11. Bölüm

⚓11. Bölüm⚓

Büş Bckr
busbckr

 

⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓

 

11. BÖLÜM

 

Bölüm şarkısı: Kenan Doğulu-Tencere Kapak

"Gel vazgeçelim hiç zorlamadan
Sen aklı selim, ben yorgun adam
Bir yer bulalım, dünyadan uzak
Bir yer bulalım, dünyadan uzak"

Şarkı söylemek benim için apayrı bir dünya olmuştur her zaman. Doğrusu babamla aynı sebeplerden olmasa da bir mekânda şarkı söylemeyi benim de çok sevdiğim söylenemezdi. Çünkü sıradan hayatımda olduğu gibi şarkı söylerken de özgür olabilmeyi tercih ederdim, eğer mecburiyetlerim olmasaydı tabi. Eğer sıradan hayatımda özgürlüğümü sağlayabilecek kadar param olsaydı... Eğer Galata'nın kenarındaki o eve kira ödemeseydim...

Sokaktaki sanatçıları dinlemeyi bu yüzden hep çok sevmişimdir. Bir kaç kez benim de deneyimlediğim bu tecrübenin ne kadar hoş olduğunu bildiğimden belki de. Sokakta söylediğinizde hissettiğinizi söyleyebilirsiniz. Sokakta söylediğinizde sadece isteyen insanlar dinler sizi. Bir şeyler içmek için, felekten bir gece çalmak niyetiyle geldiği mekânda çalana razı olanlar gibi değildir bunun hissi. Birilerinin istediği şarkıyı dinlemek zorunda değildir sokaktaki dinleyiciler. Para vermediği için hizmetten faydalanma zorunluluğu hissetmezler. Ya da para verenler tamamen gönlünden koptu, seni çok beğendi diye verir o parayı. Daha azdır, daha değişkendir maddi kazancı ama verdiği zevk ölçülemez bile. His o an öyle yoğun olur ki şarkı sözleri ne anlatırsa anlatsın herkes alacağını alır. Doğru iletişim kurulur herkes arasında.

Şimdi, tam olarak şu an da öyle yüksek hisler tarafından sarılmış olmam aklıma getirmişti bunları. Fonda Diyar'ın gitarı vardı. Belki bana böyle hissettiren o gitarın tanıdık ritmiydi. Belki de Derya'nın özgür seçimiyle söylediği şarkı ya da şarkı sözlerinin bize bu kadar uygun olması... Belki o gösteri öpücüğü ya da hepsi... Bilmiyorum. Bildiğim tek şey çok tanıdık ve hasret duyduğum bir his tarafından sarmalanmış olmam.

"Yine gözümüz yükseklerde
Hayat geçiyor perde perde
Doydum artık bana müsaade
Bir yer bulalım, dünyadan uzak

Bir yol var ama her yerde tuzak
Bir yol daha var, dönmek de yasak
Deryaya yakın, dünyadan uzak
Deryaya yakın, dünyadan uzak

Yine gözümüz yükseklerde
Hayat geçiyor perde perde
Doydum artık bana müsaade
Bir yer bulalım, dünyadan uzak

Yapamadığım birçok şey var
Hem tatminsizim, hem günahkâr
Sen beni bu şehirden kurtar
Bir yer bulalım, dünyadan uzak

Yine gözümüz yükseklerde
Hayat geçiyor perde perde
Doydum artık bana müsaade
Bir yer bulalım, dünyadan uzak"

Rol yaptığımız için bazen Derya'ya baksam da çoğunlukla bakışlarımı kaçırmıştım. Çünkü her ne kadar benim çok profesyonel bir yalancı olduğumu iddia etse de şu an kusursuz oynayan oydu. Gözlerinde de sesinin tonunda da duygular vardı. Aşkın ne hissettirdiğini bildiğinden olsa gerek nasıl davranması gerektiğini de biliyordu. Ben ise kalas gibiydim gerçekten. Bu yüzden aşkla bakmaktansa utanmış gibi davranmak daha kolay geliyordu. Çünkü gerçekten utanıyordum. Yakın temastan da hoşlanmıyordum ama Görkem'de yaptığım gibi temasları ekarte edemiyordum. Çünkü ölmeyi bayılmak sanan insanlar gibi ben de evlenmeyi sevgili olmak kadar kolay sanarak büyük bir hataya düşmüştüm. Temas istemediğimi en başından belirtsem de bu, başkaları açısından oldukça garip karşılanır ve sorgulanırdı.

Şarkı bittiğinde yüzüne baktım ve gülümsedim. "Sesin baya baya iyiymiş yalnız." dediğimde egoyla gerindi ve dudağının bir kenarı yukarı kaymak suretiyle gülümsedi. "Eh yani Allah verdi mi her taraftan veriyor. Bu diğerlerine haksızlık ama napalım. Nasip." diye fısıldadı.

Alayla güldüm. "Benim de nasibime senin gibi mütevazı(!) bir koca düştü desene..." dediğimde elimi tuttu ve gelin ile damat için hazırlanan ve herkesin gözünün önünde olacağımız masamıza doğru yürümeye başladı. O öpücüğün hesabını sonra soracaktım ama burada bir şey yapmasam kesin içimde kalacaktı. Durdum. Durunca bana baktı. Gelinliğimin bir parçasını tutup sözde rahat yürümek için kaldırdım. Şimdi sağ bacağım yüzde doksan beş oranla sadece Derya'nın değil tüm davetlilerin gözlerinin önündeydi. Derya'nın gözleri ardına kadar açıldı ve eteği tutan elimi kavramak için uzandı. Geri çekildim ve gülümsedim. Bu kadar kişinin önünde öpüşmek ona göre ayıp değilse benim masum bacağıma şok olamazdı.

"Asude ne yapıyorsun?" diye sordu gülümseyerek ancak bu gülümseme sadece diğerlerini yanıltabilirdi. Ben dişlerini sıkarak konuştuğunu biliyordum. "Ne yapıyorum?" diye sordum ciddi bir merakla.

"Yengemin aklına uymayacaksın değil mi?" diye sordu dişlerinin arasından.

Alayla güldüm. "Sen beni henüz tanıyamamışsın yalnız. Ben kendi aklım dururken kimsenin aklına uymam."

"Gelinliğindeki yırtık akıl işi değil yalnız." dediğinde gülümsedim. "Yırtık değil, yırtmaç. Az önce tanıştırdım ya"

"Ne yapıyorsan yap Asude..." dedi ve yürümeye devam etti.

Keşke gerçekten evleniyor olsaydık diye düşündüm ilk kez. Bu şekilde fazla kışkırtamamıştım. Gerçek olsaydık şimdi sinirden kalp krizi geçiriyor olurdu! Çünkü bizim her iki Türk erkeğinden biri gibi hayatındaki kadın yabancı olunca modern Türk olunca namuslu kesinlenlerdendi o da!

Masaya oturduğumuzda yüzümün düşmemesi için ekstra gayret ettim. En sinir olduğum şeydir gelinlerin düğünlerinde surat asmaları. Madem mutsuz olacaksın yapma düğün kardeşim! O kadar masraf yapıyorsun bari azıcık çek. Düğünden sonra surat mı asıyorsun adam mı kesiyorsun ne yapıyorsan yap. Sinirli ve gergin olsam da gülümsedim bu yüzden...

Duvağı başımdan yardımsız çıkardım ve masaya bıraktım. Dişlerimin arasından "Sen dur." dedim. Etrafa bakıp gülümsemeye devam ettim. Şimdi Nazif eline mikrofonu almış Diyar'ı takdim ediyordu. "Ben eve gidince göstereceğim asıl sana." dediğimde o da bana bakıp gülümsedi.

"Aman ha gördüğüm kadarı zaten kalbime iniyordu. Daha ne göstereceksin?" diye sorduğunda asık suratlı yeni gelin kızlarımıza yaptığım tüm eleştirileri geri aldım ve kaşlarım çatık bir şekilde Derya'ya döndüm. "Ne diyorsun sen?" diye sordum. Şu an salağa yatıyordum. Çünkü aynı cümleyi ikinci kez kullanırsa masanın üstündeki mini cam vazoyu kafasına atmak suretiyle düğünü bitirecektim.

"Ha?" dedi aval aval bakarken... Sonra aklına yeni dank etmiş olacak ki "Ha sen onu demiyorsun. Şeyi şey yapıyorsun.. Hmm şey ya boş bulundum. Pardon..."

"Şeyi şey yapacağım. Bekle iki saat daha..." dedim ve sahneye çevirdim bakışlarımı. Diyar eline yine gitarını almış hummalı bir temizliğe başlamıştı. Kulakların pasını siliyor, ruhumuzu havalandırıyordu...

Ve ancak Diyar'ın sesi sayesinde katil olmadan bu geceyi tamamlayabilirmişim gibi hissediyordum...

 

⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓

Düğün, küçük bir kutlamadan bozma nişanımızdan daha ciddi bir olay olduğu için gelin olarak bile borumu istediğim gibi öttürememe gibi bir sorunla karşılaşmıştım. Ve neyse ki bu duruma çok çok az da olsa hazırlıklıydım. Yoksa şu an onlarca ve belki de yüzlerce kişinin arasında horon çekemeyip rezil olurken daha çok utanırdım. Şimdi de biraz yerlerde sürünen gelinliğim, biraz da hatalarımı çabuk toparlama becerisine sahip olmam daha az utandırıyordu beni. Ancak damat olacak adamın benimle alay eden bakışları ve kaş gözle nasıl oynamam gerektiğini söylemeleri de utancımı azaltan ve öfkemi arttıran bir diğer faktördü. Sanırım yaptığı o büyük, kocaman, hadsiz hatadan sonra battı balık yan gider diye düşünüyordu.

Sinir ve sürekli hatalarımı düzeltme çabası, zaten yorucu olan horonu daha da yorucu hale getirdiğinden aşırı yorulmuştum. Horondan çıkmaya çalışınca Derya'nın parmakları parmaklarımı sıkıştırıp çıkmama izin vermedi. Ters bakışlarımı yüzünde tutmaya devam ederken adım kaçırıyordum ve yanımdaki kadın, adı her neyse, kolumu dürtüp duruyordu.

"Bitecek birazdan." dedi sessiz olmayan ama kemençenin sesinden yine de benden başka kimsenin duymadığı bir sesle. "Fena değilsin." dedi ve güldü.

"Ama sen fenasın." dedim ters bakışlarıma yakışır ters bir sesle. "Daha fena olacaksın."

"Yüzün gülsün azıcık. Millete dedikodu malzemesi veriyorsun şu an." dedi yine alayla. Çıldırmayacağım. Gözlerimi yumdum. Ve o sırada kemençe son vuruşlarını yapıyordu. Adımlar da eş zamanlı yavaşlamaya başlamıştı. Aklıma gelen hin fikirle kemençenin durmasına fırsat vermeden. "Bi daa" diye bağırdım. Herkes gibi Derya'nın da şaşkın bakışları üstüme çevrilince inat bir insan olmamın ne kadar kötü bir şey olduğuyla yeniden yüzleşiyordum ancak çok geçti ve pilavdan dönenin de kaşığı kırılsındı...

Ona meydan okuyan bir bakış attıktan sonra kemençe yeniden çalmaya başladı. Hareketleri aklımdan hızlıca geçirdim. Hareketleri ezbere biliyordum evet. Zaten sorun hızlıca uygulamaktı. Artık yapacak bir şey yoktu.

Gelinliğimin bir parçasını tutup kaldırdım ve derin yırtmacımı gözler önüne serdim. Neyse ki sahnenin etrafını saran çemberlerin en içindekindeki halkadaydık ve şu an kayın ailem ve kendi ailem tarafından görünmüyorduk. Biraz eğilip adımlarımı dikkatle ama hızlıca hareket ettirmeye başladığımda Derya'nın surat ifadesini görememiştim. Ancak zaten hemen elinden tuttuğum için duraksamış olduğunu fark edebiliyordum ve bu duraksama benim zar zor kurduğum ritmi de bozuyordu ama çaktırmadım. Bir şey demedim ve sorun yokmuş gibi oynamaya devam ettim. Ancak bir anda halaydan çıkan Derya peşinden beni de çekiştirince horon sırasının bir kısmı bozuldu. Gelinliğimin ucunu bıraktım ve sırıtarak peşinden yürüdüm.

"Sen beni çok yanlış tanımışsın." dedim gelin masasına otururken. "Ben senin parmağında oynatabileceğin bir insan değilim. Beni köşeye sıkıştırırsan sana doğru koşarım. Eline bir koz verirsem o kozu bizzat kendim kullanırım. En kötü ne olabilir ki diye düşünmem. En kötüsünü hep birlikte görelim derim. Benimle aşık atma." dedim ve sırtımı sandalyeye yasladım ve masadaki suyumu elime alıp küçük bir yudum aldım. Bu sırada da göz ucuyla sinirden mi yorgunluktan mı olduğunu bilmediğim bir sebeple kızaran ve hala müstakbel olan kocama bakıyordum.

Bu kez o da bana öfkeyle bakıyordu. "Yok onu anladım. Her iki anlamıyla da seninle aşık atılmıyor."

Laf mı sokmuştu şimdi o bana? Takmıştı aşka inanmamama! Deli midir nedir?

Benim başlattığım ama tepemediğim horon bitince Nazif eline mikrofonu almıştı. "İyice kurtlarımızı da döktüysek... İşte!" dedi ve bakışlarını bize çevirdi. "İşte o büyük an geldi. O geliyor." dedi ve kapıyı gösterdi. Bu da işi iyice şova çevirmişti. Diyar doğru karardı da Nazif beni pişman etmişti açıkçası. "O ki iki kalbi birleştiren... O ki kutsal bir mabet olan yuvamızın tapu memuru. O ki mutluluğun anahtarı... Nikah memuru evet. Alkışlarınızla işte karşınızda..." dediğinde Derya ve ben sıkıntıyla baktık birbirimize. İnsanlar Nazif sayesinde kahkahalarla alkış çalarken biz dönebileceğimiz son eşiğin önüne gelmiş olmanın bilinciyle oldukça gerilmiştik. Bu gerginlik nikâh memuru gelince, gerekli soruları sorup imzaları attırırken de devam etmişti. Gözde ve Yaprak nikâh şahidimiz olmuşlardı ve 'Evet' derken sanki onlar birbiriyle evleniyormuş gibi coşkuyla çıkmıştı sesleri. Biz ise bir an önce olsun ve bitsin havasındaydık. Muhtemelen bir an önce de olup bitmişti ama bana seneler geçmiş gibiydi.

Nikâh bitmiş ve eğlenceye kaldığı yerden devam edilmişti. Sonra bir ara yemek molası verildi. Bizim masaya da yemek konulsa da ikimiz de dokunmadık. Zaten çıkmadan evde yemiştik. Hala sessizdik ama kafamda dönüp duran bir gerçek vardı ki artık müstakbel ek sıfatı olmadan kocamdı. Biz delirmiş olmalıydık! Biz nasıl böyle bir şey yapmıştık?

Kafam yerden kalkmıyordu. Derya da durgundu. Düğünün başından beri üstünde olan muzırlık gitmişti. Sonra Nazif yine sahneye çıktı ve yine pişkin pişkin konuştu. "Evet bayanlar baylar, bir düğünde gelin ve damat için en eğlenceli bölüme geldik." dedi ve insanların alkışlaması için kısa bir es verdi. Ancak ben bir düğünde bir gelin ve damadı ne eğlendirir onu merak ediyordum. Şaşkın ve meraklı bakışlarımı Nazif'e diktim.

"Ama ne yazık ki sizin için o kadar eğlenceli değil. Ama olsun az önce kurtlarınızı dökerken, kavurmayı kaşık kaşık götürürken iyi eğlendiniz zaten. Şimdi pamuk eller cebe. Takı merasimi başlıyor!" dedi ve son kelimedeki şimdiki zaman ekini uzatarak yüksek sesle söyledi. Sanki düğün değil Pazar Sürprizini sunuyordu.

Duyduğum cümle gözlerimin irice açılmasını ve Derya'ya dönmesini sağlamıştı. O da bana bakıyordu şaşkınca. "Biz bunu atladık." dedim fısıldayarak. "İnsanların parasını alamayız. O zaman bunun adı oyun değil soygun olur."

"Ben de unutmuşum. Yoksa davetiyeye düğünümüz takısızdır. Diye yazdırırdık ama çok geç." dedi ve iyice bana eğildi. "Çok geç Asude. Sakın bozma. Yapacak bir şey yok. Kabul edeceğiz. Sonuçta oyun da olsa düğün yaptık." dedi. Başımı iki yana salladım. "Olmaz Derya. İnsanlara oyun oynayarak maddi çıkar elde etmek Türk Ceza kanunun 157 ve 159. maddelerine göre Dolandırıcılık olarak tanımlanır. Ve biz dolandırıcı değiliz. Yalancıyız en fazla."

Bana uyarırcasına baktı. "Kiminle evlenirsen evlen sana takılacaktı bu takılar. Öyle düşün. İnsanları ilgilendirmez. Boşanman her durumda olası bir durumdu ayrıca. Lütfen saçma bir şey yapma."

"Gelinle damat da nazlı çıktı. Para vereceğiz diyoruz gelsenize!" diyen patavatsız arkadaşıma ölümcül olduğuna inandığım bakışlar gönderip sanki hiç frikik vermemişim gibi dikkatle eteğimi tutarak kalktım. Derya da ardımdan geldi ve sahnenin tam ortasında durduk. Çok tedirgindim.

Dayılar, teyzeler, amcalar, halalar, kuzenler, eş, dost, ahbaplar, uzaktan akrabalar, komşular, iş ortakları, belediye başkanı, görümcem kayınlarım, eltilerim, hatta eltilerimin ailelerine kadar inanılmaz bir miktarda takı takıldı. Ve her takılan altının iğnesi resmen vicdanıma battı. Ve bunun yanında bir de para sandığı vardı ki aman Ya Rabbim! "Şu an kendimi Tosuncuk gibi hissediyorum." diye mırıldandım Derya'nın kulağına. O sırada bir başka kadın yakama çeyrek altın takıyordu. Gülümsedim. O da beni şöyle bir süzdükten sonra güldü. Ve "Maşallah maşallah" diyerek sırayı bir başkasına devretti.

Kulağımda hissettiğim nefesin sahibi Derya idi. Ancak bu bilgiye vakıf olmam ürpermeme engel olmamıştı. "Görüntün de kazancın gibi onun onda biri kadar değil. Eh niyetin de binde biri kadar kötü değil. Üzülme o yüzden."

Derya, insan felakete sürüklenirken hâlâ gaz vermeye devam eden bir ergenlik arkadaşı gibiydi. Öte yandan bakacak olursam haklıydı. Sonuçta ben bir gün gerçekten evlenseydim yine bana para takılacaktı. Belki daha orta halli bir aile çocuğu olurdu ve bu kadar fazla olmazdı ama sonuçta o çocuktan da boşanabilirdim. Annemle babam bile dünyanın en âşık insanlarıyken boşanabilmişlerse ben aşka inanmayan tahammülsüz bir insan olarak kesin boşanırdım.

Biz dolandırıcı değildik. Evet... Bunu Bistro'da şarkı söylemek gibi düşünecektim. Orada da insanları eğlendirip para kazanıyorduk. Burada insanlar biraz fazla eğlendiği için daha fazla kazanmıştık sadece... Evet, kesinlikle öyleydi...

 

⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓

Bitmesi için saliseleri bile saydığım düğün beklenmedik dini nikâh da kıyıldıktan sonra bitmişti sonunda ve bu kez başka bir şey için paçalarım tutuşmuştu. Bu gece bizi evde tek bırakacaklardı. Onlara gerek olmadığını söylemek istiyordum ancak saklamak için çaba harcayıp beceremedikleri o imalı ifadeye bile bakamıyordum. Özgürlük için bile olsa tüm bunlara katlanmaya değer miydi? Artık emin değilim...

Eve hep beraber girmiştik ancak diğerleri üstlerini değiştirip çıkacaklardı. Dudaklarımı ısırmaktan kanatmıştım ve bu kez tırnaklarımın kenarlarına musallat olmuştum. Vitamin eksikliği çektiğim için zaten yara olan tırnaklarımın kanaması da uzun sürmemişti.

Dursun Amca'nın "Kızım bu torbayı da alın. Altınlarınız ve para zarfları içinde." diyerek bana uzattığı beyaz bez çantaya baktım. "İstemiyorum." dedim gülümseyerek. Bana şaşkınca bakan bakışlarla sesimin biraz fazla çıktığını fark edip toparladım. "Yani ihtiyacımız yok. Değil mi Derya?" dedim ve bana destek çıkması için ona imalı bir bakış attım. "Öyle." dedi umursamazca.

"Aaa oyla şey olmaz da. Onların hepsi celunun hakkidur." dedi Mehpare Babaanne.

Valla ben benim hakkım olmadığına eminim de Mehpare babaanneciğim ama şimdi bir şey de diyemeyrum...

"O kadar masraf yaptınız. Onu şey yaparsınız." dediğimde Dursun Amca bana yanaştı ve zorla elime tutturdu torbayı.

"Ha ben bütün evlatlarimun düğününü yaptum. Bir kuruşlarina el surmedum. Alin paranuzu ne yapacağunuza kendinuz karar verun." diyerek azarlayınca yandan Derya'ya baktım. Sırıtıyordu. Kaşlarım çatıldı. Bu benim tek başıma sorunum değildi!

Mehpare Babaannenin sesiyle öfkeli bakışlarımı kocamın üstünden çektim. Ve mahcup bir hâl alan bakışlarımla ona baktım.

"Ha cördün mü celun. Şimdi senun bulduğun o yerden bitme Başak olsaydi daha arabada kurcalardi torbayi. Asude çizum ne kadar tok cözli."

Mehpare babaanne cönli- ay işte gönlümü kazanmıştı. Şu burunlarından getirme işinden onu muaf tutacaktım.

"Uy ne alakasi var? Başak da çok tok cözli bir kiz. Hem Başak en azindan edepli toreli... Orasini burasini millete açip cöstermiy" dedi Çiçek Kayananam. Evet, an itibariyle kendileri kaynar kazan kaynana rütbesine ulaşmıştı. Bak bakalım el mi yaman bey mi?

"Anne!" diye uyardı Derya annesini. Sesi yorgundu aslında. Ya da benim gibi gergindi bilemiyorum. "Ha ne anne? Bişe demedum." dedi ve memnuniyetsizce bakışlarını başka yere çevirdi ve ağzının içinden söylendi. Dedemden çok duymuştum böyle laflar takılmadım bile...

Dedemden kaçarken daha beteri ile uğraşacağım konusunda uyarmıştı Derya beni ancak şu anki durumumun şöyle bir artısı vardı ki dedemi çekmek zorundaydım ama burada öyle bir sorumluluğum yoktu. Cazgır bir gelin sınırlarında kalıp işi düşmanlığa dökmediğim sürece kendimi savunabilirdim. Terbiyesizlik yapmak istemem ancak yapmam gerekirse yapacağımı da biliyordum...

"Hadi hanum hadi kalk. Siz de kalkun hazirlanun da geç olmadan cidelum." dedi Dursun Amca. Sanırım Rize ağzını evde daha sık kullanıyordu. Ya da sinirlenmişti... Babam gibi...

Biz öylece ayakta dikilirken herkes salondan yanımızdan geçti ve odalarına gittiler. Biz salondaki koltuklara oturup sessizce bekliyorduk. Neyi beklediğimizi ikimizin de bilmediğine emindim.

Yaklaşık yirmi dakika sonra herkes evden çıkmıştı. Çıkmadan bize hoşça kal demeyi de ihmal etmemişlerdi. Diğerleri empati yapacak deneyime sahip olduğundan oldukça ciddi ve anlayışlı olsalar da Yaprak'ın gülmemek için kendini zor tuttuğu belli oluyordu. Sandıkları şeyi yapmayacak olsak da çok utanmıştım. Derya ne düşünüyor bilmiyordum ve açıkçası yüzüne bile bakmıyordum. Herkes çıktıktan sonra da bir on dakika öylece oturduk.

"İstersen önden sen git. Duş al. Ben de yiyecek bir şeyler hazırlayayım." diyen Derya'ya bakmadan başımla onayladım. Öyle dalgındım ki yırtmacımın açılıp bacağımın ortaya çıktığını bile şu an tam kalkarken fark ediyordum. Derya fark etmiş miydi bilmiyorum ama bence fark etmişti. Sesindeki gerginlik de bundan kaynaklı olmalıydı. Hemen elimle düzelttim ve elimdeki torbayla ayaklandım. Sonra adım atamadım. Çünkü nereye gideceğimi bilemiyordum haliyle.

"Ne tarafa gideceğim?" diye sorduğumda eliyle hafifçe başına vurdu. "Pardon." dedi ve ayaklandı.

"Gel benimle." dedi ve gülümsedi. Durumu normalleştirmeye çalışıyordu ancak durum daha da anormal bir yere gidiyordu.

Onu takip ettiğimde bir üst kata çıkmıştık. Daha önce de gördüğüm bu kat da aşağı kat gibi geniş bir avluya sahipti. Merdivenin karşısındaki koridorun sonunda, en sağdaki odanın önünde durdu.

"Burası benim yani artık bizim odamız. Odada duş var. Kıyafetlerin bavulunda. Yaprak sanırım odaya ütü de koydu. Kızlar şampuan gibi kişisel bakım ürünleri de almışlardı. Hepsinin banyoda olması lazım. Bir ihtiyacın olursa da söyleyebilirsin." dediğinde başımla onayladım. "Teşekkürler. Hızlıyımdır. Merak etme, fazla bekletmem." dediğimde elini çıplak omzuma koydu. Elleri soğuktu. Ürperdim. "Acele etme. Evde dört banyo daha var." dedi ve göz kırptı. Derin bir iç çekmemek için kendimi neden zor tutmam gerekti bilmiyorum. O arkasını dönüp aşağı inerken ben odaya girdim. Oda oldukça sade ama şıktı. Mobilyaların yeni olduğu belliydi. Ve neyse ki allı pullu gelinlikli bir yatağım yoktu. Meşe ahşabından olduğunu düşündüğüm bir yatak odası takımı. Krem-beyaz bir halı ve siyah bir yatak başlığı ile oda oldukça şık ve sadeydi. Ve klasik değil modern olması da beğendiğim bir başka detaydı. Ve bence bu oda içinde iki eltimin de söz hakkı vardı. Odada balkonun olmasına da bayıldığımı söyleyebilirim. Çünkü dedemin evindeki odamı ne kadar seversem seveyim bir balkonumun olmamasına üzülüyordum. Çünkü kattaki tek balkonlu odayı babam kullanıyordu, Öncesinde de annemle birlikte kullanıyorlardı...

Odaya aval aval bakayım derken elimdeki ağırlığı daha yeni fark ediyordum. Elimdeki para torbasını yatağın üzerine bıraktım. Sonra yatağın yanına bırakılmış valizlerime yanaştım ve içinden Uzun, beyaz bir tişört ve dizlerimin altına gelen siyah bir tayt çıkardım. İç çamaşırlarımın hepsi yeniydi. Gülbeyaz Abla eski iç çamaşırlarımı getirmeme izin vermeyeceğini söylediği için internetten yüklü bir iç çamaşırı alışverişi yapmıştım. Bu sıcakta bir kez daha alışverişe çıkacak değildim. Çiçek Teyze sağ olsun alışveriş bir başka travmam olmuştu.

Bornozumu da getirmiştim ama yatağın üstündeki iki bornozdan birinin benim olduğunu anlamak zor değildi. Bu yüzden kendiminkini çıkartmayıp direkt yatağın üzerindeki iki gri bornozdan küçük bedenli olanı alıp odadaki diğer kapıya yöneldim. Küçük bir duş bekliyordum ancak burası bildiğin lavabosu, klozeti ve duşakabini olan bir banyoydu. Evlilik hayatına dair ön yargılarım birazcık silinmiş olabilirdi.

Banyon büyük olabilir ama yatağı iki kişi kullanacaksınız Asu-de'ciğim...

O da vardı değil mi? Ancak odada iki kişilik bir koltuk vardı. Biraz küçüktü ama... Dur bakalım, bulurduk bir yolunu onun da...

Gelinliğim hem çok şık, hem çok rahattı ve bunun yanında giyinip çıkartması da oldukça kolay bir modeldi. Bunun için Nilay'a ne kadar teşekkür etsem azdı sanırım. Valeria da artık kendi derdine yansın... Bence benim diyen tasarımcı bile bu kadar kısa sürede bu kadar şık bir gelinlik tasarlayıp dikemezdi...

Gelinliğimi çıkarıp yeniden odaya döndüm. Ve hemen düzgünce yatağa serip tül kolları da dikkatli bir şekilde yanına koydum ve banyoya geri koştum. Olmazdı olmazdı şimdi Derya'nın odaya giresi tutardı falan aman Allah'ım! Zaten film gibi bir hayatımız vardı böyle bir klişe yaşamak istemiyordum.

Elimi çabuk tutsam da makyajım yüzünden birazcık oyalanmıştım ve ılık bir duş alıp tümünü olmasa da yorgunluğumun bir kısmını üstümden atabilmiştim. İç çamaşırlarımı ve kıyafetlerimi banyoda giyinip ıslak saçlarımın fazla nemini aldıktan sonra tepede topuz yaptım. Acıkmıştım. Bu yüzden sadece ağzımı çalkalayıp, dişlerimi fırçalamayı biraz sonraya bıraktım.

Banyoyu temizleyip yıkamıştım. Son bir kez baktım. Temiz duruyordu. İç çamaşırlarımı kirli sepetine atıp üstüne de bornozumu attım. Bu evin düzenine alışana kadar birazdan biraz fazla dikkatli olmalıydım. Resmiyette kocam da olsa elin adamıydı Derya...

Banyodan çıkıp valizlerimin yanına geldim ve hafif parfümlerimden birini sıktım. Ne koktuğunu bilmiyordum. Sadece markasını ve görünüşünü biliyordum. Zaten böyle şeylerden çok anlamazdım. Hani şekil değişikliğine gitse koklamadan bu benim parfümüm diyemiyordum maalesef. Sadece yere ve duruma göre sıkabileceğim üç farklı görünüşlü parfümüm vardı. Bu hafif ve ferah olandı işte.

Odanın penceresini açtım havalanması için ve aşağı indim. Mutfak Amerikan olduğu için daha merdivenlerdeyken Derya'yı görmüştüm. Çay koymuştu ve yanına kahvaltılık bir şeyler çıkarmıştı. Şimdi de muhtemelen omlet gibi bir şey yapıyordu.

"Hamarat bir damat almışım kendime desene." diyerek salona girdiğimde bakışlarını bana çevirdi ve güldü. "On parmağımda on beş marifet falan var." dediğinde güldüm. "Ooo yaşadım."

"Gerçekten evli olsaydık yüzde yüz yaşamıştın ama şimdi yüzde 60 falan yaşadın diyebiliriz." dediğinde kaşlarım havalandı. Ancak yüzündeki ima bana geri adım atmam gerektiğini söylüyordu. 'Niye?' diye sorsam pişman olacakmışım gibi...

"Hadi geç otur. Çay demlendi." dedi ve ocaktan omlet sandığım kuymağı da alıp ada tezgâha koydu.

"Ohh miss gibi kokuyorrr." dedim burnumu kuymağa yaklaştırıp. "Gülbeyaz Abla'nınkiler de çok güzeldi." dedim. "Bak bunu ye bir daha başkasınınkinin adını anmayacaksın." diyerek karşılık verdi cümleme.

"İddialı laflar bunlar. Gülbeyaz Abla'yı hafife alma." derken mısır ekmeğinden bir parça koparıp ağzıma attım. Somun ekmeğinden bir parça kopardı ve kuymağa bandırdı. "Bak mesele Ordu-Rize değil. Tüm Karadeniz vs Derya Kaptan. Ye bir şu Mıhlamayı hele bir." derken çekiştirdiği ekmeği zaten dolu olan ağzıma tıkıştırdı. Ben ağzım dolu olduğu için boğulmaktan, onun beni eliyle beslemesi şokunu yaşayamadım...

Ancak bir şey vardı ki 'YOK BÖYLE LEZZET!!!'

Ağzım dolu, boğulma tehlikesi geçirmemi de umursamadan "Ohaaa!" dedim. "Çoh guzal!" diye devam ettim.

Güldü. Gülerken çay doldurdu hatta. Cidden on parmağında on beş marifet vardı.

Mis kokulu çaydan da bir yudum içtim. Acaba daha önce size günün en sevdiğim öğününün kahvaltı olduğunu söylemiş miydim? Ne zaman yenirse yensin...

"Ne kadar iyi bir kocayım değil mi?" diye sordu melek emojisini andıran bir gülümsemeyle. O an aklıma gelen şeyle kaşlarım çatıldı. Tabi ya! Tüm bu düşünceli koca tavırları, bu elle beslemeler...

Çay bardağımı sertçe dipliğine koydum. Gözlerimi kıstım ve "Yooo yemezler canım. Yemezler." dediğimde eliyle kahvaltıyı gösterdi. "O kadar hazırladım. Yeselerdi..." diye kelime oyunu yapmaya kalktı. Başarılı bulduğumu söylemeliyim ancak bunu ona söylemeyecektim.

"Onu yerler ama önce seni yiyeceğim ben. Aa ama pardon sen zaten beni yemeye kalkıştın değil mi? Bak bir kez soracağım. Tekte cevap vereceksin. Çünkü kuralı çiğnemeni geçtim. Tamam mı bak kural değil mesele! Bin kişinin önünde, dedemin, babamın, annemin, babaannen, baban ve annenin önünde nasıl beni öptün sen ya?"

Omuzları düştü ve karşımda ayakta dikilmekten vazgeçip tabureye oturdu ve dirseklerini tezgâha yasladı. "Valla öyle bir anda oldu. Kasti değildi." dediğinde gözlerim hayretle büyüdü.

"Elin çarpmadı bana Derya! Ne bir anda olması? Bak sevgilisi olan sensin. Bu senin açından çok daha büyük bir problem yaratır. Kafan karış-"

"O sandım." diye lafımı kesti. Anlamadım. "Ne sandın?" diye sordum kaşlarımı çatarak.

Derin bir iç çekti. "O an, sanki karşımda Valeria var gibiydi. Halüsinasyon gördüm belki, bilmiyorum."

Demek böyle hissettiriyordu. Ne zaman buna benzer şeyler izlesem ya da okusam tepkilerin abartılı olduğunu düşünürdüm. Kaşlarım havalandı...

"Tam olarak neyimi benzettin?" diye sordum alayla. Alay etmesem katliam çıkarabilirdim. Belki izlediğim ve okuduğum karakterleri şu an anlıyor ve onlara tepkileri için hak veriyordum artık ancak ben yine de öyle bir tepki verebilecek bir konumda değildim.

"Benzetmek değil, kaptırmak." dediğinde çayımdan büyük bir yudum aldım.

"Bir daha kaptırma Kaptan. Bu sefer anlamasam da anladım varsayıyorum. Tekrarı olursa iyi şeyler olmaz." dediğimde gözlerinin içine dikkatle bakıyordum. Üzgün görünüyordu. "Haklısın. Özür dilerim. Asla tekrarı olmayacak. Valeria'yı seviyorum zaten ben. Bu yaptığım ikiniz için de hiç hoş olmadı."

Afalladım. Ve şaşırarak söylüyorum ki beni afallatan şey söyledikleri değil... Benim söylediklerimdi. Ben tekrarı olmasın derken 'Beni tekrar Valeria sanma' demek istemiştim. Oysa o olması gerekeni anlamıştı. 'Beni tekrar öpme' Elim istemsizce boynuma gitti ve kulağımın altını kaşıdım.

"Öyle... Neyse. Ellerine sağlık. Doydum ben. Sen de ye yemeğini de toplayalım." dediğimde toparlanmaya başladı. "Senin için hazırladım zaten daha çok. Tokum ben." dedi. Gülümsemeye çalışıyordu ancak bozulmuştu. Beni de bozmuştu...

El birliği ile sofrayı topladık ve bulaşıkları makineye koyduk. "Şu para işini de halledelim mi? Beni çok huzursuz ediyor." dedim. Kaşları havalandı ellerini kurularken. Sanırım ben pasaklının tekiydim çünkü ben tişörtümle kurutmuştum ellerimi. Utandım...

"Halledelim halletmesine de para işi ne?"

"Takılar var ya?" dedim 'Ne çabuk unuttun?' imasıyla beraber.

"Tamam da onların ne gibi bir işi var?" diye sordu anlamadığı yüzünden belliydi. Teessüf eder gibi baktım. "Siz erkekler hiç bu işlerden anlamıyorsunuz." dediğimde kaşları havalandı merakla.

"Düş peşime." dedim ve önce salona oradan da merdivenlere doğru yönlendirdim adımlarımı. Biraz geç idrak ettiği için gecikmeli olarak takip ediyordu beni.

"Ama bir kalem ve kâğıt lazım." dedim çok ciddi bir ses tonuyla.

Ben odaya geçtim o da sanırım kağıt ve kalem bulmak için başka bir yere...

Takı torbasını aldım ve içindekileri yatağa boşalttım. Tam da tahmin ettiğim gibi içinde bir defter vardı. Neyse kâğıt da yedek olurdu.

Derya odaya elinde defter ve kalemle gelince "Deftere gerek yokmuş. Burada var." dedim torbadan çıkan defteri göstererek.

Defteri iki kişilik koltuğa atıp kalemi bana uzattı. Kalemi aldığımda ise yatağa yanıma oturdu.

"Ne yapıyoruz?" diye sordu.

"Kim ne kadar para takmış. Onları yazacağız. Altınları yazmışlar. Kim yazmış bilmiyorum." dedim. Derya'dan ses çıkmayınca başımı ona çevirdim.

"Ne oldu?"

"Niye böyle bir şey yapıyoruz?" diye sordu. On parmağında on beş marifet mi? Daha bilgileri temel genel kültür seviyesinde bile değil!

"Ne demek neden yapıyoruz? Tabi ki kim bize ne kadar takmış onu öğreneceğiz ve biz ya da annenler onlardan birinin düğününe giderken o para kadar götürecek. Daha önce fazla para taktığımız biri az para takmışsa da dedikodusunu yapıp ayıplayacağız." dedim ses tonum bunun gibi temel bir bilgiyi bilmediği için onu ayıplarcasına çıkmıştı.

Önce gözleri hayretle açıldı ve kaşları havalandı. Sonra kaşları çatıldı ve hemen ardından büyük bir kahkaha attı.

"Sen nereden biliyorsun bunu ya?" diye sordu kahkahalarının arasından.

Benim on yüz bir milyon tane kuzenim evlenmişti. Nasıl bilmeyeyim? Ve bence aşırı mantıklıydı. Gerçi ben kendi evliliğim içinde kimseye takı takmayı düşünmüyordum. Çok yakınlarım hariç. Mesela Yaprak, Gözde, Nazif ve Diyar evlenirse takardım ama diğer insanlara para takacağıma kumbarama atar çocuklarım doğana kadar biriktirirdim. Hayır yani belki çocuklarım bekâr bir hayat tercih edeceklerdi anaları gibi? Gerçi çocuklarım olacaksa çok da analarının yolundan gitmiş olmayacaklardı ama her neyse sonuçta kararlarını kendileri versin yani...

"Asıl sen niye bilmiyorsun bunu?"

Kaşlarını kaldırdı. "Çünkü zenginiz?" dediğinde gözlerimi kısıp dudak büktüm alayla.

"Ben fakirim çünkü?" Tamam kişisel olarak işsiz ve de fakirdim ama dedem hiç de fakir değildi... Çocukları, gelinleri ve damatları biraz açgözlüydü... Sanırım torunları da... İstisnasız...

"Her neyse ben zarfları açıyorum sen yaz." dedim ve kalemi ona uzattım.

"Bana ne ya? Ben niye yazıyorum? Sen yaz." dedi mızmızlanarak. Kalemi kucağına fırlattım. "On parmağında on beş marifet var ya! Yazın da güzeldir. Yaz hadi uykum var." dediğimde gözlerini devirdi ve söylenerek kalemi ve defteri eline aldı.

"Fazilet Günsur. 200 Tl" dediğimde yazmaya başladı ama suratı beş karıştı... Bana ne? Yazı yazmak dikkatini arttırırdı hem insanları başkası sanmazdı!

"Hayri Varan 50 Tl! Ay 50 tl ne? Cimri!" dediğimde Derya güldü. Ben de güldüm. Sinirlerim bozulmuştu.

 

⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓

" Süleyman Dumandere 500 Tl. Bak bu cömert bir amcaymış." dediğimde gülmekten yorulan Derya yalnızca erkeksi bir tavırla kıkırdamıştı. "Süleyman Bey Paşa amcamız sondu." Dedim.

"Oh sonunda bitti mi?" diye sorduğunda kalemi yatağa fırlatırcasına bıraktı.

Yataktan kalktım ve "Sevinmek için çok erken. Daha bitmedi." dedim. Ofladı. "Ne yapacağız başka?" diye sordu.

Valizlerimin yanına çömeldim ve biraz karıştırdım. Sonunda kalem çantamı bulduğumda yere oturdum. İçindeki kalemleri biraz karıştırdım ve sarı ve pembe fosforlu kalemlerimi aldım ve yatağa geri oturdum. "Şimdi sen sizinkileri ve bizimkileri bu kalemlerle ayıracaksın." dediğimde gözleri büyüdü.

"Saçmalama ya! 700 küsur isim var burada." dedi sitemle. Omuz silktim.

Saatlerdir isim yazıyorduk. "Zor kısmı yazmaktı o bitti. Hadi."

"Of Asude of! Ben nerden bileyim sizinkiler kim?" dediğinde gözlerimi devirdim. "Sizinki olmayan bizimdir." dedim 'ne var bunda?' ses tonumla.

"Çok akıllısın." dedi alayla. "Öyleyim." dedim altta kalmayarak.

"İş yaptıkları ortaklar yok çünkü?" dediğinde omuzlarım düştü. "Hele sen bir bildiklerini yap. Yardımcı olacağım ben sana.

"Fazilet ııı bizim." dedi ve sarı kalemle üstünü çizdi.

"Bu Hayri katiyen bizim değil, Ortak da olamaz." dediğinde pis bakışlarımı üstüne çevirdim.

"Bizim sülale cimri mi?" diye sordum. 'Hele bir evet de' ses tonum yüzünden olsa gerek bir şey demedi ama güldü.

"Eş dost da olabilir. Ama bizim değil." dedi ve bir cevap vermeme müsaade etmeden adının üstünü pembe kalemle çizdi.

Sonunda Süleyman Bey Paşa amcamıza geldiğimizde "Bu babamların ortaklardan. O yüzden çizmiyorum." dedi ve kalemleri yatağa atıp "Sabah olacak neredeyse. Ben duş alayım da yatalım bir an önce." diyerek odadan kaçtı. Sanırım yeni iş çıkarmamdan korkmuştu. Haklıydı da çünkü daha bunlar hesaplanacaktı.

İş başa düşmüştü... Her neyse...

 

⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓

Olay para hesaplama oldu mu, Cennet Mahallesi Pembe'den başkasını kendime rakip olarak görmüyordum. Gerçi bu konuda ben hesap makinesinden büyük ölçüde yardım alıyordum ama her neyse...

Toplamda 278.950 TL para, 23 Trabzon burma bileziği. Bir altın kemer. 94 altın 102 yarım, 25 çeyrek ve 16 tane de gram altın vardı.

Resmen Çiftlikbank Tosuncuğu olmuştuk.

Bu takılanların içinden 130.450 Tl'si, 7 Trabzon Bilezik. Altın Kemer-ki bunu babam ve dedem takmıştı-, 42 Altın, 68 yarım, 16 Çeyrek ve 14 gram bizim tarafa aitti.

Geriye kalan. 148.500 Tl, 15 Trabzon bilezik, 52 Altın, 34 yarım, 9 çeyrek ve 2 gram altın da Derya'nın tarafına aitti.

Derya odaya geldiğinde saçlarını havluyla kurutuyordu. Üstünde siyah bir tişört ve siyah bir kapri eşofman vardı. "Ne yapıyorsun?" diye sordu gülerek.

Alay ediyordu ama umursamadım. "Gel gel." dedim ve önümde ikiye ayırdığım takıları gösterdim.

"Bu taraf bizimkilerin taktıkları. Bu taraf da sizinkilerin taktıkları. Ortakların taktıklarını eşit olarak ikiye böldüm. Bunlar senin." dedim ve elimle ona doğru ittirdim.

"Ne yapıyorsun Asude? Ne yapayım ben bunları? Al senin onların hepsi zaten." dediğinde kaşlarım havalandı.

"Nereden benim oluyor? Biz gerçekten evlenmedik Derya. Bu insanlar bu takıları senin eşine taktılar."

"Yani sana..." dediğinde başımı iki yana salladım.

"Hayır. Bak şimdi. Haklısın. Kiminle evlenirsek evlenelim bunlar bize takılacaktı kendi çevremiz tarafından. Ancak şöyle bir gerçek de var ki ikinci evlilikte bu kadar takılmaz. Hem Valeria yabancı ya tepki olarak hiç takmayan da olur. Al bunu sakla. Günü geldiğinde ona verirsin. Ben de zaten şu an işsizim. Paraya ihtiyacım vardı. Çok içime sinmiyor ama bakalım tabi."

Derya öylece durup yüzümü inceledi.

"İnanılmazsın." dediğinde kaşlarımı çattım. Yine laf sokacaktı kesin...

"Hem bu kadar umursamaz ve haylaz durup hem bu kadar detayı nasıl düşünüyorsun? Asude... Takmasınlar benim kendi mesleğim var. Eşimi bunlara muhtaç etmem ben ve yalandan da olsa sen şu an benim eşimsin. Ne demek işsizim? Paraya ihtiyacın varsa ben buradayım."

Utanmış, dahası sinirlenmiştim. Ben kimseye bel bağlamazdım. Gider temizlik yapardım ama kimsenin sırtından geçinmezdim.

"Sağ ol ama gerek yok Kaptan. Diplomamı alınca iş bakacağım zaten. O zamana kadardan bahsediyordum sadece. Kimseye ihtiyacım yok benim."

"Yanlış anladın beni." dedi yumuşacık bir sesle ancak sesi yumuşadıkça benim gururum kırılıyordu. "Asude bak, Nilay yengem hala okuyor. Evlenmeden önce çalışmıyordu. Sonradan başladı çalışmaya. O zamana kadar elbette abim karşıladı ihtiyaçlarını."

"Çünkü o abinin eşi." dediğimde gözlerime bir süre ifadesiz bir şekilde baktı.

"Asude, oyundan evlendiğimizi ikimiz biliyoruz sadece. Diğerleri için ve yine söylüyorum benim için de sen benim eşimsin. En azından birçok konuda... Aramızda olmayan iki şey duygusal ve tensel bağ. Bu kadar. Biz yine de bu yola beraber çıktık."

"Her neyse." dedim yataktan kalkarken "Dediğim gibi bunlarla idare ederim çalışmaya başlayana kadar."

Derin bir nefes alıp başka bir şey demedi. Bozulmasını gerektirecek bir şey yoktu. Bazen ben aç uyuyordum İstanbul'da ancak en yakın üç arkadaşımdan bile yardım almıyordum. Hatta bu durumu onlara duyurmuyordum bile.

Derya benim hayatımda toplasak bir aydır vardı belki daha az... Sırf bir imza yüzünden sorumluluğumu üstünde hissetmesi çok saçmaydı. Üç ay...

Bir avukatlık bürosunda üç ay çalışsam yeterdi. Stajyer bile olsam önemli değildi. Kira vermiyordum. Kişisel ihtiyaçlarımı karşılasam kâfiydi.

"Nasıl uyuyacağız?" diye sordum konu uzamasın diye. Ancak bu da başka bir meseleydi.

"Bu oda hazırlanırken gerçekten hiç söz hakkın olmadı mı?" diye devam ettim. İkili koltuğa bakarak.

"Yani kızlar pek söz hakkı tanımadı. Hem ilgilenilmesi gereken çok şey vardı. Üstelik çok farkında değilsin ama ben bir doktorum." diye devam etti. Haklıydı ancak bunu dile getirmedim. Madem çok yoğundu alavere dalavereden uzak dursaydı.

"Bari rahat bir koltuk aldırsaydın. Nasıl sığacaksın şimdi bu ikili küçük koltuğa?" diye sordum umutsuzca koltuğa bakarken...

Kaşları şaşkınlıkla havalanırken ağzı da bir parça açılmıştı. "Ben niye sığmaya çalışayım? Sen sığ..." dediğinde bunu beklediğim için şaşırmadım. Öküz olmasıyla ilk kez şu an yüzleşmiyordum. Alayla güldüm.

"Sen sevgilinle buluş diye ben hayat kalitemi düşürmedim. Karşılıklı çıkar elde ediyoruz. Ben rahat ve geniş yatağımı şu koltuk için feda etmedim yani. Kusura bakma."

"Ben sevgilimle buluşacaksam sen de özgür olacaksın. Kimseye hesap vermeyeceksin. Sadece ben faydalanıyorum gibi davranma." dedi sitemli bir sesle. Yeniden yatağa oturdum ve yüzümü ona yaklaştırdım.

"Bana dedin ki özgür olacaksın ama üç ay rötarla. Haksız mıyım?" diye sordum. Bakışlarını kaçırdı. Haklıydım.

"Üç ay sen de rahatından ol ne yapalım?" dedim ve yatağın üzerindekileri toplamaya başladım. "Al sen de bu takılarını. Sabah oldu neredeyse. Uykusuzluktan ölüyorum." Gözde'nin sabah beni uyandırırken aklından geçenlerle şu an olanların arasındaki farktan haberi olsa düşüp bayılırdı sanırım. Gözde'yi bir kenara bırakacak olursak ben de yorgunluk ve uykusuzluktan düşüp bayılacaktım birazdan.

"Bana ne? İstemiyorum takı falan. Senin olsun. Madem rahat ve geniş yatağından ettim seni bedeli olsun bu takılar. Ben koltukta yatmam." Göz devirdim.

"Nerede yatacaksan yat Derya? Bir imza attık diye derdini dert edinmek istemiyorum. Benimkiler boyumu geçiyor zaten. Kocaman adamsın kendi sorunlarını halledebilirsin bence." dedim ve bir türlü dokunmadığı paraları da yeniden torbanın içine koyarak tüm paraları ve altınları karıştırdım. Yeter be! Zorla para veriyoruz adama! Pikeyi kaldırıp içine girdim.

"Çıkıyor musun kalıyor musun her ne yapıyorsan önce lambayı kapat." dedim ve gözlerimi yumdum. Bana hayretle bakan bakışlarını izlemek zorunda değildim. Uykum vardı.

Göz kapaklarıma düşen gölgeden ışığı kapattığını anlamıştım ancak kapı sesi gelmedi. Ayak seslerini duydum. Koltuğa mecbur kalmıştı. Gülmemem lazımdı. Onu o koltukta hayal etmemeliydim. Dudaklarımı birbirine bastırdım. Hava aydınlanmaya başladığı için yüzümü görebilirdi muhtemelen. Ancak adım sesleri yatağı geçti. Önce banyoya gidiyordu sanırım. Öf bana ne? Ben kendi uykuma bakarım...

Yatağın diğer ucundaki hareketlilik benim kendi uykuma bakmamı engellercesine kendini hissettirince gözümü açtım ve hızla arkamı döndüm.

"Ne yapıyorsun? Seninle aynı yatakta asla yatmam..." dediğimde asla beni duymamış gibi istifini bozmadı ve yatağa girdi.

"Biliyor musun Asude." dedi arkasını bana dönüp başını yastığa koyarken. "Çok haklısın. Bir imza attık diye birbirimizin derdini dert edinmeye gerek yok. Bu yatakta benimle yatmayacak olman da senin derdin ve beni hiç ilgilendirmez."

Bir dirseğim yatağa yaslayıp şaşkınca ona baktım. Böyle yaparak beni vazgeçireceğini sanıyorsa çok yanılıyordu. Yataktan kalktım ve gardırobun kapaklarını kaydırdım. Aradığım şeyi bulunca alıp yatağa geri döndüm. Pikeyi Derya'nın üstünden çektiğimde arkasını dönüp bana, beni anlamaya çalışırcasına baktı. Elimdeki çarşafları açtım ve çevirerek halat haline getirdim ve ortamıza sınır çizercesine koydum.

"Ne yapıyorsun?" diye sordu alayla. Ancak ben gülmüyordum.

"Beni öpen birine güvenecek değilim. Bu sınır geçilmeyecek. Geçersen... İşte içimdeki o pis ve cazgır benliğimle tanışırsın. Bu biiirr... Ve bu yatakta beraber yatmayı sevgilisi olan sen sorun etmiyorsan ben hiiiiiç sorun etmem. Ancak Valeria beni arar ya da ne bileyim denk geldiğimizde bu konu hakkında bana bir şey sorarsa yalan söylemeyeceğimi bilmeni isterim. Senin derdin beni ilgilendirmiyor malum. Bu da ikiii. İyi geceler..." dedim ve yatakta çizdiğim sınırın kendi payıma düşen tarafına girdim ve pikeyi üstüme çektim. Tamamen...

Yatağı paylaşıyorum diye pikemi de paylaşacak değilim...

"Ya sabır!" dediğini duydum en son ve gülümseyerek gözlerimi kapattım. Uykum yeterince rötar yapmıştı...

 

⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓

Bölümü nasıl buldunuz?

Sizce Asude ve Derya nasıl karakterler?

Yan karakterlerden en sevdiğiniz kim?

Karakterlerde kızdığınız ya da takdir ettiğiniz noktalar neler?

Oy verdiniz mi? :D

Sosyal Medya Hesaplarım;

-İnstagram: busbckr/busras.typwriter(Hikaye)

-Twitter: busrastypwriter

Tiktok: busras.typwriter

 

Bölüm : 20.09.2024 21:24 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...