⭐️Bölümümüzü yıldızlamayı ve yorum yapmayı unutmayınız⭐️
.
.
.
⚔️
Geçmiş zaman
Yazarın anlatımıyla,
"Ne demek üniversiteye gideceğim! Oturacaksın oturduğun yerde! Amcan duyarsa ne der? Evlenme yaşın gelmişsin, hala çocuk gibi okuma derdindesin!"
"Anne abim de okuyor, benden büyük üstelik. Onun gelmedi mi evlenme yaşı?" yanağına atılan tokatla başı sağa doğru düştü genç kızın.
"Sen kimsin Gülçin, ne zannediyorsun kendini? Erkek o erkek! Otur oturduğun yerde, şimdiye kadar seni vermediğimize ve okuttuğumuza şükret!"
"Anne..."
"Akşama amcan gebertecek seni, bekle sen!" diye bağırıp içeriye geçtiğinde Gülçin korkuyla titriyordu.
"Amcam mı..?"
Yatağının üzerinden kalktı ve kapısının arkasına geçti, dizlerini kendine çekerek orada beklemeye başladı.
Bekledi, bekledi bekledi.
Aradan saatler geçti, kimse gelmedi.
Ne kadar daha geçti bilmiyordu Gülçin. Bekliyordu amcasını.
Önce evin kapısı iki kere çalındı. Gülçin korkuyla sıçradı. Ama kapıyı kimse açmadı. Bu kez evin kapısı daha sert bir şekilde çalındı, annesi sesleri duymuş olacakki gidip kapıyı açtı.
"Hoş geldin,"
"Hoş buldum." ve o ses. Ölümünün habercisi.
"Gülçin nerde?" korkuyla titremeye başladı Gülçin.
"Odasında canım." annesinin cümlesinden sonra odasına yaklaşan adım seslerini işitti Gülçin. Titriyordu, korkuyordu ama elinden hiç bir şey gelmiyordu.
Babası olsaydı, onu korurdu.
⚔️
49 gün önce
Efe Egeli'nin anlatımıyla,
Söylesenize, yaşıyor muyum şimdi?
Ama ben öldüğümü hissediyorum?
Kalbin atmasıyla başlar yaşam, durmasıylada son bulur.
Kalbim durmamıştı ama ben ölmüştüm. Kalbim acıyordu. Bedenim acıyordu. Zihnim acıyordu. Bu kadar acı fazlaydı, çok fazlaydı.
Gözlerimi zorlukla araladım, ne karanlık ne de aydınlıktı hava. Gök görülüyordu hala. Yağmur yağıyordu, her yanımı ıslatıyordu. Su damlalarının tenime değdiğini hissetmeye şu an başlamıştım. Bu, yaşıyor gibi hissettirmişti bir anlığına.
Sonra acı o kadar çok arttıki kısık sesle küfür ettim. Gözlerimi kapattım ve acının geçmesini bekledim. Ama geçmedi. Kafamı sağa yatırarak gözlerimi araladığımda abimi gördüm. "Komutanım," diye sessiz bir fısıltı döküldü dudaklarımdan. Neler olduğunu kavrayamıyordum. Neredeydik?
"Komutanım," dedim tekrardan. Bir kaç adım ilerimdeydi, onu görebiliyordum. Ya da gördüğümü zannediyordum, bilmiyorum.
"Efe," Çınar komutanımın sessiz fısıltısından sonra acıyla iç çektim.
"Ne zaman öleceğiz?" yorulmuştum artık. Ve ablamın acısıyla yaşamak istemiyordum. Bu bir kaybediş değil, vazgeçişti.
"Efe saçma sapan konuşma, kalkabilecek durumda mısın?" dediğinde bir kaç saniye duraksadım. Başımı çok şiddetli bir şekilde yere çarpmıştım, ayağa kalkmamın imkanı yok gibi hissediyordum.
"Burası Özel Kuvvetler! Pes etmek nedir bilmeyecek, daima dik duracak ve savaşacaksınız!"
Hadi Efe.
"Kalkarım," derin bir nefes aldım. Acıdan dolayı ellerim titriyordu. Başım dönüyordu ama yinede kalkardım, yani umarım.
"Kalkarım komutanım." diyerek hem onu hem kendimi inandırmak istedim. Ellerimi yere yaslayarak kalkmaya çalıştım. Fakat sanşyeler içersinde yere kapaklandığımda gözlerimi acıyla kapattım. Yerler çamurdu, yağmur hala devam ediyordu. Gök gürlüyor, sanki bize öleceğimizi haber ediyordu.
"Siktir," dedim fısıldayarak. Bir kez daha denedim, kollarım titriyordu. Tüm vücudum zangır zangır titriyordu.
Zorlukla ayağa kalktığımda helikopterden iki, üç metre uzakta olduğumu gördüm. O an kalbimi iki duygu kapladı.
Çaresizlik ve Umut.
"Egeli," diyen Çınar abimin acı dolu mırıltısı yankılandı bomboş arazide. Kendimi toparlamak için bir kaç saniye süre verdim. Her yerim ıslanmıştı, ellerim kanıyordu. Bunu yeni fark etmiştim. Çok güçsüz hissediyordum.
"Ölmediysen, savaşabilirsin asker!"
"Geldim komutanım," diye fısıldayarak adımlamaya başladım. Yanına gelip diz çöktüğümde sıkıca ellerimi kavradı.
"Efe, çıkart onları helikopterin içinden," dediği an aklım başıma geldi. Olanları kavradım. Başımıza gelenleri hatırladım. Hızla ayağa kalktığımda başım daha çok zonklamaya başladı. Bir kaç adım sendeleyerek yere düşecek gibi oldum ama son anda dengemi sağladım.
"Sizi uzaklaştırmalıyım komutanım," dedikten sonra yere eğildim tekrar. Titreyen kollarımla onu sırtıma alarak yürümeye başladım.
"Egeli beni bırak dedim sana!" dedi sert bir sesle. Ama konuşacak dermanı yok gibiydi. Yaklaşık 10 metre kadar uzaklaştıktan sonra onu yere bıraktım. Nefes nefese kalmıştım.
"Tıbbi müdahale,"
"Git ve onları getir!" diye bağırdığında başımla onu onayladım.
Siktir.
Ecel, helikopterdeydi.
Bu nasıl aklımdan çıkmıştı?
Hızlı adımlarla helikoptere doğru ilerledim, ilk gördüğüm kişi Mertti. Helikopterin enkazının hemen yanındaydı, başı çok kötü kanıyordu.
"Mert," dedim çaresizce. Zaman kaybetmeden onu sırtıma aldığımda binlerce iğne zihnime saplanıyormuş gibi hissettim. Yada hissettiğimi fark ettim. Yeni mi başlamıştı zihnim acımaya, yoksa hep acıyordu da ben şimdi mi farkına varıyordum? Hislerim körelmişti, suyularım körelmişti. Geriye yalnızca büyük bir acı kalmıştı. Hem fiziksel, hem de bedensel. Gözlerimi acıyla kapattım ama direndim, acıya direndim. Hissetmiyormuş gibi davrandım. Ama acı hala orada, yerinde bekliyordu. Ne kadar dayanabileceğimi bilmiyordum ama tek duam onları buradan sağ salim çıkarmam yönündeydi.
Kardeşlerimi kaybedemezdim. Kardeşlerimi kaybetmeyecektim.
Çınar abimin yanına geldiğimizde nefes nefese eğilerek Mert'i onun yanına bıraktım. Tekrardan ayaklanmaya çalıştığımda yapamadım, yere yığıldım.
"Yeter," dedim güçlükle. Yeter.
"Egeli, hadi. Helikopter, yanacak." dediğinde nefes almak çok zordu, ellerim istemsizce yakama gitti.
"Mert'e bakın, komutanım. O iyi değil." diye mırıldandım. Ellerimi yere dayayarak kalkmaya çalıştım. Kalkamadım. Yine. Sonra son bir güçle kendimi ittirerek ayaklanmayı başardığımda bir kaç saniyeliğine önümü göremedim. Zihnim bulanıyor, gözlerim kararıyordu. Başım fazlasıyla dönüyor, bilincim gitgide kayboluyordu.
"Fiziksel ve ruhsal tramvaya bağlı bilinç kaybı," diye mırıldandım. Fazla vaktim kalmamıştı, bende bayılacaktım. Hızlı adımlarla helikoptere doğru ilerlediğim sırada onu gördüm, Uraz'ı. Sırtında Ufukla bize doğru yaklaşıyordu.
"Uraz!" diye bağırdım umutla.
"Efe," diyerek karşılık verdi o da nefes nefese.
"Asena ablam ve pilot..." dediğinde onu başımla onayladım ve koşmaya başladım. Bacaklarım çok acıyordu ama bunu umursamadım, sadece koştum.
Ve o an fark ettiğim gerçek duraksamama sebep oldu. Helikopterden dumanlar çıkmaya başlamıştı, yanacaktı. Helikopter yanacaktı.
Daha hızlı koştum ve hızla helikopterin içine girdim. Biz helikopterin dışına savrulmuştuk ama onlar içinde kalmıştı.
Her yeri duman kaplamıştı, yerlerdeki cam kırıklarını da yeni fark etmiştim. Ellerimdeki kesiklerede bu camlar sebep olmuş olmalıydı.
Gözlerim etrafta onları arıyordu. Dumanlarsa nefes almamı zorlaşıyordu. Dönen başım ve titreyen vücudumsa ayakta durmamı zorlaştırıyordu. Şu an beni rahatlatan ve biraz olsun bir şeyleri kolaylaştıran tek etmen içimdeki umuttu. Ama bu gözlerimi kapatmak ve uyumak istediğim gerçeğini değiştirmiyordu.
Onları kurtarmalıydım, bizi kurtarmalıydım. Bakışlarımı etrafımda gezdirmeye devam ettiğim sırada ablamı gördüm. Vücudunun yarısı yerde, yarısı koltuğun üzerindeydi.
Hızla ona doğru ilerledim ve titreyen ellerimle onu sırtıma almaya çalıştım. Ellerim ve kollarım o kadar çok titriyordu ki onu kucağıma alamıyordum bile. Güçsüzce dizlerimin üstüne düştüğümde ne yapacağımı bilmiyordum.
Güçlü görünmeye çalışıyor, onları kurtaracağıma inanıyordum ama sanırsam başaramayacaktım.
"Hayır, hayır, hayır..." gözlerimden yaşlar akıyor, ablamın üzerine dökülüyordu. Helikopterin içindeki duman o kadar artmıştı ki artık sanki ciğerlerime giren hava nefes almama engel oluyordu.
O an fark ettiğim şey gözlerimden akan yaşlara hıçkırıklarımın eşlik etmesine sebep oldu. Ablamın karın boşluğunun üzerinde dev gibi bir cam vardı ve ona saplanmıştı.
Ellerimi koltuğa yaslayarak ayağa kalkmaya çalıştım. Başaramadım. Başım güçsüzce ablamın üzerine düştüğünde içimdeki umudun yavaş yavaş yok olduğunu hissediyordum. Gözyaşlarım ablamın kanına karışıyor, her yere bulaşıyordu.
Kurtulamayacaktık.
"Özür dilerim, abla." dedim. Elimden başka hiç bir şey gelmedi. Sessizce, ölümü beklemek... En acısı buymuş.
"Affet," hayır, çaresizce kardeşinin ölümünü izlemek. En acısı buymuş.
"Çok özür dilerim." kafamı güçsüzce ablamın üzerine bıraktığımda tüm vücudum oksijen yetersizliğinden titremeye başlamıştı. Öyle çok duman vardı ki ya yanarak ölecektik ya da yanarak ölecektik. Başka bir ihtimal yok gibiydi. Saniyeler sonda omzumda hissettiğim ellerle bakışlarım arkama döndü.
"Ne özrü lan?"
Ses önce dumanların arasından bir yankı gibi geldi. Düş sandım, ama sonra onun görüntüsü netleşti. Ben daha ne olduğunu anlayamadan beni kollarımın altından tutarak ayağa kaldırdı. Nefes nefese dumanların arasında zor seçilen yüze baktığımda gülümsediğini hissettim.
Gelen, Urazdı.
"Dayan, kardeşim." dedikten sonra hızla ablama yöneldi ve onu kucağına aldı. Ona bakmaya devam ettiğim sırada sağ bacağından akan kanları fark ettim. Düşünemiyordum, sadece onu izliyordum. Bilincimin yavaş yavaş kapandığını hissediyordum.
"Pilotu al." o an ne dediğini anlamadım. Kulaklarım uğulduyordu.
"Efe! Beni duyuyor musun!? Pilotu al, Efe!" ne dediğini anlamaya çalıştım bir kaç saniye. O da benim gibi nefes alamıyordu, yüzü kıpkırmızı olmuştu. Ben onu anlayamıyordum, ya o beni anlar mıydı?
"Uraz, ölüyorum." dedim. Ama kendi sesim bile bana yabancı geldi.
"Efe, pilotu al!" öyle bir gür sesle bağırdı ki kulaklarımdaki uğuldama bir anda yok oldu. Saniyeler içinde kendime geldiğimde onu başımla onaylayarak pilotun olduğu kısma doğru dengesiz adımlarla ilerledim. Aynı anda Uraz da kucağında ablamla helikopterden çıktı. Şiddetli öksürüklerinin sesini duyabiliyordum Uraz'ın. Yüzümlerimizde ki maske bizi dumanlardan korusada yeterli değildi. Uzaklaşıyorlardı, bunu da öksürük sesinden anlıyordum.
Artık hiç bir şey hissetmiyordum. Acı, güç, umut, çaresizlik, korku... Hiç bir şey hissetmiyordum
Pilota ulaştığımda hızla ona doğru atıldım ve onu sırtıma aldım.
Duyalarım, hislerim yok olmuştu sanki. Vücudum zangır zangır titriyordu ama ben acıya dair hiç bir şey hissetmiyordum artık.
Sırtımda pilotla beraber zorlukla abimlerin yanına geldiğimizde dizlerimin üzerine çöktüm. Öyle çok yağmur yapıyordu ki gözyaşlarım yağmur damlalarına karışıyordu. Kalbim o kadar çok acıyordu ki fiziksel acıyı hissetmiyordum.
"Şükürler olsun Allahım," diye fısıldadım.
"Başardık," Uraz'ın sessiz fısıltısı duyuldu sonra.
Başardık.
⚔️
Günümüz
Efe Egeli'nin anlatımıyla,
Kırk dokuz gün.
Ölümle yaşam arasındaki o ince çizgide yürüdüğümüz kırk dokuzuncu gün bugün.
Neredeydik? Hiç birimiz bilmiyorduk. Suriyede olduğumuzu tahmin ediyorduk ama sadece tahmin.
Burada savaş vardı, bulunduğumuz yerleşme yerinde bir insan bile yoktu. Yağmalanmış evler, marketler, eczaneler vardı. Sokaklar bomboştu, hiç kimse yoktu. Elektirik yoktu, telefonlar çekmiyor du ki zaten şarjları bitmişti. Telsizler de çalışmıyordu.
Dünya'dan bağımsız kimsenin olmadığı bu yerde kalmıştık.
Yağmalanmış marketteki yiyecekleri yiyor, kısacası ihtiyaçlarımızın hepsini bu yağmalanmış yerleşkede kalanlarla karşılıyorduk. Böyle daha ne kadar dayanacaktık bilmiyorum ama bana kalırsa fazla vaktimiz kalmamıştı.
"Efe..." Ufuk'un sesini duyunca bakışlarım ona döndü.
"Efendim?"
"Uraz,"
"Yiyecek bir şeyler almaya gitti." dediğimde beni başıyla onayladı. Bakışlarım Asena komutanıma döndü. Karnındaki sargıları değiştirsem iyi olacaktı. Oturduğum yerden kalktım, yavaş adımlarla ona doğru ilerledim. Ayak ucunda duran çantanın içinden gerekli malzemeleri çıkarttıktan sonra baş ucuna oturdum.
"Abla, abla uyanman lazım." yavaşça gözlerini araladığında küçük bir tebessüm ettim.
"Nasılsın?"
"İyiyim, canım. Diğerleri? Sen?" halsizce sorduğu sorularla gülümsemem büyüdü.
"İyiyiz, merak etme sen. Sargılarını değiştirelim," diyerek karnını açtığımda başıyla beni onayladı. Yaklaşık beş dakikada işlemi tamamladığımda rahatça nefes aldım.
"Mert'e bir bakayım." dedikten sonra ayaklandım ve Mert'e doğru ilerlemeye başladım. O sırada bize doğru elinde poşetlerle yaklaşan Uraz'ı gördüm. Ona fazla bakmadan yürümeye devam ettim. Mert'e iyice yaklaştığımda boş bakışlarla tavanı izlediğini gördüm.
"Mert." diye mırıldandığımda bakışları bana döndü. Aynı anda bende diz çökerek ona yaklaştım.
"İyiyim," diyerek beni geçiştirdiğinde onu umursamadan başındaki bandaja götürdüm elimi. Tam ağzını açacakken ben söze daldım.
"İmkanlar kısıtlı, iyileştiniz artık ama en kötü olan Asena ablam. Yarası hala geçmedi. Buradaki ilaçlar işe yaramıyor. Yani anlayacağın, hepimiz iyiyiz. Sen sormadan ben söyleyeyim. Şimdi çeneni kapatıp yaranı son kez kontrol etmeme izin vermezsen ciddi manada katilin olurum." diyerek diyeceği her şeyi ağzına tıktıktan sonra bandajını hızla açarak yarasına baktım. Geçmişti, çok hafif bir şey kalmıştı. Bu rahatlamam sebep olmuştu.
Normalde iki haftada geçecek yara burda neredeyse iki ayda geçmişti ama neyseki geçmişti.
"Uraz," diye seslendim arkamı dönmeden. Gerirdiklerini poşetten çıkarttığını duyabiliyordum.
"Hazırladım." dediğinde onu onayladım. Köşede konuşan abim, Ufuk ve Sarp'ı çağırmak için onların yanına ilerlemeye başladım.
"Uraz yiyecek bir şeyler getirdi, hadi." dediğimde beni başlarıyla onaylayarak ayaklandılar. Abim çökmüştü. Acısını gizlemeye çalışıyordu ama geceleri ağladığını duyabiliyordum. Ufuk da sürekli her şeyi şakaya alıyor, yalakalık yapıyordu. Acısını gizlemeye çalışıyordu. Ayrıca göz altları mosmordu, hem de esmerleşmişti. Hepimiz gibi. Aslında neredeyse kış gelmişti ama güneş hala yerindeydi ve tenimizi kavuruyordu. Abimin ve diğerlerinin acı çektiğini görebiliyordum ama hepimiz bir birimizden gizlemeye çalışıyorduk.
Canımız yanıyordu, geri dönmek için belki de bu yüzden çabalamıyorduk çünkü orada ablam yoktu.
Sessiz geçen yemeğin ardından ateşin etrafında oturup sohbet etmeye başladığımızda bu sadece bir oyundu. Canımızın yandığını belli etmemek için oynadığımız bir oyun.
Bir müddet sonra muhabbetten uzaklaştım, karanlıkta parlayan ayı seyrettim uzun uzun.
Ay ordaydı, yıldızlar oradaydı, biz yine dağdaydık. Her şey aynıydı ama hiç bir şey aynı değildi.
Acıtıyordu, çok acıtıyordu.
Gökyüzüne bakmaya devam ettiğim sırada bir silah sesi duydum. Herkes hızla ayaklanarak silahına atıldığında abim konuştu.
"Birileri geldi."
"Komutanım, iyileşmiş olabilirsiniz ama ben ve Uraz hepinizden daha iyi durumdayız. Lütfen, bırakın biz bakalım." Uraz hızla beni onayladı.
"Evet komutanım," dediğinde itiraz kabul etmeyen bakışlarla onlara baktığımızda oturmak zorunda kaldırlar.
"Mühimmat fazlasıyla kısıtlı Efe." Uraz'a çevirdim bakışlarımı. Haklıydı, görevden kalan mermiler vardı sadece.
"Sıkıntı yok."
"Egeli, Aktan dikkatli olun." Asena komutanım sözlerinin üstüne diğerleride benzer uyarılar yaptığında Uraz güldü.
"İlk görevine çıkan veletler yok karşınızda abartmayın." dediğinde bende güldüm. Temkinli adımlarla mağaradan çıktıktan sonra yavaş yavaş ilerlemeye başladık.
"Egeli,"
"Ne var Aktan?"
"Bunlar İCO'dansa ne bok yiyeceğiz?"
"Aktan, senin şu son 49 gündü iyice çenen düştü. Bu kadar konuşmazdın sen?" diyerek onu dalgaya aldım. Haklıydım ama, normalde az az konuşan çocuk şu 49 günde başımın etini yemişti.
Silah sesleri arttığında göz göze geldik. Birileri çatışıyordu, bu çok belliydi ama kimdi bunlar?
İkimizde ciddiyete bürünüp ilerlemeye devam ettik. Sonrasında saklanabileceğimiz bir çalılık alan bulduğumuzda hızla yere eğilerek bekledik. Silah sesleri gitgide yaklaşıyordu. Ölüm gitgide yaklaşıyordu.
Belki de kurtuluş, bilemiyorum.
Dakikalar geçti, silah sesleri bitti. İkimizdende çıt çıkmıyordu.
"Deyəsən, bu yer tərk edilib, komandir."*
*"Komutanım, burası ter edilmiş gibi
görünüyor."
"Görünür, bu itlərə görə burada vacib bir şey var idi. Ondan gəldilər. Məqsədlərini öyrənə bilmədik, amma ən azından qarşısını aldıq. Biz bu yolu davam etdirəcəyik"**
** Köpeklere için burada önemli bir şey varmış anlaşılan. Bunlar ondan geldi. Amaçlarını öğrenemedik ama en azından engellemiş olduk. Bu güzergahta yürümeye devam edeceğiz."
Duyduğumuz sesler onlara aitti.
Azerbeycan Askerlerine.
"Efe," dedi Uraz.
"Azerbeycan," dedim bende. Hızla çalıların ardından çıktığımızda az ilerde altı kişi gördük. Onlarda bizi gördüklerinde hızla silahlarını bize doğrulttular.
"Kimsiniz?!" komutanları gür bir sesle bağırdığında ellerimizi havaya kaldırdık. Uraz kafasını gökyüzüne kaldırarak fısıldadı. Ne diyeceğini bilemiyormuş gibiydi, tıpkı benim gibi.
"Çok şükür, çok şükür."
"Türküz! Türk askeriyiz!" diye bağırdım. Silahlarını indirmediler önce, bakışları üstümüze döndü. Kısım kısım yırtık olan askeri üniformamızı ve üzerindeki türk bayrağını gördüklerinde ise hızla silahları indirdiler. Urazla göz göze geldiğimizde aynı anda ellerimizi indirdik. Onlarda hızlı adımlarla saniyeler içinde yanımızda bittiler.
İçlerinden bir tanesi "Ne arıyorsunuz burada?" dediğinde derin bir nefes aldım.
"Neredeyiz?" diye sordu Uraz da soruya soruyla karşılık vererek.
"Suriye." dedi en sağdaki. Bende komutanın sorduğu soruyu cevaplamak için konuşmaya başladım.
"49 gün önce, helikopter düştü. Yedi asker, burada kaldık. İlerideki mağarada diğerleri." Uraz'ın da benimde gözlerimiz dolmuştu.
Yaşayacağımız için sevinmemiştik. Kardeşlerimizi yaşatacağımız için sevinmiştik.
Hepsi bir kaç saniye düşündü. Yüzbaşı rütbesine sahip olan komutanın kaşları havalandı sonra.
"Ecel Timi?" başımla onu onayladım.
"Biziz." dedi Uraz da benim başımı sallamamla senkronize bir şekilde. Ortadaki asker beni kendine çekerek sarıldığında bende ona karşılık verdim.
"Türk Türk'ü daima bulur." dedi kulağıma fısıldayarak.
Türk Türk'ü daima bulurdu.
"Kardeşim, geldimiz." dedim bende fısıldayarak.
Türk Türk'ün kardeşiydi. Biz birbirimizi hiç tanımasakta bir birimiz için can alır, can verirdik.
Çünkü biz Türktük.
Boyun eğmez, boyun eğdirirdik. Kaybetmez, kaybettirirdik.
Konu bizden biri olduğundaysa Dünya'yı cehenneme çevirebilirdik.
Biz bugün, esaretten kurtulmuştuk. Belki ruhlarımız hala acıya esirdi ama bedenlerimiz artık özgürdü.
Kırk dokuz, kurtuluş demekti. Bunu asla unutmayacaktım. Unutmayacaktık.
⚔️
Merhabalaaar!
Çok özledim sizi🥹
Neler düşünüyorsunuz kitap hakkında?
Günümüze dönebildik (Sonunda)
Çok çok çook güzel bölümler bizi bekliyor.
Sizleri çook seviyorum, ve şunu unutmayın bölüme ne kadar çok oy ve yorum gelirse yeni bölüm o kadar hızlı gelecek!
Sizleri çook seviyorum, bunu hiç unutmayın olur mu?
Bir sonraki bölüme kadar sağlıcakla kalın!
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
99.74k Okunma |
8.81k Oy |
0 Takip |
77 Bölümlü Kitap |