69. Bölüm

55. Bölüm: Al Bayrak

Estrella
birbakipcikiyorumm

⭐️Bölümümüzü yıldızlamayı ve yorum yapmayı unutmayınız⭐️

 

.

.

.

 

 

⚔️

 

Varlığım, Türk varlığına armağan olsun.

 

Anaokulunda öğretmenimden duymuştum bu sözü ilk kez. Öğretmenimiz cesur askerlerimizin bu sözü söyleyerek bizleri korumak için çabaladığını söylediğinde filizlenmeye başlamıştı Vatan aşkı. Gün geçtikçe büyümüş, tüm benliğimi sarmıştı

 

Ben; ilkokulda anne, baba ve abiden gizlice Atatürk hakkında kitaplar okuyan minik bir kızdım. Ben, Türkiye Cumhuriyetini koruyan bir asker olmak istiyordum hep. Ben, bunun için doğmuştum. Buna inanıyordum.

 

Biliyordum, damarlarımda akan kan ve kalbimdeni ses tek bir şey söylüyordu. 'Vatan.'

 

Her şeye ve herkese rağmen buradaydım işte, Kara Harp Okulu. Başarmıştım.

 

Bundan yıllar önce bana gelip 'Neden yaşıyorsun?' deseydi, hiç şüphesiz 'Vatan için.' derdim.

 

Ama şimdi birisi çıkıp bana aynı soruyu sorsa, 'Vatan ve sevdiklerim için.' derim.

 

Ben kimim? Ben neyim? Benim adım ne? Bilmiyorum. Ama ben, Türk Subayı olacağım. Bildiğim tek şey bu. Yüreğimi sarıp sarmalayan, ruhumu huzurla dolduran, yaşamamı sağlayan tek düşünce bu.

 

Ama şimdi bakışlarımı etrafımda gezdirdiğimde kendimle çelişiyorum. Çünkü artık yaşamak için başka bir amacım daha var.

 

Ailem.

 

Arif komutanım, Sakine Sultan, Çınar abim, Asena, Ufuk, Uraz, Efe, Mert, Gülgün Sultan.

 

Ve Albay Ahmet Kırşan.

 

Bana bir keresinde demişti ki, 'Ben senin babanım. Ben senin komutanınım. Ben senin ailenim, kızım. Ama kaybedeceğini hissettiğinde zihninden geçen, ağzından çıkan benim adım olmamalı. Çünkü beni düşünürsen, kaybedersin. Eğer bir gün olurda esir düşersen başın dik, yüzün ifadesiz olacak. Sana ne yaparlarsa yapsınlar boyun eğmeyeceksin. Korkmayacaksın. Ben, seni her koşulda bulurum.'

 

'Ama sen kaybettiğini düşündüğün anlarda dik durmak için beni aklına getirme. Çünkü senin dik durmak için bana ihtiyacın yok. Beni anlıyor musun, kızım? Beni düşün, ama zihninle değil kalbinle. Benim adımı sayıklama, zihninden geçirme. Çünkü eğer ben olmadan dik duramazsan ben sana iyi bir komutan olamamışım demektir.'

 

'Nasıl yapacağım bunu diyorsun içinden, biliyorum. Ben sana beni unut demiyorum, kızım. Beni yok say da demiyorum. Sadece benim adımı anarak, bana dayanarak dik durma. Sana ilk kez bir şey söylerken bu kadar zorlanıyorum. Sende ilk kez beni dinlerken acı çekiyorsun, biliyorum. Bunları söylemek benim içinde zor ama bunları baban olarak değil, komutanın olarak söylüyorum. '

 

'Ömrümün sonuna kadar düştüğünde seni kaldırmak için bir adım arkanda olacağım ama düşmene engel olamam. Çünkü insan, düşmeyi bilmeden dik duramayı öğrenemez. İstesemde engel olamam, çünkü bazen benim bile gücümün yetmediği şeyler olabilir kızım.'

 

Kelimesi kelimesine ezberlemiştim sözlerini. Zihnimin kapılarına yazmıştım.

 

"Abla!" Efe'nin sözleriyle düşüncelerimden sıyrılarak bakışlarımı ona çevirdim.

 

"Ne var bebe?" dedim bende. Efe ölüyormuş gibi abartılı hareketler yaparak kendini yere attığında yalaka konuştu.

 

"Ee, abla dersen tabii terslenirsin. Mükemmel ötesi canım ablam diyeceksin." dediğinde gözlerimi devirerek önüme döndüm. Bu harikulade iltifat için sağ ol, yalaka.

 

"Saçma saçma konuşma." dedi Mert. Sonra da Efeye çevirdi bakışlarını.

 

"Farzikifaye, sende abartma. Yemin ediyorum bir gün çekip vuracağım sizi." dediğinde gülmemi bastırmak zor oldu. Mert, Efe'ye ısrarla garip lakaplar takıyor adını asla kullanmıyordu.

 

"Gerizekalı! Adım Efe lan! Üç harfli, senin adından bile kısa!"

 

"Kes sesini şabaniye, almayayım ayağımın altına." dediğinde Efe ağlamaklı bir ifadeyle abime baktı.

 

"Ya bunun hafızasında nasıl bu kadar çok abidik gubidik isim var? Siz bunu sirkten falan mı buldunuz?" dediğinde Uraz gülerek Efe'ye baktı.

 

"Kuleli de ilk gün Mert'in paçasına yapışıp, 'Beni burada tek başıma bırakma Mert! Ben sensiz nasıl nefes alırım!' diyerek ağlayan bendim değil mi Efeciğim?" dediğinde hepimiz gülmeye başladık.

 

"Ya kes sesini!" dedi Efe ve utanarak başını Asena'nın boynuna gömdü. Asena ellerini Efe'nin kafasına koyarak saçlarını okşamaya başladı.

 

"Dalga geçmeyin lan şu veletle, salyasını sümüğünü ben siliyorum sonra." dediğinde Efe şokla bakışlarını Asena'ya çevirdi.

 

"Sen de mi..?" diyerek çaresizce konuştuğunda güldüm. Dizlerime iki kez vurarak gelmesini işaret ettim. Sevinçle yerinde zıplayarak gelip dizlerime uzandığında bu çocuksu hareketiyle gülümsedim. Saçlarını okşamaya başladığımda sohbet devam ediyordu. Yaklaşık on dakika kadar sonra Ufuk aklına bir şey gelmiş gibi bir aydınlanma yaşadı ve abime döndü.

 

"Abi, sizin voleybol maçı kaçtaydı?" diye sordu Yalaka.

 

"İki saati var daha aslanım." dediğinde Ufuk onu başıyla onayladı. Yine sohbet saçma sapan devam ederken Efe bir anda ayağa fırladı ve dizlerinin üzerine çökerek bakışlarını gökyüzüne çevirdi.

 

"Biz ne zaman mezun olacaz ya? Valla bıktım oku oku nereye kadar? Rabbim, sen beni mezun eyle!" Efe'nin sözlerinden sonra abim Efe'nin kafasına bir tane yapıştırdı. Efe yine abartılı bir tepkiyle kendini yerlere atarak kurşun yemiş gibi havalara girdiğinde bezmiş bir nefes verdim.

 

"Efe, çok istiyorsan Ahmet komutanımla konuşalım? Kolaydan bitir okulu?" Asena'nın sözleriyle Efe ona döndü.

 

"Vallaha mı? Nasıl olacak o?" dediğinde Asena güldü.

 

"Aslında tam bitirmiş sayılmazsın ama eğitim hayatın biter en azından. Bizde senden kurtuluruz." dediğinde Efe meraktan çatlayacaktı ama biz çoktan anlamıştık.

 

"Nasıl olacak o benim güzel ablam?" dediğinde Asena güldü.

 

"Emre itaatsizlik ve üste saygısızlıktan harbiyeden atılarak." dediğinde Efe önce bön bön baktı, sonra sessizce yerine sindi. Biz muhabbete devam ederken o kara kafa Asena'ya bakıyor, gerçekten bunu yapar mı diye sorguluyordu. Allahın salağı.

 

"Ahmet komutanım geliyor." Mert'in sesiyle hepimiz hızla ayaklandık ve esas duruşa geçtik. Abim en öne geçti.

 

"Çınar Görgülü, emredin komutanım." dedi sert bir sesle.

 

"Rahat, evlat." dedi ve yere oturdu. Bize de oturmamızı işaret ettiğinde hepimiz çimlerin üzerine geri oturduk.

 

"Napıyorsunuz?"

 

"İyiyiz komutanım." dedik aynı anda.

 

"İyi, akşama bize geliyorsunuz."

 

"Emredersiniz komutanım." dedik yine hep bir ağızdan. Ahmet komutanın bakışları Efe'nin üzerindeydi. Uzun bir süre onu süzdükten sonra konuştu.

 

"Noldu lan sana?" dediği sırada Efe onu duymamıştı. Korku dolu bakışlarla boşluğa bakıyordu. Anlaşılan kafasında senaryolar kurarak depresyona girmeye hazırlanıyordu. Harbiden gerizekalı.

 

"Egeli! Sana diyorum!" dediğinde Efe'nin boşlukta bakışları hızla Albayıma döndü.

 

"Mercimek çorbası komutanım." diye yüksek sesle saçma sapan bir şey söylediğinde Ahmet Komutanımla uzun uzun bakıştılar. Gülmemek için kendimi sıktığım sırada diğerlerine baktığımda hepimizin aynı durumda olduğunu gördüm. Bu gülme isteğimi arttırsada kendimi frenlemem gerekiyordu. Tam o anda Mertle göz göze geldiğimizde gülme krizine daha fa yaklaştım. Ama gülmemeliydim. O kadar çok kendimi sıkıyordum ki çenemi sıkmaktan çenem titremeye başladı. İkimizde kendimizi sıkıyorduk ve bu çok zordu.

 

Sakın gülme Armina. Bu sefer Ahmet komutan hepimizi camdan değil uçurumdan aşağı sallandırır.

 

"Bir şey mi içtin Egeli! Bak küfredecem şimdi," dediği sırada Egeli konuştu.

 

"İçtim komutanım, su içtim en son. Ondan öncede iki şekerli çay içtim. Yaklaşık üç saat öncede kahve içtim. Başka aklıma gelmi,"

 

"Gerizekalı mısın sen?" dediğinde Efe mahçup bakışlarla Ahmet komutana bakıyordu.

 

"Siz ne derseniz ben o olurum komutanım." dediğine Ahmet komutan sabır çekti. Artık kendimi sıkmaktan çenem kırılacak kadar çok gülmehe ihityacım vardı. Hiç biriyle göz göze gelmemek için bakışlarımı ilerdeki ağaca diktiğim sırada Ahmet komutan sabırla iç çekti ve konuştu.

 

"Hepiniz sik sik tavırlardasınız, bir bok dönüyor burada ama..." dediği sırada ifademi ciddileştirmeye çalıştım. Bakışları tek tek hepimizin üzerinde gezdikten sonra bizi salmaya karar vermiş olacakki ayaklandı.

 

"İsteyen benimle odama gelsin, dosya işleri var." dediğinde hiç biri oralı olmadı. Ben ayaklandım.

 

"Ben gelirim komutanım." dediğimde başıyla beni onayladı. Oda ayağa kalktıktan sonra odasına doğru ilerlemeye başladık.

 

Hepimizi çok severdi. Ama onun sevgi dili sessizlikti. Hepimizde onu çok severdik. Ama sertliğinden dolayı diğerleri biraz çekinirdi. Özellikle sivilde değilken. Normalde o kadarda çekinmiyorlardı ama askeri kimlikteylen elleri götleri birbirine karışıyordu. Ahmet komutanımın odasının önüne gelince içeriye girdik. Bir kaç dosyayı ve sisteme işlenmesi gereken raporu önüme bıraktıktan sonra kendi mesasına geçti. Yaklaşık bir saat boyunca bilgisayarla uğraştım. O ise Atsız'ın Bozkurtların Ölümü'nü okuyordu. Çatık kaşları ve sert çehresiyle dikkatle kitabı inceliyor, önemli gördüğü yerlerin altını mavi tükenmez kalemiyle çiziyordu. Bazen sayfa kenarlarına notlar alıyordu. Bunu hep yapardı. Hep merak ederdim, nerelerin altını çiziyor? Ne notu alıyor? Ama onun kitaplarına dokunmamız yasaktı. Asla dokundurtmazdı kitaplarına.

 

Onu incelemeyi bırakıp önümdeki dosyalara geri döndüm. Saatler süren bir çalışmanın sonunda dosyalar bittiğinde ayaklandım.

 

"Komutanım, bitirdim." sesimi duyunca kalemini kitabının içine koyarak kitabı kapattı. Kitabı masasının kenarına bıraktıktan sonra bakışlarını bana çevirdi.

 

"Aferin." dediğinde hafifçe tebessüm ettim.

 

"Başka bir isteğiniz,"

 

"Otur karşıma, Armina." dediğinde hızla karşısındaki koltuğa oturdum. Avuç içlerimi dizlerimin üzerine kapatarak karşısına oturduğumda gülümsedi.

 

"Çok iyi iş çıkartıyorsunuz, Armina. Komutanlarınla iletişim halindeyim. Hepsi çok memun sizden."

 

"Sağ olun komutanım." dedim bende.

 

"Bugün ziyaretçi günü."

 

"Evet, komutanım?" dedim anlamayarak.

 

"Bugün, Yılmaz Taşkıran buraya gelmiş." dediğinde kaşlarım çatıldı.

 

"Anlayamadım komutanım?" dediğimde ayaklandı ve karşıma oturdu.

 

"Bir daha içeriye almamaları konusunda herkesi uyardım. İstersen uzaklaştırma kararı,"

 

"Komutanım siz ne diyorsunuz? Ne demek buraya geldi?" dediğimde ne diyeceğini bilemiyormuş gibi bana baktı.

 

"Kızım,"

 

"O ne hakla buraya gelir! Ahlaksız piç! Ecdadını si,"

 

"Armina!" Ahmet komutanımın uyarısıyla derin bir nefes alarak kendimi sakinleştirmeye çalıştım.

 

"Pardon, komutanım." dedikten sonra bir kaç saniyelik sessizliği bozarak sinirle konuştum.

 

"Komutanım, neden hala tutuklanmıyor!" dediğimde sıkıntıyla iç çekti.

 

"Sadece bizim ifadelerimizle olacak iş değil kızım, bunu dana kaç defa söyledim. İşin yasal boyutu,"

 

"Komutanım ne yasallığı? Bunun yasallığı mı olur? Adam terör örgütünün bölge sorumlusu ve ellerini kollarını sallayarak geziyor! Harp okuluna geliyor!"

 

"Kızım, terör hakkında üstlerimin çok büyük görüşleri var. Bu iş hayra gitmiyor ve bu adam anahtarlarımızdan biri." derin bir nefes alarak onu başımla onayladım.

 

"İzninizle komutanım." diyerek ayaklandım. Arkamı dönerek hızla odasından çıktım ve yürümeye başladım.

 

Yatakhanelerin olduğu binaya gelene kadar durmadım. Yürüdüm yürüdüm yürüdüm. En sonunda alt devreden birini görünce durdurdum.

 

"Emredin komutanım." dedi.

 

"Bizimkilere haber ver, içtimaya gidiyorum." dediğimde başını hızla sallayarak beni onayladı ve uzaklaştı. Bende yürümeye devam ettim. Yatakhanedeki dolabımın önüne gelip üzerimdeki askeri üniformayı çıkarttım ve sadece içimde açık yeşil askeri tişörtümle kaldım. Üniformamın üstünü dolaba yerleştirdikten sonra mataramı da aldım ve içtima alanına doğru ilerlemeye başladım.

 

O adamı o kadar çok öldürmek istiyorum ki, tüm uzuvlarını birbirinden ayırarak patlatmak istiyorum. Acı çeksin istiyorum. İntikam istiyorum.

 

Ben de Armina Kırşansam bu intikamı almadan ölmeyeceğim.

 

 

⚔️

 

 

"Sevgili seyirciler, Şimdi tüm Türkiye'yi derinden sarsan bir şehit haberiyle beraberiz. Özel Kuvvetler Grup Komutanlığından adını yasal nedenlerden dolayı belirtemediğim Yüzbaşı K. , içersinde kendisininde bulunduğu bir binayı patlatarak terör örgütünün başında gelen isimlerden olan Yılmaz Taşkıran'ı öldürdü. Saygın bir iş adamı olarak tanınan Yılmaz Taşkıran'ın, terör örgütüne hizmet ettiğinin kanıtlanmasından sonra yönetilen gizli operasyonlar sonucunda Yılmaz Taşkıran hayatını kaybetti." derin bir nefes aldı haber spikeri. Ve kameraya bakarak devam etti.

 

"Elimize ulaşan bilgilere göre, Yılmaz Taşkıran da dahil olmak üzere 367 teröristin Yüzbaşı K. tarafından öldürüldüğü tespit edildi. Evet, yanlış duymadınız. 367 terörist." dolan gözlerini saklamaya çalıştı haber spikeri. Derin bir nefes aldıktan sonra omuzlarını dikleştirdi ve devam etti haber spikeri.

 

"Türk Silahlı Kuvvetleri generallerinin teröre hitaben ilettiği bir mesajımız var değerli izleyenler. Biz bir askerimizle sizden bin kişi alırız, lakin siz bin kişiyle bizden bir askerimizi alamazsınız."

 

"Askerimizin kayda geçen son sözlerinin ise şunlar olduğu belirtildi, 'Biz kaybetmeyiz, ben kaybetmem. Ben kaybederken bile kazanırım.' Tüm Türk milletinin başı sağ olsun."

 

2 gün önce

Yazarın anlatımıyla,

 

"Kızım! Kızım! Yalçın noluyor? Kızım!" Ahsen hanım sayıklıyordu. Neler oluyordu, kızı neredeydi? Kamere şiddetle bir yere savrulmuş, görüntü kesilmişti. Aynı andada çok şiddetli bir patlama sesi duyulmuştu. Arabadaki herkes şoka uğramıştı.

 

"Kızım," diye fısıldadı Ahsen hanım. Önce gözlerinin karardığını hissetti, sonra zihninde yankılanan sesleri. Kızlarının sesleri.

 

Bütün kızlarının bahtı karaydı. Kızların kaderleri annelerininkine benzer derlerdi. Çok korkardı bu yüzden, bir kızı olmasından. Lanetinin kızınada bulaşmasından korkardı.

 

Lakin sonradan fark etmişti ki, laneti sadece kızlarına değil oğullarına da bulaşmıştı.

 

Öyle bir inandırmıştı ki deniz gözlüsü lanetli olmadığına, bitti zannetmişti. Lanetli olmadığını zannetmişti.

 

Lakin geçmişinin peşini bırakmayacağını bugün anlamıştı.

 

Bilinci kapandı, sevdiğinin kollarına yığıldı. Yalçın Korkmaz ise o anlarda hiç bir şey hissetmiyordu. Ya da öyle zannediyordu.

 

Kardeşlerinin en büyüğü olmasına rağmen bazen küçük bir çocuk gibi kardeşlerine sığınmıştı. Böyle bir adam değildi, kızı Alya öldükten sonra bir daha eskisi gibi olamamıştı.

 

Şimdi Asya'sı ve Armina'sı da gitmişti.

 

Hiç bir şey hissetmediğini zannediyordu lakin hissediyordu. Acı, keder ve acı. Başka hiç bir şey hissetmiyordu.

 

Gitmişti, kızları gitmişti. Bitmişti, kısa mutluluk bitmişti.

 

"Baba, anne..." diye fısıldadı Araz. Yüreği kor ateşlerde yanıyormuş gibi hissediyordu. Yarısını kaybetmişti, ışık hızıyla hayatına giren ve ışık hızıyla hayatından çıkan ruh ikizini kaybetmişti. Işığını kaybetmişti, minik kız kardeşini kaybetmişti. Göz bebekleri bile acıyla titriyordu. Ne Asya vardı, ne de Armina. Daha bir gün öncesine kadar hayatına ışık katan iki kardeşi şimdi yoktu.

 

Bu sırada bir diğer arabadaki Rüzgar, kardeşi Asya'yı yaşatmaya çalışıyordu.

 

"Asya, Asya dayan!" diye bağırdı Rüzgar. Titreyen elleriyle kardeşini kurtarmak için uğraşıyordu. Neredeyse hissedilmeyen nabzının durmaması için elinden geleni yapıyordu. Gözlerinden akan yaşlar, zihninde dönen sesler kız kardeşlerine aitti. Armina'nın son kez sarılışı, Asya'nın çığlıkları... Çıkmıyordu zihninden. Acı, bir sis gibi sarmalamıştı etrafını. Buna rağmen çabalıyor, kardeşini yaşatmaya çalışıyordu.

 

Miraç Korkmaz. Duygusuz gözlerle etrafını izliyordu. Tıpkı kardeşi Barın ve abisi Ilgaz gibi.

 

 

⚔️

 

 

"Benim yüzümden. Benim yüzümden. Benim yüzümden..." sayıklıyordu Ahsen Korkmaz. Sakinleştiricilerle ve ilaçlarla sürekli uyutuluyordu. Lakin o uyanıkken de uyurken de tek bir şey söylüyordu.

 

Benim yüzümden.

 

"Ahsenim, benim ay yüzlüm. Senin yüzünden değil." Diye fısıldadı Yalçın Korkmaz. Göz yaşlarını sessiz sessiz akıtırken karısını teselli etmeye çalışıyordu. Bir yandan çocukların yanına koşturuyor, diğer yandan Ahsenle ilgilenerek dik durmaya çalışıyordu. Bu kez dik durmak istiyordu. Çektiği vicdan azabı ve acı, aklını kaybetmesine sebep olacak kadar büyüktü. Ama o dik durmaya çalışıyordu.

 

Pişmandı.

 

Yıllar önce Alya'sını kaybettikten sonra tüm yükleri Miraç'ın omuzlarına yüklemişti. Bazı geceler oğlu onu teselli etmiş, başında bekleyip uyutmuştu. Oysaki bir baba gibi çocuklarının başında o durmalıydı. Sahi, o gerçekten iyi bir baba mıydı?

 

Bu düşünce, onu mahvediyordu. Evlatları için yetersiz olduğunu biliyor, buna rağmen çabalıyordu.

 

Yapamıyordu.

 

Hassastı Yalçın Korkmaz. Eski halinden eser kalmamıştı. Bir zamanlar gülümsemesine şahit olanların sayısı bir elin parmağını geçmezdi. İstediğini alır, istediği gibi davranırdı. Kolay kolay sevgi ve nefret beslemezdi. Acı çekmezdi. Ailesine, evlatlarına ve ay yüzlüsüne karşı her zaman farklı olmuştu evet ama artık sadece güçsüz hissediyordu.

 

Kendi öz kızı zannettiği kızı, küçük kardeşini öldürmüştü. Nefes alamamıştı Yalçın Korkmaz. Yaşamanın bir manası kalmamıştı onun için. Neden, nasıl nefes alıyordu? Nasıl ayakta duruyordu? Kendiside bilmiyordu. Yıllar onu o kadar çok değiştirmişti ki, herkesin konuşurken kelimelerini bile özenle seçtiği, varlığıyla etrafa otorite saçan o adam gitmiş yerine bambaşka biri gelmişti. Yaşadığı acı o kadar büyüktü ki bir daha kendisi olamamıştı. Benliğini, gerçekliğini kaybetmişti. Kızı bildiğinin evlatlarına yaptıklarıyla gün geçtikçe daha da kahrolmuştu. Güçlü durmaya çalışmıştı ama elinden gelen sadece biraz daha mahvolmaktı.

 

Belki yine sert bir adamdı, belki yine duygusuz görünürdü dışardakilere ama onun yaşadığı yıkımı bir Ahsen bir de Miraç bilirdi.

 

Şimdi ise, bir kez daha evlat acısıyla kavruluyordu yüreği. Bu kez dik durmaya çalışıyor, böylesine onurlu bir şekilde aralarından ayrılan kızıyla gurur duyuyordu. Hayatlarına hızla giren biriciği gitmişti. Doyamamıştı ki ona, öpememişti. Sevememişti. O henüz yeni kavuşmuştu kızına.

 

Nasıl verecekti onu kara toprağa?

 

Odanın kapısının tıklatıldığını duyunca bakışları kapıya döndü Yalçın Korkmaz'ın. İçeriye, Albay Arif girdi. Yalçın Korkmaz, albayı görünce ayaklandı.

 

"Albayım." dedi.

 

"Yalçın, dışarı gel. Konuşmamız lazım." dediğinde Yalçın'ın gözleri karısına döndü. Onun iyi olduğundan emin olunca bakışları yeniden Albay'a döndü. Titreyen ellerini yumruk yaparak gizlemeye çalıştı. Fakat faydasızdı.

 

"Yalçın,"

 

"Dışarda." diye fısıldadı Yalçın Korkmaz. Arif Albay onu başıyla onayladıktan sonra kapıyı açarak onun geçmesini işaret etti. Omzunun üzerinden son kez karısına baktıktan sonra dışarı ilerledi Yalçın Korkmaz.

 

Arif Albay bakışlarını odada gezdirdi yavaş yavaş. Sonrasındada ses çıkarmamaya dikkat ederek kapıyı kapattı. Yalçının yanına geldiğinde koridorda sessizce ilerlemeye başladılar. Koridorun sonuna geldiklerinde Arif Albay sol elini Yalçın'ın sağ omzuna koydu.

 

"Yalçın, açıkça konuşmam gerekirse..." dediğinde konuşmak onun için çok zordu. Bilmek vardı, birde söyleyerek kabullenmek. Nasıl söyleyeceğini bilmiyordu, gözleri dolmuştu. Dik durmalıydı değil mi? Yapamıyordu. Konuşmalıydı değil mi? Konuşamıyordu.

 

"Armina..." diye fısıldadığında Yalçın korkmazın gözünden bir damla yaş düştü. Albay, titreyen eliyle cebinden Armina'nın künyesini çıkartıp Yalçın'a uzattı.

 

"Ölenlerin çoğu yanarak..." derin bir nefes aldı. "...ölmüş. Bazılarının cesetlerine bile ulaşılamadı. Binadaki kişi sayısını kameralardan tespit ettik ve neredeyse 50 kişinin cesedi yok." dedi zorlukla.

 

"Nasıl?" dedi Yalçın Korkmaz anlamayarak.

 

"Yanarak, kül olmuşlar." diye fısıldadı Arif Albay.

 

"Armina'nın silahları, künyesi ve diğer metal eşyaları var, vücudu..." derin bir nefes aldı.

 

"Sağ kolu ve dağ bacağı dışında geriye kalan uzuvları..." devam edemedi Arif Albay. Gözünden bir damla yaş, askeri üniformasının üzerine düştü. O an Yalçın Korkmaz anladı. Kızına ne olduğunu anladı. Ama anlamak istemedi, hiç anlamamış olmayı diledi. Kabullenmek istemedi.

 

"Arif..." diye fısıldadı Yalçın, daha fazla ayakta duramadı. Arkasındaki koltuğa bıraktı kendisini. Canı yanıyordu. Canı çok yanıyordu. Henüz bir kez bile göğsüne yaslayıp saçlarını okşayamadığı, doya doya kokusunu içine çekemediği kızı neredeydi?

 

Albay daha fazla dayanamadı, arkasını dönerek uzaklaştı ve Yalçın'ı da kendini de acısıyla baş başa bıraktı.. Gözlerindeki damlaları daha fazla tutamamıştı. Bulduğu ilk kapıdan yangın merdivenlerine çıktı ve oturdu. Ağladı. Sessiz sessiz ağladı. Nasıl inanırdı? Nasıl kabullenirdi? Nasıl yaşardı? Kızım demişti ona. Benim kızım. Nasıl taşıyacaktı onu omuzlarında?

 

Ondan geriye omuzlar üzerinde taşınacak bir naaş bile kalmamıştı.

 

Şimdiki zaman

Yazarın anlatımıyla,

 

"Uygun adım ileri, marş!" diye bağırdı Yüzbaşı Çetin. İmha Timi omuzlarındaki Al Bayraklı tabutla ile ilerlemeye başladı. Kalplerinde kor ateş vardı. Saf ateşle yanıp tutuşuyorlardı. Musalla taşının önüne geldiklerinde bağırdı. Tabuta Armina komutanlarının ağırlığı kadar taş koymuşlardı, bizzat Yazgı yapmıştı bunu. Hepsi acı çekiyordu ama en çok da onun canı yanıyordu çünkü İmha timinden Armina'nın naaşının bile olmadığını bilen tek kişi oydu.

 

"Şehit, bırak!" diye başırdı Yüzbaşı Arslan. Tabutu bıraktıktan sonra geri çekildiler. Ve tıpkı buradaki herkes gibi acılarıyla baş başa kaldırlar.Ahsen hanım bağırıyordu, gitti diyordu. Benim kızım gitti! Ben daha ona doyamadan gitti! diyordu. Rüzgar Korkmaz dimdikti kardeşinin karşısında. Ne bir damla gözyaşı, nede bir tebessüm. İfadesizdi yüzü. Ağlayamazdı, şehit abisi ağlamazdı. Gülümsemek istedi o an, kardeşine gülümsemek. Yapamadı. Armina, demek istedi. Burdayım abim, sakın korkma demek istedi. Diyemedi. Sadece durdu. Dim dik durdu. Tıpkı kız kardeşi gibi dimdik durdu.

 

Yalçın Korkmaz, dolan gözlerini saklamaya bile gerek durmadan dikiliyordu tabutun karşısında. Elinde kızının künyesi vardı çünkü boynuna takmaya utanmıştı. Kızım, diyemiyordu. Bağıramıyordu. Utanıyordu. Neden bilmiyordu ama çok utanıyordu. Başını öne eğmek, saatlerce ağlamak istiyordu. Yapamıyordu. Şehit babası ağlamazdı.

 

Ne Miraç Korkmaz, ne Barın ne de Ilgaz. Hiç biri cenazeye katılmamıştı. Belki de haberleri bile yoktu Armina'nın şehit düştüğünden. Asya ise halen yoğun bakımdaydı. Tuğgenaral Kemal ve eşi Nermin yan yanaydı. Nermin Korkmaz, gözünden akan yaşlara engel olmaya çalışıyordu. Ama yapamıyordu. Daha doğru düzgün sarılmamıştı bile torununa, kara toprağa nasıl emanet edecekti.

 

Kemal Korkmaz ise içinde yanan yangınlara rağmen ifadesiz bakışlarla izliyordu cenazeyi. Armina'nın halası Sedef ve Amcalarındada durum aynıydı. Hepsi ağlıyor, ama güçlü durmaya çalışıyordu. Çünkü Şehit yakını ağlamazdı.

 

Bade Korkmaz, ifadesizce izliyordu cenazeyi. Bir sevdiği daha yitip gitmişti. Kara toprağın olmuştu. Ayhan'ının yanına mı gitmişti? Tanışmış mıydı sevdiğiyle Armina?

 

Neden sevdiğim herkes gidiyor benden rabbim? demek istiyordu. Bağıra bağıra ağlamak. Yapamıyordu işte. Gözyaşları kurumuş, ses telleri yok olmuştu sanki. Ne konuşabiliyordu , ne de ağlayabiliyordu.

 

Hasan Fıstıkçı, canından çok sevdiği, ailesi bildiği komutanının ölümüyle nasıl yaşayacağını bilmiyordu. Ölmek istiyordu. Ölmek ve onun yanına gitmek. Ama tıpkı diğer herkes gibi oda güçlü durmaya çalışıyordu. Nişanlısı, Hasan'ın her gün anlattığı, ailesi bildiği kadınla heniz yeni tanışmıştı ama Hasan o kadar çok anlatmıştı ki o da Armina'yı bir abla gibi sevmişti. Şimdi ise sevdiği için ayakta durup ona destek olmak zorundaydı. Kerem ve diğer tüm askerler aynı duygular içerisindeydi. Hepsinin yüreğinde ateş vardı. Acı ve İntikam isteğiyle kavrulan yürekler vardı. Soğuk görünürdü Armina Komutan. Ama özünde, herkese yardım eden, daima arkalarında olan, onlarla eğlenen, kaçamaklar yapan, bazen döven, bazen söven, ama günün sonunda en çok da seven biricik komutanlarıydı Armina. Şimdi ise önlerinde, ulaşabileceği en yüksek mertebedeydi. Onunla gurur duyuyorlardı ama bir yandan da acı çekiyorlardı.

 

Sena Yılmaz. Eskiden ailesinin durumu çok kötüydü, doğru düzgün üniversite bile okuyamamıştı. Armina hanımın kapısına gittiğinde Armina ona tek bir şey söylemişti.

 

"Okulunu bıraktığın gün işten kovulursun. Diplomanı gururla önüme bırakmadığın sürece sana hakkımı helal etmem. İşi öğrenirsin, o problem değil. Git ve muhasebeye kaydını yaptır. Yarın sabah 08.30'da kapımda ol." o an şaşırmıştı Sena. Bu kadına neydi onun okuyup okumamasından? Çünkü o zamanalar Armina'nın sert ama merhametli yüreğiyle tanışmamıştı. Armina Hanım ona hem dost, hem patron, hem de abla olmuştu. Şimdi ise onun kaybıyla acı çekiyor, ama bir yandan da gurur duyuyordu.

 

Gülgün Kırşan. Dimdik duruyordu. Ne ağlıyordu, ne de bağırıyordu. Sadece dimdik duruyordu. Ve kızına verdiği son sözü tutuyordu. Henüz daha lise son öğrencisiyken Armina ona aynen şöyle demişti,

 

"Gülgün sultan, eğer bir gün şehit olursam ve sen ağlarsan seni asla affetmem. Herkes ağlasın ama sen ağlama. Çünkü bana dik durmayı sen öğrettin, acıya rağmen güçlü olmayı sen öğrettin. Beni son yolculuğuma uğurlarken bana öğrettiğin gibi, acını yaşa ama güçsüz düşme."

 

"Armina, bu nerden çıktı kızım? Saçma sapan konuşma." diye sinirle söylenmişti Gülgün Kırşan.

 

"Şehit haberi gördüm haberlerde... Ordan aklıma geldi." demişti Armina. Derin bir nefes alarak konuşmaya devam etmişti.

 

"Söz ver bana,"

 

"Söz. Söz veriyorum, kızım."

 

Tutuyordu işte sözünü. Armina'sı onu görüyor muydu? Gurur duyuyor muydu onunla?Yaralı bir kuştu ona geldiğinde. 'Ben senin annen olmak istiyorum.' demişti. Sakine ısrarla zamanla yaklaşmaları gerektiğini söylesede Gülgün onu dinlememiş, küçük kızın yanına gidip içinden geçenleri söylemişti. Küçük kıx ise ona ters ters bakıp, 'Anneler can acıtır, Gülgün hanım. Sen bana anne olma. Sen de canımı yakma.' demişti. Yüreği acıyla kavrulmuştu Gülgün'ün. 'Hayır,' demişti. 'Anneler acı vermez, küçüğüm. Anneler sever. Anneler, korur. Anneler, yaraları sarar. Anneler kızlarının daima yanında olurlar.' sessiz kalmıştı Armina. Demekki Jülide bana anne olmamış, demişti içinden. Demekki anneler can acıtmazmış.

 

Ahmet Kırşan.

 

Duygusuz bakışlarla etrafa bakıyor, ısrarla gözlerini Armina'nın tabutuna değdirmiyordu. Acısını içinde yaşıyor, duygularını kimseye göstermiyordu. Çok acı çekiyordu. Ama asla öldüğüne inanmak istemiyordu. Yandı, demişti askerlerden biri. Yanmış komutanım, küle fönmüş diyorlar. Kolu ve bacağı kalmış sadece. İnanmıyordu Ahmet Kırşan. Kızının cesedinin geri kalanı neredeydi o zaman? Nasıl küle dönerdi? Geride nasıl ondan hiç bir iz kalmazdı? Belkide bu boş bir umuttu ama inanıyordu. Kızını bulacağına inanıyor, öldüğünü kabullenmek istemiyordu.

 

Armina'nın tabutunda, insanların göğsünde fotoğraf yoktu. Bir ad yoktu. Sadece 'Şehit' yazıyordu. Basından kimse yoktu, kimin şehit olduğu bilinmeyecekti. Armina'nın kimliği ortaya çıkmayacaktı. Öyle istemişti Armina yıllar önce. Her şey onun istediği gibi olacaktı.

 

Cenazeye katılan herkesin aklında onunla olan anıları vardı. Herkes acı çekiyordu, herkes.

 

Armina bir ailesi olmadığını zannediyordu ama onun kocama bir ailesi vardı.

 

⚔️

 

Merhabalar.

 

Çok konuşmayacağım, hatta hiç konuşmayacağım.

 

Bölüm hakkındaki düşüncelerinizi yorumlara yazmayı unutmayın.

 

Bir sonraki bölüme kadar, sağlıcakla kalın!

Bölüm : 16.02.2025 22:00 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Estrella / SANGRE ROJA / 55. Bölüm: Al Bayrak
Estrella
SANGRE ROJA

99.74k Okunma

8.81k Oy

0 Takip
77
Bölümlü Kitap
GİRİŞ1. Bölüm: Sangre Roja2. Bölüm: Operasyon3.Bölüm: Hastane4.Bölüm: Geçmişin Acılı İzleri5. Bölüm: Verilen İlk Şans6. Bölüm: Begah Karan7. Bölüm: Evin Prensesi8. Bölüm: Kardeş9. Bölüm: Doğum Günü10. Bölüm: İkizim11. Bölüm: Havaalanı📢DUYURU📢12. Bölüm: Bağ13. Bölüm: Mavili14. Bölüm: Yoldan Geçen Biri15. Bölüm: AlyaKarakter Tanıtımı-116. Bölüm: İçtima17. Bölüm: Yalancı18. Bölüm: İnternational Capture Organization19. Bölüm: Anne20. Bölüm: Bilinmeyen Zamanlar21. Bölüm: Sus22. Bölüm: Aile YemeğiD.T.’den Sevgilerle23. Bölüm: Bomba24. Bölüm: Baba25. Bölüm: Arslanlar26. Bölüm: Üsteğmen Kırşan27. Bölüm: Kod Adı, Kızıl GölgeKİTAP KAPAĞI28. Bölüm: İmha Timi29. Bölüm: Baskın30. Bölümden Alıntı30. Bölüm: Operasyon Adı, Yok Et31. Bölüm: Esir32. Bölüm: Ölümün İntikamı33. Bölüm: Patlama34. Bölüm: Acının Gözyaşı35. Bölüm: Nabız36. Bölüm: Yüzbaşı37. Bölüm: Küçük Kız38. Bölüm: Karanlar39. Bölüm: Mavilim40. Bölüm: Küçüklüğümün Sözleri41. Bölüm: İs Kokusu📢42. Bölüm: Miraç43. Bölümden Alıntı43. Bölüm: Khatar44. Bölüm/Part144. Bölüm/Part245. Bölüm: Sarı Elbise46. Bölüm: Mesaj47. Bölümden Alıntı47. Bölüm: Acı48. Bölüm: Yemek49. Bölüm: Kurabiye50. Bölüm: Şüphe51. Bölüm: İsteme52. Bölüm: Geri Dönüş53. Bölüm: Pusu54. Bölüm: İntikam (1. Kitap Finali)MUTLAKA OKUYUN55. Bölüm: Al Bayrak56. Bölüm: Ölüm Birliği57. Bölüm: Birlikler, Kategoriler, Bölgeler58. Bölüm: Kırk Dokuz Gün59. Bölüm: Kurtuluş60. Bölüm: Kırşan61. Bölüm: Ragnar62. Bölüm: Video63. Bölüm: Bilinç Hattı64. Bölüm: Ejder Timi65. Bölüm: 14. Yaş ve 52 Gün66. Bölüm: Plaka
Hikayeyi Paylaş
Loading...