⭐️Bölümümüzü yıldızlamayı ve yorum yapmayı unutmayınız⭐️
.
.
.
⚔️
49 gün önce
Efe Egeli'nin anlatımıyla,
"Çok şükür ki telsizler çalışmaya başladı, Uraz Tugayla hemen iletişime geç." Asena ablamın emriyle Uraz ablamın elindeki telsizi alarak uzaklaşamaya başladı.
"Uraz iskender sözü verdi." diyen Mert'e döndü bakışlarım, sinirle somurttum. "Ya bi git, aşerdim diyorum." dedim. Neden bana inanmıyordu ki?
"Aşermeni," Mert'in bakışları Görgülü komutanımla kesiştiğinde susmak zorunda kaldı.
"Aşermeni seveyim canım kardeşim. Aşermeni seveyim." bir kaç dakikalık bir sessizlik ardından Uraz yanımıza geldi.
"Helikopter bir bir buçuk saat içersinde burada olacakmış komutanım." dedi Uraz. İfadesizdi. Tamam, o süremli gülümsemezdi ama ifadesi bir şey olmuş gibiydi.
"Aktan, bir sıkıntı mı var?" dedi Asena komutanım çatılı kaşlarıyla."
"Yok komutanım, ben iyi hissetmiyorum sadece. Yoruldum sanırım." dedi.
Mert "Sen yoruldun? Sen? Teğmen Aktan yoruldu ha öyle mi? dediği sırada Uraz hiç bir demeden arkasını dönüp uzaklaştı.
"Nereye gidiyor yine bu?" dediğim de Ufuk beni kendine doğru çekti ve kolunun altına aldı.
"Sana ne? Salsana çocuğu." dedikten sonra omzumu iki kere pat patladı. Ve Uraz'ın peşinden ilerlemeye başladı. Bu, kaşlarımın çatılmasına sebep oldu.
"Ne oluyor bunlara?" dedi Mert düşüncelerime tercüman olarak. Bilmiyorum dercesine omuzlarımı kaldırıp indirdim. Tam gerilip Mert'in ensesine vuracağım sırada Çınar komutanım konuştu.
"Biraz ciddi mi olsanız." diyen Çınar komutanıma döndü bakışlarım.
"Görgülü komutanım. Ciddi olamazsınız?" dedim. Bizden ciddi olmamızı mı bekliyordu? Buna çok gülerdim işte. Biz ve ciddiyet? Ah, bu bana hakaret olurdu.
"Komutanım, ne yapacağız şimdi?" diyen Mert'e döndürdüm bakışlarım bu kez.
"Helikopter bekliyoruz, ana vatana geri döneceğiz. Az önce Uraz söyledi ya Kalyoncu?" dedi mal mısın dercesine. Mert bunu pek umursamamış olacakki bana döndü bakışları.
"Fahriye."
"Yeter..." dedim çaresiz bir sesle. Bıkmıştım hu çocuktan, ismimi söylemek bu kadar mı zordu? Hayır, ismime benzeyen hiç bir isimde söylemiyordu ki... Zevk alıyordu gerçekten. Başka bir açıklaması olamazdı.
"Efendim, Mertçim." dedim sinirle. Gözleriyle bana uzaklaşalım anlamında baktığında yine kaşlarım çatıldı.
"Komutanım, izninizle." diyerek Mert'i çekiştirerek uzaklaştırdım.
"Ne oldu?"
"Urazda bir haller var."
"Fark ettim bende. Ne oluyor anlamıyorum." dediğimde uzun bir sessizlik oldu. Ne oluyordu bu çocuğa?
"Ablamlara çaktırmayayım diyorum ama..." dediğinde onu başımla onayladım. "Bir garip davranıyor, yani..." dedim bende. İnanılmaz duygusuzdu. Ve bu normal değildi.
"Bir şey diyeyim mi? Ben buradan sağ dönemeyecekmişiz gibi hissediyorum." dediğinde yine kaşlarım çatıldı. "Ağzından yel alsın salak," dedikten sonra onu kendime çekip sarıldım.
"Oğlum, içimde çok kötü bir his var. Birine bir şey olacak." diye fısıldadı kulağıma. Daha sıkı sarıldım ona. Korkuyordu. Birbirimizi kaybetmemizden. Benim gibi.
"Bir şey olmayacak kardeşim."
"Sen öyle diyorsan Necibiye." dedikten sonra arkasını dönerek ablamların yanına doğru koşmaya başladı.
"Necibiye ne ya! Necibiye ne..." diyerek sinirle söylendikten sonra etraftakiler beni şizofreni sanmasın diye kendi kendime konuşmayı bıraktım. Sonrasında bakışlarımı etrafımda gezdirdim. Ee, kimse yoktu? O zaman kimse beni şizofren zannedemezdi.
"Yemin ediyorum, bıktım ha." Bu kadar mal olmaz bir insan. Hayır, nasıl bu kadar isim buluyor? Neden hafızasında bu kadar çok saçma isim var? İşi gücü yok bana söylemek için abidik gubidik isimler mi arayor google da her gün? Canım Allahım, kurbanın olayım şu çocuk artık biraz akıllansın. Vaktini salak salak şeylere harcamasın."
Timin yanına geldiğimde maalesefki kendimle olan konuşmamı bitirmek zorunda kaldım. Onların sohbetlerine dahil oldum. Yaklaşık beş dakika sonra Uraz ve Ufuk'un bize doğru yaklaşmaya başladıklarını gördüm. Bakışlarım Mert'e çevrildi. Sonrasında tekrar onlara döndü. Hava gitgide kötüleşiyordu. Üstümüz sırılsıklam olmuştu.
Uraz ve Ufuk yanımıza geldiklerinde tek bir kelime bile etmeden dikilmeye başladılar.
"Ne oluyor?" diyen Asena komutanıma döndü bakışlarım. Uraz ve Ufuk ilk başta kendilerine söylendiğini anlamadılar. Asena komutanım sorusunu yineleyince ikiside aynı anda ona döndürdü bakışlarını.
"Bir şey yok komutanım." dedi Uraz dümdüz bir sesle.
"Belanızı bulmayın benden konuşun." dediğinde bakışlarım Uraz'ın silah tutan eline düştü. Titriyordu.
"Uraz..." dedi Asena sinirli bir sesle ve ona yaklaştı. O an, Uraz'ın gözleri doldu.
"Komutanım bir şeyim yok." dedi ama sesi titriyordu. Ben ve Mert de hızla onlara yaklaştık. Çınar abinde peşimizden geleceği sırada telsizi titremeye başlayınca durmak zorunda kaldı. O telsizi açıp kulağına götürdüğü sırada biz yanlarına gelmiştik.
"Uraz Aktan! Biraz daha konuşmazsan..." devamını getiremedi çünkü Uraz'ın gözünden bir damla yaş, yanağına doğru süzüldü. Bakışlarım istemsizce Ufuk'a döndüğünde gözlerini sildiğini gördüm.
"Armina komutanım, şehit olmuş." Ufuk'un sözlerinin üzerine bir kaç saniyeliğine düşünme yetimi kaybettim. Anlayamadım, ne demişti?
Uraz bir anda kendini tutamayıp ağlamaya başladığında onu hızla kendime çektim. Başını omzuma yasladım. Sıkıca sarmaladım onu. Burada olduğumu ona, burada olduğunu kendime kanırlamak istercesine sarmaladım.
"Efe..." başımı omzuna yasladıktan sonra bende gözyaşlarıma hakim olamadım.
"Uraz..." dedim bende. Ne diyeceğimi, ne düşeneceğimi bilmiyordum. Ağlamak istiyordum, yalnızca ağlamak. Zihnimde ablamın sesi yankılanıyordu. Kahkahaları, emirleri, kızmaları, dövmeleri, 'Ben buradayım.' diyişleri...
'Sözüm söz Egeli; bu kara toprak almadıkça beni arkana baktığın, üzüldüğün, ne yapacağını bilemediğin her an orada olacağım. Sevincinde, üzüntünde, her anında yanında olacağım. Senin bir ablan var artık ve o senin canın pahasına tüm Dünya'yı yakar. Sana söz veriyorum, daima yanında olacağım. Çünkü, sen benim kardeşimsin Efe Egeli ve bu gerçeği hiç bir güç değiştiremez.'
Aldı mı abla seni kara toprak? O yüzden mi yoksun şimdi yanımızda? O yüzden mi ağlıyoruz biz sensiz?
O yüzden mi acı çekiyoruz biz bu kadar?
"Armina..." diye fısıldadı Asena konutanım. Etrafımda ne olup ne bittiğini anlayamıyordum, sadece kardeşimin omzunda ağlıyordum.
Ve ben, bundan sonra nasıl yaşacağımı bilmiyordum.
⚔️
Ne zaman ölürdü insan?
Ruh bedenden çıkınca mı sadece? Hayır, ben buna asla inanmıyorum. Biz yarım saat önce ölmüştük ve kimse buna itiraz edemezdi.
Kimse konuşmuyordu. Hiç biriniz konuşmuyorduk. Hava çok kötüydü, öyle kötüydü ki Bizi almaya gelen bu helikopterin içinde anavatana dönmeyi bekliyorduk.
İçinde bizi bekleyen bir ablamın olmadığı anavatana...
"Komutanım." diye bir ses duyuldu helikopterin içinde. Lakin bu ses bizden birinin değildi.
"Söyle, asker." dedi Asena komutanım duygusuz bir sesle.
"Ben... Çok fırtınalı hava. Önümü göremiyorum bile. Ve," helikopter sarsıldığında ve aynı anda gök gürlediğinde hiç kimseden ses çıkmadı. Ölecek miydik? Şu an tam zamanıydı.
İçimdeki heyecan ve başarmışlık hissi çok kısa sürmüştü çünkü ablam ölmüştü.
Benim ablam ölmüştü.
Hayır, askerler ölmezdi. Şehit olurdu.
Benim ablam şehit olmuştu.
"Düşüyoruz, komutanım. Helikopter düşüyor. Yapabileceğim hiç bir şey kalmadı." bunlar duyduğum son sözlerdi. Timime baktım sıra sıra. Bakışlarımı gezdirdim kardeşlerimin üzerinde son kez. Ölüyorduk ve bu hiç birimizin umrunda değildi çünkü ölmek sadece bir aracıydı. Biz ablamın yanına gidiyorduk ve kim ne derse desin ona bir kez daha sarılmak için ölmek gerekiyorsa hepimiz buna razıydık.
Etrafımda olan biteni algılamak zordu ama düşünmek de bir o kadar kolaydı. Bunlar, zihnimden geçen son cümleler kalbimden geçen son sözlerdi ama bu umrumda değildi. Askerler ölmezdi, şehit düşerdi.
Babamın izinden gittiğim bu yola girdiğim için hiç bir saniye pişman olmadım ve olmayacağım. Ben; kanımın son damlasına kadar savaştığım, savaştığımız için daima kendimle ve kardeşlerimle gurur duyacağım.
Ben, babam gibi onurlu bir askerin oğlu olduğum için kendimle gurur duyacağım.
Ben, babam sayesinde tanıştığım 6 kardeşime sahip olduğum için hiç bir zaman yalnız olmayacağım.
Ve ben, kendim için değil onlar için üzüleceğim çünkü ölmek insanın canını çok acıtıyormuş.
Ama en çok da geride kalanlara üzüleceğim çünkü biz yedi kardeş günün sonunda orada buluştuğumuzda arkamızda bıraktıklarımızın yüreği acıyla kavrulacak.
Ben, vatan için öz abimi öldürürken gözünü bile kırpmamış o çocuğum.
Ben, annesi ve babası şehit olduğunda hem öksüz hem de yetim kaldığı için hayatla tek başına savaşmak zorunda kalmış o çocuğum.
Ben, her şeye rağmen vatan için kanımın son damlasına kadar savaşmak ve babamın izinden gitmek isteyen o çocuğum.
Ben, vatan uğruna çıktığım bu yolda tanıştığım 6 kardeşimle beraber şehit olacak olan o çocuğum.
Ben annemin biriciği, babamın aslan parçasıyım. Bana kol kanat geren Arif Bozkurt, Sakine Bozkurt, Ahmet Kırşan ve Gülgün Kırşan'ın aslan oğulları olan o çocuğum.
Ben, sürekli kimsesiz kalan ama günün sonunda bir şekilde ailesine kavuşan o çocuğum.
Ben Mert'in abidik gubidik isimler taktığı, Ufuk'un dert ortağı, Uraz'ın sessizliğinin arkadaşı, Asena ablamın biricik salağı, Çınar abimin kendinden çok güvendiği, Armina ablamında sığındığı limanıyım.
Biz 7 kardeş, birbirimizin sığınağı, dostu, kardeşi, timi, komutanı, askeriyiz.
Biz 7 kardeş, bir tim değil aileyiz.
Asker olmak, yürek ister. Ama Türk askeri olmak; güç ister, kudret ister, vatan aşkı ister.
Ve Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk'ün de dediği gibi,
Muhtaç olduğumuz kudret, damarlarımızdaki asil kanda mevcuttur.
Üzülüyorum, ama öldüğüm için değil. Daha kardeşlerimle yaşayacak çok zamanım olduğu için.
Ama bir yandan da bizimle gurur duyuyorum, ulaşabileceğim en yüksek mertebeye ulaşmamıza çok az kaldığı için.
Geride kalanlar, Allaha emanet olun.
Siz Allaha, bu vatan da artık sizlere emanet.
Helikopterin yere çakılmasına saniyeler kalmıştı. Belki yirmi, belki de otuz. Normalde 20-30 saniyenin geçtiğinin farkına bile varmazdım ama şimdi keşke hiç bitmesede son kez sarılabilsem sevdiğim herkese diyebileceğim, son kez herkese bakabileceğim, sevdiklerimi son kez zihnimden getirebileceğim kadar uzundu bu 30 saniye.
"Sizi seviyorum." dedi Asena komutanım.
"Çok seviyorum." dedi Ufuk ve Mert aynı anda. Uraz'ın fısıltısı duyuldu sonra.
"Canımsınız, kardeşimsiniz tim. Siz benim her şeyimsiniz."
"Kardeşlerim, allaha emanet olun. Hakkınızı helal edin." Çınar abimin sesi duyuldu. Sonra hep bir ağızdan konuştuk.
'"Hepinize helal olsun."' pilot sessizdi. Ona döndü bakışlarım.
"Sende hakkını helal et, devrem."
"Helal olsun." dedi o da. Ve biz, bu helikopterin içindeki yedi asker. Hep birlikte, yere düşmeden saniyeler önce aynı şeyi fısıldadık.
"Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlüh."
Bazı askerler evlerine döner, bazıları ise cennete davetlidir.
Biz bugün sanırsam cennete davetliydik.
⚔️
2010
Yatakta uzanıyordu Birgen. Askeri Lise sınavlarının sonuçları yarın açıklanacaktı ve o, çok heyecanlıydı. Asena da onunla aynı durumdaydı.
"Asena," diye fısıldadı Birgen.
"Söyle, canımın içi." dedi Asena da fısıldayarak.
"Çınar abi bizi gizlice sınava soktu, evet ama sonuçlar müdür yardımcısının imzası gibi kolay olmayacak." dedi. Askeri lise sınavlarına girmeleri için müdür değil, müdür yardımcısının imzasıda yeterliydi ve onlarda müdür yardımcısı Nilgün hanıma resmen yalvarmış, en sonunda Nilgün Müdür onlara kıyamayınca izni almışlardı. Lakin şimi, durumlar faklıydı. Kuleli'yi istiyorlardı ve Kuleli'ye eğer girme hakkı kazandılarsa mülakatlara katılmak ve okula kayıt yaptırmak için yurttan günlerce gitmeleri gerekiyordu. Yasal olarak müdür elbetteki hiç bir şey yapamazdı. Yani; bu çocukların akli dengeleri yerinde değil, psikolojik sıkıntıları var tarzında bir yazıyı onlara göndermezse.
Birgen'in aklını bu ihtimal kurcalıyordu fakat Asene'ya söylemiyordu. O da bu ihtimali düşünerek üzülsün istemiyordu. Ama belkide Asena da aynı şeyi yapıyordu?
Bilmiyordu Birgen. Ama şu an çok heyecanlıydı ve kötü düşünmek istemiyordu.
"İkiz." dedi Asena. Birgen'e ismiyle hitap etmemek için ona böyle seslenirdi. Bugüne kadar adıyla yalnızca bir kez hitap etmişti ve yüreğinde hala bunun pişmanlığını taşıyordu. Kendini affetmekte zorlanıyordu.
"Efendim Asena?" dedi Birgen.
"Kazandık mı sence?"
"Bence, kazandık. Ama yinede korkuyorum..." Birgen'in sözlerinin üzerine güldü Asena.
"Ben kazandıysam sen hayli hayli kazanırsın, kasma bu kadar." dedi ve arkasını döndü.
"Uyu artık ikiz, sabah gözlerin kan çanağına dönüyor sonra. Uraz'a iki saat açıklama yapmak zorunda kalıyoruz." dediğinde istemsizce güldü Birgen. Asena haklıydı, bu yüzden uyumalılardı.
"İyi geceler, Asena."
"İyi geceler, ikiz."
⚔️
"Kazanmışız! Asena, Asena uyan Asena!" sevinçle odanın içersinde koşturuyordu Birgen. Kazanmışlardı, ikiside Kuleli'ye girmeye hak kazanmıştı! Az önce müdür yardımcıları Nilgün hanım gelmiş, Birgen'i öperek uyandırmış ve söylemişti.
İlk kez bir yetişkin ona bu kada sevgi dolu yaklaşmıştı. Ve de hayatını adadığı askerliğe sonunda ilk adımını atmaya hak kazanmıştı.
Birgen hangisine daha çok sevineceğini bilemiyordu.
Ama şuan çok mutluydu ve hiç bir şeyin bunu bozamayacağına inanıyordu.
"Asena, uyan uyan hadi!" diyerek bir kez daha Asena'ya seslendiğinde Asena ışık hızıyla yataktan doğruldu. Bir kaç saniye etrafına bakınarak neler olduğunu anlamaya çalıştı. Sonrasında ise gözlerini kocaman açarak Birgen'e baktı.
"İkiz! İkiz kazandık mı doğru söyle!" Birgen sıkıca sarıldı Asena'ya.
"Kazandık! Kazandık vallaha!" diyerek gülümsediğinde gözleri dolu doluydu iki genç kızında. İkiside çok mutluydu.
"Hadi hadi! Kahvaltıya inelim! Uraz'a da söyleyelim!" diyerek Asena heyecanla yataktan fırladı ve lavaboya doğru koşuşturmaya başladı. Birgen ise üzgün bir ifadeyle arkasından bakakaldı.
Onlar gidince, Uraz'a ne olacaktı?
Birgen burada değilken ya çoraplarını giymeyi unutursa? Ya ödevlerini yapamazsa ve kimse ona yardım etmezse? Ya birileri onu döverse? Nasıl bırakacaktı Birgen kardeşini bir başına?
Gözleri dolduğunda sevinci bu kadar sürmüştü işte. Ne yapacaktı şimdi, Uraz kalacaktı burada tek başına...
Bakışlarını tavana çevirerek dolan gözlerini gizledi. Ve üzerini değiştirmek için dolabına doğru ilerledi. Dolabı karıştırdığı sırada pembe bie tişört ve siyah bir eşofman altını görünce gülümsedi ve hızla üzerine geçirdi.
Tam o sırada lavabodan Asena çıktı. Sapsarı saçlarını taradığı için saçları oldukça bakımlı duruyordu. Sarı saçlarına zıt simsiyah gözleri sevinçle ışıldıyordu. Yüzündeki tebessüm güzelliğine güzellik katıyordu.
"Asena, saçların çok güzel olmuş!" Tuana'nın sesi duyuldu odada. Birgen bakışlarını hızla yere indirdi. Asena ise gülümseyerek kıza cevap verdi.
"Teşekkür ederim, beğenmene sevindim." Birgen elleriyle oynuyor, Asena'nın yanına gelmesini bekliyordu.
"Akşam, Betül abla bizi kafeye götürecek... Sende gelsene, iki haftadır hiç vakit geçiremedik." diye mırıldandı Tuana. Birgen'in ellerindeki bakışları Asena'ya döndü. Başını yerden kaldırmadan onlara baktığında Asena'nın kocaman gülümsediğini gördü.
"Tabii ki gelirim, özledim sizi." dedikten sonra bakışları Birgen'e döndü.
"Sen, büyükannenin yanına gidecektin değil mi ikiz?" dediğinde Birgen başıyla onu onayladı.
Asena, sevilendi. İstenendi. Bir sürü arkadaşı vardı.
"Umarım onu da çağırmayı düşünmemişsindir, Asena." dedi Tuana. Asena tam bir şey diyecekti ki Birgenle göz göze geldiklerinde susmak zorunda kaldı.
Birgen, sevilmeyendi. İstenmeyendi. Onun Asena ve Uraz'dan başka kimsesi yoktu.
"Çağırsada gelmezdim, büyükannemi çok özledim." dedi Asena'nın gözlerinin içine bakarak.
"Ben aşağıya iniyorum." diye sessizce mırıldandıktan sonra hızla odadan ayrıldı. Hızlı adımlarla yurdun koridorlarında ilerliyordu. Arkasından gelen adım seslerini duyabiliyordu, bu Asena'ydı.
Sevilmesi Asena'nın suçu değildi.
Ama sevilmemesi de Birgen'in suçu değildi.
"İkiz!" diye bağırdı Asena. Zorlukla Birgen'e yetiştiğinde kolundan yakaladı.
"Yapma, bak ben zaten ona ağzının payını,"
"Asena, biliyorum. Kendini açıklamana gerek yok. Ben hep seni anlarım, merak etme." diye mırıldandı Birgen. Lakin kalbi aynı şeyleri söylemiyordu.
Bencillik yapıyorsun! Seni seven birilerinin olmasını istiyorsun ama bunu hak etmediğini unutuyorsun!
Annesinin sesi zihninde yankılandı. Yine mi bencillik yapıyordu? Asena onu seviyordu, ona 'ikiz' diyordu. Birbirlerine kardeş olmuşlardı ama Birgen hala daha fazlasını istiyordu.
Yani en azından, onu sevmeyenleri o da sevmesin istiyordu.
Ve evet, bu tam olarak bencillikti.
Birgen hep anlardı, hep dik dururdu, hep korurdu, hep kollardı. Böyle olmak zorundaydı.
Ama artık çok yoruluyordu ve sadece...
"İkiz," diye mırıldandı Asena.
"Asena, boş versene." dedikten sonra boğazını temizledi.
"Hadi bu haberi Uraz'a verelim!" diyerek heyecanla konuştuğunda Asena Birgen'in yanağından makas aldı ve yemekhaneye doğru koşturmaya başladı. Bir çocupu kandırmak bu kadar kolaydı, 14 yaşındaydılar ama Asena daha çok çocuktu. Her şeye rağmen çocukluğunu yaşayabiliyordu.
Birgense büyümek zorunda kalmıştı. Belki de o da çocukluğunu yaşayabilirdi? Kendisi istemediği için mi çocuk olamıyordu?
"Yerden bitme cüce! Yaşın küçük diye kendini çocuk mu sanıyorsun? Aptal!"
Birgen dolan gözlerini hızla tavana kaldırdığında kendine duyduğu nefreti daha yoğun bir şekilde hissetti.
Çünkü o, birazda olsa bencil olmak istemişti.
Bakışlarını yere indirerek yürümeye başladığında bakışları yerde, sırtı ise dimdikti.
Boyun eğmeyecek kadar güçlü, insanların yüzüne bakamayacak kadar da korkaktı. Kendini hep böyle tanımlardı.
Yavaş adımlarla ilerlemeye devam ettiği sırada önünde üç çift ayak gördü. Bakışlarını sakinlikle yerden kaldırdığında Umut, Eliz ve Ateş'i gördü.
"Ah, Birgen. Yemekhaneye mi gidiyordun?" dedi alayla Ateş. Birgen onu başıyla yavaşça onayladığında hepsi güldü.
"Acıktın mı sen? Ha?" dedi Umut. Birgen onlara aldırış etmeden yanlarınsan geçeceği sırada Eliz onu kolundan kavrayarak önüne çekti.
"Biz çok sıkıldık, biliyor musun?" dediğinde Birgen bakışlarını Eliz'in gözlerine çevirdi. Masmavi gözleri, simsiyah saçları bembayaz teniyle çok güzel bir kızdı.
"Ve bizi sen eğlendireceksin." dedi Ateş bu kez. Birgen'in bakışları yemekhanenin içene döndüğünde bir masada oturmuş kahvaltı eden Asena ve Uraz'a kaydı. Asena Uraz'a heyecanla bir şeyler anlatıyor, Uraz'sa onu başıyla onaylayarak izliyordu. Ama Uraz oldukça üzgün görünüyordu.
Uraz bir şeyler söylediğinde Asena'nın önce kaşları çatıldı, sonra etrafına bakındı. Birgen onları izlemeye devam ettiği sırada Eliz kolunu daha çok sıkınca bakışları ona döndü.
"Anlamıyor musun, Birgen? Sana bizi eğlendirmeni söylüyoruz. Yoksa o sümüklü kardeşin... Neydi adı?" biraz düşünüyormuş gibi yaptıktan sonra gülümsedi.
"Hah, Uraz! Akşam Umut ve Ateş'i mi eğlendirsin senin yerine?" dediğinse Birgen yutkundu.
"Ne istiyorsun?" dedi. İki kelime, buz gibi bir ses.
"Bak, şurada Yaren'i görüyor musun?" diyerek bir yeri gösterdiğinde Birgen'in bakışları oraya çevrildi.
"Dün onun Ateş'i aldattığını öğrendik. İntikam alacağız, anlarsın ya?" dediğinde Birgen ona boş bakışlar atmaya devam ediyordu.
"İşte, onun gözlerinin önünde Ateş'i öpeceksin." dediğinde Birgen ne diyeceğini bilemedi.
"Ve sen Ateş'i öptüğün içinde cezayı sen alacaksın. Biz de hem eğleneceğiz hem de intikam almış olacağız." Eliz'in sözleri bittiğinde Ateş'in kahkahası duyuldu.
"Birgen, sen Yarenden daha güzelsin..." diyerek Birgen'i süzdüğünde Birgen rahatsızlıkla kıpırdandı. O sırada Asena'nın sesi koridorda yankılandı.
"Ne halt yiyorsunuz siz!?" dedi ve hızla onlara yaklaşıp Eliz'i ittirerek Birgenden uzaklaştırdı.
"Siz ne yapıyorsunuz ona?"
"Sadece konuşuyorduk, Asena. Abartmasan mı?" dedi Umut. Asena Umut'a doğru döndüğünde Umut gülerek konuştu.
"Ayrıca onu seviyormuş gibi davranmana gerek yok, ilk gün geldiğinde seni kurtardı diye ona duyduğun minneti anlıyorum ama-" Asena'nın tokadı Umut'un yüzüne indiğinde Umut bir kaç adım yalpaladı.
"Akşam, sizi gözüm görmesin." diyerek kendisinden iki yaş büyükleri resmen tehdit ederek uzaklaştırdıktan sonra Birgen'e döndü.
"İyi misin?" dediğinde Birgen başıyla onu onayladı.
"Senin korumana muhtaç değilim, Asena. Hepsini dövebilirdim. Kendini bir kez daha riske atacak olursan,"
"Evet, hepsini dövebilirdin ama bana veya Uraz'a dokunsalardı. Sana bir şey yaptıklarında," diyerek iç çekti.
"Her neyse, bugün kavga etmek istemiyorum. Uraz'ın canı fazla sıkkın, sana bir şey olduğunu zannediyor. Yanına gitsek iyi olur." dediğinde Birgen onu başıyla onayladı.
"Asena," dedi. Birgen, Asena'nın kendisi için kendini tehlikeye atmaması gerektiğini düşünüyordu. Sözlerini ve düşüncelerini Asena'nın sesi böldü.
"İkiz, lütfen. Neden bugüne bu kadar kötü başladıkki? Görende bizi hep böyleyiz sanacak..." diye mırıldandıktan sonra kollarını sıkıca Birgen'e doladı. İşte huzur ve güven, buydu.
"Biz asker olacağız, ikiz." dediğinde Birgen gülümsedi.
"Ben senin komutanın olacağım."
"Bok olursun, aynı yaştayız!" Asena'nın sitemine güldü Birgen.
"Ben bir şey diyorsam ve bunu gerçekten kalpten istiyorsam, yaparım." dedikten sonra saçını savurdu.
"Buna karşı çıkacak bir sözüm yok sanırım..." diyerek o da alaya aldığında Birgen gülümsedi.
"Yürü hadi," diyerek onu sırtından itekledikten sonra yemekhaneye doğru ilerlemeye başladı.
"İkiz!" dedi şakayla karışık bir sinirle Asena ve Birgen'in kafasına bir tane yapıştırdı. Birgen'in adımları duraksadı. Sakince Asena'ya doğru döndü.
"Seni öyle bir döverim ki,"
"Abla!" Uraz'ın sesini duymasıyla sözleri yarım kaldı ve hızla gözlerini sesin geldiği yöne doğru çevirdi. Uraz hızla onun üzerine atladığında Birgen bir kaç adım geriledi.
"Koca oğlan oldun, hala üzerime atlıyorsun. Öleceğim yakında ağırlığından." dedi boğuk bir sesle. Fakat Uraz onu çok da umursamadı.
"Kazanmışsınız!" diyerek sevinçle dahada sıkı sarıldığında Birgen de kollarını sıkıca ona doladı.
"Kazandık tabii ya," dedi ve saçına buseler kondurdu.
"Darısı senin başına, ufaklık." dedi Asena. Birgen, Uraz'ın kolları arasından çıkarttı ve yüzünü avuçları arasına aldı.
"Dinle, ne olmak istiyorsan o olacaksın."
"Doktor mu olmak istiyorsun, arkandayım. Öğretmen mi olmak istiyorsun, arkandayım. Asker mi olmak istiyorsun, arkandayım. Sen ne olmak istiyorsan o olacaksın ve bu konuda karşındaki ben bile olsam ezip geçeceksin Uraz. Anlaşıldı mı?" Uraz başıyla onayladı.
"Hadi şimdi kahvaltı zamanı!" dedi. Uraz ve Asena otururken hızla tabağına bir şeyler doldurup onların yanına gitti Birgen. Kahvaltıları neredeyse bitmişti ki, Sibel Dadı yanlarına doğru yaklaşmaya başladı.
"O neden geliyor?" diye fısıldadı Uraz. Asena hızla Uraz'ı sarmalarken Birgen çoktan ayağa kalkmıştı.
"Ne oldu?" diye sordu sert bir sesle.
"Müdür, seni çağırıyor." dedi. Sonra Birgen'i süzdü ve güldü. Birgen'in bakışları istemsizce Asena ve Uraz'a döndü.
"Yaramazlık yapmayın, uslu durun. Ve dikkatli olun." dedikten sonra onlara bir kere bile bakmadan Sibel Dadı'yla birlikte ilerlemeye başladıklar.
"Bu sefer, seni öldürecek." dedi Sibel Dadı. Birgen ise güldü.
"Öldürsün."
"Süründürecek."
"Süründürsün."
"Acı çekeceksin."
"Buna alışığım." diye mırıldandı bu kez.
"Ah peki, seninle uğraşmayacağım." dedikten sonra durdu. Müdürün odasının önüne gelmişlerdi. Hiç bir şey demeden kapıyı açıp Birgen'in içeriye girmesini bekledi bir kaç saniye. Birgen tereddüt etmeden içeriye girdiğindeyse kapıyı sertçe kapattı.
Birgen yavaş adımlarla ilerlediği sırada müdürün her zamanki gibi sandalyesinde oturduğunu gördü. Fakat bugün bir farklılık vardı, odada baş başa değillerdi.
Camın önünde, elleri arkasında bağlı bir adam duruyordu. Camdan dışarıyı izlediği için Birgen onun yüzünü göremese de, nedensizce korkmuştu.
"Ah, Birgen. Askeri Lise Sınavlarına girdin?" diyen müdürün sesini duymasıyla ona dönmesi bir oldu. Direkt konuya girmişti. Bu onun tarzı değildi, ilk başta kışkırtır sonra düşündüklerini söylerdi. Bu Birgen'in kaşlarının çatılmasına sebep oldu ve ne diyeceğini bilemedi.
"Ben..."
"Sen!" diyerek ayağa kalktı müdür. Ellerini masaya sinirle vurduğunda Birgen irkildi. Müdür bir kaç saniye daha Birgen'e baktıktan sonra bakışları camın önündeki adama döndü. Ve ona bakarken söze girdi.
"Her neyse, Birgen. Cezanı ben değil, o verecek." dediğinde Birgen'in korku dolu bakışları hızla camın önündeki adama döndü. Oda da bir kahkaha sesi yankılandığında Birgen hızla bakışlarını yere indirdi.
Bu oydu.
Babası, Yılmaz Taşkıran.
"Benim güzel kızım. Yapılan her yanlışın bir cezası vardır öyle değil mi?" dediğinde Birgen'in elleri titremeye başladı.
Babasının ona yaklaştığını hissedebiliyordu. Ama asla kıpırdayamıyordu. Korkuyordu, çok korkuyordu. Zihninde canlanan anılar korkudan titremesine sebep oluyordu.
İtaat et! Boyun eğ!
"Birgen, hadi ama... Hiç mi özlemedin babanı?" dediğinde boğazındaki yumruya rağmen konuşmayı başardı.
"Özledim baba." sesi titriyordu. Elleri titriyordu.
"O zaman, biraz özlem giderelim güzel kızım."
⚔️
Birgen Taşkıran'ın günlüğünden
1. gün
12 saat 43 dakika.
Babam, yurttan beni buraya getirdi. Karanlık. Korkutucu. Zincirlerle beni duvara bağladılar. Fakat az önce, içeriye giren adam bir defter ve kalem bıraktı. Işıkları açtı. Sanırım, bir şeyler yazmamı istiyorlar. Bu yüzden bende yazmaya başladım.
Yurttaki oda arkadaşım Nisa'nın bir defteri vardı. Her gece ona bir şeyler karalıyordu. Bu onun günlüğüydü. Türkçe dersindeki Fatih hoca demiştiki 'Yaşanan olayları gün gün yazıldığı deftere günlük denir.' Sanırım, benden günlük tutmamı istiyorlar.
Ben, ne yazmam gerektiğini bilmiyorum ama çok korkuyorum. Buradan çıkabilecek miyim?
2. gün
Burayı tek kelimeyle özetlemem gerekirse hiç düşünmeden Cehennem derdim.
Acı çekiyorum, ama en sonunda bana ne yaptıklarını bile hatırlamıyorum. Zannediyorum ki bana bu günlüğü bunun için verdiler. Yaşanılanları unutmamam için.
3. gün
Bugün çocukluğumu gördüm. Gerçi ben hala bir çocuğum ama öyle hissetmiyorum. Galiba ben büyüyorum. Onu görünce, o videoları... Ne yapacağımı bilmiyorum.
Uraz ve Asena, nasıldı?
Umarım iyilerdir. Ona soruyorum, babama yani. Ama cevap vermiyor.
Yaşıyorum ama ölüyorumda. Burası Araf dedikleri yer mi?
4. gün
Küçüklüğümü izletiyor bana. Saatlerce. İzle izle izle izle izle. Başka yaptığım hiç bir şey yok.
Uraz ve Asena'nın isimlerini unuttum bugün. Çok korkunçtu. Delirdiğimi zannettim. Neyseki buraya not almıştım.
Şimdi anlıyorum ki, bu günlüğü bu yüzden tutuyorum, delirmemek için.
5. gün
Yine çocukluğumu izlettiler bana zorla. İzlemeyeceğim, dedim. Zorla izlettirdiler. Zaten zihnimden hiç çıkmayan anıları birde gözlerimle görerek tekrar tekrar yaşamak beni bitiriyor.
Kardeşlerimi unutturmaya çalışıyorlar ama başaramayacaklar.
6. gün
Zihnim acıyor. Bulanıklaşıyor. Düşünemiyorum. Yazı yazmak çok zor.
Uraz ve Asena, kalın giyinmiştir umarım çünkü az önce içeriye giren adamın saçları ve üstü ıslaktı.
7. gün
Bugün daha iyiydi. Diğer günlerin aksine bugün bana vurmadılar.
Ama yine de zihnim bulanık. Buraya geleli bir hafta oldu ama sanki bir yıl olmuş gibi.
Çok uykum var, ve sadece uyumak istiyorum.
Ama uyuyunca olacaklardan çok korkuyorum.
Kim olduğumu unutturmaya çalışıyorlar.
Unutmayacağım benliğimi, unutturamayacaksınız.
16. gün
Bugün 16. kez yandı ışık. Ben, hatırlamıyorum. Hiç bir şey hatırlamıyorum.
Allahım, lütfen kurtar beni.
Günlüğe yazı yazamadım, kalemi elime alacak dermanım bile yoktu. Nasıl nefes aldığımı bile bilmiyorum. Bugün tahminimce buraya geleli 16 gün oldu, çünkü her gün bir kez açıyorlar ışıkları.
Canım çok acıyor, ama zihnim bana yaşanan her şeyi günün sonunda unutturuyor.
Bana neler yapıyorlar bilmiyorum ama tüm vücudum ağrıyor, kıpırdayamıyorum. Garip olan şu ki vücudumda bir izi bırak, tek nir morluk bile yok.
Bunu nasıl yapıyorlar bilmiyorum. Ama çok acıtıyor.
Tek bildiğim, uyurken de uyanıkkende küçüklüğümün sesinin bu odada yankılandığı.
22. gün
Ölmek istiyorum. Kaybettiğimi kabul ediyorum. Ben kaybettim, asker olamayacağım.
24. gün
Hayır, ben kaybetmedim. Bunu kabullendiğime inanamıyorum. Bana ne yaptılarda kaybettiğimi kabul ettim? Bilmiyorum.
Ama bugün söz veriyorum kendime, Kaybederken bile kazanacağıma dair.
Zihnim çok bulanık, ne düşündüğümü bile bilmiyorum.
Uraz ve Asena, iyi misiniz?
Özür dilerim.
28. gün
Artık kaldıramıyorum. Bugün nerdeyse bir ay olacak ve ben artık dayanamıyorum.
Küçüklüğümün sesini duymak ve acı çekmek istemiyorum. Zihnim çok acıyor, gerçekten çok acıyor. Vücudum çok acıyor, gerçekten çok acıyor.
Bana ne yaptıklarını bile hatırlamıyorum. Bunu kaç defa daha yazacağım bilmiyorum ama bana ne yaptıklarını unuttuğumu sürekli kendime hatırlatmam gerekiyormuş gibi hissediyorum.
31. gün
Acıyor, kalbim çok acıyor. İki kardeşim vardı, canımdan çok sevdiğim. Biri erkekti. Benden dört yaş küçüktü. Diğeri kızdı, aynı yaştaydık. Bana hep 'İkiz' derdi.
Ama ben onları hatırlamıyorum.
Unutmayacağımı söylemiştim, özür dilerim. Bazen bende güçlü olamıyorum. Bu defterden bakacaktım ama günlüğümün sayfalarını almışlar benden. Onların isimleri aldılar.
Ben, canımdan çok sevdiğim kardeşlerimin adlarını bile hatırlamayacak kadar acizim.
Kaybettim mi? Asla.
Kendime bir söz verdim. Ben kaybetmeyeceğim.
Sayfalarımı alın, duvarlara kazırım yazılarımı. Zihnimi bulandırın, kalbimle yazarım kelimelerimi.
İtaat etmeyeceğim, boyun eğmeyeceğim.
33. gün
Sis bulutunun içinde önümü görmekten daha zor düşünmek.
Düşünüyorum, ama ne düşündüğümü bile bilmiyorum.
Bana ne yaptıklarını bile hatırlamıyorum.
İki kardeşim var, biri kız diğeri erkek.
Unutmayacağım benliğimi, unutturamayacaksınız.
35. gün
Çok acıyor. Yürüyemiyorum. Bileklerimdeki zincirler canımı çok acıtıyor. Yaşadığımı hissetmiyorum. Acılarımdan bahsetmek istemiyordum, zincirlerle beni tutsak ettiklerini kabul etmek istemiyordum ama bu sayfalar dışında başka kimseyle konuşamıyorum. Artık dayanamıyorum.
Burası Araf değil, cehennem. Bunu biliyorum.
Çığlıklarımı, acımı hatırlıyorum ama bana ne yaptıklarını hatırlamıyorum.
Zihnimle oynuyorlar, beni delirtmeye çalışıyorlar ama başaramayacaklar.
İki kardeşim var, biri kız biri erkek.
Unutmayacağım benliğimi, unutturamayacaksınız.
37. gün
Acıyor. Öyle çok acıyor ki artık kaybetmek istiyorum sanırsam. Acı çekiyorum, her gün karanlıkta kalmak çok acı veriyor. Sürekli acı çektiğimi mi dile getiriyorum? Bilmiyorum aama sanırsam öyle. Başka bahsedebileceğim bir şey yok zihnimde. Tüm benliğimi saran tek şey acı. Çok acıyor.
Bir günün bitip yeni günün başladığını açılan ışıklardan anlıyorum çünkü her gün bir saat ışıkları açıyorlar. Başlarda birazda olsa korkmamam için olduğunu düşünmüştüm ama şimdi şimdi anlıyorum ki günlüğümü tutmam için. Bunu nasıl düşünemediğimi bilmiyorum ama, galiba aklımı kaybediyorum.
Artık yazdığım sayfaları benden alıyorlar, bunuda alacaklar biliyorum. Ama korkmuyorum.
Çünkü ben buraya korkularımı yazıyorum.
Ben korkularımı sizinle paylaşacak kadar cesurum, ama siz karşıma çıkıp bunları soramayacak kadar korkaksınız.
Acıyor, yürüyemiyorum. Ellerimi hissetmiyorum. Kemiklerim sızlıyor, nefes almak bile bir işkence artık. Ama ölmüyorum.
Neden ölmüyorum?
Bugün 37. kere yandı ışıklar, buraya geleli 37 gün oldu demektir bu.
Bazı günler o kadar çok acı çektim ki kalemi elime bile alamadım, bazı günlerse kendimi zorladım ve yazdım. Unutmamak ve yaşamak için.
Burası karanlık, ve ben ilk kez bu kadar yalnız hissediyorum. Çünkü benden nefret eden de olsa birileri vardı yanımda önceden. Artık kimse yok.
Sadece geliyor, bana bir şeyler yapıyor -o anları asla hatırlamıyorum- ve gidiyor. Bir kez daha ışıklar yanana kadar beni küçüklüğümün videolarıyla baş başa bırakıyor.
Allahım. Acıyor, canım çok acıyor. Hareket bile edemiyorum. Bazen o kadar çok acıyorki vücudumu hissedemiyorum.
İki kardeşim var. Adlarını hatırlamıyorum. Biri kız biri erkek. Onları canımdan çok seviyorum.
Unutmayacağım benliğimi,
unutturamayacaksınız.
38. gün
Yaşadığımı hissetmiyorum.
42. gün
Artık hiç bir şey hatırlamıyorum. Nefes almak, yürümek, yemek yemek çok zor. O kadar çok acıyor ki canım, neden acıdığını bile bilmiyorum.
Çok fazla acımdan bahsediyorum çünkü hissettiğim tek şey bu.
Bunu asla unutmayacağım.
45. gün
Buradan kurtulur muyum bilmiyorum ama ruhum sonsuza kadar burada hapis kalacakmış gibi hissediyorum. Sürekli küçüklüğümün sesi yankılanıyor zihnimde. Bedenim iflas etmek üzere. Sürekli kriz geçiriyorum. Ölüme çok yakınım. Ama ölmüyorum.
Ölmek istediğimi düşünüyordum ama hayır, sanırım ölmek istemiyorum.
Benim hayallerim var, benim kardeşlerim var.
Ben asker olacaktım.
Ama sanırım artık olamayacağım.
Vücudumda tek bir iz bile yok ama çok acıyor.
Neden bu kadar çok acıyor?
Adımı hatırlamıyorum, kaç yaşındayım hatırlamıyorum. Kimdim hatırlamıyorum, hatırladığım tek şey o. Babam, Yılmaz Taşkıran.
Zihnimle oynuyor, kendimi sorgulatıyor, yaşamamı engelliyor ve beni parmaklıklar olmadan zihnime hapsediyor.
Ne düşüneceğime, neyi unutacağıma bile o karar veriyormuş gibi hissediyorum. Çünkü ben her şeyi unuttum ve sadece onu, anneyi ve abiyi hatırlıyorum. Bana acı veren her şeyi hatırlıyorum ama mutlu olduğum anlatı unutuyorum.
Belkide kendimi kandırıyorum, hiç bir zaman mutlu olmadım ve kendimi mutlu olduğum anların olduğuna inandırmaya çalışıyorum?
Ama kardeşlerim var, canımdan çok sevdiğim. Ve onlarla çok mutluydum, bunu biliyorum ama hatırlamıyorum.
Bugün 45. kez ışık yandı, bugün 45. kez canım yandı.
İki kardeşim var, canımdan çok sevdiğim.
Çabalıyorsunuz ama başaramayacaksınız.
Unutmayacağım benliğimi, unutturamayacaksınız.
47. gün
Kaybederken bile kazanırım ama ölürken kazanabilir miyim, bilmiyorum.
Vazgeçmek mi? Asla.
Ama ben çok yoruldum.
Canım o kadar çok yanıyor ki iki gündür yemek bile yiyemiyorum.
Yürüyemiyorum, artık asker olamayacak mıyım?
49. gün
Yaşamak için nefes almak mı gerekiyor sadece? Çünkü ben ölmüşüm gibi hissediyorum. Allahım, ben nasıl bir günah işledimde beni cehenneme gönderdin? Acıyor, çok acıyor.
Kurtulabilecek miyim?
Acı bitecek mi?
Bitsin lütfen, çünkü çok acıyor.
İki kardeşim var, canımdan çok sevdiğim. Biri kız biri erkek.
Unutmayacağım benliğimi,
unutturamayacaksınız.
⚔️
Merhabalar!
Nasılsınız, iyisinizdir inşallah.
Bu bölüm kitabın başından beri hem yazmak istediğim hem de yazmaktan korktuğum bir bölümdü.
Bölüm ve kitap hakkındaki düşüncelerinizi yorumlarda paylaşırsanız sevinirim. Sınır koymayacağım ama lütfen sınır yok diye yorumlarınızı ve oylarınız benden esirgemeyin.
Teşekkür ederim!
Bir sonraki bölüme kadar, sağlıcakla kalın.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
99.74k Okunma |
8.81k Oy |
0 Takip |
77 Bölümlü Kitap |