Selamünaleyküm :)
Nasılsınız bakalım?
Yeni bölüm sonunda geldi. Yine bi' çok şükür dediniz sayemde :))
Yeni bölümü heyecanla beklediğinizi biliyorum ama öncesinde küçük bir duyurum var. Değerli okurlar, bu bölüm yazdığım en uzun bölüm oldu (6580 kelime). Okul etmeni de biraz geç gelmesine sebep oldu fakat asıl sebeplerinden biri fazlasıyla özenerek yazmam oldu. Kaç yeri baştan silip yazdığımı, betimlemeleri özenle yapmak için neler çektiğimi bir ben bir de Allah bilir. Bu yüzden bu kadar emek varken okuyup oy vermemeniz beni gerçekten çok üzüyor. Özelikle de son bölümlere doğru oy sayısı epey düştü. Lütfen okuduktan sonra oy verin olur mu?
Bir de bu bölüm sayesinde içimde bir şaire yattığını fark ettim 😅
Neyse, ben sizi daha fazla tutmadan yeni bölümle baş başa bırakıyorum. İnşallah beğenirsiniz. İyi okumalar dilerim 🤍
(Yeni bölüm için oy sınırı: 150, yorum: 250)
ERVA
Bir haftadır heyecandan elim ayağıma dolaşmıştı. Haftaya beni istemeye geliyorlardı ve bu durum aklıma geldikçe kalbim yerinden çıkacakmış gibi atıyor, içim içime sığmıyordu. Kerem’in de benden bir farkı olmadığı için ikimizde heyecanlı hallerimizle birbirimizi sakinleştirmeye çalışıyorduk. Kulağa komik gelen bu durum ikimize iyi geldiği için bunu çok umursamıyorduk fakat şu an ikiye katlanan heyecanıma ortak olup beni sakinleştirecek o kişi yanımda yoktu. Başından beri buna sebep olan kişi olduğu yetmiyormuş gibi bir de üstüne beni arayıp önemli bir konu konuşacağımızı, bu yüzden hazırlanmamı söyleyip kısa süren aramayı sonlandırmıştı.
Neredeyse yarım saattir dolabımın karşısında kıyafetlerimle bakışıp duruyordum. Ne giyeceğime karar verememiştim ve bu durum ilk kez başıma geldiğinden ne yapacağımı bilmiyordum. Yardımcı olması için Elif’i aramıştım fakat o da çok önemli bir işi olduğunu bu yüzden müsait olunca beni arayacağını söyleyip kapatmıştı. Çareyi bu sefer de Ayça Abla’yı aramakta bulmuştum fakat ondan da aynı cevabı almıştım. Annem de bu akşam önemli bir işi olduğunu ve eve geç geleceğini söylediği iş başa düşmüştü.
Nedense herkesin de acil işi bu akşamı bulmuştu ya, neyse…
Derin bir nefes aldım, “Sakin ol Erva,” diye mırıldandım. “Sadece seninle önemli bir şey konuşacak.”
Gözümün önüne gelen saçlarımı kulağımın arkasına çekip yeniden kıyafetlerime göz atmaya başladım ancak aklımı yine, Kerem’in benimle konuşacağı önemli konu meşgul etmeye başlamıştı.
Heyecanlı gelen sesi güzel bir şey olacak dese de, merakım galip gelerek kafamı meşgul edip duruyordu. Üstüne bir de yarım saatim kalmıştı fakat ben daha hazır bile değildim. Gözlerim bir kez daha kıyafetlerimin arasında mekik dokurken çalan kapı dikkatimi dağıttı.
Yatağımın ucuna bıraktığım yazmamı takıp odamdan çıktım. Kapı deliğinden kimin geldiğine baktığımda Sema’nın geldiğini görmek beni fazlasıyla mutlu ederken hızla kapıyı açtım.
“Hoş geldin Sema,” dedim sesimden taşan neşeyle.
“Hoş buldum,” dedi Sema, elindeki gamboçu bana uzatırken.
Gamboçu elinden aldığımda eğilip ayakkabılarını çıkardı. Doğrulduğunda içeri geçmesi için kenara çekildim. Sema içeri girip kapıyı kapattıktan sonra kabanını çıkarıp portmantoya astı. Bana döndüğünde “Tam zamanında geldin,” dedim heyecanla. “Yardımına ihtiyacım var.”
“Sakin ol Erva,” dedi sağ elini omzuma koyarken. “Her şeyi biliyorum. Kerem seninle önemli bir şey konuşacakmış.”
“Evet,” dedim başımı sallayarak.
Üstümdekilere göz atarken “Haline bakılırsa sen ne giyeceğine hala karar verememişsin,” dediğinde tekrardan başımı salladım.
“Tam zamanında gelmişim. Hadi odana geçelim,” dedi elimdeki gamboçu alırken.
O önden bende pıtı pıtı adımlarla arkasından odama doğru yürümeye başladım. Sema odama girdiğimizde bana döndü. Elindeki gamboçu tekrardan tutmam için bana uzattı. Tuttuğumda fermuarını açıp içindekini çıkardı.
Daha net görmem için çıkardığı elbiseyi üzerinde tutup “Nasıl?” diye sordu gülümseyerek.
“Harika,” dedim rahatlıkla. “Sema, beni büyük bir dertten kurtardın. Gelmeseydin çilekli pijamalarımla gitmeyi düşünecek kadar kafayı yemiştim.”
“Beğenmene sevindim,” dedi Sema küçük bir kahkaha attıktan sonra.
Elbiseyi yatağımın üzerine bıraktıktan sonra dolabımdan elbiseyle aynı renkte olan şalımı çıkardı. Onu da elbisenin yanına indirdikten sonra yanıma geldi.
“Hadi hemen giy,” dedi arkamdan hafifçe ittirirken. “Üzerinde nasıl duracak çok merak ediyorum.”
Yatağımın önünde durduğumuzda “Giydikten sonra seslen tamam mı?” deyip kapıya yöneldi. Odamdan çıktığında bende daha fazla zaman kaybetmemek için elbiseyi giydim. Arkadaki fermuara ulaşamadığım için Sema’ya seslendiğimde Sema odama girdi.
Arkama geçip fermuarı çektiğinde hızla üzerimde nasıl durduğunu görebilmek için aynanın karşısına geçtim. Ne çok abartılı, ne de fazla sade… Tam da beni yansıtıyordu. Belimi zarifçe sararken aşağı doğru süzülen geniş eteği, adımlarımla birlikte usulca dalgalanıyordu. Hafifliğiyle bana her elbisede aradığım rahatlığı sağlarken bel kısmının geniş olması da rahat hareket edebilmeme olanak sağlıyordu.
Kol uçlarındaki ince dikiş detaylarında parmaklarımı yavaşça gezdirdim. Kendi kendime gülümsedim; bu elbise, sanki özel bir günün tamamlayıcısı olmuş gibiydi. Her ne kadar nasıl bir özel yanı olacağını bilemesem de benim için Kerem’le olan her gün çok özel olduğundan bunu umursamadım. Lacivertin o derin ve sakin tonu, hem sakinliğimi hem de derin hislerimi yansıtıyor, içimdeki heyecanı saklayan bir örtü gibi duruyordu sanki üzerimde.
Heyecandan daha da titreyen bedenimi Sema’ya çevirdim. Gözlerindeki tatlı bakışlar onun da beğendiğini söylerken bunu sesli bir şekilde de dile getirdi:
“Çok yakıştı Erva’m, çok güzel oldun,” dedi sesinden taşan hayranlıkla. “Kerem bir kez daha aşık olacak sana.”
“Gerçekten mi?” dedim utangaç bir halde.
“Gerçekten güzelim. Hadi gel şalını da yapalım,” dedi kolumdan tuttuktan sonra.
Beni yatağıma oturttuktan sonra “Her şeyi bana bırak,” dedi güven veren sesiyle. Başımı sallayıp ona güvendiğimi belli ederek gülümsediğimde o da gülümsedi ve şalımı yapmaya başladı.
“Oldu bence,” dedi Sema şalı başıma taktıktan sonra.
Kolumdan tutup nasıl olduğuna bakmam için beni aynanın önüne götürdü. Aynadaki yansımama gülümseyerek baktım. Şal, yumuşak dokusuyla başımı nazikçe sarıyor, elbisemle mükemmel bir uyum yakalıyordu.
“Sade ama şık,” dedi Sema başını omzuma yaslarken. “Tam istediğin gibi.”
“Evet,” dedim hayranlıkla. “Teşekkür ederim.”
“Rica ederim,” dedi beni kendine çevirirken. “Hadi gidelim artık. Seni Semih’le biz bırakacağız.”
“Gerçekten mi?” diye sordum şaşkınlıkla.
“Evet canım, Kerem rica etti.”
Semih Ağabey ve Sema’nın yanımızda olacak olması beni sevindirirken bunu Kerem’in düşünmüş olması beni ayrıca mutlu etti. “Tamam,” dedim bunun verdiği sevinçle.
Siyah kol çantama telefon ve ilacımı koyduktan sonra Kerem’in verdiği iki bilekliği takıp Sema’nın peşinden odamdan çıktım. Kapıya yönelirken içimdeki heyecan adımlarımla birlikte büyüyordu sanki. Sema kabanını üzerine geçirip kapıyı açtı. Ayakkabılarını giymek için eğildiğinde bende kabanımı giyip ayakkabılarımı çıkardım.
Sema ayakkabılarını giydikten sonra kenara çekilince bende dikkatlice eğilip ayakkabılarımı giydim. Doğrulup kapıyı kilitledikten sonra Sema’nın peşinden asansöre bindim. Apartmandan çıktığımızda hafif bir esinti yüzüme çarptı. Gecenin serinliği tenimi ürpertse de içimde yanan heyecanı söndüremedi.
Semih Ağabey’in yanına geçtiğimizde camı hafifçe indirip gülümsedi. “Gelmiyor musunuz hanımlar?” diye takıldı her zamanki neşeli sesiyle.
“Geliyoruz canım,” dedi Sema onun gibi neşeli çıkan sesiyle.
Sema, Semih Ağabey’in yanındaki yerine geçerken bende arka kapıyı açıp bindim. Semih Ağabey oturduğu koltuktan hafifçe doğrularak bana döndü. “Nasılsın Erva?” diye sordu gülümseyerek.
“İyiyim ağabey. Sen nasılsın?”
“Bende iyiyim çok şükür,” deyip önüne döndü. Arabayı çalıştırdığında üçümüzde sessizce yola odaklandık.
Nereye gideceğimizi ve beni neyin beklediğini bilmediğimden hiçbir şey düşünmeden yolu izlemeye devam ettim. Beş dakika sonra Semih Ağabey emniyet binasına yakın bir yerde durunca ona döndüm.
“Hadi bakalım. Geldik,” dedi arabanın kapısını açmadan hemen önce.
O ve Sema indiklerinde bende neden buraya geldiğimizi anlamasam da peşlerinden indim. Emniyetin önüne geldiğimizde Semih Ağabey cebinden bir kağıt çıkarıp bana uzattı. Anlamaz gözlerle kendisine baktığımda “Kerem Bey’imizin romantiklik seviyesi,” dedi gülerek.
Yanan yanaklarım yüzünden başımı önüme eğip kağıdı aldım. Dörde katlanmış kağıdı hızla açtığımda içinde beni Kerem’in kendi el yazısıyla yazdığı kısa bir not karşıladı.
Kaderin bizi ilk karşılaştırdığı o yerde seni bekliyorum…
Kerem
Meşe ağacının oraya gelmemi istiyordu. Acaba neden? Benimle ne konuşacaktı? İlk karşılaştığımız o yerde konuşmamızı istediğine göre kesinlikle önemli bir şeydi. Meraktan ölmemek için yanına gidip ne olduğunu öğrensem iyi olacaktı yoksa kalbim bu heyecanı daha fazla kaldıramayacaktı.
Başımı önümden kaldırıp Semih Ağabey ve Sema’ya baktım. Yüzlerindeki meraklı ifade Kerem’in yazdığından haberlerinin olmadığını belli ederken sakince nefesimi verdim.
“Kerem, emniyet binasının arka tarafındaki meşe ağacının oraya gelmemi istiyor,” dedim.
“Tamam canım,” dedi Sema. “Hadi git sen. Daha fazla bekletme Kerem’i.”
“Evet Erva, git hadi,” dedi Semih Ağabey. “Zaten biraz daha geç kalırsan Kerem beni arayacak hâlâ gelmediniz mi diye. Bu yüzden hemen gitsen iyi olacak.”
“Tamam,” dedim başımı sallayarak.
Notu tekrardan katlayıp cebime koyduktan sonra o gün yürüdüğüm yollardan tekrardan geçerek meşe ağacına doğru yürümeye başladım. O gün bu yolları yüreğinde büyük bir acı ve korkuyla yürüyen Erva’nın hislerinden uzak bir şekilde attım adımlarımı. Yıllar sonra bu yolları içimde tatlı bir heyecan ve kalbimi tamamıyla etkisi altına almış aşk duygusuyla yürüyeceğim aklıma gelmezdi. Biri söylese kahkahalarla güler geçerdim.
Ben o günün gecesinde iki duyguyu dibine kadar hissettim. Bir yandan babamı kaybetme korkusunu bir yandan da yüzünü görmeden sevdiğim Kerem’e karşı hissettiğim aşkı. Birbirine zıt o iki duygu… Acıyı ve sevinci aynı anda yaşamış ve yüreğimde hissetmiştim.
Kafamdaki düşünceleri şu an bir kenara bırakıp aramızdaki fazla mesafeye rağmen tüm heybetiyle kendini belli eden meşe ağacına çevirdim bakışlarımı. Kerem’i görmek amacıyla etrafa göz attım ancak burası fazla karanlıktı. Yürümeye devam ettiğim sırada karşımda koşarak bana doğru gelen küçük bedeni gördüğümde adımlarımı yavaşlattım.
Bana doğru koşan kişi iyice yaklaştığında onun küçük bir çocuk olduğunu fark ettim. Tam önümde durduğunda nefeslenmek amacıyla ellerini dizlerine yerleştirip öne doğru eğildi. Hızlı nefes alış verişleri arkamda bıraktığım emniyet binasından ve biraz ileriden gelen polis sirenlerinin sesine karışırken konuşması için kendine gelmesini bekledim.
Sonunda nefesi düzene girince başını kaldırıp bana baktı. “Erva sen misin abla?” diye sordu.
“Evet, benim,” dedim başımı sallayarak. “Sen kimsin?”
Sorumu cevaplamak yerine sağ elindeki kırmızı gülü bana uzattığında onu Kerem’in gönderdiğini anladığımdan gülümseyerek aldım.
“Teşekkür ederim.”
“Rica ederim,” dedi neşeyle.
Sağ elini montunun cebine koyup bir kağıt çıkardı. Onu da bana uzattığında heyecanla aldım elinden. Dörde katlanmış kağıdı açtığımda Kerem’den bir not daha görmek heyecanımı daha da arttırırken yazdıklarını okumaya başladım.
Kırmızı güller aşkın en güzel sembolüymüş. Sen bana bu güzel hissi tattırarak beni dünyanın en mutlu adamı yaptın. İyi ki varsın Güzel Gözlüm. Seni seviyorum.
Kerem
Yanaklarım yeniden yanmaya başlayınca sakince nefesimi verdim. Beni bu kadar güzel sevmesi ve bunu sürekli belli etmesi… Bir kez daha çok şükür dedirtmeyi başarmıştı bana. Notu bir kez daha okuduktan sonra katlayıp karşımda bana gülümseyerek bakan küçük çocuğa döndüm.
“Tekrardan teşekkür ederim genç adam,” dedim gülümseyerek.
“Rica ederim abla,” dedi yüzünde tatlı bir tebessümle.
Dudakları bir şey söylemek için aralandı fakat tekrardan kapandı. Yeniden araladığındaysa beni şaşırtan şu cümleyi kurdu:
“Sen çok güzelsin biliyor musun? Kerem Ağabey yerine benimle evlenir misin?”
“Ne?” dedim küçük bir şaşkınlıkla.
“Sen benimle evlenir misin Erva?” dedi sır verir gibi fısıldayarak.
Kendimi tutamayıp gülmeye başladığımda karşımdaki ufaklığın arkasından aşina olduğum o güzel ses gelince gülmeyi bırakıp bakışlarımı ona çevirdim.
“Evlenemez koçum çünkü dediğin gibi benimle evlenecek,” dedi Kerem kaşları çatılmış bir halde, karşımdaki ufaklığa bakarken.
Siyah bot ve pantolonu, lacivert gömleği, üzerine tam oturan siyah deri ceketi, kirli sakalı, biçimli yüz hatları, her zamanki gibi düzeltilmesine rağmen dağınıklığından ödün vermeyen koyu kahverengi saçları ve bana ışıl ışıl bakan acı kahve gözleri… Her haliyle olan mükemmelliği ve yakışıklılığıyla karşımda duruyordu.
Kalbim her zamanki gibi onu görünce ritmini daha da arttırırken küçücük çocuktan kıskanması da beni gülümsetti.
“Ama sen bana Erva’nın bu kadar güzel olduğunu söylememiştin ki ağabey,” dedi karşımdaki küçük çocuk sitemle.
“Söylesem ne olacaktı ki Salih?” diye sordu Kerem kollarını kavuştururken.
“Sen gelmeden kolundan tutup onu buradan götürür, senden önce de ev…” dedi fakat Kerem cümlesinin devamını getirmesine izin vermeden “Lütfen sus Salih,” dedi uyararak.
Adının Salih olduğunu öğrendiğim küçük çocuk Kerem gibi kollarını kavuşturdu. “Tamam Kerem Ağabey,” dedi oflayarak.
Ben ne olduğunu anlamadığımdan bir Kerem’e bir Salih’e bakıyordum. Salih’te olan bakışlarımı tekrardan Kerem’e çevirdiğimde Kerem de bana baktığı için bakışlarımız kesişti.
“Hoş geldin Erva,” yüzünde içimi ısıtan gülümsemesiyle.
“Hoş buldum,” dedim tebessümle.
Salih’in verdiği notu da Kerem’den gelen diğer notun yanına, cebime koydum. Gülü de çantama dikkatlice koyduktan sonra önümde hâlâ sitemle Kerem’e bakan Salih’in saçlarını karıştırdım.
Yaptığıma gülerek bana döndüğünde “İltifatların için teşekkür ederim genç adam,” dedim onun gibi gülerek.
“Rica ederim Erva,” dedi neşeyle.
“Erva Abla diyeceksin Salih,” dedi Kerem somurtarak.
Salih yeniden Kerem’e döndü. “Tamam Kerem Ağabey,” deyip tekrardan bana döndü. “Ondan yakışıklı olduğum için beni kıskanıyor,” dediğinde ikimizde gülmeye başladık.
Kerem, Salih’in montunun kapüşonundan tutarak onu yavaşça kendine çekti. Eğilip kulağına bir şeyler söyledikten sonra doğruldu. Salih başını sallayıp bana döndü.
“Görüşürüz Erva,” dedikten sonra cevap vermeme fırsat vermeden koşarak yanımızdan uzaklaştı.
Ne olduğunu anlamadığım için anlamaz gözlerle Kerem’e baktım fakat o merak ettiğim şeyin cevabını vermek yerine “Çok güzel olmuşsun, her zamanki gibi,” dedi sıcacık bir sesle.
“Teşekkür ederim,” dedim utangaçlıkla. “Sende, çok yakışıklı olmuşsun. Her zamanki gibi.”
“Teşekkür ederim,” dedi sağ eliyle saçlarını karıştırırken.
Aramıza kısa bir sessizlik girdiğinde ikimizde bunu bozmak istemiyormuşçasına sesimizi çıkarmadık. Kısa süren sessizliği Kerem bozup boğazını temizledi.
“Erva,” dediğinde başımı önümden kaldırıp bakışlarımı sol omzuna çevirdim.
“Efendim,” dedim heyecanlı çıkan sesimle.
“Seninle önemli bir şey konuşmak istiyorum.”
Ah be deli sevdiğim, bunu zaten biliyorum. Şu an içimde dolu dizgin, hoyratça esen rüzgara karşı koşan deli tayların sebebi de bu zaten…
İçimdeki büyük heyecana rağmen “Seni dinliyorum,” dedim sakin tutmaya çalıştığım sesimle.
“İlk karşılaştığımız o yere geçebilir miyiz?” diye sorduğunda başımı salladım.
Yanına geçtiğimde ikimizde sessizce meşe ağacına doğru yürümeye başladık. Oraya vardığımızda etrafın fazla karanlık olması beni tedirgin ederken Kerem’e döndüm.
“Kerem, burası neden bu kadar…” dedim fakat ben cümlemi tamamlayamadan ortam birden aydınlandı. Meşe ağacına takılı ışıklar ortamı bir anda fazlasıyla aydınlatırken durduğumuz yerin çevresi de birden aydınlandı. Başımı yere doğru eğdiğimde etrafımızı saran ışıklar ve kırmızı gül yapraklarıyla oluşturulan kalp şeklini fark ettim.
Tekrardan Kerem’e döndüğümde Kerem, önümde diz çöktü.
“Erva’m,” dedi heyecanlı çıkan sesiyle. “Kader bizi ilk burada karşılaştırdı. Karşılaştırdığı günden hayatım boyunca nefret edeceğimi düşünürken o gün, kader seni bana getirdiği için hayatımın en güzel günü oldu. Yıllar önce aklımı meşgul eden elaların, kader bizi tekrardan karşılaştırdığında kalbimi de meşgul etmeye başladı ve ben bunu fark ettiğimde sana tutulduğumu anladım. Sana seni sevdiğimi söylediğim gün sen duygularımın karşılıklı olduğunu, beni sevdiğini söyleyerek beni dünyanın en mutlu adamı yaptın. Bugün de bana bir kez daha evet diyerek beni yine dünyanın en mutlu adamı yapar mısın?”
Cebinden çıkardığı kutuyu açtı ve bana doğru kaldırdı. “Benimle evlenir misin Güzel Gözlüm?”
Zaman bir anlığına durdu sanki. Koca evren sustu ve bir biz kaldık. Kafamın içinde Kerem’in söylediği o güzel sözler yankılanırken kalbim daha hızla çarpmaya başladı, o kadar hızlı ki göğsümde yankısını hissedebiliyordum.
İçimde tarifsiz bir sıcaklık yükseldi, kelebekler mideme değil, tüm bedenime yayılmış gibiydi. Yüzümdeki şaşkın ifade yerini küçük bir tebessüme bırakırken gözlerim doldu. Şu an bu olanlar gerçek miydi? Kerem’in kahvelerindeki içtenlik, içimde büyüyen sevinci daha da güçlendirdi. Gerçekti… Hayatımın en güzel gerçeğiydi.
Dudaklarım aralandı ancak sesim çıkmadı. Kalbim o kadar hızlı atıyordu ki, sanki kelimeleri bile unutmuştum. İçimde kabaran heyecan, mutluluk ve şaşkınlık birbirine karışmıştı. Kerem, sabırla yanıtımı beklerken bile öylesine sakindi ki… Ama gözlerindeki ışık, kalbinin benimki kadar hızlı çarptığını ele veriyordu sanki.
Derin bir nefes aldım ve sonunda, hissettiklerimi tek bir kelimeye sığdırarak verdim cevabımı ona:
“Evet,” dedim fısıldayarak. Sağ gözümden düşen bir damla yaşı elimin tersiyle hızlıca silerken “Evet,” dedim daha yüksek bir sesle.
Kerem’in cevabımla yüzünde beliren gülümseme, yüreğime sıcacık bir dokunuş bıraktı. Gözleri mutlulukla parladı, ardından derin bir nefes alıp ayağa kalktı. Yüzüğü kutusundan çıkardığında heyecandan titreyen elimi ona uzattım. Yüzüğü parmağıma taktığında, yüreğimdeki tüm boşluklar dolmuş, eksik olan her şey tamamlanmış gibiydi.
Tam o anda, bir anda patlayan konfetilerin sesi havayı doldurdu. Beklenmedik bu sesle irkildim, zaten heyecandan yerinden çıkacakmış gibi atan kalbim ritmini daha da arttırırken korkuyla Kerem’e doğru birkaç adım attım. Dengemi kaybettiğim için bir an düşecek gibi oldum fakat tam o anda Kerem kollarımdan tutup karşısında gerçekleşmesi olası olan rezillikten beni kurtardı.
Başımı kaldırıp ona baktığımda göz göze geldik. Kendimi toparlamam birkaç saniye sürdü ama o kısacık süre bile içimde tuhaf bir karmaşa yaratmaya yetmişti. Aniden kendimi geri çekip birkaç adım uzaklaştım ondan. Kalbim hala düzensizce çapıyordu. Neyse ki Kerem bir şey söylemedi, sadece hafifçe gülümsedi.
Etrafa göz attığımda neşeyle gülen Alper, Elif ve Mete’yi fark ettim. Alper’in Elif’e evlenme teklifi ettiği gün onlara yaptığımı bugün de onlar bana yapmışlardı. Elif elindeki konfetiyi yere bırakıp kollarını açınca hiç düşünmeden yanına geçtim ve sımsıkı sarıldım. Kalbim hâlâ hızla atıyordu ancak bu sefer bambaşka bir heyecan vardı içimde. Canım arkadaşımın güven veren kollarını beni biraz olsun sakinleştirmiş her zaman yanımda olduğu gerçeğini bir kez daha bana hatırlatırken bu durum beni rahatlatmıştı.
Elif’le birbirimizi bırakacağımız sırada iki çift kol daha sardı bedenlerimizi. Başımı kaldırıp baktığımda Ayça ve Hira Abla’yı görmek beni şaşırtırken yavaşça birbirimizden ayrıldık. Çevremde bir anda yükselen alkış ve ıslık sesleriyle arkama döndüğümde gözlerim şaşkınlıkla büyüdü.
Herkes buradaydı. Annem, Esma Teyze, Süleyman Amca, ikinci ailem olan o güzel insanlar… Sadece onlar da değil… Kerem’in birkaç polis arkadaşı, Simay ve Emir Komiser, az önce tanıştığım Salih, hatta emniyet müdürü Vedat Ağabey bile. Fakat asıl şaşırtıcı olan Melih’in de gelmiş olmasıydı.
Gözlerim hızla kalabalığın içinde dolaştı, neler olduğunu anlamaya çalışıyordum. Herkes gülümsüyor, mutlulukla bize bakıyordu. Pekala herkes değil, bir kişi hariç: Simay Komiser. Yüzündeki öfke bu durumdan hiç hoşlanmadığını fazlasıyla belli ederken o halini umursamadan önüme döndüm.
Bu kadar insanın burada olması… Herkesin bizim için bir araya gelmesi… Bu hayal edemeyeceğim kadar güzel bir şeydi.
Şaşkınlığımı hâlâ atamamış bir şekilde karşımdaki kalabalığa baktım. Yüzümde hem mutluluk hem de büyük bir hayret vardı. Sanki bir rüyanın içindeydim ve birazdan uyanacakmışım gibi hissettim ama rüya değildi çok şükür ki.
Elif arkadan bana sarılıp “Hem mutlu ol canım benim,” dediğinde ona döndüm. Gözleri parlıyordu, benim için bu kadar mutlu olması onun gibi güzel kalpli bir dosta sahip olduğum için bir kez daha şükretmeme sebep olurken “Teşekkür ederim,” dedim gözlerim dolarken.
Ayça Abla, Hira Abla, Sema ve Pınar da gelip sarılarak tebrik ettiklerinde onlara da içten bir teşekkür ettim. Dayım yanıma gelip önümde durduğunda yüzüne baktım. Beni kendine çekip sarıldığında anında karşılık verip sımsıkı sarıldım.
“Tebrik ederim Erva’m,” dedi kulağıma doğru fısıldayarak. “Hep mutlu ol dayısının güzeli çünkü sen hep mutlu olmayı hak ediyorsun.”
“Teşekkür ederim dayım,” dedim onun gibi fısıldayarak.
Dayım beni bıraktığında annem ve Esma Teyze de iki yanımdan sıkıca sarıldıklarında daha fazla dayanamayıp birkaç damla mutluluk gözyaşı döktüm.
Kerem bunu fark edince hızla yanıma geldi. “İyi misin?” diye sordu kısık sesle. Başımı salladığımda rahatlıkla gülümsedi. Derin bir nefes alıp sakinleştiğimde Melih yanıma gelip karşımda durdu.
“Tebrik ederim Çilek Kız,” dedi her zamanki neşeli haliyle. “Ya da, Çilek Yenge mi demeliyim artık?”
“Teşekkür ederim Melih,” dedim gülerek. “Senin ne işin var burada?”
“Bu anı kaçıramazdım,” dedi hızla. Sağ eliyle Kerem’i göstererek “Sana olan duygularını söyleyene kadar hasta etti bizi,” dedi imayla. “Bu yüzden bu ana şahit olmasam olmazdı.”
Cevabı hepimizi güldürürken Süleyman Amca da yanımıza geldi. Önce bizi tebrik etti içtenlikle, sonra da “Bu güzel olayın üzerine şöyle güzel bir yemek yemeden olmaz bence,” dedi gülümseyerek. “Hadi bakalım, yemeğe gidiyoruz.”
Dayım sağ elini omzuma atarken “İyi fikir Süleyman Ağabey,” dedi. “Damat Bey de açsın kesenin ağzını bu gecenin şerefine,” dedi Kerem’e bakarak.
Kerem gülümseyip başını salladığında Esma Teyze “Hadi o zaman,” dedi.
Kerem’in arkadaşları gelip sarılarak tebrik ettikten sonra işleri olduklarından katılamayacaklarını söylediler. Kerem ısrar etse de başka zaman dedikten sonra bana da dönüp tekrardan tebrik ettikten sonra emniyet binasına doğru yürüyerek yanımızdan uzaklaştılar.
Salih koşarak yanıma gelip bana sarıldığında bende gülümseyerek sarıldım ona. Kerem bu duruma homurdanırken Salih belimdeki kollarını çekmeden başını kaldırıp bana baktı.
“Tebrik ederim Erva,” dedi yüzünde tatlı bir gülümsemeyle.
Ellerimle saçlarını karıştırırken “Teşekkür ederim canım benim,” dedim gülümseyerek.
Salih, Kerem’e dönerek bana sarılıp “Erva bana canım benim dedi Kerem Ağabey,” dediğinde Kerem’in kaşları çatıldı.
“Müdürüm,” dedi gözlerini Salih’ten ayırmadan. “Rica etsem oğlunuzu Erva’dan uzaklaştırır mısınız?”
Herkes bu duruma kahkahalarla gülerken Vedat Ağabey “Niye uzaklaştırayım ki koçum?” dedi gülmeye devam ederken. “Bak ne güzel sarılıyorlar abla kardeş.”
“Oğlunuzun niyeti başka müdürüm,” dedi Kerem somurtarak. “Ben biraz daha geç gelseydim yanlarına, benden önce evlilik teklifi edecekti Erva’ya.”
Vedat Ağabey Kerem’in tepkisine gülerek bana döndü. “Çok tebrik ederim kızım, hep mutlu olursunuz İnşallah,” dedi içtenlikle.
“Sağ olun,” dedim tebessümle.
Vedat Ağabey Salih’i çağırdığında Salih beni bıraktı. Onlar da katılamayacakları için Salih babasının yanına geçti.
“Görüşürüz Erva,” dedi neşeyle el sallayarak.
“Görüşürüz,” dediğimde onlar da emniyet binasına doğru yürümeye başladılar.
Emir de yanımıza gelip Kerem’le bizi ayrı ayrı tebrik etti. O da müsaade istediğinde Kerem kolundan tutup buna izin vermedi.
“Hiçbir yere gitmiyorsun Emir,” dedi ciddiyetle. “Sende bizimle yemeğe geliyorsun.”
Emir konuşacağı sırada “Başkomiserin olarak emrediyorum Emir,” dedi uyararak.
“Emredersiniz başkomiserim,” dedi Emir minnetle.
Gözüm, biraz ileride göz ucuyla bize bakan Simay’a takılınca Kerem’e döndüm. Gözümle Simay’ı işaret ettiğimde “Emin misin?” der gibi baktı. Başımı olumlu anlamda salladığımda Pınar hızla “Kesinlikle hayır ağabey,” dedi öfkeyle.
“Hayır Erva Abla,” diye devam etti yüksek bir sesle. “Sana yaptığı onca şeyden sonra bunu yapamazsın.”
“Pınar, dediğin şey geçti bitti canım,” dedim sakince.
“Ne geçti ne de bitti Erva Abla,” dedi somurtarak. “O gelirse ben gelmiyorum o zaman.”
Şaşkınlıkla Kerem’e döndüm. “Ciddi mi?” diye sordum fısıldayarak.
“Sanırım,” demekle yetindi Kerem.
Emir ve Melih Pınar’ın tepkisine gülmemek için kendilerini zor tutarlarken bizse ne diyeceğimizi bilemediğimiz için şaşkınlıkla kollarını kavuşturarak ciddi bir ifadeyle önüne bakan Pınar’a bakıyorduk.
Diğerleri kendi aralarında gideceğimiz mekanı seçerlerken bu konudan tamamen bağımsızlardı. Pınar’ı ikna etmek için dudaklarımı araladım fakat konuşacağım sırada yanımıza gelen Simay “Başkomiserim,” deyince durmak zorunda kaldım.
“Ben izninizle bu akşam biraz erken çıkabilir miyim?” diye devam etti Simay. “Kendimi çok iyi hissetmiyorum da.”
“Çıkabilirsin Simay Komiser,” dedi Kerem önüne bakarken.
Simay “Teşekkür ederim,” dedikten sonra bana öfkeli bir bakış atıp arkasını döndü. Hızlı adımlarla yanımızdan uzaklaşıp emniyet binasına doğru yürüdüğünde ondaki bakışlarımı önüme çevirdim. Nedense üzülmüştüm onun için. Bana yaptığı onca şeye rağmen üzülmüştüm.
“Neyse, en azından utanması varmış,” dedi Pınar omuz silkerek.
Emir ve Melih kendilerini tutamayıp gülmeye başladıklarında ben ve Kerem sessiz kalmayı tercih ettik çünkü Pınar’ın bize tavır yaptığının farkındaydık. Yine de sesimizi çıkarmadık. Sonunda diğerleri gideceğimiz mekana karar verdiklerinde hepimiz arabalara doğru yürümeye başladık.
Kerem yanına gelen Emir’e döndü ve “Emir, sen motorunla mı geldin bugün?” diye sordu.
“Hayır başkomiserim,” dedi Emir. “Motorumu tamire verdim. Birkaç sıkıntısı vardı. Yasir Komiserim’le geldim bugün.”
“O zaman sende bizimle gel,” dedi Kerem arabayı açarken. “Dönüşte evine biz bırakırız.”
Emir cevap vereceği sırada Kerem, ne cevap vereceğini anlamış olacak ki “Bir başkomiseri dinlememekten tutuklarım seni Emir,” dedi bana bakarak.
Cevabıyla dudaklarımı birbirine bastırıp gülüşümü gizlemeye çalıştım.
“Peki başkomiserim,” dedi Emir de gülerek.
Dayım yanımıza gelip sol elini omzuma koydu. “Hadi bakalım ufaklık, sen bizimle geliyorsun,” dedi Kerem’e bakarak. “Sizde arkamızdan yavaş yavaş gelirsiniz.”
Kerem, bu durumun hoşuna gitmediğini fazlasıyla belli ederken Melih gülmeye başladı.
“Pınar, Serkan Ağabey’in sana yaptıklarını anlatınca inanamamıştım ağabey,” dedi gülmeye devam ederken. “Şu an inanıyorum ve Serkan Ağabey’e de devam etmesini söylüyorum çünkü izlemesi çok keyifli olacak.”
Kerem bu duruma daha da surat asarken biz gülmeye başladık. Ayça Abla yanımıza gelip dayımın kolundan tuttu.
“Erva Keremler’le gidiyor canım,” dedi Ayça Abla kesin bir dille. “Sevil Abla ve Mete de bizimle geliyorlar.”
“Ayça’m, ben yeğenimin elin herifiyle aynı arabaya binmesine nasıl izin vereyim?” dedi dayım şaşkınlıkla.
“Elin herifi mi?” dedik Kerem’le aynı anda.
Dayım istifini hiç bozmadan “Evet, elin herifi işte,” dedi Kerem’i göstererek. “Evlenene kadar böyle damat, alışsan iyi olur yoksa istemeye geldiğinizde vermem kızımı.”
“Büyük konuşma canım çünkü vermek zorunda olduğunun sende farkındasın,” dedi annem yanımıza geldiğinde, dayımın tepkisine gülerek. “Ayrıca neredesin sen? Bak herkes bizi bekliyor.”
“Öncelikle hiç de farkında değilim abla ve vermeye de bilirim, şimdiden diyeyim,” dedi dayım rahat bir tavırla. “Erva’yı almaya geldim bir de, o da bizimle gelsin işte.”
“Hadi canım gidiyoruz,” dedi annem dayımın dediklerini umursamadan. “O, diğerleriyle gelir. Hem tek olmayacak. Pınar da yanlarında.”
Dayım konuşacaktı ki sağ kolundan Ayça Abla, sol kolundan da annem tutup yanımızdan uzaklaştırdılar. Dayım homurdanarak bir şeyler söylese de annem ve Ayça Abla arabanın önüne varana kadar onu bırakmadılar.
Onlar gittiklerinde Melih, Pınar ve Emir aynı anda kahkahalarla gülmeye başladılar. Bende şu an onla gibi gülmeyi isterdim ancak Kerem’e ayıp olmasın diye dudaklarımı birbirine bastırıp buna engel olmak zorundaydım.
“Helal olsun Serkan Ağabey’e,” dedi Melih nefeslenerek. O kadar çok gülmüştü ki, nefes nefese kalmıştı.
“Kusura bakmayın başkomiserim, bende tutamadım kendimi,” dedi Emir mahcubiyetle.
“Sorun değil,” dedi Kerem hâlâ gülmeye devam eden Pınar ve Melih’e öfkeli bakışlar atarken. “Baş belaları, gülmeyi bırakın yoksa arabanın arkasından koşmak zorunda kalırsınız ona göre.”
Kerem’in cümlesini tamamlamasıyla Pınar ve Melih’in susması bir oldu. Kerem’in ses tonu ve yüzündeki ciddiyet dediğini yapacağını belli ederken Melih ve Pınar da bunun farkına varıp hızla arabaya bindiler. Bende Emir’e öne geçmesini işaret edip arka kapıyı açtım fakat Emir buna izin vermedi.
“Sağ ol yenge, zahmet ettin. Ben açardım kapıyı,” dedi Melih’in yanına geçerken.
Kapıyı kapattığında şaşkınlıkla Kerem’e döndüm. Yüzündeki muziplik bu durumdan memnun olduğunu fazlasıyla belli ederken bakışlarımı ondan çekip ön kapıyı açtım. Yerime geçtikten sonra emniyet kemerini taktım. Kerem de binip emniyet kemerini taktıktan sonra kısık sesle besmele çekip arabayı çalıştırdı.
Bende önüme dönüp parmağımdaki yüzükle oynamaya başladım. Sade ama zarif bir ışıltıyla parlıyordu. Ne abartılı bir gösterişi vardı ne de fazla sadeydi. Gözlerim yüzüğün ince detaylarını incelerken içimde tarifi zor bir duygu dalgası yükseldi. Mutluluk, heyecan, huzur… Hepsi birbirine karışmıştı sanki ve ben bunu kontrol etmekte zorlanıyordum.
“Ee, başlayın konuşmaya,” diyen Melih, beni girdiğim duygu kargaşasından çıkarırken hafifçe ona döndüm.
“Ne konuşalım ki?” diye sordum merakla.
“Neler oldu ben yokken?”
“Aynı açıkçası, pek bir şey olmadı.”
“Tabi canım, olmamış. Belli zaten,” dedi Melih imayla.
“Olan biteni biliyorsun zaten Melih,” dedi Kerem gözünü yoldan ayırmadan. “Bu yüzden en iyisi sen anlat.”
“Bende de durumlar aynı ağabey,” dedi Melih. “TUS konularıyla cebelleşiyorum.”
Öne doğru eğilerek başını Kerem’in koltuğuna yasladı. “Leyla Sultan gelinini çok beğendi bu arada ağabey,” dedi yola bakarken.
Kerem’in dudakları yukarı doğru kıvrılırken Melih’in söylediklerinin hoşuna gittiğini anlamış oldum fakat o an aklımda sadece şu soru vardı: Leyla Sultan kimdi?
“Hatta o kadar beğendi ki görür görmez hemen ayaklanıp Kayseri’ye gelmeye niyetlendi de zor tuttuk,” diye devam etti Melih gülerek.
Pınar ve Kerem de Melih’e katılırken durumdan haberi olmayan ben ve Emir anlamaz gözlerle onlara bakmak dışında bir şey yapmadık.
“Leyla Sultan kim?” diye sordum merakla.
“Anneannem,” dedi Kerem göz ucuyla bana bakarak.
“Oy bu güzellik benim gelinim mi imdi ha? Oy daa, ben yiyim onun o boncuk boncuk gözlerini,” dedi Melih.
Karadeniz şivesiyle söyledikleri şaşkınlıkla ona bakmama sebep olurken “Anneannem senin fotoğrafını görür görmez böyle söyledi Çilek Kız,” dedi gülümseyerek.
Duyduklarım beni gülümsetirken bir de utandırmıştı. Yanaklarımda hissettiğim hafif sıcaklıktan dolayı önüme döndüm çünkü beni bu şekilde görmelerini istemiyordum.
“Ağabey, anneannem başka ne dedi?” diye sordu Pınar.
“Ula bizim uşak nerde bulmiş böle güzel kızı ha?” dedi Melih. “Beceriksizdir o gerçi, bu güzellik bulmiş onu daa!”
Melih’in son cümlesinde kendimi tutamayıp gülmeye başladığımda Kerem hariç diğerleri de bana katılırken o bu durumdan hiç hoşlanmadığını belli ederek kaşlarını çattı.
“Leyla Sultan cidden böyle mi dedi Melih?” diye sordu Kerem somurtarak.
“Evet ağabey,” dedi Melih. “Daha başka şeyler de söyledi de onları da evde sana yalnız kaldığımızda söylerim yoksa Çilek Kız’a evlenmeden rezil olursun.”
Melih’e dönüp “Söyle Melih,” dedim kıkırdayarak.
“Söyleme Melih,” dedi Kerem hızla. “Ne söylediğini aşağı yukarı tahmin edebiliyorum ve Erva’nın duymasını da istemiyorum.”
“Ya neden ki?” dedim bu durumun hoşuma gittiğini belli ederek. “Söylesin işte.”
“Söylemesin ve bu konu burada kapansın,” dedi Kerem. “Hadi inin bakalım, geldik.”
Başımı cama doğru çevirdiğimde büyük bir restoranın önünde durduğumuzu ve diğerlerinin yavaştan içeri girmeye başladıklarını fark ettim. Emir kapıyı açıp indiğinde diğerleri de hızla indiler.
Bende kapıyı açacağım sırada Kerem “Erva, bir dakika bekler misin?” deyince durup ona döndüm.
Pınar kapıyı kapattığında Kerem cebinden bir şey çıkardı. Bana uzattığında üzerinde kırmızı gül olan bir bileklik olduğunu fark ettiğimde dolu gözlerimle ona baktım. Yüzünde parlak bir gülümseme vardı. Bu durum beni de gülümsetirken neşeyle diğer iki bilekliğinde takılı olduğu kolumu ona doğru uzattım. Kerem tamamen bana dönüp bilekliği takarken gözümü bileklikten ayırmadım. Taktıktan sonra Kolumu önüme getirip yakından baktım yeni bilekliğime.
“Beni bir kez daha dünyanın en mutlu adamı yaptığın için teşekkür ederim,” dedi Kerem. Gözlerinde yumuşak bakışlar vardı. Yüzüne tatlı bir gülücük konmuştu.
“Bende çok teşekkür ederim Kerem,” dedim minnetle. “Beni bu kadar güzel sevdiğin ve bunu sürekli belli ettiğin için. Her şey için.”
“Rica ederim,” dedi.
Çok kısa bir an duraksadıktan sonra “Yanakların birazdan her zamanki soruyu soracağını gösteriyor. Sen sormadan ben sorayım bu sefer,” dedi gülerek. “Çıkalım mı artık? Hem, Serkan yokluğumuzu fark etmese iyi olur benim için.”
Yanaklarım daha da yanarken “Serkan mı?” dedim imayla. “Serkan Ağabey diyeceksin Kerem, ya da Serkan Baba.”
Cevabım ikimizi de güldürürken vakit kaybetmeden arabadan indik. Melih, Pınar ve Emir’in yanına geçtiğimizde hep beraber restorana girdik. Herkes çoktan masalardaki yerlerini alırken ayağa kalkıp yanına gelmemizi işaret eden dayımı görünce onların olduğu masaya yöneldik.
Masaya yaklaştığımızda biri ayağıma dokununca panikle önüme eğildim. Yüzünde çok tatlı bir gülümsemeyle bana bakan Emre’yi gördüğümde ona doğru eğildim.
“Emre,” dedim neşeyle. “Gel bakalım buraya,” dediğimde Emre onu kucağıma alacağımı anlayıp kollarını kaldırdı.
“Eva,” dediğinde kendime çekip yanaklarından kocaman öptüm.
Emre bu duruma kıkırdarken bende gülümseyerek yanımıza gelen Sanem Abla’ya baktım.
“Abla, Emre biraz benim yanımda kalsın lütfen,” dediğimde Sanem Abla başını salladı tebessümle. Yerine oturduğunda bende hâlâ kıkırdamaya devam eden Emre’ye çevirdim bakışlarımı.
Kafamı saçlarına gömüp öperek kokladığımda Emre gülerek kollarını boynuma doladı. O an, yanımıza yaklaşan Kerem’in gölgesi düştü üzerimize. Başımı kaldırdığımda yumuşak bakışlarıyla bize baktığını gördüm. Biraz eğilerek elini Emre’nin başına koyup hafifçe saçlarını okşadı.
“Yine sohbet modunda belli ki,” dedi Kerem gülümseyerek.
Emre, daha tam konuşamamanın verdiği o tatlı heyecanla bıcır bıcır bir şeyler anlatmaya başladı. Ellerini havada sallıyor, arada neşeli gülüşleriyle bizi de gülümsetiyordu. Kerem’le birlikte gülerek onu izlerken içimde tarifi zor bir sıcaklık hissettim. Bu an… İşte tam da böyle anlar, insanın kalbinde iz bırakan anlardı.
Emre kucağımda Kerem’le masaya geçtik. Ben dayımın yanına geçerken tam karşımdaki Pınar yerini Kerem’e verince o da Emir ve Süleyman Amca’nın arasındaki sandalyeye oturdu. Emre, dayımı gördüğünde onun kucağına gitmek için hareketlenince dayım bana dönüp onu kucağımdan aldı. Bu sefer de o ve Ayça Abla Emre’nin onlara bıcır bıcır konuşmasıyla bir şeyler anlatmasını dinlerken bizde sessizce izledik.
Genç bir garson yanımıza gelip “Ne alırsınız?” diye sorduklarında hepimizin odak noktası bu sefer de bize yöneltilen sorunun sahipleri oldu.
Dayım Emre’yi masaya oturtup diğer masada, elindeki menüye bakan Semih Ağabey’e döndü.
"Semih,” dedi hafif yüksek çıkan sesiyle.
Semih Ağabey ona dönüp “Efendim Serkan,” dedi.
“Menüdeki en pahalı yemek hangisi?” diye sorduğunda masada kıkırtılar yükselirken Pınar küçük bir kahkaha attı. Ona sırasıyla Melih ve Emir katılırken diğerleri de gülmeye başladılar.
Dayımın şu an böyle dese de hesabı Kerem’e ödetmeyeceğini, hatta gün sonunda ben öderim deyip bunun tartışmasını yapacağını bildiğimden şu an ki şakacı tavrına sesimi çıkarmayıp gülmekle yetindim. Hemen karşımda oturan Kerem’e baktığımda onun da gülümsediğini görmek beni daha da mutlu ederken tekrardan önüme döndüm.
Sonunda herkes ne yiyeceğine karar verince siparişlerimizi verdik. Herkes kendi arasında sohbet ederken bende masanın altından parmağımdaki yüzüğümle oynuyordum. Cebimdeki telefonum titreyince yüzüğümdeki elimi sol cebime götürüp telefonumu çıkardım. Kerem’den mesaj geldiğini görmek beni heyecanlandırırken başımı önümden kaldırıp ona baktım. Gülümseyerek başıyla telefonuma bakmamı işaret edince tamam dercesine başımı hafifçe eğip telefonuma baktım.
BAŞKOMİSER KEREM: Taktığım yüzüğü kıskanacağım şimdi Erva.
BAŞKOMİSER KEREM: Kaldır artık başını önünden.
BAŞKOMİSER KEREM: Zaten Serkan bakışlarını üzerimden çekmiyor diye bakamıyor ve konuşamıyorum seninle.
BAŞKOMİSER KEREM: Bu yüzden sen konuş benimle, lütfen.
Şu an Kerem’in attığı mesajlara mı güleyim yoksa evlilik teklifini kabul ettiğim adamın telefonumda hâlâ resmi bir şekilde kayıtlı oluşuna mı bilemedim. Başımı kaldırıp ona baktığımda onun önüne baktığını fark ettim. Dayıma döndüğümde Emre’yle oynayan Ayça Abla’ya baktığını ama arada bir bakışlarını Kerem’e çevirdiğini görünce Kerem’in neden öyle boynu bükük durduğunu anladım.
Dirseğimle hafifçe dayımın koluna vurduğumda Kerem’e diktiği bakışlarını bana çevirdi. “Ne oldu?” dercesine göz kırptığında ona doğru eğildim.
“Dayı, ne yapıyorsun sen?” diye sordum sitemle.
Sorumu anlamazlığa vurarak “Ne yapıyorum ki?” diye sordu sesindeki hafif alayla.
“Ne yaptığını gayet iyi biliyorsun,” dedim başımla Kerem’i göstererek. “Bakma öyle çocuğa.”
Sandalyesinde geriye yaslanarak “Neden?” diye sordu rahatlıkla. “Bakmak yasak mı?”
“Bakma demiyorum ama öyle bakma.”
“Nasıl?”
“Çocuğa, onu parçalamak istermiş gibi bakıyorsun dayı.”
“Gibi değil ufaklık, direkt öyle bakıyorum zaten,” dedi tekrardan Kerem’e bakarak.
Tepkisi beni ve Keremi şaşırtırken diğerlerini de güldürdü.
Melih ellerini birbirine sürterek “Gerçek eğlence,” dedi neşeyle. Ona baktığımda oturduğu sandalyeye iyice kuruldu. Diğerleri de onun gibi rahat pozisyonlarında dayıma baktıklarında bende ona döndüm.
“Hem yatsın kalksın dua etsin evlenme teklifinin ortasında gelmedim yanınıza,” dedi dayım somurtarak. “Erva’mmış, güzel gözlümmüş… Hah!”
Melih ve Pınar aynı anda gür bir kahkaha patlattıklarında ben hâlâ ciddi mi diye dayıma bakıyordum. Kerem onlara susmalarını söylerken bende dayıma yaklaştım.
“Ya dayı yapma ama böyle,” dedim kısık ama üzgün olduğumu beli ettiğim bir sesle.
Dayım sağ kolunu omzuma atıp beni kendine çekti. Başımı omzuna yasladığımda şalımın üstünden başımı öptü.
“Takılıyorum sadece güzelim,” dedi gülerek. “Damadımı test ediyorum da denebilir.”
Kerem’e bakarak “Aferin damat efendi. İyice girdin gözüme,” dedi muziplikle. “Ama bu uğraşmayacağım anlamına gelmiyor. Bu yüzden rahatlama hemen.”
Kerem dayımın son cümlesine takmadan rahatlıkla geriye yaslanırken bana bakıp gülümsemeyi de ihmal etmedi. Bende ona gülümsediğimde Emir’e dönüp onunla konuşmaya başladı.
Yemeklerimiz önümüze geldiğinde sohbetler eşliğinde hepimiz yemeye başladık. Esma Teyze anneme Melih’in arabada bize bahsettiği Leyla Sultan’ı anlatırken bizde onları dinliyorduk. Haftaya bugün bu saatlerde karşımda bana sevgiyle bakan sevdiğimle nişanımızın olacak olması gerçeği içime tarifi zor bir huzur verirken bakışlarımı yeniden parmağımdaki yüzüğüme çevirdim. Bir yandan ona bakarken bir yandan da dönen sohbete kulak vererek yemeğimi yiyordum.
Sonunda yemekler yendi ve hesap için tam tahmin ettiğim gibi küçük çaplı bir atışma çıktı. Kerem, dayım onun ödemesine izin vermeyince epey sinirlendi ama dayımdan çektiklerini ve devamının da geleceğini bildiğinden daha fazla uzatmadı fakat yol boyunca bu yüzden homurdanıp durdu. Melih ve Pınar ona sataşıp bu duruma kahkahalarla gülerlerken ben ve Emir de bu duruma gülmemek için kendimizi zorlamaktan kıpkırmızı kesildik.
Emir’in evi yolumuzun üzerine denk geldiğinden onu bıraktıktan sonra vakit kaybetmeden eve geçtik. Apartmana girdiğimizde bir kısmımız asansöre binmeyi tercih ederken biz merdivenlerden çıktık. Bizim kata vardığımızda vedalaşıp evlerimize geçtik. Kabanımı çıkarıp portmantoya astım. Çantamı da yerine bırakıp anneme döndüğümde yüzündeki tebessüm beni daha da mutlu ederken hızla kollarına atıldım.
Annem ani sarılışıma gülerek karşılık verip sımsıkı sarıldı bana. Bir yandan sırtımı sıvazlarken bir yandan da “Benim küçük kızım artık büyümüş de evleniyormuş,” diyordu.
Birbirimizi bıraktığımızda gülümsemekten artık yanaklarım ağrısa da yüzümdeki gülümsemeyi daha da büyüterek kolumu anneme uzattım.
“Anne, bütün bunlar rüya değil değil mi?” diye sordum. “Çimdiklesene beni çünkü hâlâ rüya gibi geliyor.”
Annem dediğimi yapıp kolumu çimdiklediğinde küçük bir çığlık attım. Kolumda hissettiğim sızı alt dudağımı ısırmama sebep olurken annem panikle kolumdan tuttu.
“Kızım, iyi misin?” diye sordu endişeyle.
“İyiyim anne,” dedim. “Sadece biraz acıttın.”
Annemin yüzündeki endişe yerini korurken “Erva, ben çok hafif çimdikledim,” dedi.
Kolumdaki sızı bunun aksini söylerken annem elbisemin kolunu sıyırdı. Kolumdaki kızarıklık ve hafif morluk ikimizi de şaşırtırken annem bakışlarını kolumdan bana çevirdi.
“Erva, sen ilaçlarını kullanmıyor musun?” diye sordu.
Sorduğu soru bir haftadır kullanmadığım gerçeğini fark etmemi sağlarken kuruyan boğazımı ıslatmak amacıyla üst üste yutkundum.
“A-anne, b-ben…” dedim kekeleyerek. “Ben, unutmuşum,” dedim mahcup bir şekilde.
“Aferin kızım, aferin sana,” dedi annem sitemle. “Daha iyileşmedin farkında mısın? Böyle yaparak kendine zarar veriyorsun.”
Başım önümde öylece durdum. Ne cevap verebilirdim ki? Annem haklıydı, çok haklıydı hatta. Bu durumda bir şey söylemeye de hakkım yoktu.
“Yarın sabah benimle hastaneye geliyorsun Erva,” dedi annem.
Başımı önümden kaldırıp ona baktım. Yarın. Sabah. Onunla. Hastane. Kelimeler zihinimde bir bir dönerken yarın olan ders gözümün önüne geldi. İyi de okulum vardı. Hem de sabahın sekizinde. Devamsızlık hakkım vardı ancak bu dersi kaçırmak istemiyordum. Özellikle de vize de hoca canımızı okuduğu ve o sınavdan 65 aldığım için dersi kesinlikle asamazdım. Fakat bunu karşımda bana ciddiyetle bakan anneme nasıl söyleyecektim?
“Anne,” dedim. “Benim sabah dersim var ama.”
“Devamsızlık kullanırsın Erva,” dedi annem hızla. “Son sözümü söyledim.”
“Tamam anne,” dedim başımı sallayarak.
Annem elini çeneme koyup başımı kaldırarak ikimizi göz göze getirdi. Gözlerinde hâlâ yerini koruyan endişe buna sebep olduğum için beni üzerken dolu gözlerimle ona baktım.
“Kuzum, bak ben iyiliğini istiyorum,” dedi yüzünde küçük bir tebessümle. “Ama sen bu şekilde sağlığını ihmal ettikçe de çok üzülüyorum.”
“Özür dilerim anne,” dedim titreyen sesimle. “Söz veriyorum daha dikkatli olacağım. Sadece şu bir hafta olanlardan dolayı unutmuşum.”
“Aşktandır anneciğim, aşktandır,” dedi annem gülerek. “Aklını kaybettin bu yüzden.”
Gözlerim şaşkınlıkla aralanırken “Ya anne,” dedim utangaçlıkla.
Annem bu halime küçük bir kahkaha atarken beni kendine çekip sarıldı. Şalımın üstünden başımı öperken gülmeye devam ediyordu.
Bir anda gülmeyi bıraktığında başımı kaldırdım. O sırada beni de bıraktığında az önceki endişeli ifadenin yeniden yüzünde yer aldığını gördüğümde “Anne,” dedim. “Ne oldu?”
“Kızım, sen bu durumu Kerem’e anlattın mı?” diye sordu.
“Hayır anne,” dedim. “Hiç kimseye anlatmadım hatta. Sen de kimseye söylemedin değil mi?”
“Hayır kızım söylemedim ama sen bir an önce Kerem’e söylesen iyi olur,” dedi. “Öğrendiğinde bu durum aranızın bozulmasına sebep olabilir.”
Annem haklıydı ancak Kerem zaten işi yüzünden sürekli meşgulken bir de aklının bende kalmasını istemiyordum. Bu zamana kadar da ona söylemek aklımın ucundan bile geçmemişti çünkü kendisi söz konusu ben olduğumda dünyadaki her şeyi ikinci plana atardı. Bir an bile tereddüt etmeden her şeyi bırakıp benim için endişelenir, belki de gözümün önünden ayrılmazdı. Onun içini korkuyla doldurmaya nasıl gönlüm razı olabilirdi ki?
“Annem, biz yarın gidip durumumu öğrenelim, ben durumum iyiye gidince söylerim İnşallah,” dedim. “Benim yüzümden endişelenmesini istemiyorum çünkü.”
“Sen bilirsin kızım ama geç olmadan söyle lütfen,” dedi annem. “Tamam mı?”
Başımı sallayarak “Tamam,” dediğimde gülümsedi. “Sende kimseye söyleme anne, tamam mı? Başkasından duyması hiç iyi olmaz çünkü.”
“Tamam kızım, söylemem,” dedi annem odasına doğru yürürken.
Bende peşinden yürüdüğümde odasının kapısını açıp bana döndü. “Ben duş alıp namaz kıldıktan sonra uyuyacağım kızım. Sende geç olmadan uyu çünkü sabah erkenden evden çıkacağız,” dedi.
“Tamam anne, hayırlı geceler.”
“Sana da kızım."
Annem odasına geçerken bende odama girdim. Kapıyı kapatıp arkama döndüğümde Çınar sepetinden çıkıp hızlı adımlarla yanıma geldi. Eğilip kucağıma aldığımda kendini bana yasladı. Yaptığı beni gülümsetirken başımı yumuşacık tüylerine gömdüm. Başının üstünden öptükten sonra yere indirip dolabımı açtım.
Çınar tekrardan sepetine girerken bende kıyafetlerimi çıkardım. Üzerimi değiştirdikten sonra yüzüğümü ve bilekliklerimi komodinin üzerine bırakıp abdest almak için lavaboya geçtim. Tekrardan odama geçtiğimde siyah feracemi giyip aynı renk yazmamı taktıktan sonra seccademi serip namazımı eda ettim.
Yavaş yavaş, içimdeki huzura tekrar tekrar şükrederek kıldım namazımı. Bu huzurun bitmemesini dileyerek dualarıma son verip ayağa kalktım. Ferace ve yazmamı çıkarıp seccademle beraber yerine koyduktan sonra ışığı kapatıp yatağıma geçtim. Başucumdaki lambayı açtıktan sonra telefonuma uzanıp ekranı açtım.
Kerem’den bir mesaj görmeyi bekliyordum fakat onun dışında herkesten mesaj gelmişti. “Belki de bu sefer önce ben atmalıyım,” diye düşünüp onunla olan mesajlara girdim.
SİZ: Bugün bana öyle bir mutluluk verdin ki hangi kelimeyle başlayacağımı bile bilmiyorum. Ama şunu çok iyi biliyorum: Sen benim hayatım boyunca en büyük şükür kaynağım olacaksın Kerem. İyi ki varsın.
Mesajı atıp telefonumu kucağıma indirdim. Yatağıma uzanıp yüzümde geniş bir gülümsemeyle tavanı seyrederken bugün olanları düşünmeye başladım. Kerem’in evlilik teklifi ederken söyledikleri kafamda yankılanırken başımı yastığıma gömüp içimde patlamaya hazır mutluluğu daha fazla tutamayıp çığlık attım. Başım yastığıma gömülü olduğu için sesim boğuk çıkmıştı neyse ki.
Biraz o şekilde kaldıktan sonra nefes alabilmek için başımı kaldırdım. O sırada telefonuma bildirim gelince yanımdaki telefonuma uzanıp doğruldum. Sırtımı yatağımın başlığına yasladıktan sonra ekranı açtım. Kerem’den geldiğini gördüğümdeyse hızla mesajı açtım.
BAŞKOMİSER KEREM: Biliyor musun Erva, İnsan bazı anları yaşarken bile hayal gibi gelir. Ama senin ‘evet’ dediğin o an, benim için hayalin gerçeğe dönüşmesiydi. Ve ben bu gerçeği sonsuza kadar yaşamak istiyorum.
SİZ: Bazı anlar vardır, insanın kalbine kazınır… Ve bugün, benim kalbime kazınan en güzel anlardan biri oldu. Hayatımın en güzel ‘evet’ini sana söyledim Kerem.
BAŞKOMİSER KEREM: Bazı sözler insanın ruhuna işler ya, işte senin ‘evet’in de benim ruhuma işledi. Ömrümün en güzel kelimesi sensin artık Erva.
Durdum… Birkaç saniye ekrana baktım fakat bu güzel sözlere verebilecek güzel bir cevap bulamadım. Aklıma gelenleri yazsam da sanki eksik kalacaktı, sanki anlatamayacaktı kelimeler kalbimdeki ona olan hislerimi. Yeni bir bildirim sesi daldığım düşünceleri bölerken bakışlarımı telefona çevirdim.
BAŞKOMİSER KEREM: Hiçbir şey yazmana gerek yok Erva. Çünkü sen bugün bana dünyadaki en güzel kelimeyi söyledin: ‘Evet’. O an, içimdeki tüm tereddütler silindi, hayatımda eksik olan her şey tamamlandı. Kalbimin en özel yerinde sen vardın zaten, bugün cevabınla oraya kendini mühürledin. Bundan sonra ne olursa olsun, hangi kelimeleri söylersen söyle ya da hiç söyleme… Sen bir kez daha ‘evet’ dedin ve ben artık dünyadaki en mutlu adamım.
Anlamıştı ve yine bana yazacak bir şey bırakmamıştı. Derin bir nefes alıp tekrar tekrar okudum mesajını. Gözlerim dolarken, yanaklarım yanarken hayatım boyunca çok sevileceğimi bilerek rahatlıkla gülümsedim.
SİZ: Sen böyle konuştukça ben cevap veremiyorum Kerem. Kelimelerim yetmiyor çünkü içimde hissettiklerim, kelimelerden daha büyük.
Mesajım iletildi ancak Kerem görmedi. Birkaç dakika sanki ekrana bakarsam cevap verecekmiş gibi bekledim fakat bir cevap gelmedi. “Acaba bir sorun mu çıktı?” diye düşünürken Kerem mesajımı gördü ve yazmaya başladı. Gözümü kırpmadan gelecek olan mesajı beklerken kısa süren bekleyişim son buldu ve beklediğim cevap geldi.
BAŞKOMİSER KEREM: Kusura bakma güzelim dönemedim. Benim işim çıktı. Şu an kapatmak zorundayım. Daha sonra konuşalım olur mu?
SİZ: Sorun değil de ne oldu Kerem? Her şey yolunda mı?
BAŞKOMİSER KEREM: Yolunda, endişelenme lütfen. Sadece emniyete gitmem gerekiyor.
İşiyle ilgili konuşmayı hiç sevmediğini bildiğimden ne olduğunu sormadım, soramadım.
SİZ: Tamam. Daha sonra konuşuruz o zaman. Kendine dikkat et lütfen.
BAŞKOMİSER KEREM: Ederim. Sende dikkat et kendine.
SİZ: Ederim. Görüşürüz. Allah’a emanet ol.
BAŞKOMİSER KEREM: Sende. Seni seviyorum.
SİZ: Bende seni seviyorum.
Telefonumun ekranını kapatıp içimde bir anda ortaya çıkan endişeyle komodinin üzerine bıraktım. Lambayı kapatıp yatağıma uzandığımda içimdeki endişe daha da büyürken besmele çekip dua etmeye başladım.
Allah’ım, sen onları koru…
Gecenin sessizliğinde kalp atışlarımı dinledim. İçimdeki huzursuzluğu yatıştırmaya çalışarak derin bir nefes aldım. Gözlerimi kapattım ama zihnim hala uyanıktı.
Kerem…
İsmi kalbimde yankılanırken, sessiz dualarım gökyüzüne yükseldi. Ve ben, gecenin karanlığına kendimi bırakırken, içimde hâlâ ettiğim dualar, kalbimdeyse sevdiğimin adı yankılanıyordu.
Bölüm sonu :)
Yorumları alabilir miyim? Nasıldı?
Rica etsem en sevdiğiniz sahne veya sahneleri de yazar mısınız? Ona göre diğer bölümlerde nelere ağırlık vermem gerektiğine de karar veririm 🫣
İnşallah beğenmişsinizdir. Aşağıdaki yıldızı parlatırsanız bu kızı çok mutlu edersiniz.
Yeni bölümde görüşmek üzere. Kendinize iyi bakın, Allah'a emanet olun 🤍
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
68.7k Okunma |
11.74k Oy |
0 Takip |
44 Bölümlü Kitap |