44. Bölüm

44- Tevafuk

Kübra Ö.
birkitapbirkubra

Selamünaleyküm :)

Nasılsınız bakalım?

Uzun, upuzun bir bölüm sizlerle. Eğlenceli, dolu dolu ve duygu yüklü sıcacık bir bölüm oldu. (Öyle olduğunu düşünüyorum, İnşallah sizler de okuduktan sonra böyle düşünürsünüz.)

Sizi daha fazla tutmadan yeni bölümle baş başa bırakıyorum. İyi okumalar dilerim 🤍

(Satır aralarına bol bol yorum yapın olur mu? 10 binden fazla kelime içeren bu bölüm hak ediyor bence bunu 🥹)

 

 

 

 

~ Erva

 

Gözkapağıma dokunan yumuşak ve tüylü bir şey, mırıldanarak yerimden kıpırdamama sebep oldu. Sağ tarafıma dönüp uykuma devam edeceğim sırada aynı şey yeniden gözümün üzerine dokununca zorla gözlerimi araladım. Daha doğrusu sadece sağ gözümü çünkü o tüylü ve ne olduğunu anlamadığım yumuşak şey, şu an sol gözümün üzerindeydi.

 

Tam önümde bana bakan mavileri görünce burnumdan nefes vererek gülümsedim. “Çınar, sen miydin yaramaz?” dedim sol gözümün üzerindeki patisine dokunarak. Sorumu miyavlayarak cevapladıktan sonra bana sokuldu. Yaptığına gülerek onu kendime çektim. Çok sıkmadan sarıldıktan sonra başından öptüm. Çenesini okşadığımda bunun hoşuna gittiğini belli eden mırıltılar çıkararak bana daha çok sokuldu. Bende buna devam ederek gözlerimi kapattım.

 

Dün gece iki saat boyunca Kerem’le bahçede kartopu savaşı yapmıştık. Bu yüzden çok yorgundum. Eve geldiğimde bütün vücudum soğuktan dolayı uyuştuğundan sıcak bir duş almıştım. Ne olur ne olmaz diyerek birkaç ilaç almış, koca bir bardak da ıhlamur içmiştim. Çınar’a kendimi affettirdikten sonra saat ikiye gelirken uyumuştum. Sabah namazına da bu yüzden zor kalkmıştım ama neyse ki kalkmıştım. Kıldıktan sonra da hızla yatağıma geçip uykuma kaldığım yerden devam etmiştim.

 

Tüm bu yorgunluğa rağmen yine de devam edecektim kartopu oynamaya ancak Kerem, eğer eve geçmezsem beni omzuna atıp zorla götüreceğini söyleyince mecbur kalmıştım. Kahvelerindeki ısrarcı bakış bunu yapacağını yeterince kanıtlıyordu çünkü. Özellikle sırf bu yüzden nişandan sonra dini nikâhımızın olmasını istediğini söylediğinde hemen kabul etmiştim. Gerçekten de çok bir araya geliyorduk ve bunun doğru olmaması… Bu yüzden doğru olanı yapmak en iyisiydi. Yani, Allah katında birbirimizin helali olmamız…

 

Kerem’i düşündüğümde, içimde tarifi zor bir huzur yankılanıyordu ve o huzur yine baş göstermeye başlamıştı. Sanki kalbim onun adını her attığında, dünya bir anlığına durup nefes alıyor. Gülüşüyle içimde açan baharlar, sesiyle dinen fırtınalar vardı. Onunla olan her şey daha huzurlu, daha anlamlı… Belki de hayatımın en anlamlı kışını yaşıyordum bu yüzden. İçimdeki sevgi, dışarıdaki kar gibi bembeyaz ve tertemizdi. Onunla geçirdiğim anlar, kalbime iz bırakıyordu. Bazen sadece birlikte susmak bile yetiyordu; yanında olmak, konuşmaktan çok daha şey anlatıyordu bana.

 

Rahat bir nefes vererek göğsüme sinen Çınar’a baktım. Parmaklarım sırtında gezinirken, onun bundan dolayı rahatlıkla kıvrılması içimi yumuşattı. Küçük dostumun bana bu kadar güvenmesi beni çok mutlu ediyordu. Hayattaki en güzel iyi kilerimden biriydi o da ve iyi ki benim yanımdaydı.

 

Sırtını okşamaya devam ederek “Çınar, acıktın mı?” diye sordum. Başını göğsümden kaldırıp bana baktığında bunu 'evet' olarak algılayıp “Hadi seni doyuralım,” dedim yatağımdan doğrularak. Çınar yatağımdan inince ayağa kalktım. Odamın camını açtıktan sonra beraber odamdan çıktık.

 

Saat on bire geliyordu. Annem çoktan işe gitmişti. Benim de dersim vardı ancak yorgun olduğumdan devamsızlık kullanmaya karar vermiştim. Zaten finallere az kalmıştı ve devamsızlık hakkım olduğundan okula hiç gitmesem de olurdu. Mutfağa geçip Çınar’ın mama kaplarını doldurduktan sonra, o yemeğini yemeye başlarken bende lavaboya geçtim. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra odama geçtim. Siyah tişört ve gri eşofman altımı giyip aynanın karşısına geçtim. Saçlarımı tarayıp üstten gevşek bir topuz yaptıktan sonra odamdan çıkıp tekrardan mutfağa geçtim.

 

İlk işim dolaptan kahvaltılıkları çıkarmak oldu. Su ısıtıcısını çalıştırdıktan sonra omlet yapmak için tavayı tüpün üzerine koydum. Çırptığım yumurtayı üzerine koyup omleti yaptığım sırada su çoktan ısınmıştı. Tek olduğumdan bir demlik çay yapmak anlamsızdı, -ki bende çok çay seven biri olmadığımdan israftı. Bu yüzden kilerden sallama çayların olduğu kutudan bir tane poşet çay çıkardım. Kupaya koyduktan sonra üzerine sıcak suyu döktüm. Omleti de tabağa koyduktan sonra masadaki yerimi aldım.

 

Yavaş yavaş kahvaltımı yapmaya başladım. Kahvaltıdan sonra ilk işim ilaçlarımı almak oldu. Daha sonra mutfaktaki işlerimi hallettim. Çınar benden önce yemeğini yiyip odama geçmişti. Bu yüzden mutfaktan çıktığımda önce odama geçtim. Çınar’ın sepetinde uyuduğunu görünce odamdan çıkıp lavaboya geçtim. Abdest aldıktan sonra tekrardan odama geçtim. Lacivert, pullu feracemi üzerime geçirdikten sonra ezan yarım saat önce okunduğundan ilk olarak öğleyi kıldım. Namazdan sonra komodinin üzerinden telefonumu, kitaplığımdan da Kur’an’ımı alıp çalışma masama geçtim.

 

Kur’an okumaya geçmeden önce telefonuma uzandım. Şifreyi girip interneti açtığımda üst üste mesajlar gelmeye başladı. Okul grubundan yine bi’ dolu mesaj gelmişti. Birkaç arkadaşım da bugün neden gelmediğimi sormak için özelden yazmışlardı. Hepsine tek döndükten sonra hızla Kerem’den gelen mesajları açtım.

 

HAYATIM: Günaydın Erva.

HAYATIM: Nasılsın? Hasta falan olmadın değil mi?

 

Mesajları beni gülümsetirken çevrim içi olduğunu fark ettim. Aklıma gelenle yüzümdeki gülümseme yerini muzip bir ifadeye bırakırken cevap yazdım.

 

SİZ: Günaydın.

SİZ: İyi değilim Kerem. Kendimi çok yorgun hissediyorum. Galiba hasta oldum.

 

Mesajı attıktan sonra ne tepki verecek diye merakla beklemeye başladım. Birkaç dakika içerisinde mesajlarımı gördü ve hızla cevap yazmaya başladı.

 

HAYATIM: Ne? Ciddi misin?

HAYATIM: Çok mu kötüsün?

HAYATIM: Ah be Erva, sana dedim o kadar ama dinleyen kim?

HAYATIM: Evde misin? Bekle beni, izin alıp geliyorum. Hastaneye gidiyoruz.

HAYATIM: Senin hemen iyileşmen gerekiyor. Özellikle de pazar gününe kadar.

 

Üst üste gelen mesajlar beni bir yandan küçük bir şaşkınlığa sokarken bir yandan da Kerem’in saniyeler içerisinde bu kadar mesajı nasıl atabildiğini düşünmeye itti. Küçük bir şaka yapayım dedim ancak bundan sonra Kerem’e şaka yapmamak en iyisiydi.

 

SİZ: Kerem, sakin ol lütfen.

SİZ: Şaka yaptım. İyiyim, bir şeyim yok ve gelmene de gerek yok.

 

Mesajları atmamla görmesi bir oldu ancak cevap gelmedi. Cevap yazdığına dair bir işaret de görmeyince sandalyemde dikleşerek derin bir nefes aldım. Parmaklarım tekrardan ekrandaki yerlerini alınca hızla yeni bir mesaj yazdım.

 

SİZ: Kerem, orada mısın?

SİZ: Özür dilerim seni endişelendirmek istemedim, sadece küçük bir şaka yapmak istedim.

 

Yine görüldü ancak cevap gelmedi. Dudaklarımı öne doğru bükerek ofladım. Bir yandan da içimden kendime kızıyordum. Söz konusu ben oldum mu gözü hiçbir şeyi görmüyordu. Bunu bildiğim halde böyle bir şaka yapmam… Ben, kesinlikle akıllanmaz bir deliyim.

 

Kerem’in cevap vermeyeceğini, hatta bana kızgın olduğunu düşünürken telefonum çalmaya başladı. Onun aradığını görünce elimi kalbime koyarak derin bir nefes aldım. İçimdeki heyecanı az da olsa dindirmek için yaptığım bu hareket hiçbir işe yaramayınca bunu umursamayıp aramayı cevapladım.

 

“Efendim?” dedim mahcup bir şekilde, bir yandan da bana kızgın olmamasını umarak.

 

“Erva Ertürk’le mi görüşüyorum?” diye sordu resmi bir şekilde. Sesindeki ciddiyet, kızgın olduğunu kanıtlar nitelikteydi. Yavaşça yutkundum. “Evet,” dedim sakin tutmaya çalıştığım sesimle.

 

“Sizi, bir başkomiseri endişelendirmekten tutukluyorum.”

 

“Ne?”

 

“Doğru duydunuz…” dedi ancak cümlesini devam ettirmesine arkadan gelen gür bir kahkaha engel oldu. Semih Ağabey’in kahkahası Kerem’in de bana şaka yaptığını kanıtlarken bende gülmeye başladım. Bunu söylediğim günden beri gerçekten de eline düşmüştüm. Bir gün beni gerçekten tutuklayacaktı ama bakalım ne zaman olacaktı?

 

Kerem homurdanarak “Semih, sus kardeşim yoksa seni de bir başkomiserin şaka yapmasına engel olmaktan tutuklarım ona göre,” dediğinde Semih Ağabey daha çok gülmeye başladı. Bende telefonu kendimden uzaklaştırıp gülmeye devam ettim. Bana seslendiğinde zorda olsa gülmeyi bırakıp telefonu kulağıma dayadım.

 

“Erva, gülme lütfen,” dedi sitemli bir sesle. “Beni çok korkuttun.”

 

“Özür dilerim,” dedim derin bir nefes alarak. “Seni korkutmak istemedim. Sadece küçük bir şaka yapmak istedim ama merak etme, aklım başıma geldi. Sana bir daha, özellikle de sağlığımla ilgili şaka yapmayacağım.”

 

“Özür dileme lütfen. Ben, sadece endişelendim ama neyse ki iyisin,” dedi sıcacık bir sesle. “Benim için önemli olan da bu.”

 

Rahatlıkla gülümsedim. Cevap vereceğim sırada “Bir dakika,” dediği için durdum. “Semih, dışarı hadi,” dediğinde kıkırdadım. Semih Ağabey “Ben sessizce oturuyorum kardeşim, siz devam edin konuşmaya,” dedi sesinde alaycı bir tınıyla.

 

“Sırıtma ve çık dışarı Semih,” dedi Kerem ciddi bir sesle. “Yoksa gerçekten tutuklamak zorunda kalırım seni ona göre.”

 

“Tamam kardeşim tamam. Şaka yaptım zaten,” dedi Semih Ağabey gülerek. “Bir de işim vardı. Ondan çıkıyorum yani haberin olsun. Tutuklama tehdidinle alakası yok. Bu arada, ekibi çağırıyorum tekrardan haberin olsun.”

 

“İyi,” dedi Kerem homurdanarak. Semih Ağabey şu an nasıl bir ifade takınmıştı bilmiyordum ancak nedense Kerem’in homurdanmasına sebep olacak bir muziplik olduğunu düşünüyordum. Karı-koca aynılardı çünkü ve bunu, Sema da bana yapıyordu.

 

Semih Ağabey’in çıktığını belli eden kapının kapanma sesini duyduğum sırada Kerem “Şükür,” deyince yanılmadığımı anladım ve bu yüzden gülmeye başladım.

 

“Lütfen gülme Erva,” diyen Kerem’in ciddi sesinden dolayı gülmeyi bıraktım. Dudaklarımı birbirine batırırken “Tamam,” dedim zorla mırıldanarak.

 

“Gerçekten iyisin değil mi?”

 

“Evet, dediğim gibi iyiyim merak etme.”

 

“Çok şükür,” dedi rahatladığını belli edecek şekilde nefesini vererek. “Yoksa ciddi ciddi kalkıp gelecektim.”

 

“Kusura bakma, gerçekten seni korkutmak gibi bir niyetim yoktu,” dedim mahcup bir halde. “Sadece, küçük bir şaka yapayım dedim ama yüzüme gözüme bulaştırdım.”

 

Küçük bir kahkaha attı. Benim için dünyanın en tatlı melodisiydi o kahkaha ve duymak bana çok iyi gelmişti. Gülmeyi bırakıp derin bir nefes aldıktan sonra “Sadece yüzüne gözüne bulaştırmakla kalmadın, aynı zamanda da beni ekibime rezil ettin güzelim,” dedi.

 

‘Rezil oldum’dan kastının ne olduğunu, nasıl bir tepki verdiğini bilmesem de kendimi tutamayıp kıkırdamaya başladım. Buna devam ederken “Nasıl?” diye sormayı da ihmal etmedim.

 

“Sen mesajları atar atmaz hızla yerimden kalktım. Diğerleri de tam o sırada odaya girdiler. Semih ne olduğunu sorunca o panikle epey bi’ saçmaladım.”

 

Söylediği şey o kadar tatlı ve içtendi ki kahkahamı tutamadım. Bir de tam o anda yanaklarımda hafif bir sıcaklık hissettim. Gülmeyi bırakıp sanki o beni görebiliyormuş gibi sol elimle yüzümü kapattım. Uzaktan konuşurken bile bu kadar utanmam normal miydi?

 

Elimi yüzümden çekmeden sakinleşmek amacıyla tuttuğum nefesimi verdiğim sırada “Yine olduğundan daha da tatlı bir hale büründüğünden adım gibi eminim,” dedi Kerem bundan keyif aldığını belli eden bir gülüşle.

 

Şu an görmesem de yüzündeki muzip ifade anında gözümün önünde belirmeye başladı. Yanaklarım daha da yanarken “Sayende,” dedim mırıldanarak. Tek kelimeden oluşan o cümle ve ses tonumdan da belli oluyordu mutluluğum, heyecanım, saklamaya çalıştığım utangaçlığım… Kerem’de bunun farkında olmalı ki sadece nefesini vererek güldüğünü duyduğum bir tepki vermekle yetindi. Sustu, daha fazla bir şey söylemedi ve biz yine, sessizliğimiz içinde birbirimizi anladığımız o özel anlardan birine geçiş yaptık.

 

Kısa süren sessizliği ilk bozan olup “Şey…” dedim. “Sende iyisin değil mi?” Sesi iyi geliyordu ve hasta değildi ancak yine de sormak ve emin olmak istedim.

 

“İyiyim, merak etme,” dedi . “Neyse ki hasta olmadık ve güzel bir anı biriktirmiş olduk.”

 

“Evet ama bunu bir ara tekrardan yapmalıyız,” dedim sesimden taşan neşeyle. “Senin aceleciliğin yüzünden çok kısa sürdü çünkü.”

 

“İki saat boyunca dışarıdaydık Erva,” dedi şaşkın bir sesle. “Bu mu çok kısa?”

 

“Evet,” dedim her ne kadar görmese de omuz silkerek. “Bu yüzden bir dahakine beş saat sürecek.”

 

“Tam sana kavuştum derken Allah korusun bu sefer de zatürreden kaybedemem Erva,” dedi. “Eminim ki bunu sende istemezsin.” Elbette istemezdim ama söyledikleri ister istemez gülmeme sebep olurken cevap vermek yerine dudaklarımı birbirine bastırarak buna engel olmaya çalıştım. Kerem gülerek “Ha yok biz tarihe, evlenir evlenmez kartopu savaşı merakları yüzünden sevdası ahirete kalan bahtsız çift olarak geçelim diyorsan orası ayrı mesele,” deyince dayanamayıp bende ona katıldım.

 

“Hayır, istemiyorum,” dedim gülmeye devam ederek. “Bu yüzden en iyisi yine iki saat olması.”

 

“Tamam o zaman, anlaştık.”

 

“Anlaştık.”

 

“Anlaştığımıza ve en önemlisi senin iyi olduğunu öğrendiğime göre hiç istemesem de bu güzel konuşmaya son vermek zorundayım maalesef ki,” dedi. “İşim var da.”

 

“Tamam, daha sonra konuşuruz,” dedim. “Kolay gelsin. Dikkat et kendine.”

 

“Ederim. Sende dikkat et tamam mı?”

 

“Ederim.”

 

“Görüşürüz. Allah’a emanetsin.”

 

“Görüşürüz. Sende…”

 

Aramayı sonlandırdıktan sonra telefonumu sakince masama bıraktım. Yüzümdeki gülümseme daha da büyürken ellerimi yanmaya devam eden yanaklarıma koydum. Derin bir nefes aldım. Abartılı bir coşkuyla verdikten sonra sandalyemde dikleştim. İçimdeki huzur yerini korurken yavaşça Kur’an’ımı açtım ve besmele çektikten sonra kaldığım yerden okumaya devam ettim.

 

 

🍓🍓🍓

 

Ders notumun son sayfasını da okuduktan sonra, sonunda konuyu bitirmenin verdiği rahatlıkla notu kapattım. İki saat boyunca aralıksız masanın başında oturmanın verdiği yorgunlukla bacaklarım uyuşmuş, sırtım hafifçe ağrımaya başlamıştı. Sandalyeden yavaşa kalktım ve kollarımı yukarı doğru gererek esnedim. Omuzlarımı çevirdim, boynumu sağa sola eğerek derin bir nefes aldım.

 

Odanın içinde birkaç adım attıktan sonra vücudumdaki uyuşukluğun geçmesi rahatlıkla nefesimi vermemi sağlarken dolabımın önüne geçtim. Açıp içinden yazma, ferace ve namazlığımı çıkardıktan sonra kapattım. Feraceyi giyip yazmayı taktıktan sonra namazlığını boylu boyuna serdim yatağımın kenarına. Derin bir nefes aldıktan sonra besmele çektim. İkindi namazını kılmaya niyet ettikten sonra da namazımı eda ettim.

 

Namazdan sonra ilk işim başımdaki yazmayı çıkarmak oldu. Elim, feracenin fermuarına giderken zilin çaldığını duydum. Çıkardığım yazmayı tekrardan başıma taktıktan sonra odamdan çıktım. Kapı deliğinden baktığımda kimseyi göremedim. Bu yüzden kapıyı hafifçe aralayarak açtığımda yerde yuvarlak, küçük bir sepet gördüm. Üzeri, buz mavisi bir örtüyle örtülmüştü ve altındaki her neyse bundan rahatsız olduğunu belli edercesine hareket edip örtüyü havalandırıyordu. Merakla kapıyı açıp sepetin önünde diz çöktüm. Yavaşça örtüyü kaldırdığımda pofuduk tüylü, hafifçe iri, kahverengi ve tatlı mı tatlı bir kediyle göz göze geldim.

 

O an, içimde tuhaf bir sıcaklık yayıldı. Sanki onu tanıyor gibi hissettim.

 

Nereden geldiğini bilmediğim sevimli kedicik yerinden kalkıp esnedi. Tekrardan bana baktığında sanırım yeni uyandığı ya da üzerine örtülen örtüden dolayı uyandırıldığı için titrek bir ‘miyav’ sesi çıktı ağzından. Aklımı nereden geldiği, daha doğrusu buraya kim tarafından getirildiği meşgul ederken elim farkında olmadan sepete doğru uzandı. Davetsiz sevimli misafirimin başını okşamaya başladığımda bana doğru geldi. Başını elime sürtmeye başladığında uzanıp kucağıma aldım.

 

Çınar’ın hoşuna giden şeyi yapmaya, çenesinin altını okşamaya başladığımda bana sokulup mırlamaya başladı. Bunun onun da hoşuna gittiğini anladığımdan gülümseyerek yapmaya devam ettim. Ne ara yanımıza geldiğini fark etmediğim Çınar hırlayarak ayağımı tırmalamaya başlayınca başımı ayaklarıma doğru eğdim. Küçücük patisini ayağımın üstüne koymuş kızgın bir şekilde bana bakıyordu. Sanırım kıskanmıştı. Hatta sanırım da değil direkt kıskanmıştı ve tepkisini de ayağımı tırmalayarak vermişti.

 

Ona doğru eğildiğimde sinirle kucağımdaki kediye doğru patisini sallamaya başladı. Bende bu yüzden kucağımdaki, yeni sevimli dostumu ondan uzaklaştırdım. Sol elimle onu tutarken sağ elimi de Çınar’ın başına götürdüm. “Sakin ol Çınar,” dedim okşayarak. Çınar başını elimden kurtarıp kucağıma atlayınca onu da tutup doğruldum. Bu küçük kıskancın tavırları hoşuma gitse de bunun tadını daha sonra çıkaracaktım çünkü şu an bir sorunum vardı. O da, kucağıma kıvrılan bu tombul ve sevimli kedinin nereden geldiğiydi. İşin tuhaf yanı, bana çok tanıdık geliyordu.

 

O an aklıma gelenle yeniden diz çöktüm. İkisini de kucağımdan indirdikten sonra Çınar’ın, yanında küçücük kaldığı kedinin kulağını okşamaya başladım. Bundan hoşlanmadığı belli edip hırlayarak benden uzaklaştığında hızla kendime çekip çok sıkmayacak şekilde sarıldım.

 

“Çilek,” dedim neşeyle. “Sensin. İnanamıyorum.”

 

Eskiden de böyle yaptığımda bundan hoşlanmaz, benden hızla uzaklaşırdı. Şu an da yine aynı tepkiyi verdiğine göre hâlâ kulağından huylanıyor demekti. Neşeyle ona sarılmaya devam ettiğim sırada “Sonunda tanıdın sütkardeş,” diyen Ege’nin sesini duydum. Ah, tabi ya… Çilek buradaysa Ege de burada demektir öyle değil mi? Ben Çilek’i görmenin verdiği mutluluktan, Ege’yi unutmuştum ve kardeşimin sesi bu yüzden bana sitemli olduğunu kanıtlar nitelikteydi.

 

Başımı kaldırdığımda sadece Ege’yi görmeyi bekliyordum ancak karşımda bana gülümseyerek bakan Ege’yle beraber annem, dayım, sütannem Hilal Teyze ve sütbabam Altan Amca’yı gördüm. Çilek’i yavaşça yere bıraktıktan sonra ayağımda sadece çoraplarımın olmasını umursamadan evden çıktım. Hızla Ege’ye sarıldığımda Ege bu ani sarılışımı beklemediğinden geriye doğru sendeledi ama neyse ki dengesini sağlayabildi de yere çakılmaktan son anda kurtulduk.

 

Bana sarılırken “Kızım düşürecektin ikimizi,” dedi gülerek. “Beni bu kadar özlediğini bilmiyordum.”

 

Sırtına hafifçe vurarak “Saçmalama Ege,” dedim sitemli çıkan sesimle. “Tabii ki özledim seni. Çok özledim hatta.”

 

“Bende seni özledim Ela.”

 

Birbirimizi bıraktığımızda bizi gülümseyerek izleyen Hilal Teyze Altan Amca’ya döndüm. Ege’yi kenara çektikten sonra hızla sütannemin kollarına atıldım. Yaptığıma gülerek bana sarıldığında tebessüm edip daha sıkı sarıldım.

 

“Boğacaksın beni güzel kızım,” dediğinde kollarımı gevşettim. “Çok özledim sizi,” dedim coşkulu bir sesle.

 

Birbirimizi bıraktığımızda sütbabam “Beni özlememişsin galiba kızım,” dedi sitemle. Tepkisine gülerek ona döndüm. Sarıldığımızda “Özlemez olur muyum Altan Amca, en çok seni özledim hatta,” dedim kulağına fısıldayarak.

 

“Bende seni çok özledim güzel kızım,” dedi sırtımı sıvazlayarak. Birbirimizi bıraktığımızda annem yanımıza geldi. Her gün birbirimizi görsek de her eve geldiğimizde gerçekleştirdiğimiz o sarılma rutinini gerçekleştirdik. Kıskanç dayım ona da sarılmamı istediğini belli ederek yanıma gelince bu haline küçük bir kahkaha atarak ona da sarıldım.

 

Daha sonra hep beraber eve girdik. Oturma odasına geçtiğimizde iki annemin de arasına geçip oturdum. Onları görmenin verdiği heyecan içimdeki yerini korurken “İyi ki geldiniz ya, sizi gördüğüme çok sevindim,” dedim sesimden taşan neşeyle.

 

“Tabii ki geleceğiz,” dedi Altan Amca. “Kızımız nişanlanıyor. Bu özel gününde yanında olmayacağız da ne zaman olacağız?”

 

“Ama gelemeyeceğiz demiştiniz. Görevim var demiştin Altan Amca.”

 

Altan Amca hemen yanında bana sırıtarak bakan dayımı gösterdi. “Onun fikriydi,” dediğinde ne olduğunu anlamış oldum. “Dayı ya,” dedim somurtarak. “Neden yaptın ki bunu?”

 

“Küçük bir sürpriz yapmak istedim ufaklık,” dedi göz kırparak. “Hem, bana söylediğiniz gün neden o kadar erteledim sanıyorsun? Altan Ağabey’in görevde olduğunu biliyordum, o yüzden.”

 

Altan Amca “Bir de, gerçekten görev için çağırılmıştım kızım,” dedi araya girerek. “Katılacağım operasyon iptal olunca geleceğimizi haber vermek için Serkan’ı aradım, o da sürpriz olmasını istediği için sadece Sevil’e ve ona söyledik.”

 

“Anladım,” dedim mırıldanarak. “Neyse, önemli olan gelmenizdi ve çok şükür ki buradasınız.”

 

Hilal Teyze “Çok şükür,” dedikten sonra beni kendine çevirdi. “Şuna bakar mısın Altan? Küçük kızımız büyümüş ve artık evleniyormuş.”

 

“Henüz evlenmiyor hanım, daha vermedik ve vereceğimiz de belli değil.”

 

Şaşkınlıkla Altan Amca’ya döndüm. Yüzündeki ifade ciddi olduğunu gösterirken bunun hemen yanında bu duruma gülmemek için kendini tutan dayımın başının altından çıktığını anlamış oldum. Kerem’i bu hafta sonu neler bekliyordu hiç bilmiyordum ancak Altan Amca’nın, dayımın ve kardeşimin ona çok çektireceğini biliyordum.

 

“Doğru dedin Altan Ağabey,” dedi dayım rahatlıkla gülümseyerek. “Daha belli değil vereceğimiz. Hem, sizi bilmem ama ben daha önceden de dediğim gibi Kerem Efendi’nin bana ‘baba’ dediğini duymadan hayatta vermem kızımı.”

 

“Bende bana ‘ağabey’ dediğini duymazsam vermem kardeşimi,” dedi Ege.

 

Şok üstüne şok yaşıyordum. Altan Amca’nın az önceki ciddi ifadesi saniyeler içerisinde yerini hafif bir tebessüme bıraktı. Bana göz kırptığında az önce söylediklerinde ciddi olmadığını anlamış oldum fakat bana küçükken dayı ve kardeş olarak tanıtılan iki şahsın; kollarını kavuşturmuş bir halde, dediklerini yapacaklarını kanıtlayacak şekilde bana bakmaları, bu hafta sonu işimizin çok zor olduğunu gösteriyordu. Kerem, dayıma baba derdi ama Ege’ye ağabey diyeceğini sanmıyordum –ki haklıydı da. Kim kendisinden küçük birine ‘ağabey’ demek isterdi ki. Tabii ki hiç kimse.

 

Ege’ye bunu söylediğimde hiç tınmadı bile. Dayım bu duruma gülerek ayağa kalkıp müsaade istediğinde annem de ayağa kalkıp buna izin vermedi. Ayça Abla’yı aramasını ve akşam yemeğini hep beraber yiyeceğimizi söylediğinde dayım tekrardan yerine oturdu. Ayça Abla’yı arayıp bize gelmesini söyledikten sonra bu sefer de ikindiyi henüz kılmadığını hatırlayıp namaz kılacağını söyleyerek tekrardan kalktı. Altan Amca ve Ege de henüz kılmadıkları için peşinden odadan çıktıklarında onların da peşinden annem ve Hilal Teyze çıktılar.

 

Bende Çilek’in sepetinde başta Çınar’ın kıskançlığından dolayı anlaşamasalar da şu an sakince uyuyan iki sevimli dostumu alıp odama geçtim. Sepeti, Çınar’ınkinin yanına indirdikten sonra feracemi çıkarıp onun yerine üstü dizlerimin birazüzerinde biten koyu yeşil eşofman takımımı giydim. Her ne kadar yabancı kimse olmasa da rahat etmediğimden yazmamı da taktım.

 

Zilin çaldığını duyduğumda akılı akıllı Çınar’ın oyuncaklarıyla oynayan kedilerimi odamda bırakıp çıktım. Kapı deliğinden Ayça Abla’nın geldiğini görünce kapıyı açtım. “Hoş geldin Ayça Abla.”

 

Ayça Abla gülümseyerek “Hoş buldum çiçeğim,” dedikten sonra terliklerini çıkarıp içeri girdi. Elindeki poşeti göstererek “Ben şunu mutfağa bırakayım,” deyip mutfağa yöneldi. Peşinden bende gittiğimde poşetten çıkardığı bor camın içindeki içli köfteleri gördüm. Ayça Abla’nın elinin lezzetini bildiğimden “Şimdiden eline sağlık Ayça Abla,” dedim neşeyle.

 

“Teşekkür ederim kuzum. İnşallah beğenirsiniz.”

 

“Beğeniriz abla, beğeniriz,” dedim başımı sallayarak. “Çok güzel gözüküyorlar.”

 

“Şu an bu halini görünce iyi ki yaptım diyorum,” dedi gülümseyerek. “Ve neyse ki bol bol yaptım.”

 

“İyi ki abla.” Hafifçe masaya yaslanarak ona döndüm. Ona soracağım soru yüzüme muzip bir ifade yerleştirmeme sebep olurken “Yengem,” dedim harfleri bastırarak.

 

“Efendim ablacığım?” dedi kaşlarını kaldırarak.

 

“Ee, yok mu güzel bir haber?”

 

Kollarını kavuşturup “Güzel haberden kastın ne Erva?” diye sordu anlamazlıktan gelerek. Anlamıştı aslında. Onunla uğraştığımın farkındaydı ancak kötü bir niyetim olmadığını, onu çok sevdiğim için arada bir böyle takıldığımı bildiğinden içim rahattı ve bende bu rahatlıktan istifade ederek devam ediyordum.

 

“Yok mu bana kuzen haberi?”

 

“Yok kuzum,” dedi hızla. Tam o sırada dayım mutfak kapısının önünde durdu. Ayça Abla ona arkası dönük olduğundan fark etmemişti. Kollarını kavuşturarak kapıya yaslandığında bana cevap vermeye devam eden Ayça Abla’ya döndüm.

 

“Erva, siz annemle anlaştınız mı?” diye sordu. “O da beni her gördüğünde yok mu bana torun haberi kızım, diye soruyor.”

 

Gülümseyerek karısına hayran bakışlar atan dayıma kısa bir bakış attıktan sonra Ayça Abla'ya döndüm. “Hayır tabii ki abla,” dedim kıkırdayarak. “Hem Fidan Teyze ciddi soruyor. Ben sadece biraz uğraşıyorum seninle.”

 

“Serkan’a olan duygularımı öğrendiğin günden beri yaptığını yapıyorsun yani?”

 

“Evet yengeciğim.”

 

Ayça Abla kollarını iki yanına bırakarak gülmeye başladı. “Seninle işim var başımın tatlı belası.”

 

“Abla bana bir kuzen ver, bende bir daha uğraşmayayım seninle.”

 

Gülmeyi bıraktı. Şaşkınlıkla bana baktığında hem onun hem de hemen arkasında bu duruma gülmemek için kendini zor tutan dayımın yüz ifadesi küçük bir kahkaha atmama sebep oldu. Ayça Abla’nın bana bu sefer de sitemli bakışlar attığını görünce zor da olsa gülmeyi bıraktım. Tam o anda dayım yanımıza geldi. Arkadan karısına sarıldığında Ayça Abla irkildi. Dayımı fark ettiğinde hafifçe yana döndü ve gülümseyerek ona baktı. “Canım, sen ne zaman geldin?”

 

“Birileri seninle uğraşmaya başlamadan hemen önce,” dedi dayım başıyla beni göstererek.

 

Aynı anda bana döndüklerinde otuz iki diş sırıttım. Şu an ki halleri o kadar tatlıydı ki ellerimi çerçeve yapar gibi yüzüme doğru kaldırdım. Başparmaklarımla işaret parmaklarımı birleştirdikten sonra bu çerçeveye onları aldım. Parmaklarımın arasından baktığımda gördüğüm bu güzel manzara, bir tablodan farksızdı.

 

“Favori çiftim, şu an çok tatlısınız,” dedim sesimden taşan hayranlıkla. “Keşke bu anı çerçeveletip saklayabilsem.”

 

Ayça Abla saniyeler içerisinde kıpkırmızı kesilirken dayım daha da gülümseyerek “Sağ ol ufaklık,” dedi. İki elini karısının omuzlarına koyarak “Ama bunu herkesin yanında söyleme. Utanınca çok tatlı olan bir karım var çünkü ve bu tatlılığı başkalarının görmesini kesinlikle istemiyorum," diye devam etti.

 

Ayça Abla yanakları daha da kızarmış bir halde dayıma döndü. “Ya Serkan,” dedi kısık bir sesle. “Yapmayın ama böyle. Ayrıca, biri duyacak şimdi.”

 

“Duysun ne olacak?” dedi dayım omuz silkerek. “Yanlış bir şey yapmıyorum ki, sadece karıma çok tatlı olduğunu söylüyorum.”

 

Ayça Abla hızla eliyle ağzını kapattı. “Duymasın hayatım,” dedi sessizce. Dayım, ağzındaki elini nazikçe tuttu. Öptükten sonra diğer eliyle de yanağını okşamaya başladı. İçi gider gibi karısına bakmaya devam ederek “Tamam güzelim,” dediğinde şu an o romantik anlarını bozmak istemesem de her an birine yakalanma olasılıkları yüksek olduğundan, yanlarında olduğumu hatırlatmak istercesine hafifçe öksürdüm.

 

Aynı anda bana döndüklerinde ellerimle yüzümü kapatıp “Devam edin siz, ben bakmıyorum,” dedim kıkırdayarak.

 

“Hem bölüyorsun hem de bakmıyorum diyorsun ufaklık,” dedi dayım. “Bu nasıl iş?”

 

Ben yeniden gülmeye başladığımda Ayça Abla “Şşş, Serkan yaa,” dedi dudaklarını bükerek. “İkinizde susun artık.”

 

“Ooo, herkes de buradaymış.”

 

Ege’nin sesini duyunca gülmeyi bırakıp ona döndüm. Ege mutfağa girip yanıma geldi. Sağ elini omzuma atarak dayımla Ayça Abla’ya baktı. “Apartmanın favori çifti de buradaymış,” dedi gülümseyerek. “Nasılsın yenge?”

 

“İyiyim Ege ama sende dayın ve kardeşin gibi benimle uğraşmazsan daha iyi olacağım,” dedi Ayça Abla kollarını kavuşturarak.

 

“Merak etme yenge seninle uğraşmayacağım,” dedi Ege bana dönerek. “Aşk, aklını kaybetmektir. Ben asla aklımı kaybetmem deyip aşık olan, polislere sövdüğü yetmezmiş gibi bir de onlardan nefret eden ama gidip bir başkomisere aşık olan ve birkaç güne de o başkomiserle nişanlanacak olan bir kız varmış. Onunla uğraşacağım.”

 

Bu sefer şaşırma sırası bendeydi. Bende gerekeni yapıp gözlerimin iki iri bilye ve ağzımın da balıklarınki gibi açıldığından emin bir şekilde yanımdaki, bana küçükken bana kardeş olarak düşmana döndüm.

 

“Ne diyorsun sen ya?” diye sordum alçak bir sesle. “Doğruları,” dedi omuz silkerek. “Sen değil miydin bu polisler hiçbir işe yaramıyorlar, her şeye geç kalıyorlar, başkomiserler emniyette sadece hava atmak için varlar ve daha fazlasını diyen?”

 

“Öyle yıkılmam Ege. Füze at.”

 

“Onu nişan gününe saklıyorum.”

 

“Böyle yapmaya devam edersen o günü hastanede geçirmek zorunda kalacaksın Ege,” dedim uyararak. “Haberin olsun.”

 

Söylediklerimi hiç takmayarak dayıma döndü. “Dayı, Kerem Ağabey biliyor mu bir polis düşmanıyla evleneceğini?”

 

Ege’nin sorusu, az önce yanımıza gelen annemleri de güldürürken “Biliyor biliyor,” dedi dayım gülmeye devam ederek. “Hem de tanıştıkları günden beri.”

 

“Ya tamam gülmeyin artık,” dedim ellerimle yüzümü kapatarak. “Büyük konuşmuşum ve aklım da başıma geldi. Sizde böyle yaparak her seferinde bunun ağırlığı altında ezilmeme sebep olmayın.”

 

“Biz bir şey demesek bile bu durum ömrünün sonuna kadar seninle sütkardeş,” dedi Ege küçük bir kahkaha atarak. “Tabii, bu hafta sonu seni verirsek?”

 

“İstersen vermeyelim ufaklık,” diyerek araya girdi dayım. “Kerem’le konuşuruz, adam işin içinde zaten. Bulur sana adalet savaşçısı bir mafya.”

 

Ellerimi hızla yüzümden çekip dayıma baktım. Bu durumdan keyif aldığını görmemek için kör olmak gerekiyordu. O sırıtan ağzına dolgae chagi (kasırga tekmesi) atma fikirleri aklımdan geçerken bu düşünceyi savurmak istercesine başımı iki yana salladım.

 

“Hâlâ devam ediyorsunuz ama ya,” dedim sitemle. “İyice düştüm elinize.”

 

“Sen yaparken iyiydi ufaklık. Şimdi sıra bizde,” dedi keyifle. "Bu sefer de biz seninle uğraşıyoruz işte.”

 

“Kısasa kısas diyorsun yani?”

 

“Aynen öyle.”

 

“Hayırlısıyla şu birkaç günü atlatalım, ben gösteririm size gününüzü,” diye mırıldandım dişlerimi sıkarak. Derin bir nefes alıp şu an tepki ve hallerime gelen gülüşleri umursamamaya çalıştım. Sonuçta, şu an bundan daha önemli bir sorunum vardı. O da dayım ve kardeşimin pazar günü Kerem’e çektirecekleriydi. Dayımı durdurmak için Ayça Abla’yı, Ege’nin saçmalıklarına da müdahale etmesi için Altan Amca’yı önceden teşkilatlandırmak en mantıklısı gibi gelirken kendi kendimi onaylamak istercesine başımı salladım. Hem, her şeyden ve herkesten önce annemin düşüncesi en önemlisiydi. O da benim mutluluğumu istediği için Kerem’le uğraşmadan en güzelini yapacağından; diğerlerinin ‘vermeme’ düşünceleri, havası sönen balon misali birkaç saniyede hava kalıp ‘puff’ diyerek yeri boylayacak, geçersizliğini kendi kendine kanıtlayacaktı. Bu durum beni rahatlatırken, kimse benimle uğraşmadan rahat rahat akşam yemeğini hazırlayabilmek için erkekleri mutfaktan kışkışladım.

 

Annemler, tavuk kovalar gibi dayım ve Ege’yi mutfaktan çıkardığım o halime güldükten sonra yanıma gelip yardım etmeye başladılar. Hep beraber hemencecik her şeyi hazır ettikten sonra sofrayı kurmaya giriştik. Kısa sürede onu da hallettikten sonra uzun zamandır bir arada olamadığımız akşam yemeğinde hepimiz yerimizi aldık.

 

En son ne zaman bir araya geldiğimizi hatırlamıyordum. Bu da yüzümde buruk bir tebessüme sebep oldu. Şu an koca bir eksiklik vardı bu sofrada ama önemli de bir şey hatırlatıyordu: Giden, geri gelmiyordu. Zaman, sandığımızdan da acımasız; bir gün sarılmayı ertelediğimiz o insanlar, başka bir bahara kalmadan göçüp gidebiliyor. Bu yüzden sevdiklerimizle sık sık bir araya gelmeliyiz. Küçük bir tebessüm, içten bir ‘iyi ki varsın’ demek, karşılıklı birkaç kelam etmek… Bunlar küçük şeylerdi ancak değeri büyüktü işte. Geride bir ‘keşke’ bırakmayacak kadar büyük. Bu yüzden her daim insan, sevdiklerinin kıymetini bilmeli. Onlara zaman ayırmalı. Kaybettiğinde bir yanının koca bir boşluğa düşmemesi için bunları yapmalı.

 

Bunları yapmış olsam da, bir yanım koca bir boşluğa düşmemiş ancak eksik kalmıştı işte. Ama bir ‘keşke’ yoktu geride. Kocaman bir ‘iyi ki’ vardı. O güzel insanın, benim babam olmasının iyi kisi. Yarım kalmıştım belki. Ama onunla geçen her anım dolu doluydu. Keşkeye mahal vermeyen, iyi ki dedirten dolu dolu anlar…

 

O dolu dolu anların yüreğime verdiği rahatlık beni gülümsetirken yemekte dönen sohbete kulak kesildim. Bu güzel ortamın da, o dolu dolu geçen anlara ortak olmasını isteyerek eşlik ettim sohbete. Sonuçta, insan her zaman sevdikleriyle bir arada olamıyordu öyle değil mi? Bu yüzden, elime böyle bir fırsat geçmişken hüzne bürünmek anlamsızdı. Değerlendirilmesi gereken bir an vardı ve ben onu, dolu dolu geçirmeye kararlıydım.

 

 

🍓🍓🍓

 

Terleyen ellerimi eşofman altıma sürdükten sonra tekrardan derin bir nefes aldım. İçimde, tatlı da olsa beni zor duruma sokan bir heyecan vardı. İçim içime sığmıyordu ve ben bu duruma daha ne kadar dayanacaktım bilmiyordum. Yatağımın üstünde giyilmeyi bekleyen nişan elbisemle tekrardan göz göze geldim. Biraz daha odamın ortasında bu halde durmaya devam edersem, dışarıda heyecanla beni bekleyen Elif ve diğerleri odama baskın yapabilirlerdi. Bu yüzden daha fazla oyalanmadan elbiseme uzandım.

 

Dikkatli bir şekilde üzerime geçirdikten sonra zor da olsa arka fermuara ulaşıp kapattım. Her ne kadar daha önceden denemiş olsam da üzerimde nasıl durduğunu merak eder bir halde aynanın karşısına geçtim. Bugüne özel tasarlanan pembe elbisem, üzerime tam oturmuştu. Ne çocuksu ne de iddialı bir pembeydi. Tül ve dantel detaylarıyla sade ama bir o kadar da zarifti. Uzun ve geniş eteği yere doğru uzanırken, her adımımda hafifçe dalgalanıyordu. Her bir detayındaki dantel işlemeler, abartıdan uzak ve zarif bir görünüm verirken, aynı zamanda da Ayça Abla’nın ne kadar yetenekli olduğunu gösteriyordu. Yine beni yansıtan sade ve şık elbisem, onun için bir kez daha içten bir teşekkür döktürdü dudaklarımdan.

 

Elbisemle uyumlu şalıma baktıktan sonra “Onu ben takacağım,” diyen ve meraklı bir şekilde odamın kapısının önünde beni beklediğinden emin olduğum Elif’e seslendim. Elif, ben seslenir seslenmez bana yanılmadığımı gösterircesine hızla kapıyı açıp odaya girdi. “Şükür…” dedi girer girmez ancak beni görünce cümlesini tamamlayamadan küçük bir şaşkınlığa girdi.

 

Önce “Oha!” diye mırıldandı ancak hemen kendini toparlayarak “Maşallah, çok yakışmış,” dedi abartılı bir coşkuyla. Arkasından diğerleri de girdiklerinde onlardan da aynı şeyi ve daha pek çok güzel iltifatı duymak yanaklarımı kızartırken başımı önüme eğerek “Teşekkür ederim,” dedim utangaç bir halde.

 

Elif, yanıma gelince başımı kaldırıp ona baktım. “Sen tamamen çileğe dönmeden ben şalını yapayım,” dedi gülerek. Böyle yaparak daha da kızarmama sebep oldu ve bunu fark edince küçük bir kahkaha atarak şalıma uzandı. Kolumdan tutarak beni yatağıma oturttuktan sonra Ayça Abla’yı da yanımıza çağırdı. İkisi beraber şalımı takmaya başladılar.

 

Alt tarafı bir şal takacaklardı ama Elif’in içine bir türlü sinmediği için beş dakikalık iş, on beş dakika sonra bitti. Elif beni, kollarımdan tutup kaldırdıktan sonra aynanın önüne çekti. Arkamda durdu ve bir elini sağ omzuma koyarken çenesini de sol omzuma yasladı. “Nasıl oldu?” diye sordu meraklı ve heyecanlı bir şekilde.

 

Sakince nefesimi verdim. İçten ve gerçekten beğendiğimi yansıtan o iki kelimelik cümle döküldü dudaklarımdan:

 

“Çok güzel.”

 

Dolu gözlerime inat kocaman gülümsedim. Hafifçe sola dönerek “Teşekkür ederim,” dedim her zaman yanımda olan canım dostuma. Beni kendine çevirerek “Rica ederim,” dediğinde aynı anda sarıldık birbirimize.

 

Ayrıldığımızda tek tek diğerleri de bana sarılmaya başladılar. Sütannemle de sarıldıktan sonra geriye bana dolu gözlerle, yüzünde parlak bir gülümsemeyle bakan annem kalmıştı. “Annem,” dedim ona doğru bir adım atarak. “Kızım,” dedi o da bana doğru bir adım atarak. Sarıldığımız an da “İşte aradığım sıcaklık buydu,” dedi yüreğim. Kollarım, hiç bırakmak istemezcesine daha da sıkı sarıldı anneme. Bu halime kıkırdayarak o da daha sıkı sarıldı bana.

 

Birbirimizi bıraktığımızda ellerini yanaklarıma koydu. “Ağlamak yok, tamam mı?” dedi yumuşak bir sesle. “Bugün senin en mutlu günün kızım. Bu yüzden gülümse sadece çünkü ben kızımın güzel yüzünde sadece tebessüm görmek istiyorum.”

 

“Tamam anne,” dedim başımı sallayarak. “Sende hep gül ama.”

 

“Tamam kızım,” dedi gülerek ama bir damla yaş sağ yanağından süzülmeye başlamıştı bile. Hızla sildiğimde “Tamam tamam, iyiyim,” dedikten sonra bize dolu gözlerle bakan, bu hayattaki tek ailem olan o güzel insanlara döndü. “Hadi içeri geçelim. Hem, Esmalar da birazdan gelirler." Hilal Teyze yanına gelip “Haklısın canım,” dedikten sonra annemin koluna girdi. Odamdan çıktıklarında Ayça Abla da yanıma gelip benim koluma girdi.

 

“Hadi çiçeğim, bizde gidelim,” dedi kolumdan hafifçe çekiştirerek. “Serkan ve Ege heyecanla seni bekliyorlar.”

 

Adımlarımı onunkine uydurarak odamdan çıktım. Diğerleri de arkamızdan çıktıkları sırada biz çoktan oturma odasının önüne gelmiştik bile. İçeri girdiğimizde tüm bakışlar bize döndü. Çok kalabalık değildik gerçi. Apartmandaki herkes kız tarafı olduklarından arkadaş grubumuzdan Melih ve Pınar hariç herkes buradaydı. Tabii bir de iki sevimli minik vardı: Zeynep ve Emre.

 

Dayım beni görünce kucağındaki Emre'yi daha sıkı tutarak ayağa kalktı. Ege küçük bir ıslık çalarken diğerleri onların bu hallerine gülerek önlerine döndüler. Emre de ne olduğunu anlamasa da ellerini çırparak gülmeye başladı. Dayım onu yavaşça yere bıraktıktan sonra birkaç adımda yanıma gelerek tam önümde durdu. Bir şey söylemek için aralanan dudakları saniyeler içerisinde kapanırken bu haline gülümsedim. Sonunda konuşmaya karar verdiğinde tek bir cümle döküldü dudaklarından:

 

“Çok güzel olmuşsun Erva’m,” dedi yumuşak bir sesle.

 

“Erva’m” deyişindeki içtenlik, o kelime, o ses tonu… Sanki babamın yüreğinden çıkıp gelmiş gibiydi. Gözlerine baktım. Şu an bana dolu dolu, içten bir şekilde bakan o açık kahve gözlere… O bakış hem sıcacık bir battaniye gibi sarıyordu içimi hem de güven veriyordu. “Ben her zaman yanındayım,” diyordu. Benim için orada olduğunu, hep olacağını anlatıyordu.

 

“Teşekkür ederim dayım,” dedim dolu gözlerimle ona bakmaya devam ederek. “Çok teşekkür ederim.”

 

Kolumdan tutarak beni kendine çekti. Bu, ne demekti biliyordum. Yüreğimdeki boşluğu doldurmasa da eksik yanıma iyi gelen, güven veren o kollara girmek demekti. Kocaman bir sarılma demekti. Öyle de oldu. Sarıldık aynı anda birbirimize. Sol gözümden akan bir damla yaş yanağımdan süzülünce daha sıkı sarıldım.

 

“Şşş, sakın ağlama ufaklık,” diye fısıldadı kulağıma.

 

Bunu söylemek için geç kalmıştı. Çoktan başlamıştım ağlamaya. Eksik olana, yüreğimdeki boşluğa… Dayımdan duyduğum o cümleyi babamdan duymak istiyordum. Ama o yoktu işte. Bugün tamam olacak olan, koca bir eksikle tamam olacaktı. Yine de, gözümden yaşlar boşalmaya devam etse de gülümsedim. Çünkü biliyordum ki o, içimde hep var olacaktı. Sesi hafızamda, gülümsemesi kalbimdeydi.

 

Evet, eksik. Hem de çok. Ama dayımın gözlerinde, o güven veren bakışlarda bir parça babamı görüyordum. Aynı bakış değildi ama aynı sevgiyi taşıyordu. Aynı kişi değildi ama aynı merhametli yüreği taşıyordu.

 

Hafifçe burnumu çektiğimde beni kendinden uzaklaştırdı. Ellerini yanaklarıma koyarak gözyaşlarımı silmeye başladı. “Ağlama dedim ama Erva,” dedi sitemle ama hüzün de vardı sesinde. O da bunu anlamış olacak ki “Bak ağlamaya devam edersen vermem seni ona göre,” dedi imayla. “Kerem neden diye sorarsa da, bu ufaklık siz gelmeden önce çok ağladı. Bende istemediği için ağladığını düşünerek vermedim derim ona göre.”

 

Söylediklerine herkes gibi bende gülmeye başladım. Bir yandan da başımı sallıyordum çünkü bu dediğini yapmasını istemiyordum. Ellerini yanaklarımdan çekip omuzlarıma indirdi. Hafifçe sıkarak “Bak Erva,” dedi anlayışlı bir sesle. Ardından gelecek olanların ne olduğunu bilsem de sesimi çıkarmadım. İzin verdim çünkü ben izin vermesem de bu konuşma yapılacaktı.

 

“Hâlâ eksik hissediyorsun, biliyorum.”

 

Cümlesiyle odaya koca bir sessizlik hâkim oldu. Zeynep’in pusetinin önüne kıkırdayıp duran Emre bile o an sessizce yere oturup bize baktı. Bense, sadece başımı sallayabildim. Gözlerim yeniden dolmaya başladı.

 

Dayım iç çekti. “Biliyorum Erva’m… Onun yerini tutamayacağımı biliyorum. Ne kadar uğraşsam da, o boşluğu tamamen dolduramayacağımı. Ama şunu unutma ki, o eksik hissettiğin her anda ben buradayım. Yanındayım. Ve hep olacağım.”

 

Sesi titremedi. Tek nefese sığdırdı içime işleyen o cümleleri. Dolu gözlerim yüzünden boğuk gördüğüm yüzüne baktım. Gözlerimi birkaç defa kırpıştırmamla gözyaşlarımın yanaklarımdan süzülmesi bir olurken boğuk gördüğüm o yüz aydınlandı. Bakış açıma ilk gözleri girdi. Bana hâlâ sıcacık bakan, ışıl ışıl parlayan o kahveleri… Küçüklüğümden beri zor anlarımda babamdan sonra yanımda olan ilk adamdı o. Ve evet, babam değildi ama kalbimde babam gibi duran tek kişiydi.

 

Ne düşündüğümü anlamış olmalı ki “Senin yanında olmak, benim için bir zorunluluk veya görev değildi Erva,” diye devam etti. “Kalbimin en güzel yeriydi. Sen, bana bu dünyada edilen en güzel emanetlerden birisin.” Arkamda kim vardı bilmiyordum ama bendeki bakışlarını oraya çevirdi. “İlk sırayı karım alıyor ufaklık. Bu yüzden en güzel ikinci emanetimsin,” dediğinde Ayça Abla’nın olduğunu anlamış oldum ve dayımın dediklerine diğerleri gibi bende gülmeye başladım.

 

Gülmeye devam ederek sarıldım ona. Sımsıkı. “İyi ki varsın,” dedim. “İyi ki yanımdasın, iyi ki benim dayımsın.”

 

“Sende iyi ki varsın ufaklık ama az önce dediğim hâlâ geçerli.”

 

Ne demek istediğini anlamadığımdan çenemi göğsüne yaslayarak yüzüne baktım. “Ağlamaya devam edersen vermem seni ona göre.”

 

Belindeki kollarımı çekip gözyaşlarımı silmeye başladım. Bir yandan da “Tamam tamam,” diyordum başımı sallayarak. “Bak, ağlamıyorum.”

 

Bu halime gülümseyerek “Aferin,” dedikten sonra birkaç adım geriye çekilip yerini Ege’ye verdi.

 

“Sümüklü sütkardeş,” dedi Ege işaret parmağını hafifçe burnuma vurarak. “Ha bir de ağlak.”

 

“Sinir bozucu sütkardeş,” dedim burnumu çekerek. “Ha bir de uyuz.”

 

Tepkime başını geriye atarak küçük bir kahkaha attı. Özenle taradığı koyu kahverengi saçları hafifçe dalgalanırken eliyle alnına düşen tutamları serseri bir hareketle geriye itti. “Sinir bozucu veya uyuz, ben her halimle çok yakışıklıyım kızım,” dedi. “Sen kendine bak. Kerem Ağabey bu halini görünce kesin vazgeçer seni almaktan. Hatta arkasına bile bakmadan kaçar.”

 

Sağ elimi koluna vurmak için kaldırdım ancak bileğimden tutarak buna engel oldu. Bileğimi elinden kurtarmaya çalışırken bir yandan da “Çok gıcıksın Ege,” diye homurdanıyordum. Sonunda kazanan o oldu ve bileğimdeki elini hafifçe gevşeterek beni kendine çekip sarıldı.

 

“Şaka yaptım be güzelim,” dedi başımın üstünden öptükten sonra. “Ağlak da olsan sümüklü de olsan sen her halinle güzelsin. Aksini düşünen varsa da birazdan gerekeni en güzel şekilde yaparız.”

 

Başımı kaldırıp yüzüne baktım. “Siz dayımla anlaştınız mı? Çünkü aynı cümleyi birkaç gün önce de ondan duydum.”

 

“Evet,” dedi omuz silkerek. “Hatta kız nasıl verilmez, damat nasıl çıldırtılır provası da yaptık ve hazırız.”

 

Birdi, iki oldular. Şu an bana sırıtarak bakan kardeşim ve arkasında Ege’nin söylediklerinden keyif aldığını göstermekten hiç çekinmeyen dayım, birazdan Kerem’e kim bilir neler yapacaklardı?

 

“Bana bakın,” dedim işaret parmağımı sallayarak. “Şimdiden uyarıyorum, şansınızı fazla zorlamayın ve herhangi bir saçmalık yapmaktan da kaçının. Yoksa sonra dayı veya kardeş dinlemem, tekvandodaki bütün tekmelerimi üzerinizde denerim ona göre.”

 

“Yapacağımız yoksa da bu söylediğinden sonra ben aklımdakileri kesinlikle yaparım ufaklık,” dedi dayım kollarını kavuşturarak.

 

“Ben her türlü yapacağım sütkardeş,” dedi Ege de onun gibi kollarını kavuşturarak.

 

“Sabır Allah’ım sabır,” diye mırıldanarak önce Altan Amca’ya ardından da Ayça Abla’ya döndüm. İkisi de neden baktığımı anladıklarından başlarını sallayıp gülümsediklerinde içim rahat karşımdaki dayı ve kardeş kategorisinde olan iki sinir bozucu şahsı arkamda bırakarak elimi yüzümü yıkamak için oturma odasından çıkıp lavaboya geçtim. Neyse ki makyaj yapmamıştım. Elif en azından birkaç krem sür dese de zaten beyaz tenli olduğumdan kesin bir dille bunu reddetmiştim. Bütün gün ruh gibi dolaşmaya niyetim yoktu çünkü.

 

Elimi yüzümü yıkadıktan sonra aynadaki yansımama baktım. Ağlamış olsam da neyse ki bu çok belli olmuyordu. Mutluluk gözyaşı insanı dağıtmıyor, aksine rahatlatıyordu. Bunu yapmak bu yüzden bana iyi gelmişti. Hafiflemiştim. Aynadaki yansımama “Sakin ol,” dedim nefesimi vererek. “Her şey yolunda gidecek.”

 

Kendi kendimi onaylarcasına başımı sallayarak gülümsedim. Son kez üzerimi kontrol ettikten sonra lavabodan çıkıp oturma odasına geçtim. On beş dakika boyunca, büyüklerin kendi aralarında ettikleri sohbeti dinlemeye odaklandığım o heyecanlı sürenin sonunda zilin çaldığını duyunca hızla yerimden kalktım. Dayım ve Ege de aynı anda kalkıp yanıma geldiler. Ben ne olduğunu anlamadan kolumdan tutarak beni de peşlerinden oturma odasından çıkardılar.

 

Odadan çıkar çıkmaz dayım bana döndü. “Bak ufaklık,” dedi. “Az sonra hiçbir şey yapmayacak, sadece ben ne yaparsam bana uyacaksın tamam mı?”

 

“Ne?”

 

“Ne ne ufaklık, bana uy diyorum işte. Anlamayacak ne var?”

 

“Kusura bakma dayı ama saçmalıklarınıza ortak olamam.”

 

“O zaman bende seni vermiyorum,” dedi ciddiyetle. “Kapıyı açar açmaz, ‘girmeyin boşuna vermiyorum kızımı’ deyip kapıyı suratlarına çarpmamı istemiyorsan bana uyacaksın ufaklık. Tamam mı?”

 

Şaşkınlıktan ne diyeceğimi bilemedim. O sırada tekrardan kapı çalınca “Tamam,” dedim pes ederek. “Sana uyacağım ama şimdiden diyorum, saçmalarsan daha fazla devam etmem ona göre.”

 

Keyifle başını salladıktan sonra kolumdan tutarak kapının önüne geçti. Beni, biraz geriye çektikten sonra bir şey dememe fırsat vermeden kapıyı açıp beni görünmeyeceğim şekilde kapının arkasına çekti. Ne olduğunu anlamasam da dediğini yapmasın diye ona uymak zorunda olduğumdan sesimi çıkarmadan beklemeye başladım. Kızlar bu duruma kıkırdarlarken dayım “Buyurun, kime bakmıştınız?” diye anlamsız bir sordu sordu.

 

Diğerleri kapıyı benim açmamı beklediklerinden, karşılarında onlara anlamsız bir soru soran dayımı gördükleri için sanırım, şaşkınlıktan bir şey diyemediler. Hoş, haklılar da çünkü aynı şaşkınlık şu an bende de vardı.

 

Kerem “Serkan, Erva nerede?” diye sorduğunda dayım iç çekerek “Sorma Kerem,” dedi. “Ayrıca bir dakika, kızımı istemeye geliyorsun ve hâlâ bana nasıl hitap edeceğini öğrenemedin mi?”

 

Koluna uyarmak amacıyla hafifçe vurduğumda elini beni savurmak istercesine salladı. Kerem “Serkan, sence şu an sorun bu mu? Erva nerede?” diye sorunca bunu yapmayı bıraktı ve “Bilmiyoruz,” dedi. “Ben yapamayacağım dayı, bunu Kerem’e nasıl söyleyeceğimi de bilmiyorum. Bu yüzden ona özür dilediğimi ve yapamayacağımı söyleyin deyip evden çıktı.”

 

O an kimse bir şey demedi ve koca bir sessizlik girdi aramıza. Şu an şaşkın bir halde, Kerem’in bu duruma nasıl bir tepki verdiğini merak ederek sessizliğimi korumaya devam ettim. Dayım sağ elimi tuttuğunda ne yaptığını anlamadığımdan ona baktım fakat o bana bakmıyordu. Yüzüğümü parmağımdan çıkardığında ben bir şey yapamadan “Bunu da sana vermemizi söyledi,” dedi yüzüğümü uzatarak.

 

Kerem’in ağzından, yüzünü göremesem de şaşkın olduğunu belli ettiği bir ses tonuyla söylediği tek bir kelime çıktı:

 

“Ne?” Dayım bir şey söylemeyince “Nasıl yapamayacağını söyledi?” diye sordu hayal kırıklığıyla.

 

“Basbayağı, dümdüz söyledi işte,” dedi dayım. “Ben yapamayacağım deyip gitti.”

 

“Nereye?”

 

“Bilmem,” dedi dayım omuz silkerek. “Bu arada, en son bu şekilde evden çıktığında seninle tanışmıştı. Bakalım bu sefer hangi ultra yakışıklıyla tanışacak?”

 

Dayımın cümlesi her durumda bile gülmekten çekinmeyen Pınar ve Melih’e kahkaha attırırken diğerlerinin de onlar kadar sesli olmasa da güldüklerini duydum. Şu an dayımın saçmalıkları sadece Kerem’i şaşırtmış gibi hissediyordum çünkü ne Esma Teyze ne Süleyman Amca ne de Leyla Teyze bir şey söylemişti. Diğerlerinin tepki vermemesine bir şey demiyordum ancak Leyla Teyze’nin şu an dayıma merdane ve terliğiyle dalması gerekmiyor muydu?

 

“Melih, tut şunları,” diyen Kerem’in sesini duyunca çıkmak için hamle yaptım ancak dayım izin vermedi.

 

Melih “Nereye gidiyorsun ağabey?” diye sorduğunda Kerem “Erva’yı bulmaya,” dedi hızla. “Bu şekilde başlamadan bitemez. Bir sebebi olmalı ve o sebep neyse öğrenmeliyim. Ona kavuşamadan kaybedemem.”

 

Sözleri beni gülümsetirken gitmeden onu durdurmak amacıyla dayımı kenara çekerek kapının arkasından çıktım. “Kerem,” dediğimde merdivenin son basamağına adım atmakta olan Kerem bana döndü.

 

Şaşkınlıkla “Erva,” dediğinde her ne kadar suçum olmasa da tüm bu olanlardan dolayı mahcubiyetle gülümsedim.

 

Tam o anda herkes bu duruma kahkahalarla gülmeye başladı. Kerem de ne olduğunu anladığından öfkeyle diğerlerine bakmaya başladı. Bakışları tekrardan beni bulduğunda çatılmış kaşları düzgün halini alırken hafifçe gülümsedi ve hemen arkamda hâlâ gülmeye devam eden dayıma baktı. “Alacağın olsun Serkan.”

 

“Bu daha başlangıç damat,” dedi dayım rahat tavrını hiç bozmadan. “Asıl sınavın birazdan başlıyor.”

 

Kerem dediklerini umursamadan ailesine döndü. “Hepiniz biliyordunuz değil mi Serkan’ın oyun oynadığını?” diye sordu. “Bu yüzden hiç tepki vermediniz.”

 

Kimseden ses çıkmayınca Kerem’in sorusu da cevabını almış oldu. Benim için de şimdi taşlar yerine oturmuştu fakat her şeyi geçtim, Leyla Sultan’ı nasıl ikna etmişlerdi?

 

“Her damat adayının sınavı bu oğlum,” dedi Süleyman Amca sessizliği bozarak. “Bende yaşadım. Bu yüzden Serkan söyleyince de yapabileceğini ve oyununu bozmayacağımızı söyledim.”

 

Kerem “Sende mi baba?” diye sordu şaşkınlıkla. “Ben de nedense bu işin Pınar ve Melih’in başının altından çıktığını düşünüyordum.”

 

Pınar “Fikir bizden çıkmadı ağabey,” dediğinde “Evet,” diyerek hızla araya girdi Melih. “Serkan Ağabey ve Ege’nin fikriydi.”

 

“Siz de uymaktan hiç çekinmemişsiniz ama. İnsan bi’ yapmayın der ya da bana önceden haber verir.”

 

“Kusura bakma ağabey ama böyle bir eğlenceyi kaçıramazdık,” dedi Pınar. “ Hem, Serkan Ağabey’le Ege o kadar çalışmışlar. Emek var sonuçta.”

 

Pınar’ın cevabı ben ve Kerem hariç herkesi yeniden güldürmeye başlarken, içimden içine düştüğümüz bu tuhaf durumun bir an önce son bulmasını dileyerek başımı önüme eğdim. Neyse ki bu durum daha fazla devam etmedi ve dayım geriye çekilerek diğerlerini içeriye davet etti. Herkes yavaştan girmeye başladığında Kerem de Melih’in yanına gelip elinden çiçek buketini aldı. Bir yandan da “Başımın belaları,” diye mırıldanıyordu. Sonunda herkes içeri girince o da tam karşımda durdu.

 

İçine düştüğümüz durumdan dolayı şu an fark ediyordum üzerindekilerin ona çok yakıştığını ve daha da yakışıklı olduğunu. Siyah bir takım elbise giymişti. Ceketi omuzlarına tam oturmuştu. Beyaz gömleği o siyahın içinde parlıyor, siyah kravatıyla tamamlanmış hali onu olduğundan daha ciddi gösteriyordu. Saçları özenle taranmıştı ancak alnına inen birkaç asi tutam, saçlarının o sevdiğim dağınıklığını az da olsa yansıtıyordu. Her zamanki duruşunu bozmadan, abartısız ama özenliydi ve her haliyle olduğu gibi bu haliyle de mükemmeldi.

 

Heyecanımı üzerimden atmak amacıyla sakince nefesimi verdiğim sırada o da aynısını yaparak içeri girdi. Elindeki buketi bana uzattığında uzanıp aldım. Nilüfer çiçeği, beyaz ve kırmızı güllerden oluşan anlamlı buket beni gülümsetirken başımı hafifçe kaldırıp ona baktım. O da bana doğru hafifçe eğildi ve kimsenin duyamayacağı bir sesle “Çok güzel olmuşsun Güzel Gözlü’m,” dedikten sonra zaten onun için atan kalbimin dengesini iyice bozduğunun farkında olmadan gülümseyerek oturma odasına geçti.

 

Önüme döndüğümde kendime sorduğum ilk soru ‘Nefes nasıl alınır?' oldu. Evet, nasıl alınırdı çünkü ben şu an heyecandan onu da unutmuştum. Üstüne bir de yanaklarım yanıyordu ve nefesimi tuttuğum o halim bana hiç yardımcı olmuyordu.

 

Arkamdan biri omzuma dokunarak bana doğru eğildiğinde, daldığım için bu durum irkilmeme sebep oldu. Tam o anda “Nefes al çiçeğim,” diyen Ayça Abla sayesinde sonunda derin bir nefes almayı başardım. Kızlara döndüğümde hepsinin yüzlerindeki gülümsemenin şu an bu halime olduğunu anladığımdan tekrardan önüme dönerek mutfağa doğru adımladım.

 

Arkamdan Ayça Abla da girdiğinde elindeki kalpli çikolata kutusunu masaya bırakıp bana döndü. Hemen arkasından gelen, bana imalı bakışlar atan kızların takındığı muziplik yoktu yüzünde ancak ‘Şimdi benim de o gün neler hissettiğimi anlıyor musun?” der gibi bir ifadeyle bakıyordu bana.

 

O sormasa da söylemek istediğimden “Anlıyorum Ayça Abla,” dedim abartılı bir şekilde nefesimi vererek. “İnsan yaşamadan anlayamıyormuş ve ben senin o gün neler hissettiğini şu an daha iyi anlıyorum.”

 

Ayça Abla bir şey söylemedi ancak kızlar dediklerime gülmeye başladıklarında onlara katılmadan da edemedi. Elimdeki buketi daha da sıkı tutarken onlara alıngan bakışlar atmaktan da geri durmadım. Pınar gülmeye devam ederek yanıma geldi.

 

“Bu arada,” dedi elimdeki buketi göstererek. “Buketin köşesinde senin için yazılmış bir not var Erva Abla. Ağabeyim özenle kendi el yazısıyla yazdı ve ısrar etmemize rağmen de bize okutmadı.”

 

Notu okumak amacıyla bukete baktığımda usulca kenarına ilişilmiş küçük kahverengi zarfı gördüm. Heyecandan titreyen ellerimle yavaşça aldıktan sonra buketi masaya, çikolata kutusunun yanına indirip üzerimdeki meraklı bakışlara aldırmadan notu çıkardım.

 

“Nilüfer çiçeği mutluluğu simgelermiş. Umarım sende beni mutlulukla hatırlarsın, demiştin o gün. Ben seni hep mutlulukla hatırladım Güzel Gözlü’m. Yıllar sonra, kader bizi tekrardan karşılaştırdığında beyaz güller gibi saf ve temiz kalbine vuruldum. Şimdi de aşkın en güzel sembolü olduğu söylenen kırmızı güllerle; içimde sana kavuşacak olmanın heyecanı ve yüreğimde sana olan büyük bir aşkla karşındayım. Mutluluğum, saf ve temiz yürekli sevdiğim seni çok seviyorum.

Kerem

 

Şu an bulutların üzerindeymiş gibi hissetmem normal miydi? Sanırım normaldi. Peki, kalbimin göğsümden fırlayacak gibi atması? O da normaldi ya. Yanaklarımın yanması, tüm dengemin bir anda altüst olması falan… Bu notu okuduktan sonra hepsi kesinlikle normaldi. Yani ben abartmıyordum. Evet evet, abartmıyordum.

 

“Ağabeyim ne yazdı bilmiyorum ancak yengem bu kadar kızardığına göre kesinlikle çok romantik şeyler yazmış olmalı,” diyen Pınar, bulutların üzerinden beni indirirken hızla notu küçük zarfına geri koydum. Tedirginliğim ve şu an ne halde olduğunu bilmediğim yüzüm, kızları tekrardan güldürürken Hira Abla yanıma geldi.

 

“Sakin ol kuzum, her şey yolunda gidecek.” dedi yumuşak bir sesle. “Şimdi oturma odasına geçeceğiz ve sakince yerlerimize oturacağız. Kahveyi yapacağın zamandan tut da diğer durumlarda da biz seni yönlendirir, yardım ederiz. Tamam mı?”

 

“Tamam,” dedim az da olsa rahatlamış bir halde. Uzman yardımına ihtiyacım vardı ve neyse ki bu konuda tecrübeli bir arkadaş ve ablalara sahiptim. Bunu fark etmek bana iyi gelmişti ve heyecanım biraz yatışmıştı. Kızlarla mutfaktan çıkıp oturma odasına girdiğimizde bir anda tüm bakışlar bize döndü.

 

Ben az önce heyecanım yatıştı mı demiştim? Sözümü geri alıyorum çünkü öyle bir şey olmamış. Şu an heyecanım ikiye katlanmıştı ve bu bakışlar, her ne kadar memnun bakışlar olsalar da beni fazlasıyla germeye yetmişti.

 

Ellerimle yüzümü kapatarak kaçma fikri, çık aklımdan!

 

Aklımı meşgul eden saçma fikir bir an için mantıklı gelse de uygulamaya dökmek için geç kalmış, Ege ve dayımın arasındaki yerimi almıştım. İkisi bir yandan Kerem’e imalı bakışlar atarlarken bir yandan da ya elimi tutuyor ya da iki yandan bana sarılarak Kerem’e akıllarınca gözdağı vermeye çalışıyorlardı. Heyecanımın üzerine bir de bu iki delinin saçmalıkları eklenince artık çıldırmamak işten değildi.

 

Ayrıca, neden herkes bana bakıyordu ya?

 

Özellikle de Kerem’in baba tarafından ilk defa gördüğüm ve Pınar’ın hiç sevmediğini söylediği iki halası ve kuzenleri. Her şey üst üste mi geliyordu şu an? Evet evet geliyordu ve benim aklıma da bu yüzden saçma sapan şeyler geliyordu. Mesela bana tuhaf bakışlar atan hala ve kuzen kategorisine öfkeli bakışlar atmak. Hatta kalkıp direkt onlara dalmak. Birine bandal chagi (hilal tekmesi), diğerine naeryeo chagi (Balta tekme), ötekine dwi chagi (Geri tekme), berikine dolgae chagi (Kasırga tekmesi) derken… Aff… Evet, heyecandan saçmalıyordum ancak bu bakışların altında bir şey olduğunu da biliyordum. Ne olduğunu bilmesem de öğrenecektim ve öğrenmem için aradığım fırsat ben bunları düşünürken ayağıma gelmişti.

 

Hira Abla kahveleri yapmam için kalkmamı işaret edince ayağa kalktım ve herkese kahvelerini nasıl alacaklarını sordum. Bu iyi bir fikir miydi? Tabii ki hayır. Bunu mutfağa ilk adımımı atmamla fark etmem de evrenin bana koca bir şakası olmalıydı. Ellerimle ağzımı kapatarak panikle “Eyvah!” dediğimde kızlar bir anda etrafımı sardılar.

 

Yere çöküp ağlama fikri çık aklımdan!

 

Pınar “Erva Abla, ne oldu?” diye sorunca ellerimi ağzımdan çekip ona döndüm. “Kim nasıl alacaktı kahvesini?” diye sordum. “Ben unuttum. Hatta sorduğumda kim ne dedi duymadım bile.”

 

Tepkim kızları güldürürken benim de aklımı arkadaş çevremi gözden geçirme fikri meşgul etmeye başladı ve bu fikrin, şu an nedense bugün aklıma gelen en mantıklı fikir olduğu kanaatindeydim?

 

“Gülmeyin ama ya,” dedim sitemle. “İçerisi çok kalabalık. Doğal olarak unuttum.”

 

“Biz ona gülmüyoruz ki Erva,” dedi Elif. Neye diye sormama fırsat vermeden “Hepimizin istemesinde kimin ne içeceğini aklında tutan senin, şu an bu hale düşmene gülüyoruz.”

 

“Aynı şey değil ki,” dedim somurtarak. “Ben o günlerde böyle heyecanlı değildim.”

 

“Bizde seninle aynı durumdaydık canım,” dedi Ayça Abla. “Bu yüzden tecrübeliyiz ve sen nasıl ki o günlerde bize yardımcı olduysan, şimdi de biz sana yardımcı olacağız.”

 

Elif kilerden kahveyi çıkarırken o da fincanları çıkarmaya başladı. Bana dönüp “Sade kahveleri ben hazırlarım. Elif de ortaları. Sana da sadece Kerem’in kahvesini hazırlamak kalıyor canım,” dediğinde gülümseyerek başımı salladım. Onlar hazırlamaya başlarlarken bende aklımdaki soruyu sormak için Pınar’a döndüm.

 

“Pınar, halaların ve kuzenlerin neden bana tuhaf tuhaf bakıyorlardı?”

 

“Boş ver Erva Abla, cinsler işte,” dedi Pınar geçiştirerek. “O iki cadaloz, babam gibi bir melekle nasıl kardeşler anlamıyorum zaten. Kızları da onlara çekmişler işte. Ailecek anormaller.”

 

Pınar’ın komik cevabı beni tatmin etmese de üstelemedim ve bakışlarımı mutfağa girer girmez konuşmaya başlayan Emre’ye çevirdim. Sanem Abla onu kucağına alıp “Ne oldu anneciğim, uyandın mı sen?” diye sorduğunda Emre “Zeye aliyoy,” dedi fakat ne dediğini anlamadığımızdan çevirmesi için Sanem Abla’ya baktık.

 

Hira Abla “Ne dedi? Ne olmuş Zeynep’e?” diye sorunca Sanem Abla “Ağlıyormuş canım. Sen yanına git en iyisi. Acıkmış olabilir,” deyince Hira Abla mutfaktan çıktı.

 

Emre “Zeye ben pış yaptım ama güydü, sonya da aladı anne. Ben de yayınıza geydim,” dediğinde hepimiz tercüme etmesi için tekrardan Sanem Abla’ya döndük çünkü her zamanki gibi anlamamıştık.

 

Sanem Abla ona yönelen meraklı bakışlara gülmeye başladı. “Zeynep’e pış pış yapmış. Zeynep önce gülmüş ama sonra ağlamaya devam etmiş. Emre de Zeynep ağlamaya devam edince bunları söylemek için yanımıza gelmiş.”

 

“Helal olsun Sanem,” dedi Ayça Abla şaşkınlıkla. “Emre konuşunca yabancı biri konuşuyor sanıyorum. Sen dilini çözmüşsün.”

 

"Ayça'ya katılıyorum Sanem," dedi Sema da. "Emre konuşunca bende şaşkın şaşkın ona bakıyorum acaba ne söyledi diye."

 

“Anne olunca anlarsınız diyeceğim de eşleriniz Emre’yi sizden iyi anladığı için siz onlardan yardım alacaksınız gibi canlarım,” dedi Sanem Abla gülerek.

 

Sesinin altındaki tatlı imayı sezmemek imkansızdı. Ayça Abla ve Sema da bunun farkında olduklarından cevap vermeyip yanakları hafif pembeleşirken önlerine döndüler. O hallerine gülümseyerek Emre’nin yanına geçtim. Ellerimi uzattığımda hızla kucağıma geldi.

 

“Canım kendinden uzakta tut olur mu?” dedi Sanem Abla. “Diş çıkarıyor diye gördüğü herkesi yalıyor çünkü.”

 

“Merak etme abla,” dedikten sonra Emre için evde her zaman bulundurduğum muzlu sütlerden birini çıkarıp masaya geçtim. Emre neşeyle sütü açıp ona vermemi beklerken bende onu daha fazla bekletmeden sandalyeye oturtup sütü açtım. Uzattığımda iştahla içmeye başlarken, bende kızlar kahveleri fincanlara koymaya başladıklarından hızla Kerem’in kahvesini yapmak için yanlarına geçtim.

 

Pınar’ın elinden zor kurtarıp bal koyduğum kahve hazır olunca, sade kahvelerin olduğu tepsiyi alıp Pınar’ı önüme katarak mutfaktan çıktım çünkü bu küçük cadıya güvenmiyordum. Hayır kızlar bu kadar zorlamadı tuz, karabiber koy diye. Kardeş mi düşman mı belli olmayan maviş tutturdu koy diye de neyse ki kurtardım. Yoksa Kerem Pınar’ın tarifiyle hazırladığımız kahveyi içseydi bu akşam kesin hastanelik olurdu.

 

Ben sade, Elif de orta şekerli kahveleri dağıttıktan sonra beraber mutfağa geçtik. Elif elindeki tepsiyi bırakıp çıktıktan sonra bende Kerem’in kahvesinin olduğu tepsiyi aldım. Kendime sakin ol dedim ancak kalbim buna inat ritmini daha da attırsa da vaktim olmadığından bunu umursamamayı seçerek mutfaktan çıktım. Oturma odasına girdiğimde yine bana dönen bakışları umursamadan Kerem’in olduğu yere yöneldim. Yanına vardığımda ayağa kalkıp elimden kahve tepsisini aldı. Önündeki sehpaya bırakıp oturduğunda bende yerime geçtim.

 

Odaya derin bir sessizlik hâkim olurken herkes Kerem’e döndü. Kerem kahveden bir yudum aldığında göz ucuyla bana baktı. Gülümseyip bir dikişte kahveyi içtikten sonra fincanı yerine bıraktı. Cebinden çıkardığı kırmızı gülü tepsiye bıraktıktan sonra Süleyman Amca boğazını temizleyerek söze girdi:

 

“Efendim, kahvelerimizi de içtiğimize göre gelelim sebebi ziyaretimize. Allah nasip ederse, gönlümüzden geçen hayırlı bir birliktelik. Allah’ın emri, Peygamber Efendimiz’in kavliyle kızınız Erva’yı oğlumuz Kerem’e istiyoruz.”

 

Süleyman Amca’nın sözüyle bu sefer de dayıma döndük. Dayım da bunun farkında olduğundan yerinden hafifçe kıpırdandı. “Bana büyüklerimin olduğu bir ortamda söz önceliğini onlara vermem öğretildi,” dedikten sonra Altan Amca’ya döndü. “Bu yüzden, önce senin cevabını duymak isterim Altan Ağabey.”

 

Altan Amca başını hafifçe salladıktan sonra bana döndü. Gülümsediğinde cevabımı beklediğini anladığımdan tebessüm ederek başımı ‘evet’ anlamında hafifçe salladım. Bendeki bakışlarını Süleyman Amca’ya çevirdiğinde bende önüme döndüm.

 

“Erva, bana kardeşten öte dostumun emaneti. Canımdan olmasa da candan bir bağla bağlandığım, bana kız babası olmayı da tattıran kıymetli bir emanet. Onu, minicikken ilk kucağıma aldığımda anlamıştım kalbimde yer edecek bir çocuk olacağını. Bugün, onu gerçekten seven biriyle yuva kurmaya hazır olacak kadar büyüdüğünü görmenin duygusallığıyla beraber, aynı zamanda da mutlu olacağını bilmenin huzuru var üzerimde. Bu yüzden tek diyeceğim, hayırlı olsun.”

 

İçim titredi. Başım daha da önüme eğilirken gözlerim doldu. Sözler, tam kalbimin ortasına oturmuştu. Sevilmenin, sahip çıkılmanın kıymetini şu an iliklerime kadar hissediyordum.

 

Altan Amca, kurduğu cümlelerin odada sağladığı sessizliği “Senin cevabın nedir Serkan?” diye sorarak bozduğunda gözyaşlarımı geri itmek amacıyla gözlerimi birkaç defa yavaşça kırpıştırarak dayıma döndüm. Dayım derin bir nefes alarak bana döndü. Göz kırptıktan sonra yüzüne ciddi bir ifade yerleştirerek Kerem’e döndü. Bende her ne yapacaksa uzatmamasını ümit ederek önüme döndüm.

 

“Erva, benim sadece yeğenim değil,” dediğinde beklediğimin aksi bir cevap verdiği duyduğumdan tekrardan ona döndüm. “Her ne kadar, aramızda öyle büyük yaş farkı olmasa da ben yeri geldiğinde onun için baba da oldum. Arkadaş da oldum. Onun bir gülüşüne dünyaları veririm. Ama bir damla gözyaşıyla da dünyaları yakarım. Bu yüzden, cevabımı vermeden önce Kerem’den bir söz istiyorum.”

 

Durdu. Herkes merakla bu sözün ne olduğunu söylemesini beklerken hafifçe boğazını temizledi. Yüzüne yerleştirdiği gülüş, kaşlarından birinin hafifçe kalkması ve büründüğü rahat tavır dediğini yapacağını gösterirken dudakları aralandı:

 

“Kızını hiç üzmeyeceğime söz veriyorum Serkan Baba diyeceksin,” dedi ‘baba’ kelimesini özellikle bastıra bastıra söyleyerek.

 

Cevabı hafif kıkırtı ve gülüşlere sebep olurken göz ucuyla Kerem’e baktım. Bunu bekliyor gibiydi çünkü yüzünde hiçbir şaşkınlık emaresi yoktu ancak hafif çatılmış kaşları dayıma ‘ciddi misin?’ diye sorar gibiydi.

 

“Evet, cevabını bekliyorum,” dedi dayım sesinde hafif imayla.

 

O an bir kez daha çok zeki olduğunu düşünmeden edemedim. Kerem’in kendisine doğrudan baba demeyeceğini bildiğinden işini sağlama almış, doğru ve etkileyici bir cümleyle onu buna mecbur bırakmıştı. Kerem’de bunu farkında olduğundan huzursuzca yerinden kıpırdandı. Hemen yanında oturan Semih Ağabey bu haline gülümserken tetikte bekleyen Melih ve Pınar’sa dayımdan daha da heyecanlı ve sabırsız bir halde Kerem’in konuşmasını bekliyorlardı.

 

Kerem sağ eliyle kravatını hafifçe gevşetti. Göz ucuyla bana baktığında gülümsedim. O da bana gülümsedikten sonra dayıma döndü. “Kızını hiç üzmeyeceğime söz veriyorum,” dedikten sonra nefesini vererek “Serkan Baba,” dedi.

 

Dayım istediği cevabı almış olsa da Kerem’in sona doğru kısılan sesi onu tatmin etmemiş olacak ki “Efendim?” dedi öne doğru eğilerek. “Sona doğru sesin kısıldı duyamadım.”

 

Kerem sabır diler gibi iç çekti. Yerinde dikleşirken “Kızını hiç üzmeyeceğime söz veriyorum Serkan Baba,” dedi hızla.

 

“O zaman hayırlı olsun diyorum bende,” dedi dayım istediği cevabını almış olmanın keyfiyle. Anneme dönüp cevabını bilse de onun da düşüncesini söylemesini istediğinde annem de “Hayırlı olsun,” deyince bu sefer de Ege’ye döndü. “Ee Ege, kardeşi olarak sen ne diyorsun?” diye sorduğunda Ege “Bende bana söz vermesini istiyorum,” diyerek Kerem’e döndü.

 

“Kardeşini hiç üzmeyeceğime söz veriyorum Ege Ağabey dersen…” dedi ancak Kerem’in ‘ağabey’ kelimesini duymasıyla kaşlarının çatılması bir olurken Ege de susmak zorunda kaldı.

 

“Tamam tamam,” dedi ellerini kaldırarak “Demesen de olur. Bende hayırlı olsun diyorum.”

 

Ege’nin geri çekilişi herkesi güldürürken ayağa kalktık. Kerem’le odanın ortasında, aramızda hatırı sayılır bir boşluk bırakarak yan yana durduğumuzda Leyla Sultan yanımıza geldi. Yüzüklerimizi taktıktan sonra “Çocuklarım,” dedi yüzünde içten bir tebessümle. “Şu an güzel bir yola adım atıyorsunuz. Rabbim niyetinizi hayır, yolunuzu bereketli kılsın. Birbirinize rahmet olun, birbirinize destek olun. Unutmayın ki gerçek sevgi, huzur veren sevgidir. Huzurun da başı sabırdır. Her şey gelip geçer ama Allah rızası için atılan adımlar kalır.”

 

Pınar’ın uzattığı tepsiden makası aldıktan sonra yeniden bize baktı.

 

“Gönülleriniz Allah’a bağlı oldukça, elleriniz birbirine sımsıkı tutunur. Kalpleriniz bir olsun, yolunuz bir olsun. Allah mesut etsin.”

 

Herkes Leyla Sultan’ın güzel duasına “Amin,” diye mırıldanırken o da besmele çekip kurdeleyi kesti. Odada “Hayırlı olsun,” sesleri yükselirken bizde bu güzel anımıza şahit olan o güzel insanlara en içten teşekkürleri sunduk. Birbirimize döndüğümüzde az sonra olacak olanın heyecanı kapladı yüreğimi. Zamanı gelmişti. Allah katında birbirimizin helali olacaktık.

 

 

 

 

🍓🍓🍓

 

Oturduğum yerde ellerim dizlerime kenetlenmiş, başım önümde sessizce duruyordum. Ne olacak, ne sorulacak, ne cevap verilecekti? Nikâhla ilgili duyduklarım dışında bir şey bilmiyordum ancak şu an o bildiklerim de uçup gitmişti aklımdan. Kalbim öyle hızlı çarpıyordu ki, içimde atılan her ritim kulaklarımda uğulduyordu adeta.

 

Şu an kıyılan nikâhımızda hiçbir şey işitemiyor, soruları bir kez daha tekrarlatmamak için çabalıyordum. Üstüne bir de Kerem’in dizkapaklarını sıkması ve bu yüzden parmak boğumlarının bembeyaz kesilmesi… Normal duruşu hep sakin, kendinden emin o adamın şu an bu halde olması… Bu durum da bana hiç yardımcı olmuyordu.

 

Bana yönlendiren mehir sorusuna cevap verebilmek için kuruyan boğazımı yumuşatmak amacıyla üst üste yutkundum ancak tam o anda da vereceğim cevabı unuttum. Ne cevap vereceğimi bilmediğim o halimden beni Kerem kurtarıp, daha önceden söylediği mehri ben kabul etmeyeceğimi söylesem de söyledi. İmam “Belirtilen mehri kabul ediyor musun?” diye sorunca çaresizce kabul ettim.

 

Ayça Abla ve Elif’e nikâh hakkında bi’ dolu soru sorduğumda ikisi gülerek nikâhlarına dair pek bir şey hatırlamadıklarını söylemişlerdi. O an ikisinin o şaşkın hallerine gülmeden edememiştim fakat şu an güldüğüm o durum başıma gelmişti.

 

İmam ciddi bir sesle kabul edip etmediğimi sorduğunda “Kabul ettim,” dedim ancak sesim bir fısıltı gibi çıkmıştı. Soru aynı ciddiyetle tekrardan sorulunca az öncekine oranla biraz daha yüksek bir sesle kabul ettiğimi söyledim. Üçüncü kabul edişim Kerem’in rahat bir nefes vermesini sağlarken bu sefer de aynı soru ona yöneltildi.

 

İmamın ilk “Kabul ettin mi?” sorusuna benim aksime yüksek bir sesle “Kabul ettim,” dedi. İki ve üçüncü kabul edişi benim de rahatlıkla nefesimi üflememe sebep olurken, soru bu sefer de şahitlere yöneltildi. Ve sonunda imam bizi Allah katında karı-koca ilan ettiğini söyledi.

 

Altan ve Süleyman Amca imamla beraber odadan çıktıklarında içeri ilk dayım girdi. Onun arkasından annem, Esma Teyze ve diğerleri de girerken, kızlar kapının pervazından bize bakıyorlardı. Dayım yanıma gelip beni sıkıca kucakladı. Hemen arkasında duran annem kısa kesmesini söyleyince beni bırakıp Kerem’in karşısında durdu. Annemle sarılmadan hemen önce elini Kerem’e uzattığını gördüğümde o haline gülerek anneme sarıldım.

 

Leyla Sultan ve Esma Teyze’yle de sarıldıktan sonra Kerem’le sırasıyla el öpme faslına geçtik. Süleyman Amca’nın elini öptüğümde ellerini omzuma koydu. “Kızım,” dedi içten bir tebessümle. “Artık bende baban sayılırım. Pınar benim için neyse, sende osun artık, unutma bunu olur mu?”

 

Sorusuna dolu gözlerle başımı sallayarak “Olur,” dedikten sonra ona sarıldım. “Teşekkür ederim,” dediğimde o da bana sarıldı. “Teşekkür etmene gerek yok kızım, sen hep mutlu ol. Bu bana yeter.”

 

Cümleleri içime bambaşka bir huzur verdi. Yıllar önce gerçeğini kaybettiğim, bu zamana kadar sadece yüreğimde hissettiğim o güzel hissi filizlendirdi. O eksikliği taşıyan kalbimin küçücük de olsa, bir parça tamamlanmış gibi hissetmesini sağladı.

 

Birbirimizi bıraktığımızda büyükler koltuklara geçip oturdular. Ayça Abla çay yapmak için mutfağa geçerken ne yapacağımı bilemediğimden bende arkasından odadan çıktım ancak mutfağa gireceğim sırada Elif kolumdan tutarak beni peşinden odama götürdü. Odama girdiğimizde Çınar ağzındaki oyuncağı bırakıp hemen yanıma geldi. Ona doğru eğildiğimde yanımıza gelen Çilek’e fırsat vermeden kucağıma atladı.

 

“Ay Erva, bu çok kıskanç ya,” dedi Elif gülerek. “Baksana, Çilek’in yanına gelmesine bile izin vermiyor.”

 

“İki gündür böyle. Ne zaman beni görse hemen kucağıma atlıyor.”

 

“Ama yazık bu güzelliğe,” dedi Elif Çilek’e doğru eğilerek. Çilek’i kucağına alıp doğrulduğunda bana döndü. “Bu arada, tekrardan çok tebrik ederim canım benim,” dedi. “Hep mutlu olursunuz İnşallah.”

 

“İnşallah canım. Teşekkür ederim,” dedim. Neden buraya geldiğimizi soracağım sırada odanın kapısı çaldı. Kapıya dönerek “Girebilirsin,” dediğimde kapı açıldı ve içeri Pınar girdi. Hemen arkasında duran Kerem’i kolundan tutarak hızla odama koyduktan sonra yanıma geldi ve Çınar’ı kucağımdan aldı.

 

Başıyla Elif’i göstererek “Size küçük bir sürpriz yapalım dedik yengeciğim,” dedi yüzünde yaramaz bir gülüşle. Yanaklarım Pınar’ın imasıyla alev almaya başlarken onlar bu halime kıkırdayarak Çilek ve Çınar’ı da alıp odamdan çıktılar.

 

Odada Kerem’le baş başa kalmıştık ve şu an başım önümde ne yapacağımı geçtim, ne diyeceğimi bile bilmediğim bir halde duruyordum. O an bir adım sesi doldurdu odayı. Onu takip eden bir diğer adıma başka bir adım sesi daha eşlik etti ve Kerem tam önümde durdu. Birkaç saniye ne ben başımı önümden kaldırdım ne de o bir şey söyledi. Bu kısa bekleyişe çeneme dokunan sıcak parmaklar son vererek başımı önümden kaldırdı.

 

Görüş açıma ilk olarak bana özlemle bakan kahveleri girdi. Bu sefer kaçırmadım. Baktım uzun uzun o kahvelere… İçlerinde kaybolmak istercesine… O da çekmedi gözlerini gözlerimden ve biz uzun zamandır bu anı bekliyormuş gibi birbirimizin gözlerinde kaybolduk.

 

Kerem gözlerini gözlerimden çekmeden, çenemdeki elini sol yanağıma koydu. Diğer eli de sağ yanağımdaki yerini alırken bana doğru eğildi. Alnıma değen sıcak dudaklar, beni dünyadan soyutlarken gözlerimi hissettiğim huzura kapattım. Kerem de hemen çekmedi dudaklarını alnımdan. Durduk öylece. Sanki anın büyüsü, biz hareket edince bozulacakmış gibi, hiç kımıldamadan kaldık öylece.

 

Yanağımdaki ellerini omuzlarıma indirdiğinde gözlerimi açtım. Omzumdaki eller kollarımdan kayarak ellerime ulaştı ve o an parmak uçlarımız buluştu. Ellerimiz birleştiğinde verdiği his kalbime sıcacık bir dokunuş bıraktı. Yıllardır eksik olan bir parçanın yerini bulması gibiydi. Tam yerli yerindeydi. Bir adım daha attı bana doğru ve aramızdaki o küçücük mesafe de böylece kapanmış oldu.

 

Kalbim patlayacak gibiydi. Ama ilk adımı atan olmak için de can atıyordu. Bu yüzden bu fırsatı ona verdim. Başımı Kerem’in göğsüne yasladıktan sonra kollarımı beline doladım. Kerem önce şaşırdı. Bunu kasılan vücudundan anlamıştım. Sanırım benden böyle bir şey beklemiyordu. Kısa süren şaşkınlığını üzerinden atarak kollarını bana sardığında gözlerimi kapattım ve sarılmanın güzel olduğu o anı hissetmeye başladım. Sağ yanımda da bir kalp vardı artık ve o ritim kulaklarımı dolduruyordu şu an. Bana okyanusu hatırlatan, onun kadar ferah, onun kadar huzurlu olan kokusu da burnuma dolarken koca bir tebessüm kondu dudaklarıma.

 

Kerem şalımın üstünden başıma küçük bir öpücük kondurdu. Daha sıkı sarılarak “Teşekkür ederim,” dediğinde “Neden?” diye sordum kısık bir sesle.

 

“Beni seçtiğin, kalbini bana emanet ettiğin için.”

 

İçimde havai fişekler patlıyordu. Kelebekler mideme değil tüm vücuduma yayılmıştı. Kalbim, hayatım boyunca hiç olmadığı kadar hızlı atmaya başladı. O kadar hızlıydı ki, bu ses kulaklarımı dolduruyordu. Üstelik böyle sımsıkı bir halde sarılmış olmamız hiç yardımcı olmuyordu ancak beni bırakmaya niyeti yok gibiydi. Gerçi, bende bırakmak istemiyordum fakat ömrümüzün sonuna kadar da odamın ortasında böyle sarılı halde kalamazdık.

 

“Kerem,” dedim bu yüzden. “Beni bırakmayacak mısın?”

 

“Hayır,” dedi kesin bir sesle. “Yıllar önce de olduğu gibi, bundan sonra da böyle olacak. Sen beni bırakmadan ben seni asla bırakmam.”

 

“Ya, bende bırakmak istemiyorsam.”

 

Burnundan nefes vererek güldü. Başımın üstünü koklayarak öptükten sonra “O zaman bizde hep böyle kalırız,” dedi. “Ne güzel, hayatım boyunca çilek ve çiçek kokulu kollarda huzurlu olacağım.”

 

İçimden şükür nidaları yükseldi. Bizi, kaderin ilk karşılaştırdığı o günden bugüne getiren, birbirimize nasip eden Allah’a yükseldi. Sadece bakışlarıyla bile beni gerçekten sevdiğini belli eden, şu an bana sımsıkı sarılan Kerem’i nasip eden Allah’a…

 

Dakikalarca devam eden sarılmaya mecburen son veren olup Kerem’i bıraktığımda o da beni bıraktı. Elini bana doğru uzattığında tereddüt etmeden tuttum elini. Anında birleşen ellerimize huzurla iç çektikten sonra bana baktı.

 

“Dua et Erva’m,” dedi fısıltıyla. “Bu eller hiç ayrılmasın…”

 

Gözlerim dolmaya başladı. Dudaklarımda koca bir gülümseme peyda olurken sağ gözümden bir damla yaş yanaklarımdan süzüldü. “Teşekkür ederim,” dedim minnetle. “Beni böyle güzel sevdiğin için. Beni, dünyanın en mutlu insanı yaptığın için.”

 

Sol elini yanağıma koydu. Başparmağıyla gözyaşlarımı silerken “Ağlama Güzel Gözlü’m,” dedi. “Mutluluktan da olsa dolmasın o kurban olduğum göz pınarların. Islanmasın o çilek yanakların.”

 

Gözyaşlarım söylediklerinin inadına daha çok akmaya başladı. Tuttuğu elimi bıraktıktan sonra iki eliyle yanaklarımı avuçlayarak sabırla gözyaşlarımı silmeye başladı ancak her sildiği gözyaşını bir diğeri takip ediyordu. O an beni şaşırtacak bir şey yaptı. Yanaklarımı okşayan başparmaklarını geriye çekerek sağ yanağımdan süzülen gözyaşımdan öptü. Sonra bunu diğer gözyaşlarıma da yaptı. Son olarak gözlerimden de öptükten sonra geri çekilmeden gözlerimin içine baktı.

 

Aklıma gelenle o an sadece şaşkınlıkla ona bakmaya başladım. Gözyaşlarımı öpmesi… Sonra da gözlerimden... Her şey rüyamdaki gibi olmuştu. Aynı heyecan ve sıcaklık da yüreğimdeydi. Bu bir tevafuk muydu?

 

Kerem neden bu kadar şaşırdığıma bir anlam veremedi. Bu yüzden “Ne oldu güzelim?” diye sordu.

 

“B-ben, ben…” dedim kekeleyerek. “Ben bir rüya görmüştüm. Simay’la birbirinize sarıldığınız günün...” dedim ancak işaret parmağını dudağıma koyarak devam etmeme izin vermedi.

 

“Erva, ben ona sarılmadım. O bana sarıldı,” dedi ciddiyetle.

 

“Tamam işte, o günün akşamında…” diye devam ettim tepkisine gülerek. “Aynı bu şekilde olmuştu. Önce gözyaşlarımdan öpmüştün. Sonra da gözlerimden. Daha sonra da bana sarılmıştın.”

 

“Şu an içimden geçeni, Rabbim ben bilmeden de gerçekleştirmiş demek ki,” dedi gülümseyerek. “Bu güzel tevafuku tamamlayalım o zaman,” dedikten sonra bana sarıldı. Rüyamda olan o son anı, bu güzel tevafuku da tamamladık böylece. Yeniden bir bütün olduk. Kalplerimizin birleştiği ilk yola hayırlısıyla bugün adım attık. Bundan sonrası nasıl olurdu bilemezdim. Ama şunu biliyordum ki, Allah’ın izniyle yanımda Kerem oldukça bundan sonrası da her daim güzel olacaktı.

 

 

 

 

 

Veee bölüm sonu :)

Sonunda kavuştu canlarım. Çok şükür 🥹

Hemen yorumları alayım. Nasıldı?

En sevdiğiniz kısım neresiydi? (Bunu çok merak ediyorum 😅)

Upuzun bir bölüm oldu. Hakkını verebildim mi 🫣

Aşağıdaki yıldızı parlatmayı unutmayın olur mu :)

Yeni bölümde görüşmek üzere. Kendinize iyi bakın, Allah'a emanet olun 🤍

Bölüm : 21.05.2025 11:27 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...