“Buyrun,” dedi karşımdaki kadın. Sesi yumuşaktı ama içinde tanımadığım bir mesafe vardı. Ben… tek kelime edememiştim. Dilim tutulmuş gibiydi, yutkunamıyordum. Sanki biri boğazıma bir yumruk sıkıştırmıştı da nefes bile alamıyordum. İçimde bir şeyler kıpırdanıyor ama dışıma taşamıyordu. Yalnızca gözlerimle bakıyordum, kelimeler o an bana ihanet etmişti.
Kadın tekrar konuştu, sesi biraz daha endişeliydi bu sefer. “Siz Kahraman için mi geldiniz? Belli ki onun arkadaşlarısınız.”
Yine konuşamadım. Yutkunmaya çalıştım ama kurumuştu içim, dilim damağıma yapışmıştı.
Nazlı hemen atıldı, ortamı yumuşatmaya çalışarak. “Merhaba hanımefendi, ben Nazlı, bunlar da arkadaşlarım. Biz Kahraman Bey için geldik, tanır bizi.”
Kadın hiç tereddüt etmeden cevap verdi, yüzünde sıcak ama uzak bir gülümseme. “Eşim şu an evde değil ama birazdan gelir. Görevden dün gece döndü.”
Eşim mi demişti? O an zaman durdu. Kulağım uğuldadı, içimdeki her şey birden yere düştü sanki. Bu kadın… annem miydi? Kalbim kafesinden kurtulmak ister gibi çırpınmaya başladı.
Baturalp kulağıma eğildi, sesi kısık ama kararlıydı. “Sakin ol Deva. Sen çok güçlü bir kadınsın.”
Oturmak için içeri geçtiğimizde evin düzeni boğazıma oturdu. Her şey sade ama bir o kadar da huzurluydu. Duvarlar mutlu aile resimleriyle doluydu. Her karede eksiktim ben. Sanki hiç olmamışım, hiç var olmamışım gibi bir hayatın tam ortasındaydım. İçimde kocaman bir boşluk büyüdü, gözümden istemsizce bir damla yaş aktı. Kimse fark etmesin diye hızlıca sildim.
Kadın, yüzüme dikkatlice bakarak, “Kızım sen iyi misin? Çok kötü görünüyorsun. İstersen bir elini yüzünü yıka,” dedi ve koluma nazikçe dokundu.
O an bir kıvılcım çaktı içimde. O dokunuş... yılların bastırılmış öfkesiyle bir anda bağırdım.
“Dokunma bana! Senin bana dokunmaya hakkın yok! Çek ellerini üzerimden!”
Timdeki herkes bir anda ayağa fırladı. Kalbim göğsümden dışarı fırlayacak gibiydi.
“Komutanım… yapamayacağım… Lütfen, gidelim…”
Baturalp durdu, gözlerimin içine baktı. “Deva, bunu yapabilirsin. Konuş onunla.”
Kadın... adımı duyduğunda yüzü değişti. Önce şaşkın, sonra donuk bir bakışla baktı bana. Anlam veremiyor gibiydi. Ama ismimi tekrar ettiğinde gözlerindeki perde aralandı.
“Kızım… ben sadece sana yardım etmek istedim…”
Sözleri yüreğimi deldi ama aynı zamanda kanattı. İçimde biriken fırtına artık zaptedilemezdi.
“Sen bana yardım edemezsin! Anladın mı beni!” diye bağırdım, gözyaşlarım artık kontrolümden çıkmıştı.
Kadının sesi titrekti, yüzü solgundu. “Ben sana ne yaptım ki? Neden böyle davranıyorsun?”
“Sen bana hayatımda kimsenin yapmadığı kötülüğü yaptın!” dedim ve dizlerimin bağı çözüldü. “Beni bulamadın… sahip çıkamadın, anne…”
Dizlerimin üstüne çöküp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Sesim titredi, kalbim sızladı, içimde yıllarca bastırdığım çocuk sesim dışarı çıkmıştı. O an sadece bir asker değil, kaybolmuş bir çocuk gibiydim.
O an herkes donup kalmıştı. Gözler bana dikilmiş, ağızlar bir anlığına açık kalmıştı. Hiç kimse bu kadarını beklemiyordu. Ne bu sözleri, ne de içimde yıllarca birikmiş öfkeyi böyle kustuğumu görmeyi... Duvara asılı o resme takıldı gözüm. Üç kişi. Gülen yüzler. Mutlu bir aile. Üç kişilik bir hayatın dışında bırakılmıştım, adım bile geçmemişti. Hızla yerimden kalkıp o çerçeveyi indirdim, bir çığlık gibi yankılanan cam sesiyle yere fırlattım. Diz çöküp parçalarını ellerimle aldım. Cam parçalara aldırmadan, ellerim kanarken o resmi yırtmaya başladım. Her bir yırtık, içimdeki yara gibi... Birer birer söktüm onları hayatımdan.
“Ben… her gece ölmek için dua ettim anladın mı sen?! Sen burada o gülümseyen ailenle mutlu yaşarken, ben her gün biraz daha öldüm! O cehennemde… o karanlıkta, aç kaldım günlerce…” diye haykırdım. Sesim titrekti ama güçlüydü. İçimde birikmiş tüm öfke dışarı çıkmıştı sonunda.
Koltukta duran çantama uzandım. Elim titreyerek içinden o eski mektubu ve üstünde “Deva Candan” yazılı kolyeyi çıkardım. Yirmi beş yıllık sessizliğin sembolüydü bu. Ağır bir şekilde yere fırlattım, ayaklarının önüne düştü.
Kadın — annem — mektubu elleri titreyerek aldı. Açtı, okumaya başladı. Gözleri satırlarda gezindikçe soluğu kesildi. Dudakları titredi, yutkundu ama gözyaşlarını tutamadı. Ardından kolyeyi aldı, avucunda sıktı. Yavaşça bana doğru adım attı.
“Yavrum… Deva’m…” dedi ve koşup sarılmaya çalıştı.
“ÇEK ELİNİ ÜSTÜMDEN!” diye bağırdım, tüm bedenimle geri ittirdim onu. Ellerini uzaklaştırırken gözlerimden yaşlar süzülüyordu ama sesimde bir taş sertliği vardı. “Dokunma bana. Senin bana sarılmaya hakkın yok.”
O an salonda ölüm sessizliği hâkimdi. Saatin tik takları bile duyuluyordu. Herkes buz kesmişti.
“Ben burada evlat bekleyen bir anneyle yüzleşmeye geldim. Ama gördüm ki sen... beni hiçbir zaman aramamışsın, Hasret Hanım. Yirmi beş yıldır yoktum hayatınızda, artık da olmayacağım. Sizi ömrüm boyunca affetmeyeceğim. Hadi gidelim Komutanım...” dedim ve döndüm.
Annem... arkamdan adımı bağırıyordu. Sesinde bir anne çırpınışı vardı. Ama ben dönüp bakmadım. Ta ki...
“Nazlı’nın ‘Hasret Hanım!’ diye bağırmasına kadar.”
Olduğum yerde çakıldım. Yavaşça döndüm. Annem… yere yığılmıştı. Bilincini kaybetmiş gibi, hareketsiz yatıyordu. Herkes paniklemişti. Yavaşça, bir şey hissetmeden yanına yaklaştım. Çömeldim. Başucuna oturdum. Gözlerim donuktu. Ne ağlayabiliyordum ne bir şey diyebiliyordum. Sadece öylece bakıyordum.
Kapı hızla açıldı. “Hasret!” diye bağırarak içeri bir adam girdi babamdı bu. Gözleriyle bizi taradı. Bizi görünce dondu kaldı. Ama gözleri hemen yere yığılan anneme, kaydı. Yanına koştu, diz çöktü. “Ne oldu sana Hasret?” diye feryat ederken başını kucağına aldı, saçlarını okşadı, nefesini kontrol etti.
Kısa bir süre sonra gözlerini araladı annem. Baktı bana, gözleri hâlâ dolu.
“Rüya değil… değil mi?” dedi. “Benim kızım… sensin, değil mi?”
Sesim dümdüz, kupkuru çıktı.
“Ben senin kızın değilim. Ben… senin hiçbir şeyin değilim.”
Babam, şaşkınlıkla anneme döndü. “Sen neyden bahsediyorsun Hasret?” dedi.
Kadının elleri hâlâ titriyordu. Elinde sımsıkı tuttuğu kolyeyi gösterdi, mektubu uzattı. “Kahraman... Deva bu… bizim kızımız… yıllarca arayıp bulamadığımız kızımız… sonunda o bizi buldu…”
Adam bir adım geri çekildi. Başını iki yana salladı. “Yapma artık Hasret… bu kaçıncı? Kaç kez yaşadık bu hayal kırıklığını? Kaç kez kendimizi kandırdık?”
Kadın mektubu ve kolyeyi kocasına verdi. Adam önce kâğıdı açtı, satırlara baktı. Elleri ağırlaştı, yüzü soldu. Ardından bana döndü. “Kızım…” dedi boğuk bir sesle.
Elimi kaldırıp dur dedim. İki adım geri çekildim.
“Sakın… sakın yaklaşma.”
Annem, koltukta güçlükle doğrulurken konuştu. “Yavrum… neden böyle yapıyorsun? Biz senin aileniz, anne babanız. Yıllarca hasret kaldık sana. Sokak sokak aradık seni, yavrum…”
Bir kahkaha attım acı içinde. Gözlerim donuktu artık, sanki yıllarca ağlayıp kurumuştu.
“Arasaydınız bulurdunuz. Ama siz bulmadınız. Siz vazgeçtiniz. O kadar kötüsünüz ki!”
Sonra Kahraman’a döndüm. “Sen... sen Kahraman Bey… eğer o kadına Bahar 'a ümit vermeseydin ben bugün burada böyle durmazdım!”
Kahraman bir adım öne çıktı. Yüzü allak bullaktı, sesi boğuktu.
“Ben kimseye ümit vermedim! Ben anneni seviyordum. Bahar... beni sevdiğini söylediğinde, ‘Sen benim kardeşimsin, olmaz’ dedim. Ama sonra öğrendim ki ailem benden habersiz istemeye gitmişler bile. Ben o sırada çoktan annenle evlenmiştim ama kimseye söylememiştik. Bahar’a gidildiği gün, deliye döndüm. ‘Bu benim karım!’ dedim. Ortalık karıştı. Bahar çok kırıldı ama... ben bilmiyordum. Gerçekten bilmiyordum. Haberim olsaydı ailemi asla göndermezdim"
Arkasını dönüp yüzünü elleriyle kapattı bir an. Yıllar sonra içini döken bir adamdı artık.
“Bana beddua etti. ‘Sen benim ahımı aldın, evlatların çeksin o acıyı’ dedi. Öyle üzgündü ki ağlıyordu.. iki sevdiği insandan ihanet gördüğünü düşündü. Ve o kinle yaşadı. O kinle... sana bu yükü bıraktı. Bizi sensin, seni bizsiz bıraktı"
O an içimde bir şey daha yıkıldı. Bedduayla büyüyen bir hayatın taşıyıcısıydım.
Ve şimdi önümde parçalanmış bir aile, geçmişin gölgesinde kıvranıyordu. Ama içimde hâlâ affetmeye yer yoktu.Onca çekilen acı unutulur muydu????
Bölüm nasildi lütfen yorumlarınızı yazin
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
35.47k Okunma |
3.52k Oy |
0 Takip |
53 Bölümlü Kitap |