Nazlı iyileşmiş ve sonunda evine dönmüştü. Ama herkes Can’a hesap soruyordu. Neden bebeği söylememişti? Can, Nazlı’nın hamileliği yeni öğrendiğini ve kendisinin söylemek istemediğini anlatmaya çalışıyordu. Ama ben öfkemi bastıramıyordum. “Eğer bilseydim, onu asla göreve göndermezdim!” diye çıkıştım.
Can, Nazlı’nın elinden geldiğince görevlere katılmak istediğini söyledi ama artık bu konu kapanmıştı. Kesin bir kararla, Nazlı’nın sahada görev almasına izin verilmeyecekti. Karargahta evrak işleriyle ilgilenecek, riskli hiçbir duruma sokulmayacaktı. Yetkili komutanlarla da konuşmuş ve bu kararı kesinleştirmiştik. Ancak asıl şaşırtıcı olan, Nazlı ve Can’ın evlendiğini yeni öğrenmemizdi. Hamile olduğunu öğrenir öğrenmez hemen nikâh kıymışlardı ve biz bundan tamamen habersizdik. Normalde en küçük şeyi bile ağzından kaçıran Can, bu konuda nasıl bu kadar ketum kalmıştı? Hepimiz şaşkındık.
Aradan bir hafta geçmişti. Bugün benim isteme gecemdi. Kuaföre gidip hazırlanmış, annemin evine geçmiştim. Her şey eksiksiz hazırlanmıştı. Aynanın karşısında durup kendime baktım. Uzun, kırmızı askılı bir elbise, ince topuklu siyah ayakkabılar ve dalgalı bırakılmış saçlar… Baturalp en çok saçlarımı açık bıraktığımda severdi, bu yüzden salık bırakmıştım. Hafif bir makyaj da yaptırmıştım ama gözlerimdeki heyecanı saklayamıyordum. Kalbim yerinden fırlayacak gibiydi.
Telefonum çaldığında Baturalp’in aradığını gördüm. Açtığımda sesindeki heyecanı hissedebiliyordum. “Hazır mısın?” dedi fısıltıyla.
“Hazırım.” dedim ama içimdeki heyecani o bile tahmin edemezdi.
Akşam olduğunda Baturalp, ailesiyle birlikte geldi. Kapıdan içeri adım attığında gözleri hemen beni buldu. Öyle derin baktı ki kalbim sanki o an durdu. Elimdeki çiçeği ve çikolatayi bana uzattı hafif bir tebessümle. İçeri geçip oturduktan bir süre sonra Gülcan teyze, annesi, “Allah’ın emri, peygamberin kavliyle kızınızı oğlumuza istiyoruz.” dediğinde babam hiç düşünmeden, “Verdim gitti.” dedi.
İçimde bir tuhaflık vardı. İnsan, kızını bu kadar kolay verebilir miydi? Bana bile sorma gereği duymamıştı. İçimde garip bir burukluk, heyecan ve şaşkınlık vardı. Gelin olmuş gidiyordum. Küçük bir çocuk gibi sandalyemde küçülmüş, ellerimi sıkıyordum. İçimden kendime seslendim: “Ah Deva, şu haline bak. Sen ki öfkesiyle anılan bir askersin, şimdi burada küçücük kalmışsın.”
Baturalp de benden farksız değildi. Ellerini birleştirmiş, kaskatı oturuyordu. Onun bu halini görünce gülmemek için kendimi zor tuttum ama başardım.
Babam, “Hadi, hayırlı olsun.” deyince ellerini öpüp kahveleri getirdim. Geleneğe göre damadın kahvesine tuz konulurdu ama ben bal koymuştum. Tadımız kaçmasın diye. Nazlı ise bu duruma itiraz etti:
“Deva Komutanım, bence kahveye biber koyalım hatta tuz ile karabiberde ekleyelim . Adettendir!”
Ama ben kıyamadım. Kahveyi Baturalp’e uzattığımda, bir yudum alıp gözlerimin içine baktı ve hafifçe gülümsedi. Sonra kahvenin tamamını içti. Beni şaşırtan şey, tepsinin içine bir yüzük ve bir kolye bırakmasıydı. Annesi de iki bilezik koymuştu. Şaşkın bir şekilde teşekkür ettim ve tepsiyi kaldırdım.
İkramlar yapıldı, çaylar içildi ve herkes yavaş yavaş dağılmaya başladı. Artık evime dönme vaktiydi. Üzerimi değiştirdim ve her zaman olduğu gibi kot pantolonum ve deri ceketimi giydim. Beni en çok ben yapan şey buydu. Arabayı alıp Nazlı’yı da eve bırakacaktım.
Gece serindi. Yol bomboştu ama içimde garip bir huzursuzluk vardı. Sanki bir şey olacakmış gibi…
Tam bir kavşağa gelmiştik ki aniden önüme bir araba çıktı! Son anda frene bastım. Kalbim hızla çarpıyordu. Birkaç saniyeliğine nefesimi tuttum. Ama asıl tehlike, o an başladı.
Etrafımız bir anda arabalarla sarıldı.
Nazlı’ya dönüp “Sakın kımıldama.” dedim ama o da en az benim kadar gergindi. Kapım açıldığında, koluma sert bir el yapıştı. “Ne yapıyorsunuz?” diye bağırdım ama cevap vermeden beni dışarı çektiler. Nazlı’yı da tutmaya çalıştılar ama o hamileydi, hareket edemiyordu.
Silahıma davranmaya çalıştım ama biri benden hızlıydı. Bir namlu, doğrudan şakağıma dayanmıştı.
Önümde uzun boylu, sert bakışlı orta yaşlı bir adam vardı. Soğukkanlı bir sesle konuştu:
“Bizimle geleceksin, yüzbaşı.”
“Tamam.” dedim dişlerimi sıkarak. “Ama Nazlı’yı bırakın. O hamile. Ona zarar vermeyin.”
Adam, Nazlı’ya bir göz attı, sonra küçümser bir ifadeyle, “onu bırakın bize sadece yüzbaşıyi almamız söylendi bırakın.” dedi.
Nazlı bana bakıyordu. Gözleri korku doluydu. Ama korkusu kendi için değildi karnında ki bebeği icindi. Ben de ona baktım, nefesimi düzenleyerek sesimi mümkün olduğunca sağlam çıkarmaya çalıştım:
“Sakın korkma Nazlı. Ben başımın çaresine bakarım. Baturalp’e söyle, onu çok seviyorum. Ve ona de ki, ‘Deva Komutanım asla pes etmez. Bu adamlar bana birşey yapamaz. Sen sakın korkma.”
Nazlı, çaresizce hıçkırıyordu. Elimden bir şey gelmiyordu. "Nazlı. Korkunu görmelerine izin verme. Sen çok güçlüsün bebeğin için yasamalisin."
Son kez arabaya doğru yürüdüm. Bir an durup, “Kendine dikkat et.” dedim. “Ve… olur da dönemezsem… hakkınızı helal edin. Bebeğin için hediye almıştım arabada alırsın"
Kapılar sertçe kapandı. İçimde bir fırtına koparken, siyah araba geceye doğru hızla ilerledi.
Bölüm sonu...
Lütfen yorum yapmayı unutmayın...
Bir sonraki bölümde görüşmek üzere kendinize iyi bakın......
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
35.47k Okunma |
3.52k Oy |
0 Takip |
53 Bölümlü Kitap |