İnstagram: busbckr/busras.typwriter
Twitter(X): busrastypwriter
Tiktok: busras.typwriter
Sosyal medya kullanmayanlar beni buradan da takip edebilir. Önemli duyurularda buradan da mesaj gönderiyorum.
İyi Okumalar :)
⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓
15. BÖLÜM
Bölüm Şarkısı: Yaşlı Amca-Ve Ben
Yeryüzü ve hatta evrenin tamamı oldukça eski, oldukça büyüktü. Aynı zamanda buna bağlı olarak çok fazla gizeme sahipti. Çözülememiş milyonlarca gizem vardı. Bilinmeyen, bilinemeyen bu gizemler sadece insan aklına gelmiş sorular kadardı. İşin bir de henüz sorusu dahi sorulmamış gizemleri vardı...
Ancak benim yeni bir sorum vardı ve bence bu da oldukça önemli bir soruydu. Ben neden Derya'nın koynunda iki büklüm olmuş yatıyordum ve neden birbirimize vatoz gibi yapışmıştık? Bir alt başlık daha çıkaracak olursam; Neden kafam göğsündeydi ve neden bir eli tişörtümün içinden belimi sarmıştı?
Sanıyorum ki bu sorular da evren için oldukça elzem gizemlerdi... Umarım bilinmeyenlerin arasına katılmazdı da bir an önce bilim adamları bu sorulara bir cevap bulurdu.
Ben Derya'yı uyandırmadan nasıl çıkabilirim peki buradan? Bu soruyu bizzat kendime soruyorum çünkü herhangi bir bilim, ilim, uzay, iş ya da önünde herhangi bir sıfat bulunan bir adamın bu konuda elinden bir şey gelmezdi.
Ben kara kara ne yapacağımı düşünürken belimdeki el hareketlendi ve yukarıya doğru tırmandı. Kendimi kastım ve kımıldamamaya çalıştım. Uyanmış mıydı acaba?
Gözünü açarsan görebiliriz diyorum ha Asu-de?
Rezalet resmen! Hayatta açamam gözümü mözümü!
Belimi saran el beni Derya'ya doğru daha da yanaştırırken artık iç organlarımız bile ahbap olacak kadar yaklaşmıştı birbirine.
Allah'ım bir şeyler hissediyorum, garip şeyler! Ayy noluyo noluyo?
Boynumda hissettiğim nefes son nokta olmuştu artık bacaklarıma bir kuvvet yüklenip Derya'yı yere doğru fırlattığımda önce masaya çarpmış ardından gürültüyle yere düşmüştü.
"İmdaaat!" diye bağırdım sonra çakmasın diye... Sanki yabancı sanmışım gibi davranacağım. *Göz kırpıp yandan dil çıkarma ifadesi* Anlarsınız ya!
"Ahhğğ belim! Asude! Ne yapıyorsun?!" diye bağıran ve şok bir ifadeyle bana bakan fake kocişkoma aynı şokun üç katı bir abartıyla baktım.
"Sen miydin Kaptan? Asıl sen ne yapıyorsun? Sapık girdi sandım odama! Ne diye koynumda yatıyorsan sen de!"
Rol yeteneği desen var...
"Ne yaptım ben ya?" diye mırıldandı gözlerini açmaya çalışırken. "Uyuyordum..." derken bu kadar masum ve minnoş durmasa rolüme daha iyi odaklanabilirdim bence.
"Ben de onu diyorum. Neden uyuyordun? Hayır, yani neden benim odamda ve hatta benim koynumda uyuyorsun? Kendi odan yok mu senin?" diye sıraladım sorularımı. Hala az önceki pozisyonumuzun şokundaydım.
Yaklaşık yarım saat keyfini sürdün Asu-de ama sen bilirsin...
Öyle bir şey yapmamıştım. Sadece ne yapacağımı bilememiştim o kadar... Ben ne kadar gerçekçiysem iç sesim o kadar drama Queen'di. Çok ciddiye almıyordum o yüzden onu...
"Ne bileyim ben?" dedi ve yerden kalkmaya çalıştı. Bir kaç başarısız denemenin ardından az önce çarptığı masaya tutunup sonunda ayağa kalkabildi. "Uyuyakalmışım. Hem sen bana söyleyeceğine uyumasaydın da beni gönderseydin."
Aa utanmaza bak hem benim odamda, benim koynumda uyuyor hem de suçu bana atıyor!
"Herkes kendinden sorumludur. Ben kendi odamda uyudum en azından. Elini tutup odana götüreceğim yaşı geçeli 23 sene olduğuna göre sorumluluk benim üstümden kalkıyor. Sakın suçu benim üstüme atmaya kalkma. Dilimle pişman ederim seni."
Gözlerini ovarken güldü. "Yok onu kesinlikle anladım zaten. Tamam ben suçluyum. Allah da beni bildiği gibi yapsın da tüm gün peşinde oradan oraya sürüklendiğim için yorulmuşum. İnsanım ben de sonuçta uyumuşum. Ne yapayım şimdi?"
Deli ya! Gülüşümü saklamak için burnumu çektim ve öksürdüm. "Her neyse uyandığına göre odana gidebilirsin. Şimdiden kendine iyi bak. Kızlara, abilerine, babana ve Mehpare Babaanneye selam söyle. Geldiğimde görüşürüz." dedim ve ittirerek kapıya doğru sürükledim.
"Yalnız ben seni almadan gitmiyorum bir yere." dediğinde "Ben gelmiyorum şimdi. Söyledim gece sana." diye cevap verdim.
"İyi, ne zaman istersen o zaman beraber gideriz."
"Ya senin bir işin yok muydu? Doktor değil misin sen? Hastaların yok mu?"
Yüzündeki muzır gülümsemeden kıllansam da söyleyeceği şeyi merakla bekledim. "Hastam çok da bensiz idare edebilirler. Yıllık iznimin kalanı duruyor. Onu kullanırım."
O hastaların, o hastalar olmadığını anlamıştım tamam!
"İyi ne halin varsa gör. Ancak benden uzak dur." ve son gücümle kapının ardına ittim. Kapıyı kapatacakken "Yirmi dakika sonra kapının önündeyim" dedi ve karşıdaki kapıya doğru ıslık çalarak yürümeye başladı.
Öfkeyle inleyerek kapıyı kapattım. Beni deli ediyordu! Sabrımı sınıyordu! Ve ben sabır konusunda o kadar da başarılı biri olamamıştım hiçbir zaman!
⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓
"Şimdi bir şey diyeceğim ama sen yine kızacaksın." Bakışlarımı boğazın mavi büyüsünden alıp Derya'ya çevirdim. "Şimdi sen yine özellikle kızacağım bir şey diyeceksin daha doğru bir ifade olur. Dinliyorum."
Erkeksi bir şekilde kıkırdadı. "Bir insan kız kulesi dururken neden Galata Kulesi diye tutturur anlamıyorum. Şu ihtişama bakar mısın?"
Gözlerimi devirip başımı yeniden boğaza, kız kulesine çevirdim. Elbette ihtişamını inkar edecek değilim. Ancak diğer tüm dünya harikaları gibiydi gözümde. Güzel...
Hissettirdiği şeyin, vadettiği umudun Galata Kulesi'nin hissettirdikleri ya da vadettikleri ile yakından uzaktan alakası yoktu.
"Bakarım." dedim mırıltılı bir ses tonuyla. "Güzel, ihtişamlı ve güzel de bir, hatta bir kaç hikayesi var."
Bakışlarımı yeniden yüzüne çevirdim. Yola bakıyordu ancak dikkatinin bende olduğunu görebiliyordum. "Ama işte sana ya da herhangi birine ne ifade ediyorsa benim için de onu ifade ediyor. Güzel ve ihtişamlı olan çok talep edilir her zaman. Bu da öyle işte. Galata Kulesi de popüler bir yer tabi ki ama diğer insanlarla bana aynı şeyi ifade etmiyor. Açıkçası beni anlamanı beklemiyorum ama öyle işte..."
Kısa bir an bakışları bana döndü ve yüzümü inceledi. "Çok garip birisin gerçekten." dediğinde kaşlarım çatıldı. "Yani zaten garip biri olduğunu biliyordum da bu öyle bir gariplik değil. Demek istediğim, olduğun gibisin. Apaçıksın aslında ama gizemlisin de. Sanki bir göz yanılmasısın ve mor bir ışıkla görülebilen gizli anlamların var."
"Mor ışık?" diye sordum kaşlarımı çatarak.
Başını aşağı yukarı salladı. "Evet. Hani sadece mor ışıkla görülebilen yazılar yazan bir kalem vardı ya gençliğimizde... Herhalde şimdi de vardır da bilmiyorum."
Hatırlamıştım. Başımla onayladım.
"Bu benimle alakalı değil ama bence. Ben yansıtmak istediğim her şeyi yansıtıyorum. Bir sırrım ya da gizemim yok aslında. Bu dediğin, bakmak ve görmek arasındaki fark oluyor. Evet, bana bakıyorsun ama görmek istediklerini görüyorsun. Bu yüzden her baktığında farklı bir şey görebilirsin. Normal..."
"Sırların mı yok?" diye sordu hayretle. Anlamsız bir bakışla onu onayladım. Ne sırrım vardı ki benim?
"Mesleğin, sesinin güzel olması, Galata Kulesi'ne olan bağlılığının sebebi..." dedi daha çok sorar gibi...
"Yaptığım mesleği ya da sesimin güzel olmasını kasten saklamadım. Yani kasten söylemedim ama inkâr da etmem yani. Sadece gereksiz gerginlik olsun istemedim. Bu benim için sır değil. Herkes duyabilir. Galata Kulesi ise... Sır değil ama dile getirdiğimde büyüsü bozulacakmış gibi hissediyorum. Öyle bir şey..."
Bir süre sessiz kaldık. Duş alıp hazırlanma sürem ne yazık ki yirmi dakikadan fazla sürdüğü için Derya'dan kaçıp kurtulamamıştım. Ben de onun değilse bile arabasının tadını çıkarmaya karar vermiştim ve burnumda tüten İstanbul'u turlamaya karar vermiştik. Evet, günlerdir bir kaç kez hariç hiç Beyoğlu'ndan dışarı çıkmamıştım.
"Neyi bekliyorsun tam olarak peki? Aşka inanmıyorsan âşık olacağın kişi değil beklenen..." diye sordu birden sessizliği bölerek.
Ancak ben bir süre daha uzattım o sessizliği. "Zamanını bekliyorum. Benim Galata'ya çıkmam gereken zaman belliymiş gibi hissediyorum sadece. Tam olarak neyi beklediğimi söyleyemem. Bunu ben de bilmiyorum ama bir gün oraya çıkacağımı biliyorum." diyerek uzun süren sessizliği ben bozdum bu kez.
"O zaman umarım beklediğin her ne ise çabuk gelir..."
Umarım beklediğime değer...
Gülümsedim ve başımı yeniden camdan dışarı çevirdim. O sırada telefonumun melodisi arabada yankılanmaya başlayınca telaşsız hamlelerle telefonumu küçük örgü çantamdan çıkardım. Arayan Caner Abi'ydi ve ne diyeceğini sanırım biliyordum...
"Efendim Abi?" dedim neşeli bir sesle.
O da aynı keyifli tonlamayla "Akşam kaçta gelirsiniz?" diye sordu. Bakışlarım Derya'yı bulurken o da bana merakla bakıyordu. Dudaklarımı birbirine bastırıp omuz silktim.
"Şimdi abi-"
"Şimdi mi? Şimdi gelmeyin az biraz dolaşın karı koca, İstanbul'umuzun keyfini çıkarın akşam 9 gibi burada olsanız yeter kızım."
Ahh lafı nasıl da istediği yere çekiyordu... Tam bir kurt vallahi!
"Ama abi-"
"Kızım erken gelmenize gerek yok dedim. Eğlenmenize bakın siz. Çifte kumrular sizi!" dedi ve bir şey dememe müsaade etmeden telefonu yüzüme kapattı.
Kapanan telefonun ekranına bakarken iç çektim. "Yok, ben bu telefonu uçak modundan hiç çıkarmayacaktım."
Derya güldü. "Caner Abi'yi tanımıyor musun sanki sen? Gerekirse MİT'e başvurup buldururdu bizi. Hem sorun ne? Şarkı söylerken çok mutlu görünüyordun. İstemiyor musun?"
Telefonu yeniden çantama koyarken burnumdan derin bir nefes aldım.
"Şarkı söylemeyi seviyorum elbette ama bilmiyorum farkında mısın? Biz ünlü oluyoruz Kaptan!"
Yüzüme 'Yani, nolmuş?' dercesine bakınca gözlerimi devirdim.
"Üç ay sonra buraya geleceğiz ya, burada yaşayacağız ya... Ün ve hürriyet birbirinin zıttı kavramlar ya hani..."
Kaşları çatıldı. "Ne alakası var? Ünlü olunca neden hürriyetin olmuyor?"
"Çünkü Anadolu'nun Kuzeyinde köklerimiz var Kaptan. Çünkü zaten o köklerden kurtulmaya çalışıyoruz biz. En azından ben... Şimdi ünlü olursak burada da karı koca rolü oynamaya devam edeceğiz. Ve çok daha fazla insana karşı..."
Sorunu şimdi daha iyi anladığını yüz ifadesinden görebiliyordum.
"Ve eklemeliyim ki hâlihazırda en azından sevgilin bizi rol yaparken görmüyor ve bu halde bile sorun ettiğini söyledin. O zaman neler olur düşünebiliyor musun? Çünkü benim hayal gücümü biraz aşıyor o kadarı..."
Başıyla onayladı. Ofladım. "Senelerce git emek ver, şarkılar söyle, perişan ol en olmadık zamanda ünlen! Şansa bak ya! Gerçi ünlücük olduğum zaman bile başıma neler geldi. Ün bana yaramıyor kesinlikle!"
Derya'nın kahkahası yüzümü buruşturmama sebep oldu. "Biz ona dolangirli işler yaptığın için ün işine gelmiyor desek daha doğru olur sanki."
Söyledikleri ise ifademi iyiden iyiye muşamba gibi büzüştürmüştü. "Aman aman sanki kendisi sütten çıkmış ak kaşık! Bir de arsız arsız gülüyor! Hep unutuyorsun ama beraber dolandık biz!"
Bir an gülüşü silinir gibi oldu. Ancak bir parça tebessüm asılı kalmaya devam etti yüzünde. Garip bir ses tonuyla "Ama güzel dolandık..." dedi. Kaşlarım havalandı. "Mecazen güzel demek istediysen evet güzel bir dolandık." dedim. Tebessümü bir gülüşe meyletti ve çok kısa bir an sonra yeniden tebessüme dönüştü. Ortamdaki bu garip hava da neydi şimdi?
"İyi misin? Bir hüzünlendin sanki?" diye sorduğumda bir kafenin önüne doğru park etti.
Bu kez kısa ama güçlü bir kahkaha attı. "Dünden beri laf sokuyorsun ya, ona üzülüyorum. Bendeki de kalp sonuçta..."
Yok, bu cidden iflah olmazdı.. Sorun bu değildi eminim ama sorun her ne ise haylazlığa vurup söylemeyeceğine de eminim.
Arabadan indiğimizde bir vale anahtarı Derya'dan aldı.
"Laf sokmak demeyelim biz ona çat çat yüzüne vuruyorum diyelim. Ve bu da kalbini kırıyorsa bir de benim duyduklarımın bana nasıl hissettirmiş olabileceği ile kıyaslayalım... Ancak ne yazık ki beni tam olarak anlaman için bu topraklarda doğup büyümüş bir kadın olman gerekiyor. O yüzden diyorum ki bu meseleyi kapatalım ve bir rafa kaldıralım. Çözülecek bir mesele olsa ben çözerdim ve sana gerek kalmazdı zaten."
Ortam buz gibi soğumuştu yine. Olacak olan buydu zaten. Sanki ne bekliyorduk?
"Ben bu meseleyi çözeceğim Asude. Söz verdim. Ve bu topraklarda sadece kadınlara değil erkeklere de biçilen, onların istemediği roller var. Seni elbette anlıyorum. Tepkine hak veriyorum da... Ama beni kendinden uzaklaştırman bize artı bir şey katmıyor. Duvarların çok kalın ve yüksek. İzin ver bana, sana ulaşmama, en azından iletişim kurmama izin ver..."
O sırada kapıdaki görevlilerden biri bize yol gösterdi ve cam kenarı bir masaya geçtik. Lüks bir yere benziyordu.
"O duvarlar..." dedim o sandalyemi çekerken. Başımla teşekkür ettiğimde yerine geçti o da. "O duvarlar, kalın ve yüksek olmazsa ya güvensiz ya da güçsüz olur. Altında kalırım, aşmaya çalışan kişilerle beraber. Beni azıcık tanıdıysan canımı yakanın yakasını bırakmayacağımı anlamışsındır. O yüzden o duvarlar bizim için en sağlıklı ve güvenlisi... Yeterince güçlü seslenirsen seni duyarım ardından..."
"Çok inatçısın Asude..." dedi gözlerimle doğrudan kontak kurarak. Gülümsedim. "Doğru olduğunu düşündüğüm yoldan çıkmıyorum diyelim."
"Yok yok... Sen tam avukat olmuşsun. Şu laflara bak. İnatçısın işte, ne diye eğip büküyorsun?"
Kahkaha attım. "Biz bir serpme kahvaltı alabilir miyiz?" dedim başımızda dikilen garsona. Garson yanımızdan uzaklaşınca Derya'ya muzır bir bakış attım. "Okulda öğrendiğim en önemli şeylerden biri sihir diye bir şeyin var olduğuydu. Ve sihrin hammaddesinin kelimeler ve akıl olduğu... Akıl bir canlıya verilen en büyük nimet, kullanabilirsen tabi..."
"Katılıyorum ama katılmıyorum da... Bence akıldan daha büyük bir nimet verilmiş insana... Duygular ya da doğrudan aşk... Ah ama sen inanmıyordun değil mi? Doğru..."
Dalga geçiyordu. Gözlerimi devirdim.
"Züğürt tesellisi deniyor buna literatürde... Aklını kullanmayı beceremeyenlerin uydurduğu bir şey bence"
"Farkında mısın? Tıp kazandım ve bitirdim ben..." dediğinde kendince akıllı olduğunu kanıtlamaya çalışıyordu.
"Farkında mısın? Hayatın tüm gizemlerini çözmen gerekmiyor Tıp kazanmak için. Birkaç formül ezberlemişsin işte."
"Sanırım Tıp sektörünü senden başka böyle küçümseyen yoktur."
Ben de küçümsemiyordum aslında. Sonuçta Tıp kazanacak potansiyelimin olmadığını çoktan kabul etmiştim ama bunun akılla alakası yoktu. Tamamen kişilik ve ilgi ile alakalıydı. Hayalim Doktor olmak olsaydı eminim olurdum. Ha bir sene çabalayarak ha beş sene çabalayarak ama olurdum. Akıl bir sınavla sınanmazdı...
"Asıl aklı küçümseyen sensin. Ve aşk dediğin şeyin de akılda başladığını unutuyorsun... Bence aşk tamamen sevme ve sevilme ihtiyacıyla alakalı bir şey... Büyü ya da sihir değil... Bir mucize hiç değil..."
Öne doğru eğildi. "Senin öyle bir ihtiyacın yokmuş gibi konuşuyorsun..." diye fısıldadığında arkama yaslandım ve gülümsedim.
Normal bir tonda cevap verdim. "Yaklaşık 8-9 senedir yok... Kimseden sevgi dilenmiyorum, insanları gerektiği kadar seviyorum ki gerekmediğinde fazla dağılmayayım diye... İnsan taşıyacağı kadar yük sırtlanmalı. Evet, öyle bakma. Sevgiyi de yük olarak görüyorum. Bir Tıp kazanamazdım belki ama aklımı çok sık kullanıyorum Kaptan..."
"Belki de sorun budur.. Aklın sevgi değilse de acı yüklenmiştir. Gereğinden fazla..."
Gözlerime böylesine derin bakması beni rahatsız ettiği için bakışlarımı çevirdim. Bir insanın içini görecekmişsin gibi gözlerinin içine göz dikmek görgü ve ahlak kurallarına göre ayıp bir şeydir ve Kaptan denizde fazla vakit geçirdiğinden olsa gerek medeniyetten habersizdi sanırım.
"Bir şey yüklenmedim ben. Sadece elimdeki mantık süzgecini sık kullanıyorum diyelim... Afiyet olsun." dedim ve o an garsonun önümüze bıraktığı ekmek sepetinden bir ekmek alıp bir lokma kopararak ağzıma tıkıştırdım. Konuşmanın bittiği mesajını sanırım daha net veremezdim.
⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓
"Senelerce İstanbul'da yaşamışsın ama cidden hiç Beykoz'a gelmedin mi? Şu sokakları gezmedin mi?"
Gözlerimi devirdim. Acaba ona zamanım mı vardı? Hepi topu beş sene kaldım İstanbul'da o da tatilleri saymazsak... Elli sene değil...
"Sen gönlünü gün etmiş olabilirsin burada ancak herkes lüks bir hayat yaşamıyor." dedim biraz da atarlı bir tiplemeyle...
Tek heceli bir 'Hah' sesiyle güldü. "Gören de fakirsin sanacak Asude... Amma dram yaptın."
Omuz silktim. "İstediğin hayatı yaşamak için bedeller ödüyorsan zengin sayılmıyorsun Kaptan Bey'ciğim. Biz de kendi çapımızda zor bir hayat yaşadık tabi. Gezip tozmak için yeterli vaktimiz olmadı ama şimdi ne yalan söyleyeyim çok da eksik hissetmedim bu konuda. Olmak istediğim yerlerdeydim genelde."
Evimde... Galata'yı görebileceğim bir mesafede...
"Nerede olduğunu tahmin edebiliyorum..."
Edemezsin... Yaklaşırsın sadece Kaptan Efendi...
Etrafıma bakındım. İstanbul yine şov yapıyordu... Bir şehrin her yeri mi büyülü olurdu? Beykoz'un nostaljik ve otantik havası sanırım daha çok annemin tarzıydı... Ben de sevmiştim ama ne bileyim Beyoğlu'nda hissettiğim o yürek gıdıklayan hissi burada yaşamamıştım. Daha çok kız kulesi ya da adalardan aldığım o 'Vayyy ne muhteşem bir yer' düşüncesiyle sınırlanmıştım. Daha net ifade edecek olursam Galata Kulesi benim için eldeki elma, buralar ise daldaki armuttu. Ve Eldeki elma daldaki armuttan iyiydi işte...
"Eh bunun için kâhin olmaya gerek yok bence. Ha?" Gözleri yerde Arnavut kaldırımlarını takip ederken dudakları kıvrıldı.
"Peki, ne zaman başladı bu Galata sevdası?"
Yeni sorusu o kadar da zor değildi. "Kendimi bildim bileli vardı. Öyle spesifik bir an yok aslında." diye cevapladım tek düze bir sesle...
"O zaman görmeden sevmeye mi başladın?"
"Yani pek sayılmaz sanırım. Çünkü bebekliğimden beri her sene İstanbul'a giderdik. En azından belli bir yaşıma kadar. Gider ortalama iki hafta kadar tatil yapar dönerdik. Gerçi ben ve annem tatil yapardık babam genelde işlerle ilgilenirdi ama neyse öyle işte."
Her dönüşümüz dedem sayesinde müthiş kaoslu geçerdi. Bu yüzden belli bir süreden sonra annemle babam o tatavayı çekmemek için muhtemelen İstanbul ziyaretlerini kesmişlerdi. Sonra da yavaş yavaş kavga gürültü kıyamet ve kaçınılmaz son...
Tüm yaşananlardan sonra İstanbul'u yuvam gibi hissetmeye başlamış ve hedefimi İstanbul seçmiştim. Ne hukuk ne de başka bir bölüm. Benim yegâne hedefim İstanbul'a gitmekti. Bunun için de iyi bir üniversiteyi ve iyi bir bölümü kazanmam gerekiyordu. Öyle de yaptım...
Bir süre sessizce yürüdük. Adımlarımız bizi sahile getirdiğinde derin bir nefes çektim içime...
"İstanbul'a ilk geldiğim gün hem heyecanlıydım..." diye başladım söze. Ona neden bunu anlatıyorum bilmiyorum. Belki de anlatmaya, içimi dökmeye ihtiyacım vardı...
"Hem de korkuyordum. Anne ve babanla gezmek için gelmek ayrı, tek başına yaşamak için gelmek çok ayrı sonuçta. Bir de ailevi problemler falan onlarla da bozuktum. Başıma bir iş gelse aramazdım. Öyle bir kin vardı içimde... Kime sığınırım, perişan olur muyum? Ordu'ya dönmek zorunda mı kalırım? Kötü yola düşer miyim? Aklımda binlerce soru vardı. O halde aklım hava dolanırken biriyle çarpıştım... Diyar... O gün elimden tuttu ve endişelendiğim hiçbir şey olmadı. Düşmeden tuttu, içim sıkılsa çare buldu. Bir de ortak zevklerimizin olmasıyla tüm hayatımız birbirine dolandı. Nazif de öyle Gözde de... Nazif'le biz aynı sınıftaydık. Gözde ile kafeteryada tanışmıştık okulun başlarında. Öyle böyle derken muhteşem dörtlü olduk. Hani demiştin ya Diyar sana bir şeyler hissediyor diye. Öyle değil, tamamen koruma içgüdüsünden kaynaklanıyor o halleri. Hep öyleydi."
Sessizce beni dinledi, hiç sözümü kesmedi. Ben sustuğumda bile bir süre öylece yüzümü incelediğini hissettim ama dönüp bakmadım.
"Belki de hep bir şeyler hissetti. Bu yüzden yanında oldu."
Şaşkın bakışlarımı ona çevirdim. Tüm anlattıklarımdan sonra hala böyle mi düşünüyordu?
"Diyar öyle biri değil. Gözde'ye de aynı şekilde davranıyor." dedim isyan ederek. Diyar'ın haksız ithamlara maruz kalmasından çok rahatsız olmuştum.
"Aşkı daha önce hiç tatmadığın için farkı göremiyorsun ama nasıl davranırsa davransın Gözde'ye sana baktığı gibi bakmıyor Asude... Elbette beni ilgilendirmediğini söyleyeceksin. Öyle de... Yine de gördüğümü söylüyorum. Sen istediğine inanabilirsin..."
Niye böyle yapıyordu bu şimdi?
"Ben aşka inanmıyorum Kaptan... Birbirine çekim hisseden insanlara, ilgi duyanlara falan kör değilim. Diyar'ın bana ilgisi olsa fark ederdim..."
"Demek körmüşsün. Her güne yeni bir bilgi vol1"
Öf! Hiç onunla uğraşamayacaktım. İnadı tutmuştu bir kere. Hayır, ona neydi de ama Diyar'ı yanlış anlamasını istemiyordum. O ise yanlış anlamak üzere programlamıştı kendini...
"Hadi gel dondurma yiyelim yine." dedi koluma girerek. Kolumu geri çektim ve omzumla onu ittim. "Bu kez gözün neyde kaldıysa söyle sana ben alacağım. Yeter ki bendekine dadanma!" dediğimde yine koluma girdi.
"Söz veremem sen de acayip acayip icatlar çıkarma o zaman. Klasiklerden al. Tadını merak ediyorum yoksa."
"Merak ediyorsan al işte!"
"Olmaz! Ya tadı kötüyse?"
"Ben aldığımda da aynı risk var."
"Orası beni ilgilendirmez."
"Pis pinti ya!"
⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓
Dedemi ikna etmek için evden kaçıp başıma bunlar geleceğine Caner Abi'yi çağırıp savunmamı yaptırsam, paşa paşa Galata'nın yamacındaki evime döner hayatıma kaldığım yerden devam edebilirdim bence. Adamdaki ikna kabileyi muazzam ya!
Asu-de sence de bunu düşünmek için geç kalmadın mı? Yedinci şarkı da bitti ya hani?
Alkışlarla odağımı yeniden seyircilere verdim. Dünkü kalabalık aslında hiçbir şeymiş, onu da görmüş olduk. Gülümseyerek selamladığımız insanlar muhtemelen çok mutlu bir çift görüyordu ancak ne çok mutluyduk ne de bir çifttik.
"Bugünlük bizden bu kadar. Müsaadenizi isteyelim artık." dediğimde yine ahlamalar vahlamalar salonu doldurdu.
"Aaa ama yapmayın, sırf sizin için özel olarak sahneye çıktık. Gerçekten çok meşgulüz. Değil mi Derya'cığım." dediğimde dişlerimin arasından Derya'ya tıslıyor olduğumu kimse anlamadı.
"Bari sohbet edelim!" diye bağırdı kalabalıktan biri. Kim, cinsiyeti ne, yaşı kaç hiçbir fikrim yok. Öylesine bir kalabalık!
Ayrıca üstüme iyilik sağlık, eski köye yeni adet! Ne sohbeti? İyice cemaate döndük! Tövbe estağfurullah ya!
"Ne sohbeti canım? Bu kadar insan şarkı dinlemeye gelmiş. Biz Damla Hanım'a devredelim de siz keyfinize kaldığı yerden devam edin." dedim çocuk kandırmaya çalışan ses tonumla. Derya asla müdahil olmuyor, etliye sütlüye karışmayarak beni okların hedefi haline getiriyordu.
"Hadi Asu ya! Belli ki Derya senin ağzının içine bakıyor!" dedi bir başka ses. Derya'ya baktığımda hınzır gülüşüyle bana bakıyordu. Dur sen, ben seni bir bunların eline düşüreyim! Bir de sırıtıyor ya!
"Tamam o zaman bir on dakika sohbet edelim. Belli ki kıymetli eşim Derya da çok modunda..." dedim ve kürsüye oturdum. Hadi bakalım sohbet edelim. Ne konuşacağız aşırı merak ediyorum doğrusu...
"Şöyle nasıl tanıştığınızı soralım da muhabbete oradan başlayalım. On dakikaya sığmaz diye korkuyorum." diyen genç delikanlı kardeşimiz kadınlara 'merak' konusunda atılan tüm iftiraların kökünü kazıyordu resmen. Hani merak Melahat'a özeldi? Demek ki Meraklı Mehmet diye bir deyim de çıkabilirmiş değil mi?
"Nasıl mı tanıştık? Sen anlatmak ister misin Kaptan'cığım?" diye sordum samimi olmayan bir tebessümü yüzüme yerleştirerek. Öyle gülüp eğlenmek yok canım her zaman. Buyur taş, koy elini altına...
Derya boğazını temizlemek suretiyle öksürdü. "Nasıl tanıştık, nasıl tanıştık? Şöyle oldu. Bir gün sahilde oturuyorum. Geldi yanıma, çok yakışıklısın, âşık oldum sana dedi. Ama o zaman sevgilim vardı. Beni bir an olsun yalnız bırakmıyorlardı bildiğiniz üzere..."
Mikrofonu elinden çektim. "Yok canım eksik anlattı. Bir kilometre öteden parlayan ışığını gördüm, Işığa doğru gelirken de karşıma bir kuyumcu çıktı beş taş yüzüğümü de yoldan alıp geldim önüne diz çöktüm ve evlenme teklifi ettim. Aynen böyle oldu. Kendisi mütevazı biri olduğundan eksik anlattı." dediğimde salonda kahkaha şelalesi akmaya başladı. Gözde önümüzdeki masada oturuyordu. Göz göze geldiğimizde gülerek gözlerindeki yaşları siliyordu. Bakışlarında merak ve şüphe vardı. Dün şüphelenmişti zaten bizden. O yüzden bu sorunun cevabını herkesten daha çok merak ediyor olmalıydı ve bu işi Derya'ya bırakırsam batırabilirdi bizi...
"Bundan beş sene önce okula yeni başladığım senenin ortalarında falan tanıştık. Kütüphanede... İşte hep aynı masaya oturuyorduk ve bir gün bana bir şey sordu. Saati sanırım... Ya da adres mi? Hatırlamıyorum."
Aslında arkadaşlarıma daha önce ne uydurduğumu hatırlamıyordum. Umarım tutarlı sallıyorumdur şu an...
"Öyle başladı muhabbetimiz. Çok sık görüyorduk birbirimizi ama arkadaş değildik, başka bir şey de değildik. Ben ondan hoşlanmaya başladım ve bunu ona söylediğimde sevgilisi olduğunu söyledi." Eee ne oldu sonra Asu-de? Ben hatırlamıyorum da...
Bir araya girmezsen ben bulacağım bir şey zaten... Çık aklımdan, kafamı karıştırıyorsun!
"Mesele benim için orada kapandı çünkü çok abartılacak bir şey değildi. Ufacık bir hoşlantı zaten. Ama ne oldu? Sevgilisinden ayrıldığı gibi bana yazdı... İşte atalarımız bu duruma uygun şeyler söylemiş de ben şimdi söylemek istemiyorum." dediğimde Derya gözlerini devirdi.
Şimdi at ve iti meseleye karıştırmaya da çok lüzum yoktu.
Kaptan "İşte ben de bir yazayım, dertleşelim dedim ama iş buralara kadar geldi." dedi havalı havalı kasılarak.
Bu kez gözlerini devirip gülen taraf bendim.
"İşte böyle şeyler oldu." dediğimde çok açık olmadığımızı söyleyip homurdanan kalabalığı duymazdan geldik. Hayır, nişandan kaçıp hop diye evlilik kararı aldığımızı anlatmayacaktım.
"Asu sen çok asi ruhlu birisin. Nasıl evlendin benim aklım almıyor. Evlenmeye olumlu baktığını bilsem önce ben evlenme teklifi ederdim." dedi başka bir çocuk. "Sırf bunun için sabah erkenden İstanbul'a geldim."
Aa bu acaba dün Twitter 'da benim lezbiyen, Derya'nın da kız olduğunu sanan çocuk muydu acaba?
"İnan imzayı atana kadar ben de seninle aynı düşüncedeydim. Evliliğe bakışım konusunda yani. Yoksa senin evlenme teklifin konusunda değil. Nasip kısmet işte. Büyük konuşmamak gerekiyor."
Gören de gerçek bir evlilik yaptığımızı sanırdı ha! Şu havamıza bak bin beş yüz!
"Kaptan o Rus manken senin peşini nasıl bıraktı ya? Ben elinden kurtulamazsın diyordum."
Eyvah eyvah! İnşallah şurada Valeria kılık değiştirip oturmuyordu!
"Öyle demeyelim biz. Ayıp." dediğimde Derya gülümsemeye çalıştı.
"Neden öyle düşündün ki?" diye sordu zorla. Baya bozulmuştu.
"Yapma Kaptan! Bak istisnasız söylüyorum seni ne zaman görsem yanında o vardı. Günün herhangi bir saati yani. İstanbul'da değilken bile sürekli telefonda onunla konuşuyordun."
Aa dedikoduya gel...
Derya öksürmeye çalıştı. "Neyse şimdi o konulara girmeyelim, geçmiş gitmiş." dediğinde gülümsedim. "Yok canım, sorun değil. Ben gayet medeni biriyim. Bilmediğim şeyler değil..."
Allah'tan Pinokyo sadece masaldı...
"Çok alakasız olacak ama ben ilk dansınızı hangi şarkı ile yaptığınızı merak ediyorum. Dün Twitter'da biri sizin düğününüzde olduğunu ve Asu'nun kuzeni olduğunu yazmıştı. Dediğine göre Dans şarkısını Kaptan söylemiş. Ama kız hangisini söylediğini yazmamıştı."
Kahpe Sosyal medya yıktın bizi şerefsiz adi köpek sosyal medya. Rabbim hemen sosyal medyayı yok et nolur Allah'ım! Allah'ım sosyal medya olmuyorsa da akrabalarım da olur. Sen bilirsin...
Derya'ya baktığımda gayet rahat görünüyordu. Biri bizi şu an çekip sosyal medyaya atarsa Valeria bunu çiğ çiğ yerdi... Eğer anlatılanlar doğruysa işimiz vardı bu kızla... Gerçi benim niye işim olsun? Bana ne?
"Doğru duymuşsunuz. Yani akraba istihbarat timi sağlam bilgi vermiş size." dediğinde bana laf sokuyordu sanırım ama ben ne yapabilirim? Oradan bakınca akrabalarını sahiplenip, sorumluluk üstlenen biri gibi mi duruyorum?
"O zaman Diyar, sen gir şarkıya bir de burada söyleyelim." dedikten sonra bana döndü. "Ha ne dersin hayatım?"
Şaşkın bakışlarım artık onun için bir şey ifade ediyor muydu acaba?
"Bir yol daha var, Derya'ya yakın, dünyadan uzak diyorum hayatım." dedim zoraki bir gülümsemeyle... Bu kadar aşık ve romantik görünmemize gerek var mıydı bilemiyorum şahsen! Ben sadece ortama ayak uyduruyordum.
⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓
"Her gün buraya gelmekten sıkılmıyor musun gerçekten?" diye sorduğunda ona cevap vermek yerine söylenen şarkının en sevdiğim yerini dinlemeyi tercih ettim.
"Evinin yollarına
Postersiz duvarlarına
Yağmurlu sokaklarına aşık oldum
Lüle lüle saçlarına
Kızarmamış yanaklarına
Islanmış kurallarına aşık oldum"
Şarkının sözleri boyunca cevap vermeyince o da şarkıyı dinledi. Sonunda şarkı normal ritmine dönünce sorusuna cevap verdim.
"Sen her gün Valeria'yı gördüğünde sıkılır mısın?"
Tamam, bu çok cevap değildi ama cevap için büyük bir ipucu verdim... Sonuçta evlenmek istediği kişi Valeria idi ve sıkılıyorsa bu büyük bir tezat oluştururdu.
Cevap vermeyince bakışlarımı yüzüne çevirdim. Bakışlarında soru işaretleri vardı.
"Cevap olmasa da cevaba çok yakın bir şey söyledim. Neyi bu kadar merak ediyorsun?" diye sitem ettiğimde tebessüm etti.
"Çok şeyi... Neyse boş ver. Nasılsa cevap alamayacağım bu gece belli ki." diyerek ayaklandı. "Gel biraz daha yakından dinleyelim." diyerek elini uzatınca elini tutup ben de kaldırımdan kalktım. Şarkı söyleyen gence yaklaşırken "Bu şarkı seni anlatıyor bence." dedi. Bakışlarımı yüzüne çevirdiğimde bana değil gence bakıyordu.
"O niye?" diye sordum korkarak. Şimdi altından bir şey çıkardı kesin. Yine alay falan ediyordu bence benimle.
"Bilmem, dinledikçe sen geliyorsun aklıma. Senin de lüle lüle saçların, ıslanmış kuralların var.-Ki benim tarafımdan ıslatılmış kurallar bunlar- Eminim odanda posterler de yoktur. Öyle bir tip değilsin. Varsa da Galata Kulesi falan vardır. E utanman olmadığını kendin söyledin ki buradaki kızarmamış yanaklar derken bunu kast ediyor sanatçı. Öyle işte. Biri sana âşık olursa kesin her gece bu şarkıyı dinler. Bana soracak olursan hâlihazırda dinleyen biri de var ama sen kabul etmiyorsun."
Sözlerini kahkaham kesti. İyice Diyar'ı diline dolamıştı. Artık sırf beni kızdırmak için söylediğini düşünüyordum. O yüzden başka bir tepki vermedim.
"Peki sen?" diye sordum. Yüzüme 'Ne ben?' dercesine bakıp göz kırpınca omuz silktim. "Sen Valeria'yı düşünürken ne diliyorsun geceleri?"
Duraksadı. Gözlerimi kıstım. "Onu anlatan bir şarkı bulamadın mı?" diye sordum ayıplarcasına.
"Yani..." diye mırıldanınca omzumla omzunu dürttüm. "Benim repertuarım baya geniş. Sana bir tane söyleyeyim de her gece onu dinle." dediğimde güldü. "Söyle bakalım." dedi üç yaşında küçük bir kız çocuğuyla konuşuyormuş gibi bir tavırla. O sırada şarkı bitmiş yeni şarkı için ayarlamalar yapılıyordu.
"Gel gel sarışınım gel. Gel sana aşığım geeel. Gel gel günışığım gel. Gel çok karışığım gel." diye mırıldandığım şarkıya karşılık olarak kahkaha attı.
"Harika. En azından son satır cuk oturdu yani."
Gözlerimi devirdim. "Valeria saçını başka renge mi boyattı? Tamamen uyuyor işe! Hem niye sadece son kıtası? Noldu ki?"
"Ne olacak? Bir şey olmadı. Öylesine dedim ben. Hadi ya burada böyle duracak mıyız? Gel bir çılgınlık yapalım Galata Kulesine girelim."
Gözlerimi devirdim. "Sen girebilirsin. Göbek bağımız bir kesilmedi bizim. Ben girmiyorum."
"Ama çok saçma. Senin gibi Realist bir kadın nasıl böyle hurafelere inanır."
"Şu an lafı değiştirmek için bana sallıyorsun! Fark etmedim sanma ama anlatmazsan anlatma bana ne? Bana da karışma!" dediğim gibi yanından uzaklaştım. Zorla kuleye sokacaktı manyak beni!
"Ben anladım seni. Korkuyorsun. Aşka inanmadığın falan da palavra. Sen âşık olmaktan da korkuyorsun. Niye peki? Reddedilirsin diye mi?" diyerek arkamdan yürüyen Derya, ben durup ona dönünce ani duruş yapmak zorunda kaldığından yalpaladı.
"Bilmem! Bilmiyorum! Sen söyle! Çözmüşsün ya güya beni. Onun da cevabını ver. Ağzımdan çıkmayan cümleler üzerine makale yazdın az önce, devam et. Neden korkuyorum, reddedilirsem nolur? Gider kendimi köprüden mi atarım? Ne yaparım? Sen söyle, ben de merak ettim çünkü!"
Ben bağırınca sanırım ne yaptığını fark etti. Bir süre yüzümü inceledi. Özellikle gözlerimde bir şeyler aradı. Sessizce ve tepkisizce bekledim. Ne arıyorduysa onu bulmuş olacak ki bakışlarını kaçırdı. "Özür dilerim." dedi. "Saçmaladım. Hala yabancı sayılırız. Hakkında hüküm vermem saçma oldu."
Ses tonundaki tuhaflık bir cevap vermemi engelledi...
Ve sonra asla ama asla aklımdan geçmeyen ve dudaklarımdan döküldükten sonra algıladığım bir şey söyledim.
"Hadi bakalım çıkalım Galata'ya!"
Yüzüme şaşkın şaşkın bakarken yanından geçtim ve kuleye doğru yürümeye başladım.
"Asude tamam diyorum. Ben hadsizlik yaptım. Seni yargılamak, seni bir kalıba sokmaya çalışmak yanlıştı. Söyledin zaten zamanını beklediğini."
Onu dinlemiyor, yürümeye devam ediyordum.
"Sırf bana kızdın diye değer verdiğin bir şeyi harcama." diyerek dirseğimi tutunca ona döndüm.
"Belki de zamanı çoktan gelmiştir. Ben kabul etmek istemiyorumdur. Belki de haklısın yani korkuyorumdur."
"Bak işte söylediklerim yüzünden böyle yapıyorsun. Gerek yok. Ben yanlışım."
"Tamam sen gelme. Ben çıkıyorum ama!" dedim ve kolumu elinden kurtarıp yürümeye devam ettim.
"Ben de hiç çıkmadım. Yani daha önce hiç gerek duymadım. O yüzden..."
"Eee"
"Beraber çıkarsak... Hani sen dün dedin ya evleneceğin şeyle..."
"Ben dün bir şey demedim Kaptan... Dün de sen kendi kendine tespit yaptın. Ben sadece sessiz kaldım. Hem ayrıca dün bir de şey demiştin; zaten seninle evli olduğumu... Dünden beri kurduğun tek mantıklı cümle bu işte..."
"Benimle çıkmak senin için sorun değil yani?" diye sordu yanıma yetiştiğinde. Omuz silktim. "Yani şu an senden daha az sorun ettiğimi söylemem mümkün sanırım."
Bir şey demeyince ben de konuşmadım ta ki Galata Kulesinin kapısına gelene kadar...
"Hala dönebiliriz." dediğinde güldüm.
"İçeri adım attıktan sonra da dönebiliriz Kaptan. Asansöre bindiğimizde de yukarı çıktığımızda da..."
"Pişman olmandan korkuyorum..."
"Olabilirim. Bu bir ihtimal ama bugün buraya kadar gelip geri dönersem de pişman olabilirim. Hayatım boyunca yaşamış olacağım ilk pişmanlık olmayacak." dedim kaşlarımı çatıp yüzümü buruşturarak.
"Çok basite indirgiyorsun ama mesele Galata Kulesi. Uğruna büyük bir oyun oynayıp büyük riskler aldığın şey..."
Gülümsedim. "En azından büyük bir oyun oynayıp büyük riskler aldığım şey konusunda karışık değilim. Hatta oldukça netim. Ha?" dedim az önce söylediği ve sonrasında lafı değiştirdiği konuya atıfta bulunarak.
"Peki Asude. Sen bilirsin. Madem bu kadar netsin... Buyur o zaman..." dedi ve kapıyı gösterdi.
O giriş ücretini öderken ben etrafıma bakındım. Normalmiş gibi davrandığım şey benim için milattı. Hayalini kurduğum yerdeydim.
Ve evet, Derya haklıydı. Belki değil, kesin haklıydı hem de... Korkuyordum. Ancak karşılık alamamak gibi bir şey için değildi bu korku.
Ben hayatım boyunca buranın hayalini kurmuştum ve şimdi gerçek oluyordu. Bu cümle birden çok anlama geliyordu ve bu anlamlardan birinin kapısı hayalsiz kalacağım gerçeğine çıkıyordu.
Derya yanıma gelince asansöre binmek için sıra beklemeye başladık. Bir şey belli etmemeye çalışsam da gergindim.
Hayalimi azat ediyordum...
"Gerginliğini kendi hücrelerimdeymiş gibi hissediyorum Asude. Lütfen çıkalım dışarı. Eğer ileride istersen yine seninle gelirim ama hazır olduğuna emin ol."
Karar vermiştim işte. Neden aklımı bulandırıyordu ki?
"Daha önce duymuşsundur mutlaka 'Hayat planlar kurarken başımıza gelenlerdir' demiş John Lennon. Yani aynı paralelde ben de bir şeyler için hazır olmak diye bir şey olduğunu pek düşünmüyorum. Bir doktor ilk ameliyatına hazır olamaz mesela hiçbir zaman. İlktir çünkü illaki eksiktir. Ya da bir öğretmen ilk dersine hazır olmaz. Bilmediği bir soru ile karşılaşabilir. Bir insan evliliğe hazır olmaz. Yani kast ettiğim tam anlamıyla muhteşem olmaz. Kendisi çok donanımlı olsa şartlar uygun olmayabilir. Hazır olan şey çok çok bir sipariştir, bir yemektir, bir askerdir o da olmaktan başka çaresi olmadığından. Ben hazır olmayı değil, zamanını bekliyordum ama zamanı neden şimdi olmasın ki?"
Ben konuşurken sıra bize gelmişti. Asansöre bindik. Bu yüzden ses tonumu kıstım. "Sinirlerime dokunduğun ve bunu kasten yaptığını düşündüğüm doğru ama bunu sen söyledin diye yapmıyorum. Gaza geldim ama bunun da söylediklerinden ziyade kendime meydan okumamla alakası var. Şimdi çıktık gittik diyelim. Bir sonraki sefer diye bir şey olacağının garantisi var mı? Bir arabanın altında kalmayacağımı kim biliyor mesela?"
"Allah korusun! Deme öyle şeyler." dediğinde omuz silktim. Bunlar hayatın gerçekleriydi.
"Tamamen korkusuzum demiyorum. Korktuğum şeyler illaki vardır ama ölüm bunlardan biri değil."
"Yine de öyle şeyler söyleme. Hoşlanmıyorum. Enerjisi kötü." dedi elini belime dolayıp beni kendine yanaştırırken. Yanımdaki adamdan rahatsız olmuştu. Çünkü adam fazlasıyla rahat davranıyordu. Dirseğimi bilerek adama vurdum ve samimiyetsiz bir "Pardon." deyip Derya'ya cevap verdim.
"Evet, normalde enerjimiz müthiş ya! Söylemem öyle şeyler... Maazallah olan iki üç tebessümümüz de kaçmasın..."
Son kurduğum cümle üstüne yorum yapmamıştı. Zaten hafiften bir cinnet hali seziyordum. Her fırsatta onu terslememi, sandığı gibi kolayca kabullenip sakin kalamıyordu bence ama şimdilik sorunlarını iç dünyasında çözmeye çalıştığından net bir şey de söyleyemiyordum. Gerçi bu halinin asansörün kalabalığı ve havasızlığı ile de bir ilgisi olabilirdi. Sonunda 7 kat çıktık ve asansörden indik. Kalabalığın gittiği yöne gidiyorduk. Nereye gittiğimiz hakkında en ufak bir fikrim yoktu.
"Önceden planlasaydık rezervasyon falan yaptırırdık. Restoranda şimdi yer yoktur." dedi gözleriyle çevreyi tararken. Gülümsedim. "Aç değilim ben. Çok oyalanmadan ineriz eğer açsan."
"Değilim. Senin için söylüyorum." dedi. Omuz silktim ve merdivenlere yöneldik. O kalabalık içinde bir kat daha çıktığımızda seyir balkonuna ulaşmıştık.
Daha önce daha yüksek bir konumda da bulunmuştum. İstanbul ışıklarını bu saatlerde ilk kez görmüyordum. Ancak karnımda uçuşan kelebekler, kaburgalarımı döven kalbim, havaya dikilen tüylerim, titrek diz kapaklarım...
Bunları ilk kez hissediyordum. Daha önce yaşadığım şeyler heyecan değilmiş meğerse... Elim kalbimin üstüne kapandığında da bilincimle hareket etmiyordum...
"Aşk bu işte Asude..." diye fısıldadı kulağıma Kaptan.. "Aşk şu an kendini buradan bırakmayı istemen ama bunun akıl karı olmadığını çoook derinlerde bilmen. Aşk mantığı gömmek. İlk aşkınla ilk buluşman için tebrik ederim seni. Bugünden sonra eskisi gibi olmayacaksın."
Kolları arkamdan belimin çevresinde dolandı ve önümdeki balkon demirlerini tuttu. Titanic'in İstanbul versiyonunu çekiyormuşuz gibiydik.
"Aşk buysa..." diye fısıldadım ve gözlerimi yumdum. "Aşk böyle hissettiriyorsa... Aşk varmış... İyi ki varmış..."
⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓
Bölümü nasıl buldunuz öncelikle? Sonunda aşıklar kavuştu ha?
Sizce bu günden sonra Asude'de bir değişiklik görebilir miyiz yoksa Asude, her zaman Asude midir?
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
8.17k Okunma |
1.1k Oy |
0 Takip |
38 Bölümlü Kitap |