42. Bölüm

42- Sevginin Gücü

Kübra Ö.
birkitapbirkubra

Selamünaleyküm :)

Nasılsınız bakalım? Ben sayenizde çok iyiyim. GGS artık 42. bölüme ulaştı ve okunma sayısı da 50 bine yetişmek üzere. Destekleriniz için çok teşekkür ederim 🤍

Bu bölüm benim için çok özel çünkü en uzun yazdığım bölüm bu oldu (7500 kelime). İkiye bölmeyi düşündüm fakat sonra da bundan vazgeçtim çünkü zaten o kadar bekliyorsunuz ve bu yüzden de böyle uzun bölümleri fazlasıyla hak ediyorsunuz. Bir de kitabımın orijinal halini bozmak istemedim 🤭

Kerem'den okuyacağımız bir bölüm olacak. (Uzun, upuzun bir bölüm)

İnşallah beğenirsiniz, iyi okumalar dilerim. (Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın olur mu :))

 

 

 

 

 

 

~ Kerem

 

 

 

Anemi, kanın kırmızı kan hücreleri, hemoglobin veya kırmızı kan hücrelerinin kandaki toplam hacim bakımından yetersiz olması ile ortaya çıkan hastalıktır. Anemi başka bir deyişle vücutta organ ve dokulara yeterli oksijeni taşıyacak kadar sağlıklı kırmızı kan hücresi veya hemoglobinin bulunmaması durumudur.

 

Artık kaçıncı olduğunu sayamadığım bir başka makalede de aynı yazıyı görünce sertçe nefesimi vererek sandalyemde geriye yaslandım. Sabahtan beri anemi ile ilgili kaç yazı okudum, kaç sağlık sitesinden hastalık hakkında bilgi aldım, Melih’e kaç soru sordum bilmiyordum. Tek bildiğim, her okuduğum yazı ve aldığım her cevabın beni ciddi bir endişeye sürüklediğiydi.

 

Hâlâ aklım almıyordu. Erva bunu nasıl benden saklardı? “Başın ağrısa bile söyle,” demiştim. En ufak bir şeyi bile benden saklamamasını istemiştim. Ama saklamıştı işte. Sessizce, hiçbir şey yokmuş gibi davranarak “İyiyim,” demişti iyi olmadığı halde.

 

Bazen konuşmadan da insanın içine işleyen şeyler olur. Erva’nın sustuğu anlar, kelimelerden daha çok şey anlatıyor şimdi bana. Ben sadece bilmek istemiştim. Paylaşsın, anlatsın… Başını secdeye koyduğu gibi, kalbini de bana açsın istemiştim. Çünkü sevgi, yalnızca güzel günleri değil; hastalığı da, yorgunluğu da, acıyı da birlikte göğüslemekti.

 

Beni endişelendirmemek için söylemediğinin farkındaydım. Fakat kırılmıştım işte. Çok kırılmıştım. Bir şey saklamamasını söylediğim halde böyle ciddi bir şeyi benden saklaması… Bana güvenmediğini düşünmüş, suçu kendimde bulmuştum.

 

Acaba, gerçekten de verememiş miydim o güveni ona?

 

Düşüncesinin bile canımı yaktığı bu durumun gerçek olma ihtimalini kabullenmek istemiyordum. Bana güvenmeseydi evlilik teklifimi de kabul etmezdi öyle değil mi? “Kendine gel Kerem,” dedim öfkeyle kendi kendime. “Yok öyle bir şey. Sadece, endişelenmeni istemedi.”

 

Sakince nefesimi verdiğimde içimdeki öfke hızla kayboldu. Her şeye rağmen kızamıyordum işte. Hem şu an bunun bir önemi yoktu. Bir şekilde bu konuyu konuşmamız ve bunun bir daha olmayacağı yönünde birbirimize söz vermeliydik.

 

Öne doğru eğilerek dizüstü bilgisayarımı kapattım. Oturduğum sandalyemden kalktığımda “Güç ver Allah’ım,” dedim mırıldanarak. “Kırdığım kalbi yeniden onarmayı, bir daha da kırmadan anlaşabilmeyi nasip eyle.”

 

Seccademi elime alıp odanın bir köşesine serdim. Ne zaman kalbim sıkışsa O’nun huzuruna gelirdim zaten. Bu defa da öyle yaptım. İkindi ezanı çoktan okunmuştu ve daha fazla vakit kaybetmeden kılmak en iyisiydi ayrıca. Derin bir nefes aldım. Sakince verdikten sonra besmele çektim. Ardından niyet edip namazımı kılmaya başladım.

 

Başladığım an, her şey arkamda kaldı sanki. İlk tekbirimle birlikte dünya biraz daha sessizleşti. Okuduğum dualar, kalbimin derinliklerine indi bu kez. Rükûdayken devam etti bu durum, secdede ise gözümde yaşlar birikti. Ellerimi semaya kaldırdığımda “Allah’ım…” dedim. Durdum. Getiremedim devamını. Ama sorun etmedim bunu çünkü Allah kalbimden geçenleri biliyordu.

 

Birkaç damla gözyaşım ellerime damlarken derin bir nefes aldım. “Allah’ım,” dedim tekrardan. “Beni anlayışlı kıl. Onu bana emanet kıldıysan, onu koruyabilecek gücü de ver. Onu anlamamı kolaylaştır. Onun canı benim canım oldu artık. Ona gelecek en ufak üzüntüde içim daralıyor, kalbim sıkışıyor."

 

Yavaşça yutkundum. Kalbimden geçenler dilimde tekrardan dökülmeyi beklerken devam ettim dualarıma.

 

“Gücünü arttır onun, yorgunluğunu azalt. Ben bazen yetemem, bilemem, anlayamam. Ama sen her halini bilensin. İçine ferahlık ver, bedenine sağlık. Kalbimize sabır, sevgimize sadakat, yollarımıza hayır kat. Birbirimizi severek baş koyduğumuz bu yolda bize birbirimize iyi gelmeyi de nasip eyle. Bizi Sen’in razı olacağın bir yolda, omuz omuza yürüyenlerden eyle.”

 

Derin bir nefes aldım. Ellerimi yüzüme sürerken “Amin,” dedim rahatlamış bir halde.

 

Bir süre önüme bakmaya devam ettim. Bu şekilde kalmamam gerektiğini fark etmem birkaç dakikamı alırken yavaşça ayağa kalktım. Seccadeyi usulca katlayarak yerine koydum. Odanın ortasında biraz durduğum o an da ne düşündüğümü anlayamadım. Ne öfkeliydim ne de sakin. Sadece yorgundum.

 

Yatağımın kenarına oturdum. Ellerim dizlerimde, başım önüme eğik bir halde ne yapacağımı düşünmeye başladım. İçimdeki bu kırgınlığı nasıl anlatmalıydım ona? Ya da anlatmalı mıydım? Bir an kendimi Erva’nın yerine koydum. Onun yerinde olsaydım, bende susar mıydım?

 

“Belki,” dedim ister istemez ama daha iyi anladım onu.

 

Sevgi böyle bir şeydi işte. Sadece paylaşmak değil, suskunluğu da anlamaya çalışmaktı.

 

Ben o suskunluğu anlamadan dökmüştüm kırgınlığımı kelimelere. Yüreğimdeki endişe sebep olmuştu buna. O elalar dolar dolmaz canım yansa da devam etmiştim kırgınlığımı haykırmaya. Dayanamamıştım… Bunca zaman yaşadığı sıkıntılarında yanında olmamaya dayanamamıştı yüreğim.

 

Dizlerimdeki ellerimi saçlarıma götürdüm. Hiçbir vakit dağınıklığından ödün vermediği halini umursamadan karıştırdım çekiştirerek. Tam o sırada beni durduran, odamın çalan kapısı oldu.

 

“Gel,” dedim başımı kapıya çevirerek.

 

Melih ve hemen arkasında bana endişeyle bakan Pınar’ı gördüğümde tekrardan önüme döndüm. Tahmin etmiştim onların geldiklerini. Hatta çok bile dayandılar. Ben dakikasında tepeme üşüşüp bana bir dolu şey söylemelerini bekliyordum ancak neyse ki bunu yapmamış, yalnız kaldığım şu birkaç saatte bana sessizliğim içinde düşünme fırsatı vermişlerdi.

 

“Ağabey, gelebilir miyiz,” diye sordu Melih çekingen bir ifadeyle.

 

“Gelebilirsiniz,” dedim başımı sallayarak.

 

Melih önden girerken Pınar da yavaş adımlarla arkasından girerek kapıyı kapattı. Oldukları yerde durduklarında başımla yanıma gelmelerini işaret ettim. Pınar yanıma otururken Melih de çalışma masamın önündeki sandalyeyi karşıma çekip oturdu. Göz ucuyla ikisine baktıktan sonra tekrardan önüme dönerek konuşmalarını bekledim ancak ikisinden de ses çıkmadı.

 

Bir dakika devam eden bu durum artık canımı sıkmaya başlayınca “Konuşmaya başlayın,” dedim sakince nefesimi vererek. “Buraya sessiz kalmak için gelmediğinizi biliyorum.”

 

Pınar hafifçe yerinden kıpırdandı. Dizimdeki elime uzanıp tuttuğunda başımı ona doğru çevirdim. “Ağabey, üzülme lütfen,” dedi başını hafif yana eğerek.

 

“Nasıl üzülmeyeyim Pınar?” dedim sitemle. “Hâlâ inanamıyorum benden bunu sakladığına.”

 

“Ağabey, kırıldığını biliyoruz,” dedi Melih anlayışla. “Haklısın da ama olaylara bir de Erva’nın gözünden bakmalısın. Onun da bir kırılma noktası var. O da senin, kendisi yüzünden endişelenmen korkusuydu.”

 

Sustum. Hiçbir şey söyleyemedim. Melih haklıydı ve bunu kendimi Erva’nın yerine koyduğum an anlamıştım zaten.

 

“Bazen insan, en çok sevdiğine karşı fazla hata yapar,” dedi Melih. “Ama o hatalar sevgiyle yapılmışsa telafisi kolay olmalı ağabey. Erva, senin üzülmemen için sustu. Yüreğini endişeyle doldurmaya gönlü razı gelmedi.”

 

Melih, sakince nefes aldıktan sonra dudaklarında hafif bir tebessümle devam etti:

 

“İçindeki kırgınlığı anlıyorum ağabey ve haklısın da. Ama bazen insanın haklı olması, affetmeyi kolaylaştırmaz. Anlamak kolaylaştırır çünkü anlamak, affetmenin ilk adımıdır.”

 

Melih’in kurduğu cümleler, bambaşka bir hakikati sermişti gözlerimin önüne. Erva sadece beni düşünmüştü. Kendinden önce bile beni düşünmüştü. Başımı öne eğdim. Sertçe yutkundum fakat kelimeler boğazıma düğümlendi o an.

 

Bazen insan sevdiğini, onun anlayabileceği şekilde değil de kendi gücünün yettiği kadar düşünebiliyordu. Erva’nın gücü, buna yetmişti. Kırgınlığım hâlâ yüreğimdeki yerini koruyordu fakat artık yalnız değildi. Yanında bir de ona yoldaş olan bir anlayış vardı. Hem şu an, mesele bir affedişten ibaret değildi. Erva’yı olduğu gibi anlayabilmekteydi.

 

Derin bir nefes aldım. “Neden böyle seviyorsun be Erva’m,” dedi kalbim usulca. “O saf yüreğin benim üzülmemi istemiyor ama ben senden gelecek olan her şeye razıyım.”

 

Başımı önümden kaldırıp Melih’e baktım. “Haklısın,” dedim sakince. Sesim alçak fakat netti. Sanki kalbimden süzülerek çıkmış gibiydi.

 

“Ben… Kırıldım, evet,” dedim sessizce. “Duygularımızın karşılıklı olduğunu öğrendiğimiz günün ertesinde dedim ona benden bir şey saklama diye. Ne olursa olsun bilmek istedim. İçine atıp durduklarıyla tek başına yüzleşmesin istedim. Ve siz de haklısınız. Biliyorum, Erva bunu benden saklarken kötü bir niyetle yapmadı ama yine de bu yaptığı da yanlıştı.”

 

Melih başını hafifçe yana eğerek gülümsedi. Gözlerinde bir rahatlama belirdi. Pınar da sakince nefesini vererek gülümsedi. Bu durumun onları da üzdüğünü anlamak zor değildi ve söylediklerim, bu yüzden böyle bir tepki vermelerini sağlamıştı.

 

“Fakat,” dediğimde yüzlerindeki ifade yerini korurken tekrardan bana baktılar. “Şimdi bir şey yapmak istemiyorum,” dedim bakışlarımı yere indirerek. “Erva’nın söylemesini bekleyeceğim. Ne hissettiğini, neden sustuğunu… Her şeyi kendi cümleleriyle anlatmasını istiyorum. Bugün ona fırsat vermedim kabul ediyorum ancak şu an onu dinlemeye hazırım. Çünkü ben, onu gerçekten çok seviyorum. Verdiğim tepkinin de, kırgınlığımın da sebebi buydu zaten.”

 

Melih ayağa kalkıp yanıma geldi. “Tam da bunu yapman gerekiyor ağabey,” dedi elini omzuma koyarak. “Ama elinizi çabuk tutun çünkü birkaç güne bizimkiler geliyorlar. Leyla Sultan bunu öğrenirse senin için hiç iyi şeyler olmaz benden söylemesi.”

 

Pınar’la aynı anda gülmeye başladıklarında anneannemin bana yapabilecekleri aklıma gelince bende gülmeden edemedim. Şu an burada olsaydı Erva’yla ikimizi bir odaya kapatır, elinde ona anneannesinden kalma merdanesiyle de başımızda nöbet tutarak barışmamızı beklerdi. Tabi bu süreçte de ben iyi bir fırça yerdim. Annem, Pınar ve Melih Erva’dan ona o kadar çok bahsetmişlerdi ki, daha yüz yüze görüşemeden sevmişti gelinini.

 

Aklıma gelenle “Melih, Pınar,” dedim hızla. “Anneannem kesinlikle bugün olanları öğrenmeyecek tamam mı?”

 

Anneannemden bu yaştan sonra terlik yemeye niyetim yoktu. Kadın, başkomiser falan da dinlemiyordu zaten. Bu olanları öğrenirse sırf bunu yapabilmek için, şu an önüne gelen ilk Kayseri otobüsüne binip gelebilirdi.

 

Melih ve Pınar yüzlerinde muzip sırıtışlarla bana baktıklarında kaşlarımı çattım. Yüz ifadeleri hiç hoşuma gitmezken “Sakın bana çoktan haberi oldu demeyin,” dedim aksi çıkan sesimle.

 

İkisi yüzlerindeki ifadeyi değiştirmeyince gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. “Cevap verin baş belaları,” dedim bıkkınlıkla.

 

“Merak etme oğlum, haberi yok.”

 

Annemin sesiyle gözlerimi açıp başımı kapıya çevirdim. Yüzünde küçük bir tebessümle bana bakan annemle göz göze geldiğimde söylediklerinden dolayı hafifçe gülümsedim.

 

Pınar kollarını kavuşturarak “Ama anne ya,” dedi alıngan bir ifadeyle. “Neden söyledin ki?”

 

“Daha fazla uğraşmayın oğlumla diye,” dedi annem yanımıza gelirken. “Hadi kalkın bakalım. Akşam yemeği hazır. Babanız da az önce geldi zaten.”

 

Melih ve Pınar hızla kalkarken ben oturmaya devam ettim. Annemin bakışlarından onun da benimle konuşmak istediğini anlamam zor olmadı çünkü. Melih ve Pınar neşeyle kapıya yöneldiklerinde ayağa kalmadığımı fark eden Melih bana döndü.

 

“Hadi ağabey,” dedi gülerek. “Duygular az da olsa doymuş olabilir ama mideler hâlâ aç.”

 

Ben soğuk esprisine başımı iki yana sallayarak gergin bir gülüş savurdum fakat o ve Pınar buna kahkahalarla gülerek odamdan çıktılar. O sırada annem yanıma oturunca hafifçe ona döndüm. Annem elini sırtıma koydu.

 

“Üzülme artık oğlum,” dedi sırtımı sıvazlarken. “Erva da sen üzülme diye sakladı zaten bunu senden. Daha fazla böyle yaparak yıpratma kendini.”

 

“Nasıl üzülmeyeyim anne?” dedim sitemle. “Hayır başından söylemesem bu kadar üzülmeyeceğim ama söyledim ben anne. Başın ağrısa bile söyle bana dedim.”

 

“Evet söylemişsin oğlum ama olaya bir de Erva’nın gözünden bak.”

 

“Baktım anne ve ona da hak veriyorum,” dedim hızla. “Ama yine de kırıldım işte. Söz konusu o oldu mu gözüm hiçbir şeyi görmüyor. Zaten kendine hiç dikkat etmiyor, üstüne bir de bunun olması ve benden saklaması beni çok kırdı sadece.”

 

“Bak oğlum, ikinizde kendinizce haklısınız ama bu böyle devam edemez,” dedi annem anlayışla. “Üstüne bir de bu hafta sonu nişanınız varken. Bu yüzden yapmanız gerekeni yapın ve bir an önce konuşun bu meseleyi. Bir de bu sefer izin ver konuşsun Erva.”

 

Doğru, bu hafta sonu nişanımız vardı. Hatta tüm bunlar olmasaydı onunla konuşmak istediğim önemli bir mesele vardı: Nişanla birlikte dini nikahımızın da kıyılmasını isteyecektim. Birbirimizi çok sık görüyorduk fakat ikimizde bir türlü rahat olamıyorduk çünkü helal değildik birbirimize. Erva bu dönemi bitirene kadar rahatlıkla görüşebilmemiz ve evlilik hazırlıklarımızda da rahat olabilmemiz için yapılabilecek en doğru şey buydu. Düğün için, oturacağımız eve falan bakmak için sürekli görüşmek zorunda kalacaktık ayrıca.

 

Ellerim refleksle saçlarıma giderken “Tamam anne,” demekle yetindim.

 

Annem rahatlıkla gülümseyerek ayağa kalktı. “Hadi bakalım,” dedi kolumdan tutarak. “Bu meseleyi de açıklığa kavuşturduğumuza göre yemek yiyelim artık. Sonra da dinlenirsin biraz. Çok yorgun gözüküyorsun.”

 

“Tamam,” deyip ayağa kalktım. Yan yana odamdan çıktığımızda annem mutfağa geçerken bende elimi yüzümü yıkamak için lavaboya geçtim.

 

Aynadaki görüntüme baktığımda sertçe nefesimi vermeden edemedim. Çökmüş gibiydim. Daha da dağınık halde olan saçlarım, kızarmış gözlerim ve solgun yüzüm bunu kanıtlar niteliktelerdi. Derin bir nefes aldıktan sonra başımı öne eğdim. Soğuk suyla elimi yüzümü yıkadıktan sonra kurulayıp lavabodan çıktım. Mutfağa geçtiğimde babam, annem ve kardeşlerim yerlerine geçmiş, başlamak için beni bekliyorlardı.

 

“Hayırlı akşamlar,” dedim bakışlarımı babama çevirerek.

 

Hepsinden aynı anda aynı cevabı aldığımda yerime geçtim. Başım önümde tabağıma bakarken omzuma dokunan elle sağıma döndüm. Babam yüzünde hafif bir tebessümle bana bakıyordu. Başını anlayışlı bir şekilde salladığında olanları öğrendiğini anlamış oldum.

 

“Hadi yemeğini ye de konuşalım oğlum,” dediğinde bu durum kesinlik kazandı.

 

Başımı salladığımda omzumdaki elini indirip yemeğe başladı. Bende besmele çektikten sonra kaşığıma uzanıp yemeğe başladım. Pınar ve Melih yemekteki sessizliği ben daha çorbamdan ilk yudumumu aldığım an bozarlarken, bu durum beni de gülümsetirken onları dinleyerek yemeğimi yemeye devam ettim.

 

Yemekten sonra herkes namaz için odasına çekilirken bende abdest alıp odama geçtim. Akşamı kıldıktan sonra uykum olsa da yatsıyı kılmadan ve babamla konuşmadan uyumak istemediğimden yatağımda oturarak babamın gelmesini beklemeye başladım. Beş dakika kadar sonra odamın kapısı çaldığında ayağa kalkıp “Gir,” dedim.

 

Tam tahmin ettiğim gibi babam kapıyı açtı ve “Oğlum, girebilir miyim?” diye sordu başını uzatarak.

 

“Gel baba, girebilirsin,” dediğimde kapıyı kapatıp içeri girdi.

 

Eliyle oturmamı işaret ederek masamın önündeki sandalyeyi karşıma çektiğinde, önce onun oturmasını bekledim. Oturduğunda bende yatağıma oturdum. Söze nereden başlayacağımı, ne diyeceğimi bilemediğim için önce babamın konuşmasını bekledim. Babam da bunu beklediğimi anlamış olacak ki hafifçe gülümseyerek öne doğru eğildi. Dirseklerini dizlerine dayadıktan sonra bakışlarını bana çevirdi.

 

“Her şeyi biliyorum oğlum,” dediğinde başımı önüme eğmek dışında bir tepki vermedim. Babamın da bu konuda Melih, Pınar ve annemle aynı şeyleri söyleyeceğini bilsem de onu dinlemeye devam ettim.

 

“Bak oğlum.” Sesindeki fazla ciddiyet beni biraz şaşırtsa da bozuntuya vermeden başım kaldırıp ona baktım tekrardan. “Şu an seni çok iyi anlıyorum çünkü aynı şeyleri bende yaşadım.”

 

Kaşlarım şaşkınlıkla havalanırken “Nasıl yani,” diye sordum.

 

“Şu an yaşasaydı, Melih yaşlarında bir kardeşiniz daha olacaktı,” dedi hüzünle. “Zaten biliyorsun ancak bilmediğin başka şeyler de var oğlum.”

 

Bilmediğim şeyler neydi bilmiyordum ancak daha doğmadan kaybettiğimiz kardeşim yüzünden annemin neler çektiğini biliyordum. Küçüktüm o zamanlar. Çok küçüktüm fakat hatırlıyordum işte. Ben, tek tesellisi olmuştum o zamanlar. Sonra doktorlar asla olmaz demiş olsalar da küçük bir mucize daha katılmıştı aramıza. Pınar, çok iyi gelmişti anneme ve yıllardır içine attığı acısı onun sayesinde iyice azalmıştı.

 

“Annen de benden sakladı oğlum,” dedi babam sıkıntıyla. “Çektiği acıları, sıkıntıları sırf ben de üzülmeyeyim diye sakladı. Çok kırıldım, kızdım hatta çünkü biz bir aile olmuştuk artık. İyi günde de, kötü günde de ‘evet’ demiştik öyle değil mi?”

 

Sorusuna başımı sallamakla yetindiğimde sakince nefesini verdi. “Ama her ne kadar kızsam da, beni düşündüğünü de anladım oğlum. Kendimi annenin yerine koydum,” dedi anlayışla. “Ve o an anladım ki, onun üzülmesi benim canımdan can götürüyorken ben de o üzülmesin diye sessiz kalırmışım. Eğer bilirse canı yanar diye, ben yanar ama yine de susardım.”

 

Her duyduğum beni daha da dibe çekiyordu sanki. Erva’nın neler çektiğini dinlemeden ona söylediklerim bunun ilk nedeniydi. Fakat yine de bu saklanan da yalan olmuyor muydu?

 

“Kimi yalanlar da sevgi için mi söylenir o zaman baba?” diye sordum bu yüzden sessizce. “Sırf sevdiği üzülmesin diye.”

 

“Bu yalan değildir Kerem, ertelenen bir gerçektir sadece,” dedi tereddüt etmeden. “Erva kızım, belki de söylemek istedi ama bazı gerçekler de zamanı gelmeden söylenmez.”

 

“Yanlış zamanda da yıkıma dönüşür ama.”

 

Babam, başını iki yana sallayarak hafifçe gülümsedi. “Bu yıkımı yeniden onarmak da sizin elinizde Kerem. Bazen bir tek sevgi yeter, kırılmış her şeyi onarmaya.”

 

Babam doğru söylüyordu. Her şeyin kırıldığı yerde bile sevgi bir şeyleri ayakta tutmaya devam ediyordu. Bunu şu an hissediyordum. Babama haklı olduğunu söylemek için dudaklarımı araladım fakat sağ elini kaldırarak buna izin vermedi.

 

“Kerem, söylediğim onca şeye rağmen buna da bir itiraz cümlesi bulduysan, yaşına başına bakmam çekerim kulağını ona göre,” dedi ciddiyetle.

 

Cevabı beni güldürürken “Hayır baba,” dedim. “Sadece, haklı olduğunu söyleyecektim.”

 

“Sonunda kabul ettin,” dedi sesinde alaycı bir tınıyla.

 

“Senden önce Melih, Pınar ve annem de konuştu biraz ve onların söyledikleri de etkili oldu,” dedim içten bir tebessümle. “Ben onlara da dediğim gibi sadece kırıldım baba ama şu an onun da ne hissettiğini daha iyi anlıyorum.”

 

“O zaman daha fazla uzatmadan yapman gerekeni yap,” dedi babam dizlerinden destek alıp ayağa kalkarken. “Annen ve kardeşlerin söylemiştir de bende hatırlatayım: Bu hafta sonu nişanınız var ve iki gün sonra anneannen geliyor. Bunlar elini çabuk tutman için geçerli iki neden diye düşünüyorum.”

 

“Tamam,” dedim başımı sallayarak.

 

“Bu meseleyi de hallettiğimize göre hadi gel de ağız tadıyla bi’ çay içelim,” dedi keyifle gülümseyerek.

 

Şu an bu teklifi kabul edemeyecek kadar yorgundum. Hem ruhen hem de bedenen. Ruhumun yorgunluğuna iyi gelecek olan şu an yanımda değildi ancak bedenimdeki yorgunluğu alacak olan uyku, göz kapaklarımdan akıyordu. Bu yüzden şu an yapmak istediğim ilk şey yatsıyı kılmak, ikincisi de kendimi uykuya teslim etmekti.

 

“Baba, ben çok yorgunum,” dedim bu yüzden. “Size afiyet olsun. Ben yatsıyı kılıp hemen uyuyacağım.”

 

Babam anlayışla başını salladı. “Tamam oğlum, Allah kabul etsin. Hayırlı geceler,” dedikten sonra kapıyı açtı. “Sana da,” dediğimde odamdan çıktı.

 

Bende hemen seccademi serdikten sonra yatsıyı kılmaya başladım. Namazdan sonra seccadeyi yerine koydum. Lavaboya geçip dişlerimi fırçaladıktan sonra tekrardan odama geçtim. Işığı kapattıktan sonra yatağıma uzandım. Sakin bir nefes aldıktan sonra her şeyin yoluna girmesini dileyerek, gecenin sessizliğinde uykuya teslim oldum.

 

 

🍓🍓🍓

 

 

İki gün… İnsana ne kadar da kısa geliyor, öyle değil mi? Göz açıp kapayıncaya kadar geçen bir zaman dilimi sadece. Ama bazen, o kısacık iki gün, bir ömre bedel olabiliyor. Özellikle de sevdiğin biriyle aranda bir sessizlik varsa. Bir şeyleri konuşmadan geçirdiğin her dakika, içten içe biraz daha eksiltiyor insanı.

 

Benim için böyle geçti o iki gün. Her saniyesi saatmiş gibi uzayan, ömrümden koparılmış gibi… Erva aramadı. Mesaj da atmadı. Ve ben, elim her telefona gittiğinde onun adını görememekten kafayı yemek üzereydim.

 

Tartıştığımız günün ertesinde bütün günüm emniyette geçmişti. Yapacağımız çok önemli bir operasyon vardı ve günlerdir bunun için çalışıp duruyorduk. Eve, gece çok geç bir saatte dönmüş, sabah namazından sonra tekrar gitmem gerektiğinden emniyete gelmiştim. Bu yüzden birbirimizi görmeye fırsatımız olmamıştı fakat yine de bu Erva’nın yazmasına engel değildi öyle değil mi?

 

Emniyetteki odamda, masamın başında geçirdiğim bir saat boyunca aklımda sadece bu düşünceler dolanıp duruyordu. Ne önümdeki dosyaları görebiliyordum ne de dışarıdan gelen sesleri işitebiliyordum Koca bir kalabalığın arasında, kendi sessizliğime sığınarak bir çözüm yolu bulmaya çalışıyordum.

 

Aklımdaki düşünceler bana bir çözüm yolu sunmaktan çok, olayları daha da karmaşık bir hale sürüklemeye başlayınca sertçe nefesimi verdim. Tam o sırada odamın kapısı çalınca “Gir,” dedim başımı önümden kaldırırken.

 

Semih kapıyı açarak “Kerem, müsait misin?” diye sorunca başımı salladım. “Gel kardeşim, müsaitim,” dedim gözlerimi kaçırarak çünkü Semih, bakışlarından bir şeyler olduğunu anladığını belli ediyordu. Dün de konuşmak istemişti fakat buna bir türlü vakit bulamamıştık. Belli ki o konuşma şu an yapılacaktı.

 

Semih elindeki, içinde kahve olan karton bardağı önüme bıraktıktan sonra masamın önündeki sandalyelerden birine oturdu. Kahvesinden bir yudum aldıktan sonra “Anlatmaya başla bakalım,” dedi bana dönerek. “Ne oluyor? Neyin var senin? Dünden beri hiç iyi görünmüyorsun.”

 

Sandalyemden yavaşça doğrularak kahveme uzandım. Sıcak olmasını umursamadan büyük bir yudum aldıktan sonra tekrardan az önceki yerine bıraktım. “Erva’da anemi varmış Semih,” dedim sıkıntıyla.

 

Semih bir şey söylemedi. Başımı önümden kaldırmadan cevap vermesini bekledim fakat beklediğim cevap gelmeyince ona baktım. “Kerem, sen dünden beri bu yüzden mi bu haldesin?” diye sordu kısa bir sessizlikten sonra.

 

Evet,” dedim mırıldanarak.

 

“Kerem, kansızlık varmış sadece,” dedi hafifçe gülerek. “Çok şükür ciddi bir durum değil. Bildiğim kadarıyla ilaç kullanılarak iyileşiliyor.”

 

“Semih, durum sandığından çok daha başka.”

 

Semih huzursuzca yerinden kıpırdanırken “O zaman başla bakalım anlatmaya şu sandığımdan farklı olan durumu,” dedi endişeli bir sesle.

 

Derin bir nefes aldım. Sakince verdikten sonra olanları anlatmaya başladım. Eve girmeden Erva’yla olan karşılaşmamızdan başlayıp ona söylediklerimle devam ettim. Semih hiçbir tepki vermeden ve konuşmadan beni dinlemeye devam etti. Annem, babam ve kardeşlerimle olan konuşmaları anlattıktan ve az önce aklımdan geçirdiklerimi de söyledikten sonra “Durum bu,” dedim olanları anlatmanın verdiği zorluktan dolayı boğazım düğümlenmiş bir halde.

 

Semih’e baktığımda yüzünde yerini koruyan şaşkınlıkla önüne bakıyordu. Bana döndüğü sırada “Açıkçası ne diyeceğimi bilemiyorum kardeşim,” dedi gözlerini kaçırarak. “Zaten ailen söylemiş ne yapacağını ve benim de aklıma onların söylediğinin aksi bir şey gelmiyor. Tek diyeceğim, bunun bu şekilde devam edemeyeceği. Bu yüzden yapmanız gerekeni yapın ve konuşun bir an önce.”

 

Her zamanki gibi başımı sallayıp “Tamam,” demekle yetindim ve bu sefer dediğimi yapacaktım. Bir de Erva’dan bir daha böyle bir şey olmayacağında dair söz vermesini isteyecektim.

 

Semih “Madem tamam, o zaman kalk bakalım Kerem,” deyip ayağa kalktığında “Neden?” diye sordum merakla.

 

“İşimiz yok ve hazır müsaitken git konuş Erva’yla,” dedi hızla. “Bu durum bu şekilde devam edemez. Özellikle de iki gün sonra nişanınız varken.”

 

Semih haklıydı. Bu yüzden dediğini yapıp hızla ayağa kalktım. Telefonumu cebime koyduktan sonra siyah deri ceketimi üzerime geçirdim. Semih’e her şey için teşekkür ettikten sonra emniyet binasından çıktım. Arabamı açıp bindikten sonra emniyet kemerini takıp arabayı çalıştırdım.

 

Yol boyunca ne diyeceğimi düşünmek gibi bir duruma giremedim çünkü beş dakika sonra apartmanın önüne varmıştım. Arabayı park edip indiğimde soğuk hava beni fazlasıyla üşütürken hızlı adımlarla apartmana yöneldim. Kar hâlâ yağmaya devam ediyordu ve bu yüzden hava çok soğuktu.

 

Asansörü çağıran tuşa basmamla açılması bir oldu. Tam bineceğim sırada beni durduran apartmana yeni giren Serkan’ın bana seslenmesi oldu. Sakinleşmek adına derin bir nefes aldım. Serkan’a da kırgındım. Daha doğrusu kızgındım. Erva’ya bunu bana söylemesini söyleyebilirdi sonuçta fakat o da bu duruma sessiz kalmıştı.

 

Serkan yanıma geldiğinde “Selamünaleyküm,” dedi yüzünde hafif bir tebessümle. “Nasılsın?”

 

“Aleykümselam,” dedim aksi çıkan sesimle. “Sayenizde iyi değilim.”

 

“Yüz ifadenden belli zaten de, buna sebep olacak bir şey yaptığımı sanmıyorum,” dedi ciddiyetle. “Erva da seninle aynı durumda ve hiçbir şey anlatmıyor. Bu yüzden seni gördüğüm iyi oldu çünkü sen anlatacaksın ne olduğunu.”

 

Sağ elimi sinirle saçlarıma götürürken “Benden neden sakladınız Serkan?” diye sordum öfkeyle. “Öğrendiğimde kırılacağımı hiç mi düşünmediniz? Hadi Erva ben endişelenmeyeyim diye sustu peki sen Serkan? Sen gelip söyleyemez miydin? Öğrendiğimde böyle olacağını düşünmedin mi?"

 

Serkan hızla ellerini havaya kaldırdı. “Kerem, öncelikle bir sakin olur musun?” dedi şaşkınlıkla. “Şu an ne demek istediğini inan bana anlamadım. Neyi söylemem gerekiyordu sana?”

 

“Erva’nın anemi olduğunu tabi ki Serkan.”

 

“Bir dakika,” dedi Serkan daha da büyüyen şaşkınlığıyla. “Erva’nın ne olduğunu dedin?”

 

Sorusu beni de şaşırtırken ses tonu ve yüz ifadesinden onun da bilmediğini anlamam çok kısa sürdü. Serkan bile bilmiyorsa o zaman kimse bilmiyor demekti. Bu da Erva’nın bunca zaman bu sorunla tek başına yüzleştiğini gösteriyordu.

 

“Kerem, sen ne dediğinin farkında mısın?” diye sordu Serkan, sona doğru yükselen sesiyle. “Ne yani, Erva hasta mı?”

 

“Evet,” diye fısıldadım çünkü Serkan’ın bilmediğini bilmiyordum ve bunu Erva yerine benden duymasının pişmanlığını yaşıyordum. Serkan’ın haline bakılacak olursa Erva’yla çok ciddi bir konuşma yapacağı hatta ona kızacağı anlaşılıyordu ve istemeyerek de olsa buna sebep olmanın ağırlığı vardı üzerimde.

 

“Yürü,” dedi Serkan kaşlarını çatarak. “Şu olanları baştan anlat bana yoksa kafayı yiyeceğim.”

 

Dediğini yaparak asansöre bindim. Ardımdan o da binince üçüncü katın tuşuna bastım çünkü önce eve gidip duş almak istiyordum. Bir de henüz öğleyi kılmamıştım ve vakit geçmeden kılsam iyi olacaktı. Bunu Serkan’a söylediğimde başını sallayarak işlerimi hallettikten sonra Melih’i de yanıma alıp hızla onlara gelmemi söyledi. “Tamam,” deyip asansörden çıktığımda o da beşinci katın tuşuna bastı. Bende bizim dairenin ziline bastıktan sonra öne doğru eğilerek bağcıklarımı açtım.

 

Kapıyı açan anneme selam verdikten sonra hızla odama geçtim. Silah, cüzdan, telefon ve anahtarlarımı masama bıraktıktan sonra dolabımın önüne geçtim. Kıyafetlerimi çıkarıp kapattıktan sonra odamdan çıkıp banyoya geçtim. Duş aldıktan sonra tekrardan odama geçtiğimde ilk işim öğleyi kılmak oldu. Namazdan sonra annem ve Melih’in yanına geçip olanları kısaca anlattım. Daha sonra da Melih’i de yanıma alarak evden çıktım.

 

Pınar’ın bugün akşama kadar dersi olduğu için evde değildi. Ne yalan söyleyeyim onun da yanımızda olmasını isterdim çünkü başkalarına patavatsızlık gibi gelse de bana açık sözlülük gibi gelen o hali bende pek yoktu. Açık sözlüyümdür aslında fakat bunu Pınar gibi pat diye söyleyemiyordum.

 

Asansör, beşinci katta durduğunda indik. Melih dairenin zilini çaldığı sırada bende başımı önüme eğdim. Her şeyi halletmeyi düşünerek eve gelmiştim fakat şu an işler daha da sarpa sarmış gibi hissediyordum. Kapı açıldığında Ayça’nın “Hoş geldiniz,” dediğini duydum. Melih’le aynı anda “Hoş bulduk,” dediğimizde Ayça kenara çekilince içeri girdik.

 

Oturma odasına yöneleceğim sırada Ayça bana seslenince ona döndüm. “Efendim Ayça?” dediğimde “Olanlar doğru mu gerçekten?” diye sordu endişeyle. “Serkan eve geldiğinden beri kafayı yemek üzere. Erva ondan da sakladığı için çok kızgın bir de maalesef ki.”

 

“Ben, buna sebep olmak istemedim Ayça,” dedim mahcubiyetle. “Serkan da biliyor sanıyordum.”

 

“Kendini suçlama lütfen Kerem,” dedi hafif bir tebessümle. “Ve merak etme. Her şey yoluna girecek.”

 

“Teşekkür ederim,” dediğimde “Rica ederim,” deyip eliyle oturma odasını gösterdi. “Hadi içeri geçelim,” dediğinde biz Melih’le önden odaya girerken o da ardımızdan geldi.

 

Serkan bizi fark edince göz ucuyla bize baktı. Tekrardan önünde döndüğünde eliyle karşısındaki koltuğu gösterip oturmamızı söyledi. Melih’le yan yana gösterdiği yere geçtiğimizde Ayça da onun yanına geçip oturdu. Odaya derin bir sessizlik hâkim olurken bu sessizliği bozmaya pek niyetim olmadığından sesimi çıkarmadan önüme bakmaya devam ettim.

 

Serkan “Melih,” deyince bana seslenmese de bende Melih gibi başımı ona doğru çevirdim. “Erva’nın durumu çok ciddi mi? Özellikle bunu sorabilmek için senin gelmeni istedim.”

 

“Merak etmeyin iyi,” dedi Melih kendinden emin bir şekilde. Derin bir nefes aldıktan sonra devam etti. “Dün akşam, Erva’ya mesaj attım. Sonuçlarını bana da atmasını istediğimde dediğimi yapıp attı. Başlarda durumu gerçekten riskliymiş çünkü bütün değerleri çok düşüktü.”

 

Anlatmayı bırakıp bize baktığında “Devam et Melih,” dedim titreyen bir sesle. “Tahlil sonuçlarında güzel bir gelişme var,” dedi hafifçe gülümseyerek. “Pek çok vitamin değeri normalin altındayken olması değere ulaşmış. Hâlâ tam iyileştiğini söyleyemem fakat durumunun iyiye gittiğini söyleyebilirim. Böyle devam ederse Allah’ın izniyle kısa zamanda da sağlığına kavuşacaktır.”

 

Duyduklarım yüreğime su serperken “Çok şükür,” diye mırıldandım rahatlıkla. Serkan ve Ayça da aynı anda “Çok şükür,” dedikten sonra Serkan bana döndü. “Eve geldiğimde ilk işim internetten anemiyi araştırmak oldu,” dediğinde gülümsemeden edemedim çünkü aynı şeyi bende yapmıştım. “Her öğrendiğim beni daha da endişelendiriyordu fakat çok şükür ki korktuğum gibi bir şeyi yokmuş.”

 

“Çok şükür canım,” dedi Ayça elini Serkan’ın omzuna koyarken. “Erva’nın iyi olduğunu öğrendiğimize göre artık diğer meseleye geçelim bence.”

 

“Doğru dedin güzelim,” dedi Serkan hızla. “Olanları baştan anlatmaya başlayın bakalım,” dediğinde tüm bakışlar bana dönünce kollarımı dizlerime dayayarak olanları kısaca anlatmaya başladım.

 

Her şeyi olduğu gibi anlattığımda Serkan hemen yanındaki telefonuna uzanıp aldı. Bir şeyler yaptıktan sonra kulağına dayayınca Erva’yı aradığını zannettim fakat saniyeler içerisinde “Selamünaleyküm abla, nasılsın?” deyince Sevil Teyze’yi aradığını anlamış oldum.

 

Sevil Teyze Serkan’a da nasıl olduğunu sormuş olmalı ki Serkan kısaca iyi olduğunu söyledikten sonra olanları anlatmaya başladı. Sevil Teyze her şeyi bildiği için, yarıda sözünü kesmiş olmalı ki Serkan sustu ve onu dinlemeye başladı. Arada birkaç kez araya girerek ona söylemedikleri için atarlansa da bunun dışında bir tepki vermeden dinlemeye devam etti. Sevil Teyze sonunda onu ikna etmiş olmalı ki “Tamam abla,” dedi anlayışlı bir şekilde.

 

Aramayı sonlandırdıktan sonra telefonunu yanına indirip bana döndü. “Dediğin gibiymiş Kerem,” dedi kırgın bir şekilde. “Erva, kimsenin onun yüzünden endişelenmesini istemediğinden söylememiş ve ablama da bunu tembihlemiş.”

 

Sakince nefesini verdikten sonra önüne döndü. “Ama görür o ufaklık,” dedi sağ bacağını sallarken. “Hadi sana söylememesini anlıyorum, sonuçta sen daha onun hiçbir şeyisin ama ben? Ben dayısıyım ya hu!”

 

Melih ve Ayça Serkan’ın söylediklerine kıkırdarlarken “Serkan,” dedim sitemle. “Ben de evleneceği adamım farkındasın değil mi?”

 

“Maalesef ki farkındayım,” dedi homurdanarak.

 

Melih dayanamayıp küçük bir kahkaha atarken Ayça da başını öne eğerek kısık sesle gülmeye başladı. Serkan bu duruma bir tepki vermezken bense şaşkınlıkla ona bakıyordum. Benim, Pınar’ın da dediği gibi kesinlikle onunla işim vardı. Bu durumu biz evlenince bile devam ettirebilirdi.

 

Aklına bir şey gelmiş olmalı ki Ayça’da olan bakışlarını bana çevirdi. “Bu arada gözümden kaçmadı damat efendi,” dedi ciddi bir ifadeyle. “Sana bana ne demen gerektiğini söylediğimi hatırlıyorum. Arkadaşınmışım gibi konuşma benimle yoksa bu hafta sonu istemeye geldiğinizde vermem kızımı ona göre.”

 

“Bence de verme Serkan Ağabey,” diye araya girdi Melih. “Kızını alacak sonuçta ve daha sana Serkan Baba falan demesi gerektiğinin farkında değil.”

 

Şaşkınlığım daha da büyürken hızla Melih’e döndüm. “Melih,” dedim bu söylediklerine inanamayarak. “Daha fazla saçmalama ve sus lütfen.” Melih beni hiç takmayıp gülmeye devam ederken sabır çekmeden edemedim.

 

Kardeş, başımın belası iki kardeşime deniyorsa düşman kime deniyordu acaba?

 

Serkan alaycı bir sesle “Haklısın Melih,” deyince başımı ona çevirdim. “Neyse, Asıl konumuz bu değil,” dedi Ayça’ya döndüğünde. “Ayça’m, sen Erva’yı arayıp buraya gelmesini söyle. Ama bir şey çaktırma tamam mı?" dedi hızla. "Ben bir sürü hazırlık yaptım bu isteme için, o kadar ‘kız nasıl verilmez’ provası da yaptım ve emeklerimin boşa gitmesini istemiyorum. Bu yüzden gelsin hemen ve konuşalım şu meseleyi."

 

“Kız nasıl verilmez provası mı?” diye sordum küçük bir şaşkınlık ve sesimden taşan sitemle.

 

Yüzüne yerleştirdiği muzip gülüş bunu yapacağını kanıtlarken “Evet,” dedi rahat bir tavırla.

 

Ben bu duruma sabır çekerek nefesimi verirken, Ayça Serkan’ın bu haline başını iki yana sallayarak güldükten sonra ayağa kalktı. Telefonunu aldıktan sonra tekrardan yerine geçti. Ekranı açıp Erva’yı aradığında Serkan hızla “Hoparlöre al güzelim,” deyince başını sallayıp hoparlörü açtı.

 

Uzun bir çalıştan sonra Erva telefonu yorgun çıkan bir sesle “Efendim Ayça Abla?” diyerek açtı.

 

“Erva, nasılsın çiçeğim?” diye sordu Ayça neşeli bir sesle.

 

Tek bir kelimeyle cevapladı Erva bu soruyu: “Yorgun,” dedi bunu sesiyle de belli ederek.

 

“Neden ki kuzum?”

 

“Birkaç gündür rahat uyuyamıyorum da, ondan sanırım,” dedi Erva kaçamak bir cevapla. “Neyse ya boş-“ dedi fakat tam o sırada arkadan gelen polis sirenleri ve birkaç korna sesi cümlesini yarıda kesti.

 

“Oha lan, o nasıl korna çalmak öküz?” dedi Erva sinirle. Sesi, öfkelendiği zamankinden daha sertti ancak araya karışan hafif bir titreme, korkusunu gizleyemiyordu. Kurduğu cümle beni de gizleyemeyeceğim bir şaşkınlığa sokarken Melih’in bu halime kıkırdamasına sebep oldu.

 

“İyi misin Erva?” diye sordu Ayça panikle. Ne olduğunu anlamadığımız ve arkadaki sesler daha da arttığı için biz de endişeyle Erva’nın vereceği cevabı vermeye başladık.

 

“İyiyim abla,” dedi Erva kısa bir sessizlikten sonra. “Aniden korna çalınca biraz korktum sadece.”

 

Polis sirenleri artık duyulmayacak kadar azaldığında Erva’nın alaycı bir nefes verdiğini duydum. “Kim bilir yine neye geç kaldılar da o yüzden böyle acele ediyorlar?” dedi fakat kelimelerin arasına gizlediği alay, telefondaki sessizliği bile kıvrandıracak kadar belirgindi.

 

Melih ve Serkan bu duruma gülmemek için kendilerini zor tutarlarken Ayça sadece hafifçe tebessüm etti. “Sonunda gittiler,” dedi Erva, arkadan sadece sert esen rüzgârın sesi dışında başka bir ses duyulmazken. “Vaktinde çıksalardı bu kadar tantanaya gerek kalmayacaktı. Sözde görevleri vatandaşı korumak. Bunlar korkutmak diye anlamışlar herhalde.”

 

Melih, daha fazla dayanamayıp arkasındaki yastığı kucağına aldı. Gülmemek için kafasını yastığa gömerek büyük çaba sarf etmeye başladı fakat sarsılan omuzları ona hiç yardımcı olmuyordu. Serkan da onunla aynı durumdaydı fakat şu an sevdiğim kızın benim de dahilinde olduğum mesleğe bunları söylemesi benim onlar gibi gülmeme değil, sadece homurdanmama sebep oluyordu.

 

“Kuzum, şu an polislerimiz için kuruyorsun bu cümleleri değil mi?” diye sordu Ayça da bu duruma kıkırdayarak.

 

“Evet,” dedi Erva net bir sesle.

 

“Kuzum, bir polisle evleneceksin farkında mısın?”

 

“Farkındayım abla. Hatta kendisi başkomiser.”

 

“Evet canım başkomiser, yani o da bir polis,” dedi Ayça, Erva bu durumun farkında değilmiş gibi. “Sen şu an bu söylediklerine evleneceğin adamı da dahil ediyorsun.”

 

Erva gülerek nefesini verdi. “Abla, Kerem’i sevdiğimi fark ettiğim günden beri aklımdan çıkmayan bir atasözü var: Büyük lokma ye, büyük söz söyleme,” dedi, sesine karışan mahcup bir gülmeyle çünkü farkında olmadan kendini ele vermişti. “Alper ve Elif, sonra Ege bu yüzden benimle haklı olarak hâlâ dalga geçiyorlar. Dayımın dediği gibi polis düşmanı olan ben, gidip bir başkomisere âşık oldum.”

 

Erva’nın son cümlesi beni gülümsetirken büyük bir hevesle devam etmesini bekledim. Erva “Bazen sırf bu yüzden acaba Kerem’le evlenmesem mi diye düşünüyorum,” dediğinde hevesim saniyeler içerisinde yerle bir olurken Serkan bu durumdan keyif aldığını belli eden bir gülümsemeyle oturduğu koltukta rahatlıkla geriye yaslandı.

 

Erva “Sonra saçmaladığımı çünkü dört yıl boyunca yüzünü bile görmeden âşık olduğum çocuğun o olduğunu hatırlıyorum ve her şeye razıyım diyorum,” dediğinde az önceki gülümsemem yüzümdeki yerini tekrardan alırken bunu belli etmek istercesine Serkan’a baktım. Erva “Bu arada her ne kadar o kütük kocan kabul etmese de aynı durumda sayılırız çünkü o da yıllarca seni bekledi öyle değil mi?” diye devam ettiğinde bu sefer de ben ve Melih gülmemek için kendimizi zor tuttuğumuz bir hale girerken Serkan bu duruma kaşlarını çattı.

 

“Ya Erva, hiç de öyle değil Serkan,” dedi Ayça sitemle ancak bu durum onu da güldürdüğü için mahcubiyetle Serkan’a baktı.

 

“Sana öyle değil yengeciğim,” dedi Erva alaycı bir tonla ancak sevgiyle, tatlı tatlı uğraşıyormuş gibi kurdu cümlesini. “Yoksa dayım diye demiyorum ama kendisi bazen kütüğün önde gideni olabiliyor.”

 

“Çiçeğim sende övdün mü gömdün mü belli değil.”

 

“Gömmedim ama övmedim de galiba,” dedi Erva kıkırdayarak. “Sen zaten şaka yaptığımı bildiğin için sorun yok ya bence. Bir de gerçekten öyle değil dayım. Sadece takılıyorum dediğim gibi.” Biraz duraksadıktan sonra “Neyse, başından sormam gereken soruyu sorayım sana ben,” dedi. “Hayrolsun abla, bir sorun yoktur İnşallah?”

 

“Yok kuzum, bir sorun yok da ben seni şey için aradım,” dedi Ayça. “Nişan elbiseni bitirdim de, gelip dener misin diyecektim.”

 

“Nişan elbisem mi?”

 

“Evet, hani bu hafta sonu istemeyle beraber nişanın da var ya kuzum,” dedi Ayça sesinde hafif bir imayla. “İşte onun için sana diktiğim elbiseyi.”

 

Erva bir şey söylemedi. Sıkıntılı bir nefes verdiğini duydum. Ayça bu sessizliği bozacaktı ki Serkan Ayça’nın kolundan tutup kendisine dönmesini sağlayarak buna izin vermedi. Ayça ona baktığında bir şey söylememesini işaret etti. Tam o sırada Erva “Abla,” dedi iç çekerek. “Benim sizinle konuşmam gereken bir mesele var. Müsaitseniz ben şu an yoldayım. Eve varmak üzereyim. Size gelsem, konuşsak olur mu?"

 

“Olur kuzum, müsaitiz. Gelebilirsin.”

 

“Tamam abla. Görüşürüz.”

 

Ayça da “Görüşürüz,” dedikten sonra aramayı sonlandırdı. Telefonunu yanına indirip Serkan’a döndü. “Konuşması gereken meseleyi az önce öğrendik sanırım canım,” dediğinde Serkan başını salladı. “Bende öyle düşünüyorum güzelim ve geldiğinde ona bir güzel kızacağımı da biliyorum. Hem sakladığı hem de bana söylediği o kelime için.”

 

Ayça gülerek “Bundan önce onu dinle ama tamam mı?” dedi benim yapmadığımı yapmasını Serkan’dan isteyerek.

 

Serkan olumlu anlamda başını sallayınca Ayça gülümseyerek ayağa kalktı. “Ben bi’ çay koyayım,” dedikten sonra odadan çıktı. Bende şu an Serkan’ın bana baktığını bildiğimden başımı önümden kaldırmadan geldiğimden beri göz gezdirdiğim için artık şeklini ezberlediğim halıya bakmaya devam ettim.

 

Serkan yerinden kıpırdandıktan sonra “Kerem,” dedi boğazını temizleyerek. Başımı kaldırıp ona baktığımda bana yüzünde küçük bir tebessümle bana baktığını gördüm. Yine uğraşacağını düşünüyordum fakat şu an bunu yapmayacak gibiydi. Aklımdan geçen bu düşünceyi kesinleştirmek ister gibi “Üzülme daha fazla,” dedi sakin bir sesle; sanki beni teselli etmekten çok, yükümü hafifletmek ister gibiydi. “Her şey yoluna girecek merak etme. Dediğim gibi ben o kadar hazırlık yaptım ve sırf bu yüzden bile her şeyi yoluna koymak için elimden geleni yaparım.”

 

“Kız nasıl verilmez provası yaptım diyorsun Serkan,” dedim bu duruma hem gülerek hem de sitem ederek. “Gerçekten vermeyeceksen hiçbir şey yapma lütfen.”

 

Ciddi bir ifadeyle “Vereceğim varsa da, senin gibi büyükleriyle nasıl konuşması gerektiğini bilmeyen birine vermem kızımı Kerem,” dedi fakat ciddiyetinin altındaki imayı anlamamak da mümkün değildi.

 

“Serkan, sana bir gün gerçekten baba diyeceğime inanıyor musun?”

 

“Evet, inanıyorum.”

 

“Ben fazla inanma derim.”

 

“Bakalım bu hafta sonu inanmam gerektiğini kanıtladığımda da böyle konuşabilecek misin damat efendi?”

 

Melih bu duruma kahkahalarla gülerken “Bittin sen ağabey,” dedi nefes nefese. “Bu hafta sonu büyük bir eğlence var desene.”

 

Benim için eğlenceden çok bir korku filmi olacak gibiydi ya neyse. Ama şunu biliyordum ki, sonunda Erva’ma kavuşacaksam Serkan’ın bütün bu yapacaklarına katlanırdım. Çünkü değerdi, Erva için her şeye değerdi.

 

Ayça elinde içinde çay olan tepsiyle içeri girdiği sırada kapı çalınca Serkan ayağa kalktı. Ayça’nın elinden tepsiyi aldıktan sonra ona kapıyı açmasını söyleyerek yanımıza geldi. Çayımı almam için uzattığı sırada “Arkadaş kendi damadıma çay dağıtıyorum, bu nasıl adalet?” dedi homurdanarak.

 

Melih çayını alırken “Serkan Ağabey, bence istemede senin kahveni ağabeyim sana versin,” kıkırdayarak.

 

Serkan yerine geçerken, Melih’in saçma fikrine “İyi fikir,” deyince Melih’e dönüp susmasını söyledim çünkü o konuştukça hafta sonu başıma gelecek olan saçmalıklar listesi epey bir kabarıyordu.

 

Melih’teki bakışlarımı önüme çevirdiğimde Erva’nın sesini duydum ve bu yüzden hızla kapıya döndüm. Tam o sırada içeri giren Erva’yla çok kısa bir an göz göze geldik fakat ikimizde aynı anda tekrardan önümüze döndük. Erva, yerinden kıpırdamadı fakat şu an bize baktığından emindim.

 

Ayça Serkan’ın yanındaki yerine geçtiğinde Serkan ona dönerek “Ayça’m, söyle şu kıza geçip otursun şöyle,” dedi eliyle çaprazındaki koltuğu göstererek. Ayça bu duruma başını hafifçe iki yana sallayarak Erva’ya döndü. “Kuzum geç-“ dedi fakat Erva sözünü keserek “Ayça Abla, asıl sen söyle şu kocana bana bir şey söyleyecekse kendisi söylesin. Araya aracı katmasın,” dedi somurtarak.

 

“Güzelim, söyle şu kıza suçlu olduğu halde üstte çıkmaya çalışmasın.”

 

“Ayça Abla, asıl sen söyle bana küçükken dayım olarak tanıtılan şu adama, beni dinlemeden suçlu konumuna koymasın.”

 

Serkan gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Tekrar açtığında Ayça’ya döndü fakat Ayça iki elini kaldırarak bir şey söylemesine izin vermedi. “Serkan, Erva şu an çocuk gibi davranıyorsunuz farkında mısınız?” diye sordu şaşkınlıkla. Aynı şaşkın bende ve Melih’te de vardı fakat Serkan ve Erva bunun farkında bile değillerdi.

 

Erva sol eliyle Serkan’ı göstererek “Önce o başlattı,” dedi gözlerini kısarak. “Ayrıca belli ki bir şey anlatmama gerek kalmadı.” Bana döndü. Yüzüme bakmadan “Birileri benden önce anlatmış gibi,” dedi sitemle ancak hemen sonrasında mahcubiyetle başını önüne eğdi.

 

“Mecburen anlattım Erva,” dedim kırgın bir sesle. “Senin bu durumu sadece benden değil aynı zamanda Serkan’dan da sakladığını bilmiyordum çünkü."

 

“Kerem, o gün söylememe izin vermedin ama inan bana ben sadece benim yüzümden endişelenmenizi istemediğim için söylemedim,” dedi Erva, titreyen bir sesle. "İki gündür seni göremediğim için de anlatamadım. Her seni sorduğumda evde olmadığını öğrendim. Buraya gelirken, dayım ve Ayça Abla'yla konuştuktan sonra yine evde olmadığını öğrenirsem emniyete kadar gelmeyi bile düşündüm artık, seninle yüz yüze konuşabilmek için."

 

Şu an dolu gözleriyle, başı önünde duran sevdiğimin bu halini görmek kalbime hiç hissetmediği kadar büyük bir acı verdi. Boğazım düğümlendi sanki o an. Haykırmak istediğim kırgınlığım yerini pişmanlığa bıraktı. Ama işte, ben tam olarak bundan dolayı kırgındım. Uğruna canımı vermekten bile çekinmeyeceğim kızın her acıyı tek başına yüklenmesine, derdine ortak olmama izin vermemesine kırgınım.

 

Onun sesi yorgun gelse bile, içimden bir parça eksiliyor gibi hissediyorum. Bazen, anlatmasa bile anlamak, anlatırsa da kelimelerine değil sessizliğine tutunayım istiyorum. Derdinin ortağı olayım; sadece iyi günlerinde değil, zor zamanlarında da yanında durayım. Onu gülümsetmek için değil sadece; gerekirse birlikte susmak, hatta ağlamak için bile yanında olayım istiyorum.

 

“Özür dilerim,” diye devam etti sağ gözünden bir damla yaş yanaklarından aşağı süzülürken. “Haklısınız, söylemem gerekirdi ama ben bu durumdan çok-“ dedi fakat sol gözünden bir damla yaş daha yanaklarından süzülürken daha fazla devam edemedi. Serkan bunu fark edince hızla ayağa kalkıp Erva’nın yanına geçti. Sarıldığında, Erva bunu bekliyormuş gibi hemen karşılık verip sarıldı Serkan’a.

 

O an odaya derin bir sessizlik hâkim oldu. Bu sessizliği Erva’nın arada bir tutamadığı hıçkırıkları bozarken Serkan Erva’ya daha sıkı sarıldı. Sırtını yavaşça sıvazlarken “Ağla güzelim, ağla tutma daha fazla içinde,” dedi kısık ama kararlı bir sesle. “Acıyı içinde tutmak yorar insanı Erva. Yapma bunu daha fazla kendine.”

 

Erva bir şey söylemedi. Tek yaptığı Serkan’a daha sıkı sarılarak ağlamaya devam etmek oldu. Şu an Serkan’ın yerinde olup ona sımsıkı sarılmayı ve yanında olduğumu söylemeyi çok isterdim fakat elimden, Erva’nın sakinleşmesini beklemekten başka bir şey gelmiyordu. Bir de şu an onun bu halde olması canımı çok yakıyordu. Titrek bir nefes alarak önüme döndüğümde Melih elini omzuma koydu. Ona döndüğümde buruk bir tebessümle başını hafifçe önüne eğdi. Her daim yanımda olduğunu bildiği kardeşim bana bunu bir kez daha hatırlatarak az da olsa sakinleşmemi sağlarken bu duruma hafifçe tebessüm ederek önüme döndüm.

 

Erva Serkan’ı bırakıp sağ elini direkt boğazına götürünce panikle ayağa kalktım. Bunu fark edince sol elini kaldırıp “İyiyim,” diye mırıldandı kısık bir sesle. Elini boğazından çekmeden derin nefesler alıp vermeye başlayınca Melih “İlaç,” dedi. “İlacın nerede?”

 

Erva “Çantamda,” deyince Ayça hızla odadan çıktı. Serkan Erva’yı kucağına alıp az önce oturduğu yere götürdü. Yavaşça koltuğun üzerine bıraktığında Ayça elinde Erva'nın astım ilacıyla içeri girdi. Erva’ya uzattığında “Gerek yok, iyiyim çünkü,” dedi Erva Melih’e dönerek. “Yine ortalığı ayağa kaldırdın Melih.”

 

“Gerek var bence,” dedi Melih kollarını kavuşturarak. “O ilacı her zorlandığında almalısın ayrıca. Canın istediğinde değil Çilek Kız.”

 

“Kaçık doktor,” diye homurdandı Erva.

 

“İnatçı Çilek Kız,” diye devam ettirdi Melih bu atışmayı.

 

Erva bu duruma nefesini vererek güldü. “Baş belası geveze,” dedikten sonra Ayça’nın elinden ilacını aldı. Kapağını açtıktan sonra ağzına götürdü. Derin bir nefes aldıktan sonra bastı. Birkaç saniye öylece durduktan sonra ilacını ağzından çekip, gözlerini kapatarak sakince nefesini verdi.

 

Gözlerini açtığında ilk bana baktı. “İyiyim,” dedi hafifçe gülümseyerek. Sağ elimi saçlarıma daldırırken “Çok şükür,” dedim sakince. “Çok şükür iyisin.”

 

Erva gülümseyerek tekrardan başını önüne eğdi. Serkan da onun iyi olduğundan emin olduktan sonra bize oturmamızı söyleyerek Erva’nın yanına geçti. Melih’le yerlerimize geçtiğimizde Ayça da elinde bir bardak suyla Erva’nın yanına oturup suyu ona uzattı. Erva teşekkür edip aldıktan sonra sudan birkaç yudum içip bardağı Serkan’ın önündeki sehpaya bıraktı.

 

“Özür dilerim,” dedi mahcup bir şekilde. “Sizi endişelendir-“ diye devam etti fakat Serkan bana fırsat vermeden sözünü keserek “Erva!” dedi uyarırcasına. “Yine başa dönmeyelim lütfen.”

 

Erva küçük bir çocuk gibi başını hızla aşağı yukarı salladığında bu durum bizi gülümsetti. “Başla bakalım anlatmaya,” dedi Serkan saniyeler içerisinde ciddi bir ifade takınarak. “Ne zamandan beri var bu durum ve nasıl saklarsın sen bunu bizden?”

 

Erva başını daha da önüne eğdi. “Yazın başından beri,” dediğinde Serkan “Ne?” dedi sinirli ve yüksek bir sesle. “Bu durum yedi aya yakındır var ve sen bunu bize şimdi mi söylüyorsun Erva?”

 

“Sadece benim yüzümden endişelenmenizi istemedim dayı,” dedi Erva dudaklarını ısırarak, sesi belli belirsiz titreşirken. “Yine aynı şeyler olsun istemedim. Benim yüzümden sizde üzülün istemedim.”

 

Aynı şeyler…

Aynı şeylerden kastı neydi ki?

 

Aklımı meşgul eden sorunun cevabını Serkan biliyor olmalı ki “Erva, hiçbir zaman düşündüğün gibi bir şey olmadı ve olmayacak da,” dedi sitemle. “Sana her zaman dediğim gibi bir sorunun olursa gel anlat bana."

 

Erva başını sallayarak “Tamam,” dediğinde bende aklımdaki soruyu sordum ona: “Erva, aynı şeyler derken ne demek istedin?”

 

Serkan’daki bakışlarını bana çevirdi. “Babamı kaybettiğim zaman,” dedi sesi çatlayarak. “O zaman çektiğim acıyı anlattığımda çevremdeki herkes benim yüzümden hem üzülüyor hem de endişeleniyordu. Ben de bir daha böyle bir şey olmasını istemediğimden o zamandan beri sorunlarımı kendim halletmeye çalışıyorum.”

 

Kırgınlığım her saniye yerini pişmanlığa bırakıyordu. Ona kırılmıştım ama şimdi, sustuğu her şeyin ardında yine sevdiklerini koruma içgüdüsü olduğunu öğrenmiştim. Sessizliğinin ardında ne çok şey varmış meğer. Ben kırıldım diye düşünürken, o paramparça olmuştu. Keşke önce dinleseydim onu.

 

Sadece kelimelerini değil, sessizliğini de…

 

“Bu yüzden kimseye söylemedim. Annemi de tembihledim söylememesi için,” diye devam etti Erva. Serkan’a döndü. “Bu yüzden, lütfen ona da kızma dayı,” dedi gözle görülür bir yalvarışla, sesi neredeyse bir fısıltıya dönüşmüşken.

 

“Ben sana da kızmadım ki Erva’m,” dedi Serkan. “Sadece bunca zaman benden bile saklaman üzdü beni."

 

“Başta özellikle ciddiydi diye söylemek istemedim. Sonra da durumum yavaş yavaş iyiye gidiyorken de sizi endişelendirmek anlamsız diye düşündüm ve susmaya devam ettim.”

 

“Gel buraya,” dedi Serkan sol kolunu Erva’nın omzuna atıp onu kendine çekerken. “Erva, bundan sonra ne olursa olsun bize anlatacaksın, tamam mı?”

 

“Tamam,” dedi Erva ona sarılırken. “Ama sizde önce beni dinleyin. Sonra ne diyeceğimi bilemiyorum ve ağlamaya başlıyorum.” Başını kaldırıp Serkan’a baktı. “Eskiden hiç böyle değildim ama şimdi tam bir sulu göz oldum ve bu çok can sıkıcı. Bazen bu yüzden kendimden nefret ediyorum ve sevdiklerim de böyle düşünüyor mu acaba diye endişeleniyorum.”

 

“Merak etme düşünmüyoruz, yani ben öyle düşünmüyorum,” dedi Serkan gülerek. Aklına bir şey gelmiş olmalı ki yüzünde imalı bir sırıtışla bana döndü. “Böyle düşünen sevdiklerin varsa da bu hafta sonu gereğini en güzel şekilde yaparız.”

 

Melih başını önüne eğerek kıkırdamaya başladı fakat kendini tutamayıp gülmeye başladığında Ayça ve Erva da ona katıldı. Bende oturduğum koltuğa yaslanarak kollarımı kavuşturdum ve “Yok öyle bir şey Serkan,” dedim kendimden emin bir şekilde. “Yok ve hiçbir zaman da olmayacak. Üzülmeyerek de söylüyorum ki, sende bu hafta sonu aklından geçenlerin aksini yapmak zorunda kalacaksın."

 

“Benimle bu şekilde konuşmaya devam edersen bende üzülmeyerek söylüyorum ki aklımdan geçenleri harfi harfine uygulayacağım damat efendi,” dedi alayla.

 

Bu durum beni de güldürürken başımı salladım. Her ne kadar şu an böyle söylese de sadece uğraştığını fakat bu evliliğe onay verdiğini biliyordum. Bu yüzden bu duruma çok takmıyordum. Her ne kadar bazen bu durum beni biraz çıldırtsa da sonunda dayanamayıp bende gülüyordum.

 

“Her neyse canım,” dedi Ayça neşeyle. “Çok şükür her şey yoluna girdi ve Erva da iyi.”

 

“Çok şükür,” dedim içimden rahatlıkla. Çok şükür iyiydi ve neyse ki her şey yoluna girmişti.

 

Ayça ayağa kalkıp artık soğuyan çaylarımızın oldukları bardakları aldıktan sonra odadan çıktı. Birkaç dakika sonra elindeki tepside tazelediği çaylarla tekrardan odaya girdi. Her şeyin yoluna girmesinin verdiği rahatlıkla sıcacık çayımdan küçük bir yudum aldım. Bardağı Melih’le aramızda olan sehpaya bıraktıktan sonra hazır Serkan da buradayken Erva’yla konuşmak istediğim meseleyi söylemek için hafifçe boğazımı temizledim.

 

“Benim, size söylemek istediğim bir şey var,” dediğimde tüm bakışlar bana döndü. Erva’ya baktım. “Aslında, önce sana söylemek istiyordum. Hatta son mesajlaşmamızda sana yazmıştım, seninle bir şey konuşmak istiyorum diye fakat sanırım şu an söylemek nasipmiş.”

 

Erva başını salladığında derin bir nefes aldım. Sakince verdikten sonra “Ben, eğer sende kabul edersen bu hafta sonu nişanla beraber bir de dini nikâhımız kıyılsın istiyorum,” dedim tek seferde.

 

Erva’nın elaları benim cümlemi tamamlamamla şaşkınlıkla irileşirken diğerleri buna bir tepki vermediler. Serkan sadece hafifçe gülümsedi. Ayça yüzündeki gülümseme yerini hâlâ koruyorken Erva’ya baktı. Melih de aynı şekilde gülümseyerek vereceği cevabı benim gibi merakla beklerken Erva’ya çevirdi bakışlarını.

 

Erva’nın konuşmak için aralanan dudakları saniyeler içerisinde tekrardan kapandı. Bu durum birkaç defa daha tekrar edince “Erva, vereceğin her cevap başım üstüne,” dedim gülümseyerek. “Ben sadece, sen bu dönemi bitirene kadar çok sık yan yana geleceğimizi, bu yüzden de-“ dedim fakat Erva sözümü keserek “Ben... Kabul ediyorum,” dedi utangaçlıkla. “Tabi, dayım da kabul ederse,” dedi göz ucuyla Serkan’a bakarak.

 

Serkan yüzünde muzip bir gülüşle bana dönünce yine uğraşacağını anlamış oldum. Umarım bu durum kısa sürer ve kabul eder diye düşünürken yüzündeki muziplik yerini doğal bir gülümsemeye bıraktı. “Bu sefer uğraşmayacağım,” dedi gülerek. Cevabı bizi de güldürürken Erva’ya döndü. “Sen evleneceksin ufaklık ve sen kabul ettiysen tamamdır diyorum bende ancak ablama da sorun diyorum. Gerçi o da sen kabul ettiysen tamam diyeceği için sorun yok diye düşünüyorum."

 

Tekrardan bana döndü. “Ama bir şartım var,” dedi kararlılıkla. “İstemeden sonra olacak dini nikah. Hem daha belli değil kızımı sana verip vermeyeceğim.”

 

Bu duruma gülerek başımı salladım ve bana gülümseyerek bakan Erva’ya çevirdim bakışlarımı. Çok kısa bir an göz göze geldik ve Erva çilek gibi kıpkırmızı kesilerek gözlerini kaçırdı. Kalbime huzur veren bu görüntü beni daha da gülümsetirken, Serkan ve Melih’in ne ara girdiklerini fark etmediğim sohbetlerine kulak kesildim.

 

Ayça da o sırada Erva’yı kolundan tutup kaldırdı ve nişan elbisesini denettirmek için peşinden odadan çıkardı. Her ne kadar merak etsem de nişanımıza kadar göremeyeceğim kesin bir dille bana söylenirken en azından kalp sağlığım için görseydim diye düşündüm fakat bunu dile getiremediğim için el mecbur sesimi çıkarmadan bu duruma boyun eğdim.

 

Erva ve Ayça tekrardan yanımıza geldiklerinde ayağa kalkıp Serkan’a döndüm. “Biz artık kalkalım, vakit de geç oldu zaten,” dediğimde karı-koca biraz daha kalmamızı rica etseler de zorla onları ikna edip çıkmayı başardık.

 

Erva’yla yalnız konuşmak ve onu dinlemediğim için özür dilemek istediğimden Serkanlar’dan çıkmadan bunu Melih’e yazdım ve benden önce eve gitmesini rica ettim. Melih “Tamam,” dediği için şu an hızlı adımlarla önümüzde yürüyordu.

 

Bizim kata indiğimizde Melih zili çalıp bağcıklarını çözmek için öne doğru eğildi. Tam o sırada asansörün kapısı açıldığında üçümüzde aynı anda oraya döndük. Bizi fark edince yüzündeki ciddiyet yerini koca bir gülümsemeye bırakan o yüzü gördüğümde dudaklarımdan şaşkınlıkla tek bir kelime döküldü:

 

 

 

 

 

 

 

Ve bölüm sonu da geldi, acaba kim geldi, yazar yine en heyecanlı yerde kesti, huyumdur bu durum demekle de yetindi 🤭

Tahminleri alabilir miyim? Sizce kim geldi?

Yorumları da alayım. Nasıldı?

En sevdiğiniz kısım neresiydi? (Benim için Serkan ve Melih'in olduğu her yerdi 🤭)

Aşağıdaki yıldızı parlatmayı unutmayın olur mu 🫣

İnşallah beğenmişsinizdir. Yeni bölümde görüşmek üzere :)

Kendinize iyi bakın, Allah'a emanet olun 🤍

 

 

Bölüm : 21.04.2025 19:26 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...