18. Bölüm

⚓18. Bölüm⚓

Büş Bckr
busbckr

Okurken düşüncelerinizi benimle de paylaşın lütfen. İyi okumalar 😍

 

⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓

 

18. BÖLÜM
Bölüm Şarkısı: Hemsaye-Gökyüzün Bana Dönsün

Doğanın insanı dinlendirdiğine ve insanın içe dönüşünü sağladığına ilişkin yüzlerce makale yazılmıştır. Bu makaleleri okuduğumdan ya da takip ettiğimden değil de oradan buradan, muhtemelen çoğunlukla da sosyal medyadan gördüklerim kadarıyla bilinçaltımda böyle bir bilgi mevcut işte. Ancak okumasam da kesinlikle bu tezin doğruluğunu bizzat deneyimleyerek kanıtlamış olmuştum. Karadeniz'in serin yaylaları...

Elbette bizim yaylalarımız da vardı. Ordu da yayla konusunda oldukça zengin bir kültüre sahip ancak ben yaylaya gittiğimde hiç sakinleşip, kendime döndüğümü hatırlamıyordum. Daha ziyade yayladan dönüşte hep yorgun, bitap ve yara bere içinde oluyordum. E tabi bunun Ordu'daki yayla evine gittiğimde henüz küçük bir çocuk olmamla da bir alakası olabilirdi. Oysa burada minimum düzeyde insanla muhatap oluyordum ve bu insanlar da beni yormuyorlardı. Günlerdir içinde bulunduğum buhran buraya geldiğimizden beri yavaş yavaş dağılmış, şimdi de tamamen bedenimi terk etmişti.

Buradaki dördüncü günümüzdü. Derya, üç gündür iş yüzünden pek fazla yanımda kalamamıştı. Sadece geldiğimizin ertesi günü bana yaylayı kısaca gezdirmişti o kadar. İşe başladığı gün nöbete kalmış, ertesi günü, yani dün de akşama kadar normal mesaisine devam etmişti. Dün akşam eve geldiğinde oldukça bitkin görünüyordu ama sabah erkenden yeniden kalkıp işe gitmişti mecburen.

Alışmıştım sanırım, yokluğunda gözüm hep onu arıyordu. Nilay ve Yaprak'ın muhabbeti de çok güzeldi. Onlarla konuşmak, sessizce oturmak, etrafı turlamak da çok güzeldi ama onlarlayken söylediğimiz yalanı sürdürmek adına yalanlar söylemeye devam ediyordum. Ve bu beni gerçekten çok yoruyordu. Ne söylediğimi hatırlamak zorunda kalıyordum ama kafam o kadar doluydu ki hatırlayamamam çok olağandı ve bu bizim felaketimiz olurdu. Derya ile konuşurken böyle bir sorunum olmuyordu ve bu da biraz daha rahat hissetmemi sağlıyordu. Sanırım onu aramamın sebebi biraz da buydu.

Burada bir de en sevdiğim şey akşam Derya da geldikten sonra yaktığımız ateşte mısır pişirip, ateş başında sohbet etmemiz olmuştu. Murat Abi, Derya ve Yaprak arasındaki kardeşlik bağı o kadar güzeldi ki bizi inanılmaz eğlendirmişlerdi üç gündür. Gerçi birinde Derya yoktu ama o gün de fena değildi.

Burada, tüm gün bize kalıyordu. Sabah erken kalkıp kahvaltı yapıyorduk ve evi iş bölümü yaparak temizledikten sonra biraz etrafı turluyor ardından da akşam yemeğini hazırlıyorduk. Daha sonra ısıtılmak üzere kenara ayırıp akşam Murat Abi ve Derya gelene kadar çocuklarla oynayıp oyalanıyorduk. Mina, sanırım artık varlığımı kabul etmişti. Bana işgalciymişim gibi bakmıyordu. Henüz oturup bu konu hakkında yeni bir konuşma yapmamıştık tabi. Düşüncelerini bilemiyordum.

Sabah Derya'nın çıktığını görmemiştik. Sabah kahvaltısından sonra da Murat Abi çıkmıştı. Akşam saat yedide geliyorlardı. Bugün Cuma olduğu için muhtemelen dönüşte Duha Abi ve Melike'yi de alıp geleceklerdi Ancak henüz saat beş olduğu için gelmelerine daha iki saat vardı. Biz de sofrayı toplayıp iş bölümü yapmıştık. Yaprak'a bugün süpürme işi düşerken, Nilay da yerleri siliyordu. Bense tozları hızlıca alıp işimi bitirmiş ve akşamları ateş yaktığımız kütüklerde oturmaya gelmiştim. Düşünüyordum. Geçmişi, geleceği, sorunları... Tek bir kişiyi düşünmemek için beş yaşındayken babamın aldığı ama üç ay sonra kaybettiğim oyuncak bebeğim Sude'yi bile düşünmüştüm. Çünkü onu düşünmek dibi görünmeyen bir kuyuya düşmekle eşdeğerdi Ve benim çoktan ayağım kaymıştı. Şimdi tutunabileceğim her yere tutunuyor düşmemeye çalışıyordum.

Derya... Valeria'yı seviyordu ve hatta sırf onunla rahatça görüşebilmek için benimle evlenmişti ama ne? Başka birini bekliyor, arıyordu. Ve o kişi gelirse Valeria'yı bırakacaktı. Mantık çerçevemde bir yere oturtmaya çalışıyordum hala bu bilgiyi. Kafamda binlerce soru vardı. Mesela Valeria bu isimsiz, biçimsiz kızı görmediği halde bu kadar kıskanıyorken, o gün geldiğinde Derya 'Ona gideceğim' dediğinde ne yapacaktı? Öylece aradan çekilir miydi? Açıkçası hiç sanmıyordum. Bu kız sırf saçım kıvırcık olduğu için beni dahi kıskanmıştı üstelik. Beni ekarte etmeye çalıştığını da göz önüne alırsak asıl kişi geldiğinde sessizce yok olacağını asla sanmıyordum. Bir de şeyi merak ediyorum, o gün geldiğinde biz hala evli olur muyduk? Evliysek eğer ben ne olacaktım? Birimizden biri âşık olursa ve başkasıyla evleneceğini söylerse boşanacağımızı söylemiştik. O yüzden boşanırdık sanırım...

Bundan iki hafta kadar önce evlilik ve yabancı insanlarla yaşamak bana tuhaf gelirken bu gün boşanmak ve eski hayatıma dönmek... Çok alışıldık gelmiyordu işte...

Düşmek istemiyordum ama yine düşmüştüm o çukura. Beni o çukurdan tutup çıkaran şey ise kocaman bir gölge oldu... Güneş batmak üzere olduğu için açısından dolayı gölge boyu daha büyüktü ancak gölgenin sahibi el kadar bir şeydi.

Mina...

"Oturabilir miyim?" diye sorunca kaşlarım havalandı. "Elbette! Neden soruyorsun ki?" diye sordum ben de. Burnundan nefes verirken omuzlarını da silkmişti. "Annem yalnız kalmak istiyor olabileceğini söyledi." dediğinde gülümsedim. Ve yanımdaki kütüğe elimle vurarak "Yalnız kalmak istemiyorum. Gel hadi." dediğimde kararsız kaldı. O an üstümdeki hırkayı çıkarıp kütüğün üstüne koydum. Dün gece yağmur yağmıştı. Kütükler ıslak gibiydi. Şimdi kızcağız hasta olmasın.

"Emin misin? Gidebilirim. Küsmem de... Gerçekten." derken kalmak istediği gözlerinden okunuyordu. Gülümsemem genişlerken elinden tutup kütüğe oturttum. "Gerçekten yalnız kalmak istemiyorum. İyi ki geldin hatta... Canım sıkılıyordu baya." Yalan değildi. İyi ki gelmişti ve beni düşünce denizinde boğulmaktan kurtarmıştı. Derya, adı gibi uçsuz bucaksız bir denizdi. İçinde bermuda şeytan üçgeni olan bir deniz hatta... İçine düşenin kurtulma şansının olmadığı...

Mina kütükte yukarı doğru kayarken genişçe gülümsedi. Zeytin karası gözleri çizgi halini aldı gülerken, beyaz dişleri ortaya çıktı. "İyi ki annemi dinlememişim o zaman" dediğinde başımla onayladım. "İyi ki..."

Nilay gerçekten harika bir insan, harikanın da üstünde harika bir anneydi. Bu kadar zaman geçmişti ama bir kere olsun Mina'yı Ayaz'dan ayırdığını görmemiştim. Öz annesi olmadığını bu yüzden bazen unutuyordum. Ben bazen unutuyordum ama Nilay sanki hafızasından çoktan silmişti bu detayı. Mina'da garip bir şekilde Nilay'ı görüyordum. Fiziksel olarak benzemese de gerek sözlerinde, gerek mimiklerinde küçük bir Nilay vardı sanki. Fiziksel olarak da annesini görmediğim için tam emin olamasam da Murat Abi'yi görüyordum galiba. Belki annesine de benziyordu ama annesi hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Mina sadece Murat Abi'ye göre daha yuvarlak ve hokka bir buruna sahipti. Yoksa Murat Abi gibi esmer ve küçük gözlüydü.

"Çok iyi yapmışsın canım." dediğimde ayağıyla külleri eşelerken duraksadı. Önce gülümseyip ardından yüzünü astı ve külleri eşelemeye devam etti. Kaşlarım havalandı. "Benimle ne konuşmak istiyordun?" diye sorduğumda bir süre yüzüme bakmadı. Çenesini tutup kendime çevirdim ve çenesini bırakıp ellerimi dizlerimin üstünde birbirine bağladım.

Mina da ayağını küllerden çekip bana döndü. "Özür dilemek istedim. Şey yani özür dilerim." dediğinde o kadar utanıyordu ki ne yapmış olabileceğini bilemedim. Ne için özür diliyordu ki şimdi?

"Ne için özür diliyorsun ki?" diye sorduğumda alt dudağını ısırdı.

"Valeria Yengem- ay özür dilerim. Yengem değil artık. Valeria abla senden güzel dedim ya. Seni çok kırdım sanırım. Özür dilerim." dediğinde genişçe gülümsedim. Kırılmamıştım. Azıcık kızmıştım ama daha sonrada haklı olduğunu fark edince kızgınlığım da geçmişti. Sonuçta yalan değildi ve o daha bir çocuktu. Sosyal üslup hakkında bir bilgisi yoktu. Gördükleri çerçevesinde fikrini söylüyordu sadece.

"Hayır, özür dilenecek bir şey yapmadın. Kırılmadım ben." dediğimde omuz silkti yeniden. "Olsun yine de özür dilerim. Sizi kısaylamamalıydım." dediğinde güldüm ama sonra gülüşümü bastırdım. Daha kıyaslamak fiilini bile kullanamayan bir çocuktu ama şu çokbilmiş lafları etmekten de geri durmuyordu. Muhtemelen Derya onu uyarmıştı ama iyi yapmamıştı. O daha bir çocuktu ve büyüdükçe öğrenecekti bunları...

"Hem-" dedi heyecanla yeniden gülümserken. Ben de merakla ona baktım. "Bence güzel bir sesinin olması güzel olmaktan çok daha iyi bir şey. Yaşlandığında güzelliğin yok oluyor ama sesin hala güzel oluyor." dediğinde küçük bir kahkaha attım. "Mesela büyük babaannem gençken çok güzelmiş ama artık değil, yüzü hem kırışık ve leke leke." diye devam etti. Aa Mehpare Babaanneme laf yok cadı. Gülerek "Çok ayıp." dediğimde eliyle ağzına fermuar çekti.

"Yani sen daha şanslısın. Sesin güzel." dediğinde kaşlarım havalandı. Merakımı yüzümden anlamış olacak ki "İnstagram'da videolarınızı izledik. Amcamla şarkı söylüyordunuz." diye açıkladı. Anladığımı belirtircesine onu onaylayarak devam etmesini bekledim. "Tabi ki güzel olmak da önemli... Mesela bizim sınıftaki Alya çok güzel olduğu için Cüneyt onunla oynuyor hep, beslenme saatinde yan yana oturuyorlar ve yemeklerini paylaşıyorlar. Eğer ben güzel olsaydım benimle oynardı ve yemeklerini benimle paylaşırdı. Yani güzellik de önemli gördüğün gibi ama olsun güzel sesli olmak daha iyi. İnsanların sesi kırışmıyor ne de olsa..." deyince kahkaha attım son sözlerine ama üzülmüştüm.

Ah aşk, ne melet bir şeysin? Her yaştan kurbanın var resmen... Nedir bu insanların insan sevme merakı... Taşlar mesela... Alya'ları sevmiyor...

"Haklısın, güzellik geçici bir şey ve ses ona göre biraz daha kalıcı ama yine de yaşlandıkça ses tellerimiz de yoruluyor. Öncelikle bu bilgiyi bil. Sonra... Güzellik, ses ya da başka yetenekler elbette önemli ama sandığın kadar önemli değil Mina'cım."

Çocukların daha bu yaşta bu algılara maruz bırakılması çok acımasızdı... Ayrımcılık, sınıfsallaşma artık anasınıfında başlıyordu demek ki...

"İnsanlar ilişki kurarken güzelliğe, parasının olup olmamasına, ailesinin kim olduğuna bakmazlar. Aslında bakıyorlar ama bu iyi ve kalıcı bir ilişki olmuyor tabi ki... Çünkü dediğin gibi bunlar geçici şeyler. Asıl önemli olan insanın kalbi, karakteri, sözleri ve davranışları... Çünkü bir insanı güzel olduğu için sevmezsin, sadece beğenirsin ama sana yardım ederse, yüzünü güldürecek bir laf ederse seversin. Mesela diyelim ki Alya çok güzel olduğu için Cüneyt onunla oynuyor ve yemeğini onunla paylaşıyor. O zaman sizin sınıfa daha güzel bir kız geldiği zaman Cüneyt Alya'yı da bırakacak ve bu kızla oynayıp onunla yemeğini paylaşacak. Gördüğün gibi güzelliğin bir garantisi yok. Ya da diyelim ki sınıfa çok güzel bir kız geldi ama Cüneyt hala Alya ile oynamak istiyor, sadece onunla yemeğini paylaşmaya devam ediyor... Demek ki Cüneyt Alya'nın karakterini seviyor. Güzel birini de sevebilirsin bu arada. Bunda yanlış olan bir şey yok ama sırf güzel olduğu için sevemezsin. Düşünsene çok güzel bir kız var ama hayvanları sevmiyor. Ve onlara sürekli zarar veriyor. Sen bu kızı sever misin?"

Mina çok hayvan sever bir karakterdi. Bu yüzden bu örneği hayvanlar üzerinden vermiştim.

"Hayır, nefret ederim hatta." dedi öfkeyle. Başımla onayladım. "Öyle işte. Ses de güzellik gibi... Birini sevmek için sebep olamaz. Sesini ve şarkılarını sevebilirsin ama sesi güzel olduğu için hayvanlara zarar veren birini de sevemezsin. Değil mi?"

Başını şiddetle aşağı yukarı salladı. Bu kız hayvanları sevdiği kadar birini sevebilecek miydi acaba?

"Şey-" dediğinde sessizleşmiş külleri izliyorduk ikimiz de. Konuşunca ona baktım. "Sana bir şey söyleyeceğim ama aramızda kalacak tamam mı? Amcama söylemeyeceksin." dedi sır verir gibi eğilerek. Gözlerimi yumarak onayladığımda "Bence senin sesin amcamın sesinden de çok güzel." dediğinde kahkaha attım. Kusura bakma küçük Mina ama bunu kesinlikle söyleyecektim. Elime nispet yapacak bir şey geçmişti.

Doğrusu ikimizin sesinin karşılaştırılması bence yanlıştı çünkü hem ses rengimiz hem tarzımız farklıydı. Sadece benim sesimin rengini ve tarzımı daha çok sevmiş olmalıydı Mina.

"Teşekkür ederim. Çok sevindim böyle düşünmene." dedim genişçe gülümseyip gözlerinin içine bakarak. Güldü. Sonra yeni bir farkındalıkla "Haaa" dedi işaret parmağını da havaya kaldırarak. "Ne oldu?" diye sordum.

"Ben aslında sesin güzel olduğu için amcamın seni seçtiğini düşünmüştüm ama demek ki senin krakerini sevdiği için âşık olmuş sana." dedi büyük bir ciddiyetle ama o karakter diyemediği için ben ciddi kalamamış gülmüştüm.

"Kraker değil bebeğim Karakter... Bizim aslında kim olduğumuz yani... Neleri severiz, nelerden nefret ederiz, nelerden korkarız, biri bizi üzdüğünde ne yaparız ve daha bir sürü şeyin toplamında oluşan kişiliğimize karakterimiz deriz."

Başıyla onayladı. "Amcam senin karakterine âşık olmuş demek ki." dedi yineleyerek...

Herkese âşık olduğumuz yalanını söylediğimizi biliyordum ama sahte bir evliliği, eninde sonunda bitecek olan bir evliliği bir çocuğa aşk diye anlatmak çok doğru gelmiyordu bana. Çünkü bir gün büyüdüğünde o da benim gibi aşkın tükenen, önemsiz bir şey olduğunu düşünecekti.

Tamam, kendini bu saçmalığa fazla kaptıran biri olmasın ama benim gibi duygusuz büyümesini de istemiyordum.

"Aşk-" dedim açıklamaya çalışarak ama o beni şok eden bir şey söyleyince duraksadım. "Amcam dedi ki hatta biz Asude yengenle çok âşık olduğumuz için evlendik ve bu yüzden Valeria yen- ablayı hiç özlemiyormuş ve senden daha güzel olması umurunda değilmiş."

Bir an bocaladım. "Amcan mı böyle dedi gerçekten?" diye sorgularken buldum kendimi. Başıyla onayladı.

"Bence öyle dememiştir. Sen yanlış anlamışsındır. Onlar Valeria Ablanla arkadaş kalmaya karar verdiler. Yani bazen karşılaşabiliyorlar. Muhtemelen bu yüzden özlemiyorum demiştir." diye açıkladığımda dudağını büktü. Bilmiyorum demek ister gibi...

"Ben gidip Ayaz'a bakayım. Annem yemeğini yedirmişse biraz oynayalım." diyerek yanımdan kalkınca onu başımla onayladım.

Derya onu tembihlemişti muhtemelen benden özür dilemesi için ancak böyle bir şeye gerek yoktu. Küçüktü o daha, neyin ne olduğunu bilmediği bir yaştaydı.

Küçüktü ancak onun da bir şekilde kalbi aşk yüzünden kırılıyordu. Belki büyüyünce unutacaktı belki gülüp geçecekti ancak aşk denilen şeyin bu kadar küçük çocuklara bile bir şekilde sirayet ediyor olması garipti...

Ben de onun yaşlarındayken böyle duygularla boğuşuyordum. Kemal'i unutmamıştım ya da gülerek hatırlamıyordum ama o dönemki acılarımı elbette unutmuştum. Benim için istediğim bir oyuncağı alamamak ondan daha büyük bir acıydı çünkü.

Büyüsek de durumun bundan farklı olmadığına inanmıştım. Çünkü aşk denilen şeyin insanlar arasında olduğunu iddia ediyordu herkes ama ben Galata'ya kavuşunca anlamıştım ki aşkın başka biriyle alakası yoktu. Aşk tek kişilikti ve insanın kendisinden ibaretti. Mesele tamamen kendi duygularımızla ilgiliydi...

Mina gideli kısa bir zaman olmuştu. Adım sesleri duyunca başımı kaldırdım. Yaprak ve Nilay ellerinde kahve ve atıştırmalıklarla yanıma geliyorlardı. Kenardaki katlanan sehpayı açıp hazırladığımda ellerindekileri Sehpaya bıraktılar. Çay ve abur cubur getirmişlerdi.

"Bu Alman çikolatalarını evden çalmıştım. Dayımlar getirdi. En sevdiğim bütün fındıklı." diyen Yaprak'a güldüm. "Bir keresinde babamın teyzesinin kızı bize Almanya'dan böyle yarım top gibi karamelli çikolata ile beyaz sütlü karışık kahve aromalı çikolata getirmişti. Karamelli olan burada da satılıyor artık ama diğerini bulamıyorum. Sadece bir kez aktüel ürün olarak gelmişti. O zamanlar öğrenciyim tabi param da fazla yoktu. Babam eve çıktığımı bilmiyordu da... Sadece bir paket alabilmiştim. Bilsem borç eder depolardım. Böyle bir lezzet yok." dedim bahsettiği bütün fındıklı çikolatadan bir parça ağzıma atarken.

Nilay "Ay evet ben de bir kere yedim o kahveliden. Aşırı iyi. Piyasadan kaldırdı herhalde Almanlar... Ama o karamelli olanı pek sevmiyorum. Karamel sevmiyorum yani..." dediğinde aklıma İstanbul'da karamelli dondurmamı yalamak isteyen Derya geldi ve bu anı beni gülümsetti.

"Yine aval aval gülüyor. Kesin aklına abim geldi bak şuraya yazıyorum." diyerek bu anıyı parçalara ayıran görümceme gözlerimi baydım. "Ne alaka?"

"Ya nalaka nalaka?" diyerek beni taklit edince ben de güldüm. Sanırım onlara bunu anlatmamın bir sakıncası olmazdı. Komik bir olay çünkü.

"Şimdi biz İstanbul'daydık ya. Dondurma aldık gezerken yeriz diye. Ben karamelli vanilyalı bademli falan aldım. O da-" dediğimde ikisi aynı anda gülerek "Çikolatalı!" dediler ancak bunu söylerken aynı zamanda gözlerini baymışalardı.

Ben de gülüp onayladım. "Şimdi karamelli yememiş hiç ve çok cazip görünmüş. Yemek istiyor. Diyorum alalım. Yok diyor. Yine yemek istiyor falan. Sonra travmasını anlattı işte. Komikti."

Nilay, "Başka dondurma yemez. Meyveli yediğinde midesi bulanıyormuş beyimizin. Çocukken de öyleydi" dedi. Sanki öz kardeşi hakkında konuşuyordu o da.

"Kaç yaşından beri tanıyorsun onu?" diye sorduğumda Nilay gözlerini kısıp bir süre düşündü. "İlkokul ikinci sınıfa gidiyordum. Okula yeni başlamıştı o da. Büyük sınıflar karışıyorlardı ben de onu koruyordum Bir sopam vardı. Bizim ev ile okul arasında çok köpek olurdu onun için yanımda taşıyordum. Ama genelde büyük sınıflar nasiplerini alırdı."

Çok eskiye dayanıyordu yani. Güldüm. Yaprak "Nilay Yengeme sopalı kız diyorlardı." dedi kahkaha atarak. Sonra bana döndü. "Bir gün Derya Abim evden kaçmıştı. Murat abim de çıkıp onu aramış, bulunca da dövmeye başlamış. Tabi üstlerinde okul üniformaları var. Murat Abim de o zaman ortaokula yeni başlamış. Siyah üniforma giyiyor. Nilay yengem sopasını kaptığı gibi Murat Abime dalmış."

Öyle yüksek sesli bir kahkaha atmıştım ki! Hayvan gibi iyi bir anıydı bu. Nilay utançla yüzünü kapattı. "Ne bileyim ben abisi olduğunu? Yine biri karışıyor sandım Derya'ya.. Ay ama Murat neye uğradığını şaşırmıştı, yazık." dedi. Başımla onayladım. "Çok yazık hem de... Yani Derya'yı azıcık tanıdıysam daha çok döv diye gaz da vermiştir sana." diye bir tahmin yürüttüm. Derya intikam alırken acımıyordu bence. Ailesi onu zorla ve hatta hile hurdayla evlendirdiği için böyle bir oyun kurmuş biriydi o en nihayetinde.

Nilay, baş ve işaret parmağını birleştirip yuvarlayarak onayladı beni. "Nokta atışı. Siz olmuşsunuz. Çok iyi tanımışsın onu."

Ellerimi iki yanıma açtım. "Yani... Çok zor biri değil."

"Hatta ne yaptı biliyor musun? Benim darbelerimden biri yüzünden Murat'ın ayağı burkuldu ve bağırmaya başladı. O zaman da abisinin yanına koşup 'Nilay ne yapıyorsun ya o benim abim!' diye beni azarlamaya başladı bu kez. O günden beri Derya ile bir yola çıkacaksam mutlaka gardımı alırım."

Bence bu çok net bir mesaj Asu-de biz de gardımızı alalım. İşler hiç iyiye gitmiyor. Yola çıkarken başımızda iki kız vardı şimdi üç oldu. Sen bilirsin...

Derya'nın Rusya'ya gidip Valeria ile buluşmasından beri iç sesim konu Derya iken benim tarafımda daha çok durmaya başlamıştı. Böyle yola gel canım...

"Yok be yenge, abim öyle yola çıktıklarını da satmaz bence. Valeria'yı bile her şeye rağmen nasıl savundu." dediğinde Nilay Yaprak'ı dürttü. Ancak duyacağımızı duymuştuk iç sesimle beraber.

Bir şeyler olmuş Asu-de karılık statüne dayanarak sor çabuk.

"Hangi konuda?" diye sordum medeniyet suyunda yıkanmış modern bir yenge olarak.

Yaprak kem küm edince üstelemedim. "Anladım özel." diyerek çayımı yudumladım.

Aferin Asu-de doğru taktik. Böyle alınmış ama çaktırmıyormuş gibi yap işte.

Numara yapmıyorum ki!

"Valeria ailemiz tarafından maruz kaldığı muamelelerden sonra ilişkilerini bitirip yeni ilişkiler denemişti de... Sonra pişman olup abimden özür dilemişti." diye itiraf eden görümceme şaşkınlıkla baktım.

Ay yok artık! Bu yabancılarınki de rahatlık değil pişkinlik resmen! Derya'ya ne demeli? Nasıl geri kabul eder? Sevmiyormuş bile kızı doğru dürüst!

Herhangi bir yorum yapmadım. Sadece anlıyormuş gibi-evet, gibi. Çünkü katiyen anlamıyordum.- başımı sallamakla yetindim.

Hava hafiften kararmaya başlarken biraz da serinlemişti. Yaprak yemekleri ısıtmak için içeri girdiğinde ben ve Nilay kalmıştık. O da bir süre sonra çocuklara bakmak için içeri girdi.

Tam o anda Derya'nın arabasını gördüm. Geliyorlardı işte. Arkasında da Duha Abi'nin arabası vardı.

Ayağa kalkıp arabanın yayla evine yanaşmasını bekledim. Araba yaklaştıkça Derya'yı daha net görüyordum. Göz gözeydik. Gülümsedi, gülümsedim. Sonra arabalardan indiler. Derya arabasını kilitledi yanıma gelirken elini belime koydu, eğildi ve yanağım ile boynum arasında kalan, daha çok çene altı diyebileceğim o noktaya dudaklarını bastırdı.

Dün ilk kez bunu yaptığında şok olmuştum ama hemen akabinde kulağıma söyledikleri her şeyi aydınlatmıştı. Murat Abi Nilay'ı her gördüğünde öpüyordu. Nilay da onu daima karşılıyordu tabi ki. Ancak biz yapmadığımız için Murat Abi, Derya'yı 'Karına değer verdiğini ona belli et hayvan herif!' diyerek uyarmıştı. Diğer söyledikleri değil katiyen ve kesinlikle ama sırf 'Hayvan herif' dediği için Murat Abi benim idolümdü.

"Hoş geldiniz." dedim herkese hitaben sonra Derya bana kur yaparak göz kırptı. Komik geldi güldüm. "Sen de hoş geldin." dedim. Herkes 'Hoş bulduk' derken Derya herkesten sonra yine sessizce 'Hoş buldum' dedi. Ve onu sadece ben duyuyorken böyle yapması onun ne kadar serseri olduğunu gösteriyordu.

Murat Abi ensesinden tutup kendiyle beraber eve doğru çekiştirirken "Tamam da aile var. Pohini çikarma sen de!" diye azarladı bu kez. Hepimiz güldük. Derya "Abi sen de bir karar ver, ne yapayım ben şimdi? Karıma cilve yapayım mı yapmayayım mı?" diye sorarken abisiyle kafa buluyordu. Murat Abi evin kapısına gelince ensesini bıraktı ama kafasına bir şaplak indirdi. "Karina yapacağun cilvenun yüzde onuni bizum yanumizda yüzde doksanini kendi odanuzda yapacasun uşağum."

Yüzüm kızarmıştı.

Asu-de bu günü de tarihe not et. Senun da yuzin kızariyimiş.

İç sesim sadece söz konusu Derya iken yanımdaymış...

"Peki canım abicim ama bu yüzdeleri nasıl ayarlayacağım onu da söyle bari?" diyen Derya kaşınmaya devam ediyordu. Murat Abi içeri giren Derya'ya arkadan bir tekme atmaya çalıştı ama Derya kaçmayı başardığı için yalnızca sıyırdı.

"Ula toktor olmiş adamsin ouda ben mi oğretacağum saa."

Biz arkadan onlara gülerken Çocuklar, Nilay ve Yaprak neye uğradığını şaşırmışlardı. "Ne yapıyorsunuz? Ne bu gürültü?" diye söylenen Nilay'a "Kocan kocamı dövüyor. Sopanı hazırla Nilay Yenge." dediğimde herkes şaşkınlıkla bana baktı. Sopa meselesini öğrenmiş olmama şaşırıyor olmalıydılar ama içimden bir ses Derya'nın başka bir şeye şaşırdığını fısıldıyordu.

Melike güldü. "Anlatmışsınız." dedikten sonra Duha Abinin yanından ayrılıp koluma girdi. "Tartışmasız aramızdaki en romantik tanışma hikâyesine sahip çift onlar. Sence de öyle değil mi?" dediğinde tereddüt etmeden başımla onayladım. Sonra sözcüklere de döktüm onayımı. "Kesinlikle. Üstelik sadece aramızdaki değil yeryüzündeki en iyi hikâyelere aday olabilirler."

Derya ile göz göze geldik. Sanırım ikimiz de aynı şeyi düşünüyorduk. İlk tanıştığımız anı... Gemide varillerin arkasına, brandanın altına saklanmış yemek yerken beni yakaladığı o an... Ona attığım iftira ve bu güne gelmemiz.

"Bunları ateş başında konuşsak? Ben kurt gibi açım çünkü." diyen Murat Abi Nilay'a döndü. "Yemekte ne var gülüm?" Aşkları çocukluktan başlayan bir çiftin arasına başka evlilikler girmiş olsa da bugün hala ikisinin gözlerinde de birbirlerine değer verdiklerini görebiliyordum. Aşk neydi? Bu muydu emin değilim ama ikisinin arasındaki bağ çok dokunaklıydı... Ve henüz asıl hikâyelerini bile biliyor değildim.

"Karalahana yemeği ile korkota yaptım. Yaprak da pepeçura yaptı." dedi. Karalahana yemeğini bize Gülbeyaz Abla da yapıyordu ama diğerlerini daha önce yemediğim için bir fikrim yoktu. Kızlarla el birliğiyle sofrayı kurduk. Melike diğerleri gibi yorgun olduğu için onun da yardım etmesine izin vermedik.

Hep birlikte sofraya oturduğumuzda Herkes kocasının yanına, Ayaz annesinin kucağına, Mina da halasının yanına oturmuştu. Korkota çorbasına bayılmıştım. Mısırın her halini sevdiğim için yarmasıyla yapılan çorbayı beğenmem sürpriz olmadı bana. Karalahana da laf aramızda Gülbeyaz Abla'nınkilerden güzel olmuştu. Mısır ekmeği, vişne kompostosu da dahil her şey çok güzeldi.

Ta ki Pepeçura tatlılarımız gelene kadar...

Rengi muhteşem görünüyordu. Pembe-mor bir renkti. Çok heyecanlıydım tadına bakmak için ama ağzıma attığım şey gerçekten iğrençti. Diğerlerinin yüzüne bakınca normalde böyle olmaması gerektiğini anladım. "Kız sen ne yaptın buna?" diye sordu Duha Abi buruşturduğu yüzüyle.

Yaprak anlamamış gibi baktı. "Bir şey yapmadım? Her zaman yaptığım tatlı abi?" dedi ve bir kaşık tatlısından aldığı gibi acilen peçete alıp çıkarttı. "Iyy n'olmuş buna?" dedi aynı bizim gibi bir surat ifadesine bürünerek. Nilay "Ay tuz koymuşsun!" diyerek olayı çözdü.

"Sarı kaptaki şekeri koydum?" dedi Yaprak da Nilay mutfağa gidip sarı kabı getirdi ve masanın ortasına koydu. "Yaprak bu tuz." dediğinde kaşıklarımızı masaya bıraktık. Tatlı yalan olmuştu.

"O kadar emek verdim ya! Kim değiştirdi tuz ve şekerin yerini?" diyen Yaprak oldukça mutsuzdu. "Emeğim çöp oldu."

Melike ile göz göze geldik. Yaramaz bir ifadeyle güldü. "Bence çöp olmak zorunda değil." dediğinde bize zorla yedirecek sandığımız için itiraz etmeye başladık hep bir ağızdan. "Ya bir durun! İsterseniz yemezsiniz!" dedi ve ardından "Tabi bir bedel öderseniz." diye ekledi.

"Abi karına sahip çık, eline almış yine ip ve şiş başımıza çorap örecek." dedi Derya küçük bir çocuk gibi oyunbaz bir tavırla. Güldüm. Duha Abi de güldü. "Kes ula! Çorap örecekse takacaksınız başınıza. Zahmet edip örmüş o kadar." dediğinde Melike ona öpücük yolladı. "26 senelik birikimimle bu adam tamamdır diyorum." diyerek Bülent Ersoy'un gündem olan taklidini yapınca hepimiz güldük. Sonra Melike ağzındaki baklayı çıkardı. "Şimdi ateş başında oturacağız ya oyun oynayalım yine. Doğruluk cesaretlik gibi bir şey olsun. Cevap vermek istemeyen ya da cesaret görevini yapmak istemeyen tatlısından bit kaşık yesin."

Murat Abi "Ben sıkıldım da her zaman o oyunu oynamaktan. Her şeyimizi öğrendik artık. Hala niye oynuyoruz." diye isyan edince araya girdim. "Bizim her şeyimizi öğrenmek için. Kusura bakma elticim ama çakallıkta senden aşağı kalır yanım yoktur."

Melike beğeniyle göz kırpıp elini yumruk yaparak başparmağını kaldırdı. "Cin gibi insanları severim." dedi. "İki avukat nasıl da birbirinin dilinden anlıyor ama." diyen Derya başını korkuyla iki yana sallıyordu.

"Bizim bölümün en temel özelliklerindendir sözcüklerin ardındaki anlamları aramak. Yani işimize gelirse ne dediğine işimize gelmezse ne kastettiğine bakarız biz." dedim. Tamam, ayıla bayıla avukat olmak istememiştim ama sonuçta okuyup bitirmiştim.

"Görevi kötüye kullanmak değil mi bu?" diye sordu Yaprak. Melike bana arka çıktı. "Değil, görevimiz bu zaten. Biz insanların savunucusuyuz, adaleti sağlamak hâkimin savcının işi. Aynı bilgileri onlar da öğreniyor. İşini iyi yapman için kötü nasıl yapılır onu da bilmen lazım ya... İşte hukukta çok fazla açık var ve biz hukuk yaratmıyoruz, olanı uyguluyoruz. Açık kapıdan girmek de hukuken suç değil."

"İşte bu görevi kötüye kullanmak oluyor. Kapı açık diye girmek..." dedi Nilay da onlara arka çıkarak. Hukuk okumayan herkes için haklıydılar ama sistem buydu ve yapacak bir şey yoktu.

"Şimdi insani yönden bakmayın. Hukukta, başta ceza kanununda ve anayasada açıkça yapılması suç olarak geçmeyen hiçbir eylem suç değildir, cezası yoktur. Eylem yapıldıktan sonra kanun çıkmışsa yine ceza yoktur. Ceza aldı, kanun kalktı yine ceza yoktur. Yani açık bir kapı varsa suç yoktur demek. Doğru ya da yanlışı tartışmıyorum bizim mesleğimiz bu. Aslında düşünürseniz adil olan da bu. Yani suç olduğu hiç bir yerde yazmayan şeyi yaptınız diye neden ceza alasınız?"

"Adalet yok adalet! Bak hele okullarda bile bunları öğretiyorlar sonra bu insanlar hâkim savcı oluyor. Nasıl adalet olsun?" dedi Murat Abi, güldüm. Birçok şey vardı suç olması gerektiğini düşündüğümüz ama suç olmayan ve birçok şey vardı suç olmasının saçma olması ama yine de suç diye adlandırılan. Okulun ilk yıllarında ben de tamamen onlar gibi düşünüyordum ama bir yerden sonra bunu kabulleniyorsunuz. Mesela Avrupa İnsan Hakları Bildirgesini, tamamen suçluları korumaya yönelik olduğunu düşündüğüm için çok saçma bulmuştum. Çünkü bildirgede suçlulara her insan gibi davranılması gerektiği yazıyor genel olarak. Tabi o zamanlar bu zoruma gitmişti. Çünkü suçlu olanın suçsuz olandan farklı bir muamele görmesi gerektiğine inanıyordum. Bazen hala öyle düşünüyorsam da büyüdükçe anlamıştım ki her suçlu bulunan suçlu olmayabiliyordu, bazısının haklı sebebi olabiliyordu ya da suçlu da olsa onların da suçsuz bir ailesi olabiliyordu. Yani bir yerde doğru uygulamalardı ama bazen çok güçlü bir şekilde idam cezasının gelmesi gerektiğini bana düşündürtecek suçlular da olabiliyordu. Sonra bu adaletsiz ortamda idam edilenlerin de masumlar olacağını fark edip iyi ki yok diyordum.

Zaten sorun en başta halkın yönetime katılamayıp kendi kanunlarını kendi oluşturamamasıydı. Bu zaten çok zordu tabi ama yine de birilerinin işine geldiği gibi, anlamadan dinlemeden koyduğu kanunlar masumları yakmaya devam edecekti. Bu binlerce yıldır böyle süregelmişti.

"Yani bizim büro genelde boşanma, mal mülk çekişmesi, miras gibi davaları alıyor ama bir yerde suçlu birinin de savunulması gerekiyor. Çünkü suçlu dediğimizde aklımıza tek tip bir profil gelse de tüm suçlular öyle olmayabiliyor. Mesela uyuşturucu parası için annesini öldüren biri suçludur ve hatta canidir. Tamam, bunda sıkıntı yok ama babasının istismarına uğramamak için babasını öldüren kız da o profile göre suçludur ama cani olan babasıdır. İşte birilerinin o kızı savunması gerekiyor. Meşru müdafaa yaptığını kendisi bilmeyebilir, bir avukatın bunu ona da hâkime de anlatması gerekebilir. Her açıdan doğru demiyorum ama yüzyıllardır, bin yıllardır süregelen tecrübeler demek ki bir yerde bu kanunları gerekli kılıyor." diye açıkladı Melike. Çok doğruydu. Biz dünyayı yaşadığımız 60-90 yıldan ibaret sanıyorduk ancak bin yıllarca insanlar yaşamış, sosyal ilişkiler kurulmuştu. Kanunların yaşanan çağa göre revize edilmesi gerektiğini düşünüyordum tabi ama milyon çeşit insan varken hangi kanuna ihtiyaç duyulacağını kestirmek de zor oluyordu.

"E ne olacak peki? Bu haliyle de adaletsizlik var." dedi Yaprak. Melike başıyla onayladı. "Bu kanunlardan daha ziyade uygulamayı yapanların, yani yapamayanların suçu Yaprak'çım. Okurken birçok kanunu mantıksız ve adaletsiz bulmuş olmama rağmen gerçekten kanunlarımız genel itibariyle iyi ve adil durumdalar. Sahaya inip, davalara girdikçe bu kanunların evirilip çevrilerek nasıl adaletsizlik yapılır bunu gördükçe biz de savunmamızı bu açıklara göre yapmaya karar veriyoruz. Yani, mezun olurken idealist olan, asla adaletsizlik yapmayacağım, asla yalan söylemeyeceğim diyen bir avukat, savcı, hakim sahaya inip işleyişi görünce mecburen dönen çarkın dişlilerinden biri oluyor. Kaçınılmaz son..."

Neyse ki ben idealist bir avukat değildim. O yüzden yüksek bir hayal kırıklığı da yaşamayacaktım.

"Asude sen ne yapmayı düşünüyorsun?" diye sordu Melike birden bana dönerek. Bu ani soruyla biraz afalladım. "İstanbul'a dönünce baroya başvuracağım." dedim.

İstanbul'a döneceğimizi bilmedikleri için bir an öylece kaldılar. "İstanbul'a mı döneceksin?" diye sordu Melike Derya'ya göz ucuyla bakarak. Ben de Derya'ya baktım. Pot mu kırmıştım?

"Size söylemeye fırsatımız olmadı. Benim buradaki hastaneyle sözleşmem iki ay sonra bitiyor. İstanbul'a dönmeyi düşünüyoruz." diye açıklayınca kimse bir yorum yapmadı ama herkes evdekilerin tepkisini merak ediyordu, eminim...

"Hayırlısı olsun hakkınızda..." dedi Murat Abi. Hep bir ağızdan "Amin" dedik biz de.

"O zaman iki ay bizim büroya gelsene. Staja başlamadan işleyişi görürsün. Stajın stajı gibi."

Derya'ya baktım. "Söyledin mi? Söyleme demiştim." dediğimde başını iki yana salladı. "Valla bir şey söylemedim." dedi ellerini kaldırarak.

"Bir şey mi söylemeliydi bana." diye sordu Melike de. Başımı iki yana salladım. Derya da "Söylememem gerekiyordu aslında ama kendin teklif ettin." Melike kaşlarını çatınca "Burada bir büroda iki ay öylesine çalışmak istemiştim. Derya da sana söylemeyi teklif etti. Ben de kabul etmedim ve sana söylememesi için tembihledim." diye açıkladım dürüstçe.

"Eğer iş arayıp başka yere gitseydin çok kırılırdım ikinize de... Hem gerçekten eleman eksikliğimiz var. Sekreter, asistan gibi girişini yaparız hem" dedi sanki Derya ile olan konuşmamızı duymuş gibi bir tutarlılıkla. "Bilemiyorum." dedim yine de. Belki de sırf yardım etmek için zor durumda kalacağı bir şey yapıyordu.

"Bilemeyecek ne var Asude? Zaten çalışmak istiyormuşsun. Bizim de birine ihtiyacımız var zaten. Ne var bunda?"

"Pazartesi bir beraber gidelim. Çalışma ortamını gör. O zaman kararını verirsin." dedi gülümseyerek. Derya'ya baktım. Bana kaş göz yaparak kabul et demek istiyordu. Ona gülüp Melike'ye döndüm. "Tamam o zaman." dedim omuz silkerek.

Melike derin bir nefes verdi. "Oh şükürler olsun sonunda kadın nüfusunda artış olacak." dediğinde Duha Abi "Tek kadındı da büroda. Ben de rahatladım." dedi.

Derya "Niye kaç erkek var ki?" diye sordu çok önemli bir şeymiş gibi.

"Dört." dedi Melike. Derya'nın yüz ifadesi değişti. Herkes güldü. Derya "Biz bir daha düşünelim mi?" dedi ama sanırım rol yapıyordu. Yoksa asla Derya'lık bir hareket değildi. Yani ne alaka? Güldüm. "Şimdiden kabul etmişim gibi bir his..." dediğimde Melike ile çak yaptık. Duha Abi de kardeşinin omzunu sıktı destek olurcasına. "Korkma boşuna uşağım. O hatayı sen ben gibi saflar yapar. Avukat milleti biliyor birbirini de uzak duruyorlar." dediğinde Melike tatlı kaşığını kocasına fırlattı. "Vazgeçtim 26 senelik ömrümde bir şey öğrenememişim. Bu olmamış dostlar. Alın bunu bu masadan."

Duha Abi "Şaka yaptım hayatım. Vallahi gülelim diye." dedi teslim olur gibi ellerini kaldırarak. "Sus sus sonra keseceğim senin hesabını. Şu genç çifte kötü örnek olmak istemiyorum şimdi." diyerek parmak sallayan Melike ise insafı olmayan bir polis gibiydi...

Sofrayı el birliğiyle toplayıp bulaşıkları da yıkadıktan sonra erkekler ateşi yakmak için önden çıktılar. Biz kahveleri yaparken Nilay oğlunu emzirip yatırdı. Mina'yı da ne yaptıysak evde kalmaya ikna edememiştik. O da ateş başına gelmek istemişti ve babasıyla birlikte çıkmıştı.

Kahve tepsisini alıp çıktığımda Melike ve Yaprak da bisküvileri koydukları tabakları aldılar. Ateş harlı bir şekilde yanıyordu. Tepsideki kahveleri herkese tuttum. Derya ortadakilerden aldı ve "Zengin oluruz." diyerek göz kırptı. Güldüm. Duha Abi ensesine vurdu. "Zengin olunca bize de bak tamam mı? Artık çalışmaktan iflahım kurudu" dedi. Duha Abi ve Murat Abi üniversitede işletme okumuş babalarının lojistik şirketinde çalışıyorlardı. Derya da doktor olmayı seçmiş ama gemiden de vazgeçememişti. Aslında doktorluğu daha çok ek iş gibi gördüğünü söyleyebilirdim.

"Herkes kendine bradırım kusura bakma." diyen Derya'ya yengesinden de kınayan bir bakış geldi. "Abine bakmayabilirsin, haklısındır da... Ancak beni kayırmaman kalbimi kırdı kayıncığım."

"Aa kraliçe yengelerimi elbette ayrı tutuyorum. Benim yatım sizin yatınız, benim katım sizin katınız. Ayıp ettiniz." diye karşılık verdi Derya... Kayınlarım çok savunmasız kalmıştı.

"Evli olduğumuz için bu saatten sonra kazandığın her şey ikimizin kocacım. Ben de kendi payımı kayınlarımla paylaşmak istiyorum." dediğimde iki kayınım da 'ooo' layıp beni pohpohladılar.

Murat Abi "Bundan sonra sen kardeşimizsin bu nankör velet de damadımız." dediğinde anlaşmak için elini uzattı. Ben de elini tuttuğumda tokalaştık ve anlaşma sağlandı. Gelinler ve damada ölüüm! diye nida atmak gelse de içimden daha fazla kışkırtmak istemedim. Karşı taraf da hafife alınmayacak kadar güçlüydü.

Yaprak kararsız kaldı. "Ben ortaböcük olabilir miyim?" diye sordu bu yüzden. Çünkü hangi tarafa gitse aklı ötekinde kalacaktı. Mina da "Ben de ortaböcük olayım lütfen. Ama uğur böceği gibi güzel bir böcek." dedi babasına sarılarak. Babasının dizinde oturuyordu.

Melike "Taraf olmazsanız bertaraf olursunuz." dediğinde Nilay da içeriden gelmişti. "Baba, annem de bizim tarafta olsun o zaman." dediğinde Nilay "Ne tarafı?" diye sordu. Olanlardan bir haberdi. "Gel eltim. Sen, ben ve Derya bir grup olduk. Murat Abi, Duha ve Asude bir grup. Yaprak tarafsız olacakmış. Sizin bücür de babacı belli ki..."

"Ay hayır!" dedi Nilay. "Kızım hangi taraftaysa ben o taraftayım." diyerek kocasının yanına oturunca Derya ve Melike birbirine şaşkınlıkla ve hayal kırıklığıyla baktı. "Satıldık!" dediler aynı anda ve herkes onlara güldü.

"Yazıklar olsun eltim!" dedi Melike ve soğumuş kahvesini bir dikişte içti.

"Anne yengem sana küstü mü?" diye soran Mina, kendisi yüzünden kavga ettiklerini sandı. "Yok annecim. Küsmedi yengen bana. Neden küssün?" diye cevap verdi.

"Yenge senin de kızın olursa sen de onun tarafında olursun." diyen Mina muhtemelen nasıl bir yaraya dokunduğunu bilmiyordu. "İnşallah amcacım." dedi Duha Abi ortamın garip bir havaya bürünmesin diye.

Garip havanın dağılması adına "Siz nasıl tanıştınız?" diye sordum ancak sanırım ben de başka bir yaraya parmak basmıştım. Neden bu kadar çok mayın vardı bu ailede?

"Benim boşanma avukatımdı Melike." dedi Murat Abi. Ha... O yüzden. Başımla onayladım. "Anladım."

"İşte ben de Melike'yi mahkemeye git gel, abimle büroya git gel gördüm âşık oldum kandırdım evlendim." dedi Duha abi.

Melike güldü. "Emin misin? Belki de ben seni kandırdım?" diye karşılık verdi. Duha Abi güldü. "Çok güzel kandırılırım işte Asude. İyi ki kandırıldım." dedi Melike'ye karşı çıkmadan.

En çok merak ettiğim hikâye Murat Abi ve Nilay'a aitti ama sorulmazdı da şimdi.

"Şansınıza baya çekişmeli oldu da uzadı iş yoksa Duha Melike'yi rüyasında görürdü." dedi Murat Abi. Melike güldü. "Hayır tek işim o dava da değildi ama her gün farklı bir soru bulup geliyordu."

"Duha abim de az aşkına eşkıya biri değildi." dedi Yaprak.

Mina "Asude Yenge biliyor musun ben Melike Yengemin düğününde mor gelinlik giydim." dediğinde herkesin ilgisi bize çevrildi. Üzülmüş gibi yaptım. "Öyle mi? Desene Melike'ye yazık olmuş!" deyince Mina da üzüldü. "Neden ki?" diye sorunca gülümsedim. "Sen şimdi gelinden daha güzel olmuşsundur ve kimse geline bakmamıştır." dedim

Kıkırdadı. "Evet. Amcam da kulağıma sen daha güzelsin demişti." deyince Duha Abi "Sen daha bit kadardın be! Nasıl hatırlıyorsun bunu?" diye çıkışınca Mina kaşlarını çattı. "Baba amcama bir şey söyle. Bana bit dedi! Büyüktüm bir kere ben!"

"Amcası kafanı kırarım. Özür dile çabuk prensesimden." dedi Murat Abi de. Duha Abi bıkkınca göz devirip "Özür dilerim Prenses Mina!" dediğinde Mina bu alaylı tavır karşısında dil çıkardı.

"Asude yenge senin düğününde de pembe gelinlik giydim. Sen de mi üzüldün?" diye sorduğunda gülümsedim. O gün aklım o kadar doluydu ki Mina'yı hatırlamıyordum bile.

"Evet ama ben kabul etmiştim önceden. O yüzden düğünden önce kendimi tembihledim. Dedim ki kendime Mina çok güzel ve sen onunla yarışamazsın. O yüzden senden daha güzel olduğu için sakın ağlama. Bu yüzden başa çıkabildim üzüntümle." diye cevapladım. Başını salladı olgun bir tavırla "İkinizden de özür dilerim. Bundan sonra kimsenin düğününde gelinlik giymeyeceğim. Gelinler kendi düğünlerinde en mutlu kişi olmalılar çünkü..." diye karşılık verince Murat Abi kızının saçlarının arasına dudaklarını bastırdı. "Güzel olmak suç değil kızım. İstediğini giy gitsin. Boş ver." dedi.

Mina ise "Olmaz baba. Siz erkekler anlamazsınız ama düğün gününde kızlar prenses olur. Ve daha güzel bir kız olmamalıdır. Ben fark edememişim böyle bir hata yaptığımı. Teşekkür ederim Asude Yenge. Bana fark ettirdiğin için."

Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırırken başımı iki yana salladım. "Rica ederim canım. Sen çok akıllı olduğun için hemen anladın." dediğimde Derya ile göz göze geldik. Gülümseyerek bakıyordu bana. Ancak bakışları garipti. Dalgın gibiydi. Göz kırptım 'ne oldu' dercesine omuz silkti.

"Baba!" diye bağıran Mina ile bakışmamız kesildi. "Ne oldu kızım?" diye sordu Murat Abi.

"Asude Yengemin sesi çok güzel. Söyle bize şarkı söylesin." dediğinde herkes güldü. Murat Abi ise "Sen söyle kızım? Neden bana söylettiriyorsun ki?"

"Ben küçüğüm bana hayır der. Büyüklere hayır diyilmez ya!" dediğinde tebessüm ettim ve Murat Abi'ye göz kırptım.

"Peki, ben sorayım o zaman. Asude Yengemiz acaba bana şarkı söyler misin?" diye soran Murat Abi'ye başımı iki yana salladım. "Hayır, söylemem." dedim. Mina hayal kırıklığıyla başını eğince devam ettim. "Çünkü bence sen çok istemiyorsun şarkı söylememi. Çok isteyen birisi sorarsa düşünebilirim." dediğimde Murat Abi Mina'yı dürttü. Mina gülümsedi ancak utanıyordu konuşmaya. Nilay "Hadi kızım." diye destek çıkınca yüzüme baktı ve hemen gözlerini kaçırdı. "Asude yenge." dedi tekrar. Yüzüme bakınca "Efendim." dedim. "Ben çok istiyorum da... Acaba şarkı söyler misin?" diye sorduğunda "Gerçekten çok mu istiyorsun?" diye sordum. Hevesle başını salladı. "Çoook!" dedi uzatarak.

"Madem çok istiyorsun söylemeliyim o halde." dedim omuz silkerken. Yaprak ayağa sıçradı birden. "Bir saniye gitar var evde. Hemen getiriyorum." dedi ve koşarak eve gitti.

"Gitara gerek var mıydı?" dedim gülerek. "Daha güzel olur." dedi Mina da.

"Halası kılıklı." dedi Derya da yeğeninden makas alırken. "İlla şatafatlı olacak gösterileri."

Mina kıkırdadı. Yaprak elinde gitar çantasıyla geldi. "Ama çok uzun zamandır çalmıyoruz. Akorları bozulmuştur." dedi. Bu işin böyle olacağı belliydi.

"Yaparım ben." dedik Derya ile aynı anda. Güldük sonra.

"Ay ne güzel karı koca ikisi de müzisyen." dedi Yaprak hevesle. Gerçek karı koca olsak güzel olurdu bence de.

Derya çabucak akorları ayarladı ve gitarı bana uzattı. Akorları kontrol ettim. Bir akor biraz fazla sıkılmıştı. Onu düzelttim. Derya güldü. Ben de güldüm.

Bir kaç deneme vuruşu yaptım. Şimdi olmuştu. "İstediğin bir şarkı var mı?" diye sordum Mina'ya, dudak büktü. "Bilmem... Sen seç."

Başımla onayladım. Eğlenceli bir şeyler çalmak istiyordum. Eminim o da eğlenceli bir şey dinlemek istiyordu.

Aklıma gelen şarkı ile gülümsedim ve tellere enerjik bir şekilde vurmaya başladım.

"Bak bir varmış bir yokmuş eski günlerde, tatlı bir kız yaşarmış boğaz içinde."

Şarkıyı anlayan herkesin yüzünde bir gülümseme olurken Mina büyük bir heyecanla beni dinliyordu.

"İşte bir sabah erken masal böyle başlamış

Delikanlı genç kıza iskelede rastlamış

Bakışmışlar göz göze gören kimse olmamış

Fakat denizle dalga oynamaya başlamış"

İkinci nakarat kısmında herkes bana eşlik ederken Mina genişçe sırıtmaya başladı. İlk kez dinlediği ve hoşuna gittiği o kadar belliydi ki...

"Bak bir varmış bir yokmuş eski günlerde

Tatlı bir kız yaşarmış Boğaziçi'nde"

"Delikanlı yaklaşmış" dedikten sonra es verdim. Mesaj yerine çabuk ulaşmış ve Derya araya girmişti. "Ne kadar güzelsiniz?"

"Güzel kız uzaklaşmış" dedikten sonra sesimi konuşma tonuna getirip "Fakat siz de kimsiniz?" diyerek sözü Derya'ya bıraktım. Derya elime uzanıp tutarak öpünce elimi geri çekip ona ayıplayan bakışlar attım.

"Ben bir erkek meleğim, bırak yanına geleyim. Elimi hiç sürmeden gözlerimle seveyim." karizmatik yapmaya çalıştığı ve garip bir şekilde başarılı olduğu ses tonuna gülmeden edemedim.

"Bak bir varmış bir yokmuş eski günlerde

Tatlı bir kız yaşarmış Boğaziçi'nde"

Nakaratları hep beraber okuyorduk ve Mina da çat pat öğrendiği kadarıyla bize eşlik ediyordu. O kadar şekerdi ki! Yeniden sesimi konuşma tonuna getirip incelttim. Sadece şarkı söylemiyor aynı zamanda tiyatro da çeviriyorduk.

"Olamaz hayır hayır annem çok kızar buna

Beni kenara ayır takıl şuna buna" derken elimle dağı taşı işaret ediyordum.

"Şayet beni istersen bize yolla anneni

Söz veriyorum sana olacağım gelini"

"Bak bir varmış bir yokmuş eski günlerde

Tatlı bir kız yaşarmış Boğaziçi'nde"

Mina artık kıkırdamaya başlamıştı. İstediği sadece bir şarkıyken kıza müzikal gösteri sergiliyorduk şu an.

"Oğlan buna inanmış bir ok gibi yaylanmış

Evin yolunu tutup annesine yalvarmış"

Susup sözü yeniden Derya'ya verdiğimde Derya Melike'yi annesi olarak seçmiş olacak ki koluna yapıştı ve "Koş git al kızı bana delireceğim ana! Yoksa oğlun ölecek siyah gözler uğruna" diyerek adeta yalvardı.

Ben de kendimi tutamadan gülüyorum ama şu an bu Mina'nın umurunda bile değildi. O eğlencesine bakıyordu.

"Anne atlamış gitmiş içi titreyerekten

Güzel kız yağız açmış kapıyı gülerekten

Demiş" diyerek yeniden rol pozisyonuna geçtim. "Hanım geç kaldın, bak artık evlendim ben, bekledim de gelmedin yaya kaldın bu işten" Biz gülerken Mina dondu kaldı. Sanırım böyle bir son beklemiyordu.

"Bak bir varmış bir yokmuş eski günlerde

Tatlı bir kız yaşarmış Boğaziçi'nde"

Son kez nakaratı da söylediğimizde gitarın tellerine vurmayı bıraktım. Nefes nefese kalmıştık ama gülüyorduk da. Mina "Ama kız kabul etmedi mi?" diye sordu hayal kırıklığıyla. Omuz silktim. "Kadın, geç gitmiş kıza." dedim ama Derya "Olsun, kız söz verdi beklemeliydi. Ben ne olacağım şimdi?" diye Mina'ya destek çıkınca gülerek gözlerimi devirdim. "Sen de her iskelede gördüğüne âşık olmayacaksın!" dedim. Aslında biz iskelede değil de gemide tanışmıştık ve evlenmiştik. O yüzden iskelede gördüğüne âşık olmak da çok abes olmasa gerekti.

Melike'nin omzuna dirseğini koydu. "Neyse anne biz de önümüzdeki maçlara bakalım. Sen bana başka kız bulursun." dediğinde Mina'yı dürttüm. "Gördüğün gibi erkek milleti böyle şeylere hiç takılmıyor. Sen de kendini düşüneceksin. Elini çabuk tutan daha çok değer veriyor demek ki..."

Mina'nın aklı karışmıştı. Nilay kızının kulağını kapattı ve "Kızın devrelerini yaktınız." dedi. "Annecim şaka yapıyorlar. Bu şarkı da şaka yapıyor. Takılma sen bunlara. Ben sana zamanı gelince anlatacağım."

"Ay bana da hep öyle diyorlardı. Hiç o zaman gelmedi valla. Caretta Carettalar gibi kendi kendime öğrendim her şeyi!" diyen Yaprak'a Derya "Ne öğrendin mesela bacım. Bizimle de paylaşmak ister misin?" diye sordu tehditkar bir sesle. Yaprak ise gözlerini devirdi. "Evli olan sizsiniz siz paylaşın paşam." diyerek Derya'yı tersledi. Derya çok hak etmişti bunu zaten.

Melike "Derya şöyle duygusal bir şeyler de sen söyle bize. Karın için söyle hatta, bizi boş ver." dediğinde Derya bana baktı. "İster misin?" diye sorduğumda dudak büktüm. "Söylemek istiyorsan ben neden istemeyeyim." diye cevap verdim. Gitara uzanınca ona verdim.

Daha önce hiç duymadığım, çok soft bir şarkıyı çalmaya başladı.

"Gökyüzün bana dönsün

Zambaklar sana

Kuzeyden bir deniz saklıdır, sesindeki limana

Bir sonbahar günü gözümde hallar içindesin

Bir şişe deniz içinde mektuplar dökülmesin

Kuşların sırtında geçtiğimiz sokaklarda

Saçlarının sesine ne zaman demirlerim

Maviye kavuşur her sabah gökte gizimdesin

Perdeleri kapatmasam güneşle yüzümdesin

Şimdi bir martı uçtu mandalin bahçesine

Biliyorum desen yeter

En güzeli

Gökyüzün bana dönsün

Zambaklar sana

Kuzeyden bir deniz saklıdır, sesindeki limana"

Derya'ya diktiğimi fark ettiğim bakışlarım, bana baktığında göz göze gelmemizle önüme eğildi. Neden gözlerimi kaçırmıştım bilmiyorum. Neden utanmıştım onu da bilmiyordum. Bu şarkı kimindi. Ne zamandır vardı? Nereden biliyordu? Neden benim için bu şarkıyı söylemişti?

Senin için söylediğine eminsin de yani? Gayet de sevgilisini ya da daha muhtemel olan beklediği kişiyi düşünerek söylemiş olabilir. Bu salaklığın beni delirtecek Asu-de!

Bu kez iç sesim haklıydı. Beni de delirtecekti.

"Asude hemen baroya başvurup stajını tamamlayıp avukat oluyorsun. Ben kocamı boşayacağım sen de benim avukatım olacaksın." diyen Melike'ye Duha abi de benim kadar şaşkın bakıyordu.

"Ben ne yaptım şimdi?" diye sordu Duha Abi. Valla bu kez ben de anlamamıştım.

"Ya bana bir kere şarkı söyledin mi?" diye sordu Melike isyan ederek. İnşallah sahte evliliğimiz bir yuvanın bozulmasına sebebiyet vermiyordu şu an.

"Sesimin güzel olmaması benim suçum mu?" diye sordu Duha Abi.

"Şarkı söylemen için sesinin güzel olması şart değil." diye karşılık verdi Melike de.

"Ama-"

"Tamam tamam abi sakin olun. Yengeciğim herkesin aşkını haykırma biçimi farklıdır. Biz böyle yapıyoruz, Duha Abim yemek yapar, Murat Abim 'Gel kız biraz gezelim.' der. Lütfen kıyaslama yapmayalım."

"Sessiz olun da çocuk uyudu." dedi Murat Abi de araya girerek. Sonra Nilay'a döndü ve "Gel kız çocuğu yatırıp biraz etrafta turlayalım." dedi. Güldüm. Diğerleri de güldü. Onlar kalkarken Yaprak da arkadaşıyla telefonla konuşmak için hattın çektiği bir yere gitti.

"Gel sen bir." dedi Duha Abi ayağa kalkarak. "Ben sana seni ne kadar sevdiğimi bir göstereyim. İlla görmek istiyorsun ya"

Gülmemek için başımı eğdim. Yandan çaktırmadan Derya'ya baktığımda göz göze geldik. İkimizde gülmemek için zor duruyorduk. "Gelmiyorum." dedi Melike de inat ederek.

Ayaklandım. "Kocacım gel biz biraz şu tarafa gidelim." dedim. Derya da elindeki gitarı kenara bırakıp ayaklandı ve böyle bir şeyi kastetmemiş olsam da elimi tuttu. Oyun falan da yalan olmuştu. Pepeçuraların kaderi çöptü yani...

Yamacın ucuna geldiğimizde çimenlere oturduk.

"Ne büyük ironi..." dedim gülerek. Derya bana baktı. Anlamadı neyi kastettiğimi. "Sahte olan biziz ama bize özeniyorlar." diye açıkladığımda bir şey demeden önüne döndü ve başıyla onayladı.

"Enerjimiz uyuyor demek ki." dedi. Enerji meselelerinden pek anlamazdım ama belki...

Sessizlik olunca "Mina ile konuştun değil mi?" diye sordum. "Hangi konuda?" dedi yine anlamayarak. "Bana çirkin demesi konusunda. Özür diledi kız benden."

Güldü. "İyi yapmış." dedi. Bence öyle değildi. "Ona Valeria'yı artık sevmediğini, bana âşık olduğunu söylemişsin ama yarın bir gün Valeria ile ilişkiniz duyulursa yaşanacak felaketler bir yana, onun yaşayacağı yıkımı düşünebiliyor musun Kaptan? Benim gibi aşkı değersizleştirecek."

Geriye doğru yaslanıp yere uzandı. "Öğrenmezler." dedi rahatça. Bu rahatlığı beni delirtiyordu bazen. "Konuşuyor musun? Nasıl? Hala sorun ediyor mu beni?" diye sordum. "Hıhı" dedi. Karnına vurdum. Dayanamamıştım artık. "Ne bu rahatlık?" diye sordum. Yeniden doğruldu.

"Efendim Asude?" dedi gülerek ama aynı zamanda bıkkın bir tınıyla. "Konuşayım mı istersen?" diye sordum. Başını iki yana salladı. "Sakın. Çünkü ben onu biraz kışkırtmış olabilirim."

Allah'ım! Derin bir nefes verdim ve "Ne yaparak?" diye sordum.

"Ayrılacağımı ima ederek"

"NE?" sesim bir tık yüksek çıkmıştı.

"Bak, bizim ilişkimiz öyle sıkan, darlayan bir ilişki değildi. Rahattık. O da ben de... Onun hataları olduğunda affettim. O zaman da bana sözler verdi. Senden önce de bizim tartıştığımız bir konu vardı. Şimdi o konu yüzünden seni sorun ediyorsa onunla ayrılacağımı, o kızı bulana kadar seninle evli kalacağımı söyledim. O yüzden sana biraz bilenmiş olabilir."

"Derya..." dedim oldukça merak dolu bir sesle. "Acaba diyorum. Yani bir ihtimal... Bir insanın hayatı boyunca yapabileceği en fazla hatayı yapma rekorunu kırmak istiyor olabilir misin?"

Güldü. "Bir tane büyük hata yaptım. Onun dışındakiler hiçbir şey Asude."

"Ne hata yaptın?" diye sordum. Omuz silkti. Söylemek istemiyordu. "Tamam aramızda sırlar olabilir. Hiçbir sorun yok. Bana her şeyini anlatmak zorunda değilsin. Bir şey hariç! Konu bensem... Sadece benimle ilgili benden bir şey saklama Kaptan." diye uyardım onu. Bir cevap vermedi. Şüpheyle gözlerim kısıldı. "Acaba bana hiç yalan söylemiş olabilir misin?" diye sordum yüz ifadesine bakarak.

Uzun süre sessiz kaldı önüne döndü. "Derya?" diye tekrar sorduğumda ise "İki tane olabilir." dedi.

"Derya!" diye kızdım bu kez. "Ne yalan söyledin?" diye sorduğumda omuz silkti. "Sana bile yalan söylemem gerekmişse doğruyu söyleyemiyorum demektir. O yüzden sorma ama söz bir gün doğrusunu söyleyeceğim."

Bu durumda ne tepki verebilirdim ki... Asla doğruyu söylemeyeceğini bilerek onu sıkıştırmamın bir anlamı olmazdı. Hem bir gün doğruyu söyleyecekse şu an gerçekten söyleyemiyor olmalıydı. Yine de öylece yanına bırakmayacaktım tabi!

Bu yüzden başımla onayladım. "Adil olsun diye ben de sana iki tane yalan söyleyeceğim haberin olsun." dedim gülerek. O da güldü. "Tamam ama yalan söyleyeceğin zaman 'yalan söyleyeceğim' diye uyar önceden." Dediğinde işaret parmağımla sağ gözümün altındaki torbayı aşağı çekiştirdim. "pışşııık." Asla anlamayacaksın yalan söylediğimi. Ve ceza olarak da doğrusunu söyleme zorunluluğum hiç olmayacak. Sen doğrusunu söylediğinde bile."

"Yok! Bu hiç adil olmadı" derken kaşları çatılmıştı. Güldüm ve tek omzumu silktim. "Dediğim gibi benim mesleğim adaleti sağlamak değil, avantaj sağlamak." Gülerek başını iki yana salladığında ikimiz de öylece oturup bir süre karanlıkta pek de belli etmeyen dağları ve yamaçları izledik

"Mina ile başka ne konuştunuz?" diye sorduğunda ayaklarımı kendime çektim ve çenemi dizlerimin arasına koydum. Kollarımla bacaklarımı sararken yerimde sallanmaya başlamıştım.

"Sınıflarında Alya diye güzel bir kız varmış ve Cüneyt de Alya ile ilgileniyormuş. Bizimki de belli ki Cüneyt'le ilgileniyor ama maalesef Cüneyt şekilci bir hemcinsin olduğu için Mina'mız biraz üzgün."

Söylediklerime bir tepki vermeyince başımı kaldırıp onun yüzüne baktım ve gülmemek için kendini sıktığını gördüm. "Tabi sen ne anlarsın zaten! Erkek değil misiniz? Hepiniz aynısınız!"

"Ona gülmüyorum. Daha düne kadar aşkı ve âşıkları küçümseyen sen bu konuyu çok önemsemiş gibisin." deyince gözlerimi devirdim. "O konuyu kapattık ya biz! Hem bu aşk ile ilgili değil, onlar daha çocuk. Sadece kendini bu kadar yetersiz görmesine üzüldüm. Bakma sen, pek bir şey değil ama bunu sadece biz biliyoruz. Şu zamanlar onun benliğini kazandığı, karakterinin oturduğu zamanlar. Bir travma olabilir. Özgüveni zarar görebilir. Onun açısından bakarsak ciddi bir durum.

Derya beni başıyla onayladı. "Ne yapalım biliyor musun? Kreşine bir uğrayalım. Sana Cüneyt ve Alya'yı gösterecektir. Göstermezse de sen sorarsın. Sonra Cüneyt'i görünce hiç beğenmemiş gibi yaparız."

Kahkaha attım. "Saçmalama ya! Bu kez de çirkin biri bile beni sevmiyor diye düşünür."

"O zaman da sen araya girersin ve Alya da çirkin olduğu için ona cesaret edebilmiş dersin. Seni kendine yakıştırmıyor falan deriz yani." diye bir çözüm yolu buldu. Gerçekten çok düz bakışlı biriydi. Gidiş yolu falan müthişti yani! Boşuna demiyorlar çok çalışan ve zeki olanların sosyal becerileri gelişmiyor diye!

Ama gerçi bu da hem solist, hem kaptan hem de doktordu. Üstüne üstük ben dâhil hayatında bir sürü kız vardı. Kim daha az sosyal beceriye sahipti bilemedim şimdi...

"Ben bugün ona güzelliğin değil, karakter ve niyetin önemli olduğunu anlattım. Karakter yerine kraker dese de ne dediğimi anladı diye düşünüyorum. Sakın kıza gidip güzellikle çirkinlikle alakalı şeyler söyleme. Cüneyt meselesini de bana bırak sen! Ben hallederim."

"Senden de baya iyi yenge oldu ha!" dedi birden bire omzuma vurarak. Öne doğru savrulunca kolumdan tutup "Pardon, elimin ayarı kaçtı." dedi. Ben de bilerek elimin ayarını kaçırıp bacağına vurunca da güldü. "Omzum çıktı!" diye tabiri caizse cırladım.

"Benim hayatım boyunca tanıdığım yengelerin hiçbiri benim yaptığım gibi ilgilenmedi benimle. Kendimi bildim bileli gerek halalarım, gerek yengelerim, gerek amcalarım olsun beni olduğum gibi kabullenemedi zaten. Sanırım dedem gibi onlar da annemi istemediğinden, bilmiyorum. O yüzden pek sevmem ben de hiçbirini. 10-13 yaşları arasındayken onlara gittiğimizde tüm ev işlerini bana yaptırırlardı. Kendi kızları da vardı ama yani bir şekilde onları bir yere gönderirler ya da daha basit bir iş vererek diğer işleri bana kakalarlardı. Yemek yeneceği zaman da nedense bana çok az bir pay düşerdi ya da hiç düşmezdi annemle paylaşmak zorunda kalırdık. Bir gün bir patladım"

Kendimi kaptırdığımı fark edince sustum. Konu neden buraya gelmişti?

Derya "Devam etsene. Neden sustun?" diye sorunca omuz silkip gülümsedim.

"Konu çok dağıldı. Saçmalıyorum boş ver." dedim gülüp elimi havada sallarken. "Hayır." dedi yüzüme dikkatle bakarak. "Çok heyecanlı bir yerde durdun. Merak ettim. Devam et lütfen."

Madem bu kadar istiyor...

"İşte bir gün en büyük amcamlardayız, tüm sülale ama tam takım! İşte o misafirin içinde cam sildirdi bana. Sildim. Sonra yerleri sildirdi. Onların evde vileda falan da yok elle sildim. Sinirden ölüyorum ama sesimi çıkarmıyorum. Ama olacakları da biliyorum. Son kez haklı çıkmak için yaptım. Annem yapma diyor annemi de tersliyorlar bunlar. Babamlar da akşam geç geldikleri için biz de bir şey söylemeyince onlar da bilmiyor bir şey. Akşam sofra kuruldu herkes, özellikle kendi çocukları, halamın kızları falan herkes tabağını aldı. Bana yine yemek kalmadı. İki üç tane tavuk kemiği falan var. Bir tane çay tabağına koydu. 'Diğerlerinden kalmadı git annenle ye pilavını salatanı' diyerek omuzumdan ittirince bende şalterler attı ama bu ilk değildi. Belki on kez olmuştu. Yirmi kez de olabilir. Çok sabrettim."

Derya derin bir iç çekti. Sinirlendiğini çok net görüyordum. Anlattıkça, hatırladıkça ben de sinirleniyordum tekrar.

"Gittim banyoya yerleri sildiğim su hala kovadaydı. Maşrapayı da içine attım önce erkeklerin oturduğu odaya gittim ve birkaç maşrapa dolusu suyu önce sofraya sonra camlara sonra da sağa sola nereye gelirse attım. Onlar bağırırken ne olduğunu kimse anlayamadan koşturmaya başladı. Oradan kadınların olduğu odaya gidip aynı şeyi orada da yaptım. Beni tutmaya çalışanlara da tükürdüğüm için kendi halime bıraktılar beni. Bütün evi o iğrenç suyla pislettim. Mutfağa gidip bulaşıkları sağa sola fırlattım. Ama nasıl bağırıyorum! Korktular benden baya bir. İşte 'Zıkkım yiyin, bok götürsün evinizi, şerefsizler' diye bağırıp durdum. Amcam beni dövmek için üstüme saldırınca annem tabağı amcamın kafasında kırdı. Babamla amcam da kavga ettiler. O oldu işte ondan sonra annemle babam boşanana kadar ne biz onlara gittik ne de onlar bize geldi. Nifaklarını uzaktan göndermeye devam ettiler tabi. Babam annemle boşandığı için affetmişler babamı öyle diyorlar ama hala ben onlarla görüşmüyorum. İstemede de işte adettendir falan filan dediler diye ses etmedim."

"Oh." Dedi Derya "İçim rahatladı. Terbiyesizlere bak sen! Her şeyi geçtim küçücük bir çocukmuşsun sen."

Güldüm. Artık aşmıştım bu konuları. Hayatımda da değillerdi ve bunu yalnızca kurtulmak olarak tanımlayabilirdim.

"Ama kuzenlerimin hepsi berbat değildir. Şimdi haklarını yemeyeyim. Bazılar ailesinin öteki tarafına çekmiş. Eniştelerime falan ama sadece bazıları. Çoğunluk iğrenç!"

Bir süre sessiz kalıp "Bu hale bir anda gelmedin tabi..." dedi düşünceli bir sesle.

"Halimde ne varmış?" dedim çenemi kaldırarak. Neyimi beğenmiyordu acaba?

"İnsanlardan kaçıyorsun Asude. Kimseye güvenmiyor sevmiyorsun. Öfkeli ve nefret dolusun."

"Yengelerini ve kardeşlerini sevdim ama... Hem babaanneni de çok sevdim." dedim tezini çürütmek ister gibi.

"Biliyorum ama bahsettiğim şey bu değil. Ben mesela... Arkamı dönüp bir yere gidemediğim için seninle evlendim. Bağlarımı koparamam çünkü. Sen öyle değilsin, gitmek istersen ne yengelerim, ne kardeşlerim ne de babaannem senin için bir engel olur. Seninle tanıştığımızda sen evden kaçıyordun üstelik."

Başımı aşağı yukarı sallarken bakışlarım karanlıkta kaybolmuş ağaçların üzerindeydi. "Herkes herkesi bırakır Derya... Bir anne evladını bırakıyorsa herkes herkesi bırakır."

"Ben bırakmam." Dedi birdenbire. Bakışlarım yüzüne döndüğünde yüzümdeki şaşkınlığın ayan beyan ortada olduğunu biliyordum. "Ne?" diye sordum fısıltıdan farksız bir tonlamayla.

"Ben..." dediğinde birbirimize çok yakınlaştığımızı fark ettim. Ve zıt kutupları birbirine dönük mıknatıslar gibi daha da yaklaşıyorduk. Burnu burnuma değdiğinde iç çekti "Aradığımı bulduğumda-" nefesi dudaklarıma değdi. "Bırakmam bir daha."

 

⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓

Bölümü nasıl buldunuz? Ufak bir kalp çarpıntısı oldu değil mi?

Asude Mina ile arayı düzeltti artık. Yengecilik kazanacak😏😂

Derya, Asude'nin akıl sağlığına zarar vermeden hikaye bitmeyecek gibi 😂 sizce?

Oy ve yorumları unutmayın aşklarım. Ne kadar çok oy o kadar erken bölüm :)

 

Bölüm : 22.10.2024 22:18 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...