Selamünaleyküm 🌸
Yeni bölüm, uzun bekleyişler sonucunda sınır dolmadığı halde geldi. Dayanamadım ve sonunda attım. Bir de şöyle bir karar aldım: Artık sınır falan koymayacağım. Bilen bilir zaten başından beri koymuyordum ve ben öyle yaptığımda daha mutluydum. Şimdi de artık öyle yapacağım. Zaten beğenen ve emeklerimi önemseyen değerli okurlarım oy veriyor, güzel yorumlarıyla da beni mutlu ediyorlar. Bu da bana yetiyormuş hamdolsun. Çok şükür bunun farkına vardım.
Şimdi de içim rahat, yine 5 bini devirdiğim ve uzun uğraşlar sonucunda yazmayı bitirdiğim bölümle sizleri baş başa bırakıyor, beğeneceğinizi ümit ederek iyi okumalar diliyorum 🤍
(Şimdiden söyleyeyim, lütfen yıkıcı değil yapıcı yorumlar yapın...)
~ ERVA
Telefonumun tiz alarm sesi odamın sessizliğini bozduğunda gözlerimi hafifçe araladım. Telefonuma uzanıp alarmı kapattım ancak uykunun tatlı ağırlığı hâlâ üzerimdeydi. Göz kapaklarımı aralamakta zorlanıyordum. Birkaç saniye boyunca yatağımda öylece kalıp derin bir nefes aldım. Tam o sırada, sabah ezanı okunmaya başlayınca gülümsedim. İçime huzurlu bir sıcaklık yayılırken yavaşça doğruldum.
Uzun saçlarım omuzlarıma ve gözümün önüne dökülürken ellerimle onları kulağımın arkasına çektim. Hafifçe gözlerimi ovuşturup başımı geriye yasladım. Aklımı dün akşam yaşananlar meşgul ederken tebessüm ettim. Bakışlarımı komodinin üzerindeki yüzüğüme çevirdiğimde huzurlu bir nefes savurdum boşluğa.
Yeniden önüme döndüğümde bu sefer de Kerem’le olan mesajlaşmamız geldi aklıma. Gece bu yüzden rahat uyuyamamıştım. Buna şimdiden alışmam gerektiğinin farkındaydım fakat bu durum yine de içimde tarif edemeyeceğim bir endişeye sebep oluyordu. Ona kavuşamadan, onu kaybetmekten korkuyordum.
İçine düştüğüm durumu fark ettiğimde “Kendine gel Erva,” diye mırıldanarak yatağımdan kalktım. “Güzel düşün güzel olsun. Olumsuz düşüncelerin aklını ve kalbini meşgul etmesine izin verme.”
Kendime verdin telkinler işe yarayıp beni rahatlatırken komodinin üzerindeki tokamı aldım. Saçlarımı üstten gevşek bir topuz yaptıktan sonra odamdan çıktım. Abdest almak için lavaboya geçtim. Soğuk suyla abdest aldıktan sonra üzerimdeki son uyku kırıntısı da yok olmuştu. Tuhaf bir şekilde enerjik hissediyordum ve bu durum beni gülümsetmeye yetmişti.
Lavabodan çıkıp annemin odasına yöneldim. Kapıyı çaldığımda annemin “Gel,” diyen tok sesi uyandığını anlamamı sağlarken kapıyı açıp odaya başımı uzattım.
“Hayırlı sabahlar anne,” dedim neşeyle.
“Hayırlı sabahlar kızım,” diye cevap verdi annem tebessümle.
“Bende seni namaza kaldırmak için gelmiştim,” dedim. “Neyse ki sen çoktan uyanmışsın.”
“Evet kızım,” dedi. “Namazdan sonra hazırlan tamam mı? Kan alacakları için kahvaltı yapmayacağız. Sonra beraber bir yere geçer sonuçların çıkana kadar kahvaltı yaparız.”
“Tamam,” dedim başımı sallayarak. “Allah kabul etsin.”
Annem “Seninkini de…” dediğinde odasından çıktım. Kapıyı kapattıktan sonra kendi odama geçtim. Önce camı açtım. Soğuk havayı içime çektikten sonra odamın havalanması için açık bırakıp dolabımın önüne geçtim. Siyah feracem ve geniş başörtümü çıkardım. Çilekli pijamalarımın üzerine giyip başörtümü de taktıktan sonra seccademi serdim.
Namaza başlamadan önce odam soğuduğundan Çınar’la hasta olmamızı istemediğim ve Çınar üşüdüğünü belli ettiği için camı kapattım. Sonra da vakit kaybetmeden sabahın huzuru içimdeki yerini korurken derin bir nefes aldım ve sabah namazını kılmaya başladım. yavaş yavaş, huzuru hissederek eda ettim namazımı. Ellerimi semaya açıp dua ettikten sonra “Amin,” deyip ayaklandım.
Namazımı tamamladıktan sonra tekrardan dolabımın önüne geçtim. Acı kahve renginde, ayak bileklerimin bir karış üzerinde biten, bol kesimli üstümü çıkardım. Altına ise geniş siyah bir kot pantolon seçtim. Siyah şalımı da çıkardıktan sonra hepsini yavaşça yatağımın üzerine bırakıp dolabımı kapattım.
Daha çıkmamıza vakit vardı. Bu yüzden gitmeden birkaç sayfa Kur’an okumak en iyisi diye düşündüm ve kitaplığımdan Kur’an’ımı alıp masama geçtim. Kaldığım yeri açtıktan sonra besmele çekip okumaya başladım.
🍓🍓🍓
Saat sekize gelirken annemle evden çıktık. Yol boyunca ikimizde sessizliğimizi koruduk. Annem benim aksime sakin görünse de ben gergindim. Hem de çok fazla ve bunun önünde de geçemiyordum. Aslında kendimi iyi hissediyordum. Arada bir güçten düşmemek için savunma sanatlarında öğrendiğim hareketleri tekrar ediyordum ve bu süreçte küçük morluklar dışında bir sorun yaşamamıştım ancak dün gece annemin çimdiği ve oluşan morluk…
İşte bu durum kafamı karıştırıyordu.
Sonunda hastaneye vardığımızda elimdeki, hislerimin getirisi olan soyut varsayımların değil de somut gerçeklerin hakikati öğrenmemi sağlayacağını hatırlayarak annemin peşinden içeri girdim. İkinci kattaki kan alım odasına geçtiğimizde annem birkaç hemşire arkadaşıyla konuşurken bende artık aşina olduğum odaya kısaca göz gezdirdim.
Odaya adım attığımız anda ciğerlerime dolan keskin ilaç kokusu hâlâ boğazımı yakarken boş midem buna olumsuz bir tepki vermesin diye derin bir nefes aldıktan sonra üst üste yutkundum. Alkol, dezenfektan ve kan karışımı bu koku beni daha fazla zorlamadan buradan çıksam iyi olacaktı.
Duvara monte edilmiş dolaplardan gerekli malzemeleri çıkarıp yanıma gelen Şebnem Abla’yı görünce çantamı çıkardım. Sandalyeye indirdikten sonra kabanımı da çıkarıp yanına bıraktım. Şebnem Abla’nın gösterdiği yere geçip oturduktan sonra kolumu sıyırdım.
“Yumruğunu sık Ervacığım,” dedi Şebnem Abla yumuşak bir sesle.
Dediğini yaptığımda steril pamuğu cildime hafifçe bastırıp iğneyi batırdı. Başımı diğer tarafa çevirip derin bir nefes aldım. Kanım yavaş yavaş çıktığı için yine biraz beklemek zorunda kalacaktım.
Zaten kanım yoktu ki benim, üç tüp almak ne demekti? Bir tüp neyinize yetmiyordu ki?
Şebnem Abla “Birinci tüp tamam,” deyince “Çok şükür,” diye mırıldandım.
Sonunda iki ve üçüncü tüp de dolunca başımı koluma çevirdim. Her kan alımında olan olmuş, yine mosmor kesilmişti. Umarım bu sefer son olurdu. Şebnem Abla koluma tuttuğu pamuğun üzerine bant yapıştırınca ayağa kalktım. Aniden kalktığım için başım dönünce elimi refleksle başıma götürdüm.
Annem hızla yanıma gelerek “Kızım, aniden kalkma,” dedi endişeyle.
“Tamam,” dedim başımı sallayarak. “Geçti ayrıca, iyiyim merak etme.”
Annem kolumu bırakınca üstümü düzelttim. O, Şebnem Abla’yla konuşurken bende kabanımı giyip çantamı taktım. Sonuçlar ancak birkaç saate çıkacağı için annemle kahvaltı yapmaya gidecektik. Bu durum beni sevindiriyordu. Anne-kız birlikte bir şeyler yapmayalı epey olmuştu. Bu, sadece dışarıda yapacağımız basit bir kahvaltı olsa da annemle yaptığım her şey benim için çok değerliydi. Bu yüzden bu durum beni mutlu etmeye yetiyordu.
Hastaneden çıktığımızda arabaya geçtik. Annem buraya on dakika uzaklıkta güzel bir kafeye gitmeyi önerince tamam demiştim. Şimdi de oraya doğru yol alıyorduk.
Pek çok kez geçtiğim bu yolda öyle bir kafe hiç dikkatimi çekmemişti. Anneme bunu söylediğimde bu kafenin yakın zamanda açıldığını söyledi. Annemin bu kafenin en sevdiği yanı boykot ürünlerini satmamaları ve kullanmamalarıymış. Daha görmeden sırf bu yüzden sevdiğim kafenin, benim de en sevdiğim özelliği bu oldu hemencecik.
On dakikanın sonunda vardığımızda arabadan indik. Annem kapıları kilitleyip yanıma gelince içeri geçtik. İçeri girer girmez yüzüme değen sıcak hava beni rahatlatırken burnuma dolan taze kurabiye kokusuysa gülümsetti. Birkaç müşteri dışında küçük kafede kimse yoktu.
Annemle arka taraflarda boş bir masaya oturmaya karar vererek oraya yöneldik. Karşılıklı oturduğumuzda annem yanımıza gelen garsonun masaya bıraktığı menüye bakarken bende kafeye göz gezdirdim.
Kafedeki her masayı süsleyen rengârenk çiçekler ortama ferahlık verirken duvarlara asılı kitaplıklardaki kitaplar kafeye çok farklı bir hava katıyordu. Duvarlara ahşap görünümü veren duvar kâğıtları kafeye nostaljik bir hava katarken insana huzur veriyordu.
Annemin arkasındaki duvara asılı tablodaki bakışlarımı ona çevirdiğimde annem de menüdeki bakışlarını bana çevirdi.
“İki kişilik kahvaltı söylüyorum kızım,” dedi menüyü kapatırken. “Ben içecek olarak çay alacağım, sen ne istersin?”
“Bende çay alayım anne,” dediğimde annem başını sallayıp garsona seslendi. Siparişlerimizi verdikten sonra garson yanımızdan gidince tekrardan bana döndü.
“Beğendin mi burayı?” diye sordu gülümseyerek.
“Evet anne,” dedim başımı sallayarak. “Hatta bir gün Pınar ve Elif’le de geleceğim. Eminim ikisi de çok sevecek burayı.”
“Evlenince de Kerem’le gelirsiniz artık,” dedi annem sırıtarak.
Oturduğu sandalyede geriye yaslanıp kollarını kavuşturarak bana bakınca başımı önümdeki çiçeğe çevirdim. Annem utandığımı anladığından bu duruma kıkırdarken göz ucuyla ona baktım.
Sitemle “Anne ya,” dediğimde annem bu halime gülerek kollarını masaya yasladı. Sağ elime uzandığında elimi öne doğru uzatarak tutmasına izin verdim. Annem başparmağını elimin üzerine daireler çizerek gezdirirken bende sımsıkı tuttum sıcacık elini.
“Biliyor musun kızım, hâlâ tuhaf geliyor bu durum,” dedi parmağımdaki yüzüğe bakarken. “Benim küçük meleğim artık büyümüş ve evleniyor.”
“Biliyor musun anne,” dedim gülerek. “Bende bazen inanamıyorum bu olanlara. Sanki çok güzel bir rüyanın içindeyim ve uyanınca tüm bu güzel olaylar son bulacakmış gibi geliyor.”
Derin bir nefes alarak önüme döndüm. “Fakat sonra aklıma Kerem geliyor ve bütün bu olanların fazlasıyla gerçek olduğunu, onun sevgisinin gerçek olduğunu fark edip rahatlıyorum.”
“Gerçek hepsi güzel kızım,” dedi annem elimi hafifçe sıkarken. “Çok şükür ki gerçek.”
“Çok şükür,” diye mırıldandım rahatlıkla.
Annem, garson siparişlerimizi getirince tuttuğu elimi bıraktı. Sandalyesinde geriye yaslandığında bende çantamdan telefonumu çıkardım. Aklım hâlâ Kerem’deydi ve kahvaltıya geçmeden mesaj atıp nasıl olduğunu öğrensem iyi olacaktı. Artık hayatımın merkezi o olmuştu ve ben onun iyi olduğunu öğrenmeden rahat etmeyecektim.
Onunla olan mesajlara girdiğimde artık onu farklı bir şekilde kaydetmem gerektiğini tekrardan fark edip bu şaşkın halime gülümsedim. Evlilik teklifini kabul ettiğim adam telefonuma hâlâ resmi bir şekilde kayıtlıydı çünkü. Aklıma gelenle gülümseyip kayıtlı olduğu adı değiştirdim.
SİZ: Kerem, nasılsın?
Mesajı attıktan sonra ekranı kapatıp telefonumu masanın kenarına bıraktım. Annemle beraber sessizce kahvaltımızı yapmaya başladık. Masadaki tabaklar renk renk yiyeceklerle doluydu. Sıcacık çayın yeni demlenmiş kokusu burnuma ulaşırken, önümdeki taze simidin susam kokusuyla birleşiyordu. Önce sıcak çayımdan küçük bir yudum aldım, sonra da bu güzel kahvaltının tadını çıkararak yemeye başladım.
Sessizce kahvaltımızı yapmaya devam ederken telefonuma üst üste gelen bildirimlerden dolayı çatalımı elimden bırakıp telefonuma uzandım. Ekranı açtığımda Kerem’den mesaj geldiğini gördüm ve hızla açtım.
HAYATIM: İyiyim çok şükür, sen nasılsın?
HAYATIM: Bu arada sen sormadan söyleyeyim, merak etme her şey yolunda ve ben gerçekten iyiyim.
Ben sormadan sorumu cevaplaması beni güldürürken bir yandan da rahatlatmıştı. Çok şükür iyiydi ve bunun haberini almak bana yetmişti.
SİZ: Bende iyiyim, teşekkür ederim.
SİZ: Sorumu sormadan cevabımı aldım ve bu da beni rahatlattı çok şükür.
SİZ: Neredesin peki? Eve geçtin mi? Kahvaltı yaptın mı?
HAYATIM: Hayır, hâlâ emniyetteyim ama işlerim bitmek üzere. Eve geçince yapacağım.
HAYATIM: Sen yaptın mı?
SİZ: Şu an yapıyorum.
HAYATIM: Sana afiyet olsun o zaman çünkü amir beni çağırıyor, gitmem gerek. Eve geçtiğimde seni ararım daha rahat konuşuruz olur mu? Zaten seninle konuşmam gereken bir şey var.
SİZ: Tamam canım sorun değil. Dikkat et kendine lütfen. Daha sonra konuşuruz.
HAYATIM: Bu canımı yüz yüzeyken de söylemenizi rica ediyorum Erva Hanım.
SİZ: Peki başkomiserim, siz isteyin yeter. Söylerim.
HAYATIM: Teşekkür ederim güzelim. Görüşürüz, Allah’a emanet ol.
SİZ: Rica ederim. Görüşürüz, sende Allah’a emanetsin.
HAYATIM: Seni seviyorum.
SİZ: Bende seni seviyorum.
Telefonumu tekrardan masanın kenarına indirip bana gülümseyerek bakan anneme çevirdim bakışlarımı. Kısaca dün gece olanlardan ve az önceki mesajlardan bahsettikten sonra kahvaltımı yapmaya devam ettim.
Kahvaltıdan sonra hesabı ödeyip çıktık kafeden. Annem arabaya geçmeden Şebnem Abla’yı aramıştı ve o da sonuçların çıktığını söylemişti. Bu durum beni tedirgin etmeye yeterken arabaya bindim. Annem de yerine geçip arabayı hastaneye doğru sürmeye başladı.
Hastaneye vardığımızda üzerimdeki tedirginlik hâlâ yerini korurken annemle yan yana içeri girdik. Üçüncü kata çıktığımızda normalde geldiğim doktorun odasına değil de başka bir doktorun odasının önüne geçtiğimizde anneme döndüm.
“Anne, benim doktorum Songül Hoca değil miydi?” diye sordum. “Neden bu doktora geldik?”
“Songül Hoca iki hafta izinli kızım,” dedi annem bana dönerken. “Bu yüzden bugün sonuçlarına Tekin Hoca bakacak.”
“Hiç tekin değil anne,” dedim somurtarak. “Ben kadın doktor istiyorum ya. Koskoca hastanede Songül Hoca dışında başka kadın olan dahiliye uzmanı yok mu?”
Annem cevap vereceği sırada önümüzdeki kapı aniden açıldı. Başımı kapıya çevirdiğimde annem yaşlarında olduğunu düşündüğüm biri gülümseyerek bana bakıyordu.
“Kusura bakmayın küçük hanım,” dedi kollarını kavuştururken. “Maalesef Songül Hoca dışında başka kadın olan dahiliye uzmanı yok hastanemizde.”
Karşımdaki kişinin annemin az önce bahsettiği Tekin Hoca olduğunu anladım. “Bu hastanede kaç dahiliye uzmanı var?” diye sordum hiç bozuntuya vermeden.
“Beş tane,” dedi Tekin Hoca yüzündeki gülümseme yerini korurken.
“Beş tane mi?” diye sordum şaşkınlıkla. “Yani şimdi koskoca hastanede beş tane dahiliye uzmanı var ve sadece biri mi kadın?”
“Evet,” dedi Tekin Hoca başını sallayarak. Annemse sessizce Tekin Hoca’yla olan konuşmalarımızı dinliyordu.
“Öncelikle kusuruma bakmayın Doktor Bey,” dedim göz ucuyla ona bakarken. “Fakat benimkisi prensip meselesi. Murat Ağabey dışında başka erkek doktor kabul etmiyorum.”
“Murat mı?” dedi doktor gülerek. “Kalp-damar cerrahisi olan Murat doktordan mı bahsediyorsun küçük hanım, yoksa çocuk doktoru olandan mı?”
“Kalp-damar cerrahı olandan,” dedim hızla.
“Bana da güvenebilirsin küçük hanım,” dedi Tekin Hoca anneme bakarak. “Sevil de bilir alanımda ne kadar başarılı bir doktor olduğumu.”
“Mesele başarı değil ki Doktor Bey,” dedim. “Dediğim gibi prensip meselesi. Benim hastanız olabilmem için ya Murat Ağabey gibi dayımın arkadaşı olmanız gerekiyor ya da yakından tanıdığım biri.”
“Annenin arkadaşıyım küçük hanım,” dedi Tekin Hoca bozuntuya vermeden. “Bu yeterli mi?”
“Değil maalesef ki çünkü annemin arkadaşı değilsiniz,” dedim başımı olumsuz anlamda sallayarak. “Olsaydınız sizi tanırdım.”
“Kızım,” dedi annem hafifçe öksürerek.
“Yalan mı anne?” diye sordum ona dönerek. “Olsaydı tanırdım. Yani en azından tanıştırırdın öyle değil mi?”
“Biraz geç oldu ama,” dedi Tekin Hoca. Ona döndüğümde “Şimdi tanışalım istersen Küçük Hanım,” dedi. “Ben Tekin Yıldız.”
“Erva Ertürk,” dediğimde daha da gülümsedi.
“Memnun oldum.”
Başımı sallamakla yetindim çünkü pek memnun olduğumu söyleyemezdim. Bu adamın annemin arkadaşı olduğunu söylemesi ve anneme olan bakışları hiç hoşuma gitmemişti. Annemin başı sürekli önünde olduğundan bunun farkında değildi ancak ben fark etmiştim. Şuradan hayırlısıyla bir çıksak annemle yapmam gereken önemli bir konuşma vardı.
Tekin Hoca arkasını dönüp odasına girdiğinde gözlerimi kısarak ona bakmaya devam ettim. Annem omzuma dokunarak “Hadi kızım,” dediğinde önüme dönüp içeri girdim. Yerine geçen Tekin Hoca’nın tam karşısında durduğumda bana kısa bir bakış atıp yeniden önündeki monitöre çevirdi bakışlarını.
“Anemin varmış küçük hanım,” dedi hâlâ monitöre bakarken. “Doğru mu?”
“Evet,” demekle yetindim.
“Hocam,” dedi annem. “Aslında kontrolüne daha vardı. İlaçları bittiğinde gelecektik fakat en ufak bir darbede Erva’nın kolu morarınca ister istemez tedirgin oldum.”
Tekin Hoca ayağa kalktıktan sonra yanıma geldi. “Gösterir misin?” diye sordu kolumu işaret ederken.
Şu an arkamı dönüp kaçmak vardı da annemin daha fazla tedirgin olmasını istemediğimden kabanımı çıkarıp elbisemin kolunu sıyırdım. Tekin Hoca koluma baktıktan sonra anneme döndü.
“Sonuçlarında gelişme var aslında,” dedi gülümseyerek. “İyi bir gelişme hatta ve bu yüzden ilaçlarında küçük değişiklikler yapacağız. Bir de kullandığı bazı vitamin ilaçlarını da artık kullanmasına gerek yok.”
“Gerçekten mi?” diye sordum şaşkınlıkla.
“Gerçekten küçük hanım,” dedi bana dönerek. “İlaçlarını düzenli kullanmaya devam edersen kısa zamanda artık onları da kullanmana gerek kalmayacaktır.”
Tekin Hoca yerine geçtiğinde anneme döndüm. Yüzündeki tebessüm rahatladığını gösterirken doktora döndü.
“Hocam, peki kolundaki morluk?” diye sordu yüzüne bakmadan.
“Sert bir darbe almış,” dedi Tekin Hoca elindeki reçeteyi anneme uzatırken. “Ondan sanırım ancak dediğim gibi durumunda gelişme var. Kısa zamanda da atlatacaktır. Yine de dikkatli olması lazım.”
“Tamam hocam,” dedi annem rahatlıkla. “Teşekkür ederiz.”
“Rica ederim, görevimiz. Geçmiş olsun.”
“Sağ olun,” dedikten sonra kabanımı koluma atarak arkamı dönüp odadan çıktım. Annem de peşimden çıkıp kapıyı kapatınca ona döndüm. Az önceki tavrımdan dolayı bir şeyler söyleyeceğini bildiğimden elimi kaldırarak bunu şu an önlemeye çalıştım.
“Lütfen önce şuradan çıkalım anne,” dedim yalvararak. “Dışarıda konuşuruz ne konuşacaksak.”
Annem başını sallayınca hızlı adımlarla merdivenlerden indim. Hastaneden çıkana kadar da arkamı dönüp anneme bakmadım. Hastaneden çıktığımızda arabayı park ettiğimiz yere geçtik. O an aklıma gelenle arabaya yaslanıp anneme döndüm.
“Anne, bana diyorsun ama senin elin de amma ağırmış ha!” dedim gülerek.
Annem kollarını kavuşturup yüzünde ciddi bir ifadeyle bana bakınca gülmeyi bıraktım. “Tamam,” dedim ellerimi kaldırarak. “O doktorla olan konuşmamdan bahsedeceksin şimdi, biliyorum.”
Başını sallayınca sertçe nefesimi verip bende onun gibi kollarımı kavuşturdum. “Anne, o doktor bozuntusunu hiç sevmedim ve dediği gibi gerçekten arkadaşsanız hemen o adamla olan arkadaşlığını bitirmeni istiyorum.”
“Öyle mi canım?” diye sordu annem imayla.
“Öyle tatlım,” dedim bende anı tınıda fakat içimde çok farklı bir his vardı.
Babamı kaybettiğimden beri bana sadece acı veren o his…
“Kızım, saçmalıyorsun,” dedi annem kollarını iki yanına serbest bırakırken. “Tekin Bey benim gözümde sadece aynı hastanede çalıştığım bir iş arkadaşım o kadar. Düşündüğün gibi bir şey yok ve olmayacak da.”
“Gerçekten mi?” diye sordum titreyen sesimle. Gözlerim dolmuştu ve ağladım ağlayacaktım. Bir anda ne olmuştu anlamamıştım. Annemin babamdan başkasını sevmesini istemiyordum. Onu bir başkasıyla paylaşmayı da tabi ki. Bazen bencilce geliyordu bu durum fakat elimde değildi.
“Gel buraya,” dedi annem kolumdan tutarak beni kendine çekerken. Hemen karşılık verip sımsıkı sarıldığımda o da aynı şekilde bana sarıldı.
“Gerçekten kızım,” dedi sırtımı sıvazlayarak. “Ben bu hayatta sadece birini sevdim. O benim evvelim oldu ve ben onu, ahirim olmasını isteyecek kadar da çok seviyorum hâlâ.”
Birbirimizi bıraktığımızda parmağından hiç çıkarmadığı alyansını gösterdi. “İnsan bir kere sever kızım. Yüreğinde bir kişiye yer açar ve o yer asla dolmaz.”
Sona doğru sesi titremişti. O an içimde tuhaf bir hüzün yankılandı. Onu böyle görmek canımı yakıyordu ve şu an, az önce söylediklerimden dolayı çok pişmandım.
“Baban gittiğinden beri...” diye devam etti. “Kimseyi onun gibi sevmedim çünkü insan sevdi mi, o sevgi yerini başka kimseye bırakmaz. Eksik yaşarsın, yarım kalırsın belki ama o boşluğu başka biriyle doldurmaya çalışmazsın.”
Bakışlarını bir an arkama çevirdi fakat bunu arkamda biri olduğu için değil, uzaklara daldığı için yaptığını anlamam birkaç saniyemi alırken duruşumu bozmadım. Annemin o halinden çıkmasına da izin vermedim. Sanki şu an gözlerinin içinde geçmişe açılan bir pencere var gibiydi ve o pencereden gördükleri her neyse kahvelerinin ışıl ışıl parlamasını sağladığına göre güzel bir şeydi.
“Benim kalbimde sadece bir adam var,” dedi tekrardan bana bakarken. “O da Arda, yani senin baban kızım.”
Annemin gözlerindeki ışığı gördüğümde gülümsemeden edemedim. Babamdan bahsederken hâlâ böyle sevgiyle bakabilmesi… Yıllar geçmişti ama o sevgi hiç eksilmemişti.
Gerçek sevgi böyleydi işte. Yıllar geçse de, mesafeler bitmese de o sevgi bitmiyordu işte. Ölüm bile bitiremiyordu.
“Gerçek sevgi bir kere bulunur kızım. O da yürekten silinmez,” dedi annem tebessümle. “Bunu bana baban söylemişti. Bizden olmaz dediğimde böyle söylemiş, yüreğime hiç silinmeyecek bir sevgi bırakmıştı.”
Gözlerimden birkaç damla yaş yanaklarımdan süzülünce annem hızla gözyaşlarını sildi. “Neyse, yeter bu kadar canım,” dedi gülerek. “Konu nereden nereye geldi.”
Verdiği tepkiye gülerek gözyaşlarımı sildiğimde tekrardan sarıldık birbirimize. Gülerek birbirimizi bıraktığımızda annem çantasından arabanın anahtarını çıkarıp bana uzattı.
“Hadi bakalım, şimdi doğruca eve gidiyorsun,” dediğinde anahtarı aldım.
“Peki sen nasıl döneceksin eve?”
“Murat’la dönerim ben. Merak etme sen.”
“Tamam,” dedim başımı sallayarak. “Sen reçetemi de ver anne. İlaçlarımı da alır öyle geçerim eve.”
“Tamam,” dedi annem reçetemi de çıkarırken. “O zaman eve gidince iç ilaçlarını. Böylece akşam da alırsın tamam mı?”
“Tamam, merak etme sen,” dedim reçeteyi elinden alırken.
Annemle vedalaştıktan sonra arabaya bindim. Besmele çektikten sonra çalıştırıp eve doğru sürmeye başladım. Az önce annemle olan konuşma kafamda yankılanırken aklıma Kerem geldi. Onun bana bakışları, ses tonundaki o sıcaklık, her durumda beni önemseyişi…
Bende sadece birini sevdim ve sadece onu sevmeye devam edecektim. Annem daha iyi anlıyordum şu an. Kerem başından beri benim gözümde imkansız sevdamdı çünkü ben kim olduğunu bile bilmeden seviyordum onu. Onun, imkansız sevdam olduğunu öğrendiğimde de bu kaygı yüreğimde devam etti ancak şu an olanlardan daha net anlıyorum ki hiçbir şey imkansız değildir. Ben, en başından beri en güzelini yapıp işimi Allah’a bırakmıştım ve şu an Rabb’imin hayırlısı kalbimden geçen yapmasının verdiği huzuru yaşıyordum.
Sakince nefesimi verdikten sonra yola odaklandım. Eve varmak üzereyken her zaman gittiğim eczaneye uğrayıp ilaçlarımı aldım. Tekrardan yola koyulduğumda beş dakikada apartmanın önüne vardım. Arabayı park edip indikten sonra ilaçlarımın olduğu poşeti alıp apartmanın bahçeye açılan kapısını açarak içeri girdim.
Yağmur hafif çiseliyordu ancak hava çok soğuktu. Meteorolojinin yaptığı açıklamaya göre bu gece kar yağışı bekleniyordu. Sanırım hava bu yüzden bu kadar soğuktu. Serin havayı içime çektikten sonra hızla apartmana girdim. Kendimi enerjik hissettiğim için merdivenlere yönelip hızlı adımlarla yukarı çıkmaya başladım. Bizim kata vardığımda merdivenin başında bana dönen Kerem’le göz göze geldim.
O an panikle elimdeki ilaç poşetini hızla arkama aldım. Kapıyı açan Pınar neşeyle “Hoş geldin ağabey,” dediğinde Kerem’in daha yeni eve geldiğini anlamış oldum.
Yorgun yüz hatları, her zamankinden daha dağınık bir halde olan saçları ve uykusuz kaldığı için kızaran gözleri bile belli ediyordu gerçi yeni geldiğini. Kerem bana bakmaya devam ederek Pınar’a bir cevap vermedi. Ben merdivenin başında o da sonunda birbirimize bakıp duruyorduk.
Ben yüzümde küçük bir tebessüm, içimdeyse geniş bir panik dalgasıyla ona bakarken o, yüzünde duygularını belli etmediği anlamsız bir ifadeyle bana bakıyordu. Onu tanıdığım kadarıyla şunu söyleyebilirdim ki; o da şu an bana bir şeyleri anlamak ister gibi baktığıydı.
Kerem’in nereye baktığını anlamak için başını kapıdan dışarıya uzatan Pınar beni fark edince “Erva Abla,” dedi gülümseyerek. “Bende diyorum ağabeyim neden bana cevap vermedi.”
Pınar küçük bir kahkaha atarken bende başımı önüme eğip yavaş adımlarla merdivenden çıkmaya başladım. Bir yandan da arkamda sakladığım poşetin görünmemesi için ayrıca bir çaba sarf ediyordum. Son basamağa adım attığımda hızlı adımlarla Kerem’in önünden geçip aramızda geniş bir boşluk bırakarak karşısında durdum. Pınar ne olduğunu anlamadığı için yüzünde aynı neşeli ifadeyle bana bakarken Kerem’se ona bir açıklama yapmam gerektiğini belli ettiriyordu.
“Nasılsınız?” diye sordum Kerem’in dikkatini bu konudan uzaklaştırmak için.
Şu an bu halde, bu durumda ona hastalığımdan bahsetmek isteyeceğim en son şey bile değildi. Hatta bugün öğrendiklerimden sonra söylemeyi bile düşünmüyordum. Durumum iyiye gidiyordu. Bu yüzden onu endişelendirmek anlamsız diye düşünüyordum.
Pınar “Ben iyiyim Erva Ab-…” dedi ama Kerem hızla sözünü keserek “Arkanda ne saklıyorsun Erva?” diye sordu donuk bir sesle.
Ne diyeceğimi bilemedim. Kalbim telaşla çarparken, poşeti arkamda daha sıkı kavradım. Yüzüne bakmaya cesaret edemedim ancak onun benden bir cevap bekleyen bakışını üzerimde hissediyordum. Aniden gelen bu karşılaşma, hazırlıksız yakalanmanın şaşkınlığı içimde bir panik dalgası oluşturmuştu.
Önüme bakmaya devam ederken Kerem sorusunu tekrarladı. Bense “Bir şey yok,” diyemedim çünkü vardı.
Ben hâlâ başım önümde ne yapacağımı bilemediğim bir halde beklerken Melih’in “Ağabey, bir şey mi oldu?” diyen sesi başımı önümden kaldırmama sebep oldu.
Kerem üzerimdeki bakışlarını çekmeden “Bir şey olmadı Melih,” dedi. “Erva, arkandaki poşetin eczane poşeti olduğunu gördüm. Bu yüzden ısrarla soruyorum,” diye devam etti.
“Ne ilacı?” diye sordu Melih endişeyle evden çıkarken.
“Ben iyiyim,” dedim sakince. “Sadece, birkaç ilaç işte.”
Kerem inanmadığını belli ederek elini bana doğru uzattı. “Bakabilir miyiz şu ilaçlara?” diye sorduğunda daha fazla diretmenin bir anlamı olmadığını fark ederek ilaç poşetini ona uzattım.
Kerem poşeti elimden alıp direkt yanında şaşkınlıkla bize bakan Melih’e uzattı. Melih poşeti alıp içinden kan ilacımı çıkardığında panikle alt dudağımı ısırarak Melih’e bakmaya devam ettim.
“Sen, anemi misin Erva?” diye sordu Melih endişeyle. “Tabi bir de ciddi bir vitamin eksikliğin varmış.”
“O kadar ciddi değil,” dedim duyduklarından dolayı bana endişeyle bakan Kerem’in daha fazla endişelenmemesi için fakat bunu bir doktora söylemem de fazla anlamsız olmuştu.
“Ciddi değil mi?” diye sordu Melih sesindeki hafif alayla. “Kullandığın ilaçlar öyle demiyor ama. Hepsi yüksek doz vitamin ve kan ilaçları.”
“Melih!” dedim dişlerimi sıkarak. Şu an böyle yaparak yangına körükle gittiğinin farkında mıydı?
“Erva,” dedi Kerem şaşkınlıkla. “Neyin var senin? Bu kadar yüksek doz ilaçlar kullanacak kadar neyin var?”
“Kerem, benim…” dedim fakat devamını getiremedim. Koca bir bilinmezliğin içine düşmüş gibiydim ve ne söylesem beni dibe çekecekmiş gibi hissediyordum.
Pınar, Melih ve Melih’in az önce söylediklerini duyan Esma Teyze endişeli bir halde; Kerem de hem merak hem de endişeyle bana bakıyordu. Bir açıklama yapmam gerekiyordu ve bunun için önce kafamı toplamam gerekiyordu. Derin bir nefes aldıktan sonra önüme döndüm.
“Benim anemim var. Bir de vitamin eksikliği,” dedim çaresiz bir halde. “Bu yüzden bir süredir ilaç tedavisi görüyorum. Bugün de kontrole gittim ve o ilaçlar da doktorumun yazdığı ilaçlar.”
“Ne zamandan beri peki?” diye sordu Kerem ciddiyetle.
İşte şimdi bitmiştim. Vereceğim cevap şu an içine düştüğüm zor durumu daha da zorlaştıracaktı çünkü Kerem, bunu ondan uzun zamandır sakladığımı öğrendiğinde hiç iyi şeyler olmayacak gibi hissediyordum. Fakat ona yalan da söyleyemezdim.
“Yazın başından beri,” dedim bu yüzden titreyen sesimle.
“Ne?” diye sordu şaşkınlıkla. “Erva, bu durum yazın başından beri var ve sen bana şimdi mi söylüyorsun?” dedi sitemle. “Ha yok, söylemedin değil mi? Hatta karşılaşmasaydık söylemeyecektin bile.”
“Kerem, bu durum ortaya çıktığında aramızda bir şey yoktu,” dedim beni daha fazla yanlış anlamasını istemediğim için.
“Peki sonra Erva?” dedi öfkeli bir sesle. “Haklısın başında bir şey yoktu aramızda, hatta kaçıyordun o zamanlar benden peki sonrası?”
“Seni endişelendirmek-…” dedim fakat Kerem elini kaldırarak devam etmeme izin vermedi.
Bileğime takılı olan bileklikleri gösterdi. “Sana nilüfer çiçeği olan bilekliği verdiğim gün söylediklerimi hatırlıyor musun?” diye sordu. “Başın ağrısa bile söyle bana demiştim Erva.”
O gün söyledikleri zihnimde yankılandı. “Başın ağrısa bile söyle bana, çekerim nazını fakat bunu benden saklayıp bu durumun seni günden güne bitirmesine izin verme,” demişti. Onu endişelendirmemek için sakladığım bu durum onu daha da öfkelendirmişti ve haklıydı. Bunu bana söylediği gün ona söylemem gerekiyordu.
“Taşıdığın canın sahibini bir tek kendin mi sanıyorsun Erva?” diye sordu öfkeyle. “Aldığın her nefeste benim de hakkım var artık.”
Parmağımdaki yüzüğü gösterdi. “Biz bir yola baş koyduk artık öyle değil mi? Sen o yüzüğü takarak bana bu hakkı verdin. Taşıdığın canın sahibi olmama, aldığın her nefeste hakkım olmasına.”
Haklıydı, çok haklıydı ve ben bu yüzden ne diyeceğimi bilemiyordum.
“Ben şu an hiçbir şey diyemiyorum Erva,” dedi hayal kırıklığıyla. “Kırgınım, çok kırgınım ama en çok kendime kırgınım. Sana hâlâ o güveni veremediğim için en çok kendime kırgınım.”
Kerem daha fazla bir şey söylemedi ve arkasını dönüp hızla eve girdi. Odasının kapısını sertçe kapattığını duymamla gözyaşlarımın yanaklarımdan süzülmesi bir oldu. Şu an kalbim fazlasıyla kırılmıştı ve ben onun kırıklarının oluşturduğu enkazın altında kalmıştım sanki. Kerem’e değildi kırgınlığım, onu kırdığım için kendimeydi.
Canım yanıyordu. Yine içimde anlamsız bir huzursuzluk peyda olmuş, beni boğmaya başlamıştı. Ne yapacaktım bilmiyordum. Tek bildiğim yalnız kalmak istediğimdi. Bu bana da Kerem’e de şu an iyi gelecek tek şey gibi duruyordu. Onun bütün bu olanları düşünmeye, benimse onunla konuşmak için kafamı toparlamaya ihtiyacım vardı.
Pınar yanıma gelip elini omzuma koyunca hızla gözyaşlarımı silerek ona baktım. “İyi misin Erva Abla?” diye sordu fısıldayarak.
İyi değildim ancak şu an bana endişeyle bakan üç çift göze bunu söyleyip onları daha da endişelendirmeye hakkım yoktu. Bu yüzden başımı sallamakla yetindim. Esma Teyze yanıma gelip sarıldığında gözyaşlarım tekrardan akmaya başlarken bende ona sarıldım.
“Ağla kızım,” dedi Esma Teyze sırtımı sıvazlarken. “Ağla, atma daha fazla içine.”
Daha sıkı sarılıp ağlamaya devam ettim. Ne ben ağlamayı bıraktım, ne de onlar bir şey söylediler. Düzensiz nefes alış verişlerim beni zorlamaya başlayınca Esma Teyze’yi bıraktım. Hızla çantamdan astım ilacımı çıkardığımda Melih yanıma geldi.
Elimi kaldırıp iyi olduğumu söyledikten sonra merdivene oturarak ilacımı aldım. Nefesim düzene girince başımı kaldırıp tekrardan iyi olduğumu söyledim. İlacımı çantama koyduktan sonra ayağa kalktım. Daha fazla bu şekilde kapının önünde durmak istemiyordum.
Ellerimi Melih’e doğru uzatıp ilaçlarımı vermesini istedim. Melih, poşeti bana uzattığında aldım elinden. Şu an mahcup hissettiğim Esma Teyze’ye çevirdim bakışlarımı. Kerem kadar, ona da bir açıklama yapmam gerekiyordu.
“Özür dilerim Esma Teyze,” dedim titreyen sesimle. “Ben bu şekilde öğrenmenizi istemezdim. Kimsenin benim yüzümden endişelenmesini istemediğim için bunu sizden saklamak zorunda kaldım.”
Yavaşça yutkundum. Derin bir nefes aldıktan sonra devam ettim.
“Kerem haklıydı. Karşılaşmasaydık hâlâ bunu saklamaya devam ederdim,” dedim başımı önüme eğdiğimde. “Durumum iyiye gidiyorken size söyleyip endişelendirmek anlamsız diye düşünmüştüm çünkü.”
“Özür dileme kızım,” dedi Esma Teyze yumuşak bir sesle. “Özür dilenicek bir şey yapmadın sen. Kerem de kırıldı sadece çünkü söz konusu sen olduğunda gözü hiçbir şeyi görmüyor. Ama merak etme sen, Allah’ın izniyle her şey yoluna girecektir.”
“Evet Erva Abla,” dedi Pınar araya girerek. “Ağabeyim biraz sakinleşsin, sonra sakin kafayla daha rahat konuşursunuz.”
“Pınar haklı Çilek Kız,” dedi Melih sakince. “Kerem’in şu an bu olanları düşünmeye ihtiyacı var.”
“Sen hiç konuşma kaçık doktor,” dedim alıngan bir şekilde, Melih’e dönerken.
“Neden ki?” diye sordu Melih tepkime şaşırarak.
“Çünkü sen konuştukça ben dibe batıp durdum Melih,” dedim somurtarak. “Anemi olduğumu söylediğin yetmedi, olayı bir de ilaçların dozuna bağladın.”
“Kusura bakma Çilek Kız ama bende o ilaçları görünce endişelendim ister istemez,” dedi kollarını kavuştururken.
Melih de kendince haklıydı. Bu da demekti ki konuştukça kendini dibe çeken ben oluyordum. Gerçi Kerem’in karşısında konuşamayarak da kendimi yeterince dibe çekmiştim. Kısacası, kendi kendimi zora sokmaktan başka bir şey yapmamıştım.
“Haklısın Melih,” diye mırıldandım bu yüzden.
Derin bir nefes aldım tekrardan. “Ben, izninizle eve geçeyim,” dedim.
Başlarını sallayarak beni onayladıklarında vedalaşıp eve geçtim. Ayakkabılarımı yerine koyduktan sonra kapıyı kapatıp arkasına yaslandım. Gözyaşlarım yeniden akmaya başlarken hiçbir şey yapmadan öylece kaldım. Kerem’in söyledikleri zihnimde yankılanırken ağlamam daha şiddetlendi.
Onu üzdüğüm için çok pişmandım. Endişelendirmek istemediğim için susmuş, böyle yaparak üzülmesine göz yummuştum. Biraz da o şekilde ağladıktan sonra şu an yapmama gerekenin beklemek olduğuna karar verip doğruldum. Gözyaşlarımı sildikten sonra çantamı ve kabanımı çıkarıp portmantoya astım. Yönümü odama çevirerek yürümeye başladım.
Odama girdiğimde yatağımın üzerinde oyuncağıyla oynayan Çınar başını kaldırıp bana baktı. Ağzındaki oyuncak fareyi yatağıma bıraktıktan sonra yanıma geldi. Kendini bacağıma sürttüğünde beni her gördüğünde yaptığı bu durum yine gülümsememi sağlarken eğilip kucağıma aldım onu.
“Neyse ki senin moralin yerinde Çınarcık,” dedim tüylerini okşarken.
Çınar'ı kucağımdan indirmeden yatağıma oturduğumda Çınar kucağımda bir tur dönerek kıvrıldı. Bende bu duruma tebessüm edip tüylerini okşamaya devam ettim. Çınar mırlayarak bunun hoşuna gittiğini belli ederken bende başımı cama çevirip bütün bu olanları düşünmeye başladım.
Dün gece olanlar ve az önce yaşananlar…
“Neden bir günüm mutlu geçerken ertesi gün bu mutluluk yerini hüzne bırakıyor ki?” diye düşünmeden edemedim. Tam o sırada okunan ezan, ettiğim isyanı haksız çıkarmak ister gibi kulağıma dolarken sertçe yutkundum. Yine aynı şeyi yapmıştım. Nefsime yenilip isyan bayrağını çekmiştim fakat Rabb’im bunu devam ettirmeme izin vermemiş, beni günaha girmekten bir kez daha alıkoymuştu.
“Çok şükür,” dedim dolu gözlerimle ezanı dinlemeye devam ederken. “Çok şükür sana Rabb’im, beni bir kez daha isyana düşmekten kurtardığın için.”
Ezan bittikten sonra Çınar’ı yere bıraktım. Yatağımdaki oyuncağını önüne indirdiğimde oyuncağıyla oynamaya başlayınca bende dolabımın önüne geçtim. Siyah kazak ve gri eşofman altımı çıkardıktan sonra üzerimi değiştirdim. Daha sonra da abdest almak için odamdan çıkıp lavaboya geçtim. Aynadaki görüntüme baktığımda yeniden gözlerim dolmaya başladı. Dağılmış gibiydim. Gözlerim ve burnum ağlamaktan kıpkırmızı olmuştu. Solgun yüzümse, hasta olduğumu fazlasıyla belli ediyordu. Derin bir nefes alarak başımı önüme eğdim. Besmele çekip niyet ettikten sonra yavaş yavaş abdest almaya başladım.
Soğuk suyla abdest almak beni kendime getirirken huzura giden yoldaki ilk adımı tamamlamanın verdiği rahatlıkla lavabodan çıkıp odama geçtim. Seccademi serdikten sonra derin bir nefes aldım. Bir adım uzağımda olan huzura ilk adımı niyet ederek attım. Rükûya vardığımda içimdeki yük biraz olsun hafifledi. Başımı eğdiğimde gözlerim doldu, yüreğimdeki tüm ağırlığı dökmek ister gibi kaldırmadım hemen alnımı secdeden. Derdimi bilen sadece O’ydu, sadece O’na anlatıp dermanımı isteyebilirdim.
Her rekat, her dua içime ayrı ayrı huzur verdi. Kelimelere dökemesem de Rabb’im her şeyi biliyordu. Gözümden süzülen yaşlar seccadeye damladığında içimde saklı tuttuğum korkular, kimseye anlatamadığım kırgınlıklar yavaş yavaş döküldü içimden.
Namazımı bitirdiğimde hâlâ kalbimin bir köşesi buruktu belki ama secdede bırakabildiğim her duygu ruhumdaki ağırlıkları almış gibiydi. Babamın dediği gibi olmuştu: “Allah’a dökülen dert, dert olmaktan çıkar kızım, yeter ki sen dermanını O'ndan başkasından isteme.”
Namaz için giydiğim elbise ve yazmamı çıkarıp katladıktan sonra seccademle birlikte dolabımdaki yerlerine koydum. Kerem’in ilk tanıştığımız gün üşümemem için verdiği gri ceketini çıkardıktan sonra dolabı kapattım. Aklıma ilaçlarımı almadığım gelince ceketi yatağımın üzerine bırakıp odamdan çıktım. Hızlı adımlarla mutfağa geçip ilaçlarımı aldım. Vitamin ilaçlarına alışmıştım fakat kan ilacı hâlâ midemi bulandırıyordu. Ağzımdaki tadın gitmesi için üst üste iki bardak su içtikten sonra Çınar’ın yemek vakti geldiğinden su ve mama kaplarını doldurup mutfaktan çıktım.
Tekrardan odama geçtiğimde Çınar’ın kaplarını önüne bıraktım. Çınar oyuncağını yanına indirip yemeğini yemeye başladığında o haline tebessüm edip yatağıma oturdum. Ceketi giyip kapüşonunu başıma geçirdikten sonra yatağıma uzandım. Üzerimi örttükten sonra dizlerimi kendime çekerek cenin pozisyonu aldım. Başımı, kendime çektiğim dizlerime yasladıktan sonra tüm bunların kötü bir kâbus olmasını dileyerek gözlerimi kapattım.
🍓🍓🍓
Başıma dokunan elle gözkapaklarımı aralamaya çalıştım fakat başaramadım. Kaçmak için sığındığım uykunun etkisi altında olan bedenim buna izin vermiyordu çünkü. Zorla sağ gözümü açmayı başardığımda yatağımda oturmuş bana endişeyle bakan annemi görünce sol gözümü de açmayı başardım.
“Anne,” dedim fısıldayarak.
Annem bana doğru eğilip alnımdan öptü. “Kızım, iyi misin?” diye sordu doğrulurken.
“Hayır,” dedim başımı olumsuz anlamda sallayarak. “Hiç iyi değilim anne.”
“Her şeyi biliyorum kızım,” dedi annem gözümün önündeki saçlarımı kulağımın arkasına çekerken. “Esma’yla konuştuk az önce ve her şeyi anlattı.”
Ağlamaklı çıkan sesimle fısıldadım: “Anne, ben ne yapacağım şimdi?” diye.
“Kerem’e bu olanları anlaması için biraz zaman vereceksin kızım,” dedi yumuşak bir sesle. “Sonra da her şeyi olduğu gibi anlatacak, bunu ondan neden sakladığını söyleyeceksin.”
“Tamam,” dedim çaresiz bir halde çünkü şu an yapılabilecek tek şey başından da düşündüğüm gibi buydu.
“Hadi kalk bakalım,” dedi annem kollarımdan tutarak. “Yeter bu kadar uyumak. Hem ikindi ezanı da okundu. Sen abdest alıp namazını kıl, bende akşam yemeğini hazırlayayım.”
Başımı ‘evet’ anlamında salladığımda annem tebessüm edip kalktı yatağımdan. Odamdan çıktığında saate bakmak amacıyla komodine uzandım fakat telefonum orada değildi. Çantamda olduğum aklıma gelince sakince nefesimi vererek kalktım yataktan. Masamın üzerindeki kronometreden saate baktığımda akşam ezanına az kaldığını fark ettim. Daha fazla zaman kaybetmemek için odamdan çıkıp abdest almak için lavaboya geçtim.
Abdest aldıktan sonra hızla odama geçtim. Vakit kaybetmeden ikindiyi kıldıktan sonra odamdan çıktım. İlk işim çantamdan telefonumu çıkarmak oldu. Ekranı açtığımda annemden ve Pınar’dan gelen aramalar dışında başka bir yoktu. İnternetimi açtığımdaysa beni okul grubundan ve birkaç arkadaşımdan gelen mesajlar dışında başka hiçbir şey karşılamadı. Hayal kırıklığıyla telefonumu cebime koyduktan sonra annemin yanına, mutfağa geçtim.
Annem her şeyi çoktan hazırladığından karşısındaki yerime geçip oturdum. Annem de Çınar’ın mama ve su kabını önüne indirdikten sonra karşıma geçip oturdu.
“İlaçları aldın mı kızım?” diye sordu tabağıma uzanırken.
“Evet, aldım.”
“İyi yaptın,” dedi çorba koyduğu tabağımı bana uzatırken. “Hadi yemeğini ye bakalım. Yemekten sonra da alırsın. Bundan sonra daha çok dikkat etmelisin kendine.”
Başımı salladığımda gülümseyip yemeğini yemeye başladı. Bende hiç iştahım olmasa da daha fazla bu şekilde yapmamın doğru olmadığının farkında olduğumdan besmele çekip yemeğimi yemeye başladım.
Yemekten sonra anneme sofrayı kaldırmasında yardım ettim. Mutfaktaki işimiz bittiğinde akşam namazını kılmak için odalarımıza geçtik. Namazdan sonra içimden hiçbir şey yapmak gelmediği için yatağıma geçip oturdum. Üzerimdeki ceketin kapüşonunu başıma geçirdikten sonra fermuarını kapattım. Kendime çektiğim dizlerime kollarımı doladıktan sonra çenemi dizlerime yaslayarak boş gözlerle önüme bakmaya başladım.
Bu hafta sonu nişanımız olacaktı fakat şu an bunun nasıl olacağını bilmiyordum. Tek bildiğim şu an sevdiğimin kalbinin benim yüzünden kırılmış olduğuydu. Bu durum canımı yakmaya devam ederken derin bir nefes aldım. Beklemek yaksa da canımı şu an Kerem’in sakinleşmesi için bunu yapmak zorundaydım. Her şeyi zamana bırakmak zorundaydım fakat bunu da birkaç gün içerisinde yapmalıydım.
Bırakmak ve yapmak zorunda olduklarım beni köşeye sıkıştırmıştı. Ruhum daralmış, bedenimse bundan çok yorulmuştu. İçime atıp durduklarımın getirisi yine bana acı vermekten başka bir işe yaramamıştı ve ben, içine düştüğüm boşlukta yine yalnız başıma kalmıştım.
Bölüm sonu :)
Yorumları alabilir miyim, nasıldı?
Diğer bölümü Kerem'den okuyacağız. Bakalım onda durumlar nasıl?
Aşağıdaki yıldızı parlatmayı unutmayın olur mu 🥹
Yeni bölümde görüşmek üzere. Kendinize iyi bakın, Allah'a emanet olun 🤍
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
68.68k Okunma |
11.74k Oy |
0 Takip |
44 Bölümlü Kitap |