34. Bölüm

24. Bölüm

BitterimKara RC
bitterimrjn

Merhabalar sevgili okurlarım.

Yeni bölümle geldim.

Bölümü okuyup yorumlarda buluşalım.

Okuyucum çok ama ne yazık ki bir oy ve yorumu çok görüyorsunuz.

Yorum ve beğeni atan tüm okuyucularıma ayrıca teşekkür ederim.

Keyifli okumalar🌹

 

CELLAD

ANKA

Sevdiğim kadını yıllarca aradım. Arayıp bulamamak her defasında beni biraz daha tüketiyor umudumu yitirmeme neden oluyordu. Sonra bir mucize gibi çıkmıştı karşıma. Kızıl saçlarına, yeşil gözlerine, kiraz gibi dudaklarına aşık olduğum her bir zerresine kadınım oldu. Karım oldu. Bu hayatta her şeyim oldu.


Onunla katıldığım operasyonda bir birimizden ayrı düştük. Orada Tura'yı kaybettiği zaman attığı her çığlık canımdan can koparıyordu. Bir bebeğimiz olacağını ilk Tura'ya söylemiş onunla birlikte bende öğrenmiştim. Öğrendiğim vakit olduğum yerde dona kalmıştım.

Benim bir bebeğim olacaktı. Zümrüt'üm ve benden bir parça bizim bebeğimiz olacak ben baba olacaktım. Mutluluk ve heyecandan ne yapacağımı bilemedim. Zümrüt bunu böyle öğrenmemi istemiyor olacak ki benden saklamıştı. Yinede içim içime sığmıyor operasyonu iptal edip kollarıma alıp saatlerce bu mutluluğu birlikte yaşamak istiyordum.

Odağım kaybettiğim an omuzuma giren kurşunla kendime geldim. Kulaklığı kapattım Zümrüt Tura'nın yanında ağlıyordu. Onu daha kötü olmasın diye sesimi kapattım. Sol omzumdan vurulduğum için silah kullanabiliyorum.

Rehineyi bulup çıkardık. Sinan ile birlikte içeri girdik. "Sinan sol koridora geç ben sağdan şu iki odayı kontrol edip çıkalım." Dedim. "Emredersiniz komutanım. Bu arada tebrik ederim. Allah analı babalı büyütsün." Yüzümde oluşan gülümseme ile "sağol koçum darısı başınıza olsun." Dedim.

İçeriye doğru ilerledim. Bir odaya girdiğim an sıkılan kurşun karın boşluğuma geldi. "Sinan koş tuzak bu." Diye bağırdım. İkimizde bir kaç adım atmadan büyük bir patlama oldu. Patlamanın şiddetiyle boş bir odaya savruldum. Kulaklarımda büyük bir çınlama oluştu.

Ortalık göz gözü görmeyecek şekilde dumanlar içindeydi. "Sinan." Diye bağırdım ses gelmedi. Olduğum yerden doğrulmaya kalktım başaramadım. Benim olduğum odaya yüzlerinde sis maskesi olan iki kişi girdi. Onlarla dövüşecek gücüm yoktu. İkisi kollarımdan tutup beni sürükleyerek bir koridordan çıkardılar.


Kenarda yatan ve üzerine beton düşen Sinan'ı gördüm. Kıpırdamaya bile gücü yoktu. "Komutanım." Dedi gerisini duyamadım. Karnımdaki ve omzundaki kurşun yarası hareket etmeme engel oluyordu. Beni alıp götürdüler yarı baygın bir şekilde. Bir odanın içine girip yerin altında bir koridordan geçtiler. Burası gizli kaçış noktalarıydı.

Birini beklemeye başladılar. Kulağımda duyduğum sesle içime kor bir ateş düştü. "Anka senide kaybedemem. Beni ve bebeğimi bırakıp gidemezsin." Diyen Zümrüt'üm ağlamaktan sesi kısık çıkıyordu. İyiydi sesini duymak bile bana yeniden yaşadığımı hatırlattı.

Son kalan gücümle konuşmaya başladım. "Zümrüt yaşa benim için bebeğimiz için yaşa size geri dönmek için elimden geleni yapacağım." Dedim
"Anka bizi bırakma. Sensiz yaşayamam. nefesim olmadan yaşayamam."Duyduğum son sözler bunlar oldu. Adamlardan biri gelip kulağımdaki kulaklığı çıkarıp attı.

Elindeki silahın tersiyle başıma bir tane geçirdi. O an dan sonra bilincim tamamı ile kapandı.

*****

Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama yüzüme çarpan soğuk suyla kendime geldim. Gözlerimi araladığım da karanlık bir yerdeyim. Sadece tavanda kısık bir ışık veren lamba vardı.

Nerde olduğumu anlamak için etrafta gözlerimi gezdirdim. Çok büyük olmayan bir odadaydım. Paslı bir demir vardı. Kapı önünde yüzleri maskeli olan ellerinde silahlarla duran iki adam vardı. Karşımda ise üç tane adam onların ikisinin yüzü kapalıydı.

İçlerinden birinin yüzü açıktı. Üzerinde siyah bir kot ve kazak vardı. Boğazında puşi yüzünde derin bir yara izi, kemerli bir burnu uzun sakallı ve kahve rengi gözleri vardı.

Boyu benimki kadar cüssesi daha iriydi. Sert yüz ifadesi ile bana bakıyordu. Ellerim bağlı bir sandalyede oturuyordum. Omuzum ve karnımdaki kurşunlar çıkarılmış tedavi edilmişti.

Üstüm çıplak olduğu için iki yerinde dikişler vardı. Ne zamandan beri uyutulmuştum bilmiyorum. Yaralara bakacak olursam üç gün olduğunu anlaşılıyordu. Zümrüt'üm nasıldı durumu nasıl? Benden haber almadıkça deliriyordur.


"Uyandı bizim prenses eh haklısın üç gündür prensesler gibi uyuyorsun." Dedi karşımda duran şerefsiz. Ve Türkçeyi çok düzgün konuşuyordu. "Sen kimsin?" Dedim. Yüzünde iğrenç bir gülümsemeyle bana baktı. "Kim olduğumu ne yapacaksın? Ama yok canını alan kişiyi merak ediyorsan söyleyeyim. Cellad derler bana seninde celladın olacağım."

"Sen bana bir sikim yapamazsın. Senin gibi korkak şerefsizlerden çok gördüm. Boş laf kalabalığı yapıp durma şerefsiz." Sinir bozucu bir kahkaha attı. Yanındakilere bakıp Arapça konuştu. "hal samiet 'amirtina?" "Duydunuz mu bizim prensesi?" Dedi.

Onunla birlikte diğerleri de gülmeye başladı. "Siktirtme bana belanı piç kurusu." Dişlerimin arasından tısladım. "Vayyy sen pek hırçın çıktın sevdim seni. Bana hiç yabancı gelmiyorsun seni nerden tanıyorum bilmiyorum ama bana birini çok andırıyorsun." Dedi bana bir adım daha yaklaştı. "Senin adın ne ve Alphan albayı ne zamandır tanıyorsun?"

Yüzüme dikkatlice baktı nerden tanıdığını çıkarmaya çalışıyordu. Dudaklarımda bir gülümseme peydah oldu. "Anka. Anka Kılıç ve seni buraya gömecek olan adam." Gözlerinde bir şaşkınlık geçti anında öfkeye döndü kahve gözleri. "Tabi ya Ahmet Kılıç sen onun oğlusun. Alphan albayla iki yakın dosttu. Vatanları için çarpışan deli adamlar." Bu adam babamı ve Alphan albayı nerden tanıyordu.


"Ta kendisi inan ki seni öldürmeden gitmeyeceğim. Ve babamı Alphan albayı nerden tanıdığını bilmiyorum. Onları iyi tanıdığın belli oluyor ve unuttuğun bir şey varsa söyleyeyim beni eğiten onlar." Dedim alay dolu bir gülümseme ile konuştum.

"Ooo sevdim seni biz seninle çok eğleneceğiz. Babanı nerden tanıyoruma gelecek olursak 8 yıl önce onlardan eğitim almak için Türkiye gönderilen bir grup askerlerden biriydim. Onlardan bir çok şey öğrendim çok akıllı cesur adamlardı. Ama unuttukları bir şey vardı. Biz gerçek asker değil onların sonunu getirecek olan adamlardık. Eğitim aldığım adamın oğlu avucuma düşmüş dünya küçük yermiş." Dedi.

"Ve sen oru*pu çocuğu ekmeğini yediğin insanlara karşı adam öldürüyorsun. Şerefini siktiğim puşt." Diye gürledim. Yüzüme sert bir yumruk geçirdi. "Sikerim lan sen kimsin bana ahkam kesiyorsun. Seni burda ölmek için yalvartana kadar işkence edeceğim." Bir yumruk daha çeneme vurdu.

Ağzıma gelen metalik kan tadı ile yüzüne doğru tükürdüm. "Öldürmezsen adam değilsin hain piç kurusu. Eğer Öldürmezsen bilki seni ben öldüreceğim en ufak bir parçan kalmayacak şekilde öldürürüm." Dedim bu defa karnıma bir tekme attı. Şiddeti o kadar sertti ki oturduğum sandalyeyle yere düştüm.

"Ulan it senin ölünü bile göstermeyeceğim leşini köpeklere vereceğim." Bir tekme daha karnıma attı. Dişlerimi o kadar sıkıyordum ki bir inleme sesi bile çıkarmadım. "Bu musun bunu mu öğrendin babamdan?" Bakışlarımı yüzüne çevirdim gülümseyerek "kız gibi vuruyorsun?" Dediğim an üzerime oturup yüzüme yumruklar atmaya başladı.


"Seni öldüreceğim her gün işkence ederek geberteceğim." Dedi bilincimi kaybedene kadar vurmaya devam etti.

****

Evimin bahçesinde kiraz ağacının altında başım sevdiğim kadınımın dizinde uzanmış bir şekilde gözlerim kapalı dinleniyordum. İnce parmakları saçlarımın arasında geziyordu.
Kokusu toprak kokusuyla birleşmiş şekilde ciğerlerime doluyordu. "Kirpiklerin çok güzel kocam benim olsun isterdim." Dedi ince sesiyle kulaklarım duyduğu en güzel ses tonuyla mest oluyordu.

"Kirpiklerim tüm benliğim senin güzelim." Dedim. Elleri yavaşça yüzümde dolaşıyor her bir noktamı hafızasına kaydetmek ister gibi dokunup ezberliyordu. "Benimsin, kaşın,gözün kirpiğin aşık olduğum her zerren benim." Dudaklarıma tüy gibi bir öpücük kondurdu.

Kapalı gözlerimi araladığım. Aşık olduğum yeşilleri öyle bir aşkla bakıyordu her baktığında içi gider gibi en kıymetlisi gibi seviyordu. "Senin her zerren benim olduğu gibi. Zümrüt'üm Zümrüt gözlüm, aşık olduğum karım kadınım. Gülüşüne kurban olduğum." Dudaklarında en güzel gülümseme yerini aldı.

"Şiir okur gibi konuşuyorsun." Dedi. "Şiir'ime dize olan sensin. Her bir hecesi senin gözlerin, her bir harfi sana olan aşkım." Dedim elimi kadırıp üstten bana bakan güzel yüzüne hafifçe dokundum. Aklıma gelen şiiri söyledim.


Hatırlama - Ahmet Hamdi TANPINAR

"Sen akşamlar kadar büyülü, sıcak,

Rüyâlarım kadar sade, güzeldin,
Başbaşa uzandık günlerce ıslak
Çimenlerine yaz bahçelerinin.

Ömrün gecesinde sükûn, aydınlık
Boşanan bir seldi avuçlarından,
Bir masal meyvası gibi paylaştık
Mehtâbı kırılmış dal uçlarından." Dedim.


Dolu gözleri ile bana bakıyordu. "Seni çok seviyorum. Beni sensiz bırakayım deme, bu kehribarlarının bakmadığı bir dünyada olmak istemiyorum." Dedi gözünden bir damla yaş akıp benim sol gözümün altına düştü.

Olduğum yerimden doğrulup yüzünü avucumun içine alıp göz yaşı aktığı gözünün altından öptüm. Kollarını boynuma dolayıp sıkıca sarıldı. Sarılmasına karşılık verdim. Sıkıca kollarımın arasına aldım. Kucağıma oturttum. "Ölürüm Zümrüt'üm senden ayrı aldığım her nefes ölümüm olur. Yüzünü görmediğim gün, kokunu solumadığım her an ızdırabım olur. " Dedim.

Daha çok sokuldu boynuma derin derin içine çekti. Yüzümü saçlarının arasına gömdüm. Boynundaki nergis dövmesine dudaklarımı bastırdım. "Anka'm kocam sol yanım varlığına şükür." Yüzüme çarpılan soğuk suyla gördüğüm rüyadan uyandım.

Günlerdir devam eden işkenceleri her gün durmaksızın sürüyordu. İki hafta dır bu leş gibi kokan odadayım. "Uyan bakalım prenses bugün ailene bir sürpriz yapalım. Ölümünü izletelim ne dersin?" Dedi Cellad arkasındaki ikibadam yanıma gelip kollarımdan tutup sürükleyerek işkence odasına götürdüler. Bu defa oturtmadılar kollarımı tavanda asılı olan iki zincire bağlamaya çalıştılar.

Ayağımda bulduğum güçle kolumu bağlamaya çalışan adama sert bir tekme attım. Adam kolumu bırakmak zorunda kaldı. Diğer adam elini yumruk yapıp üstüme atladı. Attığı yumruktan kurtulup onunda karnına dizimi geçirip yüzüne bir yumruk attım.

Kendimi doğrultamadan başıma yediğim sert bir darbeyle başım zonkladı. Arkadan dizlerime atılan tekmeyle dizlerimin üzerine çöktüm. Boynuma dolanan kollar gittikçe nefesimi kesmeye başladı." Canın oynamak istiyorsa zevkle oynarım." Diyen celladın sesi kulaklarımda yankılandı.

Kollarının arasından kendimi kurtarmaya çalıştım. Ellerimi boynuna atıp omuzlarımın üstünden atarak yere serdim. Ben nefesimi düzene sokmaya çalışırken o toparlanıp yüzüme sert bir tekme attı. Sırt üstü yere düştüm. Vücudumdaki yaralar beni çok zorluyordu.

Günlerdir bitmeyen işkenceleri yüzünden vücudum yeteri kadar karşılık veremiyordu. Karnıma atmaya çalıştığı tekmeyi ellerimle ayağını tutup kendime çektim. Ayağını çekmemle sertçe yere düştü. "Öldüreceğim seni orospunun evladı." Diye bağırdı. Kendimi üstüne atıp yüzüne yumruklarımı geçirmeye başladım.

"Seni öldürmeden gitmeyeceğim ecdadını siktiğim piç kurusu." Dedim yumruğunu kurşun yarası olan karnıma geçirdi. Acıyla daha çok ona vurmaya başladım. Sırtıma yediğim darbeyle acım daha çok katlanılmaz oldu.

Az önce dövüştüğüm iki adam kollarımı tutup beni Cellad'ın üzerinden kaldırdı. Cellad bütün hıncını öfkesini üzerime durmadan vurduğu yumruklardan çıkarmaya başladı.

Yumrukları o kadar şiddetliydi ki karnımdaki yaralar patlayıp kanamaya başladı. Yorulana kadar vurmaya devam etti. "Seni fare gibi ezeceğim. Amına koyduğumun şerefsizi." Diye küfretmeye başladı.

"Bağlayın şunu Alphan albaya eserimizi gönderelim." Adamlarına verdiği emirle geri çekildi. İki kolumdan sonra ayak bileklerimden zincirle bağladılar. Çarmıha bağlanmış bir şekilde duruyordum. Vücudumun her yeri yaralarla doluydu.

Zümrüt beni böyle görürse çok üzülürdü. Karşıma bir kamera koydular. Başlarına bir maske koyup kamerayı açtı.
"Merhaba özledin beni Alphan albay. Bak burda kim var. Bir adamını benden kurtarmış olabilirsin, güzel hamleydi. Ama unuttuğun bir şey var beni hafife alman. Bak şimdi bu adamını nasıl öldürüyorum."
Dedi. Hiç bir şey yapamadım sadece kameraya baktım.

"Bu adamın iyi çıktı. Direnci takdir edilesiydi. O kurşunlar bile yetmedi ölmesine işkencelerimi saymıyorum. İyi adam yetiştirmişsin. Ama yazık olacak bu güçlü adama." Konuşmaya devam etti. Sonra karnıma bir yumruk attı.

"Çek o elini şerefini siktiğim piçler. Sizi kendi ellerimle geberteceğim ecdadını siktiğim oruspu çocukları." Diye bağırdım.

"Kes lan sesini. Sen hala yaşayabileceğini mi düşünüyorsun?" Bir yumruk daha attı. Bakışlarımı kameraya çevirdim. Artık burdan çıkıştım yokmuş gibi baktım. Sevdiğime çocuğuma veda eder gibi baktım.

Canımdan can kopuyordu. "Zümrüt'üm." Dedim. "Özür dilerim Zümrüt'üm." Onlara veda ediyordum. "Özür dilerim. Seni ve bebeğimizi yalnız bıraktığım için özür dilerim. Yanınızda olmayacağım bundan sonra seni her şeyden çok seviyorum. Biliyorum ki ben gidersem sende yarım kalacaksın." Dedim Bu konuşma çok ağrıma gidiyordu. Sevdiğim kadını daha varlığını yeni öğrendiğim evladımı ardımda bir yıkımla bırakıyordum.

"Size bu video ne zaman gelir elinize ne zaman ulaşır bilmiyorum. Seni sizi bırakıp gitmek en son isteyeceğim şey. Ne olur benim için yaşa ve bebeğimize iyi bak. Ona babasının onu çok sevdiğini söyle." Dedim gözümden bir damla yaş aktı.

"Senin saçının teline zarar gelse dünyayı yakarım. Bebeğimize ve kendine iyi bak. Seni tanıdığım sevdiğim her güne şükrettim rabbim benim ömrümden alıp size versin. Sakın ağlama sen benim karımsın. Dik dur kimseye boyun eğme." Dememle bacağıma sıkılan kurşunla video kapandı.

Ama bu kurşun sesi ölümüm olarak algılanacaktı. Bacağımı sıyıran kurşundan daha çok sevdiğim kadına veda eden cümlelerim canımı yakmıştı.

"Eşine de veda ettiğine göre kaldıkmı baş başa. Artık seni arayanda olmayacağına göre aylarca misafirimsin her gün ölmek için yalvaracaksın ama öldürmeyeceğim. Siz benim elimden rehinemi aldınız bütün belgeleri alıp gitti. Bunun cezası kolay olmayacak Anka." Dedi yüzüme attığı yumrukla bilincim yeniden kapandı.


3ay sonra

Hücrenin kapısı sert bir şekilde açıldı. Yine gelmişlerdi aylardır bu işkenceye devam ediyorlardı. Ölmemi bekliyorlarlardı ölmediğim her gün daha çok sinirlenip daha ağır şekilde işkence ediyorlardı.
Umudumu kaybetmemi bu hücrede delirmemi akıl sağlığımı kaybetmemi istiyorlardı.

Ama bu işkencelere dayanacak gücüm de kalmamış umudumu da kaybediyordum her geçen gün. O kadar zayıflamış bir haldeydi ki vücudum kemiklerim dışarı çıkmıştı. Haftada bir verdikleri sadece yarım ekmek ve suyla ayakta tutmaya çalışıyorlardı.

"Ölmedin gitti. Aylardır senin yüzünden bizde bu pisliğin içinde yaşıyoruz. İnşallah bugün geberip gidersin." Arapça konuşan adam yanındakiyle gelip kollarımdan tutup yine işkence odasına götürdüler.

Sandalyeye oturtup kollarlarımı sandalye kenarına bağladılar. Ayaklarımı da bağlayıp geri çekildiler. Cellad tam karşımda sandalyede oturuyordu. "Bugün nasılsın gerçi pek haline bakınca iyi göründüğün söylenmez." Deyip bir kahkaha attı.

Her gün yaptığı gibi karşımda oturup yapılan her işkenceyi zevkle izliyordu. "Seni öldürür kende gülen ben olacağım senin bir parçanı bile bırakmayacağım bu yer yüzünde." Dedim.

Diğer adamlara baş işareti verdi. Önüme konulan elektrik aletini önce iki baş parmağıma taktılar. Sonra geri çekilip Cellad'ın yanına geçtiler. "Olurda yaşarsan beni öldürmene izin vereceğim. Buda benden sana söz olsun." Dedi ve elektrik aletinin düğmesine bastı. Bütün vücuduma verilen elektrik voltajı herbir damarıma, hücrelerime işledi. İnlemeden edemedim.

Verdikleri elektriği kestiler. Yüzlerinde iğrenç gülümsemeyle bana bakıyorlardı. Biraz dinlendirip tekrar vermeye başladı. Bu defaki voltaj daha yüksek ve uzun süre verdi bütün vücudum tir tir titremeye başladı. Damarlarım patlayacak raddeye gelmişti. Burnumdan kanlar akmaya başladı.

Bilincim gittikçe kapanmaya başladı. Bütün bedenim bir boşluğa düştü. Gözlerim kapandı. Hiç bir ses duymamaya başladım. Sonum gelmişti. Zümrüt'üme çocuğuma verdiğim sözü tutamamıştım. Gözlerimden bir damla yaş aktığını hissettim. Kendimi karanlık kuyuya bıraktım.

****
Yazardan.

Anka bilincini kaybedince Cellad ve adamları Anka'nın artık öldüğüne inanıyorlardı. "Bak şuna ölmüşse atın bir yere köpeklere yem olsun. Onun kadar dirençli adam görmemiştim." Diyen Cellad adamlarından biri Anka'yı kontrol etmeye başladı.

Önce nabzına baktı. Nabzı o kadar ince atıyordu ki hatta hiç atmıyor gibiydi. Parmağını burnuna doğru götürdü. Nefesi hissetmeyince "ölmüş bu sonunda kurtulduk piç heriften." Deyip Anka'yı çözmeye başladı. Diğer adamlara birlikte Anka'yı kollarından tutup sürükleyerek dışarı çıkardılar.

Anka bir cesetten farksızdı. Onu önce o odadan sonra binadan sürükleyip arabaya doğru götürdüler. Anka'yı da diğer cesetler gibi bir dağın başında kimsenin olmadığı ıssız bir yere fırlatıp attılar.

Hızla ordan uzaklaşan adamlar Cellad'ın yanına döndüler. Anka o dağ başında saatlerce hatta günlerce bir ölü gibi yatıp durdu. Bilinci bir türlü yerine gelmeyen Anka kendini ölüm uykusuna bırakmıştı.

Dağda koyunlarını otlatan bir çoban oralarda geziyordu. Çobanın köpeği etrafta gezerken Anka'dan aldığı kan kokusuyla havlamaya başladı. Çoban başlarda oralı olmasada köpeğin havlaması yüzünden homurdanarak oraya doğru gitmeye başladı.

Yanına varınca neden havladığını anladı. Önce korksada sonra Anka'nın yanına diz çöküp nabzını kontrol etmeye başladı. Hafifçe dokunduğu için başta nabız alamadı. Daha sonra elini biraz daha derin bastırdı nabzına hafif te olsa aldığı nabızla kollarından tutup sırtına aldı.

Arapça bir şeyler söyleyen çoban gördüğü bu adamın nasıl bu hale geldiğini söylenip duruyordu. Bir süre sonra kaldığı eve getirdi bulduğu adamı. Yer yatağına yatırıp köydeki bilgili kadını çağırmaya gitti.

"Jida,jida." Diye kapıyı çaldı. Yaşlı kadın kapıyı açıp gelen kişiye baktı. Çobanı görünce arapça konuştu. "Ne oldu niye bağırıyorsun?"Dedi "jida koyunları dağa çıkardım otlatmaya orda ölü gibi bir adam gördüm. Ama yaşıyor onu benim eve getirdim. Gelip bir baksan." Dedi.

"Ne adamı ya başımıza dert alırsak." Dedi yaşlı kadın. "Bilmiyorum jida gelip bir baksan elim gitmedi onu orda bırakmaya." Dedi çoban. Yaşlı kadın biraz düşündükten sonra içeri gidip işine yarayacak bir kaç kocakarı ilaçlarını alıp çobanla birlikte yaralı yabancı adamın yanına gittiler.

Yaşlı kadın yabancı adamın halini görünce içi acımıştı. Üstü yaralarla dolu ve bir deri bir kemik kalmış durumda saçı sakalı bir birine karışmış ölü bir adam gibiydi.

"Oğlum bu adama ne olmuş şunun haline bak ben bunu kurtaramam ki." Dedi Yaşlı kadın. "Jida sen elinden geleni yap yaşarsa yaşar yaşamazsa gömeriz bir yere. Allahtan ümit kesilmez." Dedi çoban.

Yaşlı kadın önce yaralarını temizledi sonra ilaç hazırlayıp her bir yarasına sürdü. Sıvı bir ilaç daha hazırlayıp."Oğlum yardım et. Şunu içirelim sen ağzını arala yeter." Dedi çoban hemen yanı başına oturdu. Yaşlı kadın hazırladığı ilacı damla damla içirdi.

Artık beklemeye başladılar. Bu bekleme ve tedavi günlerce haftalarca devam etti. Ama Anka o kadar güçten kuvvetten düşmüştü ki kendine gelmiyordu.

Aradan bir ay geçti. Yaşlı kadın ve Çoban hergün yabancıyı iyileştirmeye çalıştılar. Tam umutları artık kesilince yabancı gözlerini açtı. Ve ilk kullandığı kelime "Zümrüt." Oldu.



Eveeett. Bir bölümün daha sonuna geldik.
Bu bölüm sadece Anka ile ilgiliydi. Bir kaç bölüm hasret kalmıştık.

Diğer bölümde kavuşma sahnesini okuyacağız.

Bölüm hakkında düşüncelerinizi alayım.

Anka'mız çok işkence çekti.

Sonumuz vuslat.

Bölüm : 30.12.2024 21:29 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...