35. Bölüm

35- Tatlı Kıskançlıklar

Kübra Ö.
birkitapbirkubra

Selamünaleyküm :)

Nasılsınız bakalım?

Yazarken, gülmekten çenemin ağrıdığı bir bölümle karşınızdayım. İlk defa bu kadar uzun bir bölüm yazdım ve 6 bine yakın kelimeyle bitirdim bölümü. İnşallah sizde benim gibi eğlenerek okur ve beğenirsiniz :)

İyi okumalar dilerim 🤍

 

 

 

 

 

~ERVA

 

Kerem’le birbirimize duygularımız söylememizin üzerinden iki hafta geçmişti. Bu süreçte durumu Melih de öğrenmişti ve benim Pınar’la Kerem’den çektiklerim yetmemiş, üstüne Melih de eklenmişti. Durumu henüz dayım bilmediği için gruptan uğraşamıyordu ama Alper ve Pınar’la birlik olup uzaktan da olsa beni delirtmeye devam ediyordu. Az önce de küçük, eğlenceli bir atışmaya girmiştik. Atışmamız Melih’in dersine dönmesiyle son bulunca bende kitaplığımdan Kerem’in hediyesi olan, Ahmet Ümit’in Kavim kitabını alıp okumaya başladım.

Kendimi kitaba kaptırıp gittiğim yarım saatin ardından dikkatimi dağıtan, çalan telefonumun sesi oldu. En heyecanlı yerinde olduğum için birazdan bakarım, deyip umursamamayı seçtim ama üst üste çalmaya devam edince kitabım elimde masama yöneldim. Gözümü kitaptan ayırmadan bizimkilerden birinin aradığını düşünüp telefonu “Efendim?” diyerek açtım.

“Selamünaleyküm Erva. Nasılsın?”

Kerem’in sesi bile başımı kitaptan kaldırmazken “Aleykümselam. Çok şükür iyiyim sen nasılsın? Kısaca neden aradığını söyler misin çünkü katili yakalamak üzereler.” dediğimde Kerem şaşkın olduğunu fazlasıyla belli ettiği bir ses tonuyla “Ne?” diye sordu.

Saniyeler içerisinde de durumu anlamış olacak ki kendini tutamayıp kahkahalarla gülmeye başladı. Kitabı kapatıp masama indirdikten sonra “Ya Kerem, gülme ama. Hem sen gülmek için mi beni aradın?” diye sordum.

“Hayır tabi ki Erva. Sadece seni özledim ve konuşmak istedim. Müsait misin?”

“Evet müsaitim.”

“İşin falan var mı?”

“Hayır, yok.”

“Güzel çünkü duyduğuma göre çilekli sütün bitmiş ve acilen markete gitmen gerekiyormuş. Bu saatte tek başına gitmene izin vermiyorum ve bende seninle geliyorum. Hadi hazırlan da gidelim.”

Şaşkınlıkla “Ne?” diye sorduğumda Kerem “Markete gidiyoruz dedim. Hadi.” dedi.

“İyi de yok öyle bir şey. Daha dün on kutu aldım. Üç dört gün daha gitmem markete.”

“Erva, sen benim kafayı yemem için ayrıca çaba gösteriyorsun be güzelim.”

“Ne? İyi de ben bir şey yapmadım ki. Zaten şu birkaç gündür görmedik bile birbirimizi.”

“İşte bütün mesele de bu zaten. Ben seni görmediğimde kafayı yiyorum, deliriyorum. Görmek için de kendimce fırsatlar yaratıyorum ama sen bu fırsatları değerlendirmeme de izin vermiyorsun.”

Duyduklarımla dayanamayıp gülmeye başladığımda Kerem “Gülme ama... Kalk, hazırlan, gidelim hemen.” deyince gülmeye devam ederken “Tamam ama bir şey soracağım.” dedim.

“Sor.”

“Pınar da gelecek mi?

“Gelecek gelecek merak etme. O olmadan bir yere gidemiyoruz zaten.”

“Kerem, lütfen ama.”

“Tamam. Evlenene kadar idare edeceğim artık.”

Yanaklarım yanarken “Aferin sana. Neyse, ben hazırlanayım o zaman. On dakika sonra görüşürüz.” dedim. Kerem “Tamam, görüşürüz.” deyince aramayı sonlandırıp telefonumu masama bıraktım. Hızla dolabıma yönelip koyu yeşil pullu feracemi çıkardım. Çilekli pijamalarımın üzerine giyip siyah renk şalımı takmak için aynanın karşısına geçtim. Şalımı da taktıktan sonra telefonumu alıp odamdan çıktım. İlk işim izin almak için annemin yanına, oturma odasına geçmek oldu.

Annem, ben yanına gelince başını okuduğu kitabından kaldırıp “Kızım, bir yere mi gideceksin?” diye sordu. Birkaç adımda yanına geçip oturdum. “Evet anne. Markete gideceğim iznin olursa.”

“Bu saatte ve tek başına mı?”

“Hayır, tek olmayacağım. Pınar da olacak yanımda.” deyip başımı önüme eğdim. Kısık çıkan sesimle “Bir de Kerem.” dedim.

“Tamam gidebilirsin o zaman.”

Başımı kaldırıp “Cidden mi?” diye sorduğumda annem başını sallayıp “Evet, gidebilirsin. Kerem varsa tamamdır zaten. O, senden de Pınar’dan da daha dikkatli hem.” dedi.

Annem, normalde bana bir şey ima derken kullandığı yüz ifadesini takınınca bir şeyler olduğunu anladım ama sormamayı tercih ettim. Nasılsa sorduğumda söylemeyecekti ve ben her zamanki gibi birkaç güne öğrenecektim. Bu yüzden yanağından öpüp “Teşekkür ederim anne. Bir şey istiyor musun?” diye sorup ayağa kalktım.

“Yok kızım, istemiyorum. Dikkatli olun yeter.”

“Tamam anne, görüşürüz. Çınar benim odamda ve uyuyor bu arada. Haberin olsun.”

“Tamam canım ben birazdan kontrol ederim.”

“Tamam o zaman. Ben çıktım.”

Oturma odasından çıkıp kapıya yöneldim. İlk işim kabanımı giymek oldu çünkü havalar iyice soğumaya başlamıştı ve benim vizelerime az kaldığından hastalanmaya hiç niyetim yoktu. Telefonumu, siyah kol çantama koyup çantamı da taktıktan sonra ayakkabılarımı çıkarıp kapıyı açtım. Pınar ve Kerem’in çoktan çıkıp beni beklediklerini görünce ayakkabılarımı önüme indirip “Hayırlı akşamlar.” dedim gülümseyerek. Onlar da aynı cevabı verince öne doğru eğilip ayakkabılarımı giymeye başladım. Doğrulup kapıyı kapattığımda Pınar yanıma gelip “Nasılsın yengem?” diye sordu her zamanki neşeli haliyle.

Elimle ağzını kapatıp “Şişt… Pınar, sessiz ol lütfen.” dediğimde Pınar gülmeye başladı. O halini umursamadan elimi ağzından çekip Kerem’e döndüğümde, Kerem gülümseyip “Nasılsın?” diye sorunca “İyiyim çok şükür. Sen nasılsın?” diye sordum.

“Bende iyiyim çok şükür.” dedi ama yorgun görünüyordu. Çok yorgun hatta ve bu haline rağmen beni görmek istediği için evden çıkmıştı. Pınar kulaklığını takıp “Ben önden ilerliyorum. Siz de arkamdan yavaş yavaş gelin.” deyip merdivenlerden inmeye başlayınca gülümseyip başımı sağa sola salladım.

Kerem birkaç adımda yanıma gelip “Hadi bizde inelim.” deyince başımla onaylayıp merdivenlere yöneldim. O da yanıma gelince sessizce inmeye başladık. Aramızda sürdürdüğümüz sessizlik, apartmandan çıkana kadar devam etti. Bahçeden de çıkıp yolun karşısına geçtiğimizde bu sessizliği bozan ben olup Kerem’e döndüm.

“Kerem.”

“Efendim?”

“Neyin var senin?”

Kerem bana dönüp “Yok bir şeyim.” deyince “Var bir şeyin. Çok belli.” dedim.

Yüzünde muzip bir sırıtışla “Yok bir şeyim dedim ya Erva. Neden ısrarla bir şeyim olduğunu iddia ediyorsun anlamadım?” diye sorunca gülmeye başladım. Simay’ı sevdiğini sanıp ondan kaçtığım zaman böyle bir konuşmamız olmuştu ve o da güldüğüne göre aklına bu konuşmamız gelmişti.

“Bende o zaman neden benden kaçıyorsun mu diye sormalıyım şimdi?”

“Hayır tabii ki. Galiba bunu yine benim sormam gerekiyor.”

“İyi de ben senden kaçmıyorum ki.”

“Ama görmem için fırsat da vermiyorsun.”

“Aynı durum benim için de geçerli başkomiserim.”

Kerem bana dönüp “Ben mi senden kaçıyorum?” diye sordu gülerek.

“Hayır tabi ki Kerem ama son günlerde sen de meşgul olduğun için bende seni göremedim. Yani şartlar eşit başkomiserim”

“Haklısın aslında. Ben de işlerimden dolayı bir türlü boş olamadım.”

“Bu yüzden mi bu kadar yorgunsun?”

Kerem marketin kapısını açıp “Evet. Neyse, şimdilik bu konuyu boş verelim. Benim seninle konuşmak istediğim başka bir mesele var.” deyip geçmem için bana yol verdi.

Markete girdiğimizde ona dönüp “Ne konuşacaksın?” diye sorduğumda o da bana dönüp “Durumumuzu ne zaman ailelerimize anlatacağız?” diye sordu hızla.

Olduğum yerde durup şaşkınlıkla “Ne?” diye sorduğumda Kerem sorusunu tekrarladı. Sonra da hızını kaybetmeden “Artık adını koyalım istiyorum ve bu konuda senin de onayına ihtiyacım var.” dedi fakat ben şaşkınlıkla ona bakmak dışında bir şey yapmadım. Ayça Abla kesinlikle haklıydı. Bende bu durumun başlarda sadece Alper’e özel olduğunu sanıyordum ama erkeklerin hepsi aynıydı galiba.

Kerem, sessiz kalışımı yanlış anlamış olacak ki “Özür dilerim Erva. Biliyorum her şey bir an da oldu ve sende haklısın. Galiba ben çok…” dedi ama beni daha fazla yanlış anlamasını istemediğim için cümlesini tamamlamasına izin vermeden “Kerem.” dedim. “Asıl ben özür dilerim, beni yanlış anlamana neden oldum.” dediğimde Kerem heyecanla “Yani sende benim gibi mi düşünüyorsun?” diye sordu.

O haline gülümseyip başımı salladığımda o da gülümseyip “Yine çilek gibi kıpkırmızı oldun.” dedi. Başımı önüme eğip “Sayenizde başkomiserim.” dediğimde Kerem gülmeye devam ederken montunun ucundan tutup “Ya Kerem, gülme lütfen. Sorunun cevabını da aldığına göre hadi işimizi halledip çıkalım şuradan.” deyip peşimden, onu da çilekli sütlerin olduğu yere götürdüm.

Aklıma gelenle gülümseyip, dört kutu süt alıp Kerem’e uzattım. Şaşkınlıkla uzattığım sütleri alınca bende bir o kadar daha alıp ona döndüm.

“Pınar nerede? Dört tane de o alsın. Böylece bir ay boyunca markete gelmeme gerek kalmayacak.” dediğimde Kerem hızla elindeki sütleri yerlerine bırakıp bu sefer de bendekileri aldı. Onları da yerlerine koyduktan sonra “O zaman izin vermiyorum almana.” deyince planım işe yaradığı için bu sefer de ben ona gülmeye başladım.

“Kısasa kısas başkomiserim.” dediğimde o da ona oyun oynadığımı anladığı için bana katıldı. Gülmeyi bıraktığımızda Kerem “Bir başkomisere oyun oynamaktan tutuklamam gerekiyor seni Erva.” dediğinde yeniden gülmeye başladım. Bu konuda başından beri haklıydım. Kerem’in eline düşmüştüm ve bu durum sürekli devam edecek gibiydi.

Bende oyunu devam ettirip “Ama sizde ya hava atıyor ya da tutukluyorsunuz. Başka işiniz yok mu sizin başkomiserim?” diye sorduğumda Kerem saçlarını karıştırıp “Öyle deme ama Erva. Hava atmak da önemli bir iş. Herkesin gözü sende sonuçta.” dedi.

Duyduklarımla anında kaşlarım çatılırken kollarımı kavuşturup “Kimlerin gözü sendeymiş. Bi’ söyle bakayım?” diye sorduğumda Kerem’in yüzünde mimik oynamadı.

Saçlarındaki elini çenesine indirip “Yani, hemen herkesin gözü bende. En çok da kadın polislerin.” dediğinde ona doğru bir adım atıp “Kerem, onları da seni de parçalarım. Demedi deme.” dedim.

Kerem küçük bir kahkaha atıp “Kıskandın mı?” diye sorunca “Evet, kıskandım.” dedim. Yalan değildi sonuçta, kıskanmıştım. Bu yüzden yanan yanaklarıma inat pat diye söyledim kıskandığımı ve bu durum Kerem’in şaşkınlıkla bana bakmasına neden olurken bu sefer de ben, o haline dayanamayıp gülmeye başladım.

“Sen kıskanırken iyi ama. Bende böyle kalakalıyorum senin kıskançlıklarında.” dediğimde Kerem şaşkınlığını üzerinden atıp “Ama güzel hissettiriyormuş. Bir de bana diyorsun ama asıl sen kıskanınca çok tatlı oluyorsun. Gerçi sen zaten tatlısın, kıskanınca da daha tatlı oluyorsun ve bu durum benim bu tatlılığı başkalarının göreceği ihtimalini aklıma getirip kıskaçlık damarımın tutmasına sebep oluyor.” dedi.

“Sende buna sebep olma zaman.”

Kerem gülümseyip başıyla onaylayınca çilekli sütlerden bir tane alıp “Benim ne alacağım belli. Peki, sen neyli seversin?” diye sordum. O, benim hakkımda fark ettiğim kadarıyla çok şey biliyordu ama ben bilmiyordum ve öğrensem iyi olacaktı. Bu yüzden bunları da ona sorular sorarak öğrenmeye çalışacaktım.

“Bende çilekli seviyorum.”

“Gerçekten mi?”

“Evet," dedi muzip bir gülüş takınarak. "Seni sevmemden anlaman gerekiyordu aslında.”

“Ya ama ben seviyorum diye sende sevmek zorunda değilsin. Bu yüzden neyi seviyorsan onu söyle.”

Kerem kollarını kavuşturup “Çilek.” deyince çikolatalı sütlerden bir tane alıp “Bence çikolatalı seviyorsun. Sende muz tipi yok. Alper ve Melih gibi değilsin.” dedim.

“Alper ve Melih ne alaka?”

“İkisi de muz delisi çünkü.”

“Alper’i geçtim de, sen Melih’in muzu sevdiğini nereden biliyorsun?”

“Bana çilek canavarı dediğinde ona neyi sevdiğini sormuştum. O da muz demişti.”

“Melih’in muzu sevdiğini biliyorsun ama benim neyi sevdiğimi bilmiyor musun?”

“Evet. Bu yüzden soruyorum ya işte.”

“Anladım ama şu an tuhaf hissediyorum.”

Gülerek “Kerem, bana kardeşinden de kıskandığını söylemeyeceksin değil mi?” diye sorduğumda Kerem ciddi ciddi “Kıskandım bile.” dedi. Benim bu konuda da kesinlikle Kerem’le işim vardı çünkü bu deli çocuk, kıskançlığın kitabını yazardı iki dakikada.

Şaşkınlıkla “Semih Ağabey haklıymış. Benim cidden senin bu kıskançlıklarınla işim var.” dediğimde Kerem gülümseyip “Biraz işin var galiba ama seni çok sevdiğim için bu tepkilerim.” dediğinde bende gülümsedim.

“Ya bir saattir sizi bekliyorum. Hadi ama.”

Pınar’ın haklı sitemiyle aynı anda ona döndük. Kerem “Tamam Maviş, geliyoruz.” deyip iki çilekli süt ve elimdeki çikolatalı sütü alıp “Hadi gidelim.” dedi. “Tamam.” deyip Pınar’la peşinden kasaya geçtik. Pınar, biz konuşurken epey bir şey aldığından Kerem elinde iki poşetle marketten çıktı. Poşetleri Pınar’a uzatıp “Ne ara aldın bu kadar şeyi?” diye sorduğunda Pınar “Parasını sen ödeyeceğin için önüme geleni aldım ağabey.” dedi gülerek.

Poşetleri alıp “Eee, ne zaman evleniyorsunuz? Karar verdiniz mi?” diye sorduğunda Kerem bana dönüp “Yarın akşam konuşalım bence. Hem sen de ne diyeceğini düşünürsün biraz.” dediğinde başımı sallayıp “İyi olur.” dedim.

Pınar “Bence de iyi olur. Konuşun artık da gelip seni isteyelim bir an önce. Böylece bende peşinizden bir yerlere gelmek zorunda kalmam.” deyip yürümeye başlayınca o haline gülümseyip elimdeki çilekli sütlerden birini Kerem’e uzattım. Teşekkür edip aldığında “Rica ederim.” deyip önüme döndüm. Çilekli sütümü açıp içmeye başladım. Eve varana kadar ikimizde konuşmadık. Pınar da kulaklıklarını takıp önümüzden yürümeye devam etti. Apartmanın bahçesine girdiğimizde Kerem’e dönüp “Kerem, eve gider gitmez uyuyacaksın tamam mı? Daha fazla kendini yormanı istemiyorum.” dedim.

Gülümseyip bana döndü. “Tamam.” dediğinde bende gülümseyip “Aferin sana.” deyip apartmandan içeri girdim. Pınar’ın peşinden asansöre bindiğimizde Pınar bizim katın tuşuna bastı. Saniyeler içerisinde bizim kata geldiğimizde Pınar ve Kerem’e dönüp “Yarın görüşürüz. Allah’a emanet olun.” dedim. Onlardan da aynı cevabı alınca arkamı dönüp çantamdan anahtarlarımı çıkardım. Kapıyı açıp ayakkabılarımı indirdikten sonra eve girdim. Kapıyı kapatmadan Kerem’e baktığımda sanki ona baktığımı anlamış gibi bana döndü. Göz kırpıp önüne döndüğünde gülümseyip kapıyı kapattım.

İlk işim anneme “Ben geldim.” demek oldu. Sonra da odama geçip üzerimi değiştirdim. Odamdan çıkıp lavaboya geçip abdest aldım. Yeniden odama geldiğimde hızla genelde namaz kılarken giydiğim siyah feracemi üzerime geçirip aynı renk şal ve bonemi taktım. Seccademi de serdikten sonra vakit kaybetmeden yatsı namazını kıldım. Namazdan sonra ağzında oyuncağıyla Çınar yanıma gelince yatağımın önünde yere oturup onunla oynamaya başladım. Yarım saatin sonunda yorulup uyumak için yerine geçince bende masamdan kitabımı alıp ışıkları kapattıktan sonra yatağıma geçtim. Baş ucumdaki gece lambasını açtıktan sonra kaldığım yeri açıp okumaya devam ettim. En son katili bulmaya çok yaklaşmışlardı.

Sonunda katili ve onu, bunu yapmaya iten nedeni öğrenince çok şaşırdım. Yazar yine şaşırtmayı başarmıştı ve katil, yine tahmin edemeyeceğim biri çıkmıştı. Sonunda, son sayfayı da okuduktan sonra ayracımı ilk sayfaya koyup kitabı kapattım. Telefonuma uzanıp alarm kurmak için ekranı açtığımda yarım saat önce Kerem’den mesaj geldiğini görünce gülümseyip mesajı açtım.

 

BAŞKOMİSER KEREM: Bunu, hayatım boyunca sana söylemeye devam edeceğim Güzel Gözlüm. Teşekkür ederim bana korktuğum şeyi yaşatmadığın ve beni sevdiğin için.

BAŞKOMİSER KEREM: Seni seviyorum.

 

Mesajları, gözlerimin dolmasına neden olurken gülümseyip elimin tersiyle akmak için fırsat kollayan gözyaşlarımı sildim.

 

SİZ: Bende teşekkür ederim Kerem. Beni, bu kadar güzel sevdiğin için.

SİZ: Bende seni seviyorum.

 

Mesajları attıktan sonra Kerem çevrimdışı olduğundan dediğimi yaptığını anlamış oldum. Whatsapp’tan çıkıp sabah için alarmları kurduktan sonra telefonumu komodinin üzerine bıraktım. Yatağıma uzanıp sağıma döndüm ve yüzümdeki gülümseme yerini korurken gözlerimi kapattım.

 

🍓🍓🍓

 

Gözlerimi, sabah ezanının okunmasıyla çalması bir olan alarmımın sesiyle açtım. Komodinin üzerindeki telefonuma uzanıp alarmı kapattıktan sonra yatağımdan doğruldum. Gece geç uyuduğum için hala uykum vardı ama kalkmak zorundaydım çünkü saat sekizde dersim vardı. Namaz kıldıktan sonra hazırlanıp çıkmam gerekiyordu bu yüzden. Çınar, hala uyuduğu için sessizce odamdan çıkıp lavaboya geçtim. Abdest aldıktan sonra annemi çağırıp aynı sessizlikle odama geçtim. Açık kahve spor elbisemi giyip aynı renk şalımı taktıktan sonra seccademi serip sabah namazını kıldım. Namazdan sonra dün bitirdiğim kitabı yerine koyup bu sefer de Ayşegül Genç’in Metropol Bedevisi kitabını aldım kitaplığımdan. Ayça Abla’nın severek okuduğu bir yazardı ve bu kitabı da bana o hediye etmişti. Kitabı ve bugünkü dersin notlarıyla kalemlerimi çantama koyup az önce uyanan Çınar’ın yanına geçtim. Bugün de Ayça Abla’nın yanında kalacaktı. Bu yüzden onu da hazırlayıp kedi çantasına koyduktan sonra odamdan çıktım.

Mutfağa girdiğimde annemin kahvaltı hazırladığını görünce gülümseyip “Hayırlı sabahlar anne.” dedim. Annem de bana dönüp “Sana da hayırlı sabahlar kızım.” deyip elindeki tabağı masaya bıraktı. “Hadi hemen kahvaltımızı yapıp çıkalım. Seni ben bırakırım, uğraşma sabah sabah otobüsle.” deyince başımı sallayıp Çınar’ı çantadan çıkardım. Annem onun su ve mama kabını önüne bırakınca ve o da yemeğini yemeye başlayınca bende kahvaltımı yapmak için masadaki yerimi aldım. Annem de yerine geçince sessizce kahvaltımızı yapmaya başladık.

“Kızım, bugün kurstan kaçta çıkarsın?”

Annemin sorusuyla bir an afalladım çünkü ne cevap vereceğimi bilmiyordum. Kursu bir buçuk hafta önce Kerem bırakmamı istediği için bırakmıştım ve bu durumdan annemin haberi yoktu. Aslında bırakmaya da niyetim yoktu ama Kerem kendime zarar vermemi istemediğini söylemişti. Bende bu yüzden bırakmıştım. Aslında iyi de olmuştu çünkü hala tam iyileşememiştim ve bu yüzden vücudum hala en ufak bir darbede ya kızarıyor ya da morarıyordu. Kerem’e bundan bahsetmemiştim ve bırakmamın bir diğer nedeni de buydu zaten.

Başımı tabağımdan kaldırıp “Ben kursu bıraktım anne.” dedim.

“Ciddi misin?”

“Evet.”

“Neden peki?”

“Nedenini daha sonra söylesem anne?”

“Tamam kuzum ama sevindim bırakmana. Daha iyileşmedin çünkü.”

“Bırakmamın bir nedeni de bu anne ve konusu açılmışken sormak istiyorum. Ben ne zaman iyileşeceğim? Dikkat ediyorum kendime ve ilaçlarımı da düzenli alıyorum ama her kontrolde durum aynı.”

“Biraz sabredeceksin anneciğim. Tabi bir de kendine dikkat etmeye de. Allah’ın izniyle iyileşeceksin.”

Sakince nefesimi verip “İnşallah anne.” diye mırıldandım. Ayağa kalkıp dolaptan ilaçlarımı çıkardım. Aldıktan sonra yerlerine koyup “Ben Çınar’ı Ayça Ablalar’a bırakıp geliyorum. Sonra da çıkarız olur mu?” diye sorduğumda annem “Tamam kızım.” dedi.

Çınar’ı çantasına koyduktan sonra evden çıktım. En üst kata çıkıp Ayça Abla’ya Çınar’ı emanet ettikten sonra yeniden aşağı indim. Annem çantamı ve telefonumu bana uzatıp ayakkabılarını giymek için önüne eğilince bende çantamı taktım. Annem ayakkabılarını giyip doğrulduktan sonra kapıyı kapattı. Bende asansörü çağıran tuşa basıp beklemeye başladım. Annem kapıyı kilitleyip yanıma gelince asansöre bindik. İndikten sonra apartmandan çıkıp arabaya geçtik. Annem emniyet kemerini takıp besmele çekince yola koyulduk.

Sessiz geçen yirmi dakikalık yolculuğun sonunda okula varınca annemin yanağından öpüp “Teşekkür ederim anne. Ben gittim. Akşama görüşürüz.” dedim.

Annem gülümseyip “Görüşürüz kızım. Allah’a emanetsin.” deyince “Sende.” deyip arabadan indim. Hızlı adımlarla kampüse girip vakit kaybetmeden Eğitim Fakültesi’ne geçtim. Dersimin olacağı sınıfa girip orta sıralardan boş bir yere geçtim. Çantamdan ders notları ve kalemlerimi çıkardıktan sonra arkama yaslanıp dersin başlamasını beklemeye başladım. Birkaç dakika sonra kabusumuz Selim Hoca gelince kalemliğimden kalemlerimi çıkarıp bütün enerjimi yutacak olan dersin bir an önce bitmesi için küçük bir dua mırıldanıp ders notundan en son kaldığımız yeri açtım.

 

🍓🍓🍓

 

Sadece on dakika ara verdiğimiz, üç saat süren ders, bütün enerjimi sömürdükten sonra nihayet bitti. Pınar’ın dersi dokuzda, Mete’nin de saat on da olduğundan onlar benimle gelmemişlerdi. Bu yüzden ders biter bitmez ilk işim onlara mesaj atmak oldu. Pınar dersinin on dakika önce bittiğini ve birazdan Hukuk Fakültesi’nden çıkıp yanıma geleceğini; Mete’yse hala derste olduğunu ve öğle arasında yemekhanede görüşeceğimizi yazdı. Pınar mesaj atar atmaz onu bekletmemek için kabanımı giyip çantamı taktıktan sonra hızla sınıftan çıktım. Eğitim Fakültesi’nden çıktığımda Pınar’ın hala gelmediğini görünce fakültenin girişindeki boş banklardan birine oturmak için arkamı döndüm fakat o sırada biri bana seslenince yeniden önüme döndüm.

Başımı, bana seslenen kişiye çevirdiğimde Birce ve Batuhan’ın bana doğru geldiklerini görünce gülümseyip onlara doğru yürümeye başladım. Birce yanıma gelir gelmez bana sarılıp “Selamünaleyküm Erva Abla.” deyince bende sarılıp “Aleykümselam Birce.” dedim. Batuhan da selam verince onun da selamını alıp Birce’yi bıraktım.

“Nasılsınız?” diye sorduğumda iyi olduklarını söyleyip aynı soruyu bana sordular. Bende iyi olduğumu söylediğimde aramızda kısa bir sessizlik oluştu. Kısa süren sessizliği Birce bozup “Erva Abla, müsaitsen ağabeyim seninle bir şey konuşacakmış.” deyince başımı sallayıp “Müsaitim.” dedim. Batuhan’a dönüp yüzüne bakmadan “Seni dinliyorum Batuhan.” dediğimde Batuhan başını önünden kaldırıp Birce’ye döndü.

Birce “Ben şurada seni bekliyorum ağabey. Görüşürüz Erva Abla.” deyip yanımızdan ayrılınca Batuhan’a dönüp “Bir sorun yoktur İnşallah.” dedim.

“Bir sorun yok çok şükür ama Birce’nin de dediği gibi seninle konuşmak istediğim bir şey var.”

“Seni dinliyorum.”

Batuhan boğazını temizleyip “Kusura bakma, ben bunu nasıl diyeceğimi bilmiyorum ama… Yani ilk defa böyle bir konuşma yapacağım bir kıza ve… Ve ben söze nasıl başlayacağımı bilmiyorum.” deyince “Allah’ım, lütfen düşündüğüm şey olmasın.” diye bir dua ettim içimden fakat Batuhan hızla “Erva, ben seni seviyorum.” deyince korktuğum başıma geldi.

Ne cevap verecektim şimdi buna? Her şeyi geçtim, Kerem bunu öğrenirse hiç iyi şeyler olmayacaktı çünkü Batuhan konusunda beni uyarmıştı ve haklıymış da. Derin bir nefes alıp başımı önümden kaldırmadan “Batuhan, ben…” dedim ama Batuhan sözümü kesip “Lütfen, şimdi bir şey söyleme olur mu? Biliyorum aniden oldu ve böyle bir şey beklemiyordun belki de. Bu yüzden hemen kestirip atma ve biraz düşün olur mu?” deyip bir kağıt uzattı bana.

Elindeki kağıda bakmaya devam ederken “Bak ben…” dedim ama Batuhan beni dinlemeyip, bana dokunmadan kağıdı elime tutuşturup hızla yanımdan uzaklaştı. Sertçe nefesimi verip elimdeki kağıdı buruşturdum sinirle. Ne ara geldiğini fark etmediğim Pınar hızla yanıma gelip “Erva Abla, her şey yolunda mı?” diye sorunca durumu anladığını anlamış oldum.

“Değil Pınar, maalesef yolunda değil.” dediğimde Pınar “Batuhan Ağabey'in sana, şu an avcunda sıkıp durduğun kağıdı verdiğini gördüm. Sanırım…” deyip durunca durumu anladığını düşünmekle yanılmadığımı anlamış oldum.

“Maalesef düşündüğün şey oldu Pınar.” deyip avcumda sıkmaya devam ettiğim kağıdı sinirle yere fırlatıp arkamı döndüm. Hava soğuk olduğu ve sakinleşmek için de çilekli süte ihtiyacım olduğundan hızla kantine geçtim. İçeri girdiğimde hemen arkamda duran Pınar’a dönüp “Çilekli süt alacağım kendime. Sen ne istersin?” diye sorduğumda Pınar çantasını uzatıp “Sen boş bir yere geçip otur ve beni bekle Erva Abla. Ben alıp gelirim.” deyince başımı sallayıp çantamı aldım.

“Boykot marka alma sakın, tamam mı?”

“Tamam Erva Abla, merak etme.”

Pınar, hızla yanımdan uzaklaşınca bende boş masalardan birine geçtim. Kendi çantamı ve Pınar’ınkini yanımdaki sandalyeye bıraktıktan sonra oturup Pınar’ı beklemeye başladım. Durumu bilen tek kişi o olduğu için yardımına ihtiyacım vardı. Batuhan’ı bir daha görmek istediğimi sanmıyordum ve bunu Birce’ye söylerken yanımda Pınar’ında olmasına ihtiyacım vardı. Pınar, birkaç dakika sonra elinde iki kutu çilekli süt ve kendine aldığı kahveyle yanıma geldi. Benim için aldığı çilekli sütleri önüme bırakıp karşımdaki sandalyeye oturdu.

Teşekkür edip sütlerden birini açıp içmeye başladım. Kutuyu yarıladıktan sonra içmeyi bırakıp başımı önümden kaldırdım. Pınar, ona baktığımda Batuhan’ın bana verdiği ve içinde ne yazdığıyla zerre ilgilenmediğim kağıdı uzattı.

Elimi kaldırıp “Okumak istemiyorum Pınarcığım. Sinirlerim de çok bozuldu ya. Of, neden böyle şeyler hep benim başıma geliyor.” dedim.

“Erva Abla, sakin ol lütfen.”

“Nasıl sakin olayım Pınar. Her şeyi geçtim, Kerem bunu öğrenirse yarın Batuhan’ın helvasını yemek zorunda kalırız.”

Pınar küçük bir kahkaha atıp “Haklısın Erva Abla. Ağabeyim, Batuhan Ağabey’i parçalarına ayırır.” deyince “Sağol ablacığım ya. Vallahi içim rahatladı bu söylediklerinle.” dedim sitemle.

“Tamam canım, şaka yaptım gül diye ama işe yaramadı.”

Önündeki kağıdı eline alıp “Peki ben okusam ne yazdığını?” diye sorunca “Oku bakalım.” dedim. Çilekli sütümü içmeye devam ederken bir yandan da kağıtta yazılanları okuyan Pınar’a bakmaya başladım göz ucuyla. Pınar gülümseyip kağıdı masaya bıraktıktan sonra “Allah’ım, ne olur Mete denilen kütük kulun da bir gün beni böyle sevsin olur mu? Lütfen.” deyince kendimi tutamayıp gülmeye başladım.

“Allah iyiliğini versin Pınar ya.” dediğimde Pınar da gülerek “Ama ne yapayım Erva Abla? O kütük bana hiç burada yazıldığı gibi güzel şeyler söylemiyor. Tek dediği bücür veya ufaklık. Ya da kardeşim.” deyip ofladı.

Sandalyede geriye yaslanıp “Neyse, asıl konumuz bu değil.” deyip kollarını kavuşturdu. “Ne yapmayı düşünüyorsun?” diye sorunca “Birce’yle konuşup Batuhan’a bunun asla olmayacağını söylemesini isteyeceğim.” dedim.

“Batuhan Ağabey’le konuşmayacak mısın?”

“Hayır Pınar, kesinlikle hayır. Mümkünse bir daha görmek de istemiyorum.”

“Anladım.”

Birce’yle de yüz yüze nasıl konuşacağımı bilemediğim için “Birce’ye durumu telefonda anlatacağım. Hatta şimdi yazacak ve bu konuyu kapatacağım.” deyip elbisemin cebinden telefonumu çıkardım. İlk işim Ecrin’e yazıp Birce’nin numarasını istemek oldu. Ecrin, ben mesajı atar atmaz görüp Birce’nin numarasını atınca numarayı kaydedip Birce’ye yazmaya başladım.

 

SİZ: Selamünaleyküm Birce.

SİZ: Ben Erva.

SİZ: Sana yazma amacımı aşağı yukarı tahmin edersin sanırım. Bu yüzden direkt konuya giriş yapıyorum. Lütfen Batuhan’a istediği şeyin asla olmayacağını söyler misin? Benim söylemem için fırsat vermedi çünkü.

SİZ: Ve karşısına çıkıp bunu ona söyleyeceğimi de sanmıyorum. Bu yüzden, lütfen sen söyle ve artık benden uzak dursun olur mu? Ben onu hep bir arkadaş olarak gördüm ve öyle görmeye de devam edeceğim.

SİZ: Şimdiden teşekkür ederim. Hayırlı günler. Allah’a emanet ol.

 

Mesajları attıktan sonra telefonumu Pınar’a uzattım. Pınar yazdıklarımı okuduktan sonra telefonumu bana uzatıp “İnşallah her şey istediğin gibi olur Erva Abla.” deyince “İnşallah ablacığım.” dedim.

Pınar Batuhan’ın bana ne yazdığını bilmediğim yazının olduğu kağıdı uzatıp “Okumayacak mısın gerçekten?” diye sorunca kağıdı alıp “Hayır ablacığım. Okumayacağım.” dedim.

Pınar “Erva Abla, Batuhan Ağabey geldi.” deyince elimdeki kağıdı hızla cebime attım. Telefonumu da aynı cebime koyduktan sonra ayağa kalkıp “Hadi Pınar, hemen çıkalım şuradan.” deyip çantamı taktım. Çantamı takıp Pınar’ın benim için aldığı çilekli sütü de aldıktan sonra yanında arkadaşıyla kantine giren Batuhan’ı fark etmemiş gibi yapıp hızlı adımlarla kantinden çıktım. Pınar da peşimden gelip “Neyse ki bizi fark etmesine rağmen gelmedi.” deyince “Çok şükür.” dedim. Pınar kolunu omzuma atıp “Hadi yemekhaneye gidelim artık çünkü ben çok acıktım.” deyince başımı sallayıp “Hadi.” dedim.

Yemekhaneye geçince bizden önce gelip yemeğini alan Mete ve arkadaşı Tunahan’ın yanına çantalarımızı bırakıp fazla kalabalık olmayan sıraya girdik. Yemeklerimizi alıp yeniden yanlarına geçtiğimizde ben Tunahan’ın, Pınar da Mete’nin karşısına oturdu. Tunahan ve Mete derslerden ve yaklaşan vizelerden konuşurlarken bizde sessizce yemeğimizi yemeye başladık. On dakika kadar sonra telefonuma bildirim gelince kaşığımı tepsiye bırakıp telefonumu cebimden çıkardım. Birce’den mesaj geldiğini görünce Pınar’a yaklaşıp mesajları açtım.

 

BİRCE: Aleykümselam Erva Abla.

BİRCE: Kusura bakma ama bunu ağabeyime senin söylemen daha doğru olacağı için bu dediğini yapamam. Lütfen sen söyle ona.

BİRCE: Ve sana bir şey soracağım. Başka birini mi seviyorsun yoksa hayatında biri mi var?

 

Pınar kulağıma “Ne yazacaksın Erva Abla.” diye fısıldayınca “Gerçekleri.” dedim onunki gibi kısık sesle.

 

SİZ: Evet Birce hayatımda biri var. Hatta bu akşam konuyu ailelerimizle konuşup adını koymaya bile karar verdik. Bu yüzden senden rica ettim.

BİRCE: Anladım.

BİRCE: Peki o zaman. Ben ağabeyime söylerim. Çok üzülecek ama… Neyse, İnşallah her şey istediğin gibi olur.

BİRCE: Hayırlı günler ve sende Allah’a emanet ol.

 

“Hıh… Ağabeyi üzülecekmiş. Sanki benim ağabeyim Erva Abla’ya söyleyene kadar üzülmedi. Sinir şey.”

Pınar’ın sinirli bir sesle söyledikleriyle ona dönüp “Tamam güzelim, sakin ol lütfen.” dediğimde bana dönüp “Nasıl sakin olayım Erva Abla ya? Başka biri var, meseleyi ailelerimizle konuşacağız yazıyorsun, hanımefendi ağabeyim çok üzülecek diyor. Gerçi Gaye denilen ikinci yellozun arkadaşıydı bu Birce değil mi? Şaşırmamak gerek.” dedi hızla ve bütün sinirini kelimelerden çıkarırcasına.

Mete ve Tunahan şaşkınlıkla bir Pınar’a bir bana bakarlarken Mete öne doğru eğilip “Erva Abla, ne oluyor?” diye sordu. Pınar cevap vermeme fırsat vermeden Mete’ye dönüp “Şu sana asılıp duran Gaye yellozunu hatırlıyor musun?” diye sordu.

Biz Tunahan’la gülmemek için kendimizi zor tutarken Mete şaşkınlıkla “Evet, hatırlıyorum.” dedi. Pınar “Onun Birce denilen üçüncü yelloz olan arkadaşı var bir de, onu hatırlıyor musun?” diye sorunca Mete başıyla onayladı. Pınar bu sefer de “O üçüncü yellozun bir de ağabeyi var, onu hatırladın mı?” diye sorunca Mete geriye yaslanıp “Evet Pınar, hatırlıyorum. Batuhan Ağabey’den bahsediyorsun.” dedi artık sadede gel Pınar, dercesine.

Pınar hızla “İşte o Batuhan Ağabey, az önce Erva Abla’nın yanına gelip ona onu sevdiğini söyledi.” deyince Mete bana dönüp “Gerçekten mi?” diye sordu şaşkınlıkla.

Başımı sallayıp “Maalesef ki gerçek.” dediğimde “Kerem Ağabey bunu öğrenirse hiç iyi şeyler olmayacak Erva Abla.” dedi.

“Biliyorum ablacığım. Bu yüzden bu konudan kimsenin haberi olmayacak. Birce’ye yazdım, Batuhan’a o söyleyecek.”

“İyi yapmışsın abla. Peki sizde durumlar nasıl?”

“Her şey yolunda çok şükür. Bu akşam ailelerimizle konuşacağız hatta. Kerem artık adını koyalım dedi haklı olarak.”

Mete gülerek “Doğru demiş Erva Abla ama sence Serkan Ağabey ne tepki verecek? En son sen daha küçücüksün, kimseye vermiyorum seni demişti.” deyince gülümseyip “Bu yüzden şimdilik sadece anneme söyleyeceğim. Durumu dayıma da o anlatır.” deyip ayağa kalktım.

“Ben gidiyorum gençler. Öğleden sonra akşama kadar dersim var. Sizin erken biterse beni beklemeyin çünkü daha kırtasiyeye gidip yeni ders notları çıkaracağım.”

Pınar ve Mete beni onayladıklarında çantamı taktım. Telefonumu da cebime attıktan sonra “Size afiyet olsun.” deyip önümdeki yemek tepsisini aldım. Yerine koyduktan sonra yemekhaneden çıkıp hızla Eğitim Fakültesi’ne girdim. İlk işim mescide geçip öğle namazını kılmak oldu. Mescitten çıktıktan sonra dersimin olacağı amfiye geçtim. Ön taraflarda, en köşedeki boş yere geçip çantamı masaya bıraktım. Kabanımı da çıkardıktan sonra yanıma indirip oturdum. Dersin başlamasına daha on dakikadan fazla olduğu için çantamdan kitabımı ve kalemimi çıkarıp ilk sayfasını açtım ve okumaya başladım. Ders başlayana kadar da kafamı kaldırmadım. Hoca gelince az önce çok beğendiğim bir yerin altını çizip kaldığım yere ayracımı koyduktan sonra kitabımı kapattım.

“Bana, ne çok gel-gitler var hayatında diyorsun. Tut ki biraz hacer’im, hayat denen çölde say ediyorum… Ömrü, say ederek geçenlere…”

Kitabımı çantama koyup bu sefer de ders notlarını çıkardım. Kaldığımız yeri açtıktan sonra konuşmaya başlayan hocamıza dönüp onu dinlemeye başladım. Mehmet Hoca’yla saat iki elliye kadar dersimiz vardı. Bu yüzden ara vermeden bir buçuk saat işleyip bırakacaktı. Sonrasın da yarım saatlik bir aramız vardı ve saat üçte de Güzin Hoca’nın dersi vardı. O da mutlaka dört buçuğa kadar işlerdi. Bu da demekti ki ben ancak yedi civarı evde olurdum. İyi ki Pınar ve Mete’ye beni beklememelerini söylemiştim.

 

🍓🍓🍓

 

Saat dört buçuğa gelirken Güzin Hoca sonunda dersi bitirdi. Hızla ayaklanıp ders notları ve kalemlerimi çantama koyup amfiden çıktım. Mescide geçip ikindiyi kıldıktan sonra saat beşe gelirken okuldan çıktım. Durağa geldiğimde annemi aradım ilk olarak. Annem ikinci çalışta telefonu “Efendim güzel kızım.” diye açınca sesini duymanın verdiği huzurla gülümseyip “Nasılsın annem?” diye sordum.

“İyiyim çok şükür kuzum. Eve geldim, yemek hazırlıyordum. Bende tam seni arayacaktım, ne zaman geleceksin diye sormak için.”

“Dersim her zamanki gibi geç bitti anne. Ben şu an duraktayım ama önce kırtasiyeye gitmem gerekiyor. Yarınki dersim için çıkarmam gereken ders notlarım var. Bir de paragraf testim bitti. Test alacağım kendime.”

“Anladım kızım ama sen ancak yedide evde olursun. Ben gelip seni alayım.”

“Yok annem gerek yok. Gideceğim kırtasiye çok uzak değil zaten. Ben işimi hemen halledip gelirim”

“Tamam ama yorulursan mutlaka beni arıyorsun. Tamam mı?”

“Tamam annem, merak etme.”

“Bu arada işini çabuk bitirmeye çalış olur mu çünkü bu akşam bir yere davetliyiz.”

Tam günüydü yani. Bu akşam anneme durumu anlatacaktım ve olana bak ya. Sakince nefes alıp “Kime anne?” diye sorduğumda annem “Esmalar’a.” deyince kısa süreli bir şoka girdiğimden cevap veremedim.

“Erva, orada mısın?”

Annemin sorduğu soruyla hızla kendimi toparlayıp “Buradayım anne. Bir sorun yok değil mi?” diye sordum.

“Yok çok şükür ama Esma seninle önemli bir şey konuşacak. Tabi bende Kerem’le.”

“Ne konuşacaksınız?”

“Onu akşam Öğrenirsin. Ben seni tutmayayım, sen işlerini hallet ve çabuk gelmeye çalış. Tamam mı anneciğim?”

“Tamam anne. Görüşürüz.”

“Görüşürüz. Dikkat et kendine.”

“Sende.” deyip aramayı sonlandırdıktan sonra kafam fazlasıyla karışık bir halde otobüse bindim. Boş bir yere geçtikten sonra başımı cama yaslayıp düşünmeye başladım. Ne konuşacaklardı acaba? Bu düşüncelerle geçirdiğim yarım saatin ardından ineceğim durağa gelince ayağa kalkıp otobüsten indim. Durağa beş dakika kadar uzaklıkta olan kırtasiyeye doğru hızlı adımlarla yürürken de aklımda aynı düşünceler dönüp duruyordu. Kırtasiyeye girince çok kalabalık olduğunu görmemek beni rahatlatırken çantamdan, dün içine ders notlarımı attığım belleği çıkarıp sıraya girdim. Sıra bana gelince çıkarılacak notları gösterip sıradan çıktım. Notlar çıkana kadar KPSS testlerinin olduğu bölüme geçip paragraf testi aldım. On beş dakika sonra ders notlarım da çıkınca kasaya geçip ödemeyi yaptım. Kırtasiyeden saat altıyı on geçe çıkınca eve gidene kadar akşam namazını kaçıracağımı fark ettiğimden, olduğum konuma yakın bir camiye geçtim. Akşam namazını kıldıktan sonra daha fazla geç kalmamak için hızla camiden çıkıp durağa geçtim.

Namaz kılarken çalan telefonumu çantamdan çıkarıp kimin aradığına baktığımda Kerem’den gelen mesajlar ve üç cevapsız aramayı görünce beni daha fazla merak etmemesi için onu aradım. Kerem telefonu endişeli çıkan sesiyle “Sonunda açtın be güzelim. Öldüm meraktan.” diyerek açınca “Kusura bakma Kerem. Namaz kılıyordum diye dönemedim.” dedim.

“Sorun değil de sen neredesin? Arkadaki sesler ne?”

“Duraktayım. Otobüs bekliyorum.”

“Ne? Sen hâlâ dışarıda mısın?”

“Evet. Dersim geç bitti. Dersten sonra da kırtasiyeye gitmem gerekiyordu. Bu yüzden kısaca.”

“Anladım. Neredesin sen? Gelip seni alacağım.”

Bineceğim otobüs gelince kabanımın cebinden otobüs kartımı çıkarıp “Teşekkür ederim ama gerek yok gelmene. Otobüs geldi. Biniyorum şimdi.” dediğimde Kerem “Erva, sen neden bana söylemedin ki önceden?” diye sordu sitemle.

Otobüse binip kartı bastıktan sonra orta sıralara doğru ilerledim. Oturulacak yerler dolu olduğundan sakin bir köşeye geçip “Senin işlerin başından aşkın zaten. Bir de benim şoförlüğümü mü yapacaksın?” diye sordum.

“Yaparım Erva, hiç gocunmam da bundan.”

“Teşekkür ederim ama hallettim ben. Yirmi dakikaya evde olurum zaten.”

“İyi bari. Bu arada bize gelecekmişsiniz. Açıkçası bunun için aradım. Annem seninle önemli bir şey konuşacağını söyledi.”

“Evet biliyorum. Benim annem de seninle önemli bir şey konuşacakmış.”

“Ne oluyor, bir bilgin var mı?”

“Maalesef yok. Bana sorduğuna göre senin de yok demek ki.”

“Maalesef. Birkaç saate öğreniriz artık.”

“Tamam. Ben varmak üzereyim zaten. Gelince görüşürüz.”

“Görüşürüz. Dikkat et kendine. Allah’a emanetsin.”

“Sende dikkat et kendine ve sende Allah’a emanetsin.”

Aramayı sonlandırdıktan sonra telefonumun ekranını kapatıp gülümsedim. Telefonumu elbisemin cebine koyacağım sırada elime bir şey gelince cebimdeki kağıdı çıkardım. Batuhan’ın verdiği kağıdın olduğunu fark edince gülümsemem anında soldu. Kağıdı avuç içimde sıkmaya başladım ve otobüsten inene kadar da bırakmadım. Otobüsten inince karşıma çıkan ilk çöp kutusuna attıktan sonra daha fazla oyalanmadan hızlı adımlarla apartmana yöneldim. Bahçeye girdiğim an telefonuma gelen bildirimle adımlarımı yavaşlatıp cebimden telefonumu çıkardım.

 

BAŞKOMİSER KEREM: Sonunda geldin güzelim :)

 

Mesajı okur okumaz başımı kaldırıp apartmana baktım. Kerem’i, balkonun korkuluklarına yaslanmış bana bakarken görünce gülümsedim. Başımı tekrardan önüme eğip cevap yazdım.

 

SİZ: Evet geldim. Merak etme dedim o kadar. Sen niye buz gibi havada balkondasın ayrıca?

SİZ: Gir içeri. Hasta olacaksın yoksa.

BAŞKOMİSER KEREM: Dayanamadım Erva.

BAŞKOMİSER KEREM: Ben zaten hastayım güzelim. Sana hastayım ;)

 

Son mesajıyla, buz gibi havaya rağmen yanaklarım yanmaya başlayınca telefonumu cebime atıp hızla apartmandan içeri girdim. Kerem’in şu an bu halime güldüğüne emindim nedense çünkü deli sevdiğim, beni utandırmak üzere programlanmıştı sanki.

Bizim dairenin önüne geldiğimde zile bastıktan sonra öne doğru eğilip bağcıklarımı çözdüm. Doğrulduğum sırada annem kapıyı açıp “Hoş geldin kızım. Sonunda geldin. Endişelenmeye başladım artık.” deyince ayakkabılarımı çıkarıp “Endişelenme anne, geldim işte.” deyip içeri geçtim. Ayakkabılarımı yerine koyup sırt çantamı çıkardım. Kabanımı astıktan sonra annem “Hadi sen elini yüzünü yıkayıp gel de yemek yiyelim. Yemekten sonra da yatsıyı kılıp çıkarız.” deyince başımı salladım. Annem mutfağa geçerken bende odama geçtim. Şal ve bonemi çıkardıktan sonra yanıma gelen Çınar’ın başını okşayıp kucağıma aldım. Odamdan çıkıp onu mutfağa bıraktıktan sonra lavaboya geçtim. Abdest aldıktan sonra yeniden odama geçip şalımı taktım ve hızla mutfağa geçtim. Annem, her şeyi çoktan hazırladığı için hızla yemeğe geçtim. Annem de karşımdaki yerini alınca yemeğimizi yemeye başladık. Bir yandan da, birbirimize günümüzün nasıl geçtiğini sorduk. Yemekten sonra sofrayı toplayıp mutfaktaki işlerimizi hallettikten sonra namaz kılmak için odalarımıza geçtik. Namazdan sonra Çınar’ı kucağıma alıp odamdan çıktım çünkü Pınar, onu da getirmemizi istemişti, ki iyi olmuştu bu. Çünkü onu evde tek bırakmak istemiyordum hala.

Evden çıktığımızda annem kapıyı kilitlerken bende zili çaldım. Kapıyı Esma Teyze açıp karşısında bizi görünce gülümseyip “Hoş geldiniz. Hadi geçin içeri.” deyince “Hoş bulduk.” deyip içeri geçtik. Pınar, oturma odasından çıkıp yanımıza geldi. Çınar’ı kucağımdan alıp “Oy oy oy, benim bir tanem gelmiş.” deyip bize bakmadan yeniden oturma odasına geçince annemlere dönüp “İki dakikada pabucum dama atıldı, gördünüz değil mi?” dediğimde ikisi de gülmeye başladılar.

Esma Teyze eliyle oturma odasını gösterince ben önde onlarda arkamda içeri geçtik. Biz girince Süleyman Amca ve Kerem ayağa kalkıp “Hoş geldiniz.” dediklerinde “Hoş bulduk.” dedim mırıldanarak. Tam o sırada Pınar’ın elinden kurtulan Çınar yanıma gelip kucağıma atlayınca hızla onu tuttum. Pınar yerinden kalkıp “Ya Çınar, neden kaçtın?” diye sordu sitemle.

Annemle Esma Teyze oturduklarında Esma Teyze “O kadar sıktın ki zavallıyı, dayanamadı.” deyince Pınar kolumdan tutup beni de peşinden az önce oturduğu yere götürdü. Kerem’in yanına oturduğunda bende yanına geçtim. Çınar, Pınar’ı görünce patisini ona doğru salladı. Bende bu yüzden Pınar’dan uzaklaştım çünkü Pınar ne yapmışsa artık, Çınar ona öfkeliydi.

Esma Teyze ve Süleyman Amca bize hal hatır solma faslına girince birbirimize nasıl olduğumuzu sorduğumuz kısa bir konuşma yaptık. Sonrasında herkes bir an da susunca göz ucuyla odadaki herkese bakmaya başladım. Bu sessizliği kim bozacak diye beklerken Süleyman Amca Esma Teyze’ye dönüp “Hatun, neden topladınız bizi? Hadi söyleyin artık çünkü belli ki çocuklar da merak ediyorlar.” deyince Esma Teyze “Tamam canım.” deyip bana döndü.

“Erva, ben seninle bir şey konuşacaktım.”

“Seni dinliyorum Esma Teyze.”

“Kızım, şimdi benim bir yeğenim var. Adı Berke. Kerem yaşlarında o da. Akıllı, efendi, aklı başında; yüzü gözü düzgün bir çocuktur.”

Ben, olay nereye varacak diye beklerken Kerem “Eee anne, neden durduk yere Berke’den bahsediyorsun ki şimdi Erva’ya?” diye sorunca Esma Teyze “Şundan tabii ki oğlum.” deyip bakışlarını Kerem’den bana çevirdi. “Ben diyorum ki, siz bi’ Berke’yle buluşup konuşsanız. Bakarsın anlaşırsınız ve bunun sonu da hayırlı olur.” dediğinde ben şaşkınlıktan ne diyeceğimi bilemezken Kerem “Anne, ne diyorsun sen Allah aşkına?” diye sordu kısık ama burnundan soluduğunu fazlasıyla belli ettiği bir ses tonuyla.

Esma Teyze “Baktım oğlumun evleneceği yok, dedim bari yeğenimin evlenmesine vesile olayım.” dedi. Kerem cevap vereceği sırada annem ona seslenince ona dönüp “Efendim Sevil Teyze?” dedi.

Annem “Bende seninle bir şey konuşacaktım.” deyince Kerem “Seni dinliyorum Sevil Teyze.” dedi.

“Benim, aynı hastanede çalıştığım bir hemşire arkadaşım var. Onun da Erva’dan birkaç yaş büyük bir kızı var. Adı Cemre. Bende diyecektim ki, sende istersen bi’ Cemre’yle görüş. Bakarsın siz de anlaşırsınız ve bunun sonu hayırlı biter.”

Sakin tutmaya çalıştığım sesimle “Anne, ne diyorsun sen Allah aşkına?” diye sordum. Annem bana dönüp “Bende baktım ki kızım evliliğe hiç sıcak bakmıyor, dedim bari arkadaşımın kızına bir faydam olsun.” deyince Pınar kıkırdamaya başladı. Kerem’le anlaşmış gibi uyarırcasına “Pınar!” dediğimizde Pınar ağzına fermuar çeker gibi yapıp Çınar’ı kucağımdan aldı.

Kerem, Esma Teyze’ye dönüp “Anne, Erva Berke’yle falan görüşmeyecek.” deyince bende ona dönüp “Sende Cemre’yle görüşmeyeceksin Kerem.” dedim. Burada soruların muhatabı annelerimiz değil, bizdik sonuçta ve bende bu yüzden direkt Kerem’i uyarmıştım.

Kerem bana dönüp “Sende Berke’yle görüşmeyeceksin o zaman.” deyince “Ya görüşmek isteyen kim zaten? Şu an içine düştüğümüz saçmalıktan sadece bunu mu çıkardın Kerem?” diye sordum.

“Ne dememi bekliyordun ki Erva? Annem karşıma geçmiş, bir de sanki özellikle seçmiş gibi koca sülalede en sinir olduğum kuzenimle görüşmeni istiyor. Nasıl bir tepki vermemi bekliyordun ki?”

“Bende seninle aynı durumdayım Kerem. Hatta daha kötü bir durumdayım çünkü annemin bahsettiği kişiyi tanımıyorum bile.”

“O zaman mesele kapanmıştır güzelim. İkimizde kimseyle görüşmüyoruz. Hatta şu an artık bize birilerini bulmaktan vazgeçsinler diye kararlaştırdığımız gibi ailelerimize birbirimizi sevdiğimizi söylüyor ve evlilik hazırlıklarına başlıyoruz.”

Cevap vereceğim sırada hemen karşımızda oturan ailelerimizin bizi izledikleri aklıma gelince göz ucuyla bize muzipçe sırıtarak bakan ailelerimize baktım. Kerem de durumun farkına varıp onlara dönünce Pınar kendini tutamayıp kahkahalarla gülmeye başladı. Ben anneme, durumu nasıl anlatacağım diye düşünürken, Kerem’le girdiğimiz tatlı münakaşa ve buna neden olan tatlı kıskançlıklarımız meseleyi tamamen halletmiş, geriye bize şu an da yüzünde bu durumdan fazlasıyla memnun olduklarını belli eden ailelerimizin tatlı bakışlarını getirmişti. Geriye tek bir şey kalmıştı. O da her şeyi en başından, olduğu gibi anlatmaktı.

 

 

 

 

 

Vee... Bölüm sonu :)

Uzun, hatta benim için çok uzun bir bölüm oldu ama eğlenceli de oldu bence.

İnşallah beğenmişsinizdir. Beğendiyseniz aşağıdaki yıldızı parlatın olur mu ;)

Yeni bölümde görüşmek üzere. Kendinize iyi bakın, Allah'a emanet olun 🤍

 

 

Bölüm : 17.01.2025 17:16 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...