O kadar kötüydüm ki… Ne inanacağımı ne düşüneceğimi bilmiyordum. İçimdeki öfke, acı ve çaresizlik birbirine karışmış, kalbimi sıkıştırıyordu. Baturalp, gözlerimdeki çaresizliği görünce yavaşça yanıma geldi ve elimden tuttu. Gözlerine baktım. İçinde o kadar çok şey vardı ki… Hiçbir şey söylemeden, sadece bakışlarıyla "Ben buradayım, yanındayım" dedi bana. Ama bu yetmiyordu. Hiçbir şey yetmiyordu artık…
Derin bir nefes alıp geçip oturdum. Timdeki herkes sessizce bana bakıyordu. Hiçbiri konuşmuyordu. Konuşamazlardı da… Çünkü bu sefer ben konuşacaktım.
Titreyen ellerimi dizlerime koyup başımı kaldırdım. Sesim sertti, kararlıydı.
"Beni affetmemi beklemeyin. Çünkü sizi affedersem, kendimi affedemem."
Kimsenin gözlerini kaçırmasına izin vermeden devam ettim.
"Şimdi beni dinleyeceksiniz! Kimse sözümü kesmeyecek. Benim neler yaşadığımı bilmiyorsunuz. Hiçbiriniz! Hepiniz yalnızca gördüğünüz kadarını biliyorsunuz. Ama benim hayatım, sizin gördüklerinizden ibaret değil! Küçüklüğümden beri dayak yedim. O adam… Latif… Bana cehennemi yaşattı. İki gün boyunca aç susuz bir odaya kapattı beni. Annem, Bahar… Beni korumak için her şeyi yaptı ama o adam asla durmadı!"
Sesim titredi ama gözyaşlarıma izin vermedim. Beni aciz sanmalarına izin veremezdim.
"Bir gün… Öyle bir dövdü ki beni, bayıldım. Gözlerimi hastanede açtım. Ölmek istedim. Her gün, her gece… Yağmurun altında, buz gibi havada saatlerce titreyerek bekletildiğimi hatırlıyorum. O ise pencerenin önünde oturmuş çayını içiyordu. Keyifle! Umursamazca! On gün… Tam on gün yataktan kalkamadım! Hasta oldum, okula bile gönderilmek istenmedim. Ama ben pes etmedim. Ne şartlarda okuduğumu biliyor musunuz? Bilmiyorsunuz! Annem, ailesinden kalan malları sattı. Bana gizlice verdi parayı. Kaçıp kurtulayım diye… Ama olmadı! O adamın öfkesi, kini yüzünden ben o hayata mahkum edildim!"
Odanın içi ölü gibi sessizdi. Herkes başını eğmiş, bana bakıyordu. Ama umurumda bile değildi.
"O mezarda yatan Bahar’ı affedemediğim gibi, sizi de affetmeyeceğim. Ne yaşarsanız yaşayın, benim yaşadıklarımı yaşamadınız! Eğer bir gün bunları unutur, yaşadıklarımı yok sayarsam, belki o zaman affederim. Ama şimdi değil! Hiçbir zaman değil! Hadi selametle!"
Kimsenin arkamdan konuşmasına, durdurmaya çalışmasına izin vermeden hızla kapıdan çıktım. Baturalp, hemen arkamdaydı. Ardından timdekiler… Ama ben nefes alamıyordum. Öyle bir acı çökmüştü ki içime, sanki tüm dünyamı karanlık bir bataklığa gömmüşlerdi. Ağladığımı gören timdekiler ne yapacağını şaşırmıştı. Onların yanında bu kadar güçsüz görünmek… O kadar ağrıma gitmişti ki…
ON GÜN SONRA
Büyük bir operasyon için hazırlıklar başlamıştı. Annem ve babam defalarca aramış, hatta karargaha kadar gelmişlerdi ama ben görmek istememiştim. Beni yıllar sonra hatırlayan insanları artık hayatımda istemiyordum.
Bütün hazırlıklar tamamlanmıştı. Baturalp ile timleri ikiye bölmüştük. Ama benim gözüm hiçbir şey görmüyordu. Öfkem, içimdeki o derin yara, bana insani duygularımı unutturmuştu.
Operasyon alanına geldiğimizde öyle bir hiddet vardı ki içimde, sesim bile titremedi.
"Düşmana acıma! İnsaf yok! Vicdan yok! Merhamet yok!" diye bağırdım.
Biz düşmana acımamayı öğrenmiştik. Ve artık… Artık beni bu öfke durduramazdı.
Çatışmanın tam ortasında kalmıştık ama biz Kartal Timi’ydik! Asla pes etmezdik! Tam yanımda duran Bora, öfkesinden deliye dönmüştü.
"Komutanım! Bir hafta sonra düğünüm var! Şu operasyon biter bitmez memlekete gideceğim!" dedi, bir el bombası fırlatırken.
Göz ucuyla ona baktım.
"İnşallah operasyon bitince gidersin!" dedim. Ama içimde kötü bir his vardı.
İlerlerken Baturalp diğer taraftan hainleri sıkıştırmış, biz de içeri dalmıştık. Ama bitmiyorlardı. Sayıları o kadar fazlaydı ki… Bir türlü bitmiyorlardı!
Tam o anda, Baturalp’in sesi yankılandı.
"Bora!"
Sol tarafıma döndüğümde… Bora, yere yığılmıştı.
Kan… Her yer kan içindeydi.
Gözüm hiçbir şey görmedi.
"Beni koruyun!" diye bağırarak koşup Bora’nın yanına çöktüm. Baturalp ile birlikte onu kenara çektik. Ellerimi yarasına bastırırken nefes alışverişinin zayıfladığını hissettim.
"Bora! Beni duyuyor musun? Konuş benimle!"
Gözlerini yavaşça araladı. Zor nefes alıyordu.
"Komutanım…" dedi kısık bir sesle. "Düğünüm vardı benim… Kübra’nın benden başka kimsesi yoktu… Eğer bana bir şey olursa, o ne yapar? Tek başına?"
Gözlerim doldu ama ağlamamaya çalıştım.
"Lan öyle konuşma! İyi olacaksın! O düğüne gideceksin!"
Bora, acıyla gülümsedi.
"Eğer… Eğer şehit olursam… Bütün haklarım Kübra’ya kalsın. Nikâh kıymıştık zaten… Ailem iyi davranmaz ona… O yalnız. Söz verin bana. Kübra’yı yalnız bırakmayın!"
Bora’nın elini sıktım. "Sana söz veriyorum! Ama sen iyileşeceksin!"
Ama biliyordum… Olmayacaktı… İki kurşun, kalbine çok yakındı.
Gözlerimin içine baktı… Son bir nefes aldı…
"Kübra size emanet…" dedi ve gözlerini kapattı.
Dünya durdu.
Zaman durdu.
Ben bir ailenin daha kapısını nasıl çalacaktım? "Oğlunuz şehit oldu" demek nasıl mümkün olacaktı?
Bora’nın yanına Mert çöktü. Ben ise… Ben artık hiçbir şey görmüyordum.
Avazım çıktığı kadar bağırdım.
"Merhamet yok! Yakın, yıkın burayı! Ben de Deva isem… Bora’nın intikamını almadan gitmem!"
Gözyaşlarımı sildim. Ama içimdeki yangın… Artık hiçbir zaman sönmeyecekti.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
35.47k Okunma |
3.52k Oy |
0 Takip |
53 Bölümlü Kitap |