İnstagram: Busras.typwriter/Busbckr
Twitter(X): Busrastypwriter
Tiktok: Busras.typwriter
⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓
21. Bölüm
Bölüm şarkıları;
Hiraizerdüş- Ölmüşüm Ölmekten
Emre Fel- Sen Aslı'dan da güzelsin(Cumhur)
Einstein'ın 'Bir balığı ağaca tırmanma yeteneğine göre yargılarsanız tüm hayatını aptal olduğuna inanarak geçirecektir." sözündeki balık gibi hissettiğim bir gündü bugün. Ağaca tırmanmak da avukatlık hayatımdı sanırım çünkü şu an kendimi gerçekten aptal gibi hissediyordum. Önümdeki dosyalarla ne yapmam gerektiğini bile bilmiyordum.
Birilerinin ayak işini yapmaktan her zaman nefret etmiş olsam da şu an biri benden çay, kahve istesin diye gördüğüm an gözlerinin içine bakıyordum resmen. Yeter ki bu masadan kalkayım kafasındaydım yani.
Bugün anladığım kadarıyla yoğun bir gündü. Zaten Melike, hafta sonunu da çalışarak geçirdiği için bu tahmin edilebilirdi.
Melike odasından çıktığında "Zahide Gül Hikmet'in dosyasını odama getirebilir misin?" diye sordu ve mutfağa doğru ilerledi. "Nereye?" diye sordum ben de hemen ayaklanarak.
"Kahve alacağım. İster misin sen de?"
Gözlerimi büyüttüm. "Saçmalama Melike. Geç otur, ayrıca telefondan bana söyleyebilirdin ikisini de. Sen geç ben getiririm." dedim. Başını iki yana salladı. "Ayaklarım var, kendim alırım hayatım."
Ben de neden kimse benden bir şey istemiyor diyordum. Melike'nin eltisi olduğum içinmiş! Eltim böyle yaparsa, onlar da çekinirdi tabi. Ne ayıp!
"Melike hemen odana gidip oturmazsan istifamı vereceğim." diyerek kesin ve kararlı bir şekilde tehdit ettiğimde omuzlarını düşürüp odasına geçti. Zahide Gül Hikmet dosyasını bulup masamın üstüne bıraktıktan sonra Sırayla Atilla Bey ve Onur Bey'in odasını arayıp ne içmek istediklerini sordum. Bin bir itiraz çabasına rağmen kafama göre de olsa getireceğimi söyleyerek ikna ettim onları. Onur Bey şekersiz granül kahve istedi. Melike'nin de sütlü ve şekersiz içtiğini biliyordum. Atilla Bey ise kupa bardakta demli bir çay istemişti. Mutfağa geçip içeceklerini hazırladım ve masamın üstündeki müvekkil dosyasını da alıp Melike'nin odasına geçtim. Bu odada Melike'nin masasının dışında bir masa daha vardı. Zaten Melike büroda kendisi dışında dörtkişinin olduğunu ve bunların hepsinin de erkek olduğunu söylemişti. Yani henüz tanışmadığım iki kişi daha vardı. Bunlardan birinin yurtdışında olduğunu söylediğine göre bir kişi daha gelecekti.
"Al bakalım." dedikten sonra kahve bardağını ona uzattım. Bardağı elimden alırken koltukaltıma sıkıştırdığım dosyayı ona uzattım. "Ama bu dosya kapanmış?" diye de bilgilendirme mecburiyetinde hissettim kendimi. Neden bilmem...
"Biliyorum. Emsal olay olarak sunacağım. Şu an incelediğim dosyaya çok benziyor. O yüzden." diye cevap verdi. Başımla onaylayıp onun odasından çıkıp Onur Bey ve Atilla Bey'in olduğu odaya girdim. Evet, aynı odada olmalarına rağmen ayrı ayrı arayıp sormuştum. Karşımdaki insanların nasıl insanlar olduğunu bilmiyordum ama bu tarz şeyleri ego meselesi eden kişiler tanımıştım.
Odalarının kapılarını tıklatıp bekledim. İçeriden bir onay sesi gelince de kapıyı açıp içeri girdim.
Atilla Bey "Zahmet etmeseydin." dedi. "Alırdık biz."
Nezaketen gülümseyip "Sorun değil. Arayıp isteyebilirsiniz. Ben Melike'nin eltisi olmasam isterdiniz çünkü. Herhangi bir tolerans kabul etmiyorum." diye cevap verdim.
"Buraya öğrenmeye ve kendi emeğimle para kazanmaya geldim." diyerek Onur Bey'in demli çayını masasına bıraktım. Onur Bey de nezaketen olduğu ama hiçbir samimiyet belirtisi göremediğim bir gülümseme ile bana bakıp "Teşekkürler." dedi mesafeli bir sesle. Ardından da elindeki dosyaya geri döndü.
Evli olmama baya bozulmuştu. Anlamadım ama bu tavrını. Evliydik diye kötü mü olmuştuk şimdi? Yoksa bu kadar açık yürüdükten sonra yüzü mü tutmuyordu yüzüme bakmaya?
İkinci seçenek daha mantıklıydı. Onur Bey de mantıklı biriyse ikincisi yüzünden böyle davranıyor olmalıydı.
"Başka bir isteğiniz var mı?" diye sordum odadan çıkmadan evvel.
Atilla Bey "Son üç haftadır dosyaları sisteme atamıyoruz. Ayrıca muhasebe biliyor musunuz?" diye sordu. Başımla onayladım. Hem okulda ders olarak almıştık hem de yine bir yaz tatilinde evde durmama bahanesi olarak ön muhasebe kursuna gitmiştim.
"Çok güzel. Bir aya yakın muhasebe bilgilerimizi de sisteme giremiyoruz. Açıkçası hiçbirimiz anlamıyoruz. Zamanımız da yok." dedi. Başımla onayladım. "Hangi programı kullanıyorsunuz?" diye sorduğumda ikisi birbirine baktılar. Bilmiyorlardı.
"Tamam, neyse ben hallederim."
Öncelikle hangi programı kullandıklarını öğrenip Youtube'dan kullanımı ile ilgili video izlemem gerekiyordu. Sonra da bir şekilde kayıtları geçirirdim.
"Kayıtları nerede tutuyorsunuz peki?" diye sorduğumda Atilla Bey, Onur Bey'e baktı. Ben de Onur Bey'e baktım.
Onur Bey "Sanırım Tolga tutuyordu kayıtları." diye cevapladı. Tolga denen kişiyle tanışmadığım için aval aval baktım.
"Tolga bugün yok. Yarın, geldiğinde sana verir. Şimdilik dosyaları bilgisayara aktarman yeterli. Masaüstünde klasörler var. Dava türüne göre belgeleri taratıp isimlerine ve tarihlerine göre klasör oluşturarak aktarabilirsin. Zaten masaüstündeki belgeleri, klasörleri incelediğin zaman nasıl yapman gerektiğini anlarsın. Anlamadığın bir yer olursa bize danışabilirsin." dedi. Bu kez oldukça profesyoneldi.
Başımla onayladım. Ben de masada boş boş otururken ne yapmam gerektiğini bilmiyordum zaten. Dosyalar bana, ben onlara bakıyordum. Odadan çıktıktan sonra mutfağa geçip kendime de sütlü bir kahve yaptım. O sırada telefonum çaldı. Pantolonumun arka cebinden çıkardığım telefonun ekranında Kaptan-ı Derya yazıyordu. Ki kendileri benim kocam oluyordu. En bi sahtesinden.
"Alo?" derken sesim oldukça resmi ve ciddi çıkmıştı. Ben artık beyaz yakalıydım. Buna alışmalıydı.
Asu-de... Yapma şunu! Şu ciddiyetinin kaç dakika süreceğini sen de bilmiyorsun. Dikkat ettiysen gün demedim, saat demedim. Dakika dedim. O da saniye diyerek seni daha çok üzmek istemediğimden!
Derya "Asude Hanım ile mi görüşüyorum?" diye sorduğunda, onun da benim oyunuma eşlik edeceğini anlamıştım. Çaktırmayıp devam ettim.
"Asude Hanım? Hangisi acaba? Büromuz biraz kalabalık olduğundan çıkaramadım."
Tamamen sallıyordum. Büroda çıt sesi çıkmıyordu. Gürültülü ortamlara alışık olan kulaklarım ve beynim haliyle bu durumu yadırgıyordu. Asi ruhum basgitara, çığlıklara, bateriye alışıktı. Dosyalara ve davalara değil...
"Ah af edersiniz. Benim hatam, affedin ne olur! Avukat Asude Balamir'i aramıştım ben."
Öksürdüm. "Tam çıkaramadım ama sanırım siz Avukat Asude Boztaş Balamir'den bahsediyorsunuz." dediğimde ahizeden erkeksi bir kıkırdama sesi duydum. Elbette kendi soyadımı taşıyacaktım. Evlendik diye soyumuz değişmedi ya!
"Evet evet! Kesinlikle ondan bahsediyorum. Sürç-ü lisanımı bağışlayın."
"Bir daha olmasın beyefendi. Bağlıyorum Asude' Hanım'a." dedim burun kıvırarak.
"Aslında-" dedi heyecanla. Duraksayıp "Ne oldu?" diye sordum.
"Ses tonunuz çok hoşmuş, bağlamadan önce biraz sohbet edebiliriz." dediğinde gözlerim irice açıldı. Terbiyesiz kaptan! Karısını karısıyla aldatmaya çalışıyordu! Yedekte, biri meçhul diğeri ecnebi iki kişi daha yokmuş gibi!
Son derece öfkeli bir kararlılıkla "Şöyle yapalım Beyefendi. Ben sizi direkt Melike Hanım'a bağlayayım, Asude Hanım'ın tazminat maddelerini siz onunla konuşun. Değerli çalışanımız ve müvekkilimiz Asude Hanım'ın katil olmasını istemeyiz." dediğimde Derya bu kez kocaman bir kahkaha attı.
"Utanmadan bir de gülüyor musun?" diye sordum. Rezildi ve de kepazeydi!
"Graham Bell'e şu anda bildiğim tüm duaları okudum. Allah razı olsun adamdan. Telefonu icat etmiş de bunları telefondan söyledim sana. Yanımda olsan koca katli vaciptir fermanını okurdun kulağıma."
"Eve geldiğimde de okuyabilirim. O zamana kadar tüm ölmüşlerimize dua et bence. En başta da kendine. Yakın çünkü!"
Tatlı tatlı güldü. Eğleniyordu.
Sen de eğleniyorsun Asu-de kasma! Sen kasıyorsun burada biz tutuluyoruz. Sal gitsin!
İç çekip "Sesin dinç geldiğine göre, işlerin iyi gidiyor." dedi. İlk iş günümü merak ettiği için aramış olmalıydı. Derya gerçekten düşünceli biriydi. Ve ben, beni düşünen insanlara çok alışık değildim. Ya onlar düşünmezlerdi ya da ben müsaade etmezdim ama Derya dur durak bilmiyordu. Ne dersem diyeyim bildiğini okuyordu. Keza kardeşleri ve yengeleri de öyle
"İyi işte. Sıkıcı tabi." diye cevap verdim. Gülümsediğini hissettim.
"E tabi şarkı söylemeye benzemez. Anlıyorum seni"
Gözlerimi devirip "Yaptığın üç iş de koşuşturma gerektiren, yoğun işler, beni nasıl anlayacaksın?" dediğimde "Aa" dedi teessüf edercesine. "Nasıl anlamam? Ben iş hayatına ilk önce babamın şirketinde başladım. 13 yaşındayken beni şirkete götürürdü. O kâğıt kürek işleriyle uğraşırken yanında otururdum. Sonra bir gün onunla gemiye geldik. Batum'a gidiyorduk yine. Yük indirmek için ve babamın Batum'da bir iş görüşmesi olacaktı. O gün gemiye bindiğimde dedim ki benim işim bu. Abilerim şirkette kalsınlar ben gemide olacağım."
Anlattığı hikâyeye şaşırmamıştım. O hallerini hayal edebiliyordum. "Belki abilerin de gemide olmak istiyordu?" dedim sorarcasına. Aslında sadece takılıyordum ama o ciddi bir cevap verdi. "Şansıma ikisinin de ilgisini kara daha çok çekiyordu. Murat Abimin gönül işleriyle başı beladaydı. Duha Abim de arada bir gelirdi, onun da ilgilendiği hayat karadaydı. Sonra da zaten Melike hayatımıza girdi. Hepten bana bıraktı."
"Gizemli kızı bulduğunda sen de ayaklarını karaya basarsın artık" diye takıldım. Neden keyfim kaçmıştı? Sıkılmış mıydım mutfakta durmaktan? Kahvemi aceleyle doldurup mutfaktan çıktım. Sıcak basmıştı sanırım.
O sürede ondan da ses çıkmamıştı. Can damarına falan basmıştım herhalde.
"Onu da yanıma alırım. Benimle gemide olmaktan zevk alacağını düşünüyorum." dedi sessiz geçen saniyelerin ardından. Kaşlarım çatıldı. "Neye dayanarak? Birkaç saniyelik izlenimine mi?" diye sordum. Sinirlendiğim şey onu tanıyormuş gibi davranmasıydı. Huzursuz oluyordum. Sanki o kız gerçekten hayatımızda gibiydi.
Huzursuz olmamın sebebi şeydi... Bilinmezlik!
Hıhı tabi Asu-de'ciğim!
"O kızın benim kaderim olduğunu söylemiştim ya... Bir insanın kaderi aynı zamanda onun ruh eşidir. Hayat arkadaşı... Bu yüzden onunla ilgili bir şeylerden eminim."
Kahvemden küçük bir yudum aldım. "Umarım hayal kırıklığına uğramazsın." dediğimde "Uğrarsam da canı sağ olsun." dedi.
İyi hissetmiyordum. Cidden bende bir sorun vardı. "Benim işe dönmem lazım. Görüşürüz." diyerek telefonu yüzüne kapattım. Ayıp etmiş olabilirdim ama cidden iyi değildim. Göğsümde bir sıkışma vardı. Bir yudumcuk içtiğim kahve mi çarpıntı yapmıştı yoksa tansiyonum mu düşmüştü?
Bluzumu silkeleyerek kendime biraz hava verdim. Bana ne oluyordu ya? Belki de bu yaz sıcağında kahve içmek yanlış tercihti. Kahvemi kenara alıp önümdeki dosyalara yoğunlaştım. Dikkatimi dağıtmalıydım ya da toplamalıydım belki de...
Bu zamana kadar kanmadığım saçma sapan düşüncelere bu saatten sonra kanamazdım. Kendine gel Asude!
Kendine giderken yolunu şaşırıp Kaptan'a gitme de!
Yok, iç sesim dış mihraplar tarafından yönetiliyordu. Bu zillinin benimle alakası olduğunu hiç sanmıyorum!
Masanın üzerindeki sabit hat çaldığında cevapladım. Melike "Asude 2017 senesine ait klasörde Zeliha Tutkun'a ait dosyayı bana gönderebilir misin?" dediğinde onu onaylayıp masaüstündeki klasörlere baktım. Senelere göre ayrılmışlardı. 2017 senesine ait klasörü açtığımda bu kez dava çeşidine göre sıralanan dosyalar karşıma çıktı. Acaba Zeliha Tutkun'un davası neydi? Üstteki bara Zeliha Tutkun yazdığımda Ceza Davası klasöründeki dosyayı buldum. Kadın hırsızlık ve organize suç örgütüne üye olmaktan ceza almıştı. Dosyayı, bilgisayarın ekranının kenarına yapıştırılan post-itten bulduğum Melike'ye ait mail adresine yolladım. Sonra da bir diğer post-itte yazan numarayı tuşlayıp arayarak teyit ettim.
Adapte olmak sanırım o kadar da zor değildi...
Belki de ilk günüm olduğu için bana çok yüklenmiyorlardı, bilemiyorum. Bunu zaman gösterecekti. Bir aksilik çıkmazsa iki ay kadar bir süre burada çalışacaktım. Bu süre zarfında öğrenebildiğim kadar öğrenmeliydim. Kimseye muhtaç olmadan, kimseye el açmadan yaşayabilmem için yeterince kazanacağıma emindim. Bir insanın tamamen özgür olabilmesinin ilk şartının ekonomik özgürlüğünü sağlaması gerektiği konusunda hepimiz hemfikiriz öyle değil mi?
⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓
"İlk günün nasıldı?"
Yayla evine dönerken aslında ikimiz de oldukça yorulmuş olacağız ki yolun yarısında gelmişti bu soru.
"Alışık değilim sadece. Pek bir şey yapmadım yoksa." diye cevap verdim. Asıl çalışan Melike ve diğerleriydi. Ben dosyaları düzenleyip onlara çay, kahve götürmüştüm sadece. Bir de gelen aramaları yönlendirmiştim o kadar.
Melike "Derya'ya hala gıcık mısın?" diye sordu birden bire. Bu ani soru karşısında ne düşüneceğimi ve haliyle de ne cevap vereceğimi bilemediğim için kaşlarım havalandı. Mina'nın ifşa ettiği olaydan bahsediyor olmalıydı. "Yani... Şu an favorim değil." diye esprili bir cevap verdim.
"O zaman bugün yaşadıklarını birazcık abartıyla, çok azıcık abartıyla, mini minnacık hatta Derya'ya anlatabilir miyim?" diye sordu. Bu kez bakışlarım kısıldı.
"Hangi yaşadıklarımı?" diye sordum.
"Onur'un sana yürüdüğünü söyleyeceğim ki bu yalan sayılmaz. Abartı olan kısım, bizim senin, benim eltim olduğun gerçeğini saklamamız olacak."
Güldüm. Gülüşüm saniyeler geçtikçe büyüdü ve kahkahaya dönüştü.
"Acaba diyorum... Kayıp ikizim, kız kardeşim falan olabilir misin?" dediğimde cevabımı da vermiştim. Melike söylediklerim üzerine kahkahama eşlik etti. "O küçük dana istediği gibi at koşturmaması gerektiğini anlamalı." diyen eltime hak veriyordum aslında. Her an bir yerden başka bir hikâye, başka bir kız çıkabilirdi çünkü!
Olanı kadarına doymuştuk zaten!
Melike "Derya'yı azıcık tanıdıysam sen yarın işe gelme diye her şeyi yapar." dediğinde ona yandan imalı bir bakış attım. "Derya'yı ne kadar tanıdın bilemem ama beni daha tanıyamamışsın elticim. Savaş çıksa ben yarın işe gelirim. Kesinlikle engel falan olamaz."
Melike keyifle kahkaha attı. "Ona da şüphem yok ama Derya'nın kıvranan hallerini seyretmek için sabırsızlanıyorum."
Derya'ya bir an üzüldüm. Acaba ben ve eltim ona fazla mı geliyorduk? Tamam hak etmediğini söyleyemem ama biraz da günahı alınıyordu gibi...
Bilemiyorum...
Asu-de, günahı alınıyor gibi mi? Günahı alınıyor düpedüz! Adam sana sevgilim var dedi. Onunla rahatça görüşmek için seninle evlendi hatta. Sırf sevgilisiyle konuşurken yakalandı diye mi suçlu?
Sus sen zilli! Yine başladın Derya'ya ponpon kızlık yapmaya! Neresi suçsuz? Ben ona yakalanma dedim mi? Dedim! Yakalanmasaydı! Sırf senin yüzünden daha da gıcık oluyorum çocuğa! Savunma onu! Pis cadı!
Rize ruh ve sinir hastalıkları hastanesi nasıl bir yerdi acaba? Manzarası güzel midir ki? Kafayı yedim, yakında kapatırlar beni oraya!
Melike dedikodu modunu aktifleştirip "Onur baya bozuldu yalnız Asude. Bildiğin göz koymuştu sana. Bakışları bakış değildi." dedi.
Gülümsedim.
"Derya olmasaydı da bir avukat olsun istemezdim hayatımda." diye karşılık verdim. Aslında Derya benim için bir engel değildi. Hayatıma istediğim kişiyi alabilirdim ama bu kişi kesinlikle Onur Bey olmazdı.
"Avukatı bilmem de Onur bence de olmazdı. Son bir buçuk senedir evlenecek kız arıyor kendine. Kriterlerini söylüyorum yüksek maaşlı bir işte çalışacak ama yemek ve temizliği de o kişi yapacak, çocuğa da bakacak, alttan da alacak. O, bunu yumuşak başlı biri olarak tanımlıyor ama beklentisi bunlar yani. Sen kesinlikle o kişi değilsin."
Öfkeden mi yoksa hayretten mi bilmem gözlerim büyüdü. "Böyle birini bulursa lütfen beni ara da kızı vazgeçireyim. Akıl falan veririm. Onur gibi biriyle evlenmeye kalkışıyorsa akıl eksikliği çekiyordur muhtemelen."
"Aa onu sana bırakmam. Ben senden önce yemin ettim buna." deyince güldüm.
Melike başını iki yana sallarken baya keyifli görünüyordu. "Bulamıyor zaten. Bu devirde öyle enayisi kolayca bulunmuyor neyse ki. Hayır, bu beklenti en azından tipi woaw denecek kadar düzgün olsa anlaşılabilir. Dersin ki tipi sayesinde şansı vardır. Şekilci insan çok! Ama Allah affetsin bir görsem ikinciye dönüp bakmam. Neyine güveniyor ben de bilmiyorum.
Cinsiyet fark etmeksizin bu beklentide olan çok fazla insan var. Hatta kuzenlerimin içinde bile ben çalışmayayım kocam çalışsın, bana baksın, eve temizlikçi tutsun hep dışarıdan yiyeyim diyenler bile vardı ki bu vaatleri veren biriyle evlenip burnunu boka sürdüler tabi. Söylenenler hep vaat olarak kaldı. Yani işin özü, öyle bir dünya yoktu.
Onur Bey'e de gıcık olmuştum işte ilk günden.
"Hayır bozulması daha komik! Evli olmasam cepteydim sanki!"
"İşte onu diyorum! Aramızda kalsın da bu ilk tanıştığımız zaman bana da bunu yapmıştı. Ben bekârdım o zaman tabi. Sonra baktı yumuşak başlılık bir yana çelik gibi sert, üstelik de dikenliyim benden uzak durmaya başladı. Ay söylemeyeyim diyorum da bir de güzellik kriteri var paşamın!"
Belli ki Melike de Onur'a çok gıcık olmuştu.
"Şimdi" dedim yüzümü buruşturarak "Ben bu Onur'a gıcık oldum ya! Kesin laf sokup dururum... Keşke bilmeseydim."
Başını iki yana salladı. "İlk zamanlarda ben de öyleydim ama geçiyor. Onur bu konu haricinde iyidir. Çalışkandır, gözü açıktır. Yardımseverdir de. Gelenekçi bir ailede büyümüş. Annesinin paşası olduğu için bu şekilde bir beklentisi var sanırım. Annesinin gözünde kaşıkçı elması olduğunu bizzat gördüm. O da kendini öyle sanıyor herhalde. O konu dışındaki konularda iyidir. En azından hak yemez, adam ezmez."
Omuz silktim. "Olsun! Yine de gıcığım."
Başını kısa süreliğine yoldan alıp bana imalı bir bakış attı ve tekrar yola döndü. "Derya'nın yanında çaktırma da yine gıcık ol. Beni bu zevkten mahrum etme."
Ah! Yok, o zevkten ben de mahrum olmam.
Sonunda yaylaya kavuştuğumuzda karanlık çökmek üzereydi. Erkekler ya gelmişti ya da gelmek üzerelerdi. Eve yaklaştığımızda önümüzde giden arabaya baktım. Derya'nın arabasıydı. Aynı anda eve gelmiştik demek.
Melike "Ay çok iyi. Harika zamanlama!" dedi. Benden daha heyecanlıydı. "Dur bir önden güleyim. Orada gülersem oyun yaptığımızı anlarlar." dedikten sonra kahkaha attı. Ben de güldüm. "Gülmemek için sinirleneceğin bir senaryo üret kafandan. Mesela Derya, Duha Abi'yi pavyona götürmüş. Dansözün memesine para sıkıştırıyorlar. Bunu düşünürsen daha iyi iş çıkarırsın!" dediğimde gülüşü bıçak gibi kesildi.
"Yaktım çıranı Derya!" diye tısladığında bir an pişman oldum. Çocuğun başını yok yere yakmıştım.
"Bunu hayal etmeme gerek yok!" dedi Melike. "Anılarım hala taze!"
"Ne?" diye çıkışırken ki sinirim gerçek miydi rol müydü emin değilim. "Yaptı mı?"
Başıyla onayladı. "Hem de bekârlığa veda partisi rezilliğiyle."
Öyle mi?
"Sen ne yaptın?" diye sordum korkarak. "Duha'yı terk ettim elbette. Bekârlığını bu kadar önemsiyorken ayırmaya kıyamazdım." diye cevap verdi kaşlarını kaldırıp indirirken.
Güler gibi bir ses çıkarıp "Ama sonunda affetmişsin." dedim. Omuz silkti. "Hıncımı alamamıştım. Evliyken daha kolay eziyet edilir diye düşünüp barıştım."
Öyle büyük bir kahkaha atmıştım ki eminim sesim arabanın dışına bile çıkmıştı. Ben bu kadına hayrandım. Artık resmen kendisini rol modelim ilan ediyordum.
"Balayında beni toplamda 13 dakika gördüğünü söylesem mesela, ne dersin?"
Gözlerim irileşti. "Hadi canım!" diye bağırdıktan sonra sesimi kısıp "Hadi canım derim." diye devam ettim.
Başıyla onayladı. "13 dakikanın 10 dakikasında beni akşam yemeğini yerken yakaladı ve yemek çok lezzetliydi o yüzden bırakıp kalkamadım. Kalan üç dakika da sağda solda beni sıkıştırması işte."
Başımı iki yana sallayıp onu alkışladım. Ben bunu becerememiştim. Daha doğrusu benimki Duha Abi'ye göre daha sinsiydi. Kendini belli etmeden beni takip etmişti.
"Demek pavyona götürdü Duha Abi'yi ha? Ya Murat Abi?" diye sordum.
"O dönem Murat Abi ne düğün ne de pavyon havasında değildi. Nilay'ın peşindeydi. Onlar bizden 6 ay sonra evlendiler." Dedi. Yüzündeki gülümseme geçmiş günlere duyduğu özlemdi sanırım.
"Hayatım çok tek düzeydi benim. Balamir ailesi hayatıma girdiği günden beri inanılmaz aktif. Her yeni güne yeni bir olayla uyanıyorum. O yüzden inanılmaz mutluyum."
Açıkçası benim o kadar tek düze bir hayatım yoktu ve ben gerçekten tek düze bir hayat diliyordum ama bir türlü nasip olmuyordu. Yine de sandığım gibi olmasa da farklı bir şekilde ben de iyiydim. Mutluluk anlık bir şeydi. Bazen mutlu oluyordum ama genel olarak mutlu olduğumu sanmıyorum. Bence kimse genel olarak mutlu değil zaten...
Belki de ben yanlış öğrenmiştim. Belki de hiç mutlu olamamıştım. Ne bileyim işte? Konuyu Murat Abi ve Nilay'a çevirdim tekrar.
"İkisinin birbirine bakışları... Yani ne bileyim? Kıyas yapmak değil niyetim ama onlar herkesten farklı gibiler. Murat Abi, Nilay'a her an bir şey olacakmış gibi gözleri titreyerek bakıyor." Diye itiraf ettim. Ama bu bahsettiğim şey aşk mıydı bilmiyorum. Ben Galata'ya bakarken öyle göründüğümü sanmıyorum. Daha çok Melike'nin Duha Abiye baktığı gibi bakıyorumdur herhalde.
"Onlar kaybetmeyi tatmışlar çünkü. Onsuzluk ne demek ikisi de acı bir şekilde tecrübe etti. Anlatmak bana düşmez ama gerçekten büyük hatalar yapılmış. Bir gün Nilay'a 'Ben olsam affetmezdim' dedim. O da 'Senin yerinde olsam ben de affetmezdim.' Dedi. Sonra 'Çünkü henüz kaybetmedin' diye ekledi. Sanırım kaybetmeyen de anlamaz onu."
"Hatalı taraf Murat Abi yani..." dedim dalgın bir şekilde. Eğer Melike affetmezdim diyorsa muhtemelen oydu.
Melike iç çekti. "İkisi de hatalı. Ben ikisinin yerinde olsaydım da dönmezdim. Aşkları öyle büyük ki gururlarını yenmiş."
"İkisi tekrar nasıl karşılaştı?" diye sorduğumda bir an kararsız kalınca "Pardon. Anlatma." Dedim. Özel bir konuydu ve benim onlardan habersiz öğrenmem iyi olmazdı.
"Murat Abi, eski eşiyle ayrılmak için bize başvurdu. Onu oradan tanıyordum zaten. Sonra bir gün Murat Abi bana başka bir davaya daha bakabilir misin diye sordu. Gidip Nilay'ın kocasını dövmüş. Adam da bundan şikâyetçi olmuş."
Gözlerim ardına kadar açıldığında eve kavuşmuştuk ama inmedik.
"Neden? Ayrıca ben Nilay'ın kocası öldü diye biliyorum..." Bu bilgiyi öyle laf arasında duymuştum sanırım. Tam olarak kimden duyduğumu bile hatırlamıyorum.
Melike elini iki yana salladı. "Murat Abi yapmadı. Adam zaten ruh hastasının tekiydi. Nilay onunla boşanınca iyice sıyırdı. Zil zurna sarhoşken denize açılmış, Sonra boğulmuş. Birkaç hafta sonra ölü bedeni bulundu. O yüzden de Murat Abi adamı dövmüştü diye başı çok ağrıdı ama şahitler, kamera kayıtları falan derken akladık."
Bu kez "E Murat Abi adamı niye dövmüş ki?" diye sordum.
"Nilay'ı dövüyormuş adam. Bir gün köy meydanında, tüm herkesin içinde dövünce Murat Abi'ye haber gitmiş. Murat Abi de herkesin içinde adamı evire çevire dövmüş. Bu mesele yüzünden üç ay hapis yattı."
Çok şaşkındım. O zaman Mina'yı nasıl Murat Abi'ye vermişlerdi ki?
"Mina'nın velayeti?" Elbette bir kez bulaşınca duramıyordunuz. Merak çok kötü bir şeydi.
Derin bir iç çekti Melike. "Çok derin meseleler. Kuzumun annesi olacak o vicdansız zaten istemedi. Çocuk esirgeme kurumuna gidecekti az daha ama neyse ki Dursun Babam vardı. Halledebildik."
Çok derin acılardı ve biz daha çok yüzeyde sayılırdık. Bu kadarı bile benim boyumu aşmıştı ama...
Cama tıklatılınca kemerimizi çözüp kapıyı açtık.
Meraklı Kaptan "Ne konuşuyordunuz?" diye sorduğunda Melike "İş" diye cevap verdi. Derya'ya ukala bir bakış attım.
"İşimiz gücümüz var bizim." Diye havalandığımda gülüp eğildi ve bir kolunu belime dolayıp beni kendine çekti. Ardından yanağıma kondurduğu öpücükle sanırım nakavt olmuştum. Bir tepki veremedim.
Geri çekildiğinde bu kez ben koluna tutunmak zorunda kaldım çünkü bacaklarım titremeye başlamıştı.
Yüzüne baktığımda gülümsedi. "Bu kez ben önce geldiğim için karımı ben karşılamalıyım." Dediğinde anladım meseleyi ama keşke böyle ani olmasaydı. Bir an şaşırdım.
Gözlerim diğerlerine kaydığında Murat Abi, bin bir çileyle kavuştuğu karısını kollarının arasına almış, Nilay'ın sırtını kendi göğsüne dayayarak bizi izliyordu. Duha Abi de soluğu Melike'nin yanında almıştı. Yaprak ve çocuklar ortalıkta görünmüyordu.
Murat Abinin "Aferun uşağım! Çözdin sen bu işu" yorumunun üzerine gözlerimi devirip kollarının arasından çıktım. Daha Valeria ile telefonda konuşmasını affetmemiştim. Yani diğerlerinin bildiği kadarıyla. Bir de üstüne pavyon işi çıkmıştı. Double intikam. Tadından yenmez.
"Telefon kullanmayı da çözünce konuşalım bu meseleyi Kaptan Efendi."
Murat Abi burnunun ucuyla beni gösterdi. "Ha biz hata ettuk bunu Ortanca gelunun elune vererek. Valla boynuz kalaği geçtu."
Omuz silktim.
"Yerime kendini koyamayan yorum yapmazsa sevinirim." Dedim ve çantamı Derya'nın kucağına sertçe bıraktım.
"Böyla mi olduk küçük gelun?" diye soran Murat abiye de tek omuzumu silkerek cevabımı verdim.
İki gündür yatak bana kalmıştı. Birkaç gün uzasın bu küslük. Aman ne olacak?
Asu-de, biz ona şey diyelim mi? Derya yokken kendini güvende hissediyorsun ve kafan karışmıyor.
Sen sus artık be! Demeyelim! Rahat diye uzatıyorum.
Bir bak bakayım Derya'ya! Bir şey deneyeceğim Asu-de!
Dilin kopsun inşallah!
"Tamam abi. Karım ne diyorsa o. Haklı." Dedi gariban Derya da.
Duha Abi "Oğlum sen de pek kılıbık çıktın." diyerek Derya'ya takılınca Derya "Diyene bak! Aynada kendini gösteren örümcek adam!" diyerek cevap verdi. Güldüm.
"Hayatım ilk iş günün nasıl geçti? Yoğundun baya sanırım. Telefonu sana veda edemeden kapattın da... İlk günden ayıp değil mi bu kadar çalıştırmak?"
Son cümlenin muhatabı Melike'ydi.
Melike kıkırdadı. "Aa yok hiç yoğun değildi. Ben eltim diye, diğerleri de güzel diye olsa gerek pek kıyamadık ona." diyerek oyunu başlattığını belli etti. Derya'ya baktığımda baya şaşkın görünüyordu.
Sonra biraz olsun şaşkınlığı geçince "O ne demek?" diye sordu. Oyuna devam ettim. "Ne o? Sen galiba beni güzel bulmuyorsun. Bu kadar şaşırdığına göre!"
Bu çıkışım üzerine Nilay "Hadi içeri geçelim. Belli ki büyük bir kavga başlayacak. Millete rezil olmaya gerek yok." deyince hep beraber içeri yöneldik ama Derya için konu ertelenebilir değildi sanırım. Yürürken konuşmaya devam etti.
"Ne alakası var hayatım?" derken son kelimeyi imalı bir şekilde vurguladı. "Benim demek istediğim işinin güzellikle ne alakası var? Ayrıca evli bir kadına neden güzel diye tolerans geçiyorlar?"
Ayakkabılarımızı çıkarırken Melike "A yok, o kadar lakayt değiller. Evli olduğunu bilmedikleri için..."
İşte bu öldürücü darbeydi. Herkes donup kalmıştı. Ben ve Melike ise gülmemek için çok çetin bir mücadele içindeydik.
"Ne?"
Bu soru Derya'nın ağzından çıkmıştı ama tonlaması öyle acıklıydı ki bir an kıyamadım ama Melike benim kadar yufka yürekli değildi.
"Asude torpille değil yetkinliğiyle kendini kanıtlamak istedi. Daha sonra söylemeye karar verdik." diye muhteşem bir yalan daha söylediğinde aslında bunun çok mantıklı bir fikir olduğunu düşündüm ama çok geçti tabi ki.
"Saçma! Ne alakası var? Hukuk mezunu birini sekreter yaptınız zaten. O, bu pozisyona göre fazla bile yetkin zaten!"
Göz ucuyla Derya'ya baktım. "Neden işimi küçümsüyormuşsun gibi hissediyorum şu an?" diye sordum gözlerimi kısarak. O ise derin bir nefes alıp gözlerini devirdi. "Seni yüceltiyorum Asude! Sen o iş için fazlasın. İşten ayrıl en iyisi, sana güzel bir iş bulalım."
Dudaklarımı birbirine bastırıp sakinleşmeye çalışıyormuş imajı çizdim ama aslında gülmemeye çalışıyordum. Tam da Melike'nin dediği gibiydi.
"İşim gayet güzel. Hem ben daha baroya kaydolmadım. Stajımı yapmadım. Avukat sayılmam henüz. Daha iyi bir iş yok benim için."
Derya bu kez de "O zaman gel bizim hastanede sekreterlik yap." Dediğinde gözlerim irileşti. Çüş!
"Daha neler? Ne anlarım ben hastanede sekreterlik yapmaktan."
"Öğrenirsin."
Derin bir nefes aldım. Bu sinirlenmeye başladığımı gösteriyordu ve eminim hepsi bu mesajı eksiksiz almıştı ama Derya bu mesaja görüldü attı.
"Ayrıca zaten senin asıl mesleğin sekreterlik de değil. İllaki yapacaksan nerede yapacağının ne önemi var?"
Ağzından çıkanlar herhangi bir mantık süzgecine denk gelmeden dışa atılıyor olmalıydı. "Derya, tepem atmaya başlıyor. Ne sekreterliğinden bahsediyorsun sen?"
Derya olağan bir şey söylüyormuşçasına "En azından insanlar evli olduğumuzu bilecek." Diye devam ettirdi savunmasını. Rol mü yapıyordu yoksa ciddi miydi anlayamıyordum.
"Bilince ne olacak? Bilmediklerinde ne değişiyor da bildiklerinde düzelecek?" diye sordum. Bu soru oldukça ciddi bir soruydu ve aramızdaki anlaşmaya vurgu yapıyordu. Diğerleri anlamasa da Derya bu kez mesajıma görüldü atamadı. O cevap vermeden önce Murat Abi "Ne demek ne değişecek? Sana asılmayacaklar, ayaklarını denk alacaklar Asude. Dediklerinin farkında mısın?" diyerek kardeşinin yerine onu savundu. Derya da başıyla Murat Abi'yi gösterip omuz silkti. Gün doğmuştu tabi ona da!
"Asıl siz dediklerinizin farkında mısınız? Bekâr olsa asılmalarında sorun yok mu diyeceksiniz? Asude gayet de kendi kendini korur."
Melike'nin söylediklerinin üzerine Derya gibi ben de başımla Melike'yi gösterip dil çıkardım. Gülümsedi.
"Yav tamam! Biz koruyamaz demiyoruz ama evli olduğunu söylemeniz lazım."
Zaten söylediğimizi bilmiyorlardı tabi.
Derya gözlerimin içine merakla baktı. Bu merakın sebebini biliyordum. Aramızdaki anlaşmaya göre ben hayatıma birini alabilirdim. Orada öyle biri olup olmadığını merak ediyor olmalıydı.
"Sorarlarsa söylerim." Dedim umursamaz bir şekilde.
Duha Abi "Ben bu modeli biliyorum." Dedi ve Melike'ye baktı. "Bende bunun bir üst sürümü var çünkü. Hala o telefon konuşmasının intikamı alınmış hissetmiyor karın."
Melike kocasına yapay bir şirinlikle gülümsedi. "İyi madem. Sendekinin üst sürüm olduğunun farkındasın. Sen böyle bir şey yapınca başına üst sürüm bir şeyler geleceğini de biliyorsundur umarım."
Nilay yeniden ortaya atıldı. "İçeri geçelim mi artık? Kapıda kaldık."
Nilay'ı çok seviyordum. O kadar iyi biriydi ki her daim durumu kurtarmaya çalışıyordu. Murat Abi ile sorunlarını nasıl çözmüşlerdi, Mina'ya ne söylemişlerdi bilmiyorum ama yeniden mutlulardı.
Onları gördükçe anneme ve babama olan öfkem büyüyordu. Çünkü onların yaşadıkları ebeveynlerimin yaşadıklarından daha ağırdı ve onlar her şeye rağmen direnmiş ve birbirlerine tutunmuşlardı. Nilay kendisinden olmayan bir çocuğa öz annesiymiş gibi davranıyordu. Eminim öz olmadığını düşünmüyordu bile. Ancak benim öz annem sırf yeni kocası istemediği için beni bırakmıştı. Elinden kaçırdığı dedemin eline...
Zulümlerini gördüğü akrabaların içine...
Ben babama da çok kızgındım. Çünkü dedemi dinlediği için onlar ayrılmıştı. Annemi hala sevdiğini biliyorum ama annem beni götürdüğünde bile benim için savaştığını gördüm. İlk hayal kırıklığım annemin bana başkasıyla evleneceğini söylemesi oldu çünkü ben onların barışacağını düşünüyordum. Çünkü babamın sadece beni değil, annemi de geri istediğini, sözlerinde olmasa da davranışlarında görüyordum. Annemin bu kararı babamın çabasını bitirdi. Annem evlendikten bir kaç ay sonra bana 'Sen artık genç bir kızsın. Kocamla aynı evde tek kalmanız doğru olmaz. Babana git. Söz veriyorum seni görmeye geleceğim' dediğinde ise hayallerim değil, dünyam başıma yıkılmıştı. Başkasıyla evlenmesini bile anlamaya çalıştığım annemin beni bırakmasını anlayamadım. Sonra babam geldi ve beni aldı. Benim için çocuk esirgeme kurumu daha iyi bir seçenek olabilirdi ama büyüktüm. İki sene sonra oradan da çıkmak zorunda kalırdım bu yüzden iki sene dayandım. Hatta üç sene dayandım. Sonra İstanbul'a kaçtım. Meşru bir kaçıştı bu çünkü okul gibi bir vizem vardı.
Motivasyonum büyük olduğu için çok çabaladım ve Türkiye'nin en prestijli üniversitelerinden birinde Hukuk okudum. Senenin büyük kısmını İstanbul'da geçirdim. Derslerden kalmışım, geçmişim hiç önemli değildi. Bütünlemelere kalmak işime bile geliyordu. Dönem uzatmak da öyle tabi... İstanbul'a olan tutkumun sebebi de bir yerde aileme dayansa da yine de ailemden çok ailem olmuştu. Aile de aşk gibi illa insan olmak zorunda değildi. Herkesin gözünü korkutan o şehir beni benden, öz ailemden korumuştu.
O yüzden onun için sarf ettiğim tüm çabaya değerdi.
İçeri geçtiğimizde Derya "Karıcım iki dakika gelsene." diyerek odayı gösterdiğinde bıkkın bir şekilde başımla onayladım.
Odaya girince arkamızdan kapıyı kapattı. "Asude sen ne yapıyorsun?" diye sordu hayret eder gibi bir tavırla. Asıl bu tavrına ben hayret ediyorum.
"Ne yapıyorum Kaptan?" diye sordum.
"Biz evliyiz. Üstelik yeni evliyiz. İnsan kocasının yanında öyle şeyler söyler mi?"
Kaşlarım havalandı. Yüzümdeki ifadeden söyleyeceklerimi anladığını biliyorum ama yine de söyledim.
"Peki insan karısı -yeni karısı- ona köfte almaya gitmişken eski sevgilisiyle yeğeninin yanında konuşur mu?"
Derin bir nefes verip arkasını dönmesinin sebebi eminim gözlerini kaçırmaktı ama ben durmadım ve devam ettim. "Ya da insan evlendiğinin ertesi günü iş için de olsa karısını bırakıp gider mi? Bak Valeria'nın yanına gitmiş olmanı bile söylemiyorum."
Kapı birden açılınca bir gürültü koptu ve Yaprak ile Melike odamıza düştü. Diğerleri de onların üstünden kalkmaya çalışırken Melike "Ne?" diye bağırdı düştüğü yerden. "Derya evlendiğiniz gecenin sabahında Valeria'ya mı gitti?"
Saçlarımı geriye doğru tararken gözlerimi yumdum ve sakince düşünmeye çalıştım. Kapımız dinleniyordu! Ne kadar müthiş!
Sonra Melike diğerlerinin altından kalkmaya çalışarak odaya girdi. "Derya, bu doğru mu?" diye sordu.
Derya bir bana bir de onlara baktı. Oldukça müşkül bir durumdaydı ama ben ne yapabilirdim? Bizi dinleyen onun ailesiydi. Ve yalan söylemiş de değildim yani. Suçlu ben miyim?
"Yanlış." dedi dişlerini sıkarak. "En az sizin bizi dinlemeniz kadar yanlış hem de." Dediğinde aslında onlara kızdığını anladığım için savaş boyalarımı sildim. Savaşmaya hazırdım yoksa.
"Dinlemedik." Dedi Duha Abi. Biz elbette inanmayınca da bakışlarımızla bunu belli ettik. "Geçerken duyduk." Dedi Murat Abi de.
Melike bir avukat olarak yaptığının yanlış olduğunu bilmiyor olamazdı ama umursuyor gibi de durmuyordu.
"Toparlan kızım." dedi benim bileğimi tutarak. "Nöbetçi aile mahkemesine gidiyoruz." dedi. Elbette öyle bir şey yoktu ama ne dediğini anlıyordum. Olabilecek en yakın zamanda dava açmaktan bahsediyordu.
"Ya Melike!" dedi Derya üst kolumdan tutup beni kendine çekerek. "Bıraksana karımı. Bilip bilmeden aile işlerimize karışma."
Melike beni iki eliyle tutup kendine çekti ama benim canımı yakmak dışında bir etkisi olmadı. "Duha yardım etsene!" diye bağırdığında kollarımı ikisinin de elinden kurtardım. "Sakin olabilir misiniz?" dediğimde sesim biraz yüksek çıkmıştı. Sesim ilk kez bu kadar yüksek çıkmıştı.
"Sakin." Dedim. Bu kez benim sesim de daha sakindi . "Sandığınız gibi değil." diye devam ettim. Derya'nın bana anlattığı doğruları sansürleyerek anlatacaktım. Mesela Valeria'nın üstünde Derya'nın gömleğini gördüğümü söylemeden bir senaryo yazacaktım.
"Çiçek Hanım ile tartıştıktan sonra ben Derya'yı aradım. Birkaç kez aradığımda açmadı bu kez de görüntülü aradım." Eğer açmazsa oyunu bitireceğim tehdidini de sansürlemek zorundaydım. "Birkaç kez de öyle aradım açmayınca da haberi olsun diye kısaca 'Evi terk ettiğimi' yazdım. E tabi o da onun yüzünden, aramalarını açmadığım için terk ediyorum sanıp açtı. Bir anda görüntüye Valeria girince de ben ona da yerimi söylemeyip İstanbul'a gittim. Aramadım falan..."
Yaprak düştüğü yerden kalkmak yerine oturmuştu. Oturduğu yerden "İşte şimdi senin abimden bile kaçman bir anlam kazandı. O zaman senin abimi bile aramıyor oluşun tuhaf gelmişti. Bu şekildeyse mantıklı. İyi yapmışsın." Diye kendi yorumunu yaptı.
Derya, Duha Abi ve Murat Abi onu sert bakış bombardımanına alınca Nilay "Haklı kız, bakmayın öyle. E ne yaptın? Dava açabildin mi? Paran yoksa altınlarımı bozabilirim." Dedi. Bu kadın dayanışmasına bayılıyordum. Elbette mübalağa yapıyorlardı ve aramızdaki sorunu çözdüğümüzü zaten biliyorlardı ama yine de Derya'ya kızarak, benim tarafımı tuttuklarını göstererek destek oluyorlardı.
"Açacaktım ama Derya beni buldu." dedim. "Sonra da zaten sosyal medyada ifşa olduk falan işler karıştı."
Derya bana hayretle baktı. "Şu an resmen haklı açıklamamı atladın. Beni zan altında bırakıyorsun." dedi. Hayretle bakma sırası bendeydi.
"Haklı açıklama?" diye sordum. Şu an sahte evlilik açısından baktığımda bile açıklaması hiç de haklı değildi. Kusura bakmasın! Ben yüce gönüllülüğümden affetmiştim. Aynısını ben yapsam kesin çoktan boşanmıştık! Daha iş yerimdeki insanları sorun ediyor. Düğünden sonraki gün üstümde sevgilimin gömleğini mi görmesi gerekiyordu haksız olduğuna ikna olması için?
"Ben onun yanına gitmedim. O benim yanıma geldi. Haberim yoktu!"
Gelmişken de balayını onunla yapayım dedin sen de... Evet, çok haklısın. Benim düşüncesizliğim!
Gözlerimden okudu düşüncemi. Kaşlarını çatıp gözlerini kıstı. Rica eder gibi bakıyordu. 'Yapma' der gibiydi. Sanki ona haksızlık ediyormuşum gibi...
"Duha!" dedi Melike Duha abiye bakmadan. "Senin başına bu geldi." dediğinde Duha Abi kulağını çekip Yaprak'ın kafasına parmak eklemleriyle vurdu. "Allah korusun."
"Ne yapardın?" diye sordu Melike ama sonra cevap vermesini beklemeden "Ya da ben ne yapardım?" diye sordu. Duha Abi "Ben cenaze işlemlerimi hallederken sen de bıçakları biliyor olurdun aşkım." dedi. Melike başıyla onayladı. "Gerçekten ne yapardım. Mübalağasız." diye sordu ciddiyetle.
"Açıklamamın önemi olmadığını düşünüp giderdin. Seni son görüşüm olurdu. Sana en yakın mesafem avukatınla yaptığım görüşme olurdu muhtemelen." diye açıkladı Duha Abi. Oldukça ciddi ve tedirgindi. Bu arada evliliğimiz gerçek olsa benim yapacağım da bu olurdu.
"Eğer Asude bunu yapmak isterse ona yardımcı olurum." Diyen Melike'ye, Derya beni kendi arkasına çekerek tepki verdi. "Sen ne yaparsan yap. O benim karım. Ve karımı seviyorum. Kafasını karıştırma."
Sanırım Derya'nın gözünde kendi fikri olmayan ve başkalarından etkilenen biriydim. Üzücü...
"O zaman neden cevaplamadın kızın telefonunu?" diye sordu Nilay. İkisinin de Derya'yı ne kadar sevdiğini biliyordum ve bu tavırları aslında beni şoka sokuyordu. Yani... Bu kadınlar, ilk görüşmemizde ki bu benim isteme günüm oluyordu, bana tepeden bakan ve burun kıvıran kadınlardı. Şimdi ise tamamen benim tarafımdaydılar.
Derya "Çünkü onun yanında değilken yanlış anlayıp üzülmesini istemedim. Kafasında kurup yanlış düşünmesini istemedim." diye bir açıklama yaptı Nilay'ın sorusuna.
"Abi kusura bakma da bunu o kızla buluşmadan önce düşünmeliydin." Görümcem de görümcelik doğasına ters bir şekilde benim yanımdaydı. Ancak ben şu an sanırım Derya'nın yanında durmak zorundaydım.
"Yanlış anlaşılma." Dedim Derya'ya bakıp. Onu savunmam gerekiyor gibi hissediyordum çünkü oyuna devam edebilmek için onu affetmem gerekiyordu. "Bizim evliliğimiz malum sebeplerden çok ani oldu ve Valeria bunu kabul edememiş olmalı. Sanırım o son konuşmaya onun ihtiyacı vardı. Beni arayıp durumu anlattı." Diye ekstra bir yalan söyledim. Derya da bana şaşkınca bakıyordu, diğerleri gibi.
"Şimdi son kez durumu toparlayayım ve dağılalım çünkü hem çok yorgunum hem de çok açım. Derya beni aldatmadı, hatalıydı ama bu bir talihsizlikti. Üçüncüsü olmayacak. Bu telefon meselesi sondu. Değil mi?" diye sorduğumda küçük bir çocuk gibi hızla başını aşağı yukarı salladı. "Ben işime aynen devam ediyorum ve Derya benim kararlarımı sorgulamayacak. Ben bunu yapmıyorum çünkü." diyerek yine onaylaması için ona baktım. Yine başını aşağı yukarı salladı ama bu kez daha tereddütlü bir ifadeye sahipti. "Ama seni işe yarın ben bırakacağım." diye bir şart koştu. İnatlaşıp kavga edebilirdim ama gerçekten çok yorgundum. "Tamam." dedim bu yüzden. Başka sorun var mı diye diğerlerine baktığımda Murat Abi "Pire için yorganı yakmadan yorgan gitti, kavga da bitti şükür." diyerek derin bir nefes alıp odadan çıktı. Melike sinirli bir şekilde Derya'ya bakmaya devam ediyordu. İşaret parmağını kaldırıp onun yüzüne doğrultu. "Bu kızı bir daha üzersen kulaklarını keserim senin Kaptan!" deyip bir kez da başını tehdit edercesine salladıktan sonra o da salona gitti.
Duha Abi ise onun arkasından hayranlıkla bakıp "Allah'ım inanılmaz korkutucu ama aşığım! Kalbim ağzımdan çıkacak şimdi." diyerek onu takip ettiğinde Nilay Derya'ya bakmadan bana anlayışla gülümseyip diğerleri gibi odayı terk etti. Yaprak ise zorlukla yerden kalkıp ellerini silkeledi.
"Gidip senin İnstagram hesabına birileri ile ilgili kötü yorum yazayım bari. İçimden geldi." dedikten sonra abisine öfkeyle bakıp bana öpücük attı. "Senin hakkında güzel şeyler yazacağım."
Gülümsedim.
Kapıyı kapattığımda Derya "Ailem mi düşmanım mı belli değil!" diye söylendi. Gülümseyip koluna iki kez hafifçe vurdum. "Pardon. Bundan sonra daha dikkatli konuşalım." dedim. Başını iki yana salladı. "Yok ama artık sorunun, iş yerindeki dallamalar değil de yengem olduğunu fark ettim. Sen yine de onu çok dinleme."
Bu kez keyifli ve sesli bir gülüşle karşılık verdim. "Haklılar." dedim. "Bizi gerçekten evli sanıyorlar." diye fısıldadım dinleme ihtimallerine karşın. "Duha Abinin aynı şeyi yaptığını düşünürsen senin tepkin de farklı olmazdı. Ki Abilerin sana çok yüklenmedi, tarafını bile tuttular."
Alayla güldü. "Sen öyle san. Sen gaza gelme diye sessiz kaldılar. Allah yardımcım olsun. Dua et de dul kalma! Öldürürler beni bunlar."
Ben de güldüm. "Tüh." dedim onun gibi alayla. "Gizemli kızı bulmadan ölmesen bari. Yazık olacak yoksa kurduğun hayallere."
Omuz silkti ve ona yaptığım gibi üst koluma iki kez hafifçe vurdu. "Gözüm açık gitmem." dedikten sonra "Ben lavaboyu kullanacağım. Sen üstünü değiştir de yemeğe gidelim." diyerek odadaki lavaboya girdi. Ne demişti şimdi bu?
"Değişik ya!" diye söylenip üstümdeki gömleğin düğmelerini çözmeye başladım. Gerçekten değişikti!
⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓
Yemek yerken herkesin çaktırmadan birbirine baktığının farkındaydım ve ben her kafamı kaldırdığımda herkes yemeğiyle ilgileniyormuş gibi yapıyordu. Derya diğerlerine kıyasla bana daha alışık olduğu için az önceki çıkışımı çoktan unutmuştu. Benim gibi...
Hayır şu an saçma sapan bir şekilde sırıtmasına da anlam veremiyordum. Asıl azar yiyen oydu ve anlık olarak dünyanın en mutlu insanı da oydu.
"Karıcım." dedi ağzındaki yemeği şapırdatarak. Kaşlarım çatıldı. "Şu biftekten ye." diyerek tabaklarımızı değiştirdi. "Lokum gibi valla. Elti çatlatan bir lezzet."
Aslında şu an çoğunlukla Melike'ye ama aslında her iki eltime de nispet yapıyordu ve çok komikti ama asıl sorun bu bifteği eltimin pişirmiş olmasıydı. Güldüm. "Doğru söylüyor eltim." dedim Nilay'a bakarak. "Tam orta yerimden çatladım."
Melike hâlâ kızgın olsa da Nilay'ın yüzü gülmeye başlamıştı. Tecrübeleri yüzünden onu affetmiş olmamı Melike'ye kıyasla anlıyordu. Derya önce gözlerini kısıp eltilerime baktı sonra onlara burun kıvırıp ortadaki salata tabaklarından birini benim önüme çekti. Şu an tamamen Melike'yi kışkırtmaya çalışıyordu. Sırf beni boşanmaya sevk ettiği için.
Duha Abi, gülmemek için direndiği her halinden belli olan bir tavırla "Oğlum sen de çocuk gibisin ha! Mina senden akıllı vallahi billahi!" diye çıkıştı. Sesi kızgın çıkmıştı ama kızdığı şey, onu zor durumda bırakmasıydı. Gülerse, boşanma yoluna gidecek olan kendisi olacaktı çünkü.
Derya ise gerçekten Mina'dan beter bir çocuktu ki "Öyle mi? Bundan sonra Mina seni muayene etsin! Madem benden akıllı! Maazallah bir hata yapar öldürürüm seni falan aman ha!" diyerek bunu herkese kanıtladı.
Yaprak ile göz göze gelip güldüğümüzde Mina Duha Abiye tatlı bir şekilde gülüp "Amca ben öldürmem." dedi. Mina veteriner olacaktı ve onun için veteriner de bir doktordu. Elbette veterinerlikte doktorluktu ama Mina için herhangi bir farkları yoktu iki mesleğin...
"Biliyorum bal çöreğim. Bundan sonra hastalandığımda ilk sana geleceğim zaten."
Duha Abi, Mina ile konuşurken gözlerinin içi sanki diğerlerinden biraz farklı parlıyordu. Bu bakış biraz acıydı. O, muhtemelen baba olmak için çocuğuyla geçirebileceği birkaç saati dışında tüm ömrünü feda edebilecek biriydi.
Mina pilavını döke saça yerken "Ben hem köpekleri, hem kedileri ve hatta yılanları bile iyileştireceğim. O yüzden korkma." deyince Derya yine güldü ve "Gördün mü akıllı yeğenini, seni köpek, kedi ve yılanla bir tuttu. Gerçi yılan derken altını çizdi ama bilemedim." diye dalga geçti.
Sanırım Melike yüzünden abisine yükleniyordu çünkü Melike sinirden kızarmıştı. "Derya!" diye uyardığımda tavrını düzeltmek yerine bana göz kırptı.
Duha Abi de altta kalmadı. Topu, ağlarla buluşmadan yakalayıp karşı kalenin ağlarına doğru gönderdi.
"Gördüm. Şimdi ağzım yağlı. Yemekten kalkınca ağzımı yüzümü yıkayıp alnının çatından öpeceğim yeğenimi. Ya seninle bir tutsaydı!"
Ben ve Melike de dâhil masadaki herkes gülerken-Mina ve Ayaz da biz gülüyoruz diye gülüyordu sanırım- Derya tepkisiz kalıp abisinin ağız taklidini yapıp tabağına, daha doğrusu benim tabağıma odaklandı. Az önce önümden çekmişti çünkü.
Murat Abi geriye yaslanıp keyifle gülerken bana bakıp "Ula gördünüz mü? Dünyanin sonu geldi! Elti ve kayın takımı dağıldi. Küçük gelin ne ettin da!" diye sorduğunda Melike "Valla küçük gelin bir şey etmedi. Hatası da bu! Asıl naneyi küçük kayın yemiş!" diyerek cevap verdi.
Derya "Vallahi de billahi de bir suçum yok ya!" diye çıkıştı sabahtan beri kışkırtan o değilmiş gibi. "Ben karıma ihanet etmedim."
Teorik olarak evet, ama pratikte işler hiç öyle olmamıştı.
Yaprak "Karımı seviyorum, boşama bizi hâkim bey! diye yalvar da bari tam olsun abi!" diyerek araya girdi. Derya yerinde diklenip "Seviyorum tabi! Sanki yalan söylüyoruz!" diye çıkıştı.
Birden sanki bir tramboline binmişim ve en yükseğe tırmanmışım gibi hissettim ama farkındalık, 'evet yalan söylüyorsun' farkındalığı yere düşerken, ayaklarımın altından o trambolini çekmiş ve ben yere çakılmışım gibi hissettirdi.
"Sakin ol şampiyon." diyen Yaprak duyduklarıyla daha çok eğlenmeye başlamıştı. Ben de kendimi gülümsemeye zorladım. Bir saatin, bir sene olduğu zamanlar vardır, şu an öyle bir andaydım. Çoğu zaman öyle hissediyordum ve kalan iki ay bu şekilde nasıl geçecekti hiç bilmiyordum. Ancak zaman geçerken daha çok yalan söylemek zorunda olduğumu biliyordum. Bu yalanlardan biri de sürekli sorun yokmuş gibi davranarak gülümsemekti. Şu an yaptığım gibi...
Bir süre daha atışan kardeşler ve yengelerle yemeğimizi yedikten sonra hep beraber el birliğiyle sofrayı topladık. Mutfak kısmı tüm kadın hakları ve eşitlik naralarımıza rağmen biz kadınlara kaldı. Nilay ve Yaprak her ne kadar yorgun olduğumuz için içeri geçmemiz konusunda ısrar ettiyseler de onlarla mutfağa girip ufak da olsa bir işin ucundan tuttuk. Mesela ben çay koydum. Melike bardakları ve atıştırmalıkları hazırladı.
Sonunda içindeki sıkıntıya dayanamamış olacak ki "Sorun olmadığına emin misin?" diye sordu Melike. Tebessüm edip gözlerimle onayladım. "Emin ol hıncımı aldım. Kendine otelde başka oda tuttu. Gerçi bizi tanıyan bir dinleyicimizle aynı otelde karşılaşınca yine aynı odada kaldık ama küçük kanepede yatırdım." Dedim gülerek. Başka bir yalan perdesi altında olsa da doğruları söylüyor olmak çok güzeldi.
Şimdiye kadar yalan söylemekte sorun yok sanıyordum. Anladım ki yalan söylediğim insanlarda sorun yokmuş. Hak etmeyen birine yalan söylersen vicdanın seni kınıyormuş...
Derya'nın da annesi, babaannesi ve babası söylediğimiz yalanları hak etse de bugün bu yayla evindeki hiç kimse bu yalanı yaşamayı hak etmiyorlardı. Sorun bile olmayan konuları bizim için dert ediniyorlardı üstüne üstük.
Şimdiye kadar söylediğim yalanların cezasını aslında çekmediğimi, bu insanlara söylediğim yalanlar yüzünden çektiğim bu vicdan azabı sayesinde anlamıştım.
Bir gün her şey yolunda giderse ve ayrılacağımız gün gelirse o günden sonra mutlaka gerçekleri bu insanlara anlatıp helallik istemek istiyordum.
Biliyorum, ben başkalarını pek düşünmem ama hayatım boyunca kimse de beni bu kadar düşünmemişti.
⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓
"Derya, aynı yere gidiyoruz diyorum!" diye çıkışan eltim haklı olsa da dün akşam ona söz verdiğim için Derya'nın arabasına doğru yürüdüm.
"Asude!" diye beni uyardı. "Gelip orada gövde gösterisi yapacak."
Oldukça neşeli ama yine de dişlerim görünmeyecek kadar kibar bir şekilde gülümsedim. "Ve yaptığı gövde gösterisinin hiçbir anlamı olmadığını zaman içinde görecek. Ben kendim hakkında karar verme yetisine sahibim" diye cevap verdiğimde Derya bana şaşkın bir şekilde baktı. Neye şaşırıyordu, inanın anlamıyordum.
"Bakma öyle! Ne sanıyorsun? Bekâr Asude ve evli Asude farklı insanlar mı sanki? Derya ben adım atarken senin değil, kendi şerefimi düşünerek adım atıyorum zaten."
Gözlerini kaçırdı. "Ben... O yüzden değil." diyerek başını kaldırınca göz göze geldik. "Tamam, Melike'yle gidebilirsin. Özür dilerim." dedi. Gözlerimi devirip arabasının önünden dolandım ve yolcu kapısını açtım. Herkes bana şaşkınlıkla bakarken "Az önce Derya'nın kararlarıma her istediğinde müdahale edemeyeceğini dile getirdim ya! Neye şaşırdınız bu kadar?" diye sordum.
Murat Abi "Biz üst sürüm olanın Melike olduğuna emin miyiz ya?" diye söylenince gülüp koltuğa oturdum. Sonra bir şeyi unuttuğumu fark edip çıktım ve "İş yerinde görüşürüz elticim. Senden önce varırsam kahveni hazırlarım." diyerek ve diğer herkese de öpücüklü el sallayarak yeniden koltuğa oturup kapımı kapattım. Bir dakika oldu ya da olmadı sürücü kapısı da açıldı ve Derya da arabaya bindi. Arabayı çalıştırınca "Murat Abi ve Duha Abi gelmiyor mu?" diye sordum. Dudağının kenarı hafifçe kıvrıldı. "O cesaret ancak bende var." dedi bana laf çarparcasına. Abilerinin benden korktuğunu söylemeye çalışıyordu. Kınayan bakışlarımı bir süre üstünde tutup kemerimi taktım. O da kemerini takıp gaza bastı.
"Bakalım sen ne kadar cesursun Kaptan Bey?" diye sordum alaylı bir imayla. Güldü. "Bir keresinde lodos varken küçük bir tekneyle açılmıştım." dedi cevap olarak. Güldüm. "Eminim Karadeniz Lodosu benimle kıyaslandığını duysa çok onore olurdu."
Kendimi beğenmişliğimi dudak bükerek onayladı. "İddialı!" dedi ardından. "Senin de çetin ceviz olduğun elbette ortada ama hiç lodosa yakalandın mı?" diye sordu.
Cevaben "Heyecanlı olur sanıyorum." dedim. "Fazlasıyla! Ve tabi korku dolu!" diye devam etti.
"Bende fırtına çıktığında, ben bile korkuyorum kendimden." dedim tebessüm ediyor olsam da ifademde bir durgunluk hüküm sürmeye başlamıştı. "Eminim Karadeniz Lodosu kendinden korkmuyordur."
Bakışlarını yayla yolundan kısa bir an alıp yüzüme baktı. Ben ona bakmasam da bunu hissedebiliyordum.
"Karadeniz lodosu da kendinden korkuyordur belki. Bunu bilemeyiz. Ama benim hayranlığım korkumdan büyük ona karşı. Bazen ne kadar korkutucu olduğunun bir önemi yoktur. Korku, hayranlığı da etkilemez sevmeyi de..."
"Yani diyorsun ki asıl önemli olan, korksa da bana hayran olacak birini bulmalıyım."
Gülümsedi. Gülmeye çok yakın bir gülümsemeydi bu. "Evet, öyle diyorum."
"Çok zor." dedim. "Ancak belki uzaktan... Tüm doğa olayları uzaktan harika görünür, yakından felakettir."
Sessiz kaldığı için ben de sustum. Sonra sessizlik rahatsız etmeye başladı çünkü nefes alış seslerine odaklanıyordum ister istemez ve aldığı nefesi sayıyordum. Aldığı nefesleri bazen 8, bazen 6 saniye sonra veriyordu. Nefes alışı 4, geri verişi ise 7-9 saniye sürüyordu. Bunu saymış olmam ise paha biçilmezdi. Uzanıp radyoyu açtım. Cızırtılar arasında melodi sesi duyduğum ilk kanalda durdum.
Daha önce duymadığım bir şarkı arabada bize eşlik ederken nefes seslerinden bile daha çok rahatsız eden hisler benliğimi ele geçirmeye başladı ama bir yandan da güzeldi. Bir yandan sadistçe bir zevk alıyordum sanki bu sıkıntıdan.
Aynı, dilimiz acıdan uyuşsa ve artık gözlerimiz yansa da biber yemeye devam etmek gibiydi. Mantıksız, sancılı ama güzel...
Şarkıyı söyleyen adamın güçlü sesi ve şarkının inceliği de bu lezzeti katlıyordu.
"Güzel şarkı." dedi Derya. "Hıhı" diye mırıldandım. "Çok güzel."
Şarkı bitince radyoyu kapattı Derya ve telefonunu arabaya bağlayıp Youtube'da bu şarkıyı açtı. İş yerimin önüne gelene kadar da bu şarkıyı dinledik beraber. Sıkılmadık. Her şeyden sıkılabilirdim belki bu hayatta ama kaliteli şarkı dinlemekten ve Galata Kulesi'nden sıkılmazdım. Arabadan inmeden "Getirdiğin için sağ ol." Dedim. "İçeri gelmez misin?" diye devam ettim ama vurgulamasam da sesimden anladı yaptığım imayı.
"Yok, belki başka zaman." dedi çok da bozuntuya vermeden. Gülüp kemerimi çözdüm ve arabanın kapısını açtım. "O zaman akşam, evde görüşürüz." diyerek arabadan indim.
"Görüşürüz."
Binanın büyük, demir kapısına geldiğimde zillere baktım. Büronun adını ararken "Asude!" diye bir ses duydum. Arkamı döndüğümde ise karşımda Onur Bey'i ve tanımadığım başka birini bulmuştum.
"Ofiste kimse yok. Zili çalmayı düşünmüyordun, değil mi?"
Çok haklı bir soru. Rezil olmuştum. Bu yüzden güldüm. Aptal durumuna düşünce, insan herkesten önce kendine gülerse artık aptal değil, komik ve eğlenceli olmuş olurdu çünkü.
"Şansımı denemek istedim. Şampuanı bitince içine su dolduran bir milletin çocuğuyuz sonuçta." diyerek daha çok gülümsedim. Neyse ki ikisi de beni komik bulmuş olacaklardı ki güldüler. Yani inşallah komik olduğumu düşünüyorlardır.
"Merhaba. Hayırlı olsun." diyen adama baktım. "Teşekkür ederim." dedim kibar bir şekilde. Bakışlarımdaki merakı görmüş olacak ki "Tolga Özdeş." diyerek elini uzattı.
Tokalaşmak için kaldırdığım elim boşta kaldı çünkü Tolga Bey'in havadaki eli, başka bir el tarafından tutulmuştu. Elin sahibine bakmaya korkuyordum.
"Merhaba Tolga Bey, ben de Derya Balamir, Asude Boztaş Balamir'in kocasıyım."
Korktuğum başıma gelmişti.
⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓
Bölüm hakkındaki düşüncelerinizi alalım bu paragrafa...
Derya bizi şaşırtmıyor hamdolsun :D
Sizce(İlk kez okumayanlar çaktırmasın sjhbs) Asude nasıl bir tepki verdi. Derya Bey nasıl bahaneler buldu :D
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
8.17k Okunma |
1.1k Oy |
0 Takip |
38 Bölümlü Kitap |