65. Bölüm

52. Bölüm: Geri Dönüş

Estrella
birbakipcikiyorumm

⭐️Bölümümüzü yıldızlamayı ve yorum yapmayı unutmayınız⭐️

 

.

.

.

 

 

3 hafta sonra

 

Armina'nın anlatımıyla,

 

 

"Yüzbaşı Armina Kırşan, Bursa. Emredin komutanım." sert sesim, Paşanın odasında yankılandı.

 

"Otur, Yüzbaşı." komutuyla oturdum. Ellerimi avuç içlerim bacaklarımı kapatacak şekilde kucağıma yerleştirdim.

 

Bakışlarım Paşamın üzerindeydi, o ise bana arkası dönük bir şekilde camdan dışarıyı izliyordu. Geçen hafta iznim bitmiş, göreve geri dönmüştüm. Uzun bir süreden sonra bu kadar uzun bir izin kullanmak, çok iyi gelmişti. Ecelden hala haber yoktu, endişem artık hat safadaydı.

 

"Yüzbaşı,"

 

"Emredin komutanım." dedim sert bir sesle.

 

"Soyadın?" dedi sorarcasına.

 

"Komutanım," dedim ilk başta ne diyeceğimi bilemeyerek.

 

"Seni asla zorlamam, bunu biliyorsun fakat neden?" dedi.

 

"Komutanım..." dedim. Derin bir nefes aldım ve konuşmaya devam ettim.

 

"Albay Ahmet Kırşan, benim babam komutanım. Benim bugünkü ben olmamı sağlayan kişi. Eğerki o bana yeni bir ad ve soyad vermeseydi ben bugün burada olamazdım belki de. Benden şimdi bu soyadı bırakmamı istiyorsunuz. Bende ailemin soyadını almayı çok isterim ama anlamıyorsunuz..." derin bir nefes aldım.

 

"Anlıyorum, evlat. Sen onun kızısın. Bu her halinden belli." dedi. Gülümseyerek onu onayladım.

 

"Komutanım, annem babam. Uğurlarına ölürümde, öldürürümde. Ama dediğiniz gibi, ben Albay Ahmet Kırşan'ın da kızıyım. Böyle büyüdüm, şimdi ise Korkmaz olarak yeniden başlamaya gücüm yok." dedim. Beni anlamasını umuyordum.

 

"Hazır olduğunda o zaman." dedi Paşa. Bir dakikalık bir sessizliğin sonunda konuştu.

 

"Başka nir şey yoksa, çıkabilirsin." Ayağa kalktım, esas duruşa geçip başımla selam verdikten sonra odasından çıktım. Kendi odama doğru ilerlerken Kerem'i gördüm.

 

"Kerem," sesimi duyunca hızla esas duruşa geçti.

 

"Emredin komutanım."

 

"Alaca'ya söyle, bahçede beni beklesinler."

 

"Emredersiniz." dedi ve baş selamı vererek uzaklaştı. Yürümeye devam ettim. Odamın önüne gelince kapıyı açtım ve içeri girdim. Masama geçip Saldırı Timinin operasyon raporunu incelemeye başladım. Bir kaç dakikalık bir inceleme sonrasında aksi bir durum olmadığına kanaat getirdim ve sisteme girilmesi gereken bilgileri girdim. İşim bittiğinde belgeyi elime aldım ve aynamın karşısına geçtim. Omzumdaki üç yıldızı görünce gülümsememe engel olamadım. Yüzbaşı Kırşan.

 

Odamda işim bitince odamın ışıklarını kapattım ve Albayımın odasına doğru ilerlemeye başladım.

 

Odanın önüne gelince Albayın postası hazır ola geçti.

 

"Emredin komutanım."

 

"Albay müsait mi Cenk?" dedim sorarcasına.

 

"Geldiğinizi haber vereyim komutanım." dedi ve kapıyı tıklatarak içeriye girdi. Bir dakika kadar sonra Cenk odadan çıktı.

 

"Albayım sizi bekliyor komutanım." dedi. Başımla onu onayladım ve kapıyı açarak içeri girdim. Arif Albayım, masasında oturuyordu.

 

Masanın önüne gelince esas duruşa geçtim ve konuştum.

 

"Yüzbaşı Armina Kırşan, Bursa." dedim. Sonrasında dosyayı Albayıma uzattım.

 

"Komutanım, Saldırı Timinin operasyon dosyası." Dosyaya baktı ve elimden aldı.

 

"Sağ ol Yüzbaşı." dedi.

 

"Komutanım,"

 

"Hayır, kızım. Haber yok." dediğinde başımla onu onayladım.

 

"Unutma, yarın sabah yedide görev var."

 

"Emredersiniz."

 

"Başka bir şey yoksa?" dedim.

 

"Çıkabilirsin." dedi o da. "İzninizle."dedikten sonra başımla hafif bir selam verdim ve odasından çıktım. Bahçeye doğru ilerlemeye başladım.

 

Binadan çıktığımda Alaca'nın çardakta oturduğunu gördüm. Yanlarına doğru ilerlediğim sırada Banu beni fark etti ve ayağa kalktı.

 

"Dikkat!" dedi. Hepsinin bakışları bana döndü ve yan yana dizildiler. Yanlarına ulaşınca konuştum.

 

"Rahat, oturun." hepsi oturdu.

 

"Nasılsınız komutanım?" dedi Emre.

 

"Sağ ol, iyiyim." dedim.

 

"Araz,"

 

"Emredin komutanım."

 

"Alaca'daki herkesin telefon numaralarını bana mesaj olarak at."

 

"Emredersiniz." dedi ve cebinden telefonunu çıkarttı. O numaraları bana gönderirken konuştum.

 

"Yarın sabah altı da hepiniz burda olun. Görev var."

 

"'Emredersiniz komutanım!"' dediler hep bir ağızdan.

 

"Ben gidiyorum, siz takılın. Yediye kadar ayrılmayın Tugaydan, giderken de bana haber verin." dedim. Bakışlarım abime döndü.

 

"Abi siz eve geçin, nöbetim var." dedim. Hepsinin kaşları çatıldı.

 

"Komutanım sizin nasıl nöbetiniz var?" dedi Bartu.

 

"Albay yazmış, bilmiyorum aslanım." dedim. Anladım anlamında başını salladı. Bakışlarımı abime çevirdim.

 

"Abi, annemlere haber verirsiniz."

 

"Tamam abisi." dedi o da gülümseyerek. Güldüm.

 

"Hadi görüşürüz." dedim ve ayaklandım. Arkamı döndüm ve ilerlemeye başladım. Binadan içeri girdim ve hiç kimseye görünmeden odama ilerledim. Odamın ışıklarını açtım ve masama yöneldim.

 

Masamın başına geçtim ve tüm dosyaları önüme çekip dosyalarla uğraşmaya başladım.

 

 

 

⚔️

 

 

Saatler geçmişti, ben dosyaları hala bitirememiştim. İncelemem gereken son bir dosya kalmıştı. Bakışlarımı o dosyaya çevirdim. Dosyanın kapağını açtığım sırada kapım tıklatıldı. Dosyanın kapağını kapattım ve konuştum.

 

"Gel." kapı açıldı. Yazgı karşımdaydı.

 

"Teğmen Yazgı Yılmaz, Adıyaman."

 

"Söyle Teğmenim." dedim.

 

"Komutanım, izninizle biz çıkıyoruz." dedi.

 

"Tamam Yazgı, çıkın. Yarın yedi de burda olun, geç kalanı yakarım." dedim.

 

"Emredersiniz." dedi. Başıyla küçük bir selam verdi ve odamdan ayrıldı. O odadan çıkınca bende dosyaya geri döndüm.

 

Yaklaşık 10 dakika kadar sonra işim bitince masamdan kalktım ve telefonumu elime aldım. Işıkları kapattıktan sonra odamdan çıktım. Kantine doğru yürümeye başladım. O an aklıma gelen kişi gülümsememe sebep oldu. Kantinde bir yere oturdum ve tekefonumu elime aldım.

 

 

Kağan A.

 

 

Napıyosunn

 

Mesajı yazdıktan sonra telefonumu kapattım ve gördüğüm bir askere elimle gel gel işareti yaptım. Yanıma geldi, esas duruşa geçti.

 

"Asteğmen Ferda Seven, Muş. Emredin Yüzbaşım." dedi.

 

"Bana çay kap gel Asteğmen."

 

"Emredersiniz komutanım." dedi ve uzaklaştı. Ben karşımı izlerken telefonuma gelen bildirimle hızla telefonumu elime aldım.

 

İyiyim güzelim, oturuyoruz. Sen?

 

 

Bende kantindeyim.

 

Bekle geliyorum.

 

Kağan... Bana güvende hissettiriyordu. Onun yanında çok rahattım, mutluydum. Bu 3 haftalık süre içersinde her gün istisnasız görüşmüştük. Zaten görüşmeden yapamıyordum, bana ne oluyordu bilmiyorum ama ona inanılmaz şekilde bağlanıyordum.

 

Bakışlarımı telefonumdan çektiğimde Asteğmen elinde çayla yaklaştığını gördüm. Masanın yanına gelince çayı masaya bıraktı.

 

"Buyrun komutanım." dedi.

 

"Sağ ol, bir çay daha kap gel zahmet olmazsa." dedim bende. Gülümsedi.

 

"Ne zahmeti komutanım," dedi ve yine uzaklaşmaya başladı. Bakışlarım istemsizce kafeteryanın kapısına çevrildiğinde Kağan'ın buraya doğru yaklaştığını gördüm. Asteğmen elinde çayla buraya yaklaşırken onun yanında minicik kalmıştı. Oysa neredeyse benimle aynı boyda, aynı heybetteydi. Bizde mi böyle görünüyorduk?

 

İkiside buraya yaklaştığı sırada Kağan sandalyeyi çekti ve oturdu.

 

"Çayı,"

 

"Doktorun, Asteğmen." dedim. Çayı Kağan'ın önüne bıraktı ve uzaklaştı.

 

"Özledin mi bakalım?" dedi Kağan. Güldüm.

 

"Çok," dedim o'yu uzatarak. Güldü. Dalga geçtiğimi sanmıştı ama ben çok ciddiydim.

 

"Neler yaptın bensiz?" dedi. Kollarını göğsünde bağlamıştı. O an fark ettiğim ayrıntı gülmeme sebep oldu.

 

"Farkında mısın? Biz liseli aşıklar gibi hep kafede buluşuyoruz." dedim gülerek. Çayımdan bir yudum almak için bardağı ağzıma yaklaştırdım fakat çok sıcaktı. Biraz soğuduktan sonra içsem daha iyi olurdu. Çayı masaya bıraktım.

 

"Başka nerde buluşmak isterdin?" dedi çapkın bir tavırla. Direklerimi masaya koydum ve çenemi ellerime yasayarak alttan alttan ona baktım.

 

"Bilmem? Sen nerde buluşmak isterdin?" dedim. Sesim istemsizce kısılmıştı.

 

"Hiç kimsenin olmadığı bir yerde." dediği sırada istemsizce etrafı kontrol ettim.

 

"Kağan," dedim a'yı uzatarak.

 

"Mavilim," dedi i'yi uzatarak.

 

"Bahçeye mi çıksak?" dedim. Başıyla beni onayladı. Çayımı alacağım sırada benden önce davranarak çayımı aldı ve kendi çayını da aldıktan sonra ayaklandı. Bende ayaklandım ve bahçeye doğru ilerlemeye başladık. En kuytu köşedeki banka doğru ilerlemeye başladım. O ise arkamdan geliyordu. Bankın yanına gelince banka oturdum. Oda hemen yanıma oturdu. Çayımı bana uzattı.

 

"Teşekkür ederim." dedim. O ise sadece tebessüm etti.

 

"Bugün çok sıkıcıydı biliyor musun doktor. Dosyadan başka işim yoktu!" dedim sitemle.

 

"Yaa," dedi dalga geçercesine. Omzuna vurdum sertçe fakat o bir milim bile kıpırdamadı.

 

"Dalga geçme! Gerçekten çok sıkıcıydı." dedim sinirle.

 

"Yaa," dedi yine. Yüzüne sinirle baktım.

 

"Kağan," dedim a'yı uzatarak. Bir kaç dakika dessizlik oldu. Çayımı yere bıraktım ve başımı göğsüne yasladım.

 

"Saçlarımla oynasana," dedim. Bir kaç saniye sonra ellerini saçlarımda hissettim. Huzurluydum, hem de çok.

 

Kaç dakika o saçlarımla oynadı, bense huzurla onun göğsünde kaldım bilmiyorum. Ama bir anda aklıma gelenlerle hissettiğim huzur yok oldu. Bir kasvet kapladı içimi.

 

"Kağan," diye mırıldandım o saçlarımla oynamaya dalmışken.

 

"Hm?" diye cevap verdi.

 

"Ben askerim biliyorsun değil mi?"

 

"Evet mavilim?" dedi. Neden böyle bir şey söylediğimi anlayamamıştı.

 

"Her an vurulabilirim, sakat kalabilirim hatta yatalak olabilirim." dedim. Ona bunu yapmak istemiyordum. Onu üzmek istemiyordum. İsteyerek veya istemeyerek.

 

"Hatta, öleb-" Saçlarıma bir buse kondurduğunda cümlemin devamını getiremedim. Yüzüme doğru eğildi.

 

"Ben de doktorum biliyorsun değil mi?" dedi. Cevap vermedim, sadece gözlerimi kapattım. O saçlarımı okşarken ben onun huzur veren kollarının arasından hiç çıkmamak istiyordum. Konuşmak istemiyordum, o konuşsundu. Onun sesini dinlemek istiyordum. Onun sesiyle yaşamak ve onun sesiyle ölmek.

 

"Her an seni iyileştirmek için yanında olacağım güzelim. Ben senin gözlerine, ağzından çıkan her bir kelimeye, o ipek gibi saçlarına, yumuşacık kalbine, her ne kadar sert biri olsanda içindeki o küçük kız çocuğuna kendimi adamışken senin bunları düşünmen canımı sıkıyor. Ölürsek beraber, yaşarsak beraber. Daima yanındayım."

 

"Hayır, ölürsek beraber değil. Yaşarsak beraber. Bak, eğer şehit düşersem-"

 

"Armina kapat şu konuyu, lütfen." Başımı göğsünden kaldırdım. Yüzünü avuçlarım arasına aldım. Gözlerinin içine baktım. Gözlerimiz birbirine kenetlenmişti.

 

"Kağan, dinle beni lütfen." ses çıkarmadı. Bende konuşmaya başladım.

 

"Bak doktor, eğer ki bir gün şehitlik mertebesine ulaşırsam, sakın ağlama. Dik tut başını, şehidin arkasından ağlanmaz. Gurur duy benimle." dedim. Ve zorlanarak cümlemin devamını getirdim.

 

"Yaşa Kağan, yaşa. Aşık ol, baba ol, mutlu ol. Yaşa, hepiniz yaşayın." Bir an onun başka birini sevdiği geldi. Onunla sarıldığı, çocukları olduğu. Fakat bencilliği bir kenara bıraktım ve devam ettim.

 

"Sev birini Kağan, sevgisiz yaşamak çok zor." dedim. Gözlerimin içine bakıyordu, gözlerinin içine bakıyordum. Yüzünü yüzüme biraz daha yaklaştırdı.

 

"Bu kalp senin için atarken, bu kalbe başkasını alabileceğimi mi düşünüyorsun gerçekten?" dedi. Sesi sertti.

 

"Kağan," dedim. İç çektim ve devam ettim.

 

"Eğer ki ölürsem," dedim. Diyemedim en büyük korkum, toprağın altına girmek. Dilim varmadı. Ama söylemem gerekiyordu, tek başıma kalırsam çok korkardım ben.

 

"Naaşım olsun ya da olmasın." dedim. Zar zor yutkundum, bzoğazımdaki yumru konuşmama engel oluyordu. Beni susturmak ister gibi bakıyordu gözlerime. Üzüyordum işte, benim yüzümden üzülüyordu. Düşüncelerimi bir kenara kaldırdım. Kendimi toparladım ve konuştum.

 

"Beni ilk gece yalnız bırakma olur mu? Ben çok korkarım." dedim. Öyle bir bakıyordu ki gözlerime. Bir çok duygu vardı gözlerinde. Acı, çaresizlik... Fakat bunları söylemem gerekiyordu. Konuşmamız gerekiyordu. Bu yüzden devam etti.

 

"Mavilim," dedi. Gözlerinde çaresizlik, sesinde ise ızdırap vardı.

 

"Benim en büyük korkum bu, Kağan. Lütfen sadece dediğimi yap." dedim. İlk kez birine en büyük korkumu dile getirdim. Zordu, çok zordu. Başka bir şey söylemeden ellerimi yüzünden çektim ve başımı göğsüne geri yasladım. Konuşacağını hissedince fısıldadım.

 

"Konuşma Kağan, lütfen." dedim. Konuşmamalıydık. Bu kadar konuşmak yeterdi. Ben onun huzur veren kokusuyla uyumak istiyordum sadece.

 

O korumak istercesine beni kendine daha çok çektiğinde yüzümde küçük bir tebessüm belirdi. Gözlerimi kapattım. İçimdeki huzursuzluk kayboldu.

 

Yalnız kalmayacaksın. Diye fısıldadı iç sesim.

 

"Evet, o hep bizim yanımızda olacak." diye fısıldadım.

 

 

 

⚔️

 

 

 

"İCO, saldırılarını daha çok okullara çevirmeye başladı. Bunun sebebinin bünyelerine katacakları yeni kişiler yetiştirmek olduğuna hemfikiriz." dedi Albay, sonra ayağa kalktı.

 

"Sınır köylerinden birindeki ilkokula saldırı düzenleneceğine dair istihbarat aldık. Hangi okul olduğunu bilmiyorduk. Göreve dün gece çıkacaktınız fakat dün gece çıksaydınız saldırıdan vazgeçip başka bir yere yönelebileceklerinden dolayı Paşa bugün çıkmanızı uygun gördü. Ayrıca hangi okul olduğunu bulmamız epey uzun sürdü."

 

"Fakat az önce gelen istihbarata göre, saldırı Hakan Bayram İlkokuluna yapılacak. Amaçları öldürmek değil, canlı almak. Fakat orda görev yapan öğretmenleri yaşatacaklarını zannetmiyorum. Amacınız, öğretmenleri ve öğrencileri sağsalim buraya getirmek. Anlaşıldı mı asker!"

 

"'Anlaşıldı komutanım!"' dedik hep bir ağızdan.

 

"Çiziği olan dahi istemiyorum! On dakika içersinde pistte olun."

 

"'Emredersiniz."' dedik. Albay harekat odasından çıktı.

 

"İmha, teçhizat odasına." dedim ve masadan kalktım.

 

"'Emredersiniz komutanım."' dediler. Benim ayaklanmamla odadaki diğer askerler ayaklandı ve esas duruşa geçtiler. Başımla onlara selam verdim ve harekat odasından ayrıldım.

 

Teçhizat odasının önüne geldiğimde İmha da arkamdan geliyordu. İçeriye girdim.

 

Sohbet ede ede hazırlandıktan sonra piste doğru ilerlemeye başladık.

 

"Komutanım, komutanım duyuyor musunuz beni?" bakışlarım Bartu'ya döndü.

 

"Duymadım aslanım."

 

"Komutanım Ecelden bir haber var mı demiştim ama,"

 

"Yok." diye sertçe sözünü kestim. Piste geldiğimizde Albayı görünce konuştum.

 

"Dikkat." dedim ikaz edercesine. Hepsi sus pus oldu.

 

"Allah yar ve yardımcınız olsun çocuklar." dedi Arif Albay.

 

"Sağ ol."' hep bir ağızdan konuştuk. Sonra herkes sıra sıra helikoptere binerken Albayım beni durdurdu.

 

"Emredin komutanım." dedim.

 

"Kızım, dikkatli olun."

 

"Merak etmeyin komutanım." dedim. Gülümsedi. Başımla ona selam verdim ve bende helikoptere bindim.

 

Yaklaşık 40 dakikalık bir yolculuğun sonunda varış noktamıza geldik. Hepimiz sırayla helikopterden indikten sonra söze girdim.

 

"2 km kadar doğuya yürüyeceğiz."

 

"Emredersiniz komutanım." dediler ve yürümeye başladık.

 

Onlar arkada sohbet ederek yürürken ben tek başıma en önde yürüyordum. Bana yaklaşan birini hissedince arkama döndüm. Abimdi.

 

"Komutanım," dedi.

 

"Sivile geçebilirsin." dediğimde bana iyice yaklaştı.

 

"Abim," dedi. Bakışları üstümdeydi, hissediyordum. Fakat ona çevirmedim bakışlarımı.

 

"İyiyim." dedim.

 

"Abim, Ecel-"

 

"Haber yok. Bilmiyorum." dedim.

 

"Sağsalim dönecekler Allahın izniyle." dediğinde onu başımla onayladım. O konuşacağı sırada telsizimden bir ses yükseldi.

 

"İmha1," telsizden gelen sesi duyunca telsizi elime aldım.

 

"İmha1 dinlemede."

 

"Ne durumdasınız?" dedi karşıdan gelen Hakkı'nın sesi.

 

"On dakikalık yolumuz kaldı Üsteğmen."

 

"Anlaşıldı komutanım." dedi. Telsizi tekrar yerine taktım. Yürümeye devam ettik. İmha arkada sohbet ederken ben ve abim sessizdik. Okula yaklaşınca abime döndüm. Dikkatle bana bakıyordu.

 

"Abi, gerçekten iyiyim." dedim. Beni kafasıyla onayladı. Fakat içten içe onaylamadığını biliyordum. Adımlarımı durdurdum ve arkamı döndüm.

 

"İmha, yaklaştık. Alan tepelik, bu bizi avantajlı konuma getiriyor. Şimşek, Korkmaz ve ben. Uzak mevzi alıyoruz. Çetin, Aslan, Keskin, Yılmaz, Üsteğmen Korkmaz siz yakın mevzi alın. Çetin, Aslan siz 50 metreye mevzilenin. İçeriye siz gireceksiniz. Biz keskin nişancılar burdayız. Destek gerektiği taktirde Keskin, Yılmaz ve Üsteğmen Korkmaz yanınıza gelecek." sözlerimi bitince derin bir nefes aldım. Bakışlarımı timin üzerinde gezdirdim. Sonra kaldığım yerden devam ettim.

 

"Yakın mevziden içeriye geçin emri gelmeden ayrılmayacaksınız. Siz içeriye geçtiğinizde arkanızdan biz yakın mevzi alacağız. Korkmaz," dedim. Bakışlarımı abime çevirdim.

 

"Bir şey olursa, emir komuta sende."

 

"'Komutanım,"' dediler aynı anda. Güldüm.

 

"Bir şey olacağından değil, önlem. Allahın izniyle sağsalim döneceğiz. Anlaşılmayan bir şey?" bakışlarım hepsinin üstünde gezindi.

 

"'Yok komutanım!"' dediler hep bir ağızdan.

 

"Harika, teçhizat kontrolü yapın, eksiğiniz var mı?" dediğimde hepsi sırt çantalarındakileri ve silahlarını kontrol etmeye başladı. Bende çantamı sırtımdan indirdim. Sniper rifle'ımı kontrol ettim. Her hangi bir sıkıntı olmadığına kanaat getirince çantamdakileri kontrol ettim.

 

Hiç bir eksiğim yoktu. Çantamı kapattım ve sırtıma geri taktım. Bakışlarım İmha'ya döndü.

 

"İmha, var mı eksik?" dedim.

 

"'Yok komutanım!"' dediler aynı anda.

 

"Allah yar ve yardımcınız olsun. Şimşek. Korkmaz benimle gelin." dedim. İkisi yanıma geldiler.

 

"Üsteğmen, emrimi bekleyin." dedim.

 

"Emredersiniz komutanım." dedi abim. Onlar uzaklaşmaya başlayınca konuştum.

 

"Şimşek, sen okulun sağ çaprazına uygun bir yere konumlan. İki yüz metre civarı bir uzaklığın olsun." dedim. Başıyla beni onayladı.

 

"Korkmaz, sol çapraz senin. Yaklaşık İki yüz metreye konumlan. Arka tarafı da görebilecek şekilde."

 

"Emredersiniz." dedi.

 

"Telsizleri açık tutun." dedim. İkiside beni başıyla onayladı.

 

"İkiz, dikkat et." dedi Araz.

 

"Sende, Araz." dedim.

 

"Emre,"

 

"O iş bende komutanım." dediğinde gülümsedim. Kendi mevzime doğru sessiz adımlarla ilerlemeye başladım. Okulun girişinin önünden yaklaşık üç yüz metre uzaklığa yerleşecektim. Abimlerse yüz-yüz elli metreye mevzi alacaklardı. Gelmem gereken yere geldiğimde etrafımdaki sesleri dinledim. Ne gelen vardı, ne de giden. Kendimi çalıların arasına kamufle ettim, silahımı konumlandırdım. Hazır olduğumda telsizimi çıkarttım.

 

"İmha1 konuşuyor."

 

"Yuva dinlemede."

 

"Mevzi aldık, hareket bekliyoruz."

 

"Anlaşıldı." dedi Hakkı Üsteğmen. Bu telsizi kenara koydum ve İmha'yla olan telsizi elime aldım.

 

"Herkes mevzi aldı mı?" diye sordum.

 

"Ben aldım komutanım." dedi Araz.

 

"Bende komutanım." diye devam etti Emre.

 

"Biz hepimiz mevzideyiz komutanım." dedi abim.

 

"Tamam, uzun sürebilir. Hareketlilik olana kadar mevziden ayrılmayın."

 

"'Anlaşıldı."' dediler hep bir ağızdan.

 

Yaklaşık yarım saatlik bir bekleyişin sonunda uzaktan gelen 60-70 kişi gördüm. Telsizi aldım ve konuştum.

 

"Yaklaşık 1 km uzaklıktan, Kuzeydoğu yönünden 60-70 kişilik bir grup yaklaşıyor. Şimşek, içlerinde önemli bir isim var mı?" dedim. Onlar o tarafa bakarken ben diğer telsize konuştum.

 

"İmha1 konuşuyor."

 

"Yuva dinlemede İmha1."

 

"Hedef saptandı. Operasyonu başlatıyoruz."

 

"Kolay gelsin Yüzbaşım."

 

"Sağ olun Üsteğmenim." dedim ve bu telsizi kapatarak belime taktım. Sürünerek biraz öne ilerledim. Silahımın dürbününden karşı tarafı izliyordum.

 

"Komutanım, tanıdık bir sima göremedim. Lakin başka bir grup daha olabilir." dedi. Haklıydı, olabilirdi.

 

"Anlaşıldı Şimşek. Herkes kendi görüş açısına baksın. Gelen gruptan başka bir grup gören olursa söylesin." dedim ve silahımın dürbünüyle çevremi incelemeye başladım. O sırada Araz'ın sesi duyuldu.

 

"Komutanım kalabalık başka bir grup yok ama, 4 kişilik bir grup ortalarında Teka'nın sağ koluyla buraya yaklaşıyor." dediğinde sürünerek Araz'ın mevzi aldığı yöne doğru döndüm ve silahımın dürbünüyle o tarafa baktım.

 

Evet, haklıydı. Teka'nın en sağlam adamlarından Necati, dört kişiyle bu tarafa doğru yaklaşıyordu. Sürünerek kendi mevzime geri döndüm ve telsize konuştum.

 

"Aslan, Çetin içeriye girin. Öğrencilerin ve öğretmenlerin okuldan çıkmasına izin vermeyin. Zaten üç öğretmen, 90'a yakın öğrenci varmış. 3 şube varmış okulda yalnızca. Önemli bir şey olmadıkça konuşmayın, eğer içimizden biri vurulursa ve telsizlerden biri itlerin eline geçerse sizin içerde olduğunuz öğrenilmesin." dedim.

 

"Emredersiniz." dediler. Onlar en yakın mevzidelerdi, 50 metreye mevzilenmişlerdi. Dürbünümle onları izlemeye başladım. İçeriye girdiklerini görünce etrafı incelemeye devam ettim. O sırda telsizimde bir ses duyuldu.

 

"Komutanım, içerdeyiz." Teğmen Aslan cümlesini bitirince konuştum.

 

"Tamam, sivilleri dikkatlice uyarın. Anormal bir durum olmasın. Dışarıdan yaklaşanlar içerde bir şeyler olduğunu anlamasın. Onları alabileceğiniz en güvenli yere alın."

 

"Emredersiniz." diyen sesi duyuldu Ceyda'nın.

 

"İmha, atışımla başlıyoruz." diye mırıldandım.

 

"Araz, sakın Necatiyi vurma. O bize canlı lazım. O tarafa hiç karışma. Mevzi yönünü değiştir ve kalabalık gruba sık."

 

"Emredersiniz." sesi yankılandı.

 

"Hiç kimse Necati'nin olduğu tarafa sıkmasın. O adamı canlı ele geçirmemiz lazım." dedim. Vereceğim emirler bittiğinde silahıma odaklandım. Karşıdan gelen itlerden birinin tam alnının çatını hedef aldım, derin bir nefes aldım ve tetiği çektim. Adam saniyeler içersinde yere yığılırken hepimiz ateş etmeye başlamıştık.

 

60-70 kişilik gruptan geriye 30-40 kişi kaldığında kalanlar buldukları kayaların, ağaçların arkalarına geçtiler. Bize sıkmaya çalışıyorlardı ama o biraz zordu. Daha nerde olduğumuzu bile anlayamamışlardı.

 

"Araz, gelen başka grup var mı?" dedim. Bir kaç saniye sonra cevap geldi.

 

"Komutanım, bu kez Kuzeybatı yönünden bir grup yaklaşıyor. Ayrıca Necati ve yanındakiler görüş alanımdan çıktı."

 

"Tamam, ateşi sakın kesmeyin." dedim.

 

"'Emredersiniz."' dediler. Telsizi kenara koydum. ve nişan aldım. Ateş ettim, adam yere yığıldı. Bir tane daha, bir tane daha derken ilk grubu neredeyse bitirmiştik.

 

"Komutanım neyiz biz? Avengers kahramanı falan mı?" diyen Şimşek'e hepimiz güldük.

 

"Tabii oğlum, Özel Kuvvetleriz biz. Avengers getir götürümüzü yapar." dedi Banu. İkisinin sözlerine hepimiz güldük. Bir atış daha yaptıktan sonra bu şarjörde bitince kalan mermilerimi kontrol ettim. Daha çoktu.

 

"İmha, mermi durumunuz nedir? Yetmeyecek olan var mı?" bir kaç saniyelik bir sessizlik oldu. Ateş etmeye hala devam ediyorduk, çünkü arkadan gelen grup da yaklaşmıştı. Gelenlerde bize sıkıyordu ama nereye sıktıklarını bilmeden, rastgele atış yapıyorlardı.

 

Telsizden İmha'nın sesi duyuldu. "'Yok komutanım!"' dediler aynı anda.

 

"Güzel," diye mırıldandım.

 

"Mevzinizi Kuzeybatı yönüne çevirin. Yeni gelen gruba selam vermeyelim mi?" dediğimde hepsi güldü. Yine benim atışımla ateşe başladık. Ateşi kesmiyor, onlara nefes dahi aldırmıyorduk. Yerler it leşiyle dolmuştu. Bu manzara gülümsememe sebep oldu.

 

Dakikaların sonunda gelen ikinci grubuda bitirdiğimizde derin bir nefes aldım. Ortalıkta kimse kalmamıştı.

 

"Bu kadar kolay olmamalıydı..." diye fısıldadım. Bu işte bir şey vardı, ama... Her neyse.

 

"Komutanım, başka gelen kimseyi göremiyorum." Şimşek'in sesiyle düşüncelerimden sıyrıldım.

 

"Anlaşıldı. Etrafı son kez kontrol edelim. Sonra dikkatli bir şekilde okula geçeriz." dedim. Sonra aklıma gelenlerle konuştum.

 

"Aslan, ne durumdasınız?" dedim. Ses gelmedi.

 

"Aslan, Çetin?" dedim. Yine ses gelmedi.

 

"İmha, etrafı kolaçan edin. Biri var mı iyice bakın." dedim. Sonra bir kez daha konuştum.

 

"Aslan, Çetin. Beni duyuyor musunuz?" yine ses gelmedi. Uzun bir sessizlik oldu.

 

"Bu işte bir bok var ama," dedim. İhtimalleri sıralamaya başladım. O an zihnimde Araz'ın sesi yankılandı.

 

"Ayrıca Necati ve yanındakiler görüş alanımdan çıktı."

 

"Siktir," dedim.

 

Operasyondan haberleri vardı.

 

Tugayda hain vardı.

 

Operasyon kulaklarına gitmişti, önceden önlem almışlardı. Kahretsin! Her şeyi biliyorlardı! Bu gelen gruplar, bizi oyalamak için önümüze attıkları yemlerdi. Necati de bize bile bile görünmüştü, bu eylemin gerçek olduğuna inanalım diye. Eğer yetkili biri olmasaydı bir oyun döndüğünü anlamamız daha olasıydı. Olayın şokundan çıktım, hızla telsizimi elime aldım ve konuştum.

 

"İmha, tuzağa düştük! Geleceğimizi biliyorlardı! Tugayda hain var! Teğmen Korkmaz ve Şimşek, mevziden ayrılmayın. Diğerleri, yanınıza geliyorum."" dedim.

 

"'Emredersiniz."' dediler. Etrafa son kez baktıktan sonra yattığım yerden kalktım ve Abimlere doğru ilerlemeye başladım. Etrafıma baka baka, çok dikkatli bir şekilde ilerliyordum. Tetikteydim. Araz ve Emre yukardan bizi koruyordu ama ben yine de tetikteydim.

 

Beş dakika kadar sonra yanlarına geldim; anlaşılan o ki üçü de mevzilerinden ayrılmış, bir yerde toplanıp beni beklemişlerdi.

 

"İmha, gidelim." dedim. Hepsi başıyla beni onayladı. Okula doğru ilerlemeye başladık. Hiç birimizden çıt çıkmıyordu. Sessizdik.

 

Okula iyice yaklaştığımızda telsizi çıkarttım ve konuştum.

 

"Emre, Araz sizde." dedim.

 

"'Merak etmeyin komutanım."' dediler aynı anda. Bakışlarımı İmha'ya çevirdim. En azından yanımdakilere.

 

"İmha, hazır mısın?" dedim.

 

"'Her zaman komutanım."' dediler hep bir ağızdan. Telsize konuştum.

 

"Tehlike var mı?" dedim. Emre konuştu.

 

"Yok komutanım, ne çevrede ne de okulda herhangi bir hareketlilik yok." dedi.

 

"Bende göremiyorum komutanım." dedi Araz.

 

"Anlaşıldı." dedim ve telsizi belime taktım. Silahımı havaya kaldırdım.

 

"İmha, hazır." dedim. Hepsi silahlarını atış pozisyonuna getirdi. Okulun kapısının önüne gelince durdum. Arkamdaki timime baktım.

 

"Son kez soruyorum, hazır mısınız?"

 

"Her zaman komutanım." dediler. Önüme döndüm ve kapıyı ittirdim. Kocaman, bomboş bir koridor karşıladı beni. Hem enine, hem de boyuna oldukça geniş bir alandı.

 

Yavaş adımlarla içeri girdim. Silahımı kafamla senkronize bir şekilde çevirerek, etrafı kontrol ederek ilerliyordum. Arkamdan da sırasıyla abim, Yazgı ve Banu geliyordu. Sıra sıra üm sınıfları, kontrol ettik. Lavaboları, temizlik odasını, küçük kantini... Kısacası okulun her yerini. Fakat hiç kimse yoktu. Geldiğimiz kapının önüne geri gelmiştik. Etrafımıza bakınmaya başladık.

 

"Kimse yok," diye fısıldadım. Bakışlarım sola çevrildi. Duvar yıkılmıştı, içeride ise cılız bir ışık vardı.

 

"Burayı şimdi fark etmiş olamayız öyle değil mi?" dedi abim.

 

"Burdan," diye fısıldadım. Duvarın önüne gelince dikkatlice içeriye adımladım.

 

"Burası ne?" dedi Yazgı. Sesinde bariz bir şaşkınlık vardı.

 

"Bilmiyorum, ama burda hiç iyi şeyler dönmüyor." dedi Banu. Biraz daha ilerlediğimde karşımda uzun bir merdiven vardı. Aşağıya iniyordu. Kaşlarım çatıldı. Burada ne haltlar dönüyordu?

 

"Sessiz olun." dedim ve aşağıya doğru yavaş yavaş inmeye başladım. Duvarlarda meşaleler vardı. Buraya kasvetli bir hava katıyordu.

 

"Ne dönüyor burda?" dedi abim. Kendi kendine mırıldanmıştı. Adımlamaya devam ettim.

 

Basamaklar başta betondandı. Fakat sonra bir anda ahşap basamaklar karşımıza çıkmıştı.

 

Hiç durmadan ahşap basamaklardan aşağıya inmeye başladık. Basamaklar her bastığımızda gıcırdıyordu. Olabildiğince az ses çıkararak iniyorduk.

 

Basamaklar bittiğinde bizi yalnızca bir meşalenin aydınlattığı, bomboş bir alan karşıladı.

 

"Bir şey görüyor musunuz?" diye fısıldadım. Hepimiz etrafımızı incelemeye başladık. Yavaş adımlarla ileriye doğru yürüdüm. Karşımda, bir kapı vardı.

 

"Buraya bakın," dedim fısıldayarak. Altın varaklı bir kapıydı. Elimi kapı koluna götürdüm ve kapıyı açmaya çalıştım, fakat açılmadı. Zorladım, yine olmadı.

 

"Kilitli burası," diye fısıldadım. Bura dda bizim sesimizden başka hiç ses yoktu, hiç.

 

"Komutanım, neler oluyor?" dedi Yazgı.

 

"Daha önce hiç böyle bir an yaşamamıştım. Sanki doğaüstü olayların olduğu bir yerde gibiyiz." dedi Banu.

 

"Haklısın," dedim bende. Gerçekten çok garip bir yerdeydik.

 

"Komutanım," dedi abim.

 

"Ne yapacağız?" dedi.

 

"Hiç bir fikrim yok. Düşünmem için biraz zaman verin." dediğim sırda arkamızdan gelen sesle hepimiz oraya döndük.

 

"İmha timi, sonunda karşılaştık."

 

 

 

⚔️

 

 

 

Merhabalar!

 

Nasılsınız, iyisinizdir inşallah!

 

Birinci kitap finaline çok az kaldı, aşırı heyecanlıyım💗

 

Kitabı düzenlemeye alacağım, aynı zamanda da bölüm yazacağım için bir sonraki bölümün gelmesi bir haftayı bulabilir fakat sizler için elimden geldiğince çabuk atmaya çalışacağım.

 

Anlayışınız için teşekkürler💞

 

Yazım hatalarım varsa, affola.

 

Bölüm hakkındaki düşünceleriniz👉🏻

 

Bir sonraki bölüme kadar, sağlıcakla kalın!

Bölüm : 28.12.2024 20:18 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Estrella / SANGRE ROJA / 52. Bölüm: Geri Dönüş
Estrella
SANGRE ROJA

99.74k Okunma

8.81k Oy

0 Takip
77
Bölümlü Kitap
GİRİŞ1. Bölüm: Sangre Roja2. Bölüm: Operasyon3.Bölüm: Hastane4.Bölüm: Geçmişin Acılı İzleri5. Bölüm: Verilen İlk Şans6. Bölüm: Begah Karan7. Bölüm: Evin Prensesi8. Bölüm: Kardeş9. Bölüm: Doğum Günü10. Bölüm: İkizim11. Bölüm: Havaalanı📢DUYURU📢12. Bölüm: Bağ13. Bölüm: Mavili14. Bölüm: Yoldan Geçen Biri15. Bölüm: AlyaKarakter Tanıtımı-116. Bölüm: İçtima17. Bölüm: Yalancı18. Bölüm: İnternational Capture Organization19. Bölüm: Anne20. Bölüm: Bilinmeyen Zamanlar21. Bölüm: Sus22. Bölüm: Aile YemeğiD.T.’den Sevgilerle23. Bölüm: Bomba24. Bölüm: Baba25. Bölüm: Arslanlar26. Bölüm: Üsteğmen Kırşan27. Bölüm: Kod Adı, Kızıl GölgeKİTAP KAPAĞI28. Bölüm: İmha Timi29. Bölüm: Baskın30. Bölümden Alıntı30. Bölüm: Operasyon Adı, Yok Et31. Bölüm: Esir32. Bölüm: Ölümün İntikamı33. Bölüm: Patlama34. Bölüm: Acının Gözyaşı35. Bölüm: Nabız36. Bölüm: Yüzbaşı37. Bölüm: Küçük Kız38. Bölüm: Karanlar39. Bölüm: Mavilim40. Bölüm: Küçüklüğümün Sözleri41. Bölüm: İs Kokusu📢42. Bölüm: Miraç43. Bölümden Alıntı43. Bölüm: Khatar44. Bölüm/Part144. Bölüm/Part245. Bölüm: Sarı Elbise46. Bölüm: Mesaj47. Bölümden Alıntı47. Bölüm: Acı48. Bölüm: Yemek49. Bölüm: Kurabiye50. Bölüm: Şüphe51. Bölüm: İsteme52. Bölüm: Geri Dönüş53. Bölüm: Pusu54. Bölüm: İntikam (1. Kitap Finali)MUTLAKA OKUYUN55. Bölüm: Al Bayrak56. Bölüm: Ölüm Birliği57. Bölüm: Birlikler, Kategoriler, Bölgeler58. Bölüm: Kırk Dokuz Gün59. Bölüm: Kurtuluş60. Bölüm: Kırşan61. Bölüm: Ragnar62. Bölüm: Video63. Bölüm: Bilinç Hattı64. Bölüm: Ejder Timi65. Bölüm: 14. Yaş ve 52 Gün66. Bölüm: Plaka
Hikayeyi Paylaş
Loading...