18 yıl sonraa....
Aylardan nişanın son günleri ve bir ilk baharin sabahiydi. Pencereden içeri süzülen güneş ışığıyla evin içi sıcacık oluyordu. Nefes’in sesiyle irkildim birden:
“Kazandım baba! Kazandım!”
Nefes elinde bir kâğıt, gözlerinde umut, dudaklarında zafer dolu bir gülümsemeyle babasına koştu. Baturalp hemen yerinden kalktı, kollarını açtı. O an her şey durdu sanki… Nefes, küçücük elleriyle bir zamanlar göğsüme tutunurken hayalini kurduğumuz an tam da buydu.
“Kazandım… ve artık ben de sizin gibi asker olacağım.”
Sesi titriyordu ama gözleri dimdikti. Kâğıdı babasına uzattı. O mektup gibi katlanmış belge… artık bir hayatın kapısını aralıyordu.
Baturalp, gözlüğünü çıkarıp gözyaşlarını gizlemeye çalışırken, o tanıdık gülümsemesiyle Nefes’i kucağına aldı döndürmeye basladi. Tıpkı yıllar önce yaptığı gibi. Bu kez o küçük bir bebek değil, kendi yolunu seçmiş bir genç kızdı. Ama babasının kucağında hâlâ dünyanın en güvenli yerindeydi. Ve o hala babasının kucağında ilk adımı atan minik kızıydı.
“Biliyordum,” dedi Baturalp. “Senin kazanacağını biliyordum. Çünkü sen… çok güçlü, çok cesur, kahraman bir annenin kızısın.”
Gözüm doldu. Kelimeler boğazıma düğümlendi. Yıllardır içimde büyüttüğüm tüm duygular, o iki bakışın arasında yankılandı. Baturalp’in sesi yumuşadı:
“Adını ben koydum… Çünkü o gün seni kucağıma aldığımda ilk defa derin bir nefes almıştım hayatta. Bu yüzden ‘Nefes’ dedim sana. Ve şimdi… sen bizim gururumuzsun" dedi Baturalp.
"Kızım başaracağıni bilmiyordum " dedim.
Nefes döndü, göz göze geldik.
“En büyük hayalim sizinle aynı operasyona katılmak,” dedi. “Sizin gibi savaşmak… sizin gibi yaşamak.”
O an içimde bir fırtına esti. Hem korku, hem gurur, hem de tarifsiz bir sevgi… Ama sonra kendime geldim. Çünkü ben Nefes’e korkuyla değil, inançla büyütmüştüm. Onun kalbindeki ateş, bizim yıllar önce birlikte yandığımız ateşin devamıydı. Vatan askiydi bu inancın adı. Biz vatanımız için can vermeye hazırdık.
Yanına gittim, yüzüne dokundum.
“Ama önce kendi nefesini dinlemeyi öğren kızım,” dedim. “Çünkü cesaret, yalnızca savaşmak değildir. Bazen en büyük kahramanlık, kalbini koruyabilmektir.”
Nefes başını eğdi, sonra gözleriyle onayladı. O an anladım… Biz bir döngüyü tamamlamıştık. Acılarla başlayıp sevgiyle örülen bir hikâyeyi, gururla devrediyorduk.
Ve gökyüzünde güneş gibi parlayan bir kâğıt vardı artık:
Bir kızın hayali…
Bir babanın nefesi…
Bir annenin kalbi…
Ve hepsi… bizim kızımızdi
Hayat… ne garipti. Bir zamanlar karanlık gecelerde endişeyle uyandığım günler şimdi yerini, sabah güneşinin evimize huzurla süzüldüğü, kahkahaların eksik olmadığı bir zamana bırakmıştı.
Artık kocaman bir aileydik. Kalbimiz gibi soframız da genişlemişti. Bahar… evet, onu affetmiştim. Yıllar geçtikçe içimdeki öfke yerini anlayışa, anlayış da sevgiye bırakmıştı. O da çok acılar çekmişti. Ben hamileyken affetmistim onu aslinda bizim karargahtaki albay ile evlenmişti. Asıl sevgiyi onda buldum demisti. Doktorlar yaşından dolayı bebeği almamız gerek dediğinde, 'doktorlar bana çocuğumun asla olamayacagini söylemişti ama hiç bir şey imkansız degilmis' demisti. Oğlunu, Turan’ı ilk kucağına aldığında gözlerindeki ışığı görmüştüm. Doktorlar riskli demişti… Ama Bahar’ın o gün söylediği söz kulaklarımda hâlâ çınlıyordu:
“Bu çocuk, tüm günahlarımın içindeki tek masum. Canım pahasına da olsa doğuracağım onu.”
Turan Şimdi 16 yaşında kocaman bir delikanli. Can ve Nazlı’nın oğulları Yiğit’le ayrılmaz ikili olmuşlardı. Hatta… arkadaşlıktan daha fazlası vardı aralarında kardeş gibiydiler. Nefes ile yiğit arasında ki şeyde farklıydı ama kardeş yada arkadaştan daha farklı şeylerdi biliyordum, ama bahsetmiyordum. Çünkü bazen bir annenin susması, kalbinin en derin yerinde dua etmesidir. Ve ben biliyordum, Yiğit… kızıma değer veren, onu gözünden sakınan bir gençti.
Yiğit çok efendi bir çocuktu. Can ile Nazlı, onu öyle güzel yetiştirmişlerdi ki… hem kendi gibi olmayı biliyordu, hem de başkasının kalbini incitmemeyi. Güçlüydü ama şefkatli. Annesinin sabrını, babasının cesaretini taşıyordu.
Nefes… ah benim Nefes’im. O şimdi 18 yaşında, babasına çekmiş; gururlu, asil, sessiz ama derin. Gözleri karanlıkta bile parlayan bir deniz gibiydi. Ve Yiğit o denize usulca yürüyordu. Birbirlerine her bakışlarında, zaman duruyordu sanki.
Bir gün bahçede oturuyordum, onların seslerini duydum. Ağaçların arasında… Nefes’in sesi ürkekti:
“Seninle olmak, babam gibi güçlü hissettiriyor bana."
Yiğit, sessizce onun elini tuttu. Nazikçe, korkutmadan. Sanki o an, Nefes’e tüm kalbiyle söz veriyordu:
“Seni korumak değil… seninle birlikte yürümek istiyorum. Güçlü olmanı izlemek. Ve yanında olmak, her neysen o hâlinle.”
Kalbim öyle doldu ki… Gözlerim yaşla buluştu. Bazen en büyük sevgi, sessizce saklanırdı bir annenin kalbinde. Ve ben saklıyordum o sevgiyi… ta içimde.
Mert ile Defne de evlenmişti. Hâlâ ilk günkü gibiydiler. Birbirlerini öyle seviyorlardı. Göz göze geldiklerinde sanki zamanın onları hiç yormadığını hissederdim. Defne'nin, Mert’e her bakışında gözlerinin içi gülüyor, Mert’in dudaklarının kenarı o tanıdık, sessiz huzurla yukarı kıvrılıyordu.
Ahmet’ ve çiçeğin oğlu olmuştu, tıpkı babası gibi sessiz ve güven doluydu. Varlığı bile huzur verirdi insana. Gözlerinin derinliğinde, hayatın fırtınalarına rağmen dingin kalmayı başarmış bir adamın yansıması vardı.
Zeynep ile Güven’in küçük kızları, saçlarını iki yandan örüp her sabah bize gelir, “Beni Nefes ablayla asker okuluna alın!” diye tuttururdu. Gözlerindeki ışıltı, yüzüne yayılmış o masum ciddiyetle konuşurken hepimizi güldürürdü. Küçücük elleriyle pantolonunu düzeltip selam durması, herkesin içini ısıtırdı.
Baki'nin kızı Deva… Adımı taşıdığı için bende hep başka bir yeri vardı. Yirmi yaşındaydı şimdi. Güzelliği bir yana, duruşu, zekâsı… Üstün zekalı demişti doktorlar. Zekâsı ile herkesi şaşırtmıştı. Şimdi hukuk fakültesi üçüncü sınıf öğrencisiydi. Küçüklükten beri adaletli bir hâkim olmak istediğini söylediğinde, gözlerindeki kararlılık tüylerimi diken diken ederdi. Her adımı kararlılıkla atan, yere sağlam basan biri olmuştu artık. .
Ve Bahar… Yakınımıza taşındığından beri, geçmişin izlerini omzunda taşıyan ama artık yüzü aydınlık bir kadın olmuştu. Her sabah selam verir, oğluyla birlikte yürüyüş yapar, sonra bana uğrardı. Göz göze geldiğimizde kelimesiz bir anlaşma vardı aramızda: Affetmenin gücünü birlikte öğrenmiştik. Onun gözlerindeki değişimi görmek, bir mucizeye tanıklık etmek gibiydi. Artık gülüşleri içten, sessizliği huzurluydu.
Soframız her kalabalıklaştığında, Baturalp gözümün içine bakar, sessizce gülümserdi. O bakış… her şeyin özeti gibiydi. Ne kadar şükretsem azdı. Göz kenarındaki kırışıklıklarda birlikte yaşlanmanın izleri, avucundaki çizgilerde bana tutunmuş bir hayat vardı.
Çünkü bu aile… çok yaralar sarmış, çok kayıplar vermiş, sabırla büyümüştü.
Babam ve annem emekli olmuştu. Bundan 16 yıl önce tim olarak bizi İzmir’e istemişlerdi. 16 yıldır da burada görev yapıyorduk. Hepimiz aynı sitedeki lojmanda kalıyorduk timdekilerle. Baturalp ile aramızdaki sevgi, ilk günkü gibi hâlâ aynıydı. Biz en son Nefes’in doğumunda kavga etmiş, ondan sonra hiç kavga etmemiştik. Çünkü biz bir hayatı beraber yaşıyor, beraber paylaşıyorduk. İnsan oğlu dört dörtlük olamıyor her zaman. Hani derler ya “Başkası için değişme, kendin ol” diye… Aslında ben tam olarak öyle düşünmüyordum. Sevgin için fedakârlık yapmak gerek bazen.
Yıllar önce kendinden nefret eden, her gün Allah’a “Canımı al” diye dua eden ben, şimdi yaşamak istiyordum. Kızım için, oğlum Burak için yaşamak istiyordum. Oğlum Burak şu anda 14 yaşında ve çok terbiyeli bir çocuk. O, bizim aksimize mimar olmak istiyor. Hayallerini anlatırken gözleri ışıldıyordi.
Şimdi bahçeye kurduğum sofrada herkes var… Kocaman bir aile olduk. Ve herkese tek tek baktım. Gözlerim doldu. Gözlerimden bir damla süzülürken içimden “Şükürler olsun” dedim.
Derin bir nefes aldım. Elimde kahvemi tutarken, güneş yüzüme vuruyordu. Masada kahkahalar yükseliyordu, çocuklar koşuşturuyordu, birileri salataya limon sıkıyor, biri tabak taşıyordu. O an içimde bir şey tamamlandı.
Ayağa kalktım. Gözlerim dolu dolu, sesim biraz titreyerek ama güçlü bir tebessümle konuştum:
“Sizlere bakınca görüyorum ki, en karanlık gecenin sabahı mutlaka doğuyor. Bir zamanlar sadece nefes almaya çalışan bir kadındım. Şimdi ciğerlerim umutla dolu. Yaşadığımız her şey, bizi buraya getirdi. Her yara bir yerimizi güçlendirdi. Ve bugün… şu sofrada oturan herkes, bir mucizeye dönüştü. Unutmayın… bazen bir sarılma, bazen bir söz, bazen bir bakış; koca bir hayatı iyileştirebilir. Ve ben bugün diyorum ki, mucizelere inanın. Çünkü siz… benim mucizemsiniz."
Baturalp yanıma geldi, elimi tuttu, gözlerinim mavisi gözlerimin yeşilini buldu: "
" Benim hayatımda en değerli şey sensin güzel gözlüm, seni ilk günkü aşk ile sevgi ile seviyorum. Hergun Allah'a şükrettim seni karşıma çıkardığı seni bana nasip ettiği için iyiki sen benim dünyalat güzeli karım. Sana benim hayatıma kattigin herşey için sonsuz teşekkürler ederim " dedi anlimdan öperek ve sımsıkı sarildi. İşte benim dünyadaki cennetim burasiydi.
“Seninle yaşamak… en güzel zaferimdi,” dedi.
Ve o an anladım ki, bu dünya hâlâ güzel. Çünkü içinde sevgi var, affediş var, umut var.
Ben, Deva Akkurt…
Ve bu dünya, bizim inancımızla güzelleşti. Hayat her Zaman mucizelere doludur. Umudumuzu kaybetmeyin
Son....
Arkadaşlar yorum yapmayı unutmayın. Yazarinizin son ricasidir bu... Bir sonraki bölümde görüşmek üzere diyemeyeceğim çünkü artık Deva ve Baturap bitti. Benimle buraya kadar gelip okuyup destek olan herkese sonsuz teşekkürler ederim. Varsa bir kusurum affola. Kendinize çok iyi bakın...
Hoşçakalim🥹🥹🥹
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
35.47k Okunma |
3.52k Oy |
0 Takip |
53 Bölümlü Kitap |