek kız?"

"Çalıştığım bistorunun sahibi kendisi. Anlatmıştım ya Derya da orada çalışmış önceden diye." Hatırladığını onaylayınca devam ettim. "İşte yeğeninin düğünü varmış burada. Bizimkileri gönderiyor sahne alsınlar diye ama Derya ve beni de istiyormuş yeğeni. Zaten bizimle birlikte mekan bir patladı ya, daha da salmaz adam bizi."

Güldü. "Patronlar... Yani şimdi adamı da anlıyorum. Elinde böyle bir koz var kullanmak istiyor."

Ben de güldüm. "Ama kozlar kullanılmak istemiyor. Onu ne yapacağız?"

Asu-de şöyle konuşurken benim yerime de konuşma be! Ben gayet de istiyorum kullanılmak! Çabuk Derya'yı arayıp söyleyelim.

Sen de bir sus ya!

"Bir şey diyeyim mi? Keşke kabul etseniz. Biz de sizi canlı canlı izlerdik, ne güzel. Derya'yı sana şarkı söylerken iki kez gördük. Düetinizi de görsek bir..."

"E yaylada söyledik ya." Dedim. Mina istediğinde de düet yapmıştık. Hakkımız yeniyordu şu an.

"O sayılmaz. Onu Mina için öylesine söylediniz. Şöyle duygusal bir şeyler söyleseniz göz göze bakarak. Valla profesyonel kamera getireceğim. O pis ortaklarımız çatlasın."

Söylediklerine keyifle gülerken Atilla Bey de bize katıldı.

"Yine kimin kuyusunu kazıyorsunuz hanımlar?"

Ben gülerken Melike cevap verdi. "Biz kuyu kazmaya kalksak dünya dışarıdan Jerry'nin peyniri gibi görünür Ati! O kadar çoklar."

Atilla Bey'in ağzı 'O' şeklini aldı. "Durumlar fena diyorsunuz."

Başımla onayladım. "Ortaklarla olan yemek faciasından sonra pek kendimize geldiğimiz söylenemez. Her gün kulağımıza başka bir laf geliyor. Artık biz de kendimiz hakkındaki haberleri bu dedikodulardan öğreniyoruz."

Güldü. "Hadi ya!"

"Hatta şey, siz bilmiyorsunuzdur tabi ben size anlatayım. Ben İstanbul'dayken neymişim?"

"Neymişsin?" dedi keyifle. Öne eğilip dedikodu pozisyonumu aldım. Aaa ayıp falan değil! İnsan kendi dedikodusunu da mı yapmasın?

"İstanbul'un tüm semtlerindeki karakollarda namım varmış. Biraz arıza bir tip olduğum için başım beladan kurtulmuyor benim." Dedim ve kendimi kınıyormuş gibi başımı iki yana yatırdım hızlıca. "Bir de İstanbul'da birbirine düşürmediğim oğlan kalmamış."

Atilla Bey'in eli açılan ağzına gitti. "Asude!" dedi şok bir dedikodu duymuş Gülbeyaz Abla tavrıyla. "Kız sen neymişsin?"

Gururla omuzlarımı dikleştirdim. "Yani..." sonra duraksayıp omuzlarımı düşürdüm. "Ama bu pek yalan değil. Sadece biraz abartılmış."

Melike ve Atilla Bey şaşkınlıkla bana doğru eğildi. "Nasıl?"

Onur Bey ve Tolga Bey de konuşmaya katıldılar. Dinliyorlarmış zaten sanırım.

"Ya şimdi ben masumum öncelikle." Dedim iki elimi kaldırarak. Melike elini salladı 'buraları geç' dercesine.

"Benim eski bir sevgilim vardı."

Melike bu kez 'Öyle miiiiii?' bakışı attı. Evet, i'leri bakışlarıyla uzattı.

Çenemi haklı bir tavırla havaya dikerek "Bakma şimdi öyle! Derya'nın o zaman sevgilisi vardı." Dedim. Diğerleri gülseler de Melike kötü kötü baktı ama ben de diğerleri gibi güldüm. Aslında o zamanlar Derya'yı tanımıyordum bile...

"İşte bir kız vardı hiç hoşlanmıyordum. Hatta dürüstçe söylüyorum, uyuz oluyordum. Kendini çok beğeniyordu, uyuzdu işte ya!" Sabırsız bakışları görünce uzatmadım.

"Ben de bunun hoşlandığı çocuğu biliyordum. Dünya âlem biliyordu doğrusu. Çocuk bana vurulmuş normal olarak."

Onur Bey "Az önce kıza şey dedi duydunuz mu? Kendini çok beğenmiş?" dedi ve diğerleri de onu onayladı. Bana laf sokuyordu. Gözlerimi kısıp ters ters baktım. "Ama çocuk beni beğendi işte."

Onlar tavrıma gülerken devam ettim. "İşte çocuk teklif edince bir gaflete düşüp kabul ettim. Tam iki sene! İki sene çocuk benden ayrılsın diye yapmadığımı bırakmadım."

"Eee"

Tolga Bey siz de mi?

"Eee'si çocuk ayrılmadı, aldatmayı seçti. Ben de öğrenince bir şey yapmadım. Dedim ki kendi kendime 'Asu, kes sesini otur yerine kızım. Bir musibet bin nasihatten iyidir.' Ama işte ben durdum onlar durmadı. Aldattıkları yetmiyormuş gibi her yerde karşıma çıktılar. İlişkilerini gözüme soktular. Arkadaşları falan da dahil oldu olaya ve bana gördükleri yerde laf soktular, dalga geçmeye çalıştılar derken bu kızın önceki sevgilisi bana teklif etti. Allah'ın işi..."

Büro bir anda kadın günlerine dönmüştü. Şu tiplere bak ya! "İntikam istiyor o da kesin!" diyen Atilla Bey'i başparmağımı kaldırarak onayladım. "Aynen. Beni kullanmak istiyor ama bana çok da saçma gelmedi o an. Tabi o niyetini açıkça söylemedi ama anladım ben. Aynı niyetle kabul ettim."

"Bu hikâye çok heyecanlı bir hal almaya başladı." Melike, yanında konuşan Atilla'ya masamdaki cam şekerlerden attı. Biricik kaynını kolluyordu kendince ama Derya o zamanlar meydanda bile yoktu... Söyleyemiyordum işte...

"Şimdi beni kınamayacaksanız bir detay vermek istiyorum." Dediğimde Onur Bey "Yolla gelsin." Dedi. "Hepimizin kınanacak anıları var."

Melike'ye baktım. "Derya bu olaylar sırasında ne bok yiyor tam olarak?"

İnan bana Melike bilmiyorum. Muhtemelen kıvırcığı fellik fellik arıyordu. Ya da Valeria'yla sevgilicilik oynuyordu.

Dudak büktüm. "Biz o zamanlar konuşmayı kesmiştik." Dedim. "Sevgilisi olan adamla işim olmaz. Ayrılır ayrılmaz yapışırım, orası ayrı."

Bu kez herkes kahkaha attı. Bu arada asla böyle bir şey de yapmazdım ama bir kere yaptım demiştim.

"Ben babama yurtta kaldığımı söylüyordum ama aslında ev tutmuştum. Beyoğlu'nda. Tam Galata Kulesi manzaralı. Dünyanın kirasını ödüyorum falan..."

"Maşallah"

"İşte uslu da durmaya çalışıyorum ki babamın kulağına haber gitmesin. Aldatıldıktan sonra sesimin çıkmamasının bir sebebi de budur yani. Tabi nerde? Belayı mıknatıs gibi çekiyorum maşallah! Neyse, ben bu çocuğun teklifini kabul ettiğime daha akşamı pişman oldum. Aylarca kaçabildiğim kadar kaçtım çocuktan. Sözde biz de boy gösterecektik, kıskandıracaktık falan ama yalan oldu. Buluşunca ikimiz de telefonlara gömülüyoruz, bir saat sonra da kalkıyoruz."

"Sen tabi o zamanlar bizim Kaptan'a yanıksın." Dedi Melike gururla. "Kimseyi gözün görmüyor."

O sırada Derya'yı tanımayan sen...

Gülümsedim. "Aynen."

Ay Asu-de kız! Keşke öyle olsaydı! Kıvırcıktan önce biz görseydik, tavlardık bence.

Ben? Sen aklını yitirdin herhalde? Yüzüne bakmazdım!

Üf bari beni yeme! Daha çocuğu gemide ilk gördün aklın şaştı senin! Ben senin ciğerini biliyorum. Hatta şu an önümde. Tertemiz maşallah. Aferin, sigara içmemenin karşılığı bu!

Ruh hastası! Zihnimi terk et çabuk! Ayrıca ben Derya'yı ilk bistroda görmüşüm. Takıldım mı peşine? Zort!

Onur Bey heyecanla "Ee sonra ne oldu?" diye sordu.

"Bir gün çalıştığım yeri kapatmışlar. Kızın arkadaşının doğum günü için. Tabi niyetleri beni kışkırtmak... Ben o gece çocuk bana gelip bunu söylediğinde ona söyledim ama. Ben istemiyorum, hata yaptık falan dedim. O gün sondu aramızdaki saçma ilişki. Ama ne olduysa o doğum gününde benim eskisiyle kızın eskisi, ya da tam tersi işte... Birbirine girdiler. Kız da geldi suratıma içki fırlattı. Hiçbir günahım yokken olay bana patladı. Sonra videomuz viral oldu, babam geldi ve beni Ordu'ya götürdü." Dedikten sonra Melike'ye baktım. "Sonrası malum."

Gülerek başını iki yana salladı.

"Çok saçma, cidden bir günahın yokken olay sana patlamış."

Omuz silktim. "İşte muhtemelen o dedikoducu pislikler bu videodan bahsediyorlar."

"Ama en çok güldüğüm ve şaşırdığım dedikodu neydi biliyor musunuz Atilla Bey?" dedim. Merakla yüzüme baktı.

"Çocuk aldırmış olmam."

Melike gözlerini devirirken diğerlerinin gözleri irice açıldı.

"Öyle bir caniyim işte."

"Acaba kimden çıktı bu saçma iftira?"

Melike'ye omuz silktim. "Hepsinin Enes dallamasından çıktığına eminim..."

"Eliz de olabilir."

"Herkes olabilir." Dedi Onur Bey dedikodu tonlamasıyla. "Küçükken annemin günlerine katılırdım. Kadınlar 'Şekerim, arım balım peteğim' diyerek birbirine gülüyor, biri tuvalete gittiğinde arkasından on tane sallıyorlardı. O yüzden eleme yapmayın herkes olabilir."

Doğru diyordu. Onur Bey'e hak vereceğimi hiç düşünmezdim ama bozuk saat teorisi işte, günde iki kez doğruyu gösteriyordu.

"Neyse ki artık çok umursamıyoruz." Dedi Melike. İlk başta sinir krizleri geçirmelerimizi hatırlayınca gülüyorduk. Ne diye ciddiye alıyorsak?

Atilla Bey "E dedikodu yapmıyorduysanız öyle hararetli hararetli neyi tartışıyordunuz?" diye sorunca Melike bana bir bakış attı.

"Derya'nın eski patronunun yeğeni evleniyormuş ve düğün burada. Adamcağız rica etmiş, kocanla beraber gelin, iki şarkı söyleyin diye ama Asude nazlanıyor."

"Nazlanmıyorum." Dedim gözlerimi devirerek. "Ancak gerek yok."

Asu-de işte bu nazlanmak oluyor. İstiyoruz biz, sen niye beni duymuyorsun? Ara Derya'yı artık yav?

"Ay gereklilik mi canım böyle şeyler? Kocanla romantik iki saat geçireceksin, düşman çatlatacaksın, eski zamanlarını yâd edeceksin ve patronunun gönlünü de yapmış olacaksın. Hiçbir ziyanı yok gördüğün gibi...

Görünmeyen bir ziyanı var ama elticim. Ben! Ben ziyan olacağım!

"Ne güzel olur! Biz de geliriz." Dedi Atilla Bey.

Harika, düğün benim düğünüm değildi ama tüm salon bizim çevremizle dolacaktı. Sonunda itiraz edecek herhangi bir cümle kalıbım kalmayınca "Derya'ya sormam lazım. Müsait değildir belki." Dedim.

"Doğru." Dedi Melike. "Adam doktor. Neyse ama o gelmezse de senle geliriz biz."

Ay ben illa ki gidecektim yani! Gülümsemeye çalışıp başımla onayladım. "Aynen."

"Asude..." dedi Onur Bey bir şey düşünüyormuş gibi kaşlarını çatarak.

"Efendim Onur Bey?" dedim ben de merakla ona bakarak. Birden ne olmuştu anlamamıştım.

"Ben bir şey fark ettim de... Yanlış anlamazsan söyleyeyim." Dedi ifadesini bozmadan. Allah Allah ne fark etmişti ki böyle kaş çatacak?

"Estağfurullah Onur Bey, dinliyorum." Dedim kibarca.

"Sen sanki biraz odunsun."

Ne?

Hahaahahahah gülmekten öleceğim Asu-de! Birinin bunu sana söylemesini bekliyordum asdfghjkklşi.

"A-anlamadım." Dediğimde diğerlerine şöyle bir baktım. Herkes gülmemek için kendini zor tutuyordu.

"Yani, Derya'yı görmüştüm önceden, yani bekârken. O da o zaman çok romantik birine benzemiyordu doğrusu ama siz evlendikten sonra çocuk yaz dizilerinin aranan oyuncuları gibi tüm yakışıklılığıyla birlikte peşinde dolanıyor. Sen ise o dizilerin başrolü gibi değil de başrolü ayırmaya çalışan burnu havada kaynanalar gibisin."

Artık kimse kendini gülmemek için zorlamıyordu çünkü herkes suratıma hönkürmek suretiyle kahkaha atmaya başlamıştı.

"Yani, dediğim gibi yanlış anlama ama az biraz cilve mi yapsan? Mesela ara konuş kocanla, gelsin seni işten alsın, alamıyorsa küs, naz yap! Ama yok çocuk seni arayınca iki kelime konuşup suratına kapatıyorsun. Kendimi onun yerine koyduğumda üzülüyorum."

Ohhhh canıma değsin Asu-de! Gariban Derya, senden ne çekiyor dünya âlem farkında, oh!

"Koymayın o zaman Onur Bey!" dedim düz tutmakta inanılmaz zorlandığım bir sesle. "Biz kocamla cıvık ilişki yaşamak zorunda mıyız?"

Bu son şansındı Onur! Artık içimden senin hakkında düşünürken kesinlikle Bey demeyeceğim. Kel Onur diyeceğim oh! Yanlardan saçların açılmış, yakında tek tel kalmaz inşallah!

"Değilsiniz tabi ama bu dışarıdan sadece senin kararınmış gibi görünüyor. Bir de... Neyse..."

Ay Asu-de Allah aşkına sor, ne diyecekti?

"Bir de ne?" dedim ama iç sesimden bağımsız olarak ben de merak etmiştim.

"Yok, boş ver. Önemli değil. Zaten bugün alıngansın biraz."

Allah'ım ya! Bana odun diyor diye gurur mu duyacaktım ya?

"Söyleyin lütfen." Dedim baskın bir sesle.

Kararsız bir şekilde diğerlerine baktı ama ben gözlerimi ondan ayırmadığım için onların nasıl baktığını bilmiyordum.

"Bir de... Sanki aranız bozukmuş gibi duruyor dışarıdan. Tamam, biz senin yapını anladığımız için bozuk demiyoruz da başkası olsa öyle düşünürdü."

Peki söyledikleri içinden en kayda değer olanının doğru olduğunu bilmemesi...

Melike'ye çevirdim gözlerimi. "Sence de mi öyle duruyor?"

Anında dudak büküp omuz silkti. "Yorum yok!

Israrcı bakışlarımla onu taciz etmeye devam ettiğimde pes ederek omuzlarını düşürdü ve "Yani eve geldiğimizden beri sanki biraz uzaksınız." Dedi ama sonra aceleyle ekledi. "Tabi ki öyledir demiyorum. Sonuçta gergin bir durumda olduğunu biliyorum. Bir de işiniz gücünüz de var, öyle durmanız normal."

Diğerlerine baktığımda Atilla Bey "Derya'ya talep çok biliyorsun. Ben olsam içerisi nasıl olursa olsun dışarıdan ortam yıkılıyor! Çok mutluyuz! Nazar etme n'olur çalış senin de olur modunda takılırdım." Dediğinde canlandırmasına ben de dâhil herkes güldü.

Derya ile öyle durmamız çok normaldi çünkü ben Derya'yı geçtim, adının geçtiği ortamdan bile kaçıyordum. Böyle adını duyunca sanki kalbim bir kuş olup kanat çırpıyor, göğsümden çıkmak için çırpınıyor gibi hissediyordum. Onu her gördüğümde dudaklarım karıncalanıyor, midemde kramplar oluşuyordu. Özellikle dün gece ve üç gece önce gördüğüm ve gördüklerim yüzünden gusül almak zorunda kaldığım rüyalardan sonra Derya ile karşılaşmamak için insanüstü bir çaba harcıyordum.

Beyhude bir çaba...

Gece uyanıp gözlerimi araladığımda karşımda gördüğüm yüz tüm çabamı sınırlarımın dışına süpürüyordu.

Aşk dedikleri eğer cidden buysa bok gibi bir şeydi! Ancak ben o boku yemek için yanıp tutuşuyordum.

Asu-de sen istediğin boku yiyebilirsin ama Derya'ya da bok dersen düzgün kalan dirhem kadar bir yerin varsa orası da çarpılır!

"İş güç..." dedim sadece. "Yoksa gayet iyiyiz."

Ondan sonra çok üstelemediler. Zaten ben de kahve ve çay yapmak üzere mutfağa kaçtım. Kaçmak en iyi yaptığım şeydi.

Hep öyle olmuştu...

⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓

Melike'nin kınayan bakışlarına karşılık olarak öpücük atıp taksiye bindim ve hemen her gün yaptığım gibi sahildeki kafeye geldim. Burada özel olarak yaptığım bir şey yoktu. Çay içip bir şeyler yiyor ve günü öldürüyordum. Melike ve diğerleri bunun sebebinin Çiçek Hanım olduğunu düşünüyordu haklı olarak. Bir diğer sebebim bu olmasına rağmen asıl neden Derya'dan uzak durmaktı. Gerçi çabalarım henüz bir sonuç vermemişti çünkü tüm gün kendimi ikna etmeye çalışıp bir saniye göz göze gelince yeniden en başa dönüyordum. Hatta göz göze gelmemize bile gerek kalmıyordu çoğu zaman... Adı geçse bile yetiyordu.

Tüm bunların yanında, Derya bence ne yapmaya çalıştığımı anlıyordu. Bence yani... Oturup konuştuğumuzdan değil yoksa.

Boş bir masa bulduğumda hemen geçip oturdum. Çoğu zaman ortalarda boş masalar oluyordu ama bu kez deniz manzarasını görebileceğim boş bir masa bulmuştum. Masadaki kırıntılara bakınca birilerinin bu masadan henüz kalktığını söylemek mümkündü. Garsonlardan biri gelip masayı sildi ve siparişimi aldı. Siparişim gelene kadar bir çay istedim. Yemek isteyince geç geldiğini defalarca deneyimlemiştim. Çayım çok geçmeden geldi zaten. Elimde telefon sosyal medyada takıldım biraz.

'Hayranlarım' benden bir yaşam belirtisi istiyorlardı ancak yaşayıp yaşamadığımdan ben de emin değildim.

Birkaç yorumda 'Kavga ettiğimizi ve boşanacağımızı' sanki bizzat görmüşler gibi akseden profiller gördüm. Bu beni sinirlendirdi. Çok yalan da sayılmazdı ama böyle pervasızca şeyleri nasıl yazabilirlerdi? Elbette onları engelledim. Kötülükten ve kaostan beslenen insanları her zaman hayatımdan uzak tutmaya çalışmıştım. Kendi ailemi bile... Elin çevrimiçi bireylerine de aynısını yapacaktım elbette.

Birkaç kişi videolarımızla ve fotoğraflarımızla edit yapmıştı. Dedikodulara yol vermemek adına birkaç tanesini beğendim ve kaydettim. Arada kaydettiklerime dönüp bakıyordum.

Asu-de politikalarına saygı duyuyorum ama uzak durmaktan kastın sadece bedensel miydi? Bu şekilde ne kadar başarılı olacaksın Allah aşkına?

Bu kez içimdeki sese verecek bir cevabım yoktu. Haklıydı ama kendimi durduramıyordum. Tek temennim, bunun da geçip gidecek bir süreç olmasıydı. İllaki bu huyumu da terk ederdim. Ederdim ya... En olmadı hesabımı dondururdum.

Etiketlendiğim gönderilere bakmaya devam edince gözüme bir tane resim takıldı. İstanbul'da olduğumuz günlerden iki resmi kolaj yapmıştı biri.

Resimlerim birinde ben Derya'ya bakıyordum. Ki bakışlarım bakış değildi. Ve asla rol de değildi.

Ta o zamandan mı Asu-de?

Ta o zamandanmış iç ses...

Diğer resimde ise Derya bana bakıyordu. Güzel bakıyordu. Başkaları varken çok güzel oynuyordu Derya... Burada da çok güzel bakmıştı bana, benim ona baktığım gibi... Hiç sevgilisi yokmuş, bir beni sevmiş gibi...

Benim kafam karışmasın da kimin kafası karışsın, söylesene iç ses? Böyle bir baskıya hangi kalp dayanır ve kayıtsız kalırdı? Kaptan'da şeytan tüyü vardı. Herkesi kendine bağlayabilirdi işte! Ben de bu oyunculuk yeteneği ve şeytan tüyü yüzünden düşmüştüm ya bu tuzağa!

Gönderiyi beğenemedim. Kaydettim sadece. Niyesini bilmiyorum... Kendime daha çok eziyet etmek için galiba...

Yemeğim, yani yemekten kastım; hamburger ve patatesim geldiğinde telefonumu kapatıp başımı kaldırdım. Ancak o da nesi? Girişte buraya doğru gelen grupta Kaptan mı vardı yoksa aciz zihnimin bana oynadığı bir oyun muydu bu?

Oyun olursa çok mutlu olacaktım çünkü koluna girmiş bademciğini göstermesine sebep olacak kadar geniş gülen kızı parçalamak istemiyordum. Gözlerimi irice açışmış, göz kapağım saniyede 10 kez kapanıp açılıyorken Derya beni fark etti. Duraksadı, yüzündeki gülümseme dudaklarını terk etti. Aynı anlarda, korkunç bir endişe ve kıskançlık yüreğime iltica etti.

Günlerdir itinayla kendisinden kaçtığım kocam karşıma çıkmıştı, hem de en skandal şekilde.

"Aa" dedi gruptaki erkeklerden biri, daha önce tanıştığım biri hatta. Adı, dilimin ucundaydı. Eşi vardı, Dilhan... O da... Hah! Zübeyir! Evet, Zübeyir. "Asude de buradaymış Kaptan. Tesadüfe bak."

Zübeyir, beni gördüğüne çok mutlu olmuştu. En azından kocamdan daha fazla yansıtıyordu bunu, tabi kocamda yansıtacak herhangi olumlu bir duygu varsa, bu kıyas anlamlı olurdu.

Benim olduğum masaya geldiklerinde gülümsemeye çalıştım. Başarılı oldum mu bilmiyorum tabi...

"Selam..."

Sesim daha güçlü çıksa çok daha iyi olurdu. "Selam." Dedi Zübeyir aynı neşeyle. "Al işte Kaptan, kalbin ne kadar temizse artık Allah sesini duydu karını karşına çıkardı."

Bakışlarım Derya'ya döndü. Derya elini ensesine atıp saçlarının arkasını karıştırdı ve "Oğlum ne bu enerji? Aynı ameliyattan çıkmamış olsak mesai bitene dek uyuduğundan şüphelenirdim ha!" diye çıkıştı.

Zübeyir "Yenge oturabilir miyiz?" diye sordu onu umursamadan. Başımla onayladım hâlâ şaşkınlık içindeyken. Onlar yan masadan iki sandalye daha ekleyip otururken Derya benim yanımdaki sandalyeye oturdu.

"Yemeğe mi geldin?" diye sordu Derya sessizce. Başımla onayladım. "Eve gitmiyorsun madem, bari daha düzgün şeyler ye. Bunlar seni rahatsız eder." Dedi bu kez. Ses tonu gergin, ifadeleri sabitti. Sözleri ise bu halde bile içimi titretiyordu.

"Olsun." Dedim sakince. "Ben seviyorum."

İç sesimin korku filmi efektine sahip kahkahasını duydum.

Asu-de sen Kaptan'ı da seviyorsun ama ona ulaşmak yerine ondan kaçıyorsun.

İç sesimin inatla kabul etmediği bir şey vardı. Kaptan, başka birini seviyordu. Olmayan ama her an belirebilecek, hatırasız ama umutlarla korunan, hata yapmaya elverişsiz ama mükemmel olduğu farz edilen, yenilmez, geçilmez birini hem de...

Bu, sevgilisi olan birini sevmekten daha zordu ve içimdeki kayıtsız kişilik bunu bir türlü anlamıyordu.

"Sevgi her şeyi çözebilir ama atık yağ ve Çin tuzunun zararları için elinden bir şey gelmez. Bir doktor tavsiyesi."

Masadaki diğer kişiler onun sözlerine gülse de ben ifadesiz kaldım. Acı bir şekilde gülümseyip sadece onun duyabileceği bir tonda "Sevginin her şeyi çözebileceği safsatasına zaten inanmıyorum." Diye fısıldadım ve patatesimden bir tane alıp ağzıma attım.

"Yenge valla Allah çıkardı seni karşımıza. Senin bu kocan tutturdu illa eve gideceğim diye, zorla getirdik. Zor bir ameliyattan çıktık da onu kutlayalım demiştik."

Zübeyir'e gülümseyerek başımı sallasam da gerginlikten patlayacak gibiydim. Artık karı-koca rolü yaparken ruh halim böyle oluyordu. Bir noktadan sonra kendimi 'Acaba gerçek olsak ne olurdu?' düşüncesine çekilmiş olarak buluyordum ve düşüncelerim ne kadar güzelse gerçekleşmeyecek olması o kadar acıydı ve bu benim canımı yakıyordu.

"Yorulmuştur. Zor ameliyat dedin sonuçta. Bir de dün gece de nöbetçiydi."

Derya'ya bakıp gülümseyerek çapkın bir edayla göz kırptım. "Yorgunsan kaçırayım seni."

Oyunbaz tavrım herkesi güldürdü, Derya'yı da tabi ama onun bakışlarının ardında bir tereddüt vardı ve o tereddüttün sebebi benim günlerdir takındığım tavırdı.

Derya'ya göre beni öptüğüne öpeceğine pişman etmiştim onu. Haklıydı da düşüncesinde ama o öpücüğün bende nelere sebep olduğunu bilemezdi.

"Yok abi bunlar tencere kapak olmuşlar."

Zübeyir'in isyanına masadaki herkes güldü. Ben ve Derya tebessüm ettik. Keşke gerçekten öyle olsaydık ve tüm bunlar rol olmasaydı. Keşke aşka olan inancımı kaybetmeseydim de Derya'yı ilk gördüğüm gün, yani mekânda çalmaya başladığımız gün yakasına yapışsaydım ya da söylediğimiz yalanlar keşke gerçek olsaydı. Ama değildi. Maalesef değildi...

Daha sonra masadaki diğer üç kişiyle de tanıştık. Derya'nın koluna girip bademcik sergisi açan kızın ismi Vildan'dı. Derya ile aynı bölümde çalışıyorlarmış. Gözlerindeki bakıştan bile belliydi ki gözü onda kalmıştı. Adım kadar eminim ki Derya'nın kadın trafiği bu kadar yoğun olduğu için kendisini araya bir yere sığdırma hayalleri kuruyordu. Zira yanında karısı oturmasına rağmen sipariş ettikleri çayın şekerini bizzat kendisi boşaltmıştı. Araya bir yerlere sürekli Derya ile kendisi hakkında bir hikâye sığdırıp durmuştu. İşin aslı bu trafikte beni sollamaya çalışıyordu. Neyse ki Derya'dan ona karşı herhangi bir dönüt yoktu. Hatta kırmızı ışık yaktığını bile söyleyebilirim. Dudağıma bulaşan lekeyi silmeler, saçlarımı omzumdan geri itmeler falan... Aferin yani takdir ettim. Bir şeyler öğrenilmiş demek ki.

Diğer iki kişi de Cemil -ki kendisi Cem'i kullanmayı tercih ediyordu- ve Suat'tı. Yine Derya'nın hastaneden yakın arkadaşlarıydı. Bu beşli aynı anda yapılan zincirleme bir bağış ameliyatının yardımcı doktorları olmuştu. Çok şükür ki büyük bir sorun olmadan ameliyatlar başarıyla tamamlanmıştı. Buraya da bunu kutlamak için gelmişlerdi.

Hepsi yorgun görünüyordu ama Derya çökmüş gibiydi. İçim acıdı. Vildan'ın açtığı bilmem kaçıncı sohbeti bölerken zerre kadar ayıp olur mu endişesi duymadım ve Derya'nın masanın üstündeki telefonumun aksesuarının boncuklarıyla oynayan elini kavradım. Derya'nın şaşkın bakışları aniden bana dönse de ona bakmadım ve masadakilere gülümsedim.

"Müsaadeniz olursa biz kalkalım. Kocam göz kapaklarıyla amansız bir mücadeleye girmiş durumda ve korkarım ki göz kapakları kazanmak üzere."

Sesimi olabildiğine neşeli tutmuşsam da Derya muhtemelen titreyen elimi hissediyordu.

Hepsi kahkahalarla bize müsaade etse de Vildan'ın yüzü düşmüştü ve adım kadar eminim sebebi lafını bölmem değildi.

Derya sonunda tuttuğum elini çekti ve elimi düzgün bir şekilde kavradı.

"Gençler eyvallah! Yarın izin günüm. Pazartesi görüşürüz."

"Yarın benim de izin günüm. Bir şeyler yapalım mı? Bir planınız var mı?"

Vildan'ın ben yokmuşum gibi kocama yazılmasına sessiz kalmam mı gerekiyor yoksa saçına yapışsam ya da elimin tersini ağzına çaksam bana 'Yuh görgüsüz!' derler miydi? Hayır, demelerinde sorun yok ama onlar Derya'nın iş arkadaşları. Benden utanmasını da istemem. Zaten skorda çok gerideyim, sırf zamanı doldurmak için oynuyorum sanki...

"Bizim planımız var." Dedim saçına yapışmaktan daha medeni bir yol seçerek.

Derya'nın bana baktığını hissetsem de Vildan'dan gözümü çekmeyip gülüşümü genişlettim.

"Geldiğimden beri Rize'yi gezemedim de. Karı-koca baş başa bir Rize turu yapacağız."

Sağ olsun Zübeyir'in başlattığı bir 'Oooo' lama masadan yankılanınca Vildan'ın yüzü daha da gerildi ama buna rağmen gülümsemeye kendini zorladı. Öyle sahteydi ki şu an... Acaba bir ben mi görüyordum şu ezik ifadeyi...

Sonunda onu o ifadeyle baş başa bırakıp Derya ile yani kocam ile ele kafeden çıktık. Kafeden çıkınca, gözümü bürüyen hırs bulutu usulca dağıldı ve ben ne yaptığımı fark ettim ve fark edince haliyle elimi Derya'nın elinden yavaşça çektim. Derya yüzüme anlamsızlık ifadesiyle bakarken ise avucumu açıp elimi uzattım. Bakışlarını bir üst versiyona güncelleyerek sürdürünce "Anahtar." Dedim. "Sen çok yorgun görünüyorsun. Ben kullanırım."

Sonunda bakışları boyut değiştirdi ama ne olduğunu göremeden gözlerini devirmek suretiyle bakışlarını bakışlarımdan çekti.

Üff Asu-de ne kadar bakış dedin kafam karıştı!

"Gerek yok ben iyiyim."

Gözlerine ilk başlarda bakmaktan kaçınan ben olsam da şu an o bakışlarını benden önce çekiyordu.

"Derya ben öyle uygun gördüm. Bayılmıyorum ben de bu trafikte araba kullanmaya ama gözlerini açamıyorsun. Ver anahtarı."

Başını iki yana salladı. "Olmaz. Sen trafikte çok kavga ediyorsun. Ben daha çabuk kavuştururum bizi eve" deyince dayanamadım güldüm.

"Haksız olduğum tek bir kavga varsa eyvallah da hepsinde haklıydım be!"

Onun da dudakları iki yana kıvrıldı ama gözlerini devirmeden de edemedi.

"Seni sollayan birinin önünü kesip dava etmekle tehdit ettin Asude! Sence hâlâ haklı mı görmeliyim seni?"

İnanamazcasına bir bakış atıp başımı iki yana salladım. "Şu an apaçık, utanmadan, çekinmeden hakkımı yiyorsun işte! O yol sollama yapabileceği bir yol değildi, şeritler kesik değildi yani bu bir. O yoldaki hız sınırı 70'ti ve ben yetmişle gidiyordum zaten bu iki, adam beni sollamak için bisiklet yoluna girdi bu da üç!"

Parmaklarımla sayıları göstererek etkileyiciliğimi arttırmış olsam da Derya işaret parmağını burnuma vurup "O yolda mobese yok bu da dört." Diyerek havamı söndürdü.

"Senin arabanda kara kutu yok mu? Oradan kanıtlardık!"

"Bir de bunun için bir sene mahkemelerde mi sürünseydik Asude? Adamın alacağı ceza üç kuruş bir şey olurdu var yok!"

Ona yaklaşıp pantolonunun cebine elimi soktuğumda donup kaldığını fark ettim ve o an çok yanlış bir hareket yaptığımı anlamış oldum.

Az düşün Asu-de yav! Az düşün! Milleti taciz eden avukat, yetişin dostlar imdat!

Millet değil, kocam o benim!

Sahte kocan bebeğim. Bu konuda çok dertli olduğun için çok fazla yüzüne vurmak istemiyorum ama sen de uçma!

Anahtarı alıp hızla elimi çektikten sonra "Hep senin gibi düşünenler yüzünden bunlar böyle rahat kural çiğniyor Kaptan. Adam da senin gibi 'Aman ne uğraşacaklar?' diye düşünüp kanun kural tanımayıp toplumsal düzenin içinden geçiyor." Diye mırıldanıp hızla arabanın sürücü koltuğuna geçtim ve kapıyı açmadan önce "Nasreddin Hoca fıkrasına döndü ülke 'Hırsızın hiç mi suçu yok?' Bin hadi. Senin karın uyuz biri, gözleri yarı kapalı birine araba kullandırtmayacak."

Derya şaşkınlıktan olsa gerek tepki vermeden yan koltuğuma geçip kemerini taktı. "Aferin." Dedim ben de kemerimi takarken. "Küçük büyük demeden tüm trafik kurallarına uyalım."

Hayır, gören de beni tam kanun adamı sanır! Yalan desen bini bir para, kavga dövüş zaten gırla! Kabul etmem gerekir ki bazen sırf uyuzluğuna millete sarıyordum. Şu an olduğu gibi.

Normalde kaçtığım kocama şimdi musallat olmuştum çünkü gıcık olmuştum. Evlisin sen be adam anla şunu! Bıktık etrafındaki kadınlardan! Hayır, etrafımda da şöyle benimle ilgilenen küheylanlar yoktu ki nispet yapayım!

Asu-de? Hayatım sen etrafına bakıyor musun ki küheylan göresin? Önceden aşka zırvalık derdin diye bakmazdın şimdi Derya yüzünden hepten gözünü kapattın. Bunun için şansını suçlama bence.

Doğru, bu konuda şansımı suçlayamazdım zira evlenmemek için rezillik çıkarıp kaçtığım o şerefsiz Ferman bile yakışıklıydı. Ama yani ben etrafımdaki erkekleri hayatıma sokmayabiliyorsam Derya da bunu başarabilirdi. Tamam, sahte olabilirdi evliliğimiz ama bu umursamayacağım anlamına gelmiyordu ki!

"Kırmızı!"

Derya'nın yüksek sesiyle aniden frene bastım. "Asude tutturdun ben süreceğim diye ama senin de kafan pek yerinde değil. Çek kenarı ben sürerim."

Derya'nın sesi soğuk ve mesafeliydi. Ben de ondan farkı olmayan bir sesle "Abartma. Bir şey takıldı aklıma kafam karıştı." Dedim.

"Ne takıldı da kırmızı ışığı görmedin? Bir sorun mu var?"

En başta imalı çıkan sesi farkındalıkla endişeye büründü. "Annem bir şey mi diyor?"

Ben cevap vermediğim için kendince tahminlerini sıralamaya başladı.

"İş yerinde mi yoksa sorun? Ya da Başak?"

Başımı iki yana salladım. O sırada yeşil yanmıştı. Tekrar gaza bastım.

"Değil. Üçü de değil." Daha sonra bir şey bulamadığımdan yalan söyledim. Yani düşündüğüm şey konusunda yalan söyledim. Yoksa söyleyeceklerim doğruydu.

"Bizimkiler geliyor. Diyar, Gözde, Nazif."

Cevap vermeyince ona kısacık bir bakış atıp önüme döndüm. Kaşları çatıktı. "Yani? Bunun neyini düşündün?"

Derin bir nefes verdim. "Caner Abi'nin yeğeninin düğünü olacakmış. Caner Abiden rica etmişler o da bizimkileri yollamış ama bizim de çıkmamızı istiyor sahneye."

Tepkisini merak ettiğimden kırmızıda durur durmaz bakışlarımı üstüne çevirdim. İfadesinden bir şey anlamadım ama... Olumlu muydu yoksa olumsuz mu?

"Sen ne düşünüyorsun?" diye sordu aynı ifadesi gibi düz bir tonlamayla. Gülümsedim. Ben senin düşüncelerini merak ediyorum Kaptan. Sen ne diyorsan o olacak çünkü...

Hıh işte bunu yüzüne de söyle Asu-de!

Yapamam...

Niye?

Biliyorsun neden olduğunu. Saçma sapan sorular sorma!

"Bilmiyorum. Çok hevesli değilim işin aslı ama Caner Abi'nin üstümde de emeği çok."

Asu-de hani istemiyordun? Hani Derya ile yan yana olmak iyi gelmiyordu sana? Kız sen çok fenasın!

İyi geliyor olması iyi gelmiyor zaten. Sorun bu. Derya benim için zararlı bir alışkanlık gibi. Keyif veriyor ama içten içe öldürüyor.

"Tabi bu benim düşüncem. Senin kararın önemli." Diye belirttim. Belki de o istemiyordu ve Caner Abi'ye de bu kadar minnet duymuyordu. Olabilir.

Derya "Bence güzel olurdu." Dediğinde şaşırdım. Yine yeşil yanmıştı. Arabayı çalıştırırken arkadan biri korna çaldı.

"Aman patlama gidiyoruz işte!" diye söylenip yoluma baktım. İlgimi çeken bir konu olmasa arabayı yavaş sürüp sürekli önüne kırardım ve adamı çileden çıkarırdım ama dua etsin Derya 'Güzel olurdu' dedi.

"Neden?" diye sordum. Ona bakmıyor olsam da omuzlarını silktiğini gördüm.

"Şarkı söylemeyi seviyorum. Seninle şarkı söylemeyi de ekstra olarak seviyorum. Bir de son zamanlarda abimler bizden şüpheleniyorlar gibi geliyor."

"Öyle mi?"

Bugün Onur ve Melike söyleyene kadar ben asla fark etmemiştim. Demek Derya farkındaydı.Çatılı kaşlarla ona baktım ama bakışım fazla sürmedi çünkü kavşağa girmiştim.

"Yani, Asude ben eve gelince odaya çıkıyorsun ve sabah kahvaltılarında çok sessizsin. Ben yokken daha neşeli olduğuna da eminim."

Sessiz kaldım. Doğruydu...

"Bunun sebebi yaptığım hata. Biliyorum ve çok özür dilerim. Bu kez tutacağım bir söz veriyorum. Bir daha seni öpmeyeceğim."

Al sıçtın! Köşene çekilip ağlayabilirsin Asu-de. Yok ya! Asu! Sana Asu diyeceğim. Baban Asude koymuş olabilir adını ama sen hak etmiyorsun. Anarşist komünist muhalefet hippi bir şey oldun başımıza zaten! Al gül gibi çocuk da gitti elimizden! Tüh yav!

Salak salak konuşma! Zaten öpmemesi gerekirdi en baştan. Öptü diye bu haldeyim ben! Adam başkasını âşık! Aloo, dönme arkanı dönme! Yüzüme bakarak konuş! Bu yaştan sonra bir hayaletin metresi mi olacaktık?

Derya'yı başımla onayladım ama içim de iç sesim gibi darmadağındı.

"Bu yüzden anlaşmamızın temeline dönelim. En azından olmasak da karı-kocaymışız gibi davranmaya devam edelim."

Başımı hızla salladım. "Haklısın... Zaten artık o konuda kızgın değilim sana." Dedim dürüstçe. "Sadece rahat tavırlarımın sende de rahat davranma dürtüsü oluşturduğunu düşündüm. Yani belki de 'Hiçbir şeyi takmıyorum, ne yaparsan yap önemli değil.' Mesajı veren bendim."

Bu konuda da dürüsttüm. Gerçekten böyle düşünüyordum çünkü yoksa Derya neden beni öpsün? Bu düşünce gururumu da kalbimi de kırıyordu. Onun gözünde pervasızca dokunulacak, öpülecek biri olma düşüncesi ağırdı... Aynı zamanda öpüşü de güzeldi. Güzel olan bir şeyin bu kadar acıtması ise en zoruydu. O anları düşünürken lezzetli bir dikenli ot çiğniyormuşum gibi hissettiriyordu.

"Asla öyle değil." Diye karşı çıktı. "Niye öptün o zaman?" diye sordum dan diye. Ona baktığımda gözlerini kırpıştırdı ve "Bi-bilmiyorum." Dedi. Kaşlarım çatıldı. Evin olduğu sokağa girdim. "Ne demek bilmiyorum?"

"Bilmiyorum Asude. Yani o an çok yoğun bir andı ve çok yakındık. Çekim... Sen kadınsın, ben erkeğim. Zıt kutuplar kanunu..."

Sitenin içine girdik. "Sen başkasını seviyorsun Derya. Başkasını severken nasıl bambaşka bir kadına çekim hissedebilirsin? Valeria'dan sonra hatanı anladığını sanıyordum. Beni aşkın var olduğuna inandıran adamın yaptıklarına bak!"

Evin önünde durdum. "Başlarım aşkına da gizemine de çekimine de ya! Tamam. Eskisi gibi role devam ama büyük hayal kırıklığına uğradım. Haberin olsun! Sen park edersin"

Arabadan inmeden el frenini çektim ve inince kapıyı sert bir şekilde kapattım. Yıllar sonra âşık olduğum adama bak! Tam âşık olduğumu fark ettikten sonra gerçek yüzünü görüyorum. "Şansıma tüküreyim!"

Bu konuda şansıma laf etmeme bir şey demezsin herhalde.

Yok, demem...

⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓

Kapılar açıldıktan dört dakika sonra bizimkiler iç hatların kapısından çıktı. Gözde etrafı kısa bir süre taradıktan sonra göz göze geldiğimizde küçük valizini Nazif'in eline tutuşturup kollarını açarak bana doğru koşmaya başlayınca ben de ona koştum ve sıkıca sarıldık.

"Kızım senin ne işin var Rize'de?" Gözde'nin efkarlı sesine karşın güldüm. Sorma bebeğim ben de bilmiyorum!

"Evlilik ataması oldu." Diye cevap verdim sadece. O sırada Derya da Nazif ve Diyar ile selamlaşıyordu. Erkeksi bir şekilde tokalaşıp alınlarını tokuşturduklarını gördüm. Bu sıradan görüntü bile kalbimi tekletiyorken cidden ben mahvolmuştum ya!

"Gerçi aman iyi yaptın. İstanbul'da olsan kendini ya evine ya da mahallene hapsetmiştin Galata da Galata diye!"

Ayrıldığımızda gözlerim özlemle doldu. "Deme işte bunu deme! Vurma beni."

"Aman aman bir şey demedim. Sakin ol. Hem artık kocan var kızım! Sal şu taş kulenin yakasını."

Söyledikleri beni güldürse de kaşlarımı yalandan çatıp azarlamadan da edemedim. "Aşkım hakkında böyle konuşma. Taş kule falan! Alınırım gücenirim."

Nazif ve Diyar'ı da öpüp geri çekildiğimde Derya kolunu omzuma attı ve "Ne zaman dersen, günü birlik de olsa gideriz hayatım. Yüzün düşmesin." Dedi ve arkadaşlarıma haylazca göz kırptı.

Çok iyi rol yapıyorsunuz Kaptan Bey ama bu da kalp!

Bizimkiler Derya'ya gülerken Diyar ile göz göze geldik. Yüzümdeki ifadeyi görünce kaşları çatıldı. Beni en iyi tanıyan insanlardan biri olduğu için bir sorun olduğunu anladı muhtemelen ama ben hemen ifademi düzeltip gülümsedim. Diyar'ın kaşlarını çatması Derya'nın da ilgisini çekmişti. Bakışları ikimiz arasında gidip gelse de bir yorum yapmadan Gözde'nin elindeki çantaya uzandı ve onun elinden aldı.

Eli elimi kavrarken "Hadi, yemeğe bekliyorlar bizi." Dedi hiçbir şey olmamış gibi.

Diyar hemen "Biz hiç rahatsızlık vermeyelim. Otelde yer ayırttık zaten." Diyerek itiraz edince "Tamam ya, yemek yiyin önce. Sonrasına bakarız." Dedim. Açıkçası insanları zorlamaktan hoşlanmazdım. Bir de huyunu suyunu bildiğim insanları istemeyecekleri şeyler yapmak zorunda bırakmazdım. Zaten Gözde'ye teklif etmiştim. Diyar ve Nazif'le de konuşmuştum ve hepsi otelde kalmanın daha rahat olacağı konusunda hemfikirdi. Yine de yemek yemek için zorlayabilirdim onları çünkü boğazlarından doğru düzgün ev yemeği geçmediğini biliyordum.

Çiçek Hanım'la aramız hâlâ limoni olsa da el lezzetini inkâr edemeyeceğim kadar başarılıydı yemek konusunda. Keza Nilay da öyle...

Çiçek Hanım'ın benimle arasını düzeltmek için çabaladığını görüyordum. Sevdiğim yemekleri yapmasından ya da yaptığım hiçbir şeye muhalefet olmamasından... Hoş ben mümkün mertebe yemeklerini yememeye çalışıyordum tabi. Tepkimi bu şekilde de olsa koyuyordum ama yalan söylemeyeceğim içim gitmiyor değildi. Özellikle sevdiğim yemekleri masada görüp el sürmemek zordu.

Muhtemelen sevdiğim yemekleri babamdan ya da annemden öğreniyordu. Bir konuşmamızda babam yanlışlıkla ağzından kaçırmış ve sonra toparlamaya çalışmışsa da ben anlayacağımı anlamıştım. Çiçek Hanım'ı affedemiyordum evet ama ben öfkelendikçe Derya ile aralarındaki sorun da büyüyordu. Geçici biri yüzünden anne oğul düşman olmamalıydı. Bu yüzden bir iki ay dayanacaktım.

Zaten artık dayanmak zor değildi. En azından Çiçek Hanım'a... Zira şu an tüm eforumu Derya'ya harcıyordum.

Doğru... Birkaç kez dudağına bakarken yakaladım seni Asu... Allah'tan Kaptan görmedi! Rezalet yemin ederim!

Hatırlatma hatırlatma! Daha beteri de var... Geçen gece uyurken sarılmışım. İnşallah o ilktir ve asla farkında değildir. Yoksa rezil olurum.

"Ben buna hayır demem ya! Yemeğe hayır diyen çarpılır felsefesine inanıyorum ben."

Nazif'in kurduğu cümleye herkes gülerken ben aynı zamanda sırtını sıvazlayarak onu tebrik de ediyordum..

"Kimin felsefesi bu? Maslow'un mu? İhtiyaçlar hiyerarşisi falan"

Gözde Nazif'e takılsa da Nazif oralı olmadı. "Bilmiyorum. Ben liderlerle ilgilenmem. Ben ideolojiyi takip ederim. Lider ölür düşünce kalır."

Doğru...

"Ayrıca ben 'Şunu yemezsen, bunu yemezsen arkandan ağlar' tekniğiyle büyütülmüş bir çocuktum. O kadar hazırlamışlar ve gelmemizi beklemişler. Gitmezsek büyük ayıp!" diyerek onaylamamız için bize baktığında ben de Derya da onu içtenlikle ve neşeyle onayladık.

"Fena ayıp olur. Topuğa sıkmalık bir ayıp hem de!"

Bu bir Karadeniz şakası mıydı yoksa bu aileye mi özgüydü bilmiyorum ama birini tehdit ederken sürekli böyle diyorlardı. İlk bir gerçek sanıp şok olmuştum. Hatta şu an arkadaşlarımın da baktığı gibi alık alık bakmıştım ama Melike şaka olduğunu söyleyince ben de zamanla alıştım.

"Şaka yapıyor. Demek istediği gelmezseniz kınanacağınız ve kıymetli küçük gelinlerini göremeyeceğiniz." Dediğimde tekrar gülmeye başladılar. Sonunda Diyar ikna olduğunda beraber çıkışa yürüdük. Derya otoparktan arabayı getirdi ve çantalarını bagaja yükledikten sonra ben ön koltukta arkadaşlarım da arka koltukta Derya'nın şoförlüğüyle eve geldik. Saat aslında yemek yemek için geçti ama bu, bugüne istisna olan bir durumdu.

Çeşit çeşit yemekler, hem yöresel hem ulusal tatlar, sırf arkadaşlarım için yapılmıştı.

Damak tatlarını bildiğim için hoşlarına gidebilecek olanları ben söylemiştim Çiçek Hanım ve Nilay, çok sağ olsunlar onlar için yapmışlardı.

Özellikle Nazif'in zevkten dört köşe olduğu bir yemek faslından sonra yaptığım kahveleri içtik ve biraz sohbet ettik hep beraber. Onlar da yol yorgunu olduğu için çok da geç olmadan Derya ile berber onları, onların itirazlarına rağmen otele bırakıp geri dönerken Derya "Arkadaşlarının yanında çok farklısın." Dedi ve arabadaki sessizliğimizi bozdu.

Kaşlarım merakla çatılırken "Nasıl?" diye sordum.

"Çok daha güvende hissediyormuşsun gibi."

"Ben genelde sadece kendime güvenirim. Onları çok özlediğim için gelmelerine sevindim sadece yoksa güvensiz hissetmiyordum."

Söylemeye çalıştığı şeyi anlayamadığımdan kendimi ona daha iyi ifade etmeye çalışırken Derya başını iki yana salladı. "Bahsettiğim güven öyle bir güven değil. Sen elbette kendini herkesten ve her şeyden koruyabilecek birisin... Sadece sanki... Ne bileyim? Aitmiş gibi. Yuva güveninden bahsediyorum. Hani tatile gidersin, işe gidersin, misafirliğe gidersin, nereye gidersen git eve döndüğünde hissettiğimiz o güven ve konfor var ya... Ondan bahsediyorum."

Derya söyleyene kadar ben arkadaşlarıma karşı çok ketum biri olduğumu düşünürdüm ama bu geceyi düşününce Derya'ya hak veriyordum. Yine de bunun sebebi bahsettiği gibi ev güveni ve konforu değildi. Sadece düşerken tutunacak bir dal bulma tesellisiydi. Çünkü canım acısa da, kahrolsam da Derya sözlerini açıklarken, yani ev güvenini ve konforunu tarif ederken aklıma sadece onun yanında olduğum anlar geliyordu. Mesela İstanbul'a gittiğimde yaşadığım kaybolmuşluk hissi ve Galata'nın da bu hissi tamamen silmeye yetmemesi ama Derya'yı gördüğüm an, kalabalık bir caddede anne babasını kaybedip çetrefilli bir koşturmanın sonucunda babasını ve annesini bulan küçük bir kız çocuğunun sevincini hissetmem gibi.

Ev konforunda hissettiğim bir yer varsa o da Derya'nın yanıydı. Sorun şuydu ki o ev kiraydı ve ev sahibinin Almanya'daki oğlu-ki bu gizemli kıvırcık kız oluyor- geldiğinde benim kıçıma tekmeyi basacaklardı.

Bu yüzden o eve alışmamam gerekiyordu. Sonucunda sokakta kalacak olsam bile...

"Öyle galiba." Dedim düşüncelerimi Derya'dan gizleyerek. "Özlemişim baya..."

"Az kaldı. Yani İstanbul'a gitmemize... Daha erken olması için de uğraşıyorum ama zor. Hatta hastane sözleşmemi uzatmam için baskı yapıyor."

"Senin ne istediğin önemli." Dedim gülümseyerek. "Kalmak istersen kalırsın. Ben giderim..."

Yuh Asu yuh! Kendin kaçamadın onu mu uzaklaştırıyorsun?

Ne yapayım? Gün geçtikçe daha çok bağlanıyorum. Bir gün gelecek ve gururumu ezecek kadar dev bir aşkla ona yapışacağım yoksa! Bu mu olsun istersin?

Derya çatık kaşlarının altındaki iri bakışlarını bana çevirdiğinde tepkisizliğimi korumaya çalıştım ama zordu. Zordu çünkü böyle bakarken bile içim titriyordu. Boynuna sarılıp 'Lütfen o kızı unut ve beni sev' demek istiyordum. Keşke bunu diyecek kadar gurursuz olsaydım. Gurur çok boktan bir şeydi. Yeni anlıyordum.

"Ne? Ne dediğinin farkında mısın Asude? Biz evliyiz ama ayrı mı yaşayalım? İki farklı şehirde..."

Omuz silktim. "Örnekleri var... İmkânsız ve saçma bir durum değil..."

"Saçma." Dedi buz gibi bir sesle. "Özellikle evleneli daha ikinci ayları dolmamış bir çiftin ayrı şehirlerde yaşaması çok saçma Asude..."

Sessiz kaldığımda devam etti. "Sıkıldın değil mi? Hiç sana göre değil bu kadar kontrol edilmek, birilerinin gönlünü hoş etmek ya da evcilik oynamak..."

Hayır, tam aksine şu an yaşadığım hayatı o kadar çok seviyorum ki! Eltilerimle, kayınbiraderlerimle, görümcemle, kayınbabamla ve Mehpare babaanneyle sohbetlerimiz, şakalaşmalarımız... Her şey ama her şey tam bana göreymiş, bunu da yeni anladım...

Tüm bunları kendime sakladım ve başımı iki yana salladım. "Sadece senin burayı ne kadar sevdiğini görüyorum. Sana bu haksızlığı yapmak istemem. Hem artık Valeria da yok... İstanbul'a gelmenin bir faydası olmayacak sana..."

Araba sokağa girdiğinde "Bunlar benim dertlerim. Sen bunlara dertlenme Asude." Dedi. "Seni ne mutlu eder, onu konuşalım sadece."

Beni sevmen?

O kızdan vazgeçmen?

Bir kerecik, hiç kimse yokken ve sırf ikimiz de istediğimiz için beni öpmen?

"Benlik bir sorun yok." Dedim ve araba siteye girdiği için kemerimi çözdüm.

Allah'ım çok zor, çok acı lütfen yardım et!

⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓

Dün geceden sözleştiğimiz gibi arkadaşlarımın gelmesiyle kahvaltıya oturmuştuk. Sağ olsun Melike bana 2 günlük bir izin vermişti. Pazar günü de zaten tatil olduğu için üç gün boyunca arkadaşlarımla gezebilecektim. Derya, hâlâ Diyar'ın bana hisleri olduğunu düşündüğünden sanırım onun yanında ekstra bir koca gibi duruyordu. Normal şartlarda hesap sorardım ama bu ekstra rol olayı benim de işime geliyordu. Tatlı tatlı yemenin acı acı çıkarması olduğunu bilsem de şimdilik bunu görmezden geliyordum. Şu an elimdeki kocam tarafından çikolata sürülmüş ve üstüne kaymak konulmuş ekmek dilimini şimdilik tatlı tatlı yiyecektim çünkü...

Derya giderken beni öpüyormuş gibi yaptı ama sadece nefesini kulağıma üfleyerek "Bir şey lazım olursa, beni ara." Dedi. O günkü öpücük olayından sonra artık normal vedalaşma ve karşılama öpüşlerini de bırakmıştık. İşin aslı böyle bir talebim olmamıştı ama Derya bu şekilde anlamıştı...

Öpücük mü? O şeyi –cük eki getirerek basitleştiremezsin. Bildiğin ağzını yedi, tabi sen de bir onun ağzının tadına baktın sanki Asu!

Öncelikle bana Asu demeyi keser misin? Kocam ve babam Asu denilmesinden hoşlanmıyor. Ayrıca biz seninle o kadar samimi miyiz? Durmadan laf sokup duruyorsun bana! Asu falan da diyemezsin. Ayrıca basitleştirmiyorum ama dile getirirken utanıyorum. Bu da benim kararım istediğim şekilde ifade ederim. Seni ilgilendirmez!

Kahvaltıdan sonra işe gidenleri uğurlayıp ardından biz çıktık. Şimdi onlara Rize'yi gezdireceğim desem yalan olur çünkü ben kendim daha Rize'yi gezmemiştim. Birkaç gün önce o Vildan denen kıza yalan söylemiştim, Derya'nın izin gününde gezeceğimiz konusunda ama aramızda tuhaf soğuk rüzgârlar estiği için o konu orada kalmıştı. İzin gününde ikimiz de evde olmamıza rağmen birbirimizi pek görmemiştik.

"Şimdi gençler, ufak bir itirafım var. Ben aslında burayı pek bilmiyorum."

"Niye şaşırmadım acaba?" diye soran Gözde'ye Diyar gülerek cevap verdi. "Kız 5 yıl İstanbul'da yaşadı ama Beyoğlu'ndan başka yer bilmiyordu. Niye şaşırasın ki?"

Ardından bana dönüp dirseğini omzuma yasladı ve "Buradaki meskenin neresiyse bize orayı gezdir yeter." Dedi. Kolunun ağrılığıyla belim bükülürken kendimi geri çekip koluna yavaşça şaplak attım. "Burada öyle bir mesken bulamadım daha. Arabaya binip gezelim. Beğendiğiniz yerlerde dururuz. Nasıl fikir?"

Nazif "İyi fikir ama kaybolmayalım?" diye tereddütle konuşunca gözlerimi devirip telefonumu gözünün önünde salladım. "Teknoloji çağındayız Nazif'çim. Kaybolursak haritamız var" dedim. Dünyadan Nazif'e dünyadan Nazif'e!

Nazif omuz silkince arabaya bindik ve dâhiyane planımı uygulamaya başladık.

Şehir merkezinde ilerlerken kimseden bir ses çıkmıyordu. Öylece etrafa bakıyorlardı. Bunlara da bir şey beğendiremiyorduk. Sanki ömürlerinde kaç kere Karadeniz görmüşlerdi. Şurada duralım da çay içip manzarayı izleyelim demiyordu kimse! Ah keşke Derya olsaydı. Yalnızca bizi gezdirmez aynı zamanda ortamı da neşelendirirdi...

Derya'yı düşününce içim yine karardı. Ayrılalı daha yarım saat olmamıştı ama şimdiden görmek istiyordum.

Görsen de çok bakıyorsun sanki! Güzelim zamanımızı israf ediyorsun! Yok sana Derya Merya! Al Karadeniz'e bak!

İç sesime çoğu zaman kızsam da genelde olduğu gibi yine haklıydı. Acaba karşısına çıkıp yok sana gizemli kıvırcık kız mız ya benimsin ya da kara toprağın mı desem? Gerçi kara toprak değil de Karadeniz diyeyim. Durumumuza daha uygun olur... Ay aman Allah korusun. O zaman mahvolmam kahrolurum. Öyle bir şey olmasın. Mümkünse önce ben öleyim de ölümünü görmeyeyim!

Kız Asu-de! Ne dedin? Eyvah eyvah biz seni kaybetmişiz ya kız? Bana bak, Derya mı Galata mı?

O nasıl soru canım o kadar da değil, tabi ki Derya, ay yok aman Galata... Ya da dur... Bilmiyorum iç ses! Bilmiyorum!

"Sen iyi misin?"

İç sesimle yaşadığım dramı Diyar'ın sesi böldü. Yutkundum. En iyisi bizimkiler gittikten sonra psikologdan randevu alayım ben. İyi falan değilim valla.

"İyiyim"

"Geldiğimizden beri tuhafsın ama şu an hepten gittin sanki. Bir sorun var galiba..."

"Yok." Dedim başımı iki yana sallayıp. Diyar, ön tarafta yanımda oturmamalıydı. Gözde otursa hayatta fark etmezdi durumumu ama Diyar maşallah mühendis değil sorgu memuruydu. "Sadece nerelere gidebiliriz diye kafamda bir rota çiziyordum."

Bu kadar yalanın içinde şuncacık bir yalandan kimse ölmezdi ya...

"Eee bari bir karar verdin mi?"

Diyar ya! Bir işine baksan ölür müsün? Şurada hasar tespiti yapacağız bir saniye, yaptırtmadın!

"Veremedim. Kaybolma ihtimalini göze alamıyorum." Dedim normal bir tonla.

"Hani teknoloji çağındaydık bayan çokbilmiş?"

Nazif arkadan bana laf sokunca dikiz aynasından onunla göz göze geldim. "Şu an şehir merkezinde var teknoloji, benim düşündüğüm rotada yok Nazif'ciğim. Malum dağ taş her yer!"

Dil çıkarıp bakışlarını yeniden pencereden dışarı çevirince Diyar ve ben güldük. Gözde Hanım, kulaklık takmış kendini bizim gereksiz muhabbetimizden soyutlamıştı.

"İyi değilsen, bize anlatabilirsin Asu. İçinde yaşama, ne yaşıyorsan."

Diyar'ın sözlerini duymazdan gelip arabanın şeridini değiştirdim. "Gelin size güzel bir tatlı ısmarlayayım şuradaki kafede."

İçimde bile yaşayamadığım bir şeyi dışarı vurmam çok zordu. Çünkü o sözler ağzımdan çıktığı an geri dönüşü olmayacağını biliyordum.

⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓

Eve döndüğümüzde Gözde ve Nazif hâlâ söyleniyordu. Ne yapabilirdim? Rize'de bildiğim yerler bir sahil boyu kadardı Allah Allah! Yaylayı bize Derya gezdirecek ama adamın işi var. Az bir sabırlı olsunlar canım!

Bu akşam da yemeğe bize davetli oldukları için onları geri eve getirdim. "Öf Ne tatava yaptınız siz de ha! Her yer aynı. Gökyüzü, dağ taş, yeşillik, yol falan filan! Gören de diyecek Anadolu Ateşi gösterisi vardı da ben götürmedim."

Diyar gülerken Nazif ve Gözde somurtmaya devam etti. Zaten konu memnuniyetsizlik oldu mu bu daima didişen ikili bir anda ruh ikizi oluyordu.

Söylene söylene eve giren ikiliye sabır dilenerek baktım. "Ne bekliyorlar acaba amuda kalkmamı mı? Gezdirdim işte."

Diyar güldü ve saçlarımı karıştırdı. "Bakma sen onlara. Amuda da kalksan memnun olmazlar."

Elini saçlarımdan iterken söylendim. "Evlendim ama hâlâ çocuk gibi saçımı başımı yoluyorsun Diyar!"

Kahkaha attı. "Evlenince yaşın mı büyüyor? Bebesin hâlâ."

Ben de güldüm. Aslında ruhum büyümüştü. Evlenince değil, âşık olunca...

"Belalı bir bebeyim ama bilirsin. Chucky bile beni görünce bıçağını saklardı. Hâlâ öyle."

Diyar yine büyük bir kahkaha atıp burnumu sıktı. Eskisi gibiydik hâlâ. Araya giren mesafeye ve zamana rağmen uzaklaşmamış olmak beni rahatlattı.

"Deli deliyi görünce sopasını saklar durumu sizde belalı belayı görünce bıçağını saklar mı olmuş?"

Başımla onayladım. "Herkes ayağını denk alacak, yok öyle sinsi sinsi adam kesmeler. Delikanlı olsun, canımı yesin." Dedim katil bebeğe hitaben.

Diyar iki elinin parmaklarıyla yanaklarımı sıkıştırırken öyle büyük sırıtıyordu ki son zamanlarda benden uzaklaşmış Diyar'dan farklıydı. Eskisi gibiydi.

"Çok özlemişim seni." Dedim iç çekerek. Anladım ki bunca zaman önemsemediğimi sandığım arkadaşlarım aslında benim için çok önemliymiş. Aslında benim ailem olmuşlar. Diyar da asla sahip olmadığım o abi figürüydü sanırım.

"Ben de Asu... İnan ben de."

Bir çarpma sesi duyunca Diyar ellerini yüzümden çekti, ben de bakışlarımı çevirdim. Arabasının kapısını hızla çarpmış bize öfkeyle bakan Kaptan'la o an göz göze geldik.

Sanırım, yine yanlış anladığı konular vardı...

⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓

Bölüm hakkındaki düşüncelerinizi merak ediyorum. Bir nevi geçiş bölümü oldu. Uzun bir geçiş bölümü hem de. Diğer bölüm görüşünceye dek sağlıcakla kalın yorum yapın kalbe basın canlarım. ❤️😍

 

Bölüm : 27.11.2024 19:56 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...