
⭐️Bölümümüzü yıldızlamayı ve yorum yapmayı unutmayınız⭐️
.
.
.
⚔️
Bir gündür burdaydım, bu yatakta. Yatıyordum, sadece. Ve düşünüyordum. Yaşadıklarımı, yaşananları, yaptıklarımı... Yalnızca burada öylece yatmak zoruma gidiyordu. Her şeyi sayıyordum. Saniyeleri, dakikaları, nefeslerimi, kalp atışlarımı, camın önünden geçen insanları. Zamana ve sayılara olan takıntımın son zamanlarda geçtiğini şimdi fark etmiştim. Ve şimdi ise tekrardan sayılara ve zamana takık olmuştum.
Düşündüğümün aksine bileklerimden yatağa bağlanmamıştım. Sadece sağ bileğimde kalın bir bileklik gibi takılı olan siyah bileklik gibi bir şey vardı. Üzerinde yeşil ışık yanıyordu. Tahminimce elektronik bir kelepçeydi.
Lidya bir günün daha var demişti ve neredeyse yirmi beş saat olmuştu. Ayak ucumdaki sehpa gibi şeyin üzerinde duran iğneleri görebiliyordum. Sanırım onlar sakinleştiriciydi.
Beni burdan nereye götüreceklerdi? Bana ne yapacaklardı? Aklımda çok fazla soru işareti vardı. Ama soru işaretinden daha çok olan şeylerde vardı.
Günlerdir yaptığım şeyi yapmaya devam ettim. Yaklaşık yarım saat sonra odanın kapısı açıldı. Önde Lidya, arkasında bir adam ve bir kadın vardı.Yattığım yerde dikleştim.
"Daha iyi misin, Birgen?" dediğinde hiç bir şey demeden öylece yüzüne baktım. O ise bana doğru yaklaştı. "Ömrünün geri kalanını geçireceğin yere gidiyoruz. Hazır mısın?" dedi alaylı bir tonda. Yine cevap vermedim.
"Ayağa kalk," diyerek beni kolumdan tuttu ve çekti. Yavaşça ayaklandığımda bir kaç saniye dengem bozuldu. "Paslandın herhalde?" diyen Lidya'ya bakmadan bir kaç saniye durarak kendime gelmeye çalıştım. Bacaklarım günlerdir çalışmadığı için, yürümek fazlasıyla zordu.
"Bu ne?" dedim bileğimdeki elektronik kelepçeyi göstererek. Güldü. "Onun ne olduğunu çözmeye senin beynin yetmez. Çok düşünme, düşünürsen anlarız." diyip bilekliği işaret ettiğinde anladım ki bu bileklik elektronik bir kelepçeden daha fazlasıydı. Aldığım nefesleri, nabzımı bile veri veri onlara aktarıyordu belki de.
Lidya benden sıkılmış olacakki kolumu bırakıp arkasını dönerek uzaklaştı. "Üzerini kontrol et."dedi arkasındaki kadın. Kadın bana yaklaşıp tüm vücudumda ellerini gezdirmeye başladı. En sonunda aramayı bitirmiş olmalı ki Lidya'ya dönüp bir şey yok dercesine kafasını sallayınca Lidya, "Arkamdan gel." dedi. Gözlerimi kapatıp bir iki saniye kendimi toparlamaya çalıştım. Sonra yavaş adımlarla yürümeye başladım.
Tam ayak ucumdaki sehpanın önüne gelince sendeleyerek sehpaya tutundum. Saçlarım tüm yüzümü kapatmıştı. Hafif bir sesle bağırdıktan sonra şırıngalardan birini alıp sütyenimin içine soktum. Tam o an Lidya bana döndü.
Ayaklanamıyormuşum gibi dizlerim titremeye başladığında yere dizlerimin üzerine çöktüm. "Hadi ama Sangre Roja, bu kadar mısın?" diyerek gülünce ayaklandım ve sarsak adımlarla peşinden ilerlemeye devam ettim.
⚔️
Bir hafta daha geçmişti, ben hala buradaydım. Patlamanın üzerinden tam 29 gün geçmişti, zaman fazla hızlı geçiyordu. Ama benim asıl garipsediğim, zamanın hızlı geçmesi değildi. Bana hiçbir şey yapmamış olmalarıydı. Ev gibi bir yerdeydim, hatta sanırım bir evdeydim. Ve burada benden başkaları da vardı. Ejder Timi.
Hiç kimseyle konuşmuyordum. Olarda sanırım bana yaklaşmaktan çekiniyorlardı. Benim aksime, onların her yeri yara bere içindeydi. Amcam vardı aralarında, amcam. Ayhan Korkmaz. Beni ölmekten kurtaran, yaşama tutunmamı sağlayan o adam vardı. Ama onun yüzüne bile bakamıyordum.
Utanıyordum, bilmiyorum. Belki de çekiniyordum. Ama yanlarına gidemiyordum. Oturma odası olduğunu düşündüğüm odada saatlerdir oturuyordum. Bu süreçte yanıma sadece iki kez bir kişi gelmişti. Teka'nın sağ kolu, küçüklüğümün katillerinden bir tanesi olan Alihan Sara.
Koltukta oturduğum sırada kapıdan giren kişiyle bakışlarımı oraya çevirdim. Gelen oydu, Ayhan Korkmaz. Bakışlarımı hızla önüme geri çevirdim. O ise beni umursamadan ilerlemeye devam etti ve gelip tam yanıma oturdu. Her yeri yara bere içindeydi, gözümün ucuyla baktım ona. Beni on dokuz yaşındayken kurtarmıştı. Yani aramızda 7 yaş vardı. Şu anda 35 yaşlarında olmalıydı. Bir amca değil de, bir abi gibi.
"Kim olduğunu biliyorum." dedi. Yıllar sonra bana söylediği ilk şey bu oldu. Ellerini önünde bağlamış, bakışları tam karşısındaydı.
"Kim olduğunu biliyorum, Doğa. Birgen. Armina. Kırşan Komutan, Sangre Roja." başımı ondan tarafa çevirdiğimde aynı anda o da bana baktı.
"Hiç çocuğum olmadı, biliyor musun? Ama sen sanki abimin değil de benim kızımsın." dediğinde derince yutkunarak bakışlarımı yere indirdim.
"Bade'yle tanıştın mı? Seni görünce benden bahsetti mi?"
"O zaten sadece sizden bahsediyor." dediğimde bakışlarımı tekrardan ona çevirdim. Gözleri dolmuştu.
"Biliyor musun? O hamileydi. Ben, gidince... Düşük yapmış." dediğinde dolu gözlerle ona baktım. "Armina," dediğinde ben hiç bir şey demeden ona bakmaya devam ettim. Yüzümü avuçları arasına aldı.
"Sana bu kadar yaklaşmışken, bir kez daha kaybedemem. Yeğen," dediğinde tebessüm ettim.
"Özür dilerim, çok özür dilerim." diyerek beni kendine çekince hiç bir şey yapamadım. Beni sarmaladı kollarıyla. Dolu gözlerimde biriken yaşlar bir bir onun göğsüne aktı. Canım yanıyordu, sığınabileceğim kimsem yokmuş gibiydi. Az önceye kadar.
"Bundan sonra, hep yanında olacağım. Sana söz veriyorum." dediğinde daha fazla dayanamadan bende kollarımı ona doladım.
Yıllar önce yaşama tutunmamı sağlayan adam, şimdide yanımdaydı. Ve o adam, benim amcamdı.
⚔️
Bir hafta daha geçmişti, gitgide kendimi toparlıyordum. Altı gün boyunca, önceki haftanın aksine yalnız değildim. Ama dün gece uyurken , Alihan gelmiş ve beni başka bir yere getirmişti. Ejder timi benim gittiğimi fark etmiş miydi bilmiyorum. Ben ne mi yapıyordum?
Beni getirdikleri bu yerde gözlerimi kapatmış, öylece duruyordum. Zaten günlerdir, tek yaptığım şey öylece durmaktı. Şırınga hala bendeydi.
Gözlerim kapalı bir şekilde öylece sandalyede uyuyormuş gibi durduğum sırada odanın kapısı aralandı. Gözlerimi açmadan öylece yatmaya devam ettiğim sırada bir adam sesi duydum.
"Nerde kaldın, Faruk!" dedi sinirle birisi.
"Altınordudan, Kumru'ya gelmek bir de bu trafikte kaç saat sürüyor haberin var mı?!" dedi sinirle bir diğeri.
"Sussana gerizekalı!" dedi ilk konuşan. "Onun bırak bizi duymak, nefes alacak hali yoktur." dediğinde gülümsemek istedim. Ama gülümsemedim.
Tik tak tik tak, süre doluyor.
⚔️
Beş gün daha geçmişti, ve ben sanki şuan 28 değilde 14 yaşındaydım tekrar. Zihnim tıpkı o zamanlardaki gibi bulanık, tüm vücudum tıpkı o zamanki gibi acı doluydu. Bana neler yaptıklarını yine ve yine hatırlamıyordum. Bana yine, benliğimi unutturmaya çalışıyorlardı.
Sol taraftaki kapıdan içeri nefes nefese giren adamı görünce kaşlarım çatıldı. Beş gündür sağ taraftaki kapıdan gelip beni bu odadan çıkartan adam, bugün sol taraftaki kapıdan nefes nefese bir şekilde içeri girmişti.
"Şu cüsseyle, nasıl nefes nefese kaldın sen?" dedim hayret dolu bir sesle. Bakışları bana döndü.
"Bu cüsseyi anca şöyle dimdik bir yokuştan çıktıysan yorabilirsin. Yıllarca spor yapan bir çok tanıdığım var senin yarın kadar bile değiller." hayretle konuştuğumda güldü. "Haklısın, bu cüsseyi anca yokuş çıkınca bu hale geliyor. Gerçi yokuş üzerinde arabalarda var ama," dediğinde kaşlarım havalandı. "Bende şu son zamanlarda gözlerimi kırpınca bile nefes nefese kalıyorum. Ölümüm yakındır." dediğimde gülmekle yetindi.
Ama ben gülmekle yetinmeyecektim.
⚔️
Öyle yorgun, öyle bitkindim ki hareket bile edemiyordum. Bırakın beni tavana zincirlemeyi, ellerime elektronik kelepçe dışında bir şey takmamışlardı bile. Odadan odaya çıkarken, tekerlekli sandalye kullanıyordum. Onların gözünde yeni doğmuş bir bebek kadardım belkide. Zaten amaçta gözlerinde güçsüz görünmekti.
Lavaboya gittiğim zamanlarda sütyenimde şırıngayı kontrol ediyordum. Ucunda kapağı olduğu için bana herhangi bir zarar vermiyordu ama yaklaşık bir aydır sütyenimin içindeydi. İlk hafta aşırı rahatsız etmiş olsada artık alışmıştım. Burdan çıkmak için bir şansım yok gibiydi çünkü yaşadığımı bile bilmiyorlardı. Ve bunlarında beni sonsuza kadar burada tutma niyeti var gibiydi. Biraz teşvikle bence halledebilirdik.
Artık kaç gündür burada olduğumu bile bilmiyordum. Bildiğim bazı şeyler vardı ve bunlardan en ama en önemlisi hala Ordu Kumrudaki, ejdee timiyle durduğumuz evin içinde olmamdı. Ve Ejder timi de buradaydı. İki gün önce, bundan emin olmuştum.
Odanın bir köşesinde oturmuş, bacaklarımı da kendime çekmiş öylece duruyordum. En son şırıngayı aldığım gün gördüğüm Lidya'yı burada görmeyi beklemiyordum.
"Uzun zaman oldu." dediğinde sadece yüzüne bakmakla yetinmiştim. "Doktor yolculuk yapabilecek durumda olmadığını söylediğinden dolayı burada tıkıldık. İyi olmaya bak, büyük patron bizi bekliyor. Çözmemiz gerek şifrenin kalbine anahtarı götürmediğimiz sürece şifreyi çözemeyiz. Sana iyi davranmamızın sebebi merhamet sanma sakın. Karşında ben varım. Türk'e merhamet yoktur bizde. Düşmana merhamet yoktur. Sadece, sana ihtiyacımız var." diyip koluma şırıngayı batırdığında bilincim yine kapanmıştı.
Ve o an anlamıştım ki, beni götüremedikleri için hala o evdeydik.
⚔️
Yine ve yine öylece durduğum sırada odanın kapısından gelen sesle bakışlarım önce oraya, sonra tepede buraya geldiğim günden beri beni kaydeden kameraya.
Kapıdan içeriye giren yine ve yine Alihan'dı. Bakışlarım tekrardan kameraya döndüğünde artık kayıt almadığını gördüm. İstemsizce bakışlarım bilekliğe indi. Oda artık çalışmıyordu. Elindeki eldivenleri çıkarttığı sırada konuşmaya başladı.
"Buraya gelmem yasak. Burada bulunmam yasak. Ama yıllarca sadık kaldığım adamın senin yüzünden yaşadıklarının intikamını almadan duramam. Beni anlıyor musun?" diyerek yavaş adımlarla bana yaklaştı. Boğazımdan tutup beni arkamdaki duvara yasladığında bile ses etmedim.
"Yaşadıklarının hepsinin sebebi sensin! Onun yerine başkasını atadılar senin yüzünden!" diyerek daha çok boğazımı sıktığında boğazımı sıkmasından çok yüzleştiğim gerçek nefesimin kesilmesine sebep oldu.
Teka, hala yaşıyordu.
Nefes alamadıkça debeleniyordum, ben debelendikçe o boğazımı daha fazla sıkıyordu. Elim südeyineme gitti hızlıca. Saniyeler içerisinde şırıngayı çıkartıp kapağını açıp ensesine sapladım. Şırıngadaki tüm sıvıyı ona enjekte ettiğimde önce gözleri kocaman açıldı, sonra ensesindeki elime gitti eli. Boğazımdaki eli gevşedi, sonrasında dizlerinin üzerine düştü. Karnına sert bir tekme atarak onu yere düşürdükten sonra şırıngayı hızla ensesinden çıkarttım ve sütyenime geri soktum. Bir kaç saniye etrafı dinledim, yaklaşan yok gibiydi.Üzerimdeki tişörtü elimin etrafına sadıktan sonra hızlıca cebinden telefonunu aldım ve yerde yatan Alihan'a doğru yaklaştırdım. Yüzünü okutup hızla mesajlaşmalarına girdim. Lidya'ya tıkladım. Bugün olan konuşma dışında başka hiç mesajlaşma bile yoktu.
Lidya Taşkıran
Konuştun mu?
Ufak bir işim var, sonra arayacağım hemen. Beklemede kal. Biliyosun, büyük patron sadece benim telefonlarıma cevap veriyo bu sıra.
Biliyorum, patlamadan beri oldukça sessiz. Babamdan dolayı mı diyeceğim ama o kadar içerlemez ve önemsemez. İCO’nun çıkarları bizden bile önce geliyor onun için.
Haklısın. Arayınca haber veririm. Bu sessizliğinin bir sebebi olmalı.
Son mesaj buydu. Düşünmeye başladım. Ne yapabilirdim?
Aklıma gelenlerle gülümsedim ve bakışlarımı Alihan'a çevirdim. Kollarından tutarak onu sürüklemeye başladığında vücudumun her yerinde olan nedenini bile bilmediğim acı bana engel oluyordu.
Yavaşça onu sol taraftaki kapının önüne gelince kapıdaki parmak okuma kısmına parmağını okuttum. Odaya birinin girme ihtimali bence yoktu, bu alihan denen it benden intikam almak için başbaşa kalmayı istemiş ve kapıya adam dikiş olmalıydı. Kameraları bile kapattırmıştı.
Kapı parmağını okutunca otomatikman açılmıştı. Kimsenin olmaması için dua ederek kafamı hafifçe dışarı çıkartıp bakışlarımı etrafta gezdirdim dikkatlice. Yaklaşık elli metre ileride dikilen iki adam dışında etraf ıssızdı. Bakışlarım hızla yerde yatan Alihan'a döndü. Hızla tüm vücudunu taradım. Belindeki silahı hızla aldım ve susturcu aramaya başladım.
"Allahım lütfen, lütfen.." dediğim sırada susturucuyu bulunca gülümsedim. "Çok şükür Allahım..." dedikten sonra susturucuyu silaha takıp kapının küçük aralığından bakarak ikisininde kafasına ateş ettim. İkiside yere yığılınca Alihan'ı bırakıp hızlıca onlara doğru ilerlemeye başladım.Yaklaşık bu kapının yüz metre ilerisinde büyük bir sazlık vardı. Büyük ihtimalle ondan dolayı burada kimse yoktu. asıl tesis ön tarafta olmalıydı. Benim nefes bile alamayacak kadar kötü olduğumu, kapılarında sadece parmak iziyle açıldığını ve 7/24 kamereyla izlendiğimi göz önüne alarak buraya fazla birini koyma ihtiyacı duymamışlardı anlaşılan.
İkisinide sanki bir çatışmada ölmüşler gibi görünsün diye sıra sıra büyük sazlığa sürükledim. İçimden kimse beni görmesin diye dua ederken ikisinide belkide dört metre uzunluğundaki büyük sazlığın içine atmayı başarmıştım. İçlerindeki kuruşunlarıda çıkartmıştım ki eğer onları bulurlarsa vuranın kendilerine ait bir kurşun olduğunu anlamasınlardı.
Çok hızlı adımlarla tekrardan odaya doğru ilerlemeye başladığımda kimsenin gelmemesi için dua ediyordum içimden. Haftalar sonra günşi camların altından değilde direkt olarak hissetmenin güzelliğini bile yaşayamadan hareket etmem gerekiyordu. Güneş ışığına hafif hafif alışmıştım artık. Kapının önüne gelince Alihan'ı kollarından tutarak sürüklemeye başladım. O her gün ziyaretime gelen adamın bahsettiği yokuşu bulmalıydım. Yani, benim yokuş çıkmışsın dediğim ve onunda onayladığı yokuş. Ve arabaların olduğunu söylediği.
Yürüdüm yürüdüm yürüdüm. Yaklaşık üç yüz metrelik bir yürüyüşün sonunda dimdik bir yokuşa çıkınca gülümseyerek bakışlarımı gökyüzüne çevirdim. "Allahım sana şükürler olsun, şükürler olsun." diyip telefonunu elime aldıktan sonra Lidya'yla olan mesajlaşmalarına girdim. Elimin etrafını yine tişörtle sarmıştım. Dokunmatik biraz zor çalışıyordu ama olsundu.
Büyük patronla konuştum. Sangre Roja'nın videosunu çekip onlara gönderin, elimizde olduğunu bilsinler dedi. Arabadayım, arayacağım.
Yazdıktan sonra telefonu yere bıraktım. alihan'ı son gücümle çekmeye başladım. Gördüğüm ilk arabanın sürücü koltuğuna oturttuktan sonra telefonu eline verdim. Arabayı çalıştırdım ve el frenini çekip hızla kapıyı kapattım. Araba yokuş aşağı hızla ilerlemeye başlayınca bende geldiğim yönde koşmaya başladım.
Koştum, koştum, koştum. İki dakika içinde kapının önüne gelince hızla içeri girdim ve kapıyı kapattım. Hızla sağ köşeye oturdum ve nefesimi düzene sokmaya çalıştım.
Fazlasıyla riskli bir plandı, işe yarayıp yaramadığınıysa görecektik.
⚔️
MERHABALAR!
Akşamı bekleyemedim, yazdığım gibi atıyorum!
Yorumlarda buluşalım!
Unutmayın, ne kadar etkileşim o kadar hızlı bölüm!
Bir sonraki bölüme kadar, sağlıcakla kalın!
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 118.94k Okunma |
10.37k Oy |
0 Takip |
84 Bölümlü Kitap |