43. Bölüm

43- Kar Tanesi

Kübra Ö.
birkitapbirkubra

Selamünaleyküm :)

Nasılsınız bakalım? Beni soracak olursanız yorgunum, yine 🫣

Sonunda yeni bölümü atabildim. Yine bir 'çok şükür' diyeceksiniz sayemde, biliyorum 😅

Evet, çok şükür dedikten sonra şimdi de besmele çekin değerli okurlarım ve bölümü okumaya başlayın bakalım 🤗

İnşallah beğenirsiniz, iyi okumalar dilerim 🤍

(Yine uzun bir bölüm oldu Elhamdülillah. İnşallah hakkını verebilmişimdir ve İnşallah sizler de severek okursunuz.)

 

 

 

 

~ Erva

 

 

“Anneanne.”

 

Kerem’in şaşkın bir halde söylediğiyle ona döndüm. Yüzünde küçük bir şaşkınlık ve tebessümle karşımızda bize yüzünde koca bir gülümsemeyle bakan kadına baktığını fark ettiğimde bende tekrardan kadına döndüm.

 

Kerem, anneanne dediğinden, şu an bizi görmekten oldukça mutlu olan bu sevimli kadının, geçen gün bahsettiği Leyla Sultan olduğunu anlamış oldum. Göz ucuyla ona baktığımda, o da bana baktığı için göz göze geldik. O an panikle ne yapacağımı bilemedim ancak hafifçe tebessüm etmekten de geri durmadım.

 

“Oy oy oy, benim güzel gelinim de buradaymış,” dediğinde gülümsemem daha da büyürken başımı önüme eğdim. Leyla Sultan asansörden çıkıp hızla yanımıza geldi. Çenemde hissettiğim sıcak parmaklar başımı hafifçe önümden kaldırırken direnmedim. Anneanneyle tekrardan göz göze geldiğimizde çenemdeki elini sağ koluma indirip beni kendine çekti. Sarıldığında bende kollarımı beline doladım. Anneanne, bir yandan sırtımı sıvazlarken bir yandan da “Oy ben kurban olurum bu güzelliğe,” diyordu. Daha ilk karşılaşmamızdan böyle sıcak bir karşılama beklemiyordum açıkçası ve şu an bu durumun beni hem çok mutlu ettiğini hem de utandırdığını söylemeliyim.

 

Anneanne, bana daha sıkı sarılırken hemen arkasında, annem yaşlarında görünen güzel bir kadın “Anne yeter,” dedi gülerek. “Biraz daha o şekilde sarılmaya devam edersen boğulacak güzel gelinimiz.”

 

Leyla Sultan gülerek beni bıraktı. Ellerini yanaklarıma koyarken “Sonunda tanıştım güzel kızımla,” dedi neşeyle. “Oy ben kıyamam bu güzelliğe. Fotoğraftakinden daha da güzelmiş.”

 

Yanaklarım daha da yanarken “Teşekkür ederim efendim,” dedim utangaç bir şekilde.

 

Anneannenin kaşları aniden çatılınca yüzümdeki utangaç gülümseme anında soldu. Neden kızdı ki diye endişeyle düşünürken “Efendum neydi daa, kizum?” dedi aksi bir sesle. “Ben bu uşağun nesiyum?” dedi Kerem’i göstererek. “Anneannesiyum daa. O zaman bu durumda senun da anneannen sayilurum ha!”

 

Anneannenin sinirlenince Karadeniz damarının atmasına gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırıp mahcubiyetle başımı salladım. “Tamam,” dedim gülümseyerek. “Anneanne.”

 

“Oy senin anneanne diyen dillerini yesinler,” dedi az öncekine oranla daha sakin ve neşeli çıkan sesiyle.

 

“Anneanne, bende buradayım.”

 

Pınar’ın sitemli sesini duyunca hepimiz kapıya döndük. Kollarını kavuşturmuş, alıngan bir ifadeyle bize bakıyordu. “Gelinini gördün, en sevdiğin torununu unuttun,” dediğinde hepimiz gülmeye başladık.

 

Anneanne ona dönüp kollarını açtığında Pınar neşeyle evden çıkıp yanına geldi. Hızla sarıldığında anneannesi “Dur hele deli kız,” dedi küçük bir kahkaha atarak. “Ben senin kadar genç değilim. Belimi kıracaksın.”

 

“Genç değilsin ama hepimizi de cebinden çıkarırsın büyük sultanım,” dedi Pınar onu bırakırken. “Geçen yaz merdane ve terliğinden az nasibimizi almadık.”

 

Melih’le aynı anda kahkahalarla gülmeye başladıklarında ikisinin yine boş durmadıklarını anlamış oldum. Kim bilir ne yapmışlardı da anneanne de kendince gerekeni yapmıştı. Bir de Pınar haklıydı. Leyla Sultan yaşına göre dinç ve enerjik görünüyordu. Aynı zamanda da çok sıcakkanlı ve neşeli biri gibiydi. Şimdiden sevmiştim onu ve haline bakılacak olursa o da beni sevmişti. Bu durum beni hem mutlu etmiş hem de rahatlatmıştı.

 

“Hak ettunuz siz daa!” dedi anneanne sinirli bir sesle, hâlâ gülmeye devam eden Melih ve Pınar’a. Pınar ve Melih gülmeyi bıraktıklarında Kerem’e döndü. Elini uzattığında Kerem ona doğru bir adım atıp elini öptü. “Hoş geldin Leyla Sultan,” dediğinde anneanne onu da kolundan tutup kendine çekti. Sarıldıklarında “Hoş buldum aslan torunum benim,” dedi gülümseyerek. “Sayende çok hoş buldum.”

 

Birbirlerini bıraktıklarında Leyla Sultan Kerem’i sağına çekti. Beni de sol yanına aldıktan sonra “Hadi gelin bakalım güzel çocuklarım,” dedi eve doğru bir adım atarak. “Konuşalım sizinle.”

 

Konuşmak için ağzımı açacağım sırada “İtiraz istemiyorum kızım,” dedi kesin bir sesle.

 

Esma Teyze yanımıza geldi. “Şu an karşılaşmasaydınız bile seni çağırması için Pınar’ı yollayacaktım kızım. Çünkü annem yol boyunca seni sorup durdu,” dedi gülümseyerek.

 

“Evet kızım,” dedi Süleyman Amca gülümseyerek. “Bu yüzden sende bize geliyorsun. Esma şimdi anneni arar, o da gelir. Ailecek bir arada olalım olur mu?”

 

Başımı sallayarak “Olur,” dediğimde hepsi bu duruma sevindiklerini belli edecek şekilde gülümsediler.

 

Hep beraber eve girdiğimizde Melih tam önümde durdu. Yanındaki kadını göstererek “Çilek Kız, anneannenle tanıştın ama teyzenle tanışmadın,” dedi gülerek. “Tanıştırayım, annem Esra. Aynı zamanda da artık senin teyzen.”

 

Melih’in annesi olduğunu öğrendiğim kadın yüzünde sıcak bir tebessümle bana doğru bir adım attı. Sarıldığında bende karşılık verdim hızla. “Memnun oldum Ervacığım,” dediğinde “Bende,” dedim tebessümle.

 

Bir Esra Teyze’ye bir de Melih’e baktım. Sima olarak birbirlerine benziyorlardı ancak Melih ona göre daha açık tenliydi. Esra Teyze minyon tipli, güzel bir kadındı. Açık kahve gözleri, başına taktığı acı kahve şalla daha da ortaya çıkmıştı. Buğday rengi teni, yılların ona kattığı olgunluğa rağmen güzel bir ışıltı taşıyordu. Giydiği sade ama zarif koyu kahverengi elbisesi, duruşuna yakışır bir ağırbaşlılıkla onu tamamlıyordu. Melih’in enerjisi onda yoktu. Gözleri yılların yorgunluğunu taşıyor gibiydi ancak buna rağmen ışıl ışıl parlamaya da devam ediyordu.

 

Anneanne Kerem’i peşinden oturma odasına çekerken Esra Teyze koluma girdi. “Hadi bizde geçelim Erva,” dediğinde başımı sallayıp oturma odasına yöneldim. İçeri geçtiğimizde Leyla Sultan oturduğu koltuğun sol tarafına vurarak yanına geçmemi istedi. Sağında oturan Kerem’in bana attığı endişeli bakışlar az sonra ciddi bir soru yağmuruna tutulacağımızı gösterir gibiydi. Alt dudağını ısırarak başını iki yana salladığında bu durum kesinleşti. Derin bir nefes alıp anneannenin yanına geçtim.

 

Oturduğumda sol elini omzuma koydu. “Hadi anlatın bakalım,” dedi çocuksu bir neşeyle. “Nasıl tanıştınız?”

 

Aklıma gelen tanışmamız beni gülümsetirken, bunu nasıl anlatacağımı bilemediğimden başımı önüme eğdim. İlk tanışmamız bizde kalsın istiyordum. Yüzünü göremediğim sevdiğimin bana söyledikleri, sıcacık elleriyle gözyaşlarımı sildiği, bana sarıldığı o anların bize özel kalmasını istiyordum. Her aklıma geldiğinde kalbime güzel, yanaklarımaysa sıcaklık veren o tatlı his; şu an bana yeniden aynı şeyleri yaşatırken başımı daha da önüme eğdim.

 

“Eee, anlatun daa!”

 

En iyisi yıllar sonraki ilk karşılaşmamızı anlatmak diye düşünüp dudaklarımı araladım fakat hemen sustum. Bu da olmazdı ki… Hem ne diyecektim? Torununuzu arkadaşım sanıp yüzüne yüzüne “Başkomiserler emniyette sadece şöyle bir görünüp hava atayım demek için varlar,” dedim mi diyecektim?

 

Kerem “Buraya ilk taşındığımız gün…” deyince ona döndüm. “Evdeki bazı eşyaları sabitlemek için birtakım aletlere ihtiyacımız vardı.” Dudakları yukarı kıvrıldı. Göz ucuyla bana baktı ve devam etti:

 

“Evde açılmamış bir dolu koli olduğundan alet çantasını bulamamıştık. Bu yüzden de onlardan almıştık. İşimiz bittiğinde alet çantasını onlara götürdüğüm zaman tanıştık.”

 

Leyla Sultan aldığı cevaptan memnun olmadığını belli eden bir yüz şekliyle “Öyle mi?” diye sordu. “Öyle anneanne,” dedi Kerem. “Hem sen neden bunu bize soruyorsun ki?” Pınar’a döndü. “Geveze torunun eminim ki sana her şeyi anlatmıştır.”

 

“Tabi ki anlattım ağabey,” dedi Pınar saçlarını savurarak. “Anlatmasam olmazdı.”

 

“Doğru, çatlardın maazallah,” dedi Kerem gülerek.

 

Pınar şaşkınlıkla “Ağabey ya,” dedi sesini incelterek. “Hiç de bir kere. Anneannem çok ısrar etti diye anlattım.”

 

“Tabi canım, kesin öyledir,” dedi Kerem alayla. Pınar bu duruma göz devirmekten başka bir tepki vermedi. Daha sonra bana döndü. “Bu arada, siz barıştınız mı ya?” diye sordu merakla.

 

Gülümseyerek başımı salladığımda Leyla Sultan “Ne barışmasi? Küs müydunuz daa?” diye sordu sinirli bir sesle. Fark ettiğim kadarıyla öfkelenince Karadeniz şivesine bağlıyordu ve şu an bu durum da onlardan biriydi.

 

Bana dönüp “Ha bu uşak seni üzdü mi daa?” diye sordu Kerem’i göstererek. Cevap vermeme fırsat vermeden hızla ayağa kalktı. “Benum bavulum neredadur?”

 

Esma Teyze de ayağa kalkarak “Bavulunu ne yapacaksın ki anne?” diye sordu.

 

“Merdanemle terliğum içindeydu daa!”

 

Leyla Sultan’ın cevabına kendimi tutamayıp kıkırdadığım sırada Kerem hariç diğerleri bu duruma kahkahalarla gülmeye başladılar. Pınar ve Melih gülmeye devam ederlerken oturdukları koltuktan fırlarcasına kalktılar. “Ben anneannemin merdane ve terliğini getiriyorum, sende kamerayı hazırla ağabey,” dedi Pınar, yüzünde muzur bir gülümsemeyle.

 

“Pınar, saçmalama ve otur lütfen,” dedi Kerem, kısık ve haklı olarak öfkeli bir sesle.

 

Anneanne ona dönerek “Sen sus bakayum daa!” dedi aksi çıkan sesiyle. “Nasıl benum güzel gelinumi üzersun haa?”

 

“Anneanne, durum sandığından çok başka,” dedi Kerem ona dönerek. Yüz ifadesi başına hiç iyi şeyler gelmeyeceğini belli ederken bu duruma gülmeden edemedim. Şu an bir şey söylemem gerekiyordu ama anneanne buna izin vermedi.

 

“Ben anlayacağumu anladum. Sen benum merdane ve terliğimun tadını özlemişsun belli ki haa!”

 

“Anneanne, Erva’nın yanında yapma bari,” dedi Kerem. Sesi hem sitemli hem de yalvarır gibiydi.

 

“Onu benum gelinimu üzmeden evvel düşünecektun daa!” dedi anneanne daha da ciddi bir sesle. “Eğil daa, kulağuni çekeceğum.”

 

Dudaklarımı birbirine bastırıp çıkmak için fırsat kollayan kahkahamı tutmaya çalıştım. Leyla Sultan’ın dediğini yapabilme ihtimali az çok gözümün önüne gelirken dayanamayıp ister istemez gülmeye başladım. Süleyman Amca da bana katılırken Kerem ikimize sitemli bakışlar attı.

 

“Erva, sende mi bir şey söylesen ha güzelim?” dedi alıngan bir sesle. “Anneannem bir elinde terlik diğer elinde merdane dalacak bana birazdan.”

 

Söyledikleri beni de daha da güldürürken “Kusura bakma Kerem,” dedim mahcubiyetle. “Bir an söylediklerin gözümün önüne gelince tutamadım kendimi.”

 

Leyla Sultan’a döndüm. “Efendim Kerem haklı,” dedim ancak hızla sözümü kesti. “Bak gene efendum dedi daa!” dedi sitemli ve öfkelendiğini belli eden şivesiyle.”Kızum, bana anneanne de, rahat ol haa! Yoksa birinuz merdanemun, birinuz da terliğumun taduna bakacaksunuz, ona göre daa!”

 

Kerem’le birbirimize baktık o anda. Anneanne, dediğini yapacağını fazlasıyla belli etse de ikimizde bu duruma gülmeden edemedik. Kerem’deki bakışlarımı Leyla Sultan’a çevirip “Tamam anneanne,” dedim başımı sallayarak. “Hadi geç otur şöyle, ben sana her şeyi en başından anlatayım.”

 

Leyla Sultan dediğimi yapıp az önce fırlarcasına kalktığı yerine geçip oturdu. Diğerleri hâlâ az önce yaşadığımız duruma gülerlerken Pınar ve Melih’e susmaları için uyarıcı bakışlar attım. Dikkate almayıp sinir bozucu kıkırtılar çıkarmaya devam etmeleri, içimde onlara Dollyo-Chagi (Tekvandoda ayağın durmadan döndüğü bir tekme) atma isteği uyandırsa da bunu umursamamaya çalışıp az önceki yerime, anneannenin yanına oturdum.

 

Her ne kadar olanları bilseler de nasıl barıştığımızı bilmedikleri için bize meraklı bakışlar atan Esma Teyze ve Süleyman Amca’ya hafifçe tebessüm ettikten sonra, hiçbir şeyden haberi olmadığı için sabırsızlıkla anlatmamı bekleyen anneanneye döndüm.

 

İlk olarak yazın başından beri olan durumumdan bahsetmekle başladım anlatmaya. Anneanne bunu duyar duymaz paniklediği için hızla şu an daha iyi olduğunu söyledim. Pek ikna olmadı ama, neyse ki Melih araya girerek durumumun daha iyi olduğunu söyledi de, Leyla Sultan az da olsa sakinleşti. Bunu Kerem’den sakladığımdan bahsettiğim zaman odaya koca bir sessizlik hâkim oldu. Anneanne sağ elimi tutup hafifçe sıkarak devam etmemi isteyince sakince nefesimi verip anlatmaya devam ettim. İki gün önce Kerem’in öğrendiğini ve o gün olanları anlatmaya devam ettim. Kerem’in merdane ve terlikle kovalanmasını istemediğimden onun söylediği bazı şeyleri söylemedim. Bu durumda tamamen kendimi suçlu konumuna koymuştum ama olan da buydu sonuçta.

 

Hem, Kerem haklıydı… Başından beri ondan bir şey saklamamamı istemişti sonuçta. Ve ben, buna rağmen ondan saklamıştım.

 

Son olarak da dayımlarda olan konuşmalarımızı anlattıktan sonra “Kısaca durum bundan ibaret,” dedim. “Sandığınız gibi bir küslük olmadı. Ben, istemeden de olsa Kerem’i kırdım.”

 

Kerem’e çevirdim bakışlarımı. Yüzündeki parlak gülümseme beni de gülümsetirken tekrardan anneanneye döndüm. “Ama neyse ki konuştuk bu durumu ve o da beni affetti.”

 

“Affetmeyip de ne yapacaktu daa?” dedi anneanne. “Hele bir affetmeseydu, kafasini kırardum merdaneyle daa!"

 

Ben, Leyla Sultan’ın sakladığım için bana sitem edeceğini düşünürken o, bütün suç bende olmasına rağmen yine Kerem’e kızmıştı. Kerem, sanki bunun olacağını biliyor gibiydi çünkü hiçbir şaşkınlık emaresi göstermedi. Bu durum herkes gibi beni de güldürürken o, önüne bakmaya devam etti.

 

Leyla Sultan elini omzuna koyduğunda başını hafifçe ona çevirdi. Anneanne “Aferin sana aslan torunum,” dediğinde gülerek başını iki yana salladı. “Az önce merdaneyle, terlikle kovalayacaktın beni Leyla Sultan, şimdi de aferin diyorsun.”

 

“O az önceydi,” dedi anneanne içten bir gülümsemeyle. “Ama şimdi bir aferini hak ettin çünkü doğru olanı yapmışsın.”

 

Karadeniz şivesi, yerini İstanbul Türkçesi’ne bıraktığına göre Kerem güvende demekti. Gerçi Leyla Sultan yumuşak ses tonuyla da belli etmişti öfkesinin geçtiğini ama bu ses tonunu Karadeniz şivesiyle kursaydı sinirinin geçmediğini düşünebilirdim. Karadeniz damarı atmasın derlerdi de anlamazdım ne olduğunu. Şu an daha iyi anlıyordum. Attı mı tam atıyormuş ve koskoca bir başkomiseri bile, merdane ve terlikle kovalayabilecek kadar deli bir cesaret veriyormuş.

 

“İyi bari. Bu sefer kurtuldum,” dedi Kerem rahatlıkla gülümseyerek. “Tek olsak sorun değil ama sevdiğimin yanında bütün karizmamın çizilmesini istemiyorum Leyla Sultan. Haberin olsun.”

 

Cümlesini tamamlamasıyla çok kısa bir an göz göze gelmemiz bir oldu. Yanaklarım yanmaya başlayınca hızla önüme döndüm ve neyse ki kimse bir şey söylemeden yardımıma çalan kapı yetişti. Pınar ayağa kalktı. Odadan çıkacağı sırada “Ay benim üstüm müsait değil ki,” deyince ayağa kalktım ancak Esma Teyze eliyle oturmamı işaret etti. “Sen otur kızım. Ben açarım,” dedi gülümseyerek.

 

Başımı sallayıp tekrardan oturduğumda kapıyı açmak için odadan çıktı. Pınar ise olduğu yerde kalmaya deva etti. “İnşallah yabancı biri değildi ya,” dedi sağ eliyle başını kaşıyarak. “Dağınık topuz ve pijamadan oluşan süper ev kombinimi bozmak istemiyorum.”

 

Başının üstündeki koca topuz ve üzerinde rengarenk şekerlerin olduğu pijama takımıyla çok sevimli görünüyordu ve her haliyle de belli ediyordu bu rahatlığı bozmak istemediğini. Bu yüzden Esma Teyze’nin “Hoş geldin Sevilciğim,” diyen sesini duyunca “Oh be, Sevil Teyze gelmiş,” dedi neşeyle.

 

Neşeyle, hoplaya zıplaya babasının yanına geçtiğinde çocuksu halleri Süleyman Amca’yı güldürdü. Omzundan tutup Pınar’ı kendine çektiğinde Pınar da karşılık verip sarıldı ona. Baba-kız o güzel hallerine gülümseyip, dolu gözlerle onlara bakmaya devam ettim. Yüreğimdeki burukluk ve boğazımdaki yumru bana hiç yardımcı olmazken sakince nefesimi verdim. O sırada Leyla Sultan hafifçe elimi sıktığında ona döndüm. Dolu gözlerim yüzünden buğulu gördüğüm yüzünde içten bir tebessüm vardı. “Seni anlıyorum,” der gibiydi sanki bakışları. O içten tebessüm benim de yüzümde yerini alırken o da beni kendine çekip sarıldı. Bende karşılık verip sarıldığımda şalımın üstünden başımı öptü.

 

Nefesimi vererek gülümseyip daha sıkı sarıldığımda annemin “Selamünaleyküm,” diyen sesini duydum. Diğerleri selamını alırlarken başımı ona çevirdim. Anneanneyle birbirimizi bıraktığımızda Esma Teyze annemin koluna girip onu yanımıza getirdi. “Sevilciğim, annem Leyla,” dedi Esma Teyze, önümüzde durduklarında.

 

Annem uzanıp Leyla Sultan’ın elini öptü. Leyla Sultan ayağa kalkıp sarıldığında bu içten karşılamaya annem de benim gibi gülümseyerek karşılık verdi. Birbirlerini bıraktıklarında Esma Teyze bu sefer de kız kardeşiyle tanıştırdı annemi. Esra Teyze’yle de sarılıp tanıştıktan sonra Pınar kollarını açarak annemin yanına geçti.

 

“Hoş geldin Sevil Teyze,” deyip sarıldığında annem de gülerek sarıldı ona.

 

“Bakıyorum da keyfin yerinde Pınarcığım,” dedi annem birbirlerini bıraktıklarında. “Her zamankinden daha neşelisin. Maşallah, Allah bozmasın.”

 

“Evet Sevil Teyze’m, çok mutluyum,” dedi Pınar çılgın bir ifadeyle. Bize döndü. “Kızınla damadının arası düzeldi çok şükür ki,” dedi abartılı bir coşkuyla. “Bir de büyük sultanım da geldi,” dedikten sonra Leyla Sultan’a öpücük attı. “Bu yüzden çok mutluyum.”

 

“Evet canım, çok şükür ki barıştılar,” dedi annem bize bakarak. “Biraz daha uzatsalardı ikisine de ayrı ayrı ‘iletişim kuramamaya bağlı kalp ağrısı hastalığı’ teşhisi koyacaktım. Tedavisi de günde üç doz tebessüm, sabah-akşam hal hatır sorma, araya da bir tane ‘küslük yasak’ bandı yapıştıracaktım. Sevil Hemşire onaylı.”

 

Annemim teşhis ve tedavi yöntemleri hepimizi kahkahalara boğarken bunun devamını Melih getirdi. “Bende ‘fazla gurur kaynaklı kalp spazmı’ teşhisi koyardım,” dedi derin bir nefes alarak. “Tedavisi de günde bir doz ‘özür dilerim’, bolca kahkaha ve gün içinde en az bir kez ‘gerçekten konuşmak’. Ama yan etkileri de olabilir bu tedavinin. Bu da bolca kahkaha ve mutluluk. Gerçi öyle yan etkiye de can kurban öyle değil mi?”

 

Melih’in de teşhis ve tedavilerinin yanı sıra bir de aşırı tatlı yan etkileri de bizi güldürürken bu sefer de Pınar “Şimdi de ben devam ettireceğim,” dedi. Derin bir nefes aldı. Birkaç saniye düşündükten sonra “Bende ‘İletişim kuramamaktan kaynaklı ciddi anlaşmazlıklar’ adında bir dava açacaktım,” dedi gelecekteki mesleğinden dem vurarak. “Tedavisi de günde en az bir doz ‘pozitif ifade’, haftada bir ‘karşılıklı anlaşmazlık çözme oturumu’, gün içinde de ‘bol neşe ve kahkaha içeren kısa sohbetler’. Yan etkileri: Bir Erva Abla deyişiyle ‘ultra’ sağlam bir ilişki ve derin bir bağ. E böyle yan etkiye de can kurban öyle değil mi?”

 

Tıp kadar hukuka da katkımız olduğu ailemiz tarafından üç teşhisle kanıtlanırken bu duruma birkaç dakika boyunca neşeyle gülüp durduk. Gülmeler kesildiğinde büyükler kendi aralarında sohbete girerlerken bu güzel ortamın verdiği huzur ve sıcaklığı derinden hissederek eşlik ettim sohbete. Kısa ama dolu dolu bir sohbetin ardından Esma Teyze sofrayı kurmak için ayaklanırken yardım için biz de kalktık. Pınar’la yan yana mutfağa girdiğimizde hızla beni kendine çevirdi.

 

“Ya Erva Abla, neden ağabeyimle konuşacağınız sırada beni de çağırmadınız ki?” diye sordu alıngan bir ifadeyle. “Kaçırdım o romantik anı.”

 

Annemler Pınar’ın tepkisine aynı anda kıkırdarlarken “Pınar ya,” dedim utangaç bir halde. “Benim hiçbir şeyden haberim yoktu ki ayrıca. Kerem ve Melih’in orada olduklarını bile bilmiyordum.”

 

“Neyse, önemli olan barışmanızdı,” dedi neşeyle. “O da oldu çok şükür ki.”

 

Gülümseyerek “Çok şükür canım,” dedikten sonra anneme döndüm. “Anne, bu arada benim sana söylemem gereken bir şey var.”

 

Annem ne söyleyeceğimi biliyormuş gibi anlayışla gülümsedi. “Dini nikâhınızdan bahsedeceksen biliyorum anneciğim,” dedi. “Gelmeden önce Serkan’la konuştum. O da her şeyi anlattı bana.” Ellerini omzuma koydu. “Serkan’ın da dediği gibi evlenecek olan sensin kızım,” dedi hafifçe sıkarak. “Bu yüzden sen kabul ettiysen bende tamam diyorum.”

 

“Teşekkür ederim,” dedim minnetle. Annem gülümseyerek “Rica ederim,” dediğinde bu olanları anlatmak için Esma Teyze’ye döndüm.

 

Esma Teyze “Bende her şeyi biliyorum kızım,” dedi gülümseyerek. “Kerem seninle konuşmadan önce bize de danıştı. Sevil ve Serkan’ın da dediği evlenecek olan sizsiniz. Bu yüzden siz kabul ettiyseniz bizde tamam diyoruz.”

 

“Teşekkür ederim.”

 

“Rica ederiz güzel kızım,” dedi içten bir tebessümle.

 

“Bu durumda resmi nikâh için de elinizi çabuk tutmanız gerekiyor Erva Abla,” dedi Pınar araya girerek.

 

“Haklısın canım,” dedim sıkıntıyla. Daha ev bakacaktık, onun eşyaları, şusu busu derken bir de nikâh için tarih, gelinlik, damatlık… Aff… Çok işimiz vardı. Sayarken yorulmuştum. Kim bilir yaparken ne kadar yorulacaktım. Bu yüzden kına, düğün falan istemiyordum açıkçası. Sadece nikâh yeterliydi. Tabii, bunu bir de Kerem’e de sormalıydım. Kabul edeceğini düşünüyordum ancak yine de tek başıma evlenmiyordum öyle değil mi? Onun düşünceleri benim için çok önemliydi ve bu konuyu nişandan sonra onunla konuşsam iyi olacaktı.

 

Leyla Sultan omzuma dokununca ona döndüm. “Her şey yolunda gidecek İnşallah kızım,” dedi güven veren sesiyle. “Tek değilsin, biz de yanındayız. Allah’ın izniyle her şey istediğiniz gibi olacak.”

 

“İnşallah anneanne,” dedim rahatlıkla. “Teşekkür ederim.”

 

“Rica ederim güzel gelinim benim.”

 

“Aslında, şu an bir sorunları olabilir,” dedi annem gülerek. Ona döndüğümüzde “Serkan bu hafta sonu Kerem’e biraz sıkıntı çıkaracak gibi,” dedi gülmeye devam ederek.

 

Pınar’la aynı anda kıkırdadığımızda Leyla Sultan “Serkan kim daa?” diye sordu. “Kimmiş o da, benum torunuma dert olacak haa!”

 

Anneannenin sorusunu “Serkan benim kardeşim Leyla Teyze,” diye cevapladı annem. “Bu hafta sonu kızımı isteyeceğiniz kişi.”

 

“Ha bu uşak benum torunuma kızini vermey mi istey haa?”

 

“Hayır tabii ki Leyla Teyze,” dedi annem. Önce Esma Teyze’ye ardından da bana döndü. “Takmış kafaya Kerem illa ona ‘baba’ diyecekmiş. O Kerem denilen damat bozuntusu bana ‘baba’ demezse vermem kızımı dedi.”

 

Hepimiz aynı anda gülmeye başladık. Kerem’i dayıma ‘baba’ derken düşünemiyordum ancak bu olacaktı. İnatçılığımız aynıydı ve ikimizde bir şeyi kafaya taktıysak, o illaki olacaktı. Bu da demekti ki Kerem’in kaçışı yoktu. Ya ‘Serkan Baba’ diyecekti, ya da diyecekti. İki seçenekte aynı kapıya çıkıyordu. Anneanne ve Esma Teyze de bunun olacağını, olmazsa da Kerem’e zorla söyleteceklerini söylediklerinde de bu durum kesinleşti.

 

Bol kahkahalı geçen akşam yemeği hazırlığının sonunda hepimiz masadaki yerlerimizi aldık. Esma Teyze yine döktürmüştü. İnce ince sarılmış, üzeri limon dilimleriyle süslenmiş sarmalar masanın ortasında, büyük bir tabaktaydı. Yanına mercimek çorbası yapmıştı. Bir köşede fırından yeni çıkmış patatesli börek, bir başka tabakta kısır, bir de salata. Bol çeşitli, yüzümüzde gülücüğün eksik olmadığı bu güzel sofrada, içimizde büyük bir huzurla hep beraber oturuyorduk.

 

Konunun ben ve Kerem’in olduğu sofrada bize sorulan her soruyu cevapladık. Esra Teyze oğlunun aksine pek bir şey sormadı. Yüzünde ona çok yakışan güzel gülümsemesiyle bize sorulan soruları dinlemekle yetindi. Süleyman Amca da onun gibi sessiz kalmayı tercih ederken onların aksine diğerleri konuşup durdu. Melih ve Pınar’sa Kerem’le uğraşıp durdular. Tabii, beni utandırıp kıpkırmızı kesilmeme de sebep olduklarını söylemeliyim. Kerem’in sadece dayımla değil, iki geveze kardeşiyle de işi vardı. Neyse ki bu iş, dünyanın en tatlı işlerinden biri olabileceği için, o da bunu çok dert etmeyip iki tatlı belanın kendisiyle uğraşmalarına gülüp geçmişti.

 

Bol kahkaha ve neşeyle geçen akşam yemeğinin ardından sofrayı kaldırdık. Akşam namazından sonra Esma Teyze’nin enfes limonlu kekini çaylarımız eşliğinde yerken koyu bir sohbete girdik. Kerem, benimle konuşmak istiyor gibiydi ancak ailelerimiz tarafından soru yağmuruna tutulduğumuz için buna fırsat bulamadık. Bu durum kalkacağımız saate kadar devam ettiğinden günü konuşamadan kapatmak zorunda kaldık.

 

Annemle eve geçtiğimizde, annem yorgun olduğundan bana hayırlı geceler dileyip öpücülere boğduktan sonra odasına geçti. Bende odama geçtiğimde ilk işim üzerimi değiştirmek oldu. Sonra da Çınar’la biraz oyun oynadım. Saat on bir buçuğa gelirken, Çınar oyuncağının peşinden koşmaktan yorgun düştüğünden dinlenmek için yerine geçti. O haline gülümseyerek oturduğum yerden kalkıp yerdeki oyuncaklarını kaldırdım. Hepsini yerine koyduktan sonra pencerenin önüne geçtim. Perdeyi araladığımda karın hâlâ yağmaya devam ettiğini görünce yüzümdeki tebessüm yerini, yanaklarımı acıtacak kadar koca bir gülümsemeye bıraktı.

 

Şu birkaç gündür Kerem’le olanlardan dolayı bu güzel anın tadını çıkaramamıştım. Onun yüreği benim yüzümden hüzünle dolu olduğundan gülümsemeyi bile unutmuştum. Şu an her şey yolundaydı neyse ki ve bu güzel anın tadını çıkarmama engel olacak bir durum yok gibiydi. Küçükken her kar yağdığında içimi dolduran o koca heyecan, tekrardan baş gösterince perdeyi çekip dolabımın önüne geçtim. Üzerime, ayak bileklerimin bir karış üzerinde biten siyah üstümü geçirdim. Kalın kumaşı ve yumuşak dokusuyla az sonra yapacağım çılgınlığın getirisi olabilecek hastalıktan beni koruyacağını ümit ediyordum. Altına da bol kesimli, siyah pantolonumu geçirdim. Siyah bone ve şalımı çıkardıktan sonra dolabımı kapatıp hızla aynanın önüne geçtim. Düzgünce taktıktan sonra şalımın üzerine siyah beremi geçirdim. Aynı renk eldivenlerimi de üstümün cebine koyduktan sonra hazırdım.

 

Masamdan telefon ve ilacımı alıp cebime koyduktan sonra sessiz adımlarla kapıya yöneldim. Çınar, çıkacağımı anlamış olmalı ki hızla sepetinden çıkıp yanıma geldi. Kendini bacağıma sürttüğünde onu yavaşça kaldırıp ikimizi göz göze getirdim.

 

“Özür dilerim Çınarcık, seni götüremem,” dedim kısık sesle, maviş gözlerine bakarak. “Hasta olmanı istemiyorum çünkü. Umarım beni anlarsın.”

 

Çınar, yüzüme miyavladıktan sonra onu indirmem için hareketlendi. Yavaşça yere bıraktığımdaysa her zaman yaptığı şeyi yapmadı. Normalde kendini tekrardan bacağıma sürtüp öyle yerine geçerdi ancak bu sefer aksini yapıp yüzüme bile bakmadan arkasını döndü. Sepetine geçtiğinde kendi etrafında bir tur döndü. Sonra da bana arkası dönük olacak şekilde sepetinde kıvrıldı.

 

Bu haline kısık sesle gülerek başımı iki yanıma salladım. Trip yemiştim iyi mi? Ama ne yapabilirdim ki? Yerler kar tutmuştu ve ben, bugün sadece bir durak erken inmeme rağmen eve zor gelmiştim. Bu yüzden onu götüremezdim ancak eve gelince gönlünü alacaktım. Hangi kedi sıcacık bir kucak ve bir kutu yaş mamaya hayır derdi ki?

 

Işıkları kapattıktan sonra sessiz adımlarla odamdan çıktım. Annemin odasının ışığının kapalı olması, çoktan uyuduğunu gösterirken onu uyandırmamak için daha da sessiz adımlarla kapıya yöneldim. Vestiyerden siyahlar içindeki kombinimin tamamlayıcısı olacak olan siyah kabanımı alıp üzerime geçirdim. Telefon ve ilacımı üstümün cebinden çıkarıp kabanımın cebine koyduktan sonra eldivenlerimi taktım. Atkımı da boynuma geçirdikten sonra ses çıkarmamaya özen göstererek kapının kilidini açtım. Anahtarımı, ilacımı koyduğum cebime koydum. Siyah botlarımı önüme indirip giydikten sonra yavaşça kapıyı kapattım.

 

Sağ elimi yumruk yapıp havaya kaldırarak, sessizce zaferimi kutladıktan sonra hızlı adımlarla merdivenlerden indim. Dışarı çıktığımda yüzümü sıyırıp geçen sert rüzgârdan dolayı boynumdaki atkımı yüzüme doğru kaldırdım. Üzerinde hiçbir ayak izinin olmadığı bembeyaz karlara ilk olarak kendi izimi bırakmanın heyecanıyla arka bahçeye doğru yavaş adımlarla yürümeye başladım. Çınar ağacının oraya vardığımda, ilk olarak çocukluğumun neşelerinden biri olan salıncağa baktım.

 

Aklıma, henüz on yaşımdayken babamla yaptığımız gece kaçamağı geldi. Yine böyle bir kar yağışının olduğu soğuk bir geceydi. Odamın camından karın yağdığını gördüğümde hızla babamın yanına geçmiştim. Annem nöbetteydi, dayım da bir arkadaşında kaldığından bizi dışarı çıkmaktan alıkoyacak hiçbir şey yoktu. Kat kat giyindikten sonra, şu anki havadan daha da soğuk olan o gecede tam burada bir saat boyunca kartopu savaşı yapmıştık. Gecenin sonunda, kahkahalarımızı duyan arkadaşlarım da ailelerini peşine takıp bize katılmışlardı. Üç saat boyunca, sadece neşeyle atılan kahkahaların duyulduğu arka bahçede, karla yapılabilecek her şeyi yapmıştık.

 

O gecenin sabahında olanlar aklıma gelince dolu gözlerime inat kocaman gülümsedim. Sabah, babam da bende fena halde üşütmüştük. Üstüne bir de annemden iyi de bir fırça yemiştik. Annem, başta çok kızsa da sonunda o halimizi görünce kıyamamıştı bize. Ama iyileşene kadar da bunu onsuz yaptığımız için arada bir trip atmayı da ihmal etmemişti.

 

Sol yanağımdan süzülen bir damla yaş, gecenin karanlığına karışırken hafifçe burnumu çektim. Elimin tersiyle gözümü sildikten sonra başımı kaldırıp gökyüzüne baktım. Çocukken duyduğum hikâyeler geldi aklıma. Babam şu an beni izliyordu o hikâyeye göre. Ve beni üzgün görürse o da üzülecekti. Gülümsedim bu yüzden. “İyiyim,” diye mırıldandım ardından. “Çok iyiyim hatta. Sen üzülme olur mu?”

 

Aynı anda gözkapaklarıma düşen kar taneleri beni daha da gülümsetirken “Bunu bir işaret olarak aldım baba,” dedim hafif yüksek çıkan sesimle. Ellerimi iki yanıma açıp neşeyle gülerek kendi etrafımda dönmeye başladım. Uzaktan biri görse beni deli sanabilirdi ancak bu durum umurumda değildi. Yüreğim hafiflemişti sanki. Tüm dertlerim, yağan karla beraber toprağa karışmış, geriye içimde kocaman bir huzur bırakmıştı.

 

Kendi etrafımda neşeyle dönmeye devam ederken telefonuma üst üste gelen bildirim seslerinden dolayı durdum. Sağ elimdeki eldiveni çıkarıp cebimden telefonumu çıkardım. Ekranı açtığımda Kerem’den geldiğini gördüğüm mesajlar beni daha da gülümsetirken hızla şifreyi girip mesajları açtım.

 

HAYATIM: Erva, müsait misin?

HAYATIM: Sana zahmet olmazsa balkona çıkar mısın? Bu akşam seninle konuşmazsam rahat edemeyeceğim çünkü.

 

Mesajlarını okuduktan sonra komik bir kıkırtı kaçtı ağzımdan. Sol elimdeki eldivenimi de çıkardıktan sonra iki elimle telefonumu avuçlayıp cevap yazmaya başladım.

 

SİZ: Müsaitim ama...

SİZ: Üzgünüm Kerem, şu an çıkamam.

 

Mesajları atar atmaz gördü ve yazdığını gösteren üç nokta da bu süreçte hızla ekrandaki yerini aldı.

 

HAYATIM: Neden?

 

Atkımla yüzümü tamamen kapattıktan sonra kamerayı açtım. Hemen arkamdaki çınar ağacını da kadraja alarak fotoğrafımı çektikten sonra ona attım.

 

SİZ: *Fotoğraf

SİZ: Çünkü şu an evde değilim.

HAYATIM: Sen, dışarıda mısın?

SİZ: Evet.

HAYATIM: Erva senin ne işin var bu saatte, üstelik de buz gibi havada sokakta? Hasta olacaksın bak.

SİZ: Bir şey olmaz merak etme. Hem, sımsıkı giyindim.

 

Mesajımı gördü ancak cevap vermedi. Birkaç dakika belki verir diye bekledim ancak cevap gelmemeye devam edince ekranı kapatıp telefonumu cebime koydum. Büyük ihtimalle emniyetten arayan olmuştur, ondan cevap verememiştir diye düşünerek eldivenlerimi taktım. Normalde de soğuk olan ellerim az önce yaptığımdan dolayı daha da soğuduğu için nefesimi üfleyerek ısıtmaya çalıştım. Az da olsa parmak uçlarımdaki üşüme geçince beremin üzerindeki karları silkeleyip yeniden gökyüzüne baktım.

 

Şu an yalnız değildim ama kimse de yoktu etrafımda. İçimdeki çocuğun kahkahası yankılanıyordu karla kaplı sokaklarda. Ayak izlerim beyaz örtüyü bozarken, o bozulmanın bile bir güzelliği vardı. Çünkü her adımım, bana ait bir iz bırakıyordu dünyaya. Gökten düşen her kar tanesi, içimdeki karmaşayı silmeye devam ederken sadece toprağı değil, yüreğimi de örtüyordu usulca.

 

Ellerimi kaldırıp havayı kavramaya çalıştım, kar tanelerini yakalamak istediğimden. Ama hiçbirini tam tutamadım. Ne kadar dokunmak istesem de, her dokunduğum hemen eriyordu. Fakat yine de pes etmeden devam ediyordum. Neşeyle buna devam ederken sol tarafımdan gelen adım sesleriyle hızla oraya döndüm. Bana doğru gelen Kerem’i gördüğümde yüzüme koca bir gülümseme yerleştirip yanıma gelmesini bekledim.

 

Kerem yanıma vardığında, aramızda üç adımlık boşluk kalacak şekilde durdu. “Ah be Erva’m,” dedi gülerek, sağ eliyle saçlarındaki karları silkelerken. “Ne işin var senin bu saatte dışarıda?”

 

“Şu birkaç gündür olanlar yüzünden bu güzel havanın tadını çıkaramadım,” dedim mahcup bir şekilde. “Odamın penceresinden de karın yağmaya devam ettiğini görünce dayanamadım, çıktım dışarı.”

 

“Anlıyorum ancak hava çok soğuk,” dedi düşünceli bir sesle. “Hasta olmanı istemiyorum. Özellikle de birkaç gün sonra nişanımız varken.”

 

Buz gibi havaya rağmen yanaklarım hemen alev almaya başladı. Kerem, yüzümü kapatan atkımdan dolayı bunu göremese de başımı önüme eğmemden anlamış olmalı ki buna her sebep olduğunda takındığı ifadeyi takındı. Göz ucuyla baktığımda, bu durumdan keyif aldığını belli eden o muzip gülüş yüzünde çoktan yerini almıştı ancak şu an bu durumu umursamadım.

 

“Kerem, ben en azından tedbirli çıktım fakat senin bu halin ne?” dedim sitemle. Ne atkı takmıştı, ne de bere. Neyse ki montunu giymeyi ve yanına eldiven almayı akıl etmişti ancak o da yeterli değildi ki. Bana diyordu ama kendisi de böyle yaparak hastalığa davetiye çıkarıyordu.

 

“Ne var ki halimde?” dedi üzerindekilere bakarak. “Montumu giydim işte. Hem bak eldivenlerimi de getirdim,” dedi sağ elindeki eldivenlerini bana doğru sallayarak.

 

“Aman ne büyük başarı,” dedim homurdanarak. Atkımı boynumdan çıkardıktan sonra bir adım attım ona doğru. Konuşacağı sırada “Bir şey söyleme Kerem,” dedim ciddiyetle. “Bu atkı takılacak. O yüzden eğil lütfen.”

 

“Ama sen üşüyeceksin bu sefer de,” dediğinde gülümsedim. “Benim başımda hem şalım, hem de berem var merak etme.”

 

Tereddüt etse de ısrarcı bakışlarımdan dolayı sonunda pes ederek bana doğru eğildi. Atkımı, yüzünü kapatacak şekilde boynuna doladıktan sonra montunun iki ucundan tuttum. Fermuarını boğazına kadar çektikten sonra birkaç adım geriye çekildim. Kerem ise yavaşça doğruldu ve derin bir nefes aldı. Atkımı yüzüne daha çok bastırırken “İyi ki daha fazla diretmemişim,” diye mırıldandı. “Yoksa bu kokudan mahrum kalacaktım.”

 

Yanaklarım yeniden yanarken yere doğru eğildim. Madem gelmişti, o zaman benimle kartopu oynamaya da mecburdu. Yaptığım kartopunu elime alıp doğrulduğumda başına ne geleceğini anlamış olacak ki birkaç adım geriledi hızla. Kartopunu atmak için kaldırdığım sırada arkasını döndü. Bende tam o anda başına attım. Küçük kartopum, dağınık saçlarında parçalarına ayrılırken küçük bir çocuk gibi zaferime kahkahalarla gülmeye başladım.

 

Kerem başındaki karları silkelerken bana katıldı. Ben gülmeye devam ederken o çoktan bir kartopu yapmıştı ve bana atmak için hazır ol da bekliyordu. Ellerimi kaldırdığım sırada yaptığı kartopunu bana attı. Yavaş attığı için pek hissetmedim ancak kaçmaya çalışırken dengemi kaybettiğimden karların üzerine düştüm. Kerem hızla yanıma gelip tam önümde durdu. Diz çöküp endişeyle “İyi misin?” diye sorduğunda başımı sallayarak tekrardan gülmeye başladım. Bir şeyim olmadığını anlayınca o da bana katıldı.

 

Başımı kaldırıp yüzüne baktığımda bir kar tanesi tam burnunun ucuna kondu. Şeklini net bir şekilde görebildiğim o kar tanesi, saniyeler içerisinde erirken o güzelim an çoktan hafızama kazınmıştı bile.

 

“Her kar tanesi bir mucize. Tıpkı, senin gülüşün gibi. Her biri birbirinden özel.”

 

Duyduğum o anlamlı cümleler kalbimin ritmini arttırırken bende söyledim yüreğimden geçenleri… Onun gibi içten bir gülümsemeyle, sır verir gibi fısıldayarak:

 

“Kar tanesi gibi dokundun kalbime; fark ettirmeden, sakince, derin bir iz bırakarak.”

 

Daha da büyüdü, içimi ısıtan o sıcak gülümsemesi. “Sen, kar altındaki en güzel manzaramsın. Bakmaya doyamadığım, hep yanımda olmasını istediğim en güzel gerçeğimsin,” diye devam etti.

 

Kalbim daha da ayarsız bir ritimle atmaya, yanaklarımsa üzerlerinden de dumanlar çıkmaya başladığını hissettirecek şekilde yanmaya başlayınca başımı önüme eğdim. “Bu gerçeklik, buz gibi havaya rağmen birazdan eriyip gidecek Kerem,” dedim zor çıkan sesimle.

 

Kerem gür bir kahkaha atmaya başlayınca ellerimle yüzümü kapattım. “Gülme ama ya,” dedim mızmız bir çocuk gibi. “Hem ben doğruyu söylüyordum.”

 

“Sanırım buna alışmam gerekiyor,” dedi gülmeye devam ederken. “Her romantik anın ortasında, utandığı için bunu bozacak bir karım olacak çünkü.”

 

Ellerimi yüzüme daha çok bastırıp “Yaa,” dedim boğuk çıkan sesimle. Şu an fırlarcasına ayağa kalkıp eve kaçma fikri aklıma gelirken ellerimi yüzümden çektim. Yapacağımdan değildi ancak fırlarcasına kalkmak için bunu yapmıştım. Biraz daha o halde karın üzerinde oturmaya devam edersem hasta olacaktım çünkü.

 

Üzerimdeki karları silkeledikten sonra hemen bir kartopu daha yaptım. “Bu güzel havanın tadını çıkarmaya ne dersin?” diye sorduğumda benden bir adım uzaklaştı. “Harika olur ancak kısa tutalım derim,” dediğinde kartopunu ona attım ancak nereye atacağımı tahmin ettiğinden kaçmayı başardı. Hızla yeni bir tane yapmaya başladım. O da bu sürede boş durmamış ve benden önce bir tane yapıp bana atmıştı. Kaçtığı sırada bende hızla bir tane daha yapıp onu kovalamaya başlamıştım bile.

 

Yıllar önce olduğu gibi oluyordu şu an. Babamla yaşadığım o eğlenceli anı, şu an da sevdiğimle yaşıyordum. Yüreğime bir yeni anı daha ekleniyordu usulca. Karların üzerinde Kerem’in peşinden koşarken attığım her kahkaha, yıllar öncesine gidiyordu sanki. O zaman, küçücük ellerimle yaptığım kartopunu babama fırlatmış, ardından hemen kaçmıştım. Şimdi ise bunu Kerem'e yaptım. O günle aynı heyecan içimde daha da büyürken zaferime gülerek hızla kaçmaya başladım.

 

Soğuk havaya rağmen kalbim sıcacıktı. Bazen geçmiş, bugüne usulca dokunur ya hani, işte tam da öyleydi bu an. Bu kez babam yoktu yanımda ama yüreğime huzurla dokunan sevdiğim vardı. Karlar arasında mesafemiz vardı belki ama gönüllerimiz yan yanaydı. Bu da bana yetiyordu. O yanımda olsun, yeterdi bana. Gerisi hiç önemli değildi.

 

Kartopu savaşı ikimizi de yorduğu için aramızda dört adım kadar boşluk bırakıp karşılıklı durduk. Gülmeye devam ederek, derin nefesler alıp vermeye başladık. Kar taneleri sessizce üzerimize düşmeye devam ederken içimde tarifsiz bir huzur büyüyordu. Ne geçmişin yükü ne de geleceğin belirsizliği umurumdaydı artık. O an, zaman donmuş gibiydi. Sessizlik konuşuyordu aramızda. Söylenmeyen cümlelerin en derin anlamlarını taşıyordu.

 

Nefesim düzene girince başımı kaldırıp ona baktım. Göz göze geldik. Bakışlarımız saniyeler içerisinde ayrılırken o kahvelerin ışıl ışıl parladığını görmenin rahatlığı doldurdu yüreğimi. Kalbim sükûnetle doluydu. Ve ben, uzun zamandan sonra ilk kez bir anın içinde bu kadar tamam hissediyordum.

 

 

 

 

 

Bölüm sonu :)

Yorumları alabilir miyim? Nasıldı?

Anneanne beklediğiniz gibi miydi?

En sevdiğiniz kısım neresiydi?

Diğer bölümde artık bu güzel çiftin nişan ve dini nikâhını yapıyorum. Çok çektirdim biliyorum ama sizde başından beri fark etmişsinizdir ki kitaptaki karakter sayısı fazla. Hepsini tek tek evlendireyim derken ana karakterleri unuttum sanırım 🤭

Yeni bölümü çabuk atacağım Allah'ın izniyle.

Bu arada, aşağıdaki yıldızı parlatmayı unutmayın olur mu 🤗

Yeni bölümde görüşmek üzere. Kendinize iyi bakın, Allah'a emanet olun 🤍

 

     

Bölüm : 06.05.2025 16:49 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...