Selamünaleyküm :)
Nasılsınız kıymetli okurlar? Ben Elhamdülillah daha iyiyim. Dualarınız, destekleriniz için çok teşekkür ederim. Allah razı olsun 💙🫂
Yeni bölüm geldi çok şükür ki. İnşallah beğenirsiniz. İyi okumalar dilerim 🤍
~KEREM
Hayatta bazen öyle anlar vardır ki ne yapacağını bilemeyeceğin, çaresizliği dibine kadar hissettiğin anlar. İşin içinden nasıl çıkacağını bilemediğin ve içine hapsolduğun bilinmezliğin seni daha da dibe çektiği anlar.
Yaşıyordum şu an bu anı. Günlerdir Erva, beni gördüğü gibi arkasına bile bakmadan kaçıyor, bu durum beni üzdüğü gibi delirtiyordu bir de. Neden diye düşünmekten kafayı yemek üzereydim. Ne yapmış olabilirdim yahut da ne olmuş olabilirdi? Aklım almıyordu bir türlü. Gruptaki mesajları, sonra ondan bir gün önce gece vakti söyledikleri…
Kimsenin onu duymadığını düşünüp gökyüzüne bakarak babasıyla konuştuğu an aklıma gelince sağ elimle saçlarımı karıştırıp “Neyin var senin Erva, neyin var?” diye mırıldandım. İçine atıp durduğu, günden güne onu bitiren sorunu neydi? Tabi bir de benden kaçmasının nedeni..?
Yatağımdan doğrulup ayağa kalktım. Sakinleşmem gerekiyordu ve benim yapacağım şey belliydi. Masama geçip Kur’an-ı Kerim’i açtıktan sonra okumaya başladım.
“Biz sana bu Kur’an’ı, sıkıntıya düşüp mutsuz diye göndermedik. Ancak, Allah’a saygılı davranan kimselere bir öğüt ve uyarı olsun diye gönderdik.” diyordu Yüce Allah Taha Suresi üç ve dördüncü ayetlerinde. Okuduğumdan beri her umutsuzluğa düştüğümde, Kur’an’a sarılmama vesile olan o ayet bana yine güç vermişti ve bende o güç sayesinde yine sımsıkı sarılmıştım Kur’an’a.
İçimdeki boşluğun az da olsa kapandığını hissederek kapattım Kur’an’ımı. Yerine indirdikten sonra hiçbir şey yapmadan boş gözlerle önüme bakmaya devam ettim. İçine girmiş olduğum küçük boşluktan beni çıkaran odamın çalan kapısı oldu. Kafamı kapıya çevirip gel, dediğimde Melih başını kapıdan uzatıp “Kerem, gelebilir miyiz?” diye sordu.
“Gelebilirsiniz.” dediğimde Melih ve hemen arkasındaki Pınar odama girdiler.
“Hayırdır? Bir sorun yok İnşallah.” dediğimde Pınar “Aslında bir sorun var ağabey.” dedi.
Elimle yatağımı gösterip “Oturun şuraya ve başlayın anlatmaya.” dediğimde Pınar ve Melih dediğimi yapıp, yatağıma geçip oturdular. Sandalyemi onlara doğru çevirip “Başlayın anlatmaya, ne oluyor?” diye sorduğumda Melih “Kerem, benim bir sorunum var.” dedi.
“Ne sorunu Melih? Neyin var?”
“Ağabey, ben aşık oldum.”
“Ne?”
Melih başını önüne eğip tekrardan “Aşık oldum,” diye mırıldanınca tek yapabildiğim şaşkın gözlerle ona bakmak oldu. Ah be kardeşim, başına nasıl büyük bir dert aldığını bir bilsen?
Şaşkınlığımı üzerimden atıp “Kime?” diye sorduğumda Melih bana bakıp “Kim olduğunu söylemeden sana bir şey soracağım ama sende bana kem küm etmeden direkt cevap vereceksin ağabey.” dedi.
Neden böyle bir şey dediğini anlamasam da “Tamam, sor.” dedim.
“Şey… Senin Çilek Kız’la aranda bir şey yok değil mi?”
“Ne? Bu ne biçim soru Melih?”
Melih neşeyle ayağa kalkıp “Yaşasın be. Sen böyle tepki verdiğine göre yok demek ki. Çok rahatladım ağabey çünkü ben Erva’ya aşık oldum.” deyince hızla ayağa kalkıp Melih’in yakasına yapıştım.
Melih bana şaşkınlıkla bakarken “Ne diyorsun sen Melih? Ne demek Erva’ya aşık oldum?” diye sorduğumda Melih “Ya aslında başta bir şey yoktu ama sonra ne oldu anlamadım. Bir baktım tutulmuşum ona.” dedi.
Duyduklarımla sinirim daha da artarken Melih’i daha çok kendime çekip “Olmaz öyle şey Melih.” diye hırladım.
“Neden olmasın ağabey? Gidip Çilek Kız’a soracağım. O da beni seviyorsa olur bu iş.”
“Melih, parçalarım seni. Kimse de elimden alamaz.”
“Sen niye böyle bir tepki verdin ki? Bir dakika, yoksa sen Çilek Kız’a aşık mısın?”
“Evet, aşığım Melih. Ölüyorum aşkından onu gördüğüm günden beri. Kafayı yemek üzereyim hatta ona olan aşkımdan.”
Sinirle Melih’e bakmaya devam ettim ama Melih’in yüzünde mimik oynamadı. Küçük tebessümü yüzünde yerini korurken hemen arkasındaki Pınar’a dönüp “Haklıymışsın Maviş, ağabeyim Çilek Kız’a gerçekten aşıkmış.” deyip tekrardan bana döndü.
Yakasındaki ellerimden tutup “Ağabey, öncelikle sakin ol çünkü ben Çilek Kız’a aşık falan değilim. Onu seviyorum ama Pınar’a olan sevgimle aynı. Küçük, inatçı bir kardeşimmiş gibi seviyorum.” deyince yakasını bırakıp anlamaz gözlerle bir ona bir Pınar’a bakmaya başladım.
Pınar yanıma gelip “Senin Erva Abla’yı sevdiğini biliyordum ağabey. Erva Abla’nın duygularını bilmediğin için gidip ona söyleyemediğini de aynı şekilde. Melih Ağabey’ime durumu anlatıp sana yardım etmek istediğimi söylediğimde Melih Ağabey’im önce senin itiraf etmeni sağlamamızın daha iyi olduğunu düşündü ve biz de sana böyle bir oyun oynadık.” dedi.
İki elimle saçlarımı karıştırıp “Ve başarılı da oldunuz.” dedim az öncekine oranla daha sakin çıkan sesimle.
Melih elini omzuma koyup “Ağabey, her şeyi baştan anlatmaya ne dersin?” diye sorunca artık hakikati bildikleri ve onlara da fazlasıyla güvendiğim için başımı sallayıp “Peki anlatırım.” deyip az önce fırlarcasına kalktığım sandalyeme oturdum. Melih ve Pınar da az önceki yerlerine geçtiklerinde bakışlarımı önüme çevirip derin bir nefes aldım ve her şeyi olduğu gibi anlatmaya başladım.
“Melih, sen bilmiyorsun belki biz Erva’yla yıllar öncesinden de tanıştık. Babası kan kanserinden hayatını kaybetti maalesef ki. Erva, babasının kan kanseri olduğunu öğrendiği gün yalnız kalmak istediğinden evden kaçıp benim çalıştığım emniyet binasının arka tarafına gelmişti. O gün de ben ilk operasyonuma katılmıştım ve neler olduğunu biliyorsun zaten.” deyip Melih’e baktım.
Melih, başıyla onaylayınca tekrardan önüme dönüp “O gece tanıştım işte onunla. Yıllar sonra kader bizi yeniden karşılaştırdı. Başta onu tanıyamadım çünkü dört yıl önce tanıştığım o küçük kız henüz tesettüre girmemişti.” deyip durdum.
Yıllar sonra birbirimizi tanımadan tekrardan karşılaştığımız o an geldi gözümün önüne. “Buraya ilk tanıştığımız gün eşyaları sabitlemek için birtakım aletlere ihtiyacımız vardı ve evde açılmamış bir dolu koli olduğundan alet çantasını bulamamıştık. Annem bu yüzden onlardan rica etmişti. İşimiz bitince alet çantasını onlara vermeye gittiğim gün yeniden karşılaştık onunla ama dediğim gibi tanıyamadık birbirimizi.”
Beni Elif sanıp söyledikleri aklıma gelince gülümseyip “Beni Elif sanıp bilmeden az biraz polisleri kötüledi bana. Özellikle de başkomiserleri. O gün anlayamadığım bir şeyler oldu içimde. Çok kısa bir an göz göze geldik ve o gözler kafamı meşgul edip durdu bir süre. Çok kısa bir süre sonra da kalbimi meşgul edince ve ben onu göremediğim gün kafayı yediğimi fark edince anladım ki aşık olmuşum ona.” dedim.
Başımı kaldırıp olanları kısaca anlattığım süre boyunca sözümü kesmeyen Pınar ve Melih’e çevirdim bakışlarımı. İkisinin de yüzlerinde küçük bir tebessümle bana baktıklarını görünce “Kısaca durum bu.” dedim.
Melih “Ağabey, sen belli ki bu kızı çok seviyorsun ve duygularından da fazlasıyla eminsin. Peki neden gidip ona söylemiyorsun?” diye sorunca Pınar benim cevap vermeme fırsat vermeden “Evet ağabey, git söyle Erva Abla’ya. Daha ne kadar içinde tutup kendine bu şekilde acı vereceksin ki?” diye sordu.
“Pınar, ben alacağım cevaptan korkuyorum. Eğer beni sevmiyorsa sonsuza kadar kaybetme riskini göze alamıyorum.”
“Ama bunu ona söylemeden bilemezsin ki.”
“Ona söyleyeceğim anlar oldu ama Erva kapalı kutu gibi Pınar. Tam diyorum korktuğun şey olmayacak, git söyle diye ama yine bir şeyler oluyor ve ben söylemek için attığım ilk adımı üç adım olarak geri alıyorum.”
Melih ve Pınar’dan ses çıkmayınca önüme dönüp “Ben işimi Allah’a bıraktım çocuklar. Zor da olsa beklemek, bana acı verse de Allah’tan hayırlısını istemeye ve hayırlısının da Erva’nın benim nasibim olmasını istemeye devam ediyorum. O’nun izniyle de olacak İnşallah.” dediğimde Melih ve Pınar aynı anda “İnşallah.” dediler.
Melih “Peki bir şey soracağım ağabey. Çilek Kız neden senden kaçıyor olabilir?” diye sorunca yanılmadığımı anlamış oldum çünkü Pınar da “Hakikaten ağabey, günlerdir dikkat ettiğim kadarıyla seni gördüğü yerde sanki senden kaçıyor gibi.” dedi.
“Bunu bende fark ettim ve yanılmamışım da. Nedenini de bilmiyorum ama böyle devam ederse sonunda dayanamayıp soracağım gibi.”
Melih gülerek “Yakalayabilirsen sorarsın ağabey. Kız seni görünce arkasına bile bakmadan kaçıyor.” deyince “Bir yolunu bulur sorarım Melih. Kafayı yemek üzereyim günlerdir. Ne yapmış olabilirim diye düşünüyorum ama zaten birbirimizi doğru düzgün görmüyoruz Erva yüzünden ve bir şey de yapmadım. Ne olmuş olabilir diye düşünüyorum bu sefer, yine cevap bulamıyorum ve bu durum beni delirtiyor.” dedim.
Aklıma gelenle Pınar’a dönüp “Mavişim, sen bir şey biliyor musun?” diye sorduğumda Pınar başını olumsuz anlamda sallayıp “Hayır ağabey. Maalesef ki bilmiyorum çünkü günlerdir bende Erva Abla’yı görmüyorum.” dedi.
“Öğrenebilir misin peki?”
“Öğrenmeye çalışırım fakat günlerdir sabah evden çıkıp akşama doğru geliyor. Akşam geldiğinde de yorgun olduğundan biz çok konuşamıyoruz. Birkaç defa mesaj attım ama hep çevrim dışı. Aramalarıma da yanıt yok çünkü telefonu kapalı.”
“Neden böyle yapıyor? Anlayamıyorum.”
Melih ayağa kalkıp “Öğreniriz bir şekilde, sen merak etme ağabey.” deyince Pınar da hızla “Evet evet, öğreniriz. Sizden harika bir çift olur ağabey. Erva Abla harika bir kız. Çok da iyi biri. Tabi sende .” dedi.
Pınar’ın söyledikleri hoşuma gitse de henüz kesin olan bir şey yoktu ve zamanı gelince de duygularımı Erva’ya ben söylemeyi istiyordum. Pınar ve Melih’e dönüp “Bu konuştuklarımız aramızda. Kimse bilmeyecek. Tamam mı?” diye sordum.
“Peki, daha ne kadar içine atıp kendine bu şekilde acı çektirmeye devam edeceksin ağabey?”
Pınar, sorduğu soruyla sürekli yüzleşip durduğum hakikati yüzüme vurunca yavaşça yutkunup “Gittiği yere kadar Pınar.” diye mırıldandım.
Derin bir nefes alıp “Bakın çocuklar, birini sizi sevmesi için zorlayamazsınız. Ben de Erva’yı, aynı şekilde beni sevmesi için zorlayamam. Her ne kadar şu son günlerde beni sevmediğini düşünsem de dediğim gibi ben işimi Allah’a bıraktım. Siz de, size anlattığıma pişman etmeyin beni ve her şeyi akışına bırakın. Olacak olan zamanı gelince olur zaten.” dedim.
Pınar ve Melih’ten ses çıkmayınca işimi sağlama almak için “Söz verin bana şimdi. Bu meseleyi kimse bilmeyecek.” dedim.
Pınar ve Melih peki peki, diye gevelediklerinde “Söz verin baş belaları.” dedim. İkisi de pes edip “Söz!” dediklerinde ayağa kalkıp “Aferin. Hep böyle ağabeyinizin sözünü dinleyin bücürler.” deyip kapıya yöneldim.
“Kahve yapacağım kendime, sizde ister misiniz?” diye sorduğumda ikisi de hızla ayağa kalkıp “İsteriz.” dediler.
O hallerine gülümseyip kapıyı açtım. Mutfağa geçtiğimizde su ısıtıcısını açıp suyun ısınmasını beklerken kupaları ve kahveyi çıkardım. Pınar ve Melih masadaki yerlerini alırlarken bende hızla kahveleri hazırlayıp yanlarına geçtim. Kahvemden küçük bir yudum alıp önüme döndüğümde Erva’ya olan duygularımı anlatmaya başladığım andan beri başıma geleceğini tahmin ettiğim olay başıma gelmeye, Pınar ve Melih beni darlamaya başladılar. Sadece onları dinlemekle geçirdiğim on dakikanın sonunda ayağa kalkıp “Ben odamdayım. Yatsıyı kıldıktan sonra uyuyacağım ve sizde öyle yapın. Hayırlı geceler.” deyip ikisinin de cevap vermelerine fırsat vermeden mutfaktan çıktım.
Lavaboya geçip dişlerimi fırçaladıktan ve abdest aldıktan sonra odama geçtim. Vakit kaybetmeden yatsıyı kıldıktan sonra ışıkları kapatıp yatağıma geçtim. Saat on ikiye geliyordu ve ben fazlasıyla yorgundum. Hem ruhen hem de bedenen. Ruhumun yorgunluğunu giderecek olanın nasibim olmasını dileyerek gözlerimi kapatıp bedenimdeki yorgunluğu giderecek olan uykuya kendimi teslim ettim.
***
Saat on ikiye gelirken Melih ve Pınar’ın başımı şişirmelerinden dolayı hem kendi iyiliğim hem de Pınar ve Melih’in can güvenliği için işim olmadığı halde emniyete gitmeye karar vererek evden çıktım. Asansöre binip aşağı indikten sonra apartmandan çıktım. Çıkışa doğru yürürken apartmana giren Alper ve Elif’i görünce gülümseyip yanlarına geçtim.
Alper neşeyle “Selamünaleyküm Kerem Ağabey.” deyince “Aleykümselam.” dedim.
“Nasılsın?”
“İyiyim çok şükür. Siz nasılsınız?”
İkisi de aynı anda “İyiyiz çok şükür.” dediler. Alper elindeki zarflardan birini bana uzatıp “Seni gördüğümüz iyi oldu ağabey. Davetiyeni biz verebileceğiz böylece.” deyince uzattığı davetiyeyi alıp “Teşekkür ederim.” dedim.
“Rica ederim. Pınar grupta ben bana özel davetiye istiyorum deyince biz de bizim ekipteki herkese özel davetiye hazırladık.” deyip elindeki davetiyeleri gösterdi.
“Pınar çok sevinecek. Tabi Melih de. Çok düşüncelisiniz.”
Elif gülümseyip “Teşekkür ederiz ağabey. Siz sevinin, mutlu olun bize yeter zaten.” deyince “Siz de mutlu olun yeter bize. Birbirinize duyduğunuz sevgi çok güzel. Bu sevginiz hiç bozulmasın İnşallah.” dedim.
İkisi de aynı anda “Amin.” dediklerinde bende “Amin.” dedim.
Alper “Kerem Ağabey, sen işe mi gidiyorsun?” diye sorunca “Evet.” dedim.
Elindeki davetiyeleri karıştırdıktan sonra birini bana uzatıp “Bu davetiye Semih Ağabey ve Sema Abla için. Sana zahmet olmazsa sen Semih Ağabey’e verir misin?” diye sorunca uzattığı davetiyeyi alıp “Estağfurullah ne zahmeti. Veririm ben merak etmeyin.” dedim.
“Sağol ağabey.”
“Sizde sağolun. Ben artık müsaadenizi isteyeyim. Daha sonra görüşürüz.”
Elif “Müsaade senin ağabey. Görüşürüz.” dedi. Alper de “Görüşürüz. Allah’a emanet ol.” deyince “Sizde.” dedim. Onlar apartmana yönelirlerken bende hızla arabama geçtim.
Davetiyeleri yandaki koltuğa bıraktıktan sonra besmele çekip arabayı çalıştırdım. Mesafe uzak olmadığından hemen emniyete vardım. Arabamı park ettikten sonra kendi davetiyemi torpidoya koyup diğerini aldıktan sonra arabadan çıktım. Emniyet binasına girdiğimde kimseye görünmeden odama geçtim. Evden çıkmadan Semih’i aradığımda geldiğini öğrenmiştim. Emniyete gelince onu aramamı söylediği için cebimden telefonumu çıkarıp onu aradım. Odamda olduğumu söylediğinde beş dakikaya oradayım deyince gelmeden bize iki kahve almasını söyleyip aramayı sonlandırdım.
Yolda gelirken öğle ezanı okunduğu için ayağa kalkıp dolaptan seccademi çıkardım. Serdikten sonra ayakkabılarımı çıkarıp öğle namazını kılmaya başladım. Son sünneti kılmaya başladığımda odamın kapısı çaldı. Semih’in geldiğini düşünüp namazımı kılmaya devam ettim. Namazdan sonra ayağa kalkıp kimin geldiğine baktım. Beklediğimin aksine Semih’i değil de Simay’ı görünce sertçe nefesimi verip “Ne işin var burada?” diye sordum. En son konuştuğumuz gün bana sarıldığında onu sert bir dille uyarıp benden uzak durmasını söylemiştim ve o günden beridir birbirimizi pek görmüyorduk.
“Kerem, daha ne kadar böyle yapmaya devam edeceksin?”
“Çık odamdan, lütfen.” deyip ayakkabılarıma uzandım. Giydikten sonra seccademi dolabıma koyup hala odamın ortasında durmaya devam eden Simay’a döndüm.
“Orada durmaya daha ne kadar devam edeceksin Simay komiser?”
“Sen beni dinleyene kadar.”
“Söyleyeceklerin umurumda değil. Ben söyleyeceklerimi o gün söyledim ve dediklerimin de hala arkasındayım.”
Simay konuşacağı sırada odamın kapısı çalınca “Gel.” dedim. Semih kapıyı açıp içeri girdi. Bir bana bir Simay’a bakıp “Bir sorun mu var?” diye sorunca “Yok kardeşim. Simay Komiser de şimdi çıkıyordu zaten.” deyip yerime geçtim.
Simay sonunda dediğimi yapıp bir şey demeden odamdan çıkınca sağ elimle saçlarımı karıştırıp çok şükür, diye mırıldandım. Semih tepkime gülerek yanıma gelip elindeki karton bardaklardan birini bana uzattı.
Uzattığı bardağı alıp “Teşekkür ederim.” dediğimde Semih “Rica ederim.” deyip masamın önündeki sandalyelerden birine oturdu. “Ne oldu Kerem? Bir sorun yok değil mi?” diye sorunca kahvemden kocaman bir yudum alıp “Aynı şeyler kardeşim. Yoruldum artık. Ben sadece Erva’yı seviyorum dediğim halde o hala bana beni sevdiğini söylemeye devam edip duruyor.” dedim.
Semih bir şey demeyince “Neyse, boşver kardeşim. Bu arada sana bir şey vereceğim.” deyip Alper ve Elif’in onlar için verdikleri davetiyeyi Semih’e uzattım.
“Alper ve Elif’in nikah davetiyesi. Sema ve senin için. Sana vermemi istediler.”
Semih davetiyeyi açıp baktıktan sonra “Vay be, demek üç gün sonra. Hayırlı olsun ve teşekkür ederim.” deyince “Rica ederim.” deyip kahvemden yeniden büyük bir yudum aldım.
Semih telefonunu çıkarıp “Ben Alper’e teşekkür edeyim, düşünmüşler o kadar.” deyince “Sen bilirsin.” deyip önüme döndüm. Semih’le aynı anda telefonumuza gelen bildirim sesiyle telefonuma uzanıp açtım. Gruptan geldiğini görünce hızla açtım.
GERÇEK DOSTLAR
SERKAN: Selamünaleyküm gençler.
SERKAN: Bu akşam hepiniz bizde toplanıyorsunuz. Hem uzun zamandır bir araya gelemedik.
SERKAN: Hem de bir sürprizim var sizlere.
AYÇA: Hayatım bence sürpriz Alper ve Erva için olacak gibi.
SERKAN: Haklısın güzelim. En çok da benim ufaklık sevinecek.
MAVİŞİM: Sürpriz ne Serkan Ağabey?
MAVİŞİM: Lütfen söyle çünkü ben akşama kadar meraktan ölürüm.
KARDEŞİM MELİH: Evet Serkan Ağabey, lütfen söyle.
ALPER: Bende çok merak ediyorum. Erva, sen biliyor musun?
KARDEŞİM MELİH: Çilek Kız’dan yine ses yok. Şaşırdık mı?
ALPER: Hayır sjsjdjdnkkjş
METE: Serkan Ağabey, Erva Abla ortalarda yok yine. Sen bu yüzden söyle sürprizi.
SERKAN: İyi deneme bücür ama yemezler.
METE: İyi numara Pınar ama Serkan Ağabey yemezmiş. Peki benim yazdığıma ne diyorsun ağabey?
MAVİŞİM: Bücür sensin Mete! Ayrıca Serkan Ağabey bana demedi. Hem ben sana bir daha bana o kelimeyi deme demedim mi?
METE: Hangi kelimeyi bücür?
MAVİŞİM: Bana bak, şimdi iner aşağı o robotlarınla beraber seni de havaya uçururum ona göre.
METE: Çok korktum öyle böyle değil.
METE: Büyüklerine saygı azıcık Pınar. Ağabeyin sayılırım ben senin.
MAVİŞİM: Pabucumun ağabeyi. Ağabeyim falan değilsin.
METE: Senden iki yıl büyüğüm.
MAVİŞİM: Yani?
METE: Büyüğüm işte. Bu durum beni, senin ağabeyin yapar.
METE: Hem bak artık aynı okuldayız. Erva Abla, Elif Abla ve Alper Ağabey nasıl bana yardımcı oldularsa bende ağabeyin sayılaraktan sana yardımcı olacağım.
SİZ: Sağol Mete. Erva var diye içim rahattı ama bu yazdıklarını okuyunca daha da rahatladım. Sonuçta Erva ve Pınar azıcık sıkıntılar.
ELİF: Azıcık mı? Bir daha düşün istersen Kerem Ağabey hjksndnmdk
ALPER: Erva belanın ta kendisi skjkddkndkd
MAVİŞİM: Birincisi Mete benim ağabeyim değil ve olmayacak. İkincisi, biz Erva Abla’yla gayet güzel idare ederiz. Sıkıntı diyenler kendilerine baksınlar.
KARDEŞİM MELİH: Çilek Kız bu deliyi cidden kendine benzetmiş.
SERKAN: Hakikaten. Kerem, senin bunlarla işin var kardeşim benden söylemesi.
SİZ: Fark ettim. Zorla tutuklattıracaklar kendilerini.
MAVİŞİM: Ya Erva Abla hala çevrim dışı ve telefonu kapalı. Of ya, tek kaldım burada. O olsaydı şimdi suspus olmuştunuz ne güzel.
ELİF: Çoktandır kapalı açıkçası. Evde de yok. Bi’ işler çeviriyor ama… Hayırlısı bakalım.
SERKAN: Akşam öğreniriz. Bu arada geliyorsunuz değil mi? Kimsenin işi yoktur İnşallah.
KARDEŞİM MELİH: Ben ve Pınar geliyoruz.
SERKAN: Kerem, sen peki?
SİZ: Bir sorun çıkmazsa İnşallah.
AYÇA: Sema ve Semih, siz peki?
SEMA: Ben müsaitim ama Semih’e de sormam gerek.
KARDEŞİM SEMİH: Ben de Kerem’in dediği gibi bir sorun çıkmazsa müsaitim. Geliyoruz İnşallah.
AYÇA: Çok sevindim. Sanem ve Mustafa hariç herkes geliyor o zaman.
MAVİŞİM: Onlar hala dönmediler mi?
AYÇA: Yok canım. İki gün sonra dönecekler.
MAVİŞİM: Anladım. Teşekkürler Ayça Abla.
AYÇA: Rica ederim canım. Akşam görüşürüz gençler.
MAVİŞİM: Görüşürüz.
ELİF: Görüşürüz.
Gruptan çıkıp telefonumun ekranını kapatıp masama indirdim. Semih “Kerem, Erva’nın telefonu cidden günlerdir kapalı mı?” diye sorunca başımı sallayıp “Evet.” dedim.
“En son grupta biraz atışmıştık, hatırlıyor musun?”
“Evet, hatırlıyorum.”
“İşte o günden beri kapalı.”
“Neden acaba?”
“Bilmiyorum açıkçası ama Serkan’ın dediği gibi bu akşam öğreniriz İnşallah.”
Semih “İnşallah kardeşim.” deyip ayağa kalktı.
“Ben öğleyi kılmamıştım. Hazır bir sorun yok ve vakit de varken kılayım.”
“Tamam kardeşim. Allah kabul etsin.”
“Amin. Görüşürüz.”
“Görüşürüz.”
Semih odamdan çıkınca bende ayağa kalkıp dolabımdan Talha Uğurluel’in “Arzın Kapısı Kudüs – Mescid-i Aksa” kitabını çıkarıp yeniden masama geçtim. Son zamanlarda gündemimizi meşgul eden Filistin meselesi, beni kardeşlerimiz hakkında daha çok bilgi öğrenmeye sürüklüyordu. Onlar için elimden sadece dua ve boykot etmek geliyordu ve daha fazlasını yapamamak beni çok üzüyordu.
Kitapta kaldığım yeri açıp okumaya başladım. Kitap, her sayfasıyla beni daha çok içine çekiyordu ve önceden okumadığım için pişmanlığım artıyordu. Her sayfada altını çizdiğim cümleler, kitabın mükemmelliğini fazlasıyla kanıtlarken, bunlara eklenen yeni cümle, benim onu defalarca kez okuyup üzerinde düşünmeme neden oldu.
“Ne var ki kalpler mühürlü olunca hiçbir şey tesir etmez…” (Sayfa 253, Timaş yayınları)
Kalpler mühürlü olunca… Kilit nokta buydu işte. Öyle değil mi? Sen bizleri öyle olmaktan koru Rabb’im, diye bir dua mırıldandım. Yeniden kitabımı okumaya devam ettiğim sırada telefonum çalınca kaldığım yere kalemimi koyup telefonu açtım.
“Efendim Emir?”
“Başkomiserim, Cumhuriyet Meydanı’nda silahlı kavga olmuş. Ekipler kavgadan sorumlu olanları getirdiler. Vedat Amirim sorgu işini size verdi. Müsaitseniz gelebilir misiniz?”
“Tamam geliyorum hemen.”
“Tamam, bekliyoruz başkomiserim.”
Aramayı sonlandırıp ayağa kalktım. Kitabımı yerine koyduktan sonra telefonumu cebime atıp odamdan çıktım. Sorgu odasına girdiğimde Semih’in de geldiğini gördüm. Vakit kaybetmeden olayın failleriyle konuşmaya ve meseleyi anlamaya giriştim. Birkaç haftadır bu tür kavgalar artmıştı ülke genelinde. İnsanlar konuşmak yerine direkt kavgaya sığınmayı tercih ediyor ve bu durum ciddi sorunlara neden oluyordu ne yazık ki.
Olayı anlayıp sorumluları nezarete tıktıktan sonra hızla odama geldim. Sorgu uzun sürdüğü için ikindi namazını kılmamıştım ve vakit geçmek üzereydi. Bu yüzden daha da geç olmadan hemen namazımı kıldım. Namazdan sonra sorguyla ilgili halletmem gereken son işlere giriştim. Akşam ezanı okunurken neyse ki işlerim bitmişti ve çok şükür ki çıkmamam için bir sorun yoktu. Semih de işlerini halledip yanıma gelince vakit kaybetmeden emniyetten çıktık. İkimizde arabalarımıza geçip evlerimize doğru yol aldık. Birkaç saate tekrardan görüşecektik zaten. Apartmanın önünde durduğumda arabamı boş bir yere park edip apartmana geçtim. Bizim direnin önüne gelince zile basıp ayakkabılarımın bağcıklarını çözmek için eğildim.
Annem kapıyı açıp “Hoş geldin oğlum.” deyince doğrulup “Hoş buldum annem.” dedim.
Ayakkabılarımı çıkarıp içeri girdiğimde annemin yanağından öpüp “Ben vakit geçmeden akşamı kılayım anne. Birazdan geliyorum.” dedim.
Annem “Tamam oğlum. Allah kabul etsin.” deyince “Amin.” deyip hızla lavaboya geçtim. Abdest aldıktan sonra odama geçtiğimde ilk işim üzerimi değiştirmek oldu. Siyah tişört ve aynı renk pantolon giydikten sonra seccademi serip akşamı kıldım. Namazdan sonra odamdan çıkıp mutfağa geçtim. Yemek hazırdı ve herkes çoktan yerini almış, beni bekliyorlardı.
“Hayırlı akşamlar.” deyip yerime geçtiğimde ailem de bana aynı cevabı verdi. Babam “Afiyet olsun.” deyip yemeğe başlayınca bende besmele çekip yemeğimi yemeye başladım. Kahvaltıdan beri daha bir şey yememiştim. Bu yüzden de çok acıkmıştım. Yemekten sonra Serkan müsait olduklarını yazdığı için vakit kaybetmeden evden çıktık. Erva’nın çoktan gittiğini düşündüğümüz için onu çağırmayıp direkt Serkanlar’a çıktık. İçeri geçtiğimizde herkesin çoktan geldiğini gördüm fakat Erva hariç. Bir de Semih ve Sema gelmemişlerdi fakat onlar da yoldalardı ve birazdan burada olurlardı. Onlar dışında herkes buradaydı. Bir de asker kıyafetleri içerisinde tanımadığım biri vardı.
Hemen önümde duran Pınar “Allah’ım, bu kulun erkekse diğerleri ne acaba? Düştüm, bu nasıl bir yakışıklılıktır.” deyince Melih gülerken bende Pınar’ın şalının üstünden hafifçe kafasına vurup “Küçük cadı, saçmalamayı kes.” dedim ama Pınar beni dikkate almadı bile. Önceden saçlarından hafifçe çekerdim ama şu an, tesettüre girdiği için bunu yapamıyordum ve başına hafifçe vurmak diğer yol kadar etkili olmuyordu.
Serkan yanına gelmemi söyleyince gülümseyip yanına geçtim. Pınar Elif’in yanına geçerken Melih de Alper ve kim olduğunu henüz öğrenemediğim asker gencin yanına geçti. Serkan’a dönüp “Selamünaleyküm kardeşim. Nasılsın?” diye sorduğumda Serkan “Aleykümselam kardeşim. Hamdolsun iyiyim. Sen nasılsın?” diye sordu.
“Bende iyiyim çok şükür.”
“Sevindim. Bu arada Sema ve Semih gelecekler değil mi?”
“Evet, geliyorlar. Evden çıkmadan konuştum. Yolda olduklarını söylediler.”
“İyi bari. Bende ufaklığı aradım. O da birazdan gelir.”
“Evden çıkmaya karar verdi demek?”
Serkan dediğime gülerek “Zor oldu ama geliyor. Bi’ işler çeviriyor ama neyse. Gelince alırız ifadesini.” deyince başımı salladım.
Zil çalınca Serkan “Geldi galiba. Ben kapıyı açayım.” deyip kalkınca önüme döndüm. Sonunda hasret kaldığım o güzel yüzü görebilecektim. Bakışlarımı kapıya çevirdiğim sırada siyahlar içerisinde giyinen Erva içeri geldi. Siyah etek, kot ceket ve şalıyla çok farklı duruyordu ama asıl tuhaf olan dudağının sağ tarafındaki geniş ve elmacık kemiğinin üzerindeki çizgi şeklindeki morluklardı. Biz şaşkınlıkla ona bakarken Erva hızla kapıya dönüp çıkmak için hamle yaptı ama hemen arkasında duran Serkan buna izin vermedi.
“Nereye gidiyorsun ufaklık?” diye sorduğunda Erva “Ya sürpriz dediğin bu muydu dayı? Ayrıca sen neden herkesin burada olduğunu bana söylemedin?” diye sordu.
"Hayır sürprizim bu değildi. Ayrıca ne olmuş herkes buradaysa?"
Erva çıkmak için yeniden hamle yaptığı sırada asker genç “Ela.” dedi.
Asker gencin dediğiyle Erva dahil hepimiz ona döndük. Ayağa kalkıp gülümseyerek Erva’ya baktığında bakışlarımı Erva’ya çevirdim. Erva şaşkınlıkla ona bakmaya devam ederken o “Sürpriz bendim Ela.” dedi.
Erva’nın yüzündeki şaşkınlık yerini kocaman bir gülümsemeye bıraktı ve hızlı adımlarla asker gence doğru yürümeye başladı. Tam önümde durduklarında Erva hızla ona sarılınca ve o da aynı şekilde karşılık verince sinirle dişlerimi sıkmaya başladım. Kimdi bu çocuk ve Erva nasıl sarılırdı ona? İçimde büyük bir kırgınlık, dışımda bedenimi etkisi altına almış büyük bir sinir. İki taraftan da kuşatılmıştım ve hiçbir şey yapamıyordum gördüklerim yüzünden.
Karşımdaki ikili birbirlerini bıraktıklarında Erva şaşkınlıkla “Senin ne işin var burada?” diye sordu.
“Baktım hayırsız kardeşimin geleceği yok, dedim bari ben gideyim onu görmeye.”
Kardeşim mi? Karşımdaki gencin söyledikleriyle bir an afalladım. Bu genç, acaba o olabilir miydi diye düşünürken Erva “Senin yüzünden gelemedim Ege.” deyince sakince nefesimi verip çok şükür, dedim içimden. Tahminimde yanılmamıştım. Bu o çocuktu. Erva’nın süt kardeşi Ege’ydi.
Ege “Mecburdum süt kardeş, biliyorsun. Asker olmak kolay mı?” diye sorunca Erva birkaç adım geriye gidip “Bu arada çok yakışmış Ege. Kimin kardeşi be. Ateş ediyor ateş.” deyince benim haricimde herkes Erva’nın söylediklerine gülmeye başladı. Kardeşinden kıskanmam normal miydi bilmiyor, yine de kendimi bundan alıkoyamıyordum.
Ege gülerek “Ciddi misin, yakışmış mı?” diye sorunca Erva başını sallayıp “Yakışmış yakışmış, çok yakışmış hatta.” dedi.
İkisi yan yana karşımdaki koltuğa geçtiklerinde Serkan da yanıma gelip “Bu arada biz Ege’yi sizinle tanıştırmadık.” deyip bana döndü. Elini omzuma koyup “Ege, bu Kerem. Sana bahsettiğim başkomiser arkadaşım.” deyince Ege gülümseyip “Memnun oldum başkomiserim.” dedi.
Gülümseyip “Bende.” dediğimde Serkan bu sefer de Melih, Pınar ve az önce gelen Sema ve Semih’le Ege’yi tanıştırmaya başladı. Göz ucuyla Erva’ya baktığımda yüzünde küçük bir tebessümle önüne baktığını gördüm. Onu görünce anladım ki onu çok özlemiştim. Fakat şu an aklımı meşgul eden başka bir soru vardı. Yüzüne ne olmuştu? Acaba bir kavgaya mı karışmıştı diye düşünürken merak ettiğim soruyu Serkan Erva’ya sordu.
“Ufaklık, senin yüzünün hali ne böyle?”
Erva Serkan’a dönüp “Düştüm.” dediğinde şaşkınlıkla “Nasıl?” diye sordum. Bir düşmeyle yüzü nasıl bu hale gelebilirdi ki?
Erva bana bakmadan “Ayağım takıldı ve yüz üstü yere düşüm. Sonucu da yüzümde kendini fazlasıyla belli ediyor.” deyince “İyi de bir insanın yüzü, sadece düşmekle nasıl bu hale gelebilir ki?” diye sordum.
“O da benim farkım sanırım. Bilemiyorum.”
“Kavga falan etmedin değil mi?”
Erva sonunda başını kaldırıp “Hayır, kavga falan etmedim.” dedi sakince. Başımı sallayıp “İyi o zaman.” dediğimde Erva yeniden önüne döndü.
Ege Erva’yı kendine çekip sarıldı ve “Lise zamanlarında da yüzün sürekli böyleydi Ela.” deyip Alper’e döndü.
“Hatırlıyor musun Alper?” diye sorduğunda Alper başını sallayıp “Hatırlıyorum. Karate kursu yüzünden yüzü morluklarla doluydu sürekli. Daha sonra tekvandoya başladı, azalır dedik. Yüzü daha beter bir hal aldı.” dedi gülerek.
Erva Alper’e dönüp “Tekvando daha zordu Alper. Ayrıca bozmayın sinirimi, üzerinizde denerim yöntemlerimi ona göre.” dediğinde hepimiz gülmeye başladık.
Gülmeler kesilince Serkan “Neyse, güldük eğlendik ama şu an konuşmamız gereken bir konu var.” dediğinde herkes ona döndü ama o, Erva’ya bakıyordu.
Erva “Neden bana bakıyorsun dayı?” diye sorduğunda Serkan “Ne işler çeviriyorsun ufaklık?” diye sordu.
Serkan aslında “Neyin var Erva?” diye sormalıydı. Erva’nın bir sorunu vardı ve bu sorun onu günden güne bitiriyordu sanki. Serkan’a, o gece gökyüzüne bakıp babasıyla konuştuklarını anlatmayı ve Erva’nın nesi olduğunu sormayı düşünmüştüm fakat fark ettiğim kadarıyla Serkan bilmiyordu ve Erva’ya sorduğu soru da bunun kanıtıydı.
“Bir şeyler çevirmiyorum dayı. Neden bana böyle bir soru sordun ki?”
“Telefonun günlerdir kapalı. Sabah evden çıkıp akşam dönüyorsun ve sanki bizden kaçıyorsun.”
“Telefonum kullanmadığım için kapalı. Evden neden çıktığımın sizi ilgilendirdiğini pek sanmıyorum ve sizden de kaçmıyorum.”
O an “Onlardan olmasa da benden kaçıyorsun Erva. Neden?” diye sormamak için zor tuttum kendimi.
Serkan “Erva, eve gider gitmez telefonunu açıyorsun ve son kez soruyorum. Nereye gidiyordun?” diye sorunca Erva sertçe nefesini verip “Ya ben evden çıkıp bir yerlere gidemez miyim?” diye sordu.
“Gidebilirsin elbette ama nereye gidiyorsun?”
“Si no se lo cuentas a nadie, lo haré yo.” (Kimseye söylemeyeceksen söylerim.)
“Está bien, no lo diré. Vamos, dilo.” (Tamam, söylemeyeceğim. Söyle hadi.)
“Voy al curso.” (Kursa gidiyorum.)
“¿Qué curso?” (Ne kursuna?)
Erva bir şey demeyince Serkan “Erva, cevap ver lütfen.” dedi. Hepimiz ne konuştuklarını merak ediyor fakat bir şey de soramıyorduk. Erva sonunda cevap vermeye karar verdi fakat bu cevabı da İspanyolca verdiği için hiçbir şey anlamadık.
“Artes marciales.” (Savunma sanatları.)
Serkan “Tahmin etmiştim.” deyince Erva kollarını kavuşturup “Madem tahmin etmiştin, ne demeye bu kadar sorguya çektin?” diye sordu.
“Emin olmak için ufaklık. Neyse bu konuyu daha sonra ayrıca konuşacağız. Sen de eve gidince dediğimi yapıp telefonunu açıyorsun.”
“Denerim.”
“Deneme Erva, yap lütfen.”
“İyi, peki, tamam.”
Serkan Ege’ye dönüp “Ege, eve gider gitmez hatırlat bu deliye.” deyince Ege “Merak etme Serkan ağabey. O iş bende.” dedi.
Ben ne konuştuklarını merak ederken yardımıma her zamanki gibi Pınar yetişip “Serkan Ağabey, Erva Abla siz az önce ne konuştunuz ya? Yanımızda İspanyolca konuşmanızı yasaklıyorum ayrıca.” deyince Serkan gülerek “Önemli bir şey değil Pınarcığım. Erva yine inat edip durdu sadece.” dedi.
Pınar daha fazla bir şey sormayınca herkes kendi arasında sohbete girişti. Aklımı hala meşgul eden sorular yüzünden dönen muhabbete pek eşlik edemedim. Başımı önümden kaldırıp tam karşımda oturan sevdama baktığımda o da bana baktığı için direkt göz göze geldik. Kısa süren bakışmamızda gözlerini ilk kaçıran Erva oldu. O, başını önüne eğip kaçırdı benden gözlerini fakat ben görmüştüm. Hüzün vardı yine o elalarda. Kısa sürse de bakışmamız, yine de görmüştüm o hüznü gözlerinde.
Neyin vardı hüzünlü sevdam? Neyin vardı? Neydi seni günden güne bitiren bu acı? Neydi seni benden kaçıran o sanrı? Bilmiyordum. Tek bildiğim artık böyle devam etmeyeceğiydi. Yapmam gereken belliydi ve ben geç olmadan onu yapacak, izin verirse onun şifası olmak için elimden geleni yapacaktım.
Bölüm sonu :)
Bana kızmayın veya sövmeyin lütfen. Diğer bölüm istediğiniz olacak. Ben sadece bu kitabı yazmaya başladığımdan beri kendimce belirlediğim düzene göre gidiyorum.
Bölümü beğendiyseniz oy vermeyi unutmayın olur mu?
Yeni bölümde görüşmek üzere ;)
Kendinize iyi bakın, sağlığınıza çok dikkat edin ve Allah'a emanet olun 🤍
Gelecek bölümden küçük bir alıntı :)
"Nasıl sakin olayım Pınar! Bakarken gözlerinde kaybolduğum, gördüğüm günden beri aşkından öldüğüm kız başkasını sevdiğimi söylüyor. Nasıl sakin olabilirim?"
(Herkesin önünde, Kerem'den bağırarak gelen o itiraf :))
(GGS, 32)
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
68.7k Okunma |
11.74k Oy |
0 Takip |
44 Bölümlü Kitap |