
Arkamı döndüğümde, Baturalp elimi sıkıca tutmuştu. Parmaklarının arasından yayılan sıcaklık, öfkemin buz gibi damarlarında yankılandı.
Arkasında tüm tim, sessizce bana bakıyordu. Gözlerindeki endişe ve kararlılık karışımı bakışlar, içimdeki fırtınayı dindirmeye çalışıyordu.
Elimi sertçe çekip öfkeyle baktım Baturalp’e.
“Ben size gelmeyin demiştim!” dedim dişlerimin arasından, sesim titriyordu. “Neden geldiniz komutanim?”
Baturalp’in yüzündeki ifade, bir anda kararlı bir sertliğe dönüştü.
“Senin ne yapacağını kestiremedim Deva,” dedi sakin ama otoriter bir sesle. “Bırak şu rezil, korkak adam için kendini harcama.
Onun cezasını adalet verecek. Zaten biz adalet için uğraşmıyor muyuz?"
Nazlı araya girdi, gözleri nemliydi. “Seni tek başına bırakır mıydık komutanım? Asla.”
Bir an sessizlik çöktü. Rüzgâr bahçedeki kurumuş yaprakları savurdu, sanki geçmişin yankısı kulağımda uğulduyordu.
Gözlerim tekrar Latif’e döndü. Onun yüzündeki korkuyu görmek içimde garip bir rahatlama hissi yarattı.
“Tamam, madem geldiniz, dinleyin o zaman.” dedim, sesim bu kez daha derindi, öfkem buz gibi keskinleşmişti.
“Bu adam var ya... benim hayatımı çaldı. Şimdi de kalkmış, ‘ailen başkası’ diyor.
Biliyor musunuz? Hiç üzülmedim. Gerçekten ailem değillermis...Şu anda o kadar mutluyum ki!”
Cebimden telefonu çıkarıp ekrana dokundum. Kayıt ikonuna basarken dudaklarımda ince bir tebessüm belirdi.
“İşte şimdi,” dedim, gözlerimi Latif’e dikerek, “gün yüzü göremeyeceksin Latif efendi.”
Konuşmalarımızı çoktan kaydetmiştim. O an gözlerindeki korku bir çocuk gibiydi, titriyordu.
“Hadi,” dedim başımı çevirip timdekilere, “gidelim artık. Gerisini polis halleder. Ama gitmeden önce uğramam gereken bir yer daha var.”
Gözlerim uzaklara daldı.
“Size gelmeyin diyeceğim ama nereye gitsem peşimde olduğunuz için… beraber gidelim."
Arabalar çalıştı, motor sesleri sessizliği böldü. Mezarlığa doğru sürdük.
Yol boyunca gözümden tek damla yaş akmadi.Sadece motorun homurtusu ve rüzgârın uğultusu vardı.
Mezarlığa vardığımızda ayaklarım beni otomatik olarak annemin mezarına götürdü.
Taşın üzerindeki ismi parmak uçlarımla okşadım: Bahar Akkurt.
Dizlerimin bağı çözüldü, toprağın üzerine çöktüm.
“Ben geldim, anne… Buraya son gelişim… son kez anne diyorum sana.”
Rüzgâr saçlarımı savurdu, gözyaşlarım toprağa karıştı.
“Seni hiç bir zaman affetmeyeceğim. Beni, kendi hayatını, her şeyi yaktın.
Her tokadında biraz daha eksildim, her sessizliğinde biraz daha öldüm.
Benim de mutlu olmaya hakkım vardı, biliyor musun? Her gün o adamın elinde dayak yerken, nasıl sızlamadı vicdanın?...
Suçlu Latif değil tüm suçlu sensin... Beni bile isteye o cehenneme getirsin.
Latifin öyle bir adam olduğunu bilerek getirdin beni o adamın yanına. cehennemde cayır cayır sen yaktin beni anne...
Ellerim toprağa gömülüyordu, parmaklarımın arasında çamur birikmişti.
“Neden yaptın bunu? Neden beni ailemden aldın? Ama bil bir şeyi, sana verdiğim sözü tuttum.
Seni bu toprağa koyana gün yüzü göstermem demiştim, ve bak… sözümü tuttum.”
Gözlerimi kısarak mezar taşına fısıldadım:
“O adam, bize yaşattıklarını yaşamadan bu dünyadan gitmeyecek.
Bunun için elimden geleni yapacağım. Hoşça kal… anne.”
Ayağa kalktım. Elimle gözyaşlarımı sildim, sesim artık soğuktu.
“Hadi gidelim komutanım, artık bitti işim.”
Baturalp başıyla onayladı, sessizce arkamdan yürüdü.
Karakola gidip suç duyurusunda bulunduk. Annemin el yazısıyla yazdığı itiraf mektubunu ve Latif’in itiraf kaydını teslim ettim.
Çıkarken içimde garip bir hafiflik vardı; sanki yıllardır sırtımda taşıdığım ağırlık bir nebze azalmıştı.
Gece eve vardığımızda herkes dağılmıştı. Yorgunluk yüzlerden okunuyordu. Çiçek ve Ahmet, benim evde kalmışlardı.
Sabaha karşı yataktan nasıl kalktığımı hatırlamıyorum. Cep telefonumun tiz sesiyle irkildim. acil emir vardı toplanma emri.
Ahmet’le birlikte hızla karargaha gittik. Toplantı odasına girdiğimizde tim eksiksizdi. Herkesin yüzü gergindi.
Kapı sertçe açıldı, Olcay Albay içeri adeta fırtına gibi girdi.
“Haber geldi!” dedi, sesi kararlı ve yüksek tondaydı.
“Özel harekât polisleri, kimliği belirsiz bir grupla çatışmaya girmiş.
Üç polis ellerinde rehine. İstihbarattan yeni bilgi geldi, konum az önce ulaştı. Hemen çıkıyorsunuz!”
Emir verilmişti. Herkes refleks gibi hareket etti. Silahlar, teçhizat, telsizler… Dakikalar içinde hazırdık.
Yola çıktık. Verilen konum, şehir dışındaki terkedilmiş bir fabrikaydı.
Duvarları yosun tutmuş, camları kırılmış, etrafı sessiz bir karanlığa gömülmüştü.
Rüzgâr, kırık pencerelerden uğuldayarak geçiyor, metal kapılar hafifçe gıcırdıyordu.
Uzaktan keşif yaptık; nöbet tutan birkaç adam vardı. Sessizce ilerledik.
Birbirimize sadece göz işaretleriyle komut veriyorduk. Nefesler bile sessizdi.
İlk adamı sessizce etkisiz hale getirdik, ardından ikinciyi. İçeriye girdiğimizde nem ve pas kokusu yüzümüze çarptı.
Adımlarımız yankılanıyordu. Her köşede tehlike vardı.
Bir anda Mert’in sesi kulaklıktan yankılandı:
“Deva Komutanım, dikkat! Dışarıdan gelenler var, arkanızdalar!”
Kalbim hızla çarpmaya başladı. Yavaşça arkamı döndüm.
Karşımda iki adam… ikisinin de silahı bana doğrultulmuştu.
Ve bir silah sesi yankılandı.
Hava bir anda kesildi, zaman durdu. Barut kokusu ciğerlerime doldu, kulaklarım uğulduyordu.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 45.19k Okunma |
4.21k Oy |
0 Takip |
53 Bölümlü Kitap |