67. Bölüm

54. Bölüm: İntikam (1. Kitap Finali)

Estrella
birbakipcikiyorumm

⭐️Bölümümüzü yıldızlamayı ve yorum yapmayı unutmayınız⭐️

 

.

.

.

 

 

 

Şimdiki zaman

 

 

Armina'nın anlatımıyla,

 

"Nasıl deli olduğumuzu." bir kahkaha attı Yılmaz Taşkıran. "Ve de korkak olduğunuzu, güzel kızım." diyerek benimle resmen alay ettiğinde tam konuşacaktım ki bu kez o benim kulağıma eğildi.

 

"Sen kameralarla büyüdün, bunu unutmuş olmazsın." dediğinde sol elim istemsizce yumruk oldu ve gülümsedim.

 

Bir deli gibi görünüyordum belki de ama bu kimin umrundaydı?

 

Şahsen benim umrumda değildi.

 

"Ne saçmalıyorsun sen?" diye sinirle sorduğumda bakışlarıyla beni süzdü ve beni geçiştirircesine elini salladı.

 

"İlerde öğreneceksin." dediğinde artık sabrım kalmamıştı. Sol elimile ona sertçe bir yumruk attığımda aynı anda oda benim karnıma dizini geçirdi. Abim müdahale etmek için hareketlenmişti ki Taşkıran'ın bana doğru gelen yumruğunu yakaladım ve diğer elimi havaya kaldırarak onu durdurdum.

 

"Sakın, Korkmaz." dedim ve Teka'yı duvara yasladım. Sakin bir ses tonuyla konuştum.

 

"Seni öldüreceğim. İşkenceden tanınmaz hale gelene kadar süründüreceğim. Bana ölmek için yalvaracaksın!" dedim. Elim boğazını sıkıyordu, nefes alamıyordu. Fakat yüzündeki kahrolası gülümseme yerini koruyordu.

 

"Timin gibi mi?"

 

"Benim timim yalvarmaz!" güldü bu sözlerime.

 

"Son nefeslerinde 'Öldür bizi.' diyen ebemdi değil mi Korkmaz." dediği sırada boğazını bıraktım. Ellerim titriyor, zihnim zonkluyordu.

 

Son nefeslerinde.

 

"Hayır," diye fısıldadım. Bu halimin hoşuna gittiğini belli eden bir ifadeyle bana bakıyordu. Abim ne haldeydi? Nasıldı? Bakamıyordum. Hareket edemiyordum. Etrafımı bulanık görüyordum.

 

Taşkıran ensesini kaşıdığı sırada söze girdi.

 

"Onları öldürmeyecektim, elimde sana karşı en büyük kozum onlardı ama fazla canımı sıktılar." ellerini arkasında bağlayıp bana gülümseyerek bana baktığında delirecekmişim gibi hissettim.

 

"Hayır..." ellerim titriyordu. O an düşecek gibi olduğumu hissettim. Dengemi kaybettiğimde abimin beni tuttuğunu gördüm..

 

"Armina..."

 

"Hayır, hayır, hayır..." gözlerim dolmuştu, ağlamamak için kafamı yukarıya kaldırdım. Sol yumruğumu öyle bir sıkıyordum ki elimin yavaş yavaş ıslandığını hissediyordum. Abimin beni bırakıp Taşkıran'a yöneldiğini gördüm.

 

Abim "Ulan piç!" diyerek ona yumruk attığı sırada gözlerimi kapattım. Derin bir nefes aldım. Ellerim titriyor, zihnim zonkluyordu. Düşünme yetimi öfkem ele geçirmek üzereydi. Mantıklı düşünemiyordum.

 

Timim ölmüştü.

 

Benim timim, şehit olmuştu.

 

Benim kardeşlerim, şehit olmuştu.

 

Benim kardeşlerim, ölmüştü.

 

Sakin ol. dedi kız çocuğu.

 

Sakinliği siktir et. dedi Armina.

 

Şimdi sakin ol, öfkemizin de vakti gelecek. dedi kız çocuğu.

 

Zihnimde onlarla olan son konuşmam yankılanıyordu. Söz vermişlerdi, Uraz bana söz vermişti. Efe sarma istemişti, Mert hostesi istemişti. Ufuk yine yalakalık yapmış, abim üzülmemem için elinden geleni yapmıştı. Asena'ysa her şeyi kontrol altına almış ve beni sakinleştirmişti. Biz Ecel Timiydik, ve son kez Ecel Timi olabilmiştik.

 

"Bir şey mi var Üsteğmen?"

 

"Komutanım, acil görev çıktı. Yarım saate kadar yola çıkacağız. Haber vereyim dedim."

 

"Asena, ne görevi bu?" demiştim merakla.

 

"Üzgünüm komutanım fakat Tuğgeneralim size bilgi vermemi, verirsem gelmek için ısrar edeceğinizi söyledi."

 

"İkiz," telaşlıydım. Neden bana bilgi verilmiyordu ki?

 

"Dikkatli olun, lütfen."

 

"Merak etme," demişti. Bir kaç saniyelik bekleyişten sonra Ufuk'un sesini duymuştum.

 

"Mükemmel ötesi komutanım! Bizsiz sıkılmayın." yüzümde minik bir tebessüm oluşmuştu.

 

"Komutanım, vallaha biz dönünce kendi ellerimizle sarma sararsanız harika olur." demişti Efe. Sözleriyle gülümsemem büyümüştü.

 

"Komutanım, döndükten sonra benim şu hostes işini halletsek?" Mert'in çapkın tavırları kahkaha atmama sebep olmuştu.

 

"Kalyoncu, unut o işi. Ayrıca Efe, sarma falan saramam. Ha birde, sizsiz sıkılacağımı kim söyledi? Kafamı dinleyeceğim mis."

 

"Komutanım, döndükten sonra sizi dürümcüye götüreceğim." dedi Uraz.

 

"Söz mü?" demiştim, söz verirse dönerdi öyle değil mi?

 

"Söz komutanım."

 

"Armina, abim. Sesindeki endişeyi anlamadığımızı mı sanıyorsun?" demişti abim.

 

"Hayır," diyebilmiştim.

 

"Merak etme, Allahın izniyle sağsalim döneceğiz." demişti abim. Bir insanın gülüşü titrer miydi? Benim titremişti.

 

"Arminam, Allaha emanetsin."

 

"Sizde, sizde."

 

"Ecel!"

 

"'Emredin komutanım!"' telefondan gelen sesle gülümsedim.

 

"Allaha emanet olun. Allah yar ve yardımcınız olsun!"

 

"Sağ ol."

 

"Komutanım kapatmam lazım." demişti Asena.

 

Bir insanın kalbi titrer miydi? Benim titriyordu. Hani dürümcüye gidecektik?

 

"Acıdan ölmek istediğin bir anda kaybedeceğini anladıysan, yapabileceğin tek bir şey var: Acını yok say ve dik dur."

 

Derin bir nefes alarak kendimi toparladım. Ve yavaş yavaş yürümeye başladım.

 

Islık çalıyordum. Ellerimi arkamda bağlamış, tekme tokat birbirine girişmiş olan abim ve Teka'nın etrafında dönüyordum. Odadaki kasvetli hava ve duvarlardaki aletlerden çıkan sesler, ortama bilim kurgu filmi havası katıyordu. Tahminimce bir düğün salonu kadar büyük olan bu odada yalnızca üç kişi bulunduğumuz için çıkardığımız ufak bir ses bile yankı etkisi yaratıyordu.

 

Yavaş adımlarla etraflarında dönmeye devam ettiğim sırada abimin Teka'yı biraz daha döverse öldüreceği gerçeğiyle yüzleştiğim için bariton bir sesle konuştum.

 

"Korkmaz, çıkar maskeni." dedim ve kendim de maskemi çıkartıp duvarın kenarına attım. Abim beni duymayınca sinirle bir iç çektim ve tekrar konuştum.

 

"O bize canlı lazım, Korkmaz. Bırak." önce tereddüte düşse de sonra emrimi ikiletmeden geri çekildi ve maskesini çıkarttı.

 

Burada yalnızdık. İşini bitirebilirdik. Ama hayır, bu kadar kolay bir ölüm onun için kurtuluş olurdu. Kafamda tüm olasılıkları önüme diziyor, en mantıklısını seçmeye çalışıyordum. Ama o benim düşündüğümü anlamamalıydı.

 

"Ah Taşkıran," dedim ve yavaş adımlarla ona doğru ilerledim.

 

"Şu an yaşamana izin veren benim, tek bir emrimle ölürsün." diyerek güldüğümde o bana boş bakışlarla bakıyordu. Fakat kahrolası, hala gülümsüyordu.

 

"Buna cesaret edemezsin." dedi. Sesinde tereddüt vardı. Ama gizlemeyi iyi biliyordu puşt.

 

"Ölmek için bana yalvardığında cevabını almış olacaksın." dedim. Dönmeyi bıraktım, kulağına eğildim.

 

"Burası, Necati, siviller... Hepsinin bir tuzak olduğunu anlayamayacak kadar aptal olduğumuzu sana düşündüren nedir?" dediğimde yüzündeki sırıtış soldu. Bu kez sırıtan taraf bendim.

 

"Dışarıda tamı tamına 3 tane Özel Kuvvetler timi var." yavaş adımlarla ona yaklaştım ve belimdeki telsizi gösterdim.

 

"Ve tek bir emrimle, burayı patlatacaklar."

 

"Bu imkansız!" diye bağırdı. Aslında teknik olarak imkansız değildi. Yazgı, tek bir emrimle burayı yerle bir edebilirdi.

 

"Hayır, değil." çok büyük bir oyun oynuyordum. Bu işin sonu ne olacaktı, bilmiyordum fakat Allah sonumuzu hayır etsindi. Timler yoktu, Alaca vardı sadece. Ama burayı patlatmak, çocuk oyuncağıydı. Burayı bu haliyle ele geçirmek demek, İCO'nun teknolojisinin mantığını anlamak ve bir kısmını ele geçirmek demekti.

Aslında şu anda söylediğim bu basit yalan, onun teknolojisinin ne kadar gelişmiş olduğunu anlamak içindi. Aynı zamanda da onları hafife aldığımızı zannetmeleri için. Ben bir taşla bin kuş vururken o kazandığını zannedecekti ama temelde yatan planı anlamayacaktı.

 

"Şimdi, ya bizim olanı bize ver seni bırakalım, ya da burayı içinde seninle birlikte patlatayım!" dediğimde gözlerimin içine bakıyordu. Yalanımı bir kaç dakika içinde ortaya çıkaracağını biliyordum. Amacım, zaman kazanmaktı.

 

Dim dik duruşu, tıpkı eskiden olduğu gibi yerini koruyordu. Simsiyah saçlarına, kaşlarına ve sakallarına aklar düşmüştü. Bir zamanlar bana babalık yapmasının hayallerini kurduğum bu adam, şu an bana baba olmasını isteyeceğim son adam bile değildi.

 

"Diana, dışarının kamera görüntülerini yansıt. Ve Siyana hemen yola çıksın." dedi. Bir kaç dakika odada yankılanan robotik ses, tekrardan duyuldu.

 

"Sistem, arızalandığı için koruma uyarısı verilememişti Bay Teka. Diana'yı affedin." dediğinde Teka konuştu.

 

"Önemli değil Diana. Dediğimi yap." bakışlarımı abime çevirdim. Elinde silahıyla tetikte bir şekilde bekliyordu.

 

Bir kaç saniye sonra odadaki duvarda kamera görüntüleri oynatılmaya başladı. Isı kamerası, etrafta kimsenin olmadığını gösteren sayısal verileri ekrana yansıttığında blöfümü anlamıştı bile.

 

Saniyeler içinde oda da Teka'nın kahkahası yankılandı. Kahkahası odanın içinde defalarca dolaşıp, en sonunda kulaklarımıza çarpmıştı sanki. Dudağımın kenarı kıvrıldı. Varsın onu hafife aldığımı, bu kadar basit bir yalanla onu kandırabileceğimi düşündüğümü sansındı. Beni aptal sansındı.

 

"Düşmanını sakın küçümseme ve zekanı sakın ona gösterme. Aptalı oyna ki, o sendeki potansiyeli anlamasın kızım. Zekanı kimseye belli etme."

 

"Beni aptal yerine koyacak kadar aptal olmaktı en büyük hatanız." Teka sözlerini bitirdiği anda maskeli bir sürü adam kapıdan içeriye girdi. Sert adımlarının sesi, odada yankılanıyordu.

 

Hepsinin yüzünde maskeler vardı, etrafımızı sarmalamışlardı. Benim, abimin ve Teka'nın etrafımda bir çember oluşturmuşlardı. Hepsi Teka'nın tek bir emriyle bizi saniyesinde öldürmek için tetikteydi.

Güzel, planım tıkır tıkır işliyordu.

 

"Ulan, hele bir şey yap! Senin ecdadını sikerim!" diye bağırdı abim. Bakışlarımı ona çevirdim ve gözlerinin içine baktım. Gözlerimden ne demek istemiş olduğumu anlamış olacakki sustu.

 

Bu adam benim için sadece terörün elebaşlarından değildi.

 

Geçmişimin katiliydi.

 

Şimdimin katiliydi.

 

Geleceğimin katiliydi.

 

Kardeşlerimin katiliydi.

 

Önceliğimiz siviller olmalıydı. Sivilleri kurtarmamız gerekiyordu. Başımı Teka'ya çevirdim ve buz gibi bir sesle konuştum.

 

"Dışarıda üç tim yok belki, ama Alaca var. Özel Kuvvetlerin yerini ısı kamerasıyla görebileceğini mi zannediyorsun? Burada, her yerde bomba düzenekleri var." diyerek sanki yalanımın ortaya çıkmasını beklemiyormuşum gibi bir savunma yaptım ve çantamdan Yazgıdan aldığım bomba düzeneğini çıkartıp yere bıraktım. Düzeneği saniyeler içinde aktif hale getirdim. Süresini ayarladım.

 

Tüm silahların hedefindeydik ama ne abimde ne de bende en ufak bir korku yoktu. Gayet sakin bir şekilde telsizi abime uzattım. Telsizi eline alıp çalıştırarak ağzına yaklaştırdığında adamlar ateş etmek için hazırlansa da Teka onları eliyle durdurdu. Abim, onları takmadan sanki okeye döedüncü arıyormuş gibi bir rahatlıkla konuştuğunda Silahlı adamların şaşkın bakışlarına maruz kalmıştı.

 

Ne zannetmişlerdi? Oturup, ağlayıp, yalvaracağımızı falan mı?

 

"Durumlar nedir, Yazgı?" dedi abim. Saniyeler içinde karşı taraftan Yazgı'nın sesi duyuldu.

 

"Size bıraktığım bombanında aktif hale geldiğini görüyorum, komutanım. Emrinizle, tüm binaya yerleştirdiğimiz bombaları patlatacağım." dedi. Abimin bakışları bana döndüğünde başımla onu onayladım. Sözsüz iznimi aldığında telsize doğru konuştu.

 

"Emrimizi bekle, Yazgı." dedi kararlı bir sesle.

 

"Beklemedeyiz, komutanım." dedi. Abim, telsizi kapatıp beline taktı. Abimin üzerindeki bakışarımı Teka'ya çevirdim. Ve duygusuz bir sesle konuştum.

 

"Sivilleri bırak." dedim. Odadaki kimseden çıt çıkmıyordu. Teka, yavaş adımlarla bana yaklaştı. Her adımında ayakkabısının yere sürtünmesinin sesi odada yankılanıyordu. Yüzündeki pis sırıtış, yerini koruyordu. O an sinirle dolup taştığımı hissettim. O sırıtışını yok etmek, burayı yerle bir etmek. Abimde ben de onlarca silahın hedefindeydik. Fakat ikimizinde elleri arkamızda bağlı, başımız dikti. Öleceksekte, onurumuzla ölecektik.

 

"Bunun için bir anlaşma yapmamız gerekecek, güzel kızım." dedi. Yüzüne dik dik bakmaya devam ettim. Kararlı bir ifadeyle yüzüne bakıyordum. En sonunda sormak istediğim soruyu sordum.

 

"Ne istiyorsun?" diye sıkılmış bir sesle konuştuğumda bana alaycı gözlerle baktı ve konuştu.

 

Alaycı bir tavırla "Seni," dediğinde kaşlarım çatıldı. O ise etrafımda dönerek beni hem psikoloji hem de fiziksel olarak baskılamaya başladı. Hakimiyetin onda olduğunu belli etmek istercesine elleri arkasında bağlıydı. Ve bu inanılmaz sinir bozucuydu. Abimde bende ona odaklanmış, kafasındaki planı anlamaya çalışıyorduk.

 

"Her şeyin başlangıcı ve bitişi, intikam planının temeli... Her şeyin ama her şeyin merkezinde sen varsın, Birgen." bana Birgen demesiyle içimde hali hazırda bulunan öfkenin, yakıp yıkma isteğini bastırmam zor oldu. Fakat başardım, ve sessiz kaldım.

 

"Gerçeklerin, bu kadar basit olduğuna inanmanız benim suçum değil." diyerek bizimle adeta dalga geçercesine konuştuğunda sinirdem gerim gerim gerilmiştim. Abim, sert sesiyle duygularıma tercüman oldu.

 

"Ne diyorsun sen lan it!" dedi. Abimin bakışları ben ve Teka üzerinde gelip gidiyor, neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Tıpkı benim gibi. O an, öfkeme yenik düştüm. Ve sinirle konuştum.

 

"Ben. Birgen. Değilim." diye fısıldadım.

 

"Ben, Albay Ahmet Kırşan'ın kızı Yüzbaşı Armina Kırşanım, senin acılar içinde kıvranarak öldüğünü görmeyi o kadar uzun zamandır bekliyorum ki... Ve içimden bir ses çok az kaldığını söylüyor, baba."

 

"Hangimizin öleceğine ben karar veririm." dedi kendinden emin bir sesle. Başımı iyice dikleştirdim ve gözlerinin içine baktım. Konu dağılmıştı ve ben asıl meseleye geri dönmek istiyordum.

 

"Seni dedin, aç şunu. Neyden bahsediyorsun?" Kulağıma doğru eğildi.

 

"Seni götürmek istediğim bir yer var, sevgili kızım. Eğer benimle gelirsen, biricik abini de buradaki tüm esirleride serbest bırakırım." dediğinde bakışlarım abime döndü. Hayır dercesine başını salladı.

 

"Hayır." dedi sonra kendinden emin bir sesle.

 

"Tamam." dedim abimin gözlerinin içine bakarak kendimden emin bir sesle. Sonra bakışlarımı yavaş yavaş Teka'ya çevirdim. Ve gülümsedim. Deli gibi göründüğüme emindim ama, bu kimin umrundaydı?

 

"Kabul, ama önce hepsinin bölgeden uzaklaştığını göreceğim. Aksi taktirde," dedim ve silahımı çıkarıp kafama yasladım.

 

"Kendimi öldürürüm." dediğimde yine güldü. Bu kahrolası adam, yine güldü.

 

"Zekice," dedi Teka.

 

"Armina, saçmalama!" diye bağırdı abim Teka'nın sözleriyle aynı anda. Bakışlarım ona döndü.

 

"Abi, sivilleri ve onları alıp uzaklaş burdan." dedim.

 

"Asla!" diye bağırdı. Herkes bizi izliyordu. Bizse kavga ediyorduk. Ah, ne kadar güzel!

 

"Bu bir emirdir Üsteğmen!" dedim sinirle.

 

"İstediğini söyle Yüzbaşı, gitmeyeceğim!" sinirden deliye dönmüş bir şekilde ona baktım.

 

"Gideceksin!"

 

"Armina..."

 

"Sana gideceksin dedim, Üsteğmen! Hele bir emrime karşı gel," gözlerinin içine baktım, gözlerimde görmesini istediğim şeyi gördüğünü anlamam uzun sürmedi.

 

"Tamam, tamam! Kahretsin ki tamam!" dediğinde dudağımın kenarı kıvrıldı. Bakışlarım Teka'ya çevrildi. Silahımın namlusu hala şakağımdaydı.

 

"Bekliyorum." dedim. Arkasındaki adamlardan birine el işareti yaptığında adam saygıyla başını eğdi ve yanına beş kişiyi alarak geldikleri kapıdan içeri gitti. İki dakikalık bir bekleyişin ardından arkalarında bir çocuk sürüsü ve üç öğretmenle buraya doğru geldiler. Hepsinin elleri, kolları bağlıydı. Çocukların neredeyse hepsi ağlıyor, öğretmenler onları korumam istercesine dimdik durarak onları sarmalıyordu. Bu görüntü içimi yaktı.

 

"Korkmaz," dedim. Bakışlarımı zorlukla sivillerden çektim ve Korkmaz'a çevirdim.

 

"Armina," dedi.

 

"Abim," dedim.

 

"Ah, ne kadar da duygusal bir ayrılık sahnesi!" diyerek kahkaha atan Teka'ydı sözümü kesen.

 

"Kes sesini!" diye bağırdı abim. Bağırışı, Teka da dahil olmak üzere burada bulunan herkesi susturmuştu.

 

"Sakın öleyim deme," dediğinde güldüm.

 

"O kadar kolay değil." dediğimde gözlerinin dolduğunu gördüm.

 

Uzun uzun baktı gözlerimin içine, veda edercesine. Gözlerim doldu, gidiyordu. Gitmesi gerekiyordu. Son kez gözlerimin içine baktı ve dolu gözlerini zorlukla benden ayırdı. Yavaşça sivillere doğru ilerledi.

 

Sivillerin önlerindeki teröristler hızla kenara çekildiğinde abim çocukların önünde diz çöktü, yakınlarındakilerin saçlarını okşadı ve onları sözleriyle sakinleştirdi. Bütün sivilleri odadan çıkarttıktan sonra göz göze geldik. Gülümsedim. O da gülümsedi.

 

Kim bilir, belki de bu ona son gülümseyişimdi.

 

İnsan ölen yakınını en son nasıl gördüyse öyle hatırlar derler ya, ondan mıdır bilmem kocaman gülümsedim. Zaten dik duruyordum ama daha da dikleştim. Abim beni böyle hatırlasın istedim belki de, bilemiyorum. Sonsasında abimin gözünden bir damla yaş aktı. O an o da gülümsedi. Yutkundum, derince yutkundum. Boğazımda bir yumru vardı, neden vardı?

 

Onunda yutkunduğunu hareketlenen adem elmasından anladım. Başımla gitmesini işaret ettiğimde başını önüne eğdi ve arkasını dönüp gitti.

 

Kurtuldu, yaşayacaktı.

 

Ölmeyecekti.

 

"Sonunda! Vedalaşmanız bittiğine göre, Diana." dedi Teka alayla. O her konuştuğunda sinir katsayım artıyor, onu öldürme isteğiyle dolup taşıyordum.

 

"Buyrun, Bay Teka." dedi robotik ses.

 

"Dışarıdaki tüm kameraların görüntüleri."

 

"Hemen, Bay Teka." dedi. Ve saniyeler içersinde duvara görüntüler yansıtılmaya başladı. Çıt çıkarmadan duvara bakıyordum. Bir hareketlilik yoktu. O bana alaycı ve aşağılayıcı gözlerle bakarken bense kararlı bir tavırla

namluyu şakağıma daha da bastırmıştım.

 

Dakikalar sonra öğretmenler ve abimin çocukları okul binasından çıkarttığı görüntüler yansıdı ekrana. 15-20 dakika sonda bölgeden tamamen uzaklaştıklarında anlımdaki silahın namlusunu yavaşça kendimden uzaklaştırdım.

 

"Nereye gideceksek gidelim." diyerek dakikalar süren sessizliği bozduğumda Teka resmen kahkaha attı. Bu adam neden sürekli gülerek sinirlerimi bozuyordu!? Gerçekten sinirden delirmek üzereydim. "Ne gülüyorsun?" dediğimde beni takmadan gülmeye devam etti. Yaklaşık bir dakika kadar sonra gülmesi bittiğinde konuştu.

 

"Bu asi tavırların... Eski günleri hatırlatıyor."

 

"Eski günülerini siktirtme bana Taşkıran. Nereye götüreceksen götür, uzatma." beni baştan aşağı süzdükten sonra başıyla onayladı.

 

"Peki, istediğin gibi olsun." dedi. Derin bir nefes aldı ve arkasındaki adamlardan birine eliyle 'gel gel' işareti yaptı.

 

Adam yanına yaklaşıp saygıyla başını eğdi. Bu kusma isteğimi arttırsada kendimi tuttum.

 

Planımın gerçekleşebilmesi için sabretmem gerekiyordu.

 

"Kaç kişiyiz?" dedi sinir bozucu sesiyle.

 

"27 kişiyiz, Bay Teka." dedi adam.

 

"Tamam, hazırsanız gidiyoruz. Ateşli salih istemiyorum. Kılıçları getirin." dediğinde kaşlarım çatıldı. Bu adam ne yaşıyordu?

 

"Sen, ne yapıyorsun? Kafayı mı yedin?" diyerek konuşmalarının ortasına bodoslama daldığımda Taşkıran'ın bakışları bana döndü.

 

"Sen bir Özel Kuvvetler personelesin, ayrıca keskin nişancısın. Adamlarım silah atışında senden iyi değiller." ha şunu bileydin, dercesine suratına baktığım sırada planını anlamıştım.

 

"Bakalım kılıçla onlara karşı koyabilecek misin?" Ebesinin nikahı. Gerçekten ebesinin nikahı.

 

"Sen gerçekten psikopatsın." dedim sakin bir ses tonuyla.

 

"Öyle olmadığımı idda eden mi var?"

 

"Seni öldüreceğim." dedim sinirle. O benim timimi öldürmüştü. O, beni öldürmüştü.

 

"Hayır, kaybedeceksin."

 

"Ben kaybetmem." diyerek cümlesine devam etmesine izin vermedim.

 

"Göreceğiz, Yüzbaşı." dedi ve yanına yaklaşan adama eliyle gitmesini işaret ettiğinde altı yedi kişi odadan ayrıldı.

 

"Ne yapıyorsun?" dedim dişlerimin arasından.

 

"Amma çok soru sordun, elini kolunu bağlayacağım şimdi." dediğinde sinirle sabır çektim.

 

"Ya sabır, ya sabır."

 

Aslında istese beni saniyesinde öldürebilirdi. Etrafımda 20'den fazla adam vardı. Hepsi silahlıydı. Bir çember oluşturup beni ve Teka'yı ortalarına almış, tetikte bekliyorlardı.

 

Beni öldürmeyecekti, beni süründürecekti.

 

Bunun bilincindeydim fakat bu umrumda değildi, Alaca'yı kurtarmıştım. Sivilleri kurtarmıştım. Ama Ecel'i koruyamamıştım.

 

Gözlerimin dolduğunu hissettiğimde başımı hızla havaya kaldırdım ve gözyaşlarımın akmaması için biraz öyle bekledim. Boğazıma bir yumru oturmuştu, yutkunamıyordum bile.

 

Ellerim titremeye başladı, ellerimi yumruk yaptım.

 

Şimdi değil, şimdi olmaz.

 

Benim kardeşlerim ölmüştü.

 

Benim ailem ölmüştü.

 

Benim timim ölmüştü.

 

Ben nasıl yaşayacaktım?

 

Ağlamak istiyordum, bağıra çağıra ağlamak. Yapamıyordum, yapamazdım. Şu anda bunu yapamazdım.

 

Dik dur.

 

Derin nefes al.

 

Gözlerimi kapattım ve derin bir nefes aldım. Sakinim, sakinim, sakinim. Tamam Armina, bu da geçecek. Bunu da atlatacağız.

 

Ecel timi şehit olmuştu.

 

Benim timin şehit olmuştu.

 

Kendime gelmemi sağlayan, Taşkıran'ın sesiydi.

 

"Ah, sanırım minik kızım duygulandı!" Taşkıran'ın üstünlük taslayan sesini duyunca üzüntümü, acımı bastırdım. Bu çok zordu. Nefes bile alamazken geçmişimle, geleceğimle savaşmak çok zordu. İntikamımı almak için bu belkide ilk ve son şansımdı. Şimdi dik durmalıydım.

 

Hadi Armina, hadi.

 

"Ne yapacaksan yap, sabrımın sonundayım. Taşkıran." dedim nefret dolu sesimle.

 

"Sakin ol, Diana."

 

"Buyrun, Bay Teka."

 

"Çevrede olan biteni raporla."

 

"Tabii, Bay Teka." iki-üç saniye sonra odada Diana adındaki robot sesin sesi yankılandı.

 

"Yakın çevrede, insan varlığına rastlanmadı Bay Teka." Taşkıran sanki Diana onu görüyormuş gibi başını salladı.

 

"Gidelim," dediğinde adamlardan altı tedi tanesi bana yaklaşmaya başladı. Engel olmadım, bileklerimi ona uzattım.

 

İntikam almadan ölmeyecektim.

 

Benim kardeşlerim ölmüştü.

 

Yaşamanın bir anlamı var mıydı?

 

Yoktu. Onların intikamını aldıktan sonra yanlarına gitmeliydim. Peki ya ailem?

 

İşte canımın yanmasına sebep olan da buydu. Onları bırakıp gidecek olmak, kalbimin sıkışmasına sebep oluyordu. Fakat başka yolu yoktu. Bu adamın ölmesi için başka şansım, başka ihtimal yoktu.

 

Nasıl bırakacaktım annemi?

 

Babamı, abilerimi, kardeşlerimi, daha yeni tanıştığım kalabalık ailemi...

 

"Eğer bir gün yaşatmak için ölmem gerekirse ölmekten kuşku duymam." demiştim. Bu sözümden asla dönmeyecektim ama bu canımın yandığı gerçeğini değiştirmiyordu.

 

Belki de artık benim yanacak bir canım yoktu. Benim canım sevdiklerimdi, onları benden almışlardı. Uğruna savaşacağım neyim kalmıştı?

 

Sadece ailem ve vatanım. Onlar için de kanımın son damlasına kadar savaşacaktım.

 

Gerçekleşmesini gerekeni gerçekleştirebilmek için bazı şeylerin feda edilmesi gerekirdi.

 

 

 

 

⚔️

 

 

Ellerim ve kollarım zincirli, gözlerimse bağlıydı. Azılı bir suçlu gibi bu arabanın içinde yolculuk yapıyordum. Nereye gidiyorduk? Bilmiyordum.

 

Dakikalar sonra araba durduğunda rahat bir nefes aldım. Üzerimdeki tüm delici ve kesici aletleri almışlardı. Hepsini kendi çantamın içine koymuş, ve gördüğüm kadarıylada çantamı arabanın bagajına atmışlardı.

 

Çantam bagajda.

 

Kapı açıldığında iki elin beni kollarımdan tutarak çekiştirdiğini hissettiğimde ona uyum sağladım ve arabadan indim.

 

Düşünme, düşünme düşünme.

 

Yanımdaki kişi beni kolumdan tutarak yönlendiriyordu. Bende ona uyum sağlayarak yürüyordum. Bir süre sonra yürümeyi bıraktığımızda Teka sessizliği bozdu.

 

"Çözün." yanımdaki adamın hareketlendiğini hissettim. Önce ellerimdeki zinciri çözdükten sonra gözlerimi açtığında yeşillik bir alanda olduğumuzu gördüm. Bakışlarımı etrafta gezdirirken gördüğüm yer, şoka uğramamı sağladı.

 

Üzerinden yıllar geçmemiş gibi anılar tazeydi. Yaşananlar ise unutulmazdı.

 

"Burası..." diye mırıldandım. Bakışlarım etrafta bir şeyler ararcasına dolaşıyordu.

 

"Burası, senin öldüğün yer Birgen. Baba yapma, diye bana yalvardığın; ölmemek için direndiğin yer. Eğer Ayhan Korkmaz olmasaydı şu anda cesedinin gömülü olacağı yer." Bakışlarımı karşımdaki evden çekemiyordum. Eskisi gibi duruyordu.

 

Karanlık gömüldüğü yerden çıktı, anılar bir bir canlandı.

 

Etrafımda neler olup bitiyordu, Teka ne saçmalıyordu duymuyordum bile. Tek yaptığım, bakmaktı.

 

Sarı elbise. Kahkaha. Çığlıklar. Acı. Kahraman. Karanlık.

 

Düşünme, düşünme düşünme.

 

Kardeşlerim. Timim. Ailem.

 

Düşünme, düşünme düşünme.

 

"Ah, eskiyi mi hatırladın! Ne kadar duygusal..." düşüncelerimden sıyrılmama sebep olan şey, Teka'nın alaycı sesiydi. Başımı dikleştirdim, bakışlarımı ona çevirdim. Uzun süreli bir bakışmanın ardından sinirli bakışlarla beni süzdü.

 

"O dik başının eğildiğini göreceğim!" diye sinirle konuştuğunda yüzümde mimik oynamadı. İfadesiz bir şekilde ona bakmaya devam ettim.

 

"Yıkılacaksın! O başın eğilecek!" diyip sinirle bana yaklaştığında derin bir nefes aldım.

 

"Benim başım değil yıkıldığımda, öldüğümde bile dik olacak. Sense o anda bile bana boyun eğeceksin." psikolojik şiddet buydu işte. Alaycı tavrı, küçümsemesi ve sonrasında da kaybedeceğimi dile getirmesi. Özel Kuvvetler personellerinin aldığı ağır psikolojik eğitimi düşünürsek verdiğim cevap oldukça normaldi. Fakat şu an içinde bulunduğum durumda bu cevabı vermek ve başımı dik tutmak benim için oldukça zor olmuştu.

 

"Öyle mi?" diyerek benimle alay ettiğinde sinirle güldüm.

 

"Öyle." dedim taviz vermeyen bir sesle. Uzun bir süre yüzüme baktıktan sonra yanındaki adama döndü ve başıyla bir işaret verdi. Teka'nın arkasındaki arabaları fark etmiştim. İşaret verdiği adam arabaların yanlarındaki bütün adamlara işaret verdiğinde kaşlarım çatıldı. Tam küfür edecektim ki kendimi zar zor tuttum ve üzerimdeki bakışların sahibine çevirdim bakışlarımı.

 

"Ne işler karıştırıyorsun," sözümün yarıda kesilmesinin sebebi, arabadan elleri kolları bağlı, ağzı bantlı bir şekilde indirilen annemdi.

 

"Anne!" dedim telaşla. Ona doğru ilerlemek istediğim an arkamdaki dört adam beni kollarımdan yakaladı.

 

Annem sesimi duyduğunda bakışlarını bana çevirmişti. Başı dikti ama ağlıyordu. Sessiz sessiz ağlıyordu.

 

"Anne, anne burdayım! Sakın korkma!" diye bağırdığımda derince yutkundum. Elimden başka bir şey gelmiyordu. Teka'nın bir şeyler söylediğini duydum fakat oralı olmadım çünkü diğer arabalardan Miraç abim ve Rüzgar abim elleri kolları bağlı bir şekilde indirildirilmişti.

 

"Ecdadını sikeceğim puşt herif!" diye bağırarak Teka'ya atıldığım sırada şah damarımın üzerindeki soğuk metal beni durdurdu.

 

"Yavaş ol, kızım. Eğlencemi bozma." dediğinde sol elimin yumruk olduğunu yeni fark etmiştim. Bakışlarım abimlere döndüğünde Miraç abimin bomboş bakışlarla karşısına baktığını gördüm. Rüzgar abimse ağlamaktan helak olmuştu. Gözleri kan çanağıydı.

 

"Ne yaptın onlara!" diye bağırarak öne atıldığımda bıçak boğazıma daha da yaslandı. Boğazımdan akan sıcak kanı hissettiğimde durmak zorunda kaldım.

 

Uzun zaman sonra ilk kez kendimi bu kadar çaresiz hissediyordum.

 

Titreyen bakışlarım arabalara döndüşünde babamın arabadan indirildiğini gördüm. Ve o an dünyam başıma yıkıldı.

 

Babam, ağlıyordu.

 

Küçükken okuduğum bir kitapta şöyle diyordu, Babalar çocuklarının kahramanlarıdır. Kolay kolay ağlamazlar. Onlar, sessizce içlerine ağlarlar. Bir baba gerçekten ağlıyorsa, o hanede gerçek bir acı var demektir.

 

"Baba," diye fısıldadım. Onun gözü kimseyi görmüyormuş gibiydi. Bakışları yerde, ağlıyordu. Acı çekiyordu, ağlıyordu. Benim babam, ağlıyordu.

 

"Buradayım, kızım." diyen Teka'ya çevirdim bakışlarımı. Hızlı nefes alışverişlerim onu tatmin ediyormuş gibiydi. Çevrede olan bitenden soyutlanmış, yalnızca onu duyuyordum.

 

"Ne istiyorsun!?" diye bağırdığımda güldü.

 

"Seni," diye aynı cevabı verdiğinde öyle bir kahkaha attım ki, tüm ormanda yankılanmıştı sanki.

 

Kapı kapanma sesleri duyduğumda bakışlarım tekrardan arabaların olduğu tarafa döndü. Ilgaz, Barın, Paşam, babaannem, halam, amcalarım, kuzenlerim... Herkes burdaydı. Hepsi perişan haldeydi. Başımı dikleştirdim. Bakışlarımı Teka'ya çevirdim.

 

"Ne. Yaptın. Onlara?" diye fısıldadığımda sabrımın son radesinde olduğumu ikimizde biliyorduk.

 

"Sakin ol, Birgen." dediği sırada başını aşağı yukarı salladı. Ben ne olduğuna anlam veremezken duyduğum boğuk seslerle bakışlarım aileme döndü.

 

Arabadan aşağı fırlatılan, kanlar içersindeki bedene bir saniyeden fazla bakamadım.

 

Bu oydu, benim yeni kavuştuğum minik kardeşimdi.

 

Asya.

 

"Asya!" diye bir çığlık koptu ağzımdan. Boğazımdaki bıçağın baskısı daha da arttı. Ölüme çok yakındım. Ölmemeliydim. Şu an değil.

 

"Ne yaptın kardeşime!" diye haykırdığımda kendimde değildim. Bakamıyordum, Asya'ya bakamıyordum. Nasıl kıymıştı?

 

Nasıl?

 

"Asya, Asya hayır!" diye bağırdığımda artık her şey için çok geçti.

 

Kardeşim ölmüştü, kardeşlerim ölmüştü.

 

Benim yüzümden.

 

Sevmemeliydim, sevdiğim herkes ölüme mahkumdu. Jülide Taşkıran belkide haklıydı, benim sevgim bile lanetliydi.

 

Ağlıyordum, ben bu adamın karşısında ilk kez ağlıyordum. Düşünemiyordum, yapamıyordum. Ben kaybetmiştim, ben kaybetmiştim.

 

Kardeşim ölmüştü. Kardeşlerim ölmüştü. Çocukluğum ölmüştü. Kahramanım ölmüştü. Şimdim ölmüştü. Geleceğim ölmüştü, ben ölmüştüm.

 

Belkide ben, sahiden de 16 yıl önce burada ölmüştüm.

 

Belkide 13 yıl önce ölmüştüm.

 

Belkide doğduğum gün ölmüştüm.

 

Sahi, ben ne zaman yaşamıştım?

 

Biz ne zaman acısız bir şekilde yaşamıştık? Biz ne zaman acı çekmemiştik?

 

Yada, yaşamış mıydık?

 

Benim yüzümden.

 

Acı, yüreğimden çıkıp etrafa dağılsın istedim. Biraz olsun azalsın, dik durayım istedim. Olmadı.

 

Benim yüzümden.

 

Gitmişti. Timim gitmişti. Asya gitmişti. Ben nasıl yaşardım?

 

Hepsinin vebali buraydı, kalbimde. Nasıl yaşardım?

 

Ben ne hakla nefes alırdım?

 

Benim ailem gitmişti. Yüreğimden bir parça kopmuştu. Geriye kalanı karşımdaydı lakin, onlarda benim yüzümden acı çekiyorlardı.

 

Benim yüzümden.

 

O ana kadar dizlerimin üzerine çöktüğümü, ellerimi toprağa yaslayarak ağladığımı fark etmemiştim. Titreyen vücudum, farkındalıkla dikleşti.

 

Yaşadığım farkındalık boğazıma bir yumru oturmasına sebep oldu. Başımı dikleştirdim. Ellerim titriyordu.

 

Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum, tek bildiğim dik durmam gerektiğiydi.

 

Titreyen ellerime bulaşan toprağı yüzüme sürdüm. Toprağın kokusu, geçmiş anılarıma sürüklesede beni güçsüz düşürmedi. Aksine güçlendirdi.

 

Toprak ellerimdeydi. Toprak. Asya'nın düştüğü toprak. Timimin düştüğü toprak. Burada, tam burada ölmemiş miydim?

 

Bu vatanın bir karış toprağı, benim sahip olduğum her şeyden daha kıymetliydi. Bu öyle bir şeydi ki, toprağın kokusu beni kendime getirdi. Dik durmamı sağladı. Bana kim olduğumu hatırlattı.

 

Ben, Sangre Rojaydım. Ben Armina Kırşandım. Ben, Özel Kuvvetler Personeliydim. Ben Yüzbaşıydım. Ben, dediğim her şeyi yapmıştım. Ben istediğim her şeyi almıştım.

 

Ellerimin titremesi durdu. Düşünceler kalbimin derinliğine gömüldü. Başım dikleşti. O ana kadar bana gülümseyerek bakan Teka'dan habersizdim. Göz göze geldiğimiz anda onun gülümsemesine eş olarak benimde dudaklarım kıvrıldı.

 

"Bugüne kadar, dediğim her şeyi yaptım." dedim. Beni dikkatle dinlediğini görebiliyordum.

 

"Asker olacağım dedim, oldum." dedim kararlılıkla.

 

"Beni açlıkla tehdit eden yurt müdürüme bir gün demiştim ki, o kadar zengin olacağım ki benim tek bir sözümle sahip olduğun her şey elinden kayıp gidecek." güldüm.

 

"Yaptım." dedim. Sözlerim hoşuna gitmiş gibi güldü.

 

"Güçlüsün, Birgen. Benim sayemde." dediğinde bu kez gülme sırası bendeydi.

 

"Senin değil, ama evet birinin sayesinde."

 

"Hatta birinin değil, birilerinin..."

 

"Ama. Senin. Değil." dedim. "Güçlü olduğumu kabullenmene sevindim." diye de ekledim.

 

"Şimdi, sana çok küçükken söylediğim bir sözü tekrardan söyleyeceğim.. Ve andım olsun ki, bu sözümden dönmeyeceğim." derin bir nefes aldım.

 

"Seni öldüreceğim. Bu canıma mâl olsa bile, öleceksin. O kadar çok acı çekeceksin ki, yaşamak için değil ölmek için yalvaracaksın bana." dediğimde bakışlarının ciddileştiğini gördüm.

 

"Aynı sözleri, bende dana söyledim var say." dedi ve adamlarına seslendi.

 

"Alın," dediğinde bir kez daha bakmadım aileme. Görmek istemedim sebep olduğum yıkımı. Onların bana dokunmasına izin vermeden kendim ayaklandığım sırada bir kaç adamın Miraç abime doğru yürüdüğünü gördüm.

 

"Abi, abi! Ne işin varsa benle! Bir anlaşma yaptık!

 

"Sakin ol, Birgen. Abinle son konuşmanız beni derinden etkilemişti. Bir kez daha duymak isterim." dediğinde abim ellerinden tutularak bağ evine doğru götürülmeye başlandı.

 

"Yürü," dediğinde emrine sessizce itaat ettim. Bağ evine girdiğimizde içimi bir ürperti kaplamıştı. Her şey aynıydı.

 

Etrafa daha fazla göz gezdirmeden yönlendirildiğim odaya girdiğimde odada kimse yoktu, Abim dışında.

 

"Abi," dedim titreyen bir sesle. Ona doğru atıldığımda kendimi onun göğsünde buldum. Titriyordum. Canım çok yanıyordu. Çok.

 

"Abi, abi..." dedim sayıklarcasına. Ne dediğimi, ne yaptığımı bilmiyordum. Kollarımı ona daha sıkı doladığımda beni kolları arasına almasını bekledim. Yapmadı. Umrumda değildi. Kokusunu içime çektim, sığındım ona.

 

"Abi benim timim gitti... Abi kardeşim gitti..." dedim fısıldayarak.

 

"Abi," dedim. Gözlerimden akan yaşlar üstünü ıslaştıyordu. Teka bizi izliyordu belkide umrumda değildi. Titreyen vücudum onun sayesinde ayakta durduğu sırada o bir adım arkaya çıkınca sendeledim.

 

"Abi..." dedim anlamamış gibi. Bakışlarım yüzüne tırmandığında tiksintiyle bana bakan gözleri duraksamama sebep oldu.

 

"Sen," dedi. Güldü sonra.

 

"Sebep olduğun yıkımın farkında mısın?" dediğinde gözlerim doldu.

 

"Abi..."

 

"Sen! Ailemizin ne halde olduğunun farkında mısın?"

 

"Hayır, hayır devam etme..." ağzımdan başka hiç bir şey çıkmadı, çıkamadı.

 

"Senin yüzünden, her şey senin yüzünden!" sesindeki tiksinti ve nefret, gözlerimin dolmasına sebep oldu.

 

"Benim yüzümden değil..."

 

"Senin yüzünden!" diye bağırdı. Sesi tüm odada yankılandı.

 

"Abi,"

 

"Sen, ne hakla bana abi dersin!" dediğinde göz yaşlarımı durduramadım. Vücudum sinirle dolup taşmıştı. "Böyle olmasını ben istemedim!" diye var gücünle bağırdım. Ellerim titriyordu.

 

"Ben istemedim! Her şeyin en kötüsünü yaşamayı, daima mutsuz olmayı ben istemedim tamam mı?!" Onu ittirdim. Gözlerim yaşlarla dolmuştu.

 

"Ben istemedim!" diye bağırdım bir kez daha. Ellerimi saçlarıma geçirdim.

 

"Mutlu olmak istedim ben! Ailem olsun istedim! Herkes gibi arkamda beni bekleyen bir ailem olsun istedim!"

 

"Senin yüzünden kardeşim orda!" diye bağırdı. Bu sefer beni o ittirdi.

 

"Hayır, hayır söyleme. Konuşma daha falza. Duymak istemiyorum. Duymak istemiyorum!"

 

"Senin yüzünden! Eğer sen hayatımıza hiç girmemiş olsaydın kardeşim bu halde olmazdı!" Bağırması öyle bir etki yaptı ki üzerimde kurşun yesem daha az canım acırdı.

 

Öyle bir baktım ki gözlerine, veda eder gibi. Artık onu görmek istemiyordum. Artık kimseyi istemiyordum.

 

"Sen varkende çok mutluyduk ama sen hep bela getirdin!"

 

Arkamı döndüm. Burda daha fazla kalmazdım. Kalbime saplanan hançer, ruhumu parçalıyordu.

 

"Armina," Duraksadım. Arkamı döndüm.

 

"Pişman mısın?" dedim sessizce.

 

"Neyden?" diye sordu.

 

"Beni tanıdığın için, pişman mısın?" Kararlılıkla konuştu.

 

"Hayır." dedi. Son kez baktım gözlerine. Bu galiba gerçekten son bakışımdı. Tekrar seslendi fakat arkamı dönmedim. Ve oradan uzaklaştım.

 

Artık kimsem yoktu.

 

Artık ailem yoktu.

 

Sevgim, zarar veriyordu.

 

"Seni neden sevmiyoruz biliyor musun, Birgen? Çünkü seni sevmek, zarar. Senin sevdiğin insanlar acı çekmeye mahkum. Bizden nefret et ki bize acı verme. Bizde senden nefret edelim ki sen bir daha kimseyi sevme."

 

Düşünme, düşünme, düşünme.

 

Odadan apar topar çıktığımda karşımda Teka vardı.

 

"Ah, bu kez nefret dolu bir veda oldu..." dediğinde gözlerine nasıl baktım bilmiyorum ama ilk kez korktuğunu hissettim.

 

"Ne yapacaksan yap artık." dediğimde kendimi çok kötü hissediyordum.

 

"Yapıyorum ya," dediğinde ona hak verdim. Beni öyle bir hale getirmişti ki, onun karşısında ağlamıştım.

 

"Kılıç konusunda ciddi miydin?" dedim bezmiş bir sesle. Öldürecekse, düzgünce öldürsündü. Ne kılıcı?

 

"Bundan şüphen mi var?" dediğinde sıkıntıyla iç çektim.

 

"Osmanlı zamanında mı kaldın, ne yaptın? Ne kılıcı?" dediğimde güldü.

 

"Olaya biraz aksiyon katayım dedim."

 

"Aksiyonuna," hayır, sakin ol Armina.

 

"Ah, hadi artık." dediğinde bezmiş bir şekilde onu takip ettim. Arkamızda 20 kişilik minik bir ordu bizi takip ediyordu. Bu dahada sinir bozucuydu.

 

"Bu arada kılıç konusunda ciddi değildim." dediğinde onu tam şu an öldürmek istedim. Hayır, sakin. Sakin ol kızım.

 

Gerçekten ciddi olduğunu düşünmüştüm. İyice kafayı yemiştim.

 

Dışarıya çıktığımızda yirmi adam önümüze dizildi. Teka geriye çıktı. O an, buranın nir uçurum kenarı olduğu gerçeğiyle yüzleştim.

 

"Biraz sen hırpalayalım..." diyerek geriye adımlayarak onun için getirilen koltuğa oturduğunda sinirle soludum.

 

"Sirk hayvanı mıyım ben!" diye bağırarak uçuruma doğru ilerlemeye başladığımda kahkahasını işittim. Seni de, kahkahanı da...

 

"Kendini mi öldüreceksin?"

 

"Sence? Biz esir olmayız, bizde şehadet esastır." dediğimde güldü.

 

"Daha öncekilerde neden kendini öldürmedin o halde?"

 

"Zira hepsinde kurtulacağımı biliyordum."

 

"Şimdi?" dediğinde sessiz kaldım.

 

"Peki..." dedi. Bana yaklaştı. Bakışlarımı dağda gezdiriyordum. Gözüme kestirdiğim yere olan mesafeyi hesaplamaya çalışırken Teka söze girdi.

 

"Eğer dediklerimi yapmayı kabul edersen, hepsini bırakırım." diyerek başıyla Korkmazları işaret etti.

 

"Sana neden inanayım?" dediğimde küstahça konuştu.

 

"Başka şansın mı var? bir süre düşündüm. Kendi canımla tehdid etmek gözüme çok mantıklı gelmişti çünkü sürekli beni istediğini söylüyordu. Lakin şu an onların hepsini kurtarma şansım varken bunu göz ardı edemezdim.

 

"Tamam," dediğimde teslim olmuşçasına başımı salladım. Bakışlarım beni buraya getirdikleri arabaya düştüğünde dikiz aynalarını. açık olduğunu gördüm. Araba açıktı. Bakışlarım ona döndüğünde hala üstünlüğün bende olduğunu belli etmek istiyormuş gibi konuştum.

 

"Ben başlayacağım." dediğimde beni onayladı.

 

"Hay hay," dedi ve bana sağ tarafı gösterdi. Yavaş adımlarla yürüdüğüm sırada saniyelerim vardı. Arabanın yanından geçeceğim sırada tam yanımdaki kapı kolunu açarak sürücü koltuğuna oturdum ve arabayı saniyeler içersinde çalıştırarak gazı kökledim. Arkamdan gelen sesleri duyabiliyordum. Peşime takıldıklarınıda biliyordum ama ben çoktan uzaklaşmıştım. Beş dakika kadar sonra planladığım yere geldiğimde arabadan indim ve saniyeler içersinde bagajdan çantamı aldım. İçinden bir el bombası çıkarttım ve koşmaya başladım. Yeterince uzaklaştığımda bombanın pimini çektim ve arabaya fırlattım.

 

Bu tamamen zevk meselesiydi. Ona ait olan şeylere zarar vermek kadar eğkenceli bir şey yoktu. Ayrıca ben bulunduğu mekanları patlatmasıyla ün sarmış bir subaydım, patlatmak benim işimdi.

 

Araba gürültüyle patladığında hızla koşmaya başladım. O kadar hızlı koşuyordum ki planladığımdan iki dakika daha erken gelmiştim mevzi alacağım yere. Ellerimle yerdeki toprağı avuçlayıp yüzüme sürdüm. Tüm yüzümün kahverengi olduğundan emin olunca Sniper tüfeğimi çıkartıp mevzi alarak dürbünümle evin olduğu yeri incelemeye başladım. Nefes nefese kalmıştım, fakat dinlenecek zaman yoktu.

 

Şarjörü kontrol ettikten sonra tahminimce 400 metre kadar uzağımda son sürat ilerleyen üç arabaya ilişti gözlerim. Sürücüye ateş ettiğimde mermi tam kafasının hizasındaki cama çarparak sektiğinde sinirle küfrettim.

 

"Kurşun geçirmez cam..." dediğim sırada tek bir seçeneğim kalmıştı. En öndeki arabanın yaklaşık hızını hesaplamaya çalıştım. yaklaşık saatte yüz yirmi km. 20 saniye sonra bulunacağı konuma nişan aldım ve saymaya başladım.

 

"19, 18, 17, 16, 15, 14..."

 

"3, 2, 1." dedim ve tetiğe bastım. Kurşun arabanın ön tekerine ateşlediğimde araba gürültüyle durdu. Hızla arka tekerine ateş ettiğimde saniyeler içersinde arkadından hızla gelen diğer iki araba duramamış ve duran arabaya toslamıştı.

 

"Bu kadar basit." dedim ve arabadan hepsinin inmesini bekledim. Dürbünümle arabaların içini kontrol edip kimse kalmadığına emin olunca sırayla hepsinin kafalarını hedef alıp sıkmaya başladım.

 

Bir kaç ölüden sonra kalanlar ağaçları kendilerine siper almış; gözleriyle beni arıyor, tetikte bekliyorlardı.

 

Sıra sıra hepsini hedef alarak öldürdüğümde hiç bir sıkıntı olmadan 13 leş almıştım bile. Buradakilerle işim bittiğinde şarjör değiştirip dikkatli bir şekilde menzilden ayrıldıktan sonra yürümeye başladım. Bağ evini gören bir menzile geldiğimde mesafenin 700 metreyi aşkın olduğunu görünce hızlandım. Hızla menzil alıp kamufle olduğumda dürbünümle kontrole başladım. Evin çevresinde 24 adam saymıştım.

 

Dürbünün yönünü titreyen elimle aileme çevirdiğimde perişan hallerini görmek kalbime bir hançer saplanmasına sebep oldu.

 

Perişan haldelerdi. Gözlerimi yumdum istemsizce. Bakmak istemiyordum, sebebi olduğum bu yıkımı görmek istemiyordum.

 

Asya'ya bakma istedim, çeviremedim dürbünü.

 

"Sakın, Armina. Sakın." diyerek güçlü durmak için kendimi zorladım.

 

Dürbünümü itlere çevirdiğimde ilkine nişan aldım. Derin bir nefes aldım. Ellerimin titremesi azaldığında hazırdım. Tetiği çektim.

 

Sniperımdan çıkan kurşun hedef aldığım adamın beynini dağıttığında gülümsedim. Dürbünümü itlerin üzerinde gezdirirken mırıldanmaya başladım.

 

"O piti, piti." vuracağım kişiyi seçtiğimde ateş ettim.

 

"Kuş oldu gitti..." dürbünümü çevirdim.

 

"O piti, piti."

 

"Cehenneme gitti..."

 

"O piti, piti."

 

"Öbür tarafa gitti..." ard arda yere düşen cesetler Taşkıran'ı deliye çevirmişti. Görebiliyordum. Ve bu beni daha da mutlu ediyordu. Telefonunu çıkartıp sinirle konuşarak bir arama yaptığında dudağım kenarı kıvrıldı.

 

Adamların hepsi öldüğünde rahat bir nefes aldım. Şu an orda olsaydım da ben bu adamları öldürebilirdim fakat amacım farklıydı. Kısa sürede gelebilecek tüm destek ekiplerin olduğu kampları bulup patlatacaktım.

 

Taşkıran arama yaparak destek ekip istemişti. O andan beri süre tutuyordum. Kaç dakikada hangi yönden geldiklerini tespit edip haritadan o yönde kamp kurabilecekleri bölgeyi tespit edecektim.

 

İzledim izledim izledim. Dürbünümle dakikalar boyunca çevreyi izledim.

 

Düşünmemek için çabalıyor, gözlerime dolan yaşların akmaması için elimden gelen her şeyi yapmaya çalışıyordum.

 

Düşünmemeliydim, düşünürsem kaybederdim.

 

18 dakika kadar sonra kuzeybatı yönünden gelen kalabalık kaşlarımın çatılmasına sebep oldu. Bu kadar yakında bir kamp mı vardı?

 

Yaklaşık yüz metre boyunca geri geri sürünerek menzilimden ayrıldığımda gözümden bir damla yaş düştü toprağa.

 

Gözümden yaşlar akıyordu lakin yüzüm ifadesizdi.

 

"Dayan, Armina." diye fısıldadım sessizliğe. Yapabileceğim başka hiç bir şey yoktu. Ellerim titriyordu, başım zonkluyordu, beynimin içinde sesler yankılanıyordu. Ne zaman geçecekti?

 

Hiç bir zaman, biz bu acıya mahkumuz. dedi Armina. Küçüklüğüm ise sustu.

 

Acıyla yutkunduğumda yalnızlığınla bir kez daha yüzleştim. Ailem dediğim herkes gitmişti.

 

Titreyen ellerimle çantamdan haritamı çıkarttıktan sonra 18 dakikada yaklaşık ne kadar yol alabileceklerini hesapladıktan sonra olası bölgeleri çember içine aldım. Tamda bu çemberin içersinde bir dağın eteklerinde mağara vardı. Bulunabilecekleri en olası yer orası gibi görünüyordu.

 

Eşyalarımı topladıktan sonra zihnimde oluşturduğum rotada ilerlemeye başladım. Bağ evinin çevresinden dolaşarak onlara yaklaşmadan ve görünmeden bu işi halledecektim.

 

Elimde silahım, duygusuzca ilerliyordum. Yaklaşık yarım saatlik bir ilerleyişin sonucunda hedeflediğim yere varmıştım. Dürbünümü çıkarttım ve mağarayı incelemeye başladım.

 

"Tamda düşündüğüm gibi..." diyerek incelemeye devam ettim. Mağaranın önünde 6 adam dikiliyordu.

 

Çok şükür ki yanımda Yazgı'nın verdiği yüksek menzilli bomba dışında başka bir bomba daha vardı. Aksi taktirde planım hiç bir işe yaramazdı.

 

Dikkatlice bomba düzeneğini çıkartarak aktif hale getirdiğimde 10 dakikam vardı. Bombayı elime aldım ve sessiz ama hızlı bir şekilde mağaraya doğru ilerlemeye başladım.

 

Mağaraya iyice yaklaştığımda sniper'ımı hazırladım. Nişan aldım ve sıktım. Onlar daha ne olduğunu anlamadan hepsini öldürdüğümde yalnızca beş dakikam kalmıştı. Temkinli adımlarla ilerleyerek mağaradan içeriye girdiğimde mağaranın bir yerleşim yerine dönüştürüldüğünü gördüm. İçerden sanki bir siteymiş gibi insan sesleri geliyordu. Resmen burası şehirleşmişti.

 

Önüme çıkan insanları daha onlar ses çıkaramadan öldürerek ilerliyordum. Bombanın yalnızca 1 dakikadı kaldığında onu yatağında öldürdüğüm adamın yorganının içine koydum ve hızla koşmaya başladım. Öyle hızlı koşuyordum ki 20 saniye içersinde mağaradan çıkmıştım.

 

Girişteki adamların çoğunu destek olarak gönderdikleri için işim kolay olmuştu. Aksi taktirde çok daha uzun sürede çıkabilirdim buradan.

 

Koşarak uzaklaşabildiğim kadar uzaklaştığımda arkamda büyük bir patlama gerçekleşti. Bakışlarım neredeyse bir kilometre arkamda kalan mağaraya çevrildiğinde alev alev yandığını gördüm. İstemsizce gülümsedim.

 

"Daha yeni başlıyoruz." diye fısıldadım ve koşmaya devam ettim.

 

Haritadan bakarak oluştuduğum rotayı izleyerek bağ evinin oraya vardığımda nefeslerimi düzene sokmam neredeyse yarım dakikamı almıştı. Ağlayacaktım ve bunu durdurmak çok zordu. Ağlayamadan gidecek olmak zorunda olmak ise daha zordu.

 

Çantamdan ses kaydedici cihazı çıkarttım ve ses kaydını başlattım.

 

"Komutanım, binaya giriş yaptım. Koordinat bilgilerini vereceğim. Korkmazların hepsi burada." bir kaç saniye bekledim. "Evet, paşada burada komutanım. Şükürler olsun ki üst düzey telsiz yanımdaymış." dedikten sonra derin bir nefes aldım. "Teka'yı canlı bir şekilde ele geçireceğinizden şüphem yok, komutanım." dedim ve ses kaydını kapattım. Cihazı kemerime yerleştirdikten sonra iletlemeye devam ettim.

 

Bağ evinin arkasından yaklaşıyordum. Burada kimse yoktu, iki kişi hariç. Herkes önde toplanmıştı, e tabii. Benim ailemi görmek için ilk oraya gideceğimi düşünüyordu. Haksızda sayılmazdı, öyle yapacaktım ama önce daha mühim bir işim vardı. Sniper'ımı boynuma astıktan sonra düz tabancamı elime aldım ve iki adamın kafasını hedef aldım. Önce sağdakini, sonra soldakini vurarak ikisinide etkisiz hale getirdikten sonra etrafı kolaçan ettim. Duvarda gördüğüm kamerayla gülme isteğimi zorda olsa bastırarak kameraya hedef aldım ve tetiği çektim.

 

Kamera tuzla buz olduğunda çevrede başla hiç bir tehdid unsuru olmadığına kanaat getirdim ve hızla binaya doğru ilerledim.

 

Çantamdan rapel adını verdiğimiz ipi çıkarttıktan sonra çatıya fırlattım. İpin kancası çatıya takıldığında tüm gücümle ipe asılarak sağlamlık testi yaptım. İpin sağlam olduğundan emin olunca ipe tırmanmaya başladım.

 

"Canım çok yanıyor." diye fısıldadım kendi kendime. Canım çok yanıyordu. Çok... Gözlerim dolu doluydu, boğazım düğümlenmişti. Dayanmak çok zordu.

 

Evin son katı olan üçüncü kattaki bir odanın camının önüne geldiğimde sol kolumu ipe dolayıp kendimi güvenceye aldıktan sonra sağ yumruğumla camı kırdım. Çam parçaları her yere saçıldığında ben temkinli bir şekilde odadan içeri girdim. Odayı incelemeye başladığımda odada kimse olmadığını gördüm. Bu, rahat bir nefes almamı sağladı. Odayı fazla incelemeden odadaki banyoya ilerledim ve içeri girdim. Duşakabinin yanında gördüğüm camla aklıma gelen fikir işe yarayacak cinstendi.

 

Buraya doğru yaklaşan adım sesleri duyduğumda hızla kağıyı kapatarak ses layıt cihazını bi dakikalık süreye ayarladım ve duşakabinin içine bıraktım. Klozete basarak cama ulaştıktan sonra camı açarak önce gövdemi sonda bacaklarımı dışarı çıkarttım. Camda asılı bir şekilde sallanıyordum. Yaklaşık 8 metrelik bir yükseklikteydim.

 

Ellerimi bıraktığımda sert zemine dizlerimin sütüne düşmüştüm. Bacaklarım hafif zonklasada bu bir engel değildi. Dikkatli adımlarla ön bahçeye doğru ilerlediğim sırada karşıma çıkan adamı görmemle elim belimdeki silahıma gitti ve saniyeler içersinde silahıma belimdeki susturcuyu takarak silahı ağzına soktum.

 

"Konuşmayı, aklından bile geçirme." diye fısıldadıktan sonra onu duvara yasladım ve silahımı ateşledim. Önce gözleri irileşti, sonra başı öne düştü. Silahı ağzından çıkarıp bir kezde kafasına sıktıktan sonra yanından ayrılarak yürümeye devam ettim.

 

Buraya çağırdığı kişilerin çoğunluğu çevrede beni arıyordu anlaşılan. Aksi taktirde bu kadar az kişi olmazdı.

 

O an duyduğum bağırış hedefime ulaştığımı gösteriyordu.

 

"Bay Teka! Sangre Roja içerde! Kendini lavaboya kitlemiş, komutanlarıyla iletişim halinde!" dediğinde görüş açımdaki tüm adamların içeriye koştuğunu gördüm. Teka hızla telefonunu çıkarttı.

 

"O burda! Buraya gelin!" dedikten sonra telefonu cebine yerleştirdi ve yavaş adınlarla içeriye ilerledi. Bahçede elleri kolları bağlı ailemden başka kimse kalmadığında onlara doğru ilerledim

 

Bu çok riskli bir plandı, her an kafama kurşunu yiyebilirdim. Tek umudum işe yaramasıydı.

 

Bahçeye geldiğimde herkesin bakışları beni buldu. Konuşacak, sarılacak, belki son kez öpecek vaktim yoktu.

 

Hızla Rüzgar abime doğru ilerledim ve saniyeler içersinde ellerindeki ipleri çözdüğümde hiç düşünmeden kollarını bana doladı. Ağzı hala bağlıydı. Onu açmak için geri çekileceğim sırada beni durdurdu. Sıkıca sarıldı.

 

Donup kalmıştım. Ne yapacağımı bilmiyordum, güven veren kolları acımı azaltırcasına sarmalamıştı beni.

 

O an kafamın üzerinde hissettiğim ıslaklıkla başımı abime doğru kaldırdığımda ağladığını gördüm.

 

"Abi," diye fısıldadım ve gözyaşlarını sildim. Sonrasında ağzındaki maskeyi çıkarttım. Yüzüne baktım bir kaç saniye, ne o konuştu ne de ben.

 

Geri çekilip çantamdaki sıhhiye çantasını o a uzattım. Sonrasında fısıldadım.

 

"Sizi çok seviyorum..." kendimi toparladıktan sonra aklıma gelenlerle hızla konuştum.

 

"Asya'ya bak. Yaşı," devam edemedim. Ama o beni anladı ve farkındalıkla koştu.

 

Bende hızla Araz'ın yanına ilerledim ve ellerini çözmeye başladım.

 

"Arabaların hepsinin anahtarı üstünde. Herkesi arabalara bindir. Ellerini çözmekle vakit kaybetmeyin. Bir kaç kişiyi aç ve hemen buradan uzaklaşın." dedikten sonra arkamı dönüp koşacaktım ki beni bileğimden yakaladı.

 

"İkiz,"

 

"Zaman yok! Hemen gidin burdan!" diye bağırdıktan sonra elimi ondan kurtardım ve yanağına bir öpücük kondurup koşmaya başladım. Bana çok uzun gibi gelen o anlar sadece 2 dakika sürmüştü. Oysaki bana bir ömür gibi gelmişti. Bitmişti artık.

 

Kalbime saplanan kurşun hala orada mıydı? Yoksa ruhumu paramparça edip gitmiş miydi?

 

Bağ evinin açık kapısından içeri girdikten sonra kapıyı kapattım. Ve o an kapının teknolojik bir kapı olduğunu fark ettim. O an aklıma gelenler içimin rahatlamasına sebep oldu.

 

"Diana," diye fısıldadım. Saniyeler içersinde evde bir ses yankılandı.

 

"Siz kimsiniz?"

 

"Ben Siyana, Bay Teka tehdid altında! Kapıları sakın içerden veya dışardan kimseye açma, telefon sinyallerini kes. Bay Teka'nın emri üzerine geldiğimi biliyorsun." dediğimde bir kaç saniye ses gelmedi. En sonunda Diana'nın sesi yankılandı.

 

"Sesiniz sisteme tanımlandı Bayan Siyana. Sizin emriniz olmadan bu eve kimsenin girişine ve çıkışına müsaade etmeyeceğim." sözleri beni öyle bir rahatlattı ki kelimelerle anlatamazdım. Sayeler içersinde beni bulacakları aklıma gelince planımın ikinci aşamasını gerçekleştirdim.

 

Tam ilerleyeceğim sırada Teka ve beş adamı karşımda belirdi.

 

"Neler geçiyor aklından?" diye ilk kez ciddi bir ses tonuyla konuştuğunda güldüm.

 

"Neler geçiyor bir bilesen..." dedim.

 

"Yakalayın şunu!" dediğinde adamlar üzerime doğru yaklaştığında konuştum.

 

"Buradan çıkış yok, beni yakalamasanızda yakalamış sayılırsın. O yüzden bence buna gerek yok çünkü sana söyleyeceklerim var." dediğimde bir kaç saniye düşündü. Dediğim ona mantıklı gelmiş olmalıki adamlara çekilin komutunu verdi. Bakışları bana döndüğünde ciddi ifadesi yerini koruyordu.

 

"Neden böyle bir şey yaptın?"

 

"Bunu anlamayacak kadar aptal olamazsın." dediğimde güldü.

 

"Dedi beni saçma bir blöfle kandırabileceğine inanan kızım." dedikten sonra güldüğünde sinirle göz devirdim.

 

"Sence bu saatten sonra ben kendimi umursuyor muyum? Umrumda olan tek şey," derin bir nefes aldım.

 

"Ailem."

 

"Ve onların yaşaması için elimden gelen her şeyi yaptım. Önce kaçarak dikkatleri üzerime topladım. Sonra sen tüm adamlarını beni aramaya gönderdiğin sırada onları gönderdim ve senin adamlarınla olabilecek tüm irtibatını keserek yaşamlarını garantiye aldım. Sen tüm adamlarını buraya geri çağırdığın için de, onlar için tehdid oluşturan hiç bir şey kalmamıştı." dediğimde yüzündeki sırıtış büyüdü.

 

"Zeki olduğunu söylemiş miydim?"

 

"İnan söylediysen bile hatırlamıyorum." dediğimde kahkaha attı.

 

"Peki, peki... Kapıları açman için ne yapmam gerekiyor?" bakışlarım saatime düştü. Son 10.

 

"Onların bölgeden uzaklaşması 10 dakikayı bulur. Sonrasında açacağım ve ne dersen yapacağım." dediğimde keyfi yerine gelmiş gibiydi.

 

"Zaten sen açmasanda 20 dakika içersinde yazılımcılar bunu çözecektir. Bu bağ evine daha önce geldin ama hatırlamıyorsam diye söylüyorum, oldukça büyük bir yer. Burada 100 den fazla kişi var şu an." dedikten sonra beni süzdü. Hiç bir hamlede bulunmadığımı görünce konuştu.

 

"Vaz mı geçiyorsun?"

 

"Hayır, bu bir vazgeçiş değil."

 

"Ne o zaman?" diye sorduğunda bilmiyorum dercesine ellerimi havaya kaldırdım.

 

"Üstündekileri bırak." dediğinde onu başımla onayladım. Çantamı, sniperımı, silahılarımı, şarjörlerimi, mermilerimi, şarjörlerimi... Her şeyimi kenara bıraktım. Ve ona baktım.

 

"Oldu mu?" dediğimde beni başıyla onayladı. Arkasını döndü ve iletlemeye başladı.

 

"Beni takip et." dediğinde onu onayladım ve yürümeye başladım. Omuzlarım çöktü, başım eğildi. Acıyı artık kaldıramıyordum. Güçlü ve umursamaz görünmek, sadece çevremdekileri değil kendimide bunada inandırmak neden bu kadar zordu?

 

Tek istediğim ağlamaktı. Sadece ağlamak. Benim yüzümden acı çeken herkesin ahı vardı üzerimde. Ben yaşmasaydım gerçekleşmeyecek olan kötülükler vardı zihnimde. Ne yapacağımı, nasıl dayanacağımı bilmiyordum.

 

Teka bir kapının önünde durduğunda bende durdum. Bana ne yapacaksa yapsındı, belki fiziksel acı içimdeki yangını söndürürdü.

 

Kapıdan içeriye girdiğinde bende onu takip ettim. Başımı dikleştirdim. Adamlarının içeri girmesine izin vermeden kapıyı kapattığında bakışlarım üzerindeydi.

 

Bana doğru yaklaştı, gözlerimin içine baktı. Dakikalarca yüzüme baktı. Odada sessizlik hakimken bir anda odada annemin sesi yankılandı.

 

"Arminam!" Gözlerim annemi ararcasına bakındı. Lakin kimseyi bulamadı.

 

"Anne," diye fısıldadım. Odada Teka'nın kahkası yankılandığında kendime geldim ve ona baktım.

 

"Beni duygulandırıyorsun kızım! Hayatı kameralar önünde geçmiş biricik kızımın yenildiği günü ailesine izletmeyeceğimi düşünmüş olman saçma olurdu." dediğinde bakışlarım saatime düştü.

 

"Kalbi intikam ateşiyle kavrulan birini yenemezsin. Hele ki o kili bensem, asla." bariton sesim odada yankılandığı sırada annemlerin boğuk sesleri odada yankılandığını duyabiliyordum. Onlara odaklanamıyordum çünkü Teka'nın anlamaması gerekiyordu. Neyi mi?

 

Acı çektiğimi.

 

Teka cebindeki telefonunu çıkartıp bir şeyler yaptıktan sonra sesler kesildi. Onların hala bizi izlediğini biliyordum.

 

"Anne, sizi çok seviyorum. Sizi çok seviyorum." dedim. Beni duyduklarını biliyordum. Lakin ben onları duyamıyordum. Bu trajikomikti çünkü hayatım boyunca ben herkesi duymuştum ama neredeyse kimse beni duymamıştı. Şimdi ise duymayan taraf bendim. Lakin ben duyamıyordum. Onlarda duyamamışlar mıydı yoksa duymamışlar mıydı? Bir harf ne kadar çok şey değiştiriyordu.

 

"Sen kapıyı açtığında, ölüm fermanını imzalamış olacaksın." dediğinde gülümsedim. Saatime baktım.

 

"Yani iki dakika sonra,"

 

"Aynen öyle." dediğinde yüzüme baktı, yüzübe baktım. Uzun uzun süzdü beni.

 

"Kabul et, kaybettin." dediğinde bakışlarım önce saatime indi, sonra yüzüne geri çıktı.

 

"Biz kaybetmeyiz, ben kaybetmem. Ben, kaybederken bile kazanırım." sözlerimi bitirir bitirmez yumruğumu yüzüne geçirdim. Hamle yapmasına izin vermeden karnına tekme attığımda saniyeler içersinde arkasındaki duvara yapıştı. Hızla ona doğru ilerleyip saçlarından kavrayarak kafasını defalarca kez duvara vurdum. Elimle ağzını kapattığım için ses çıkaramıyordu. Ona saatlerce işkence yapmak isterdim ama vakit kısıtlıydı.

 

O bayılarak yere düştüğünde hızla odadan ayrıldım. Koşarak merdivenleri tırmadım. Beni gören itler bana ateş etmemeleri gerektiğine dair emir almış olacaklar ki, ateş ederek durdurmak yerine kovalıyorlardı. Ateş etselerde bir şey değişmeyecekti, 40 saniye içersinde hepimiz ölecektik.

 

En yukarı kata geldiğimde odalardan birine girdim ve kapıyı kitledim. O itlerin yanında ölmek istemiyordum. Tek başıma doğmuştum, tek başıma büyümek zorunda kalmıştım ve tek başıma ölmeliydim. Sevgimle verdiğim zararı ölerek onarabilir miydim?

 

Biliyordum, sevgimin zarar verdiğini. Buna rağmen sevmiştim, çünkü sevgimin zarar vermeyeceğine inandırmıştı beni Ahmet Albayım. Lakin veriyordu, tekrar acı bir şekilde öğrenmiştim bunu.

 

Kapıya yaslandım, ölümü beklemeye başladım.

 

"Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resulühü." son kez duydum kendi sesimi. Son kez düşüncelerimi duyurdu sesim.

 

Asena. Uraz. Mert. Efe. Abim. Ufuk. Benim canım kardeşlerim, siz yokken yaşamayı bilmiyordum, sizinle öğrendim. Bana yaşamayı öğrettiniz. Ama ben siz olmadan yaşamak nedir bilmem ki?

 

Geliyorum, biz bir timiz. Biz, Ecel timiyiz. Ayrılmayız. İntikamımız alındı. Geçmişimin, geleceğimin, sizin, ailemin... Hepimizin intikamı alındı.

 

Acı bitti mi? Acı biter mi? Ölüm alır mı acıyı? Annemi, babamı, abilerimi, kardeşlerimi... Bırakıp gitmem arttırmaz mıydı acıyı?

 

Yaşamak mıydı bana acı veren? Yoksa var olmak mı?

 

Asyam, benim minik kardeşim. O da ölmüştü? O da mı timimleydi? Beni mi bekliyorlardı?

 

Öldürmüştüm, terör bölge sorumlusu saniyeler içersinde ölecekti. Vatanıma verdiği tüm zararlar, analara babalara yaşattığı evlat acısı, hepsinin intikamını almıştım.

 

Bu vatana zarar veren; askerlerimin, komutanlarımın, devremlerinin hepsinin intikamını almıştım. Başarmıştım.

 

Ve o an bomba patladı. Yüksek desibelli ses kulak zarımı yırtmıştı sanki. Beynimdeki acı, kulaklarımdaki uğultu bedenimdeki diğer acıları hissetmemi engelliyordu. Bedenim havalanmıştı, lakin bunu hissetmiyordum. Neler oluyordu, nasıl ölüyordum, acı çekiyor muydum? Bilmiyorum.

 

Bitmişti.

 

İCO'nun en yetkililerinden birini öldürmüştüm. İCO'yu bitirmeye giden yolun önünü açmıştım. Bundan sonrası geriye kalanlardaydı.

 

Huzurluydum, şehitlik mertebesine erişmiştim. Kendimle gurur duyuyordum. Fakat aklıma yeni bulduğum ailem gelince canım çok yanıyordu. Daha yeni bulduğum ailemi bırakıp gidecek olmak... Fakat yapacak bir şey yoktu.

 

Söz konusu vatansa gerisi teferruattır.

 

Vatan.

 

Şehitlerimizin kanıyla beslenen, uğruna binlerce kişinin şehit olduğu vatan.

 

Her gün binlerce askerimizin; uğruna ailelerini, arkadaşlarını, sevdiklerini arkasında bıraktığı vatan.

 

Göreve çıkan bir askerin, annesi babası şahadet haberi gelmesin diye dualar ediyor belki de. Onların varlığıyla, dualarıyla güç buluyor asker.

 

Belki de anası babası yok askerin, vatan onun için aile olmuş, o zamanda dua eden devremleri, astları ve üstlerinin varlığıyla güçleniyor o asker.

 

"Kim olursa olsun, ne olursa olsun Türk askerinin daima arkasından dua edeni vardır. Türk halkı, askerini kimsesiz bırakmaz." demişti bir keresinde bana çok sevdiğim birisi. Ve eklemişti.

 

"Gerek uğruna şehit olmayı göze aldığı milleti, gerek annesi gerek komutanları gerek askerleri.

Bir askerin arkasından üzüleni daima vardır."

 

Vatan uğruna canım feda, der Türk askeri. Bu dört kelime, onun hayat felsefesidir.

 

Vatan uğruna, canım feda.

 

 

 

 

⚔️

 

 

 

Merhabalar.

 

 

 

Bu bölümü yazmak, benim için çok zordu. Bölümleri geciktirerek bu sonu uzaklaştırmaya çalıştım ama o gün geldi çattı.

 

 

 

Özür diliyorum kendimden ve sizden, ama bunun olması gerekiyordu. İntikam alındı.

 

 

 

İkinci kitaba farklı bir karakterin anlatımıyla devam edecek olmanın ağırlığı var üstümde...

 

 

 

Sevgili okurlarım. Sizden ricam; kitaba başladığınız günden bugüne hissettiğiniz ve yaşadığınız her şeyi, kitabı, karakterleri, düşünceleri... Hepsini benimle yorumlarda paylaşmanız. Bugüne kadar hiç oy vermeyen ve yorum yapmayan okurlarım, lütfen sizlerde yorumlara gelin.

 

Bölümü yarın yayınlayacaktım, sırf sizler daha fazla beklemeyin diye bugün yayınladım. Yazım hatalarım illaha ki aralarda, affola.

 

 

 

İkinci kitap ve gelişmelerden haberdar olmak için WhatsApp kanalıma katılmanızı tavsiye ederim.

 

 

 

Teşekkür ederim, burda olduğunuz için. Teşekkür ederim, bize bir şans verdiğiniz için.

 

 

 

Bir sonraki bölüme kadar, sağlıcakla kalın.

Bölüm : 02.02.2025 22:31 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Estrella / SANGRE ROJA / 54. Bölüm: İntikam (1. Kitap Finali)
Estrella
SANGRE ROJA

99.74k Okunma

8.81k Oy

0 Takip
77
Bölümlü Kitap
GİRİŞ1. Bölüm: Sangre Roja2. Bölüm: Operasyon3.Bölüm: Hastane4.Bölüm: Geçmişin Acılı İzleri5. Bölüm: Verilen İlk Şans6. Bölüm: Begah Karan7. Bölüm: Evin Prensesi8. Bölüm: Kardeş9. Bölüm: Doğum Günü10. Bölüm: İkizim11. Bölüm: Havaalanı📢DUYURU📢12. Bölüm: Bağ13. Bölüm: Mavili14. Bölüm: Yoldan Geçen Biri15. Bölüm: AlyaKarakter Tanıtımı-116. Bölüm: İçtima17. Bölüm: Yalancı18. Bölüm: İnternational Capture Organization19. Bölüm: Anne20. Bölüm: Bilinmeyen Zamanlar21. Bölüm: Sus22. Bölüm: Aile YemeğiD.T.’den Sevgilerle23. Bölüm: Bomba24. Bölüm: Baba25. Bölüm: Arslanlar26. Bölüm: Üsteğmen Kırşan27. Bölüm: Kod Adı, Kızıl GölgeKİTAP KAPAĞI28. Bölüm: İmha Timi29. Bölüm: Baskın30. Bölümden Alıntı30. Bölüm: Operasyon Adı, Yok Et31. Bölüm: Esir32. Bölüm: Ölümün İntikamı33. Bölüm: Patlama34. Bölüm: Acının Gözyaşı35. Bölüm: Nabız36. Bölüm: Yüzbaşı37. Bölüm: Küçük Kız38. Bölüm: Karanlar39. Bölüm: Mavilim40. Bölüm: Küçüklüğümün Sözleri41. Bölüm: İs Kokusu📢42. Bölüm: Miraç43. Bölümden Alıntı43. Bölüm: Khatar44. Bölüm/Part144. Bölüm/Part245. Bölüm: Sarı Elbise46. Bölüm: Mesaj47. Bölümden Alıntı47. Bölüm: Acı48. Bölüm: Yemek49. Bölüm: Kurabiye50. Bölüm: Şüphe51. Bölüm: İsteme52. Bölüm: Geri Dönüş53. Bölüm: Pusu54. Bölüm: İntikam (1. Kitap Finali)MUTLAKA OKUYUN55. Bölüm: Al Bayrak56. Bölüm: Ölüm Birliği57. Bölüm: Birlikler, Kategoriler, Bölgeler58. Bölüm: Kırk Dokuz Gün59. Bölüm: Kurtuluş60. Bölüm: Kırşan61. Bölüm: Ragnar62. Bölüm: Video63. Bölüm: Bilinç Hattı64. Bölüm: Ejder Timi65. Bölüm: 14. Yaş ve 52 Gün66. Bölüm: Plaka
Hikayeyi Paylaş
Loading...