Baturalp’in Anlatımı
Bir saat yol gitmiştik ama bana bir asır gibi gelmişti. Parmaklarım direksiyonu sıkmaktan uyuşmuş, dişlerimi sıktığımı fark etmemiştim bile. Telsizden gelen anonslar, motorun homurtusu, rüzgârın uğultusu... Hiçbiri aklımdaki tek soruyu bastıramıyordu. Deva nerede?
Geldiğimiz yer, harabe bir üç katlı binaydı. Zamanında belki bir karargâh ya da depo olarak kullanılmış olabilirdi ama şimdi ancak çökmeye yüz tutmuş, nem kokan bir viraneydi. Çatısı kısmen çökmüş, camları çoktan paramparça olmuştu. Kapının önünde durduk, askerlerim hızla pozisyon aldı. Ben ise silahımı son kez kontrol edip yavaş adımlarla öne çıktım.
"Keskin nişancı ihtimaline karşı dikkatli olun, kimse tek başına hareket etmeyecek." Sesim kararlıydı, ama içimde fırtınalar kopuyordu.
Binada bir hareket yoktu. Sanki biz gelmeden temizlenmiş gibiydi. Ama bu işte bir gariplik vardı. Koca bir örgüt, Deva gibi birini kaçırıp ortalığı bu kadar mı temiz bırakırdı? Tuzak olabilir. Bunu düşünerek adımlarımı yavaşlattım, askerlerim de dikkatle çevreyi tarıyordu.
Mert elindeki termal kamerayı kaldırdı, ekranı kontrol ettikten sonra başını bana çevirdi. "Sıcaklık izi yok komutanım, burada değil gibiler."
Kaşlarımı çatıp içeri girdim. Tüm tim binanın her köşesini didik didik arıyordu. Ama kimse yoktu.
Bir masa dikkatimi çekti. Küf kokusuna bulanmış eski bir tahta masa… Üzerinde buruşturulmuş bir kâğıt parçası ve Deva'nın saati vardı. O saati ona bizzat ben almıştım, sıradan bir hediye gibi görünse de içine küçük bir sinyal verici yerleştirmiştik. Demek ki adamlar fark etmişti.
Elim titreyerek kâğıdı açtım ve hızla okumaya başladım:
"Tek akıllı siz değilsiniz, Binbaşı. O saatin yüzbaşının yerini belirlemek için olduğunu, bir sinyal verici taşıdığını bilmediğimi mi sandınız? Çok yanılıyorsunuz. Yüzbaşıyı ben istemediğim sürece bulamazsınız. Ama merak etme, onunla işim bitene kadar yaşayacak. Şimdilik..."
Kâğıdı öfkeyle buruşturup fırlattım. Yumruğum, kontrolsüzce duvara indi. Allah kahretsin!
Bağırarak, "Oyun oynuyorlar bizimle! Bu herifler diğerleri gibi değil! Deva'nın gerçekten başı belada! Bana bir iz bulun! Bir şey bulun!" diye haykırdım.
Timde ölüm sessizliği vardı. Hepsi ne kadar öfkeli olduğumu biliyordu ama çaresizlik en ağır yüklerden biriydi. Ellerim boş, ne yapacağımı bilmez bir haldeydim. Sevdiğim kadın kim bilir ne haldeydi.
"Hadi gidelim, Komutanım. Gitmemiz gerek," Can’ın sesi soğuk ve sakindi ama içindeki endişeyi gizleyemiyordu.
Başımı hızla çevirdim, gözlerimi ona diktim. "Nereye gideceğim ben? Gidecek bir yerim kalmadı!"
Can, birkaç saniye sessiz kaldı ama söyleyeceklerini tartarak konuştu. "Biz Deva komutanimi bulacağız, Komutanım. Ama şimdi mantıklı düşünmeliyiz. İlk ipucunu değerlendirmemiz lazım."
Zeynep yaklaşarak saygıyla selam verdi. "Komutanım, Güven'in durumu iyi değil. Çok öfkeli.
Gözlerimi kapattım. Elbette... Güven, Deva'nın kardeşiydi. Abla kardeşin bağını her zaman görmüştüm. Deva bir şey olursa, Güven yikilirdi. Yıllar sonra kavusmuslardi.
"Onu yalnız bırakmayalım, Zeynep. Başında biri olsun. Ama kimse Deva’nın ailesine bir şey söylemeyecek.Onlar hiçbir şey bilmiyor, bilmeyecekler."
Mert hemen karşılık verdi. "Emredersiniz, Komutanım."
Derin bir nefes aldım, göğsüm sıkışıyordu. "Bunu yapan kimse, peşini bırakmayacağım. Ne olursa olsun Deva’yı sağ salim geri getireceğim."
Mert, Can, Zeynep ve diğerleri gözlerini bana dikti. Onlar da benim gibi öfkeliydi ama biz askeriz. Öfkemizi aklımızla yönlendirmezsek, kaybederiz.
"Hadi, bir ipucu daha bulalım." dedim ve tüfeğimi omuzuma asıp ilerlemeye başladım. Bu iş burada bitmeyecek. Bende binbaşı Baturalp işem bunu yapanların yanına birakmayacaktim.
Deva’nın Anlatımı...
Zaman kavramını kaybettiğimi fark ettiğimde, bu lanet yerde sekiz saatimi doldurmuştum bile. Ama bana sorsalar, sanki sekiz yıl geçmiş gibi hissettiriyordu. Ellerimi çözmüşlerdi, ama bu beni özgür kılmıyordu. Dışarıda devriye gezen adamları aşmak imkânsızdı. Üstelik sıradan adamlar da değillerdi. Hepsi silahlı, disiplinli ve en az bizim kadar eğitimliydi. Bizim yöntemlerimize, hamlelerimize hakimdiler. Sinyal cihazı olduğunu fark ettikleri saati bile daha arabadayken elimden almışlardı. Nasıl anladılar bilmiyorum, ama buradan çıkmamın kolay olmayacağını artık anlamıştım.
Bu sefer işler düşündüğümden de zordu.
Zaman geçmek bilmiyordu. Dışarıdan duyduğum sesler beni ilk defa tedirgin etmişti. Ama kendim için değil… Bundan bir yıl önce olsaydı, gözümü kırpmadan bu adamların arasına dalar, ölürsem şehit kalırsam yine tek kalırdım. Ölümden korkmazdım. Ama şimdi korkuyordum. Çünkü artık sevdiklerim vardı. Canımdan çok sevdiğim bir nişanlım vardı. Annem, babam ve kardeşim vardı. Onlar için yaşamalıydım.
Küf kokan yataktan doğrulduğumda, kapının yavaşça açıldığını duydum. İçeri giren adamlara göz gezdirdim. Tam on kişiydiler. Hepsi iri yapılı, sert bakışlı ve silahlıydı. Bunları etkisiz hâle getirmek, tek başımayken imkânsızdı. Bazı şeyler imkânsızdır ve ben şu an tam olarak imkânsızın içinde bekliyordum.
Beni buraya getiren adam ileri çıkarak konuştu.
“Hadi gidiyoruz.”
Nereye götürüleceğimi bilmiyordum ama ses tonundaki umursamazlık, kötü bir yere gideceğimi hissettirmişti. Adam, ellerini cebine sokup bana yaklaştı.
“Burayı bulmaları uzun sürmez. O yüzden şehir merkezine uzak bir yere götürüyoruz seni, Deva Yüzbaşı.”
İsmimi kullanması midemi bulandırdı. Devam etti:
“Dua et, misafirliğin uzun sürmesin. Bahar’ın seni kurtarması için bir günü var."
Bahar…
O isim ciğerimi yaktı. Adını duyduğumda içimde kopan fırtınayı saklamaya çalıştım. Adam beni dikkatle izliyordu, tepki vermemi bekliyordu. Ama ben suskun kaldım.
“Haa, eğer gelmezse… Şansına küs, yüzbaşı.”
Gözlerim karardı. Bahar... Yaşıyor muydu? Hayır. Olamazdı. Ölmüştü. Bunu biliyordum. Gözlerimle görmüştüm. Bahar yaşıyor olamazdı.
Ellerimi ve gözlerimi bağladıklarında artık mücadele edecek gücüm de kalmamıştı. Kaçmak istesem bile artık her şey için çok geçti. Beni bir arabaya bindirdiler, yaklaşık yarım saat yol gittikten sonra tekrar bir hücreye kapattılar. Gözlerimi açtıklarında boğazıma bastıran havasızlığı hissettim. Burası daha da karanlıktı. İçimde büyüyen sıkıntı ile dizlerimi kendime çektim.
Bir gün geçti.
Ne tim beni bulabilmişti ne de ben kaçacak bir yol bulabilmiştim.
Ayak seslerini duyduğumda, gözlerimi kapattım. Kapı açıldı.
İçeri giren adam sigarasını bir kenara atıp gülümsedi.
“Şansin yokmuş , yüzbaşı. Bahar gelmedi. Artık senin de sonun geldi.”
Hiç gözümü kırpmadım. İçimde beliren korkuyu bastırdım. Tek düşündüğüm şey, sonumun böyle olmaması gerektiğiydi.
Adamın telefonu çaldı. Yüzü değişti. Kaşlarını çatarak konuştu.
“Ne? Geldi mi?”
İçim dondu.
Bahar…
Yaşıyor muydu?
Hayır, hayır. Olamazdı. Gözlerimi sıkıca kapattım. Bir an için rüya görüyor olmayı diledim. Ama bu rüya değildi.
Adam telefonu kapattı, elindeki telsize konuştu.
“Bahar’ı içeri getirin. Yüzbaşı son kez görsün.”
On dakika sonra kapı yeniden açıldığında, nefesimi tuttum.
Ve onu gördüm.
Bahar...
Saçları kısacık kesilmişti. Yüzü solgun, gözleri çökmüştü. Ama... Ama gözleri hâlâ aynı bakıyordu.
O bana baktığında, dünya durdu.
O an, her şeyin bir yalan olduğunu anladım.
Gerçekten yaşıyordu.
Bahar…
Beni sevdiğini gözlerinden okuyordum. Her şeye rağmen, burada olmama rağmen, bana öyle bir baktı ki...
Benim için gelmişti.
Benim hayatım için, kendi hayatından vazgeçmişti.
Bir insan, başkasının çocuğunu bu kadar çok sever mi?
İçimden geçen cümleyi beynim susturamadı.
Ama Bahar sevmişti.
Öyle çok sevmişti ki...
Beni korumak için her şeyi yapmıştı. Belki de yine benim için buradaydı.
Bana bakıp usulca konuştu:
“Deva…”
Öfkeyle haykırdım.
“Madem yaşıyordun, neden geldin?! Aklını mı kaybettin?! Seni de, beni de burada öldürecekler! Neden geldin?!”
Bahar bana bakarak gülümsedi.
“Senin için, kızım.”
Bağırdım. “Saçmalama!”
Bahar başını iki yana salladı.
“Sen benim kızımsın. Merak etme, kurtulacaksın buradan.”
Beni buraya getiren adama döndü.
“Söz verdiğin gibi onu bırak. Ne istiyorsan bütün bilgileri vereceğim. Eğer Deva buradan çıkmazsa, tüm deliller yetkililere ulaşır ve hepiniz yok olursunuz.”
Hayır.
Hayır.
Hayır!
İçimde bir fırtına koptu.
“Hayır! Buradan birlikte gideceğiz! Seni burada bırakmam, Bahar!”
Bahar gözlerime derin bir hüzünle baktı.
“Sana git dedim, Deva. Ben zaten yaşamıyorum, biliyorsun.”
Gözlerim doldu.
“Sen benim hayatımı mahvettin. Sen benim annemdin! Anlamıyor musun?!”
Bahar gözlerini kaçırdı.
“Sana yalvarıyorum, git. Ne olursun git kızım. Senin üzerinde birazcık emeğim, hakkım varsa git."
Gözlerimi kapadım.
Ve bir karar verdim.
Adamın silahına kaydı gözlerim. Yanında duruyordu. Ağır bir silahtı.
“Bana bir kez sarılabilir miyim?” dedim. “Sonra gideceğim.”
Bahar, gözleri dolu dolu başını salladı.
Onu kendime çekerken, kulağına fısıldadım.
“Sana söylediğimde sağ tarafa koş. Arkana dönüp sakın bakma.”
Bahar, başını salladı.
Ve o an, içimdeki savaşçı uyandı.
Bahar’ın karnına hafifçe baskı yaparak geri çektim, hızla silaha uzandım. Olanları anlamadan silahı kavradım ve... Koş anne koş diye bağırdım.
Şimdi, savaş başlıyordu.
Ben Deva Yüzbaşı’yım.
Ve ben bitti demeden, bu iş bitmez!
Bölüm sonu.....
Sizce bahar ve Deva kurtula bilecek mi??
Lütfen yorumlarda belirtmeyi unutmayın.
Bir sonraki bölümde görüşmek üzere kendinize iyi bakın 🫶🏻🫶🏻🫶🏻🫶🏻 yorum yapmayı unutmayın lütfen....
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
35.47k Okunma |
3.52k Oy |
0 Takip |
53 Bölümlü Kitap |