22. Bölüm

⚓22. Bölüm⚓

Büş Bckr
busbckr

Merhabalar. Yeni bölümle geldim. Keyifli okumalar diliyor ve sizi bölümle baş başa bırakıyorum.

 

22. Bölüm
Bölüm Şarkısı: Mavi Gri - Dünyanın En Güzel Kızı


Bazen kafamızda öyle bir dünya kurardık ki bu dünya gerçek dünyamızla iç içe girer ve gerçeklik algımızı kaybetmemize sebep olurdu. Bu durum psikolojide derecelerine göre isimlendirilmişti ama ben o alanda pek bir bilgi birikimine sahip olmadığım için şu anki durumumu isimlendiremiyordum. İnşallah şizofren değilimdir. Çünkü az önce Derya ile bir şeyleri hallettiğimizi düşünmüştüm.

Sanki... Yani galiba az önce bana şu an yaptığı şeyi yapmayacağının güvenini vermişti ya da ben çok kısa bir an uyuyakalmış ve bir düş görmüştüm.

Onur Bey ve Tolga Bey'in bakışları şaşkın bir şekilde bana döndüğünde gülümsemeye çalıştım. Onur Bey "Asude Hanım Melike'nin kayınbiraderiyle evli Tolga'cım." dedi.

Tolga Bey gülümseyerek "Aa öyle mi?" diye sordu ama sorunun muhatabı ben miydim yoksa Melike'nin kayınbiraderi mi emin değilim.

Derya'ya baktığımda afallamış görünüyordu çünkü ona kimseye evli olduğumuzu söylemediğimiz hakkında yalan söylemiştik. Umarım şu an mahcup olmuştur. Çünkü daha sonrasında ben onu mahcup ettiğimde birden yüklenmek istemiyordum. Önden bir alıştırma yapması onun açısından iyi olurdu.

"Öyle." dedim. "Bu hayatta en kızdığım şey torpildir ama maalesef ben de torpil yaptım." dedim. Tolga Bey geniş bir şekilde gülümsedi.

"Vasıfsız olduğunu düşünse Melike vesile olmazdı. Hayırlı olsun. Hoş geldin." dedi. "Ayrıca biz kurumsal bir şirket ya da çok büyük bir yapılanma değiliz. Alt tarafı hukuk bürosu Türkiye'nin her yeri dolu. Sıkıntı yapma"

Onur Bey "Zaten sınavla alım da yapmıyoruz." diye ekledi. "Açıkçası ilk geleni alacak kadar zor durumdaydık."

Bu kez ben de gülümsedim Asude Boztaş Balamir'in kocasından ses çıkmıyordu. Ona döndüğümde bana gülümsedi. "Ben artık gideyim hayatım. Siz de dışarıda beklemeyin daha fazla."

Mahcuptu neyse ki. Ona attığım bakışla akşama kadar kıvranacağına emindim. Tamam, üstüne çok gitmek gibi bir niyetim yoktu ama bunu bilmesine gerek de yoktu sonuçta. Sadece birkaç sorum vardı. Çünkü bu gülüp geçtiğim hareketlerin devam etmesi ileride sıkıntı yaratabilirdi.

En nihayetinde o da şikâyet ettiğimiz Türk aile zihniyetiyle büyümüştü. Şimdi böyle düşününce Türk ailelerinin hakkını yiyormuşum gibi hissettim ama benim de sevdiğim özelliklerimiz vardı. Sadece sıkıntıyı dile getiriyordum o kadar.

"Tamam hayatım. Git sen. Akşam gelecek misin?" diye sordum imayla. Genişçe gülümsedi. "Yok, siz Melike ile gelirsiniz."

Onur Bey ve Tolga Bey'in anlamadığı ama Kaptan'ın çok net anladığı imalı bir gülümsemeyle onayladım. "Geliriz."

Öyle hızlı hareket etti ki uzaktan görsem acil bir şey oldu sanırdım.

Anahtarla apartman kapısını açan Onur Bey "Tam olarak Duha'nın kardeşi." dedi gülerek. Tolga Bey de gülüşüne eşlik etti. "Kesinlikle ama bence büyük abisine benzemiş ikisi de."

Çaktırmadan ben de güldüm. Anlaşılan sevgili kayınbiraderlerim de bir tur boy göstermişlerdi.

Apartmandan içeri girdiğimizde Tolga Bey "Onlarla yaşarken kendine Melike'yi feyz al. Yoksa başa çıkamazsın." dedi. Kaşlarımı kaldırıp gülümsedim. Ne demem gerektiğini bilemiyordum. Onur Bey biliyor gibiydi.

"Sanıyorum ki kendisi Melike'nin birebir aynısı."

Tolga Bey bana baktı. Bakışları onaylayıp onaylamadığımı anlamak istercesine yüzümde gezindiğinde Onur'a göz devirdim. İçimden ona Bey demeyeceğime karar vermemiş miydim ben?

Evet ya! Bey bey bey diye diye yoruldum. İçinde de kibar olmana gerek yok. Zaten doğana ters. Tolga'ya da bey deme içinden. Yeter biz de insanız!

Sen iç sessin de neyse... Haklısın, ben de bıktım bu beyaz yakalılıktan!

"Tam olarak kast ettiği ne bilemiyorum ama eğer mizaçtan bahsediyorsan Melike benim yanımda marshmellow dokusunda sayılır." diyerek kısa bir an bakışlarımı Onur'a çevirdim. Evli olduğum için resmen bana gıcık olmuştu. Hayır, aslında bana yürüdükten sonra evli olduğumu öğrendiği için bana gıcık olmuştu. Ama ben de ona gıcıktım. Örümcek beyinli hırbo!

"Açık sözlüsün." dedi Tolga Bey keyifle. "İleride şahit olduğunuz her olaya bahane bulmak istemiyorum aslında." dedim. "Baştan bilmeniz daha iyi."

Asansörü çağırmış, gelmesini bekliyorduk o anlarda.

"Doğru diyorsun." dedi kibar bir şekilde gülerek. "Baştan birbirimizi tanımamız en azından beklentilerimiz açısından iyi olur." Kaşlarımı kaldırıp gülümsedim ve başımla onayladım. "Sanırım bu bir gözdağıydı."

Başını eğip güldü. "Mizacını bilemiyorum ama zekâ açısından Melike'nin yanında marshmellow kalmazsın."

Kendimi tutamayıp kahkaha attım. Onur'dan daha sempatikti en azından. Asansör geldiğinde asansöre bindik ve üçüncü kata çıktık.

Onlar direkt odalarına geçerken ben de bilgisayarımı açıp mutfağa geçtim. Su ısıtıcıya suyu koyup Melike'nin odasına geçen Tolga Bey'e "Ne içersiniz?" diye sordum.

"Zahmet etmeseydin." dedi o da dün Melike'nin eltisi olduğumu öğrenen diğerleri gibi. Başımı iki yana salladım. "Dün siz yokken biz bu meseleyi hallettik. İltimas istemiyorum daha fazla. Tüm hepsini işe alınırken kullandım. Şimdi sorumun cevabını alayım."

Dudağını büküp başını salladı. "Peki öyleyse... Bir filtre kahve alayım ben."

"Elbette." diyerek baş selamı verdim ve odadan çıktım. Onur'un odasının olduğu açık kapıya da tıklattım.

"Ne içerdiniz?" diye sordum. Sesim de tavrım da soğuk değil ama mesafeliydi.

"Çay." dedi. "Sallama da olur." Onu da onaylayıp mutfağa döndüm. Filtre kahve paketini açıp kupaya yerleştirdim. Çekmeceden sallama çay aldım ve bir diğer kupaya koydum. Su ısıtıcı kapanınca bardakları doldurdum ve kalan suyu da büyük çay semaverine doldurdum. Üstüne de su ekleyip çalıştırdım. Filtre kahvenin üstüne yeniden biraz daha su ekledim ve o da demlenince paketi çıkarıp attım. Şeker tabağını da tepsiye koyup mutfaktan çıktım. Önce Onur'un çayını verdim. Teşekkürüne karşılık kibarca baş selamı verdim. Yeterdi ona. Oradan çıkıp Tolga Bey'in olduğu odaya geldim ve filtre kahvesini masasına bıraktım. Bir adım geri çekilip "Başka bir isteğiniz?" diye sordum. Başını iki yana sallayıp "Yok. Sağ ol." dedi.

"Muhasebe kayıtlarının tutulduğu bir defter varmış." dedim. Bana bakıp başıyla onayladı. "Ben dün dosyaları taratıp bilgisayarda arşivledim. Bugün de biriken hesap kayıtlarını geçeyim demiştim. Eğer defter yanınızdaysa..."

Çantasından açık kahverengi bir ajanda çıkardı ve sayfalarını çevirdi. İşlenmiş sayfaların üstünde kırmızı çarpılar atılmıştı. Sonunda üstüne çarpı atılmamış bir sayfada durdu. Defteri bana çevirip "23 günlük kayıt dolduracaksın, bugünle birlikte. Yardım edeyim mi?" diye sordu. Gülümsedim. Gerçekten çok kibar biriydi. Yakışıklıydı aynı zamanda. Onur'dan tamamen bambaşka bir seviyedeydi.

"İhtiyacım olursa kapınızı çalarım." dedim.

"Hiç çekinme." dedi ve defteri bana uzattı. "Programı biliyor musun?"

"Aslında bilmiyorum pek ama youtube videolarıyla halledebilirim." dedim.

Tolga Bey "Peki, kolay gelsin o halde." deyince odadan çıkıp masama geçtim. Masaüstündeki simgelerden muhasebe programını bulup Youtube'a adını yazdım ve kayıt videolarını inceledim. Kasa işlemleri, müşteri kayıtları falan derken baya bir şey öğrendim ve defterdeki kayıtları aktarmaya başladım. Bitirince kontrol ettirecektim tabi. Şimdi adamları iflas falan da ettirmeyeyim yok yere.

Ben üçüncü çarpımı atarken sonunda Melike ve Atilla içeri girdiler.

"Kolay gelsin." Diyen eltime gülümsedim. "Teşekkürler. Geç kaldın?" dedim. Merak etmiştim açıkçası ama arayacak vaktim olmamıştı.

"Bir müvekkilimize uğradık. Ev sahibiyle arasında bir sürtüşme yaşanmış falan."

"Anladım. Kahvelerinizi getiriyorum." Dediğimde beni onaylayıp odalarına geçtiler.

Melike'ye baktığım zaman mesleğimin ne kadar havalı olduğunu fark edebiliyordum. Ancak kendimi o kadar havalı bulmuyordum maalesef. Ben kendimle en çok şarkı söylerken gurur duyuyordum sanırım. Bilmiyorum ya... Kendimle ilgili böyle bir yargıya hiç varmadım galiba. Yani hayatımı hep günü kurtarmak felsefesine uygun yaşadığım için havalı olmak, muhteşem olmak, en iyisini yapmak gibi bir iddiam olmadı hiç.

Benim için en iyi olan şey Galata Kulesi'ni görebileceğim bir evde yaşamaktı. Şarkı söylemekti ve ailemden uzak olmaktı.

Ailemin şu anki halinden uzak kalmaktı.

Gelecek planlarım neydi hatırlamıyorum bile. En son kurduğum gelecek planı üniversiteye hazırlanırken İstanbul'da iyi bir üniversitede iyi bir bölüm kazanıp Ordu'dan kaçmaktı. Başardım da...

Ondan sonraki tüm planlarım geniş zamana ait oldu. Kiramı ödeyebileyim, aç kalmayayım, okuldan atılmayayım ama mezuniyetimi de geciktireyim...

Derya hayatıma girene kadar ben gelecek kavramını unutmuştum. An'da kalmak iyiydi ama an'a hapsolmuştum ben. Geçmişi bilerek, geleceği ise farkında bile olmadan görmezden gelmiştim senelerce.

Tabi ben görmezden geldim diye yok olmuyorlardı. Kaçtığım geçmişim, benim yerime gelecek planları yapmıştı. Babam ve dedem evleneceğim kişiye ve yaşayacağım hayata karar vermişlerdi yani.

Neyse ki geç de olsa gelecek planımı kendim yapmam için bana bir şans verilmişti. Kader karşıma Derya'yı çıkarmıştı. İkimiz de aynı dertten mustariptik. İkimizin de derdi kısmen aynıydı. Üç ay sonrası için üç aylık karşılıklı bir fedakârlık alışverişinde bulunduk ve bugün buradayız.

Havalı mıyım? Sanmıyorum. Akıl karı değildi bu yaptığımız iş. Öğrenilirse kıyamet kopar muhtemelen. Ancak çabamızın takdiri hak ettiğini düşünüyorum. Tam çakaldık ikimiz de.

Kavga da etmiştik, kalp de kırmıştık, üzülmüş yıpranmıştık da ama yine de özgürlüğümüzü elde edememiştik. Bu şekilde hem kalp kırmıyorduk-en azından çoğunluğun- hem de özgürlüğümüze daha az zahmetle kavuşuyorduk. Üstelik farklı deneyimler de kazanıyorduk.

Toplumda onaylamadığım, yerleşmiş birçok gelenek vardı. Evliliğin kutsallığı da bunlardan biriydi. Toplumda evlilik kurumuna karşı görünmez sınırlarla çizilmiş bir koruma vardı. Dışarıya karşı bir korumaydı bu.

Saçmaydı bence... Ben tek başıma bir anlam ifade etmiyor muyum da yanıma biri gelince anlam kazanayım? Ya da bir ticaret miydi bu? Babam benim sorumluluğumu başka birine devredince kurtuluyordu benden. Öyle bir şey mi? Derinlere indikçe saçma olan ve kalp kıran, moral bozan bir sürü detay vardı. Her neyse işte saçma bulduğum bu kutsayış işimize yaramıştı.

Onların bize saygı duyması için evlenmemiz gerekiyordu. Biz de evlenmiştik. Bu yola, bu sebeple başvurmak beni inanılmaz derecede rahatsız etse de en kısa ve acısız yol buydu.

Tabi onlar için acısız... Ben şahsım adına çok kolay olduğunu iddia edemiyordum.

Atilla Bey ile Melike'nin de kahvelerini götürdükten sonra muhasebe kayıtlarını girmeye devam ettim. Arada telefon geliyordu. Bazı aramalara hukuk bilgim olduğu için ben yardımcı oluyordum bazılarını da istediği avukata bağlıyordum. Deftere borç olarak düşülmüş kalemlerin günü gelmişse o müvekkillerin numarasını bulup onları da arıyordum. Tamam sadece bir kişiyi aramıştım. Elli kişiyi arıyormuşum gibi olayı büyütmeme gerek yoktu.

Öğle arası olduğunda yemeği dışarıdan söyledik. Yani onlar bana söyledi, ben sipariş verdim. Siparişler geldiğinde ise hep beraber bekleme salonundaki sehpada yemeklerimizi yemeye başladık.

"Senin küçük kayının kocanın izinden gidiyor ha Melike? Doktor deyince daha medeni biri sanmıştım."

Dürüm ağzımda öylece kalırken kıstığım bakışlarımı Onur'un üstüne diktim.

Melike "O ne demek?" diye sordu bakışlarını bana çevirirken. Cevabı benden bekliyordu.

"Duha Abi artık ne tecrübe etmişse kocamı uyarma gereksinimi duymuş sanırım." dedim. "Dün olanları hissetmiş gibi gelip gözdağı verdi."

Onur'a dönüp yarı ciddi yarı alaylı bir bakış atmıştım.

Diğerler sessiz kalsa da Melike "İyi yapmış." dedi Derya'yı savunarak. "Karısına önem veriyor ve yalnız olmadığını, arkasında durduğunu göstermek istemiştir muhtemelen. Ayrıca Onur'cuğum bizimkilerin medeniyet anlayışı seninkinden biraz farklı. Mesela sırf daha rahat çift maaşlı bir hayat yaşamak için evlenmiyorlar. Bizim için bu durum daha medeni."

Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Onur'un kötü biri olduğunu düşünmüyordum ama aşağılık kompleksiyle hareket ettiğini düşünüyorum. Bunu da kendinden güçsüz gördüğü kişilere mobbing uygulama ya da anlamsız laf sokmalarla gösteriyordu. Yine de onun psikolojik durumu benim derdim değildi ve ben onun stres topu değildim. Ciğer değildim, mundar hiç değildim.

Onur "Ne demek istediğini anlamadım?" dedi ama gayet de anlamıştı. Buradaki herkes anlamıştı. Melike de açıklamadı bu yüzden bunun yerine "Zeki birisin sen. Biraz düşünürsen anlayacağına eminim. Ayrıca Derya karısına deli gibi âşık. Yani yanında bir saniye daha durmak için kendince bahane üretmiştir. Yoksa Asude hepinizle baş eder de." dedi.

Canım eltim. Güzel konuşuyorsun da buna kadar gerek var mıydı acaba?

"Biz ne yaptık şimdi? Arada resmen kaynadık."

Tolga Bey'in isyanına gülüştük. Onur Bey ise ayranını kafaya dikip son lokmasını ağzına attıktan sonra "Afiyet olsun." diyerek ayaklandı.

Melike onu umursamadan "Hepiniz derken erkek ırkından bahsediyordum. Kişisel algılama." dedi gülerek.

"Eyvallah." derken göbek adı 'Bela' olan mahalle abileri gibi bir tavır takınmıştım. Öyle abileri İstanbul'daki ilk yılımda bar bar gezerken çok görmüştüm. Neyse ki nezih bir yer bulabilmiştik çok geçmeden.

Tolga Bey ise "Yine de kırıcı. Ben ne yaptım ki? Burada dürümümü yiyorum." diyerek kendini savunmaya devam etti.

"Kırıcı olarak algılamayın lütfen." dedim. "Ben kadınlarla da baş edebiliyorum."

Gülüşmelerle geçen öğle arasını çok uzatmadan işimize döndük. Defter kaydını bugün hariç bitirmiştim. İki tane yeni dava aldık. Onların notlarını aldım. Neredeyse her arayan avukat olarak Melike'yi istiyordu ama şu an Melike'nin iş yükü çok fazlaydı. Bu yüzden diğer avukatları azıcık pohpohlayıp müşterileri ikna etmeye çalışıyordum. Melike hiçbirini geri çevirmememi söylediği için de çok inat edenleri Melike'ye yönlendiriyordum. Yine de o kadar konuşmadan sonra geri dönüt alamıyordum.

Neyse... İki kişi de iyiydi bence.

İş çıkışında Derya sözünü bu kez tutmuş ve gelmemişti. Kendisi yoktu ama eltim sağ olsun yokluğunu hissettirmiyor sürekli onun konusunu açıyordu.

"Sen bizim baby face kaptanımıza da bak hele! Ama bak, ben emindim zaten böyle bir şey yapacağından. Boşuna seni işe bırakmak istemedi."

İç çektim. "Evet ama biz konuştuk arabada, hallettik bu mevzuyu. Söz verdi. Vedalaştık arabadan indim. Bina girişinde Onur ve Tolga Bey ile karşılaşınca bir baktım arkamdan fırlamış tokalaşmak için elini uzatıyor."

Melike kahkaha attı. "Duha beni tavlamak için peşimde koşarken gelip burayı bir koklamış. Evlendiğimizin haftası işbaşı yaptım. Beni işe bıraktı ve zaten tanıdığı herkesle kocam olarak yeniden tanıştı. Açıklaması neydi biliyor musun?"

Güldüm ve bilmediğimi ifade etmek için dudak büktüm. "Beni sahipsiz sanmasınlar. Ayaklarını denk alsınlar. Abilerinin kardeşleri işte. Hep Murat Abi'den geçiyor bu."

Aynısını Onur ve Tolga Bey de söylemişti. Gerçekten nokta atışı bir tespitti. Artık ne yapmıştıysa?

"Ama bak takdir ettim. Kocana kızdığını biliyorum ama Onur'a karşı savundun. Orada bir kez daha gözüme girdin."

Gülümseyerek başımı iki yana salladım. "Anlattıklarından sonra Onur'a ayrı bir tilt oluyorum ama elbette benim kocama benden başkası laf söyleyemez."

Düzeltti. "Ve benden."

Düzelttim. "Ve Nilay'dan."

Tekrar düzeltti. "Ve abilerinden."

Omuzlarım düştü. "Birkaç kişiden diyelim."

Gülüp yolumuza devam ettik. Gün boyu Derya beni aramamıştı ve bunun sebebini tahmin etmek zor değildi. Korkuyordu.

İşin garip yanı ben de korkuyordum.

Agresif bir karakter olmama rağmen gerginlikler beni her daim germiştir... Yani birine cevap vermekten, gerekirse vurmaktan çekinmem ama sonrasındaki karşılaşmalarım genelde hep gergin olur. Özellikle hayatımda olmaya devam edecek biriyse...

Görkem, Orkun ve Daniela hayatımda kalmaya devam edecek kişiler olmadığı için onlarla olan husumetimde böyle hissetmedim ama annemle her yüzleştiğimde aşırı gerilirim. Ya da dedemle...

Derya için de hislerimde aynı durum söz konusu olmalıydı ama değildi gibi de... Son zamanlarda karmakarışıktım. Yani ben genelde net bir insanım ama son zamanlarda kendi hakkımda net yargı cümleleri kuramayacak kadar karışıktım.

Mesela sabah Derya'ya çok kızgındım ve kesinlikle hesabını soracaktım yaptığı şeyin ama şimdi o kadar kızgın değilim ve saçma bir şekilde bir yanım onu anlıyor ve hak veriyor gibiydi. Ne alaka? Kendisinin bile mantıklı bir açıklaması olmadığına eminken nasıl hak verebiliyordum?

Mesela neden onunla yüzleşmeye ve ona 'Bunu neden yaptın?' diye sormaya korkuyordum. Durumum için dünyanın en olağan sorusuydu bu. Gerilecek bir şey yoktu, olmamalıydı ama ben Derya ile gerilmekten hoşlanmıyordum.

Yine de soracaktım. İkimiz arasındaki ilişki çok netti. Sınırlarımız da kurallarımız da belliydi... Aramızdaki ilişkiyi sorulmamış sorularla muallak bir hale getirmeyecektim.

Çünkü atılmayan çöp kokardı. Biriktirmeyecektim.

Yaylaya geldiğimizde erkekler bu kez bizden daha önce gelmişlerdi. Hatta sofra kurulmaya başlanmıştı. Herkese selam verip odamıza geçtim. Elimi yüzümü yıkayıp yüzümdeki azıcık olan makyajdan kurtuldum. Dizlerimin biraz üstünde rahat bir keten şort ve siyah-beyaz bir tişört giyip salona döndüm. Melike odasındayken üç erkek kardeş masayı düzenliyordu. Nilay ve Yaprak'ın yanına mutfağa gittiğimde beni zorla salona geri gönderdiler. Ben de gidip Ayaz'ı kucaklayıp Mina'nın halini hatırını sordum. O anlarda ilgilendiği kişi ben değil, çokbilmiş Niloya'ydı. O yüzden Ayaz'a çevirdim tüm ilgimi ve onunla oynamaya başladım. Melike de çıkıp bana katılınca Ayaz'ı kahkahalarla güldürmeye başladık. Sonra sofra kuruldu ve sofraya oturduk.

Ne ben Derya'ya bakıyordum, ne de o bana bakıyordu.

Soğuk ayran çorbasından bir kaşık aldığım sırada "Ben Asude'ye oynuyorum." dedi Murat abi. Kaşlarım çatıldı.

Duha Abi "Hmm" dedi bir bana bir Derya'ya bakarak. "Asude güçlü bir rakip ama Derya'nın haklı gerekçelerini göz önüne alarak üste çıkacak potansiyel gördüğümden oyum Derya'dan yana. Doktor olmuş adam kendini savunsun."

Ne oluyordu yahu?

"Asude avukat. Savunma onun işi." dedi Nilay. "Ben de Asude'ye oynuyorum."

"Siz ne yapıyorsunuz?"

Bu soru benim beynimde dönüp dururken Melike'nin dudaklarının arasından dökülmüştü.

"Kusura bakma Abi. Bu konuda Asude favori gibi. Ben de oyumu ondan yana kullanıyorum." Yaprak da onlara katılınca Derya ile göz göze geldik. Dudak büküp omuz silkti. O da ne döndüğünü sorgular gibiydi.

Melike sonunda "Ha paşamız size yediği haltı anlatmış." dediğinde masadakiler abartılı bir şekilde yalancıktan gülmeye çalıştı.

Yaprak "Biz de muhtemel boks maçının sonuçları üzerine iddiaya giriyoruz" diye daha net bir açıklama yapınca Derya'ya baktım. Yutkundu. Gülümsemeye çalıştı.

"Aşk olsun... Sizin gözünüzde şiddet yanlısı bir vahşi miyim?"

Herkes-Melike dâhil- başını aşağı ve yukarı salladı birkaç kez. Gözlerimi kısıp "Yazık..." dedim. Dilimi üç kez damağıma vurup onaylamaz bir ses çıkardım ve "Beni hiç tanıyamamışsınız." diyerek teessüflerimi ilettim.

Derya'ya dönüp "Hele sen!" dedim hayal kırıklığıyla. Şu an sanırım ben de işi biraz dramatize ediyordum. Bilmiyorum... "Sen iki buçuk haftalık karını hiç mi tanımadın?"

Melike "Aynen." Dedi. "Yazıklar olsun! Koskoca 17 günlük karın!"

"Boks maçı var mı yok mu şimdi ben anlamadım?" diye soran Murat Abi'ye gözlerimi baydım. "Abi yani aşk olsun! Ben barbar mıyım? Ne boks maçı? Eskrim falan deseydin bari!"

Herkes gülüştü ve sonra iç çekiş sesleri duyuldu. Masanın sessizleştiği o saniyelerde bombayı patlattım.

"Hele bir yemeğimizi yiyelim de seninle bir yayla turuna çıkalım 17 günlük kocacım. Gidelim, bana da gövde gösterisi yap bakalım!"

 

⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓

Boks falan yoktu. Eskrim de yoktu tabi. Yemekten sonra Derya ile evden çıkmış, yaylayı dolaşıyorduk. Gergindik sanırım. Yani o gergin görünüyordu sanki ve ben de gergindim zaten. Bu durumda birinci çoğul eki kullanabilirdim.

"Bak."

"Bak."

Çok fazla zaman geçirmiş olmalıydık sanırım ki birbirimize benzemeye başlamıştık. Cümleye girişimiz bile aynıydı.

"Önce sen söyle."

"Önce sen söyle."

Ve devam edişimiz.

"Söyle lütfen." Dedim hızla. Üçüncü kez düet yapmayalım diye.

"Büyük saçmaladım." dedi başını bana hak verirmiş gibi sallayarak. Ben de karşılık olarak başımla onu onayladım. Evet, büyük saçmalamıştı.

"Gerçekten planlayarak yaptığım bir şey değildi. Bu dürtüye engel olamadım. Adamların tipi hoşuma gitmedi."

Güldüm. Planlayarak yapmadığını biliyordum. Ancak anlaması gereken şey, bizim daha en başta anlaşma yaparken birbirimizin hayatına müdahale etmemeye karar vermiş olduğumuzdu.

"Sen benim arkadaşımsın." dedim oldukça ciddi bir şekilde. Bakışları gölgelendi. Kendini açıklama hevesiyle araladığı bakışları kısılmıştı. Kötü bir şey söylemiyordum aslında. Şaşırılacak bir şey de...

"Senin düşüncelerini merak ettiğim, sana danıştığım günler illaki olur Kaptan. Sana destek olurum, bana destek olursun... Ancak en yakın arkadaşlar bile birbirinin hayatına müdahil olmazlar. Diğerinin yerine karar vermezler. Sabahtan beri düşünüyorum." dedim.

"Ne düşünüyorsun?"

Konuşmadan önce iç çekmiştim. "Bunu neden yaptığını."

Kaşları havalandı. "Ve?"

"Ve iki ihtimal üstünde durdum."

İlgiyle bana dönerken "Çok merak ettim şu an." dediğinde güldüm. "Olaya benden daha çok vakıf olman gerekmiyor mu? Sonuçta eylem sahibi sensin."

O da güldü ve "Nedense sen her şeyi benden iyi biliyormuşsun gibi hissediyorum." dedi.

Omuzlarımı kaldırıp böbürlendim. "Her şeyi değil, abartma canım. Mesela kimseyi öldürmeden kesip dikemem ama sen yapabilirsin. Ameliyat etmeyi sen benden iyi biliyorsun." Neden ciddiyetten kaçıp daima işi dalgaya vuruyorduk bilmiyorum. Onunla beş yaşına dönüyormuşum gibi hissediyordum.

"Denemeden bilemezsin." diye dalga geçince tek kaşım havalandı. "Denesem mi?" diye sordum sesimi gizemli bir tona bürüyerek. "Senin üstünde mi denesem? Sen beni yönlendirirsin."

Gözlerinde gördüğüm korku sabahki kadar gerçekti.

"Eee ne diyorduk? Üstünde durduğun iki ihtimal vardı en son?"

Ağzımda mevcut olan ama asla saymayı akıl etmediğim için kaç tane olduğunu bilemediğim tüm dişlerimi gösterecek kadar geniş bir gülümsemeyle konuşmaya devam ettim.

"İki ihtimal var, evet." Durup ona baktığımda o da durup bana döndü. "Birinci ihtimal, senin yetişme tarzın. Bu topraklara ait bir geçmişe sahipsin. Her ne kadar oyun oynasak da sen, ben kadın olduğum için senin yapabildiğin şeyleri yapamam diye düşünüyorsun. Bilinçaltından bahsediyorum. Bilinç üstünde bu yok biliyorum. Bu güdüyle hareket ettin bence."

Asla kabul etmiyormuş gibi "İkinci ihtimal?" diye sordu. Omuz silktim. "Aslında ben iki ihtimalden biri diye düşünmüyorum. İkisi birden bence. İkinci ihtimal ise beni benimsedin ve aileden gördüğün için koruma içgüdüsüyle hareket ediyorsun. Yaprak'a karşı olduğun gibi..."

Gözleri irice açıldı. "Seni kardeşim gibi gördüğümü mü ima ettin az önce?"

Cevap vermedim.

"Oyun oynayabiliriz ama kardeşim gibi gördüğüm biriyle evcilik bile oynamam Asude."

"Direkt kardeşin gibi görmek olmayabilir ama kuzen gibi..."

"Kuzen de kardeştir." dedi net bir şekilde.

"Öyledir de..."

Anlatamıyordum.

"Değer vermiyor musun bana?" diye sordum pat diye. Buna da itiraz ederse konuşmayacaktım daha fazla.

"Elbette değer veriyorum Asude. Sadece bir kardeş ya da kuzen gibi değil."

Gözlerimi devirdim. "Valla sevgilin ya da sevgili olma ümidinin olmadığı başka bir kız görüp duymadım çevrende. O yüzden arkadaş örneği veremedim."

Laf sokmuş olsam da gülmüştü. "Doğru." dedi. "Pek normal kız arkadaşım yoktur ama düşündüğünün aksine başka bir niyetle ümit eden taraf pek ben olmuyorum."

Burnumu kırıştırıp dil çıkardım. "Ne oldu şimdi? Hava mı attın?"

Şapşal gülüşü ona çok yakışıyordu. Yüz hatları ne çok keskin ne de çok yuvarlaktı. Bu yüzden karizmatik de olabiliyordu tatlı da olabiliyordu.

"Sana mı?" diye sorup başını iki yana salladı. "Asla yapmam. Zaten anlamsız olur. Senin de ünün malum."

Dalga geçiyordu herhalde. Daha önce iki sevgilim olmuştu ki biri gerçek bile değildi. Diğeri tarafından da aldatılmıştım.

"Üstelik." dedi düşünceli bir tavırla. "Sen kimseyi talep etmedin. Ben de benden haberi bile olmayan birini amansızca bekliyorum."

Tebessüm ettim. "Eğer gerçekten kaderinse, iddia ettiğin gibi... Kesinlikle gelir. Ama sen çok hata yaptın."

Yok, zaten yorum yapmasan şaşardım Asu-de. Sana ne? Sus işte!

Bu kez iç sesim haklıydı. Haddim olmayan konulara burnumu neden sokuyorsam?

"Yani bilmiyorum. Gerçi çok anlamam bu işlerden. Sen bakma bana." diye sözlerimi düzeltmeye çalıştım.

Pot kırmak da bir çeşit sakarlıktı. Aynı kırdığın bir bardağı panikle toplamaya çalışırken elini kesmek gibi bir durumdu kırdığın potu toparlamaya çalışmak.

"Arkadaştık hani? Devam et lütfen. Fikirlerin benim için önemli."

Bana bak iç ses, kendi istiyor. Sakın bana oralardan laf sokma!

"Fikir değil de..."

E konuş! Az önce haldır huldur konuşuyordun?

"Yani buna, erkek milleti işte diyerek sıyrılmak da istemiyorum çünkü bu, durumu normalleştirmek gibi geliyor. Ben seni tanıyorum, birazcık da olsa... O kıza olan hislerinin samimi olduğunu düşünürüm ama o seni tanımıyor ve mesela ben olsam biri bana gelip 'Sen benim kaderimsin. Yıllardır seni bekliyorum.' dese" duraksadığımda ifadesi merakla sarsıldı. "Dese?" diye sordu.

"Ve ben onun evli olduğunu ve üstelik bir de sevgilisi olduğunu öğrensem. Samimiyetine asla inanmam. Çok özür dilerim ama 'Ya kardeşim bi siktir git' derim. Kız açısından bak. Evli ve sevgilisi olan bir kız gelip sana 'Seni bekliyordum. Sen hayatımın aşkısın' dese ne dersin?"

Sessiz kaldı bir süre ve bu süre boyunca ben de konuşmadım. Sonra dudaklarını birbirine bastırıp "peki ona da sana anlattığım gibi her şeyi anlatsam. Yani neyi ne için yaptığımı..." diye sordu.

Tebessüm edip başımı iki yana salladım. "Maalesef." Dürüst olmam onun için en iyisiydi.

"Elin adamısın onun için en başta."

Güldü.

"Göz göze geldiğimiz o an bence o da benden etkilenmişti." dedi ve bunu gözlerimin içine bakarak söyledi. Sanki o anın canlandırmasını yapar gibi.

İlginç bir deja vu hissi zihnimi esir alırken gözlerimi kaçırdım.

"Herkes senin gibi saniyelik bakışlara evrimsel anlamlar yüklemiyor. Öyle olsaydı bakıştığımız her insanla kaderlerimizin ileride bağlanacağına inanırdık ki bu yüzlerce insan ederdi. Bir boşanma işlemi bile minimum 3 ay sürüyor. O da çok nadirdir bu kadar kısa sürmesi. 100 yaşına kadar yaşayamıyor çoğumuz. O yüzden hayata biraz daha realisttik çerçeveden baksan iyi edersin."

Önüne dönüp yürümeye başlayınca onu takip ettim. Bozulmuştu galiba. "Ya da sen biraz daha tozpembe bakmayı deneyebilirsin. Farkında mısın bilmiyorum ama hep ve hiç gibiyiz. Orta yolu bulsak iyi olur."

Doğru söylüyordu. Ben aşkı yok sayarken o üç dört aşka kucak açabiliyordu.

"Gerek yok." dedim. "Zaten hayat kafasına göre davranıyor. Üç ay önce burada bu şekilde olacağını tahmin edebilir miydin mesela? Ne düşünürsek düşünelim, nasıl bakarsak bakalım hayat akışında sürükleniyoruz nasılsa. Verilen sözlerin, edilen kesin ve büyük lafların yerinde yeller esiyor. Bakalım yarın nerede olacağız? Sana da boşuna yükleniyorum ayrıca. Ağzını açıp cevabımı veremiyorsun."

Kaşları çatıldı. Dengesizliğime alışmış olsa da bazen hazırlıksız yakalanıyordu. "Diyemiyor musun? 'Valeria'yı uyardım ama o sevgilim olmak istedi. Sen başta beni sevgilin olarak tanıtmak istedin, evcilik oyununu sen kendin kabul ettin. Niye bana yükleniyorsun şimdi? Hataları tek başına mı yapıyorum sanki?' diye. Azıcık kendini savun. Bu sert dalgalı nehirde seni çok hırpalarlar benden demesi."

Kolunu boynuma dolayıp beni kendine çekti ve saçlarımı bir çocukmuşum gibi karıştırdı. "Tam bir avukatsın ha sen de! Bir de bana göre değil diyorsun! Kendine karşı bile avukatlık yapıyorsun!"

Avukatlıkla alakalı değil de haksızlığa gelemiyordum. Haksızlığı kendim bile yapıyor olsam...

 

⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓

Üçüncü günümde artık tamamen adapte olmuş hissediyordum kendimi. Hatta ilk müşteri kavgamı da yapmış bulunuyordum. Adam işini gördürmüş ama parasını vermeyi reddediyordu. Hayır, madem çok buldun miktarı anlaşma yapmasaydın! İşin hallolunca mı çok buldun!

"Bağırmayın bana beyefendi! Ayrıca karşınızda bir avukatlık bürosu olduğunu da unutmayın. O parayı faiziyle söke söke alırız, neyin havasını yaptığınızı anlamış değilim. İş anlaşma aşamasındayken konuşulacak konu bunlar. İş bittikten sonra değil. Cuma günü ödeme gününüz. Eğer ödeme yapmazsanız, pazartesi ilamsız icra takibine başvuru yapacağız. Şimdi dosyanıza baktım, baya prestijli bir şirketin pazarlama müdürüymüşsünüz. Bu süreçte siz bize ancak iş yükü olursunuz ama yıpranan biz olmayız." Gibi bir konuşma yapıp telefonu suratına kapatmıştım.

İnsan gibi 'Taksit yapabilir misiniz?' ya da 'Bunu fark etmemişim, ücret çok fazla çıkıyor. Bu konuda konuşup bir anlaşmaya varabilir miyiz? Görüşmeye geleyim' gibi yapıcı şeyler söylese asla böyle bir tepki vermezdim ama adam konuşmaya "Alo bana bak!" diye girmişti ve bin bir çeşit argo ve hakaretle devam etmişti. Ben de telefondan ona bakamadığım için icabına bakmıştım.

Sıkıysa şimdi ödemesin. Alacak benim alacağım olmayabilirdi ama o hakaretleri ben yemiştim. Bence ağzının payını vermeye hakkım vardı.

Bir alkış sesi duyunca başımı kaldırdım ve iki odanın önünde dizilmiş beni alkışlayan dört bedene gözlerimi kırpıştırarak baktım.

"Senin staja falan ihtiyacın yok. Yarın gel avukat olarak başla." dedi Atilla Bey. Güldüm. Öyle bir şey elbette mümkün değildi. Avukatlık ruhsatım bile yoktu. Zorunlu stajlarımı da yapmamıştım. İstanbul'a dönmeyi bekliyordum.

"Yerim rahat." dedim gülümseyerek. "Oturduğum yerden atıp tutması kolay. Nasıl olsa uğraşacak olan ben değilim."

Melike göz kırptı. "Ne kadar da dürüst! Değil mi? İşte benim eltim."

Parmaklarımın iç ucunu öpüp üfürerek Melike'ye öpücük yolladım.

Tolga Bey "Yok sen bu şekilde konuşmalar yaparsan bence biz alacak davalarını mahkemeye gitmeden hallederiz. Alacak davaları bundan sonra senin." Dediğinde başımı iki yana sallayıp güldüm. "Şey yaparım borçluyu arar ve parayı vermezse kanunla desteklenen haklarımızı yüksek tondan sayarım. Malumunuz bizim yasalarımız uygulamaya dökülmeden önce göze çok dolu geliyor."

Ancak uygulanmaya başladığında bir yerlerde bir güç kaybına, bir sapmaya uğruyorlardı.

Onur "Az önceki tavır çok dozundaydı. Adamın Cuma'yı beklemeyeceğine eminim. Yarın para elimizde olur." dedi.

Melike'nin dediği gibi gıcık bir tip olsa da kindar değildi.

Tek omzumu kaldırıp indirdim. "Ben gerekeni söyledim. Artık kendisi bilir." Ardından ayaklanıp "Bir şeyler içer misiniz?" diye sordum. Kendime bir kahve yapacaktım. Hazır yapmışken diğerlerini de aradan çıkartayım istedim.

Hepsi Türk Kahvesi isteyince pek sevmesem de kendime de Türk Kahvesi yaptım. Türk Kahvesiyle benim aramda garip bir ilişki vardı. Yapılırsa içerdim ama elli sene geçse canım çekmezdi.

Herkesin kahvesini yaptıktan sonra kendi fincanımı da alıp masaya oturdum ve yapacağım hiçbir şey olmadığı için telefonumu elime aldım. Sosyal hesaplarımda yine onlarca bildirim vardı ve herkes video ya da resim yüklememizi istiyordu. Twitter'da dolaşırken İnstagram'dan mesaj geldiğine dair bir bildirim aldım. Bu bildirimi diğerlerinden ayıran ve dikkatimi çekmesini sağlayan detayı gönderen kişinin ismiydi. Çünkü bu isim kesinlikle tanıdıktı.

Çok tanıdıktı.

Mesajın ismine tıkladığımda Valeria, onun mesajlarını okuduğumu anlamadı. Çünkü onu takip etmediğim için mesajları, istek olarak düşmüştü. Ve ilk mesajını da geçen hafta, bizim İstanbul'dan döneceğimiz gün atmıştı.

 

Valerikozlovxxx:

 

-Asude, biz biraz goruselim mi? Sanirim biz bazi seyleri tam olarak konusmadik.

Tam olarak neyi konuşmadık ki? Her şeyi anlattım ben. Sen de derdini söyledin. Şimdi bu kız benden ne istiyordu?

 

Valeriakozlovxxx:
-Derya telefonlarima bakmiyor.

 

-Asude bana soz verdiniz. Aşik olmayacaksiniz.

Bu kız acaba ruh hastası mı? Neden bu kadar çıldırmış?

Son gelen, yani az önce bildirimi gelen mesaja baktım.

 

Valeriakozlovxxx:
-Lutfen Asude. Rize'deyim. Konusalim. Ama Derya'ya soyleme. Sana anlatacaklarim var.

Derya'dan gizli saklı iş yapmak mı? Yok daha neler?

Valeria'nın mesaj isteğini kabul edip cevap yazdım.

 

Asudeboztas:

 

-Üzgünüm mesajları yeni gördüm. Sorun ne?


Aslında bu tarz şeylerle hiç uğraşmak zorunda değildim. Ben Derya ile anlaşma yapmıştım ve en başta dilediği gibi Valeria ile de konuşmuştum. Şimdi ben bu kızın kuruntularını gidermek zorunda değildim ama her ne kadar sevmediğini de söylese Derya'nın ilişkisi benim yüzümden bozulsun da istemezdim.

 

Valeriakozlovxxx:

 

-Seninle bulusmak istiyorum. Senin icin de uygun mu?


Valla sanki uygun değil desem ısrar edecek gibisin tatlım.

 

Asudeboztas:

 

-Uygun ama Derya'dan gizli iş yapmak istemiyorum. Sonuçta biz iki ortağız ve güven ilişkimizin temeli.

Hemen yazıyor oldu.

 

Valeriakozlovxxx:

 

-Lutfen Asude. Sana onemli seyler anlatmam lazim. Derya'ya birsey soyleme.

Türk sevgilin var. Bir zahmet Türkçe klavye indir be kızım!

En iyisi duruma göre karar vermekti. Derya'ya söylemeden onunla buluşup, buluştuktan sonra Derya'ya anlatıp anlatmama karar vermeliydim.

Telefonum çalınca Valeria'ya cevap veremedim. Anlaşılan bugün kabul günümdü. Çünkü arayan Dursun Bey'di. Çiçek Hanım'ı hastaneye kaldırdığımız günden beri hiç aramamıştı beni.

"Alo?"

Dursun Amca ya da Bey... Onunla bir sorunum yoktu. Bana karşı herhangi bir zararı dokunmuş değildi ama derine inersek Çiçek Hanım'ın kocasıydı. Ve bunca zaman beni aramamasının sebebi bana kızgın olması olabilirdi. Bu yüzden temkinli ve mesafeli bir duruş sergilemekti planım.

"Asude, kızım nasılsın?"

O benim aksime sıcakkanlı gibiydi. Tamam... En azından amca diyebilirim.

"İyiyim Dursun Amca. Siz nasılsınız? Mehpare babaanne, eşiniz?"

İnsanlık ölmüş değildi sonuçta. Kadın bir yerde benim de alâkamın olduğu ama asla suçumun olmadığı bir nedenle hastanelik olmuştu.

"İyiyiz kızım. Hepimiz iyiyiz çok şükür. Günleriniz nasıl geçiyor yaylada?"

Yaylada sanıyor olmalıydı beni.

"İyi geçiyor aslında ama ben şu an yaylada değilim."

Bir an duraksadı. "Öyle mi? Neredesin?"

Sanırım yaylada değilim derken başka bir yerde yaşadığımı düşünmüştü.

"Melike'nin çalıştığı hukuk bürosunda sekreter olarak işe başladım. Onun yanındayım şu an."

"Aa çok iyi. Hem sen de avukatsın. İyi olmuş. Tecrübe kazanırsın. Hatta bir bakmışsın sen de orada avukat olmuşsun."

Gideceğimizden hâlâ haberleri yoktu sanırım. Derya hepsine son dakika sürprizi yapmayı planlıyordu muhtemelen.

"Nasip." dedim.

"Kızım ben senden bir şey rica etmek için aradım aslında." dediğinde gerildim. Çiçek Hanım ile alakalı bir ricaysa bu... Doğru dürüst bir özür duymadan kesinlikle barışmayacaktım onunla. Barışsam bile hasarlı bir ilişkimiz olacaktı.

Yine de nezaket kurallarına uyarak "Buyurun lütfen." dedim.

"Biliyorsun biz iş dünyasında yer edinmiş, isim yapmış bir aileyiz."

İşte böyle bir giriş kesinlikle beklemiyordum.

"Evet."

"Seni anlamadığımı ya da sana hak vermediğimi düşünme lütfen ama aramızdaki sorunların insanlar tarafından duyulması pek hoş olmaz."

Ben de zaten elimde megafonla sokak sokak gezip aramızdaki sorunları anlatmıyordum?

Hiçbir ima olmadan "Katılıyorum." dedim, tamamen saygımdan.

"Senin kalbin, senin hislerin. Ben sana boş ver unut da diyemem. Çok üzgünüm ve özür de dilerim ama benim özrümün bir şey değiştirmeyeceğini de biliyorum."

"Ne demek istiyorsun Dursun Amca? Açıkça söyle lütfen."

Besbelli ki dilinin altında bir bakla vardı.

"Ortaklarımızla bu hafta sonu bir etkinlik düzenleyeceğiz ve aileler de dâhil olacak bu etkinliğe. Siz de yeni evlisiniz ve haliyle merak ediyorlar seni. Tanışmak istiyorlar. Ancak seni sokmak istediğim ortamda Çiçek de olacak. Senden ricam yalnızca birkaç saat hiçbir sorun yokmuş gibi o etkinliğe gelip gece boyu öyle davranman."

Tamam... Yalan söylemek benim işimdi ama şimdiye kadar hep işime öyle geldiği için yalan söylemiştim. Ve açıkçası ben rahat dursam da Çiçek Hanım'ın rahat duracağının bir garantisi yoktu. Ve bir atak yapması durumunda ben de sözümü tutamaz, yalanımızı sürdüremezdim.

"Çiçek Hanım'ın bir şey yapmayacağına kefilseniz benim için sorun değil."

Kefil olacağını düşünmediğimden rahattım ama "Kefilim. Hiçbir sıkıntı çıkarmayacak." dedi. İddialı bir ifadeydi bu.

"Peki." dedim. "Birkaç saatten bir şey çıkmaz nasılsa."

Dursun Amca ile böyle konuşurken kalbim sızlıyordu çünkü o aslında iyi biriydi ve yanlış kişiyi sevdiği için tüm bunlara maruz kalıyordu. Yoksa asla hak etmiyordu bu soğuk tavrı ama ben de bunu defalarca tecrübe etmiştim ki eğer birine bir kez bile olsun yumuşak davranırsanız ve çizgilerinizden taviz verirseniz diğer her seferinde sizden bunu bekliyor, bunu yapmak zorunda olduğunuza kanaat getiriyordu. 'Bir seferlik bir şey olmaz' tehlikesi yalnızca kötü maddeler için geçerli değildi. Bu felsefe dünyadaki her şey için geçerliydi. 'Bir kez olan her zaman olur'

Ve açıkça belli etmiştim ki eğer o etkinlikte Çiçek Hanım herhangi bir imada bile bulunsa sessiz kalmayacaktım. Kocasının itibarını kendisi düşünsün. Ben kimseyi düşünmek zorunda değilim çünkü. Benim bu aile ile aslında bir alakam yok. Onlara bir zararım ve yararım da yok. Bu tavrı hak etmiyorum. Hak etmediğim bir tavra da eyvallah demeyeceğim.

"Teşekkürler kızım. İnceliğin için teşekkür ederim. Cumartesi akşamı Kırlangıç'ta yani gemide olacak etkinlik. Eltilerinle konuşursunuz. Onlar sana detayları anlatır."

"Peki. İyi günler Dursun Amca. Benim işe dönmem lazım şimdi."

"İyi günler kızım. Kolay gelsin."

Dursun Amca'nın aramasını sonlandırıp Valeria'ya yazdım.

 

Asudeboztas:

 

-Tamam. Ama bunun aramızda sonsuza kadar sır olarak kalacağının garantisini vermiyorum. Yarın görüşürüz...

 

⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓

Nasıl buldunuz bölümü? Bir sonraki bölümün hem çok eğlenceli hem de çok şaşırtıcı olduğunu tahmin edebiliyorsunuz değil mi?

 

Bölüm : 12.11.2024 00:32 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...