Selamünaleyküm :)
Nasılsınız bakalım? Benim finaller başladı diye çok yorgunum bana dua edin olur mu 🫣
Yeni bölüm geldi. Bu bölüm benim için çok önemli kardeşlerim çünkü günümüzün en önemli meselelerinden birine, Filistin meselesine değindim. İnşallah beğenirsiniz.
İyi okumalar dilerim 🤍
~ ERVA
Filistin tarihi, en modern silahlarla ve teknolojiyle donanmış düşmana karşı imanı ve iradesiyle başkaldırmış bir halkın tarihidir. (Yoldaki Mühendis, Sayfa 20)
Ne güçlü bir halk. Allah’a inanmaktan vazgeçmeyen bu güzel insanların zaferini görmeyi bizlere nasip eyle Allah’ım.
Ettiğim duaya amin, diye mırıldanıp kitabımı okumaya devam ettim. Sabah namazından sonra uykum olmadığı için yeni bir kitaba başlamıştım. Son zamanlarda gündemimizi meşgul eden çok önemli bir mesele vardı: FİLİSTİN. Kardeşlerimiz için elimden sadece dua ve boykot etmek gelirken bunlara yeni bir şey de eklenmişti Elhamdülillah. Okulun ilk haftası İlahiyat Fakültesi’nden bir grup gençle tanışmıştım. Filistin için çok güzel yardımlar düzenliyorlardı. Bu davanın bizim de davamız olduğunu ve sesimizi daha çok kişiye duyurmamız gerektiğini düşünerek çok güzel işlere imza atıyorlardı. Onlara katılmak ve bu dava için elimden geleni yapmak istediğimi söylediğimde beni de aralarına almışlardı. Tabi Pınar ve Mete’yi de. Allah’ın izniyle birlikte çok güzel işlere imza atacak, sesimizi daha çok kişiye duyuracaktık.
Saat sekize gelirken kitabımı kapatıp ayaklandım. Saat dokuzda dersim vardı ve vakit kaybetmeden evden çıksam iyi olacaktı. Kitabımı çantama koyup hızla ayaklandım. Çınar’ı kedi çantasına koyup hızla evden çıktım. Dün Esma Teyze’yle konuşmuştum. Bugün Çınar onlarda kalacaktı. Annem işte, bende okulda olduğumdan ve Çınar henüz küçük olduğundan evde tek başına bırakmak istemiyordum. Apartmanda herkes tarafından çok sevildiği için her gün kalacağı bir yer mutlaka oluyordu. Genelde Ayça Ablalar’da kalırdı ama bugün Ayça Abla evde olmadığı için onlarda kalamayacaktı.
Kapıyı kilitledikten sonra karşı dairenin zilini çaldım. Esma Teyze kapıyı her zamanki gibi yüzünde içten bir gülümsemeyle açıp “Erva, hoş geldin kızım.” deyince gülümseyip “Hoşbuldum Esma Teyze’m. Nasılsın?” diye sordum.
“İyiyim çok şükür. Sen nasılsın?”
“Elhamdülillah iyiyim bende. Teşekkür ederim.” deyip Çınar’ın kedi çantasını uzattım. Esma Teyze Çınar’ı alıp “Gel bakalım buraya.” dedi.
“Çınar sana emanet Esma Teyze. Akşama alırım.”
“Tamam kızım. Sen merak etme.”
“Çok sağol Esma Teyze. Ben müsaadeni isteyeyim artık. Dokuzda dersim var da.”
“Müsaade senin güzel kızım. Allah zihin açıklığı versin. İyi dersler.”
“Teşekkür ederim. Görüşürüz. Allah’a emanetsiniz.”
Esma Teyze “Sende.” deyip içeri geçince bende hızla merdivenlere yöneldim. Apartmandan çıkınca vakit kaybetmeden durağa doğru hızlı adımlarla yürümeye devam ettim. Durağa varmamla otobüsün gelmesi bir olunca da hızla otobüse bindim. Oturulacak yerler hep dolu olduğundan boş bir köşeye geçtim. Kafamı camdan dışarı çevirip akıp giden yolu izlemeye başladım.
Şu birkaç hafta fazlasıyla hızlı geçmişti. Elif ve Alper artık evlilerdi ve kendi evlerindelerdi. Ege Ankara’ya, Melih de Trabzon’a dönmüştü. İkisini de şimdiden çok özlemiştim. Ege, askerlik için gerekli sınavlara girmişti ve sonucunu bekliyordu. Melih de bu sene TUS’a girmediği için şu an sınavlara hazırlanıyordu. Aslında TUS’a girmemesinin nedenini biliyordum. Melih Filistin’e gitmek istiyordu. Orada gönüllü olarak doktorluk yapmak istiyordu ama annesi bunu istemediği için gidememişti.
Babası yıllar önce, o daha çok küçükken onları terk etmişti. Melih onu hiç hatırlamıyorum ve hatırlamak da istemiyorum demişti. Dıştan eğlenceli, pozitif ve etrafına neşe saçan biriydi ama içinde kim bilir ne fırtınalar kopuyordu. Gitmeden birkaç gün önce anlattığı hikayesini öğrendiğimden beri sürekli onun için dua ediyordum ve gruptan da sık sık konuşuyorduk. İnşallah her şey istediği gibi olacaktı.
Okula varınca daldığım düşüncelerden sıyrılıp hızla otobüsten indim. Dersimin başlamasına on dakika kaldığını fark edince hızımı kaybetmeden dersimin olduğu amfiye geçtim. Ön tarafta boş bir yere geçip oturdum. Çantamdan ders notları ve kalemlerimi çıkarıp hocanın gelmesini beklemeye başladım. Beş dakika kadar sonra hoca geldi ve dersimiz başladı. Bu sene zor geçecekti belli ki çünkü hocalarımız ilk haftadan bunu ders içeriğini açıklarken fazlasıyla belli etmişlerdi. Esra Hoca, imza kağıdını uzatıp derse geçince tüm dikkatimi ona verdim bu yüzden çünkü sınavlardan düşük almaya niyetim yoktu. Bunun için de derslerime dört elle sarılmam gerekiyordu.
İki saat süren ders bitince çok şükür, diye mırıldanıp kitaplarımı toplamaya başladım. Çantamı takıp hızla amfiden çıktım. Telefonumu çıkarıp derste olduğum için aramasına dönemediğim Ecrin’i aradım. Ecrin, üçüncü çalışta açıp “Selamünaleyküm Erva Abla.” deyince “Aleykümselam Ecrin. Kusura bakma derste olduğum için açamadım.” dedim.
“Estağfurullah ne kusuru. Önemli değil. Biz Özgürlük Savaşçıları olarak bu hafta sonu Filistin adına yürüyüş düzenleyeceğiz. Sende katılır mısın diye sormak için aramıştım.”
“Gerçekten mi? Çok isterim. Hatta sorun olmayacaksa bazı arkadaşlarımı da çağırabilir miyim?”
“Sorman hata Erva Abla. Elbette çağırabilirsin. Ne kadar kalabalık olursak o kadar iyi sonuçta. Mete ve Pınar’a da sen haber verirsin o zaman.”
“Olur veririm. Hem cumartesi hem de pazar günü mü olacak bu arada?”
“Evet. Nerede yapacağımızı ve saatini falan Yusuf Ağabey'im belirleyecek. Ben ona göre sana yazarım, olur mu?”
“Olur canım. Teşekkür ederim.”
“Rica ederim. Görüşürüz.”
“Görüşürüz. Allah’a emanetsin.”
“Sende.”
Aramayı sonlandırdıktan sonra ilk işim Pınar ve Mete’ye mesaj atıp derslerinin bitip bitmediğini sormak oldu. Pınar mesajı atar atmaz görüp dersinin çoktan bittiğini yazınca kantinde buluşalım yazdım ona. Mete de mesajımı görmediği için hala derste olduğunu anlamış oldum ve telefonumu cebime koyup hızlı adımlarla kantine geçtim. Boş masalardan birine geçip Pınar’ın gelmesini beklemeye başladım.
Birkaç dakika sonra Pınar yorgun bir halde yanıma gelip “Selamünaleyküm Erva Abla.” deyince “Aleykümselam. Hoş geldin Avukat Hanım.” dedim.
Pınar karşımdaki sandalyeyi çekip oturduktan sonra “Ya daha çok var avukat olmama. Of, ikinci haftadan üniversiteden soğumam normal mi Erva Abla?” diye sorunca gülerek “Açıkçası normal değil Pınarcık. Sen neden bu kadar yorgunsun ayrıca?” diye sordum.
“Ya sabahın körüne ders vermişler Erva Abla. Nasıl yorgun olmayayım? Allah’tan bugün Perşembe. Yarın da geliyorum ve bu hafta bitiyor. Hafta sonunu uyuyarak geçireceğim.”
“Pınarcık, bu hafta sonunu uyuyarak geçirmesen olur mu?”
Pınar şalının kenarını düzeltip “Neden Erva Abla?” diye sorunca “Özgürlük Savaşçıları bu hafta sonu için Filistin adına yürüyüş düzenleyeceklermiş. Ecrin aradı ve gelip gelemeyeceğimizi sordu. Ben kendi adıma gelirim dedim. Size de sormamı istedi. Sende gelir misin?” diye sordum.
Pınar hızla “Ciddi misin? Tabi ki gelirim Erva Abla.” deyince “Tamam o zaman. Saati Ecrin bana yazacak. Bende sana ve Mete’ye yazarım. Hatta gruptan diğerlerine de soracağım. Gelmek isteyen olursa hep beraber gideriz." dedim.
Pınar suratını buruşturup “Bu arada, o Gaye denilen yelloz da gelecek mi?” diye sorunca gülerek “Bilmiyorum Pınarcık.” dedim.
Pınar dirseklerini masaya dayayıp ellerini yanaklarına koydu. Sertçe nefesini verip “Ya o yelloz Mete’ye asılıyor Erva Abla. Mete Bey’de hiçbir şey demiyor, sinir oluyorum.” deyince kendimi tutamayıp gülmeye başladım. Bu benim kaderimdi galiba. Elif ve Alper bitmiş, sıra Mete ve Pınar’a gelmişti ama bu durum daha farklıydı. Pınar Mete’yi seviyordu ama maalesef ki Mete için aynı şey söz konusu değildi çünkü Pınar’ı kardeşi gibi gördüğünü fazlasıyla belli ediyordu ve bu durum Pınar’ı sadece üzüyordu.
"Pınarcığım, inan bana Mete’nin umurunda değil. Hatta rahatsız da oluyor ama yanlış bir şey yapmamak için umursamıyormuş gibi davranıyor. Yoksa bu durum onu da fazlasıyla rahatsız ediyor.”
“Ciddi misin Erva Abla?”
“Evet canım, ciddiyim.” deyip ayağa kalktım.
“Bu yüzden üzülme artık, tamam mı?”
Pınar başını sallayıp neşeyle “Tamam.” deyince gülümseyip “Aferin sana Pınarcık. Neyse, ben bize kahve alıp geliyorum yoksa sen şuracıkta uyuyakalacaksın. Sonra da yemekhaneye geçeriz olur mu?” diye sordum.
Pınar başını sallayınca kahve almak için yanından ayrılıp sıraya girdim. Beş dakikalık bir bekleyişin sonunda sıcak kahvelerimizi alıp yeniden Pınar’ın yanına geçtim. Bardaklardan birini uzattığımda Pınar “Teşekkür ederim.” deyince “Rica ederim.” deyip karşısındaki yerime geçtim.
Pınar, bir yandan telefonundan bir şeylere bakıp diğer yandan da kahvesini içerken bende sessizce duruyordum. Bu şekilde geçen on dakikanın sonunda ikimizde yemekhaneye geçmek için ayağa kalktık. Yemekhaneye girdiğimizde ilk işimiz uzun sıraya girmek oldu. Sonunda sıra bize gelince yemeklerimizi alıp boş bir yere geçtik. Birkaç dakika sonra Mete de yanımıza gelince ona da kısaca durumu anlatıp hafta sonu müsait olup olmadığını sordum. Mete, kesinlikle katılacağını söyleyince teşekkür edip sessizce yemeğimi yemeye devam ettim.
Yemekhaneden çıktığımızda Pınar Hukuk Fakültesi, Mete de Mühendislik Fakültesi’ne geçerken bende hızla Eğitim Fakültesi’ne geçtim. İlk işim mescide geçip vakit kaybetmeden öğle namazını kılmak oldu. Namazdan sonra dersimin başlamasına on dakika kaldığını görünce hızla mescidden çıkıp sınıfıma geçtim. Boş sıralardan birine geçip oturdum ve sıkıcı geçeceğinden emin olduğum dersin başlamasını bekledim.
Selim Hoca, her zamanki gibi tam vaktinde sınıfa girip “Merhaba gençler. Evet, vakit kaybetmeden derse geçelim.” deyince yanılmadığımı anlamış oldum. Çantamdan ders notlarımı çıkarıp dersi dinlemeye başladım.
İki saat süren dersin sonunda Selim Hoca sınıfın yarıdan fazlasının uyuduğunu, kalan yarısının da artık uyumak üzere olduğunu görünce “Küçük bir ara verelim gençler.” dedi.
Uyuyanlar bir an da başlarını masalarından kaldırıp “Hayır hocam, bitirelim artık, lütfen.” diye itiraz moduna geçtiklerinde Selim Hoca sınıfı susturup “O zaman kalan kısımdan siz sorumlusunuz. Haftaya yeni konuya geçiyorum.” deyince sınıfça kabul ettik. Zaten slaytları okuyup okuyup geçiyordu. Pek bir değişiklik olmayacaktı.
Saat üç buçuğa gelirken Pınar ve Mete’ye dersimin bittiğini ve eve geçeceğimi yazıp okuldan çıktım. Durağa geçip kulaklığımı çıkarıp taktıktan sonra müzik listeme girdim. Dinleyeceğim şarkıyı açıp otobüsün gelmesini beklemeye başladım. Otobüs gelince binip, boş bir yere geçip oturdum. Kafamı cama yaslayıp yolu izlemeye başladım. Yarım saat boyunca hiç kıpırdamadan kaldığım o halden, ineceğim durağa gelince çıktım. Otobüsten inip yavaş adımlarla apartmana doğru yürümeye başladım. Apartmanın önüne geldiğimde Kerem’in arabasını görünce elimle alnıma vurup “Of, lütfen evde olma Kerem.” diye mırıldandım ama evde olduğundan da emindim nedense.
Adımlarımı hızlandırıp apartmana girdim. Merdivenlere yönelirken “Yapacağın şey belli Erva.” diye mırıldandım önce.
Merdivenlerden çıkmaya başlarken de “Önce evin kapısını açacak, sonra da ayakkabılarının bağcıklarını çözeceksin.” diye devam ettim.
Bizim katın başına gelince “Bildiğin bütün duaları okuduktan sonra da Allah’ım, lütfen kapıyı Kerem açmasın, diye bir dua edip zile basacaksın. Sonrasında da Çınar’ı alıp hızla eve geçeceksin. Bu kadar.” deyip çantamdan anahtarlarımı çıkardım. Kapıyı açtıktan sonra bağcıklarımı da çözüp karşı dairenin zilini çaldım. Saniyeler içerisinde kapıyı Esma Teyze açınca rahatlamanın verdiği etkiyle nefesimi verip gülümseyerek “Selamünaleyküm Esma Teyze.” dedim.
“Aleykümselam. Hoş geldin Ervacığım.”
“Hoş buldum Esma Teyzeciğim. Çınar’ı almaya gelmiştim de. İnşallah bir sorun çıkmadı.”
“Yok kızım bir sorun çıkmadı. Bir de ben vakit geçiremedim ki onunla. Sen bırakıp gittikten birkaç saat sonra Kerem geldi. Pınar kadar o da seviyor Çınar’ı, biliyorsun. Aldı götürdü odasına. Bir ara baktım oyun oynuyorlar, bıraktım o halde ikisini de.”
Esma Teyze’nin dediklerine gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Kerem’in Çınar’la oyun oynadığı anları görmeyi çok isterdim. Düşüncesi bile beni gülümsetiyorken, izlemesi kim bilir nasıl olurdu?
Esma Teyze “Öyle işte kısaca. Dur ben çağırayım da getirsin Çınar’ı Kerem.” deyince yüzümdeki gülümsemem anında soldu. Esma Teyze Kerem’e seslenince başımı önüme eğip beklemeye başladım ama Kerem’den cevap gelmedi.
Esma Teyze “Ben gidip bi’ bakayım. Hemen geliyorum.” deyince başımı sallayıp “Tamam.” dedim.
Birkaç dakika sonra beklediğimin aksine Esma Teyze değil de kucağında Çınar’la Kerem gelince bakışlarımı direkt Çınar’a çevirdim. Kerem tok sesiyle “Selamünaleyküm Erva.” deyince bakışlarımı Çınar’dan ayırmadan “Aleykümselam Kerem.” dedim onunkinin aksine daha kısık bir sesle.
Kollarımı öne doğru uzatıp “Çınar’ı alabilir miyim?” diye sorduğumda Kerem bir tepki vermedi. Vermediği gibi konuşmadı da… Başımı kaldırıp ona baktığımda, donuk yüz ifadesi yavaşça yutkunmama sebep oldu. Kısa süren bakışmada gözlerini ilk kaçırıp önüne dönen yine ben oldum fakat onun keskin bakışlarını üzerimde hissediyordum.
“Neyin var senin Erva?”
Az öncekine oranla yumuşak bir sesle sorduğu soru beni şaşırttı. Üzerimdeki şaşkınlık yerini korurken kekeleyerek “Y-Yok… Yok bir şeyim.” demekle yetindim.
Kerem ikna olmamış olacak ki “Var bir şeyin. Çok belli.” dedi hızla.
Sertçe nefesimi verip “Yok bir şeyim dedim ya. Neden ısrarla bir şeyim olduğunu iddia ediyorsun, anlamadım?” dedim.
“Peki, madem bir şeyin yok, neden benden kaçıyorsun?”
Çünkü seni seviyorum Kerem. Ama sen başkasını seviyorsun. Bu yüzden kaçıyorum senden, belki unuturum seni diye ama beceremiyorum işte. Nefretten hiç hoşlanmayan ben, ilk defa bir şeyden nefret ediyorum Kerem. Seni unutmayı beceremediğim için nefret ediyorum kendimden.
Dilimin ucuna gelen, haykırarak söylemek istediğim o cümleleri söyleyememek gözlerimin dolmasına neden oldu. Anlamıştı ondan kaçtığımı ama nedenini anlamamıştı. Ya da anlayamamıştı. Sorduğu soruya verecek bir cevabım vardı. Ama bunu dile getirecek cesaretim yoktu.
Şu an bu durumdan kurtulmak ve Kerem’in bana aynı soruyu yeniden sormaması için besmele çekip bildiğim duaları okumaya başladığım an Esma Teyze elinde Çınar’ın kedi çantası ve oyuncaklarıyla gelince çok şükür, diye mırıldandım. Esma Teyze’nin elindekileri aldıktan sonra “Teşekkür ederim Esma Teyze.” deyip çantayı açtım. Çınar’ı içine koyması için Kerem’e doğru uzattığımda Kerem birkaç adımda yanıma gelip Çınar’ı yavaşça çantaya koydu.
Bana doğru eğilip kısık sesle “Bu konuyu daha sonra konuşacağız güzel gözlü.” deyip geri çekildi. Kurduğu cümlenin bu konuyu daha sonra konuşacağız kısmının beni ilgilendirmesi gerekiyordu ama güzel gözlü kısmı kalbimi epey bir meşgul ettiğinden, beynim mantıklı düşünemiyordu. Kerem “Görüşürüz Erva.” dediğinde zorla çıkan sesimle “Görüşürüz.” deyip Esma Teyze’ye döndüm.
“Her şey için teşekkür ederim Esma Teyze.”
“Rica ederim Ervacığım. İstediğin zaman da bırakabilirsin Çınar’ı.”
“Sağolun. Ben müsaadenizi isteyeyim. Allah’a emanetsiniz.”
İkisi de aynı anda “Sende.” dediklerinde hızla arkamı dönüp eve geçtim. Kapıyı kapattıktan sonra hızımı kaybetmeden odama geçip Çınar’ı çantasından çıkardım. Çınar sepetine geçerken bende üstüme rahat bir şeyler geçirip abdest almak için lavaboya geçtim.
Abdest aldıktan sonra odama geçip ikindi namazını kılmaya başladım. Döktüm içimi derdimi veren Rahman’a. İstedim artık taşımaktan yorulduğum derdimin dermanını. Affet, diye yalvardım ettiğim küçük çaplı isyanlarımdan dolayı ve döktüm yine huzurunda içime akıtıp durduğum gözyaşlarımı.
Amin, dediğim an yine hissettim o huzuru yüreğimde. Hep bir yol vardı sonuçta öyle değil mi? Allah’a güvenenin dalı kurur muydu? Kurumazdı. Çünkü o kullarını asla yarı yolda bırakmazdı.
Elhamdülillah.
***
Saat, on ikiye gelirken vakit kaybetmeden hazırladığım, üzerinde “ÖZGÜR GAZZE, ÖZGÜR FİLİSTİN!” yazan pankart ve Filistin bayrağımı alıp odamdan çıktım. Bugün, Filistin adına düzenleyeceğimiz yürüyüş vardı. İnşallah daha fazla insana sesimizi duyuracak, soykırımın bitmesi için elimizden geleni yapacaktık. Hızlı adımlarla kapıya yönelip ayakkabılarımı çıkardım. Kapıyı açıp ayakkabılarımı önüme indirdikten sonra anneme “Anne, ben çıkıyorum.” diye seslendim.
Annem oturma odasından “Tamam kızım. Dikkatli olun.” diye cevap verdi.
“Tamam, merak etme. Görüşürüz.”
“Görüşürüz.”
Öne doğru eğilip ayakkabılarımı giydim. Doğrulup kapıyı kapattıktan sonra Pınar’ı çağırmak için karşı dairenin zilini çaldım. Saniyeler içerisinde Pınar kapıyı açıp neşeyle “Selamünaleyküm Erva Abla.” deyince gülümseyip “Aleykümselam Pınarcık. Hazır mısın?” diye sordum.
Pınar başını sallayıp “Hazırım. Çok iyi dinlendim. Akşama kadar yürüyebilirim.” deyince gülerek “Aferin sana. Hadi ayakkabılarını giy de çıkalım artık vakit kaybetmeden.” dediğimde Pınar dediğimi yapıp hızla ayakkabılarını giydi.
Doğrulup kapıyı kapattığında “Hadi gidelim.” deyip merdivenlere yöneldim. Bir alt kata indiğimizde Mete’nin de çoktan çıktığını ve bizi beklediğini görünce gülümseyip “Selamünaleyküm ablacığım. Yine tam zamanında hazırsın. Aferin sana.” dedim.
Mete gülümseyip “Aleykümselam Erva Abla. Evet, hazırım. Sabah namazından sonra uyumadım hatta. Çok heyecanlıyım böyle güzel bir şeye ortak olduğum için.” deyince Pınar’a dönüp “Biri de seninle aynı durumda.” dedim.
Mete de Pınar’a dönüp “Pınar benden de heyecanlı Erva Abla. İki gündür bugünü sabırsızlıkla beklediğini söyleyip duruyor.” dedi.
Bana dönüp “Bu arada Alper Ağabey, Elif ve Sema Abla gelmişler. Dışarıda bizi bekliyorlar. Alper Ağabey az önce mesaj attı.” deyince “E hadi inelim daha fazla bekletmeden.” deyip hızlı adımlarla aşağı inmeye başladım.
Apartmandan çıktığımızda Mete’nin dediği gibi Alper, Elif ve Sema çoktan geldiklerini ve Kerem’le konuştuklarını. Mete ve Pınar onlara yönelirlerken, bende arkalarından yavaş adımlarla yanlarına geçtim. Kerem’den kaçma planlarımı her seferinde yüzüme gözüme bulaştırdığımdan buna son vermiştim ama uzak durmaya da devam ediyordum. Bu şekilde davranınca duygularım değişecek, ona olan sevgim azalacak sanıyordum ama azalacak yerde her geçen gün daha fazla büyüyordu ve ben buna karşı koyamıyordum. Başım yerde, kalbimin içimde atıp durduğu çığlıklardan dolayı duyamadığım konuşmaların bitmesini beklerken, beni kendime getiren, Kerem’in “Tamam mı Erva?” diye sorduğu soru oldu.
Duyduğum soru, bir an afallamama neden olurken başımı kaldırıp yüzüne bakmadan “Ne tamam mı?” diye sordum Kerem’e.
“Sen beni dinliyor musun?”
“Hayır.”
Kerem artık onun için refleks haline geldiğini düşündüğüm şeyi yapıp elini saçlarına götürdü. Sağ eliyle saçlarını karıştırıp “Dikkatli olun diyordum. Yaptığınız şey çok güzel ama maalesef ki herkes sizin gibi düşünmüyor. Sizi kışkırtmak, kavga çıkarmak isteyenler olacak ama onlara aldırmayın. Buna tamam mı diye sordum.” dedi.
Başımı yeniden önüme eğip sesimi çıkarmadım çünkü tamam değildi. Eğer biri bize çatar, kardeşlerimiz hakkında saçma sapan şeyler söylerse, kimse beni tutamazdı. Kerem yeniden “Erva, tamam mı?” diye sorunca tamam tamam, diye geveledim.
Kerem, sabrını zorladığımı belli eden bir sesle “Söz ver Erva.” deyince nefesimi verip “Kavga etmemek için çabalayacağıma söz veriyorum.” dedim alayla.
“Çabala demedim. Direkt etmeyeceksin.”
“Denerim.”
“İyi edersin. Umarım gün sonunda kolunda kelepçeyle karşıma çıkmazsın.”
Kafamı kaldırıp “Çıkarsam ne olur?” diye sordum. Kız arkadaşın çok mutlu olur mesela. Hele bir de beni tutuklarsan yine ahtapot gibi sarar kollarını sana. Son dediklerimi içimden söyledim ama yüzüne söylememek için zor tuttum kendimi.
Kerem soruma “Seni, nezarethanemizde bir süre misafir etmek zorunda kalırım.” diye cevap verince sinirle alt dudağımı ısırmaya başladım.
Hadi ya çok korktum. İyi, artık kız arkadaşınla da beni ziyarete gelirsiniz. Derin bir nefes alıp dilimin ucuna gelen bu cümleleri de yuttum.
“Büyük memnuniyet duyarım.” dediğimde Kerem “Erva!” dedi uyarırcasına.
Diğerleri şaşkınlıkla bizim atışmamızı izlerlerken ikimizden de ses çıkmadı. Başım önümde sesimi çıkarmadan beklemeye devam ederken yardımıma, çalan telefonum yetişti. Kurtuldum diye sevinerek çantamdan telefonumu çıkarıp aramayı cevapladım.
“Efendim Ecrin.”
“Selamünaleyküm Erva Abla. Biz, yürüyüşe başlayacağımız caminin oraya varmak üzereyiz. Önce öğleyi kılacak, sonra başlayacağız. Size de haber vermek istedim.”
“Aleykümselam Ecrin. İyi yaptın. Biz de şimdi çıkıyoruz. Dediğim gibi, cami bize yakın olduğundan on dakikaya orada oluruz.”
“Tamam Erva Abla. Biz de birazdan oradayız. Görüşürüz.”
“Görüşürüz.” dedikten sonra aramayı sonlandırıp “Ecrinler varmak üzerelermiş. Geç olmadan bizde gidelim. Hadi.” deyip apartmanın çıkışına doğru yürümeye başladım. Bahçe kapısını açıp çıktıktan sonra diğerlerinin gelmesini beklemek için durdum. Geldiklerinde onlara dönüp fark ettirmeden Kerem’e baktığımda apartmana girip kapıyı kapattığını gördüm. Gerçi ona kapatmak denirse… Bildiğin kırarcasına çarpmıştı kapıyı öküz.
Yeniden önüme dönüp “Gidelim hadi.” deyip hızlı adımlarla yürümeye başladım. Yürüyüşü bize on dakika kadar uzaklıkta olan caminin oradan, ana caddeye kadar yapacaktık. Pazar günü de Kayseri’nin kalabalık yerlerinden biri olan Cumhuriyet Meydanı’nda yapacaktık. Orası hafta sonları kalabalık olurdu ve bu da sesimizi daha çok kişiye duyurmak için iyi bir fırsat demekti.
Sema yanıma gelip “Erva, sana bir şey sorabilir miyim?” deyince ona dönüp “Sorabilirsin.” dedim.
“Kerem’le aranız neden böyle? Biriniz ateş, ötekiniz barut sanki. Yan yana gelince patlıyorsunuz.”
“Yok bir şey Sema.”
Pınar elini omzuma koyup “Kavga falan mı ettiniz?” diye sorunca başımı hayır anlamında salladım. Elif de aynı soruları sordu ama sorularına sessiz kalmakla yetindim. Benden cevap alamayacaklarını anladıklarında "Bu konuyu daha sonra konuşacağız.” deyip caminin önündeki kalabalık gruba doğru yürümeye başladılar.
Ecrin beni fark edince hızla yanıma gelip sarıldı. “Hoşgeldiniz Erva Abla.” deyince bende ona sarılıp “Hoşbulduk canım.” dedim.
Ecrin beni bırakıp bu sefer de Pınar’a sarıldı. Sema ve Elif’e sarılıp Alper ve Mete’ye de “Sizde hoşgeldiniz.” deyip bana döndü.
Okulda tanıştığım diğer arkadaşlar da yanımıza gelince Elif ve Alper’i gösterip “Arkadaşlar, size bahsettiğim evli çiftimiz Alper ve Elif.” dedim. Daha sonra da Sema’yı gösterip “Bu güzel hanımefendi de arkadaşım Sema. Bugün onlar da bize katılacaklar.” dedim.
Yusuf Alper’in, eşi Benan da Elif ve Sema’nın yanına geçip onlarla konuşmaya başladıklarında gülümsedim. Yeni tanıştıkları insanlara bile çok içten yaklaşan bu güzel insanları iyi ki tanımışım dedim bir kez daha içimden.
Kısa süren tanışma faslından sonra Ecrin yanıma gelip “Hadi bizde öğleyi kılalım geç olmadan. Birazdan başlayacağız çünkü.” deyince onu onaylayıp camiye geçtik. Kadınlar bölümüne geçip kalabalık camide zor bela boş yer bulup vakit kaybetmeden öğleyi kıldık. Namazdan sonra dışarı çıkıp bizden sonra namaz kılmak için içeri geçen grubun çıkmasını beklemeye başladık. Sonunda herkes gelince Yusuf kalabalık gruba seslenip hepimizi etrafında topladı.
“Selamünaleyküm kardeşlerim. Hepiniz hoş geldiniz. Kutlu davamız Filistin adına yapacağımız yürüyüşe katıldığınız için Allah hepinizden razı olsun. Sözü fazla uzatmadan yürüyüşümüzü başlatalım. Hepimiz, önde bizi yönlendirecek olan Ecre Abla ve Ahlas Ağabey’imi takip etsin lütfen. Allah, yardımcımız olsun. Özgür Gazze, özgür Filistin!”
Yusuf’un son cümlesini hepimiz bağırarak söyledik.
“Özgür Gazze, Özgür Filistin!”
Ecre Abla ve Ahlas Ağabey ilerlemeye başlayınca kalabalık grupta hareketlendi. Sema, Elif ve Alper az önce tanıştıkları Ecre Abla ve Ahlas Ağabey’in yanına geçerlerken Mete ve Pınar da okuldan bazı arkadaşlarının yanlarına geçtiler. Bende en arkalarda, bu dava için okulda tanıştığım grupla yürüyor, bir yandan da başım önümde buraya gelmeden olanları düşünüyordum.
Kerem, artık benden nefret ediyor gibiydi ama ben ondan nefret edemiyordum bir türlü. Kendimden onu uzaklaştırayım derken, onu kendimden uzaklaştırmıştım. Canım acıyordu ve ne yapmam gerektiğini de bilmiyordum. Keşke onun o polis olduğunu hiç öğrenmeseydim. Hep bir hayal olarak kalsaydı benim için. O zaman belki daha az acı çekerdim ya da çekmezdim.
“Ne düşünüyorsun böyle dalgın dalgın?”
Batuhan’ın sorusuyla başımı önümden kaldırıp göz ucuyla ona baktım fakat o bana değil, karşıya bakıyordu.
Önüme dönüp “Boşver, öyle dalmışım.” dedim.
“Üzgün görünüyorsun ama.”
“Bir konuda kafam çok karışık ve ne yapacağımı bilmiyorum.”
“Sabredeceksin. Derdi veren dermanını da verir elbet. Üzülme.”
“Haklısın da… Of, bilmiyorum Batuhan. Tek bildiğim artık çok yorulduğum.”
“Şöyle düşün Erva: Şu an bir savaşın ortasında değilsin. Ailen yanında, sevdiklerin yanında ve ülkende özgürce yaşıyorsun. Bir lokma ekmeğe de muhtaç değilsin Elhamdülillah. Kafanı meşgul eden bir sorunun var ama derdi verenden dermanını isteyecek imkanın da var. Bu imkanlara sahip olmayanlar ne yapsın peki?”
Batuhan’ın söyledikleriyle kendimden çok utandım. Kardeşlerimiz orada zalimlerin zulmüne, kötülüklerine maruz kalırlarken ben burada çektiğim aşkın acısına üzülüyordum. Hem de beni sevmediğini düşündüğüm biri yüzünden. Elimin tersiyle hızla sol gözümden akan yaşı silip Batuhan’a döndüm.
“Teşekkür ederim Batuhan. Haklısın, çok haklısın hatta. Ben hiç böyle düşünmemiştim. Allah bir daha beni böyle düşüncesiz olmaktan korusun.”
Batuhan gülümseyip “İnan bana sen çok düşünceli bir kızsın Erva. Seninle ilk tanıştığımız gün bile bunu fark ettim. Üzme artık kendini. İnşallah Rabbim kalbine ferahlık verir.” deyince “Amin. Teşekkür ederim.” dedim.
Batuhan “Rica ederim.” deyip Yusuf’un yanına geçince bende yeniden önüme döndüm.
Ana caddeye geçinceye kadar da kimseyle konuşmadım ama arkadaşlarım yolda bize yüzlerinde kocaman gülümsemelerle bakan bazı güzel kalpli kardeşlerimizle konuşup onları da aramıza davet ettiler. Kabul edip katılan, şu an katılamayacağını söyleyip bize dua eden pek çok güzel insanla tanıştık yarım saatte. Daha ana caddeye varmadan on yedi kişi de aramıza katılmış, zaten fazla olan sayımız daha da artmıştı. Fakat bu güzel insanlar kadar kalbi taşlaşmış insanlar da çıkmıştı karşımıza. Boş boş yürüyeceğinize Filistin’e gidin, Arap yancıları gibi birkaç hakarete maruz kalmıştık. Şeytan diyordu git o boş konuşan ağızlarını kır ama dua etsinler ben şeytanı dinlemiyordum. Ana caddeye vardığımızda içinde bulunduğum grup, kalabalık grubumuzdan biraz geride kaldı ama koca caddede sadece Özgürlük Savaşçıları’nın sesi vardı. “Özgür Gazze, özgür Filistin!” nidalarıyla yankılanıyordu adeta cadde.
Diğerlerine yetişmek için hızımızı arttırdığımızda yanımızdan geçen bir grup genç, Yusuf ve Batuhan’a omuz atınca durmak zorunda kaldık. Yusuf’a omuz atan çocuk ona dönüp alayla “Önüne baksana.” deyince Yusuf sakince “İyi de, siz bana çarptınız.” dedi.
“Git işine ya. Hak veriyorum gerçi henüz uykudasınız ama merak etme sizi uyandırmaya bir kahve yeter.”
Cümlesini tamamlayıp elindeki boykot marka kahveyi Yusuf’a uzatıp “Çekinme iç, çok da güzel tadı var ha.” dedi yüzünde iğrenç bir sırıtışla.
“O elindeki kahve seni uyandırmaya yetmemiş belli ki.”
Arkadaşlarım dediğime gülerlerken Yusuf’a çatan çocuk sinirle bana dönüp “Ne diyorsun sen be?” dedi.
“Elindeki kahve diyorum, seni daha çok uyutuyor ama neyse ki biz varız sizi uyandırmaya merak etme. Ne demiş Malcolm X: Bütün uyuyanları uyandırmaya bir tek uyanık yeter.”
“Saçmalamanı kafandakine yoruyorum. Beyne oksijen gitmeyince…”
“En azından bende oksijenin gidebileceği bir beyin var. Senin gibi olmayanlardan değilim.”
Çocuk dediğimle kıpkırmızı kesilip üzerime doğru yürümeye başladı. Batuhan önüme geçip “Ağır ol!” deyince durup “Olmazsam ne olur lan!” dedi bağırarak.
Sinirle elindeki kahveyi alıp kapağını açtım ve üzerine döktüm. Yaptığımla birkaç adım gerileyip iğrenç bir küfür mırıldandı ama duymuştum. Sabrımı taşıran nokta, küfrü babama etmiş olmasıydı. Hızla yanına geçip yakasından tuttuğum gibi sol yanağına yumruğumu geçirip yere serdim. Diğer arkadaşı bu yaptığımla bana doğru gelince onun da karnına tekmeyi geçirip arkadaşı gibi yere serdim. İlk dövdüğüm çocuk patlamış dudağındaki kanı elinin tersiyle silip yeniden üzerime yürüdü. Arkadaşlarım onun diğer arkadaşlarını tuttukları için fark etmemişlerdi.
Tam önümde durup “Güzel de kızsın aslında. Ne diye yobaz düşüncelerle o güzel kafanı kirletiyorsun ki?” diye sordu alayla. Artık beni tutabilene aşk olsun. Yüzünün diğer tarafına da yumruğumu geçireceğim sırada biri bileğimden tutunca hızla ona döndüm. Kerem’in ekibindeki polislerden biri olan Emir’i görünce şaşkınlıkla “Senin ne işin var burada?” diye sordum. Emir buradaysa Kerem de burada olabilirdi.
Emir “Bir polis olarak görevimi yapıyorum Erva.” deyip bileğimi bıraktı.
“Sakin ol lütfen.” dediğinde “Nasıl sakin olayım Emir Komiserim. Siz bana ne dediğini biliyor musunuz?” diye sordum.
“Erva, dediğim gibi sakin ol ve olayı bize baştan anlat lütfen.”
Başımı sallayıp derin bir nefes aldım. Bakışlarımı arkadaşlarıma çevirdiğimde polislerin onları da tuttuklarını görünce Emir’e dönüp kısık sesle “Kerem de burada mı?” diye sordum.
“Hayır, onun bir işi çıktı. Buraya geldiğimizden haberi bile yok. Ekipler haber verince apar topar çıktık emniyetten.”
“Anladım. Gelmemesi iyi olmuş. Bir de onun nutuklarını çekemezdim.”
Emir, dediğimle küçük bir kahkaha atıp “Neler oldu, anlatır mısın?” diye sorunca başımı sallayıp kısaca olanları anlattım. Her şeyi anlattıktan sonra dudağını patlattığım çocuk öne çıkıp “Yalan söylüyor komiserim. Biz bir şey yapmadık. Durup dururken bize çatıp hiç hoş olmayacak şeyler söylediler. Bu kız da beni ve arkadaşlarımı dövdü. Şikayetçiyim.” deyince kan beynime sıçradı artık. Emir’i kenara çekip yeniden yakasına yapıştım. O iğrenç suratının ortasına kafamı geçirip yere serdim. Emir kolumdan tutup beni geriye çekti hızla ama geç kalmıştı çünkü çocuğun burnundan kanlar fışkırıyordu.
“Derhal tutuklayın şunları.”
Kafamı, ne ara geldiğini fark etmediğim Simay’a çevirip “Buna hakkınız yok.” dedim sinirle ama polisler arkadaşlarımın kollarına kelepçeleri geçirmişlerdi bile. Simay yanıma gelip “Öyle de bir hakkım var ki.” deyip sol kolumdan tuttuğu gibi arkama geçti. Kelepçeyi koluma taktıktan sonra arkadan kilitleyip Emir’e döndü.
Emir “Simay, kızın kolunu neden arkadan kelepçeledin ki?” diye sorunca “Rahat durmayacağını bildiğim için.” dedi sanki azılı bir suçluymuşum gibi.
“Simay, bu durum başkomiserimin hiç hoşuna gitmeyecek.” deyince Simay, koluma taktığı kelepçenin zincirinden tutup “Ben görevimi yapıyorum Emir.” deyip kelepçeyi sertçe çekiştirdi. Hissettiğim acı yüzünden sertçe alt dudağımı ısırdım çünkü bileklerim çok acımış ve sanırım çok ciddi zarar görmüşlerdi.
Simay kelepçeyi çekiştire çekiştire beni polis arabalarından birinin önüne götürüp kapıyı açtı. Beni içeri koyup kendisi de ön tarafa geçti. Emir de Batuhan ve onun kız kardeşi Birce’yi getirip arabaya koyduktan sonra sürücü tarafına geçip arabayı çalıştırdı. Göz ucuyla Birce ve Batuhan’a baktığımda ikisini de başları önde gülümsediklerini gördüm.
Yavaşça yanımdaki Birce’ye dönüp “Özür dilerim çocuklar.” dedim kısık sesle. İkisi de bana döndüklerinde Batuhan daha da gülümseyip “Özür dileme Erva çünkü sen yanlış bir şey yapmadın. Sadece gülümse ve kendinle gurur duy çünkü ben seninle gurur duyuyorum. Gülümse ve bizi hiçbir şeyin durduramayacağını herkese göster.” deyince Birce “Ağabeyim haklı Erva Abla. Üzülme lütfen.” dedi.
İkisine de minnetle gülümseyip “Teşekkür ederim.” dedim. “Rica ederim.” deyip önlerine döndüklerinde bende önüme dönüp oturuşumu düzeltmeye çalıştım ama başaramadım. Kelepçe arkadan takılı olduğu ve bileklerim çok kötü sızladıkları için ne yaparsam yapayım rahat edemiyordum.
Sonunda emniyete vardığımızda Emir’le Simay arabadan indiler. Simay benim olduğum tarafın kapısını açıp yeniden kelepçenin zincirlerinden tutup çekiştirdi. Acı yüzünden bileklerim kopmuş gibi hissediyordum artık. Simay’ın yanında hızlı adımlarla yürümeye başladım. Sırf ben zorlanayım diye bu kadar hızlı yürüdüğünden emindim ama benden bu kadar nefret etmesine anlam veremiyordum. Hiçbir şey yapmamıştım ona.
Emniyet binasından içeri girdiğimizde görüş açıma uzun koridorun ortasında, yanında biriyle konuşan Kerem girdi. Başını bizim olduğumuz tarafa çevirip beni fark edince kaşları çatıldı. Hadi bana geçmiş olsun çünkü sinirli görünüyordu. Hızlı adımlarla o ve yanındaki kişi yanımıza geldiler.
Yanındaki adam, polislerden birine dönüp “Timur, hayırdır koçum bu kadar genci tutuklamışsınız?” diye sorunca adının Timur olduğunu öğrendiğim polis “Müdürüm, caddede düzenlenen yürüyüşte kavga çıktı. Biz de olaya müdahale edip kavgadan sorumlu olanları tutukladık.” deyince Benan birkaç adım öne çıkıp “Amca, biz bir şey yapmadık. Bir grup genç, arkadaşlarıma hiç hoş olmayacak şeyler söylediler. Arkadaşlarım da gereken tepkiyi verdiler.” dedi.
Bir dakika, ne demişti o? Amca mı? Emniyet müdürü demek Benan’ın amcasıydı. Diğerlerine döndüğümde yüzlerinde benimkinin aksine şaşkınlık değil de tebessüm görünce hepsinin bunu bildiklerini anlamış oldum.
Emniyet müdürü olan ağabey gülümseyip “Gel buraya küçük savaşçı. Mesele anlaşıldı şimdi.” deyince Benan onun yanına geçti. O sırada içeri dövdüğüm çocuk ve arkadaşları girince Benan kelepçeli elleriyle onları gösterip “Bakın müdürüm, onlar işte. Polisler onları tutuklamadılar ama bizi tutukladılar.” dedi. Akıllı kızdı Benan. Emniyet müdürünün amcası olduğunu söylememekle iyi yapmıştı.
Emniyet müdürü, Kerem’e dönüp “Kerem, sen küçük savaşçılarımızla ilgilen. Bende şu grupla konuşayım bi’.” deyince Kerem “Emredersiniz müdürüm.” deyip bana döndü fakat bende önüme döndüm hızla. Benan’ın amcası bize çatan pislikleri götürünce Kerem birkaç adımda yanıma gelip önümde durdu.
“Sana gün sonunda kolunda kelepçeyle karşıma çıkmazsın umarım, demiştim.”
“Denedim.”
“Bu mu denemiş halin Erva?”
Sorusuyla yanan gözlerimi kapatıp gözyaşlarımı geri itmeye çalıştım. Başımı kaldırıp “Babanı kaybettiğini ve birinin ona küfrettiğini düşün. Ne yaparsın?” diye sorduğumda Kerem şaşkınlıkla “Ne?” diye sordu.
“Ne dediğimi duydun Kerem. Denedim, gerçekten ama babamın hassas noktam olduğunu biliyorsun. O iğrenç küfrü duyunca kendimi kaybettim.”
Kerem sertçe nefesini verip “Bu konuyu daha sonra konuşacağız.” deyip Emir’e döndü. “Herkesin kolları önden kelepçeliyken Erva’nın neden arkadan kelepçeli Emir?” diye sorduğunda Emir Simay’a dönüp “Ben uyarımı yaptım başkomiserim ama…” deyip durdu.
Kerem “Derhal çıkarın şu kelepçeleri.” deyince polisler kelepçeleri çıkarmak için harekete geçtiler. Simay arkama geçip kelepçeyi yine çekiştirince sağ gözümden akan yaş yüzünden başımı önüme eğdim. Bileklerimin halini çok merak ediyordum çünkü, kesin morarmışlardı.
Kerem “Gençler, benimle gelin.” deyip önden yürümeye başlayınca yavaş adımlarla peşinden yürümeye başladım. Pınar ve diğerleri önde oldukları ve kavgaya karışmadıkları için az önce yanımıza gelmişlerdi. Pınar koşarak yanıma gelip “Erva Abla, iyi misin?” diye sorunca başımı sallayıp “İyiyim canım.” dedim.
Pınar ikna olmamış olacak ki “Ama az önce gözünden yaşlar geliyordu Erva Abla. Bu Simay denilen sarı cadı canını mı yaktı?” diye sorunca “Boşver ablacığım. İyiyim ben ayrıca.” deyip Kerem’in peşinden odasına girdim. Epey bir kalabalık olduğumuz için çoğunluk dışarıda bekliyordu. Başımı önüme eğip Kerem’in bir an önce, söyleyeceklerini söylemesini dileyerek sessizce beklemeye başladım.
Kerem, yerine geçip oturduktan sonra bize dönüp “Gençler, öncelikle kusura bakmayın. Bu olanlarda hiçbir suçunuz olmadığını ve haksız yere tutuklandığınızı biliyorum. Size tek diyeceğim, davanızdan asla dönmeyin ve yaptığınız şeyi yapmaya devam edin. Biz her zaman haklının, yani sizin yanınızda olacağız.” dediğinde gülümsedim. Çok güzel bir kalbi vardı bu çocuğun.
Yusuf birkaç adım öne çıkıp “Çok teşekkür ederiz başkomiserim. Allah razı olsun sizden.” deyince Kerem “Rica ederim, ben görevimi yapıyorum. Sizden de razı olsun. Artık gidebilirsiniz ama dikkatli olun lütfen.” dedi.
Yusuf “Oluruz başkomiserim.” deyip bizlere dönünce herkes yavaştan çıkmaya başladı. Bende arkamı dönüp çıkacağım sırada Kerem “Erva, biraz bekle lütfen. Alper, siz de.” deyince titrek bir nefes aldım. Arkadaşlarım “Yarın görüşürüz.” deyip gittiklerinde yeniden Kerem'e dönüp başım yerde beklemeye başladım. Herkes çıkınca odaya Simay ve Emir Komiser girdiler. Hemen arkalarından da Semih Ağabey ve Sema. Semih Ağabey, Kerem’in yanına geçerken Sema da benim yanıma geldi. Göz ucuyla onlara bakıp yeniden önüme döndüğüm sırada Pınar bileğimden tutunca hızla ona dönüp bileğimi tuttum. Alt dudağımı refleksle sertçe ısırdığım için ağzıma kan tadı gelirken, hissettiğim acı yüzünden bu durum umurumda olmadı bile.
Pınar hızla "Erva Abla, ne oldu?” diye sordu ama tek yapabildiğim dolu gözlerimle ona bakmak oldu. Sema beni kendine çevirip elbisemin kolunu yukarı sıyırdı. Bileğimi görünce neden bu kadar ağrıdığını anlamış oldum çünkü mosmor olmuştu. Sema şaşkınlıkla diğer bileğimi tutup ona baktı bu sefer. Diğerinden bir farkı olmadığını görünce şaşırmadım.
Kerem hızla ayağa kalkıp “Erva, senin bileklerine ne oldu böyle?” diye sorunca daha fazla dayanamadım. Yüzümde büyük bir sinirle ona dönüp başımla Simay’ı göstererek “Kız arkadaşın yaptı.” dedim.
Kerem dediğimle şaşkınlıkla bana bakarken Pınar bir an da “Ne?” diye bağırdı. Hızla Kerem’e dönüp “Ağabey, bu yelloz senin kız arkadaşın mı? Ya sen bunu yaparsın?” diye sordu sona doğru daha da yükselen sesiyle. Neler oluyordu, anlamıyordum. Pınar’ın haberi yok muydu diye düşünürken aklıma Pınar’ın da benim gibi Simay’ı sevmediği gelince kendi kendime sormuş olduğum sorunun cevabını bulmuş oldum.
Kerem, Pınar’ı umursamadan Simay’a dönüp “Derhal bir açıklama bekliyorum Simay Komiser. Erva’nın bilekleri nasıl bu hale geldi?” diye sorunca Simay “Kerem, bak ben…” dedi ama Kerem sözünü kesip “Başkomiserim diyeceksin Simay Komiser. İşine duygularını katmamayı öğrenemedin mi hala?” diye sordu.
Simay, Kerem’in dedikleriyle kıpkırmızı kesilirken sinirle bana döndü. O halini umursamadan önüme döndüğüm sırada Pınar “Ağabey, bir soru sordum. Bu yelloz nasıl…” dedi ama Kerem cümlesini tamamlamasına izin vermeden ona dönüp “Pınar, yok öyle bir şey.” diye hırladı.
Bana dönüp “Seni bunu düşünmeye iten sebep ne?” diye sorunca başımı önüme eğdim. “Apartmanın önünde ahtapot gibi sardı kollarını sana, ne düşünmemi bekliyorsun ki?” diyemedim.
"Erva!" dedi Kerem sinirli bir sesle.
Kelimeler boğazıma düğümlenmişti sanki. Ne söyleyecektim ki ben şimdi? Göz ucuyla ona baktığımda öfkeli hali beni daha da zora sokarken sessizliğimi korumaya devam ettim.
"Ağabey, öncelikle bir sakin olur musun?" dedi Pınar araya girerek.
"Nasıl sakin olayım Pınar?" dedi Kerem yüksek bir sesle. "Bakarken gözlerinde kaybolduğum, gördüğüm günden beri aşkından öldüğüm kız başkasının sevdiğimi söylüyor. Ne yapmamı bekliyorsun?"
Bölüm sonu :)
Sonuna itiraf ettin Kerem, diyeceksiniz biliyorum 😅
Bu bölüm başta da dediğim gibi benim için çok önemli bir bölümdü. İnşallah hakkını iki yönden de verebilmişimdir.
Eğer beğendiyseniz aşağıdaki yıldızı parlatmayı unutmayın olur mu?
Yeni bölümde görüşmek üzere. Kendinize iyi bakın, Allah'a emanet olun 🤍
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
68.7k Okunma |
11.74k Oy |
0 Takip |
44 Bölümlü Kitap |