
⭐️Bölümümüzü yıldızlamayı ve yorum yapmayı unutmayınız⭐️
.
.
.
Ecel'in anavatana dönmesinden bir hafta sonra
Yazar'ın anlayımıyla,
Ecel Timi, yeni yeni kendine gelmişti. Hepsi eski formlarına kavuşmuştu. Şimdi ise gidiyorlardı.
Nereye mi?
Korkmazların evine.
Sessizdi hepsi. Kalplerindeki acı, bir ateşe dönüşmüştü ve bu ateşle ortalığı kasıp kavurmak istiyorlardı. Neden burada olduklarını tam olarak bilmiyorlardı ama acılarını kustuklarında bu ateşin harlanacağını biliyorlardı.
Evin önüne geldiklerinde hiç birinden çıt çıkmıyordu. Arabadan indiler ve eve doğru yürümeye başladılar: Sadece ilerliyorlardı.
"Sadece konuşacağız." dedi Çınar Görgülü kendi kendine. Hepsi onu onaylayan mırıltılar çıkarttıkları sırada kapının önüne gelmişlerdi. Uraz bir adım öne çıkarak kapıyı tıklattı. Yaklaşık bir dakika kadar sonra kapıyı hizmetli önlüğü içersindeki bir kadın açtı.
"Hoş geldini-"
"Korkmazlar evde mi?"
"Evet efendim, hepsi evde. Ama," dedi kadın. Karşısında gördüğü kişilerden fazlasıyla tırsmıştı. Hepsi oldukça yapılıydı. Ayrıca çok sert bakıyorlardı. Bunlar kim ve burada ne arıyorlar diye düşünmeden edememişti.
"Kim geldi diyeyim?"
"Eceliniz geldi desiniz iyi olur," diye mırıldandı Egeli alayla. Fazlasıyla sinirliydi.
"Anlayamadım?" dedi kadın. Kadının cevabına Ufuk ve Efe aynı anda göz devirdiğinde Asena söze girdi.
"Ecel timi." dedi. Ama Ecel timi yedi kişiydi. Şimdi ise onlar altı kişiydi. Eksiklerdi. Kadın onu başıyla onaylayarak içeriye doğru ilerledi. Salonda oturan Korkmazlara Ecel timinin geldiğini söylediğinde hepsinin yüzündeki ruhsuz ifadenin yerini acılı ve pişmanlık dolu bir ifade aldı.
"Al onları içeriye Fadime." dedi Ahsen Korkmaz. Fadime onu başıyla onayladıktan sonra içeriye hızlı adımlarla giderek Ecel timini içeriye buyur etti.
Korkmazlar ne yapacaklarını bilemez bir halde Ecel timinin gelmesini bekliyordu.
Barın Korkmaz, Armina öldükten sonra hiç bir şey olmamış gibi okuluna devam etmişti.
Miraç Korkmaz da direkt görevine dönmüştü.
Ilgaz Korkmaz ise izin almıştı. Fakat neredeyse hiç eve gelmiyordu.
Geriye kalan Korkmazlar ise Armina'nın evinden ayrılmış, kendi konaklarına geçmişlerdi. Korkmaz konağında derin bir yas vardı. Sedef hanım, eşi ve çocukları; Kemal bey ve babaanne hanım; Bade Korkmaz ve Onlar dışında kimse yoktu konakta. Herkes kendi evlerine dağılmıştı. Bade Korkmaz zaten hep konaktaydı.
Konak onların asıl eviydi ve neredeyse bir ayın yarısını ailecek burada geçirirlerdi ama ayrıca her ailenin farklı bir evi de vardı.
Armina ise ailesinin gerçek evine bir kere bile gitmemişti.
Ve öyle bir yer olduğundan dahi haberi yoktu.
Hepsi berbat haldeydi. Ahsen Korkmaz ilaçlarla kendine gelebiliyordu. Yalçın Korkmaz ailesi için ayakta durmaya çalışıyordu. Asya Korkmaz yeni yeni kendine geliyordu ve odasından dahi çıkmıyordu. Araz Korkmaz iki hafta önce iznini bitirip kendini tamamen işine vermiş, eve uğramaz olmuştu. Rüzgar Korkmaz ise sabahtan akşama kadar evde oturmaktan başka hiç bir şey yapmıyordu.
Korkmazlar dağılmıştı.
Her anlamda.
Ecel timi salon kapısından içeriye girdiğinde salonda yalnızca Tuğgeneral Kemal, Nermin hanım, Yalçın bey, Ahsen hanım, Bade ve Rüzgar vardı.
Ecel kapının önünde dikilmiş, salondakileri inceliyordu. İçeride Tuğgeneral vardı ama şu an ona tekmil verecek durumda değillerdi.
En ortalarında duran Üsteğmen Çınar Görgülü, kardeşlerine başıyla oturmalarını işaret ettiğinde tim hiç bir şey söylemeden koltuklara yöneldi. Çınar hariç tüm tim oturmuştu. Çınar Görgülü ise hala aynı yerde dikiliyor, etrafınıdaki insanları inceliyordu.
Kardeşinin yıkımı olan insanlara bakıyordu.
Salonda derin bir sessizlik vardı. Bu sessizliği bozan ise Ahsen hanımın hıçkırıkları oldu. Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamıştı. Zorlukla ayaklanıp Çınar'a doğru ilerledi ve bir saniye bile düşünmeden ona sarıldı.
Kızının abisine.
Çınar her şeyi bekliyordu ama bunu beklemiyordu. Kız kardeşinin biyolojik annesi ona sarılmış, hıçkırıklar içersinde ağlıyordu. Kolları iki yanında duruyordu ama onu sarmalamıyordu ama ittiremiyordu da. Neredeyse iki dakika boyunca ona sarılarak ağladı Ahsen Korkmaz. Çınar en sonunda kendini topaladı ve zorlukla konuştu.
"Ahsen hanım, biz buraya dert ortağınız olmaya gelmedik." dedikten sonra kendini geri
çekti. Ve kadının yüzüne bir kez daha bakmadan boş bulduğu bir koltuğa oturdu. Yalçın Korkmaz ayaklanıp karısını koltuğa oturttuktan sonra odaya yine bir sessizlik hakim oldu. Bu kez sessizliği bozan, Tuğgeneral Kemal oldu.
"Hoşgeldiniz." dedi sert sesiyle. Yine hiç
kimseden çıt çıkmadı. Çınar'ın bakışları hala odadakilerin üzerinde geziniyordu. Bakışlarını Rüzgar Korkmaz'a çevirdi. Ve onunda kendisine baktığını gördü. Acı vardı gözlerinde. Bunu umursamadan bakışlarını onun yanındaki Bade'ye çevirdi.
Bu hikayenin en masumu, belki de Bade Korkmazdı.
Bakışlarını çekemedi ondan Çınar Görgülü. Acıyan bakışlarla bakmadı, gurur dolu bakışlarla baktı kadına. Önce eşini vermişti vatan uğruna kara toprağa. Sonra yeğenini. Zordu yaşadıkları. Görüyordu acısını. Ve o an, ağzından tek bir kelime çıktı. Hiç kimseye değil, yalnızca ona söyledi.
"Başın sağ olsun." Bade Korkmaz'ın cevabı gecikmedi.
"Vatan sağ olsun." Bade de demek istedi, başınız sağ olsun. Ama boğazında öyle bir yumru vardı ki konuşsa ağlayacaktı. Bu yüzden sustu.
Çınar ise bakışlarını gezdirmeye devam etti, tıpkı timin geriye kalanı gibi. Yalçın Korkmaz'a baktı, Ahsen Korkmaz'a baktı, Nermin Korkmaz'a baktı... Sonra da kardeşlerine baktı.
En sonunda, duvarda asılı olan fotoğraflara kaydı gözleri.
Bir yanda omzunda Yüzbaşı rütbesi, başında bordo beresi, sert bakışları, dimdik duruşu, ve kararlı ifadesiyle kameraya bakan biricik kız kardeşi vardı.
Diğer fotoğrafta gördüğü kişinin kim olduğunu anlamıştı ve bu benzerlik karşısında kaşları şaşkınlıkla havalanmıştı. Onun bu şaşkınlığını gören Ecel de onun baktığı yere baktığında gördüler o fotoğrafı.
Omzunda Binbaşı rütbesi, başında bordo beresi, sert bakışları, dimdik duruşu ve kararlı ifadesiyle kameraya bakan oydu.
Ayhan Korkmaz.
Derince yutkundu Çınar Görgülü. Bakışlarını en sonunda tekrardan Korkmazlara çevirebildiğinde söze girdi.
"Önce hayatımıza girdiniz. Sonra onun canını yaktınız, yetmedi özürler dilediniz. O da yetmedi, tekrardan kalbini kırdınız. Siz çok güzel bir aile olmuşsunuz ama benim kardeşime aile olamadınız." Herkes konuşmadan Çınar Görgülü'yü dinliyordu.
"Ulan, siz ona aile olamadınız!"
"Yanında olamadık son zamanlarda, göreve gittik diye onu yalnız mı sandınız?" Çınar'ın anlındaki ve boynundaki damarla belirginleşmişti. Sağ ayağını sinirle sallıyordu. Salonda Ahsen Korkmaz'ın hıçkırıkları dışında hiç bir ses yoktu.
"Siz hiç onu merak ettiniz mi? Mesela neden soyadı Taşkıran değil de Kırşan hiç sorguladınız mı?" sinirle ayağa kalktı. Ne yaptığını o da bilmiyordu. Rüzgar Korkmaz'ın önüne geldiğinde onu tek eliyle yakasından tutarak ayağa kaldırdı ve yumru yaptığı diğer elini yüzüne geçirdi.
Kimse bir şey demiyordu, Tuğgeneral dahi hiç karışmadan izliyordu.
Çınar bir kez daha yumruğunu Rüzgar'ın yüzüne geçirdi, Rüzgar ona karşı koymuyordu. Hak etmişti.
Bu kez Uraz girdi söze.
"Siz onu hak etmediniz. Yaşarken ailesi olamadığınız ablamın öldükten sonra fotoğrafını evinize asarak vicdanınızı mı rahatlattınız?"
Yine sessizlik oldu salonda. Çınar beşinci yumruğunuda Rüzgar Korkmaz'ın yüzüne geçirdikten sonra yakasını bıraktı. Dudağı patlamıştı, burnundan kanlar süzülüyordu ama Rüzgar hiç bir şey demeden Çınar'ın kendisine yapacaklarını bekliyordu. Çınar ise sinirini alamamış olacakki bu kez yumruğunu sinirle duvara geçirdi.
Bu salondaki herkesin yüreği yangın yeriydi. O yangını dışına yansıtansa bir tek Çınar Görgülüydü.
Mert'in sol gözünden bir damla yaş düştüğünde titreyen sesine hakim olamadı. "Neden o kadar acıttınız canını?" fısıltı gibi çıktı kelimler ağzından. Herkes duydu, ama kimse cevap veremedi.
"O benim kızım," dedi Ahsen Korkmaz acıyla. Asena kahkaha attı bu kez.
"O senin kızın öyle mi? O oğlunuz olacak Barın bize her şeyi anlattı. Neler yaptınız siz benim ikizime? Neler yaptınız!" Asena'nın sözleri bittikten sonra Ufuk'un pişmanlık dolu sesi doldurdu salonu.
"Biz göreve giderken size emanet ettik lan onu! Başlarda ön yargılıydınız, tamam! Ama bu kadar! Ablam sırf bizi üzmemek için hiç bir şey anlatmamış. Ve biz bunu çok geç fark ettik."
"Biz ölüme giderken kardeşimizi size emanet ettik." dedi Efe. Çaresizdi hepsi. Acıyordu canları.
"Özür dilerim." dedi Rüzgar Korkmaz pişmanlıkla. Bugün ağzından çıkan ilk ve tek cümle buydu, özür dilerim. Pişmandı. Ama bu pişmanlığının hiç bir şeye faydası olmayacaktı.
"Son pişmanlık, neye yarar Korkmaz?" dedi alayla Görgülü komutan.
"Daha söylenecek çok söz var ama, ablam için susacağım. Susacağız. Çünkü o size rağmen size değer veriyor." dedi. Veriyordu diyemedi.
"Tuğgeneralinizin olduğu yerdeki tavır ve davranışlarınız..." dedi Tuğgeneral. Ecel bu sözleriyle daha çok sinirleniyordu ama o zaten sinirlenmeleri için yapıyordu.
Sinirlensinler, bağırsınlar, yıksınlar da acıları biraz da olsa azalsın diye.
"Kusura bakmayın Tuğgeneralim ama ortada bizim kardeşimize yapılan bir kötülük varsa sizi bile karşımıza alırız. Sivil hayatta tabi." Asena'nın alayla söylediği sözlerini Mert devam ettirdi.
"Bizim komutanımız olduğunuz gerçeğini kimse değiştiremez ama sivildeyken aynı şeyler söz konusu olmayabilir."
"Benim ablam ölmüş komutanım, ablam. Siz hala saygı peşinde misiniz?" Uraz'ın her şeye rağmen güçlü olan ifadesinin ardında ağlayan çocuğun feryadıydı bu sözler.
"O size defalarca kez şans verdi, ama sonra toprağın altına girdi. Siz onu defalarca kez kırdınız, ama şimdi hayattasınız." Efe'nin sinirle sarf ettiği sözler odada ki herkesin kırılma noktası oldu. Ahsen Korkmaz'ın en başından beri durmayan hıçkırıklarına Rüzgar Korkmaz'ın ve Yalçın Korkmaz'ın gözyaşları eşlik etti. Nermin Korkmaz'ın dolan gözleri, evlatlarının acısını yüreğinde hissetmesine rağmen güçlü durmaya çalıştığımın göstergesiydi. Kemal Korkmaz'ın sert görünen ifadesine zıt olarak dolan gözleri, acının eseriydi.
Ve Ecel timinin her şeye rağmen dik omuzları, güçlerinin nişanesiydi.
Salondaki herkes belki gözyaşı dökmedi ama hepsi ağladı.
Pişmanlıklara ve acılara.
Odadaki herkes o kadar çok acı çekiyordu ki hepsi en başından beri salon kapısının önünde dikilen Albay Ahmet Kırşandan bihaberdi.
"Yaptığınız saygısızlıklar için Generalden özür dileyin." Ahmet Kırşan'ın otoriter sesi odada yankılandığı anda Ecel timi ayaklandı. Ama hiç biri hiç bir şey söylemeden esas duruşta bekledi. Kocasının göğsünde hüngür hüngür ağlayan Ahsen Korkmaz da dahil olmak üzere Ecel timi dışında odada bulunan herkes pür dikkat Ahmet Kırşan'ı izliyordu. Ahmet Kırşan'ın bakışları ise Ecel timinin üzerindeydi.
"Bir kez daha aynı cümleyi kurmayacağım."
"'Özür dileriz, general." dedi Ecel timi aynı anda.
"Özür dilemenizi gerektiren bir durum yok, Ecel." dedi General. Sonrasında bakışları Albay'a döndü.
"Ne vardı Albay Kırşan?"
"Komutanım, çok önemli bir gelişme var ve güncel durum bilgilendirmesi geçmem gerekiyor." dediğinde General onu hızla başıyla onayladı ve sonra bakışları Korkmazlara döndü.
"Bizi yalnız bırakın." Tuğgeneralin sözleri üzerine Yalçın Korkmaz önce Rüzgar'a baktı. Rüzgar ayaklandığında o da göğsünde ağlarken kullandığı ağır ilaçlardan dolayı sızan karısını kucağına alarak odadan ayrıldı.
"Nermin, sende hatun." dediğinde Nermin Korkmaz onu başıyla onaylayarak odadan ayrıldığında General'in bakışları büyük kapının sağında dikilen Albay'a döndü.
"Söyle Albay."
"Komutanım, kızım Yüzbaşı Armina Kırşan'ın olay yerinde bulunan üniformasının aslında ona ait olmadığını tespit ettik. Üniforma replika." dediğinde Ecel timi ve General'in kaşları aynı anda çatıldı.
"Bu... Nasıl?" dedi Ufuk şaşkınlıkla.
"Yani," dedi Mert, devamını getiremedi.
"Armina yaşıyor olabilir." Ufuk 'un sözleri odada bomba erkesi yaratırken kalplerinde yeni bir duyguya yer açılmıştı, umut.
"Mümkün değil, kol ve bacağa yapılan testler var. Onun kol ve bacağı," General sözünü yarım kesen şey yüzleştiği gerçeklerdi. Bir insan kol ve bacağı olmadan da yaşayabilirdi. Ama bu mümkün değildi, ona ait olduğu kesin olan organ dokuları, tırnaklar ve daha bir çok kalıntı bulunmuştu.
"İskelet..." dedi kendi kendi Kemal Korkmaz. İskeleti yoktu! Buna nasıl kimse dikkat etmemişti!
"Komutanım," dedi Albay.
"İmkansız gibi görünüyor ama bana gerekli
izinleri çıkartın, ve sadece izleyin. Altı ay içersinde kızıma dair herhangi bir şey bulamazsam istifa dilekçemi masanıza bırakacağım." dediğinde Kemal Korkmaz onu yalnızca başıyla onaylamakla yetindi.
"İzninizle, Generalim." dedikten sonra bakışları time döndü.
"Ecel, yürüyün." Arkasını dönerek odadan çıktığında Ecel timi de peşinden ilerliyordu.
Oyun daha yeni başlıyordu.
⚔️
2010
Kapı kapandı.
Titriyordum.
O gitti, beni acıyla baş başa bıraktı. Ve kapı kapandığı anda ışıklar da kapandı Önümdeki büyük ekrana bir görüntü yansıdı. Görmemek için gözlerimi sıkıca yumdum.
"Yapma!" diyen çocukluğumun sesi yankılandı odada. Ellerimi sıkıca kulaklarıma bastırarak duymamaya çalıştım ama ses o kadar yüksektiki kulaklarımı kapatsam da duyuyordum.
"Baba yapma!" bir kez daha bağırdı çocukluğum. Onun çığlıkları, yalvarışları ve bağırışları odadayı doldurdu; bense yalnızca seslerin susmasını bekledim. Hiç bir gün susmadığı gibi, bugünde susmadı. Işık yoktu, her zamanki gibi yalnızca görüntülerin ışığı aydınlatıyordu burayı.
Damarlarımda lav dolaşıyormuş gibi yanıyordum. Bedenimin her bir köşesi acıyla kıvranıyordu. Aradan saatler geçti, ne kadar geçti tam olarak bilmiyorum ama anlaşılan o ki uyuya kalmıştım. Çünkü ışıklar açılmıştı, ekran kapanmıştı. Bu yeni bir güne geçtiğimizin işaretiydi.
Sarı ışık gözlerimi acıtmıştı. Gözlerimi hafifçe kısarak etrafıma bakındığımda günlüğümü gördüm. Canım çok yanıyordu ama dünkü gibi yazı yazamayacak kadar değildi. Bacaklarıma sardığım kollarımı çözerek günlüğüme doğru eğildim. Titreyen elimle kalemi aldıktan sonra yazmaya başladım.
Yaşamak için nefes almak mı gerekiyor sadece? Çünkü ben ölmüşüm gibi hissediyorum. Allahım, ben nasıl bir günah işledimde beni cehenneme gönderdin? Acıyor, çok acıyor.
Kurtulabilecek miyim?
Acı bitecek mi?
Bitsin lütfen, çünkü çok acıyor.
İki kardeşim var, canımdan çok sevdiğim. Biri kız biri erkek.
Unutmayacağım benliğimi,
unutturamayacaksınız.
Son cümleyi yazdıktan sonra defteri ve kalemi kenara koydum. Bana kim olduğumu unutturmaya çalışıyorlardı. Belki de beni eskisi gibi olmam için buraya kapatmışlardı. Ama ben artık Birgen değildim. Hayır, Doğa da değildim.
Kim olduğumu bende bilmiyordum ama onların kızı değildim.
Kucağımdaki günlüğümü kenara bıraktım. 49. gündü bugün. Kurtuluşa olan inancım gitgide azalıyordu. Ama her şeye rağmen pes etmiyordum. Çünkü başka bir seçeneğim yoktu.
Kardeşlerim nasıldı?
Gözlerim doldu onlar aklıma gelince. Kendimi korumak ister gibi bacaklarımı tekrardan kendime çekerek sarıldım. Başımı dizlerime yasladım ve onun gelmesini bekledim. Işıklar kapanmadan önce gelecekti. Biliyordum. Ama beklediğim gibi olmadı. Silah sesleri duymaya başladım. Duymak istemiyordum silah seslerini, elerimi yine sıkıca kulaklarıma bastırdım. Görmek istemiyordum buraya gelecekleri, gözlerimi yine sıkıca kapattım.
"Ölmek istemiyorum." iki kelime çıktı ağzımdan, ömrümü özetleyen. İki kelime çıktı ağzımdan, ruhumdaki feryatları dile getiren. Ama duyan olmadı. Babam belki duyar ve bu kez beni kurtarır diye düşündüm. Duymadı, beni duymadı. Zaten beni hiç kimse duymazdı.
Dakikalar geçti. Belkide saatler. Kulaklarımdaki ellerimi bir an olsun çekmedim. Gözlerimi bir an olsun bile açmadım. Bekledim.
Sonra silah sesleri daha da yaklaşmaya başladı. Korktum. Çok korktum. Ama sesimi çıkaramadım.
Silah sesleri iyice yaklaştığında gözlerimi daha da sıkı yumdum, kulaklarımı daha sıkı kapattım. Ama faydasızdı.
Saniyeler sonra gıcırdayan kapının açılma sesini duyunca her ne kadar görmekten korksamda gözlerimi hafifçe araladım. Karşımda herkesi görmeyi bekliyordum. Ama onu değil. Uzaktı bana, ama bir o kadarda yakın.
Üzerinde kamuflajı vardı, sol omzunda ise Türk bayrağı.
Karşımdaki, bir Türk Askeriydi.
O an ki rahatlamayla hüngür hüngür ağlamaya başladım. Ellerimi bacaklarıma sardım ve sadece ağladım. O, Türk askeriydi. O, güven demekti.
Yavaş adımlarla bana doğru yaklaştı. Önümde diz çöktüğünde ben ağlamaya devam ediyordum. Yüzüne bakamıyordum, başımı bacaklarıma yaslayarak ağlıyordum yalnızca.
"Ne yaptılar sana?" dedi. Sesi titremişti. Öyle naif, öyle merhamet doluydu ki daha fazla ağlamaya başladım. Çok şey söylemek istedim, ama ağzımdan yalnızca bir cümle çıktı.
"Acıyor." ellerini hissettim ellerimin üzerinde. Yavaşça bacaklarımdan çekti ellerimi. Sonra dizlerime yaslı yüzümü kaldırmak için elini çenemin altına koydu. Ona karşı koymayarak bakışlarımı ona çevirdiğimde kocaman gülümsedi. Bakışlarım göğsüne düştü. 'Kırşan' yazıyordu. Gözyaşlarım onu bulanık görmeme sebep oluyordu ama okuyabilmiştim. Bakışlarım tekrardan yüzüne çıktığında bana hala gülümseyerek baktığını gördüm. Başım çok ağrıyordu, canım çok yanıyordu ama artık umrumda değildi.
"Tutun bana, çocuk. Acını dindirmek için burdayım." acıyordu. Çok acıyordu hem de. Bir an bile düşünmeden kollarımı boynuna doladım. Başımı omzuna yaslayarak ağlamaya devam ettim. Kollarıyla beni sarmaladığında kendimi ilk kez güvende hissediyordum. Kimse bana dokunamazmış gibi. Kimse bana zarar veremezmiş gibi.
Dakikalar boyunca koynunda ağladım. Odaya başka askerler girdi, anahtarlarla duvara bağlı olduğum zincirleri açtılar. Ama ben bir an olsun onun boynundan ayrılmadım. O da bir an olsun bana sarılmayı bırakmadı. Ben ağladım, o saçımı okşadı. Ben ağladım, o bana sarıldı. Ben ağladım, çünkü onlar beni kurtarmıştı.
Kırk dokuz, kurtuluş demekti. Bunu asla unutmayacaktım.
⚔️
Merhabalar!
Nasılsınız, iyisinizdir inşallah.
Bölüm hakkında yorum yapmayacağım, konuşursam hiç susmam çünkü.
Sizi çok çok çok seviyorum😇😇
Bölüm hakkındaki düşüncelerinizi yorumlarda belirtmeyi ve bölümünüzü oylamayı unutmayınız!
Bir sonraki bölüme kadar, sağlıcakla kalın!
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 118.94k Okunma |
10.37k Oy |
0 Takip |
84 Bölümlü Kitap |