22. Bölüm

22. Bölüm

Hayatın akışında kendini bulmak
birufakyolculuk

 

“Tuzak!” diye bağırdı Kaan.

Sesi, gecenin sessizliğini yırtarcasına yankılandı. Dağ yamaçlarından yankılanan sesiyle birlikte sanki yer bile titremişti. Ay ışığı zırhlarımızın metalinde solgun bir çizgi gibi parlıyordu.

“Komutanım, etrafımızı sarmışlar!” dedi Mert.

Nefesi kısa kısa çıkıyor, kelimeleri panikle karışıyordu. Elindeki silah titrerken göz bebekleri bir noktada kilitlenmişti.

“Herkez sakin olsun, kendinize gelin!” diye bağırdım.

Sesim çatallandı ama emir sertti. Silahımı daha sıkı kavrayıp etrafı taradım. Toprak kokusu, barutla karışmış; uzaklardan bir köpek havlaması geliyordu. Her yer öylesine sessizdi ki, bir yaprak düşse mermi sanabilirdin.

“Kimsiniz lan siz!” diye bağırdım.

Sesim yankılandığında karanlıkta bir gölge hareket etti.

Orta boylu bir adam, karanlıktan yavaşça öne çıktı.

Üzerindeki mont paramparçaydı, yüzü kirliydi, ama gözlerinde tanıdık bir nefret vardı.

“Cana can istiyoruz, komutan,”

Sözleri, havada buz gibi asılı kaldı.

“Lan, kimin kuyruğuna basmışız yine?” dedi Can, dişlerinin arasından sıkılmış bir kahkaha ile.

Gerginlik içinde bile o alaycı tonunu kaybetmiyordu.

Adam geriye dönüp bağırdı:

“Devran komutanın canını aldınız! Bu yanınıza kalmaz! O binbaşı da bunun cezasını canıyla ödeyecek. Sen de üsteğmen!”

Sonra öfkeyle avazı çıktığı kadar haykırdı:

“Ateş edin! Öldürün şunları! Kimse buradan sağ çıkmayacak!”

“Herkez dikkatli olsun!” diye bağırdım.

Timdekiler pozisyon aldı. Gözler karanlığa alıştıkça, çevremizi saran gölgelerin hareket ettiğini fark ettim. Nefeslerimiz ağırlaştı.

Bir anda sessizlik oldu.

Yakınlardan bir bomba sesi yankılandı. Alev gökyüzünü yırtarken toprak havaya savruldu. Hepimiz refleksle yere kapandık.

Ama sonra fark ettim: bu patlama bizim değil, onların bölgesindendi.

Evet… tuzak kuranlar, kendi tuzaklarına düşmüştü.

Baturalp’in timi tam zamanında gelmişti.

Karanlığın içinden çıkan askerler, koordineli bir saldırıyla çevreyi sardı.

Kurşun sesleri havayı doldurdu, toz bulutunun içinde gölgeler yere yığıldı.

Telsizden Baturalp’in sesi geldi, gür ama kontrollüydü:

“Deva, sivilleri koruyun.”

“Komutanım, bu köyde iki,üç çocuktan başka sivil yok. Gelirken köyde dolaşan herkes silahlınmis bize ateş ediyorlar,”

On dakika sonra Can’ın sesi yankılandı telsizde:

“Komutanım, çocuklari buldum. Zorla getirilmişler, ailelerinden zorla alinmislar.”

Operasyon bittiğinde hava ağırlaşmış, sessizlik yeniden çökmüştü.

Toz bulutu yavaşça dağılırken, yanan saman ve barut kokusu her yere sinmişti.

Etrafta durum tespiti yapıyorduk. Çocukları bulduğumuzda gözleri korkudan donuktu; üzerlerinde toz, ayakları çıplaktı.

Onları Baturalp’in timiyle ailelerine gönderdik. Bizse sağ ele geçirdiğimiz hainlerle birlikte karargâha döndük.

Baturalp’in yüzü taş gibiydi. Sinirini kelimelerle anlatamazdın.

Çocuklar konusundaki hassasiyetini herkes bilirdi.

Birkaç yıl önce kardeşi onu ziyarete gelirken … kaçırılmış, günler sonra tanınmaz halde cansız halde bulunmuştu.

Hiç acımamışlardı ona.

O günden sonra Baturalp’ın içinde bir şey kırılmış, yerine öfke oturmuştu.

Artık onun için her çocuk, kaybedilmiş bir kardeşin hatırasıydı.

Yakalananların sorgusuna başlamadan önce kısa bir mola verdik.

Operasyondan döndüğümüz için yorgunluktan dizlerimiz titriyordu.

Bahçedeki banka oturdum.

Gökyüzü griydi; rüzgâr hafifçe esiyor, taş zeminde botların tıkırtısı yankılanıyordu.

Bir kahve alıp derin bir nefes çektim. Tadı acıydı, ama ayakta kalmak için gerekiyordu.

Telefonumu çıkarıp babamı aradım. Hemen açtı.

“Çiçek ile Ahmet’in evindeyiz, kizim.”

“İşlerim var baba, sonra uğrarım,”

Kelimeler kısa ama içim doluydu.

Telefonu cebime koyarken Baturalp’ten mesaj geldi:

“Deva, odama gelir misin?”

“Tamam, hemen geliyorum,”yazdim.

Kahvemi bitirip merdivenleri tırmandım. Bardak elimde, metalin sesi mermerde yankılandı.

Baturalp’in odası hemen yanımdı. Kapısını çaldım.

“Gel,” dedi içerden tok bir sesle.

Kapı gıcırdayarak açıldı.

Asker selamı verdim. “Buyurun, komutanım.”

Baturalp, masanın arkasından kalkıp yanıma geldi. Kapıyı kapattı, kilidi çevirdi.

Sonra hiçbir şey söylemeden bana sarıldı.

Kolları demir gibiydi, ama içinde kırılgan bir şey hissediliyordu.

“Deva,” dedi sessizce, “ben çok sinirliyim. Seni görmek istedim. Sinirim ancak seni görünce geçiyor.”

Nefesini hissediyordum, titrek, yorgun ama gerçekti.

Bir süre öyle kaldık. Sonra ayrıldı.

“Gel, otur,”

Koltuğa oturdum, o da yanıma geçti.

“Her çocuk gördüğümde kardeşim geliyor aklıma, Deva.

O çocukları da kaçırmışlar… ya onlarda kardeşim gibi olsaydı? Deva ya yetişemeseydik.”

Ellerini tuttum.

“Baturalp, bak kurtardık onları. Şimdi iyiler.

Sinirlisin biliyorum ama sakin olman gerek,”

“Olamıyorum, Deva. Sen hatırlamıyor musun kardeşimi ne halde bulduğumuzu?” dedi, sesi kısılmıştı.

“Hatırlıyorum,” dedim, gözlerimi yere indirdim.

Söyleyecek kelime bulamadım. İçimde o görüntü yeniden canlanmıştı.

Bir sessizlik çöktü.

Rüzgâr dışarıdaki yaprakları oynatıyor, odanın içindeki duvar saati tıkır tıkır işliyordu.

“Bir çay içelim mi?” dedim, aslında amacım konuyu değiştirmekti.

“Tamam, olur. Ama dışarıda içelim. Burada boğulacak gibi oluyorum,”

“Ben alırım çayları, sen bahçeye çık,”

“Olmaz, beraber alırız. Sonra bahçeye çıkarız,” diye karşılık verdi.

“Olur, hadi gidelim,”

Bahçeye geçtik.

Gece serinlemişti; ay toprağın üstüne solgun bir ışık serpiyordu.

Uzakta nöbet tutan askerlerin siluetleri belli belirsiz görünüyordu.

Nazlı ile Can yan yana yürüyordu. Bizi görünce doğruca yanımıza geldiler.

Baturalp’in yüzündeki sert ifadeyi fark ettiklerinde, hemen benim tarafıma yaklaştılar.

“Deva komutanım, biz evlenmeye karar verdik Nazlı ile,” dedi Can, aniden.

Sesi hem heyecanlı hem tedirgindi.

İçtiğim çayı öyle bir yudumladım ki boğazım yandı.

“Ne zaman karar verdiniz oğlum siz? Hiç haberimiz yok. Hayırlı olsun,”

“Komutanım, hayırlı işler bekletmeye gelmez,” dedi Can, gülümseyerek.

Baturalp ile göz göze geldik.

“İki gün sonra istemeye gideceğim,” dedi ciddi bir ifadeyle.

“Komutanım, siz de geleceksiniz değil mi?” diye sordu Nazlı.

Nazlı’nın gözlerinde tatlı bir umut vardı.

“Nazlıcım, kusura bakma ama ben gelemem. Babamın yanında olmam lazım,”

“Tamam o zaman biz girelim,” dedi Can.

Normalde şakacı tavrını hiç bozmazdı ama Baturalp’in moralinin bozuk olduğunu fark edince fazla uzatmadı.

Biz çaylarımızı bitirdik.

Baturalp doğrudan odasına geçti.

Ben de kapıdaki askerlerle konuşmak üzere yürürken telefonum aniden titredi.

Ekrana baktım.

Gelen mesajın ilk cümlesi kalbimi durdurdu:

“Üsteğmen, binbaşının kardeşi yaşıyor. Hem de size çok yakın.”

Devamını okudukça nefesim kesildi.

“Eğer yazacağım adrese tek başına ve kimseye söylemeden gelirsen, sana binbaşının kardeşinin yerini ve kim olduğumu söyleyeceğim.”

Altında saat ve adres yazıyordu.

Ekranın ışığı gece karanlığında yüzüme vurdu. Kalbim, göğsümde bir bomba gibi atmaya başladı.

Bir anda tüm dünya sessizleşti.

Bu bir tuzak mıydı, yoksa geçmişin tozlu defterinden bir hakikat mi çıkacaktı?

Cevap, o mesajın satır aralarında gizliydi.

Ve ben, o sırrın kapısını aralamaya kararlıydım

Bölüm : 19.01.2025 19:41 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...