62. Bölüm

50. Bölüm: Şüphe

Estrella
birbakipcikiyorumm

⭐️Bölümümüzü yıldızlamayı ve yorum yapmayı unutmayınız⭐️

 

.

.

.

 

 

 

Şimdiki zaman

 

 

Armina'nın anlatımıyla,

 

Kaç dakikadır Asya'yla öyle oturuyorduk bilmiyorum. Gözyaşları dinmişti. Yalnızca sarılıyordu. O an aklıma gelenler hızla ayağa kalkmama neden oldu.

 

"Asya!" dedim telaşla.

 

"Noldu, noldu Armina abla?" dedi oda telaşla ve ayağa kalktı.

 

"Kurabiyeler!" derken aynı zamanda telaşla içeriye yürüyordum.

 

"Allah!" diye bağırdı ve o da arkamdan koşmaya başladı. Mutfağa girdiğimde mutfak mis gibi kurabiye kokuyordu. Kurabiye tepsisi masanın üzerindeydi. Ve tezgahta domates doğrayan biri vardı, annem.

 

Rahatlayarak nefes aldığımda bakışları bana döndü.

 

"Günaydın kızım, sen mi yaptın kurabiyeleri? Mis gibi olmuş. Tam vaktinde yetişmişim vallaha yanacaklarmış yoksa güzelim kurabiyeler." dediği sırada arkamdan içeriye Asya girdi.

 

"Beraber yaptık." dediğimde annem şaşkınlıkla ikimize baktı.

 

"Siz, ikiniz?" dediğinde ikimiz de aynı anda onu başımızla onayladık.

 

"Ellerinize sağlık kuzularım." dedi ve sıra sıra ikimizinde yanağına buse kondurdu. Gözleri dolu dolu olmuştu. İkimize gülümseyerek bakıyordu. Bu beni de gülümsetti.

 

Bakışlarım masaya dönünce bir ıslık çaldım.

 

"Sende döktürmüşsün maşallah?" dediğimde güldü.

 

"Yok be, bir iki bişey."

 

"Ay anne, bir orduyu doyururuz bu kadar yemekle." dedi Asya ve güldü.

 

"Maşallah ordudan eksik kalır yanımız yok." dedi annem de. Hep beraber güldük bu kez.

 

"Hadi bizde bunları götürelim mi Armina abla?" dediğinde onu başımla onayladım. Israrla bana 'abla' demekten kaçınıyordu. Başına adımı mutlaka ekliyordu.

 

Dolaptan iki tepsi aldım ve birini ona uzattım. Annemin hazırladığı her şeyi sıra sıra içeri götürdük.

 

Sofra tamamen hazır olduğunda anneme babamları uyandıracağımızı söyleyerek yukarı çıktık.

 

"Sen Ilgazla Barın'ı uyandır. Gerisi bende." dedim. Onlara muhatap olmak istemiyordum.

 

"Tamam Armina abla." dedi ve Ilgaz'ın odasına doğru ilerlemeye başladı. Bende Miraç'ın odasının önüne geldim ve kapıyı yavaşça aralayarak içeriye girdim. Elimle dolaba art arda vurarak bağırdım.

 

"Koğuş kalk!" zıplayarak yataktan çıktı.

 

"Kıdemli Üsteğmen, Miraç Korkmaz. Kusura bakmayın komutanım!" nasıl bir şokla kalktıysa kendini askeriyede zannetmişti. Bu beni güldürecek gibi olsa da kendimi tıttum ve sert bir sesle bağırdım.

 

"Kalk asker!" diye bağırdığımda bakışları bana döndü.

 

"Armina?" dedi şaşkınlıkla sonra odaya baktı. Evde olduğumuzu görünce rahatlamış olacakki derin bir nefes aldı.

 

"Aklımı aldın." dediğinde gülerek yanağından makas aldım.

 

"Hadi hadi aşağıya." dediğimde güldü ve tamam anlamında başını salladı. Yanağına bir öpücük kondurup hızla odasından çıktım. Dudaklarımda minik bir tebessümle ayrılmıştım yanından. Onun odasından çıktıktan sonra sıra Arazdaydı. Aralık olarak açık olan kapısından içeriye girdim. Sessiz adımlarla yanına ilerledim ve kulağının dibine girdim.

 

"Kalk asker! Saat kaç olmuş, paşamız uyuyor!" diye bağırdığımda hızla kalktı.

 

"Komutanım kusura bakmayı-" dediği sırada bakışlarımız kesişti. Gözlerini ovcaladı ve bana baktı.

 

"İkiz?" dediğinde gülümsedim.

 

"Günaydın!" diye bağırdım ve onunda yanağına bir öpücük kondurdum.

 

"Kahvaltı hazır, hemen gel."

 

"İki dakikaya ordayım komutanım." dediğinde onu gülerek başımla onayladım. Rüzgar'ın odasına doğru yöneldim bu kez. İçeriye girdim ve yanına doğru yürüdüm. Yatağın yanına gelince diz çöktüm ve yanağına bir buse kondurdum.

 

"Abi, hadi kalk." dediğim sırada yavaşça gözlerini araladı.

 

"Abi," dedim i'yi uzatarak.

 

"Arminam?" dedi.

 

"Hadi, kahvaltı hazır." dediğimde tam ayaklanacakken o da benim yanağıma bir buse kondurdu.

 

"Her sabah isterim ama," dediğinde güldüm.

 

"Her sabah öperim ama," diye karşılık verdim. O da yataktan çıkmıştı.

 

"Hadi in sen geliyorum ben güzelim." dediğinde onu başımla onayladım ve son olarak babamı uyandırmak için annemle babamın odasına doğru ilerlemeye başladım. Kapının önüne geldiğince kapıyı yavaşça araladım ve yatağın boş olduğunu gördüm.

 

"Baba?" diye mırıldandım.

 

"Kızım?" babam giyinme odasının olduğu yerden bu tarafa doğru yürüyordu. Üzerinde bir tişört ve altında da eşofman altı vardı.

 

"Günaydın baba." dedim ve ona yaklaştım. Parmak uçlarıma yükseldim. Oda biraz eğildi ve yanağına bir öpücük bıraktım.

 

"Günaydın bir tanem." dedi ve o da beni öptü.

 

"Kahvaltı hazır diye şey etmiştim ben," dediğimde gülümsedi.

 

"Hep şey etsen kızım tamam mı? Geliyorum ben hadi ine dur sen." dediğinde onu başımla onayladım ve odasından çıktım. Aşağı indim.

 

"Anne, salondayım!" diye bağırdım.

 

"Tamam kızım!"

 

Salon koltuğuna oturdum ve telefonumu çıkarttım. Kağandan bir mesaj vardı.

 

 

 

Kağan A.

 

Günaydın mavilim

 

Hemen cevap yazdım.

 

 

 

Günaydın doktor. Naptın?

 

Mesajı atmamla birlikte anında çevrimiçi oldu. Bu beni gülümsetti.

 

İyi, mavilim. Kahvaltı yapıyoruz. Sen?

 

 

 

Bizde kahvaltı yapacağız şimdi. Afiyet olsun bu arada.

 

Size de güzelim.

 

Müsait misin bugün?

 

 

 

Şirkete uğrayacağım ama öğleden sonra müsaitim.

 

Harika o zaman, 3'de alayım mı seni şirketten?

 

 

 

Olur, al bakalım.

 

Alayım bakalım.

 

Neyse ben seni oyalamayayım daha fazla. Hadi afiyet olsun mavilim.

 

 

 

Sağol doktor.

 

Uygulamadan çıktım ve Sakine Sultanımı aradım. İki çalıştan sonra açıldı.

 

"Sultanım?"

 

"Kızım, günaydın. Nasilsun yavrum?"

 

"Sabah sabah senin şive yine gidici sultanım." dediğimde sinirle soluduğunu duydum.

 

"Alırım ayağımın altına!"

 

"Peki peki sultanım, demedim ben bir şey."

 

"Naptın, uğrayamadım da dün?" dedim.

 

"İyiyim iyiyim kızım. Babanı Ankara'ya çağırmışlar. Oraya gideceğiz bu gece yarısı. Alınacaklarımda var, akşam üstü gibi çarşıya çıkarım. Bende seni arayıp haber verecektim."

 

"Allah allah, neden çağırdılar ki?" dediğimde güldüğünü işittim.

 

"Ne olacak, iş bahanesiyle çağırıp rakı sofrası kuracaklar işte. Özledim bende zaten herkesi. İyi oldu." dediğinde güldüm.

 

"Öyledir herhalde."

 

"Çocuklardan haber var mı kızım?"

 

"Yok sultanım." dediğimde iç çekişini duydum.

 

"Tamam kızım, kapatayım ben. Valiz hazırlayacağım."

 

"Tamam sultanım, hadi Allaha emanet. Yola çıkarken yaz bana."

 

"Merak etme kızım, hadi öptüm çok."

 

Telefonu kapattım ve her gün yaptığım gibi Ahmet komutanımı aramaya başladım.

 

"Aradığınız kişiye şu anda ulaşılamıyor. Sinyal sesinden sonr-" telefonu sinirle kapattım.

 

"Armina! Hadi kızım, herkes sofrada!" diye bağıran annemin sesini duyunca telefonumu cebime attım ve yemek odasına doğru ilerledim.

 

Masanın sağ tarafındaki on kişilik kısımda yiyorduk hep. Malum, masa otuz kişilikti.

 

Arazla Ilgaz'ın arasındaki yerime oturduğumda Rüzgar abim konuştu.

 

"Ben bugün Armina tarafından öpülerek uyandırıldım. Keyfime diyecek yok." dediğinde Araz ve Miraç şaşkınlıkla ona baktı. Sonra bakışları bana döndü.

 

"Ne?" dedim bende anlamamış gibi.

 

"Ah be abi, bugünde sevilmediğimizi anladık." dedi Araz ve elini Miraç'ın omzuna attı.

 

"Haklısın kardeşim." dedi o da hüzünlü bir sesle.

 

"Ne oldu ki? Armina beni de öperek uyandırdı. Vallaha sabahımın ikinci aşk dozunu aldım." dedi babam. Miraç ve Araz bu kez de babama döndürdüler şaşkın bakışlarını. Araz elini kalbine götürdü.

 

"Ponçik kalbim bu kadar sevgisizliğe katlanamaz..." dedi dramatik bir sesle.

 

"Ne oldu ki?" dedi Asya merakla.

 

"Biz biraz dövülerek uyandırıldıkta abicim, onu hazmetmeye çalışıyoruz." dedi Miraç. Ilgaz ve Barın hariç sofradaki herkes kahkaha atmaya başladı. Bakışlarım karşımda oturan anneme döndüğünde hüzünlü bakışlarını yakaladım. Yüzümdeki tebessüm soldu. Bakışlarını takip ettiğimde Ilgaz ve Barın'a baktığını fark ettim. Bakışlarımın onun üzerinde olduğunu fark edince hızla bana döndü ve gülümsedi. Ama bu zoraki bir gülümsemeydi.

 

"Anne, çözeceğim. Söz veriyorum." diye fısıldadım. Hüzünlü bir tebessümle onayladı beni.

 

Kahvaltımız bittikten sonra babam şirkete geçti. Araz ve Miraç abim Tugay'a gittiler. Rüzgar abimde hastaneye doğru yola koyuldu. Ilgaz da işe gitmişti. Evde annem, Barın, Asya ve ben kalmıştık.

 

Barın odasına çekilmişti. Annem, Asya ve bense salonda oturuyorduk. Annem örgü örüyor, ben televizyon izliyordum. Asya ise telefonda bir şeyler yapıyordu. Asya telefondan kafasını kaldırınca televizyondaki bakışlarım ona döndü.

 

"Anne, Armina abla. Arkadaşlarım çağırıyor dışarı. Çıkabilir miyim?" benden de izin alması çok hoşuma gitmişti. Minik bir gülümseme oluştu yanaklarımda. Annem konuşmadan söze girdim.

 

"Annem izin verirse şirkete geçerken ben seni bırakırım." dedim.

 

"Çok güzel olur, anne?"

 

"Tabii çıkın kızım." dediğinde Asya hevesle başını salladı.

 

"Ben hazırlanayım o zaman." dedi ve odasına koştu. Bakışlarımı anneme çevirdim.

 

"Annem bende hazırlanayım."

 

"Tamam kızım." dedi ve elindeki örgüye döndü. Oturduğum koltuktan kalktım ve kumandayı annemin yanına bıraktım. Gülümsedi. Bende gülümsedim ve odama doğru ilerlemeye başladım.

 

Saçımdaki topuzu açtım ve saçlarımı taradım. Saçlarımı biraz şekillendirdikten sonra sıkıca topladım ve giyinme odama geçtim. Siyah, yüksek bel, biraz bol bir pantalonu altıma geçirdim. Üzerime beyaz bir gömlek giydim. Gömleği pantolonumun içine soktum ve belime bir kemer taktım. Gömleği hafifçe çıkartarak saran bir görüntü oluşmamasını sağladım. Ayaklarıma topuklu ayakkabılarımı giydikten sonra makyaj masamın karşısına geçtim, takılarımı taktım. Fazla makyaj yapmayacaktım. Şirkette hallederdim. Kirpiklerimde dünden kalan maskara vardı. Kirpiklerimi kıvırdım ve maskarama yenilenmiş bir görüntü kazandırdım. Bazen makyajımı çıkarmaya inanılmaz üşeniyordum, özellikle maskaramı. Bu yüzden böyle bir çözüm yolu üretmiştim. Kirpiklerimin güzel olduğundan emin olunca Yanaklarımı hafifçe renklendirdim. Dudaklarıma parlak bir ruj sürdüm ve parfüm sıktım. Sonra çantalarımın olduğu bölüme doğru ilerledim. Bir çanta seçtim ve eşyalarımı içine doldurdum. Son olarak silahımı kontrol ettikten sonra çantamın içine attım ve boy aynamın karşısına geçip kendimi son kez kontrol ettim. Sonra Fıstıkçıyı aramak için telefonumu çıkarttım. Telefonu yalnızca bir çalışta açtı.

 

"Emredin komutanım."

 

"Fıstıkçı, 6'da gelirim seni almaya. Uygun mudur?"

 

"Uygundur komutanım. Allah sizden razı olsun."

 

"Fıstıkçı kaç kere konuşacağız bu konuyu?"

 

"Pardon komutanım. Ama,"

 

"Aması yok bunun Fıstıkçı. Kardeşim dediğim adama kız istemeye gideceğim." dedim ve telefonu kapattım. Odamdan çıktım ve Asya'nın odasına doğru ilerlemeye başladım. Kapısının önüne gelince kapıyı iki kere tıklattım. İçeriden 'gel' sesini duyunca kapıyı açtım, içeri girdim.

 

Üzerinde çiçekli bir elbise vardı. Kumral saçları omuzlarına dökülüyordu. Yüzünde ise hafif bir makyaj vardı. Ayaklarında, bağcıklı sandaletleri vardı. Çok güzel görünüyordu.

 

"Asya," dedim. efendim anlamında bir mırıltı çıkarttı. Ama kim olduğumu anlamamıştı. Tüm odağı bağcıklarındaydı, sandaletinin bağcığını bağlamaya çalışıyordu. Kafasını kaldırıp buraya baktı ve gülümsedi.

 

"Armina abla, sen miydin?" dedi ve eğildiği yerden kalktı.

 

"Hazır mısın?" dedim.

 

"Bağcığımı bağlayayım hemen." dedi ve geri eğildi. Ona doğru yaklaştım, diz çöktüm. Bağcıkları elinden aldım ve bağlamaya başladım.

 

"Oldu mu?" dedim bitirince.

 

"Teşekkür ederim." diye yanıtladı beni. Biraz utanmışa benziyordu.

 

Çok masumdu, çok tatlıydı. Onu içime sokasım geliyordu. İlk zamanlarki halinden eser kalmamıştı.

 

"Hadi çantanı al çıkalım." dediğimde beni başıyla onayladı. Odasından çıktık ve aşağıya inmeye başladık.

 

"Çok güzel olmuşsun Armina abla." dedi biz merdivenin son basamağındayken.

 

"Sende Asya." dedim sıcak bir sesle. Kapıya yönelince anneme bağırdım.

 

"Anne çıkıyoruz biz!"

 

"Tamam kızım, haberleşiriz!" dedi o da. Hava oldukça sıcaktı, bu yüzden ceket almadım. Evin anahtarını cebime attım.

 

Dışarı çıktık ve arabama yöneldik. Arabaya binince arabayı çalıştırdım ve yola koyulduk.

 

"Armina abla,"

 

"Efendim?"

 

"Senin ablam olduğunu,"

 

"Eğer güvendiğin insanlarsa tabii ki söyleyebilirsin. Hatta değillerse de söyle, zaten kısa bir süre sonra basına duyururuz." dediğimde beni başıyla onayladı.

 

On dakikalık bir yolculuğun ardından onu bırakacağım kafenin önüne geldik. Arabayı durdurdum.

 

"Teşekkür ederim Armina abla."

 

"Rica ederim. Belki ben alamayabilirim seni, haberleşiriz."

 

"Tamam Armina abla." dedi ve gülümsedi. Arabanın kapısını açtı. Tam ineceği sırada hızla bana döndü ve yanağıma minik bir buse bırakıp koşar adım uzaklaştı. Küçük bir tebessüm oluştu dudaklarımda.

 

Kafeye girdiğinden emin olduğumda telefonumu çıkarttım ve Fıstıkçıyı aradım.

 

"Fıstıkçı,"

 

"Emredin komutanım."

 

"İki kişiyi göndereceğim adrese gönder."

 

"Emredersiniz."

 

"Asya Korkmaz'ı koruyacaklar. Yaşananlar malum. Tuğgeneralim koruma izni çıkarttırdı biliyosun." dedim. Fakat izin çıkartmamış olsaydı da ben yine birilerini gönderirdim. Bunu ona tabii ki söylemedim. Bazı şeyleri kendime itiraf etmem bile zorken başkalarına söyleyemezdim. Hatta hala ilk zamanlarda ki gibi olsa bile yapardım bunu.

 

"Evet biliyorum. On dakikaya ordalar komutanım." dedi. Telefonu kapattım. Ve arabayı bildiğim bir kitapevine sürdüm.

 

On beş dakika sonra ordaydım. Arabadan indim. Yasemin adına bir kadın ve eşi Yakut burayı işletiyordu. Çok tatlı bir oğulları vardı. Evlenirken açmışlardı burayı, ilk müşterileri bendim. Dün gibi hatırlıyordum.

 

Kitap evinin nostaljik bir havası vardı. Burayı gerçekten seviyordum. Ağır kapısını ittirerek içeri girdiğimde Yasemin'in kitap raflarını düzenlediğini gördüm. Kapı açılınca, bana dönmüştü.

 

"Aa, Armina. Hoş geldin."

 

"Hoş buldum Yasemin."

 

"Acelen var mı? Bir kahve yapayım?"

 

"Şirkete geçeceğim, sonra artık." dediğimde gülümsedi.

 

"Ne lazım bakalım?"

 

"Sana bir konu söylesem, bana o konuyla alakası olan tüm kitapları bulabilir misin?"

 

~~~

 

Kitapevinden çıkmıştım. Elimdeki poşette on iki tane kitap vardı. Aradığımı bulmuştum.

 

Poşeti arabanın arka koltuğuna bıraktıktan sonra hızla sürücü koltuğuna geçtim. Telefonum arabaya otomatik olarak bağlanınca Sena'yı aradım ve hoparlöre aldım. Bugün için izin almıştı, bu yüzden şirkette değildi. Arabayı çalıştırdım ve şirkete doğru sürmeye başladım. Bu sırada telefon bir kaç çalıştan sonra açılınca söze girdim.

 

"Merhaba Sena, rahatsız ettim kusura bakma."

 

"Ne kusuru Armina Hanın, buyrun?"

 

"Bana şu yeni alacağımız taşlar için gelen tekliflerin listesini birde bu ayın brüt gelir ve ücretlendirmesini atabilir misin?"

 

"Hemen atayım Armina Hanım. Dün ayarlamıştım."

 

"Sağol Sena. Harikasın."

 

"Ne demek efendim, görevim." dedi. Telefonu kapattım. Şirketin önüne gelince arabamın anahtarını valeye uzattım ve şirketten içeri girdim. Asansörle odamın olduğu kata çıktım. Odama girdim ve masama kuruldum. Aklıma o gün geliyordu fakat bunu beynimden hızla uzaklaştırıp işime koyuldum.

 

Öncelikle çizim ekibi tarafından bana gönderilen çizimlerin 3D hallerini inceledim. Çizimler hakkındaki düşüncelerimi kenara not ettikten sonra brüt gelir/ ücretlendirmelerini incelemeye başladım. Yarım saatlik bir analiz sonunda rahatladım. Bu ayda bordro sürecini kolayca atlatmıştık.

 

 

 

(Bordro: Ödeme tutarı ve ödeme takvimi dahil olmak üzere çalışanlara ödeme yapma sürecidir.)

 

Bu ay, yaklaşık 950 milyon liralık bir brüt gelirimiz vardı. Bunun yaklaşık 100 milyonu çalışanların maaşına gitmişti. Yaklaşık 450 milyonu ise yeni temin edilen taşlara gitmişti. 50 milyonu şirket binalarının ihityaçlarına, yemekhanelere gitmişti. Geriye yaklaşık 350 milyon gibi bir mebla kalmıştı. Bu da şirketin kasasına gidiyordu.

 

Bir kaç saat boyunca masamdan kalkmadan çalıştıktan sonra gözlerim ağrıyınca bakışlarımı tavana çevirdim. Gözlerimi kapattım ve beş dakika kadar dinlendirdim. Gözlerim hafif hafif sızlıyordu. Biraz olsun rahatlayınca ayağa kalktım ve banyoma ilerledim. Lavabomun önünde durunca kendime gelmek için yüzüme su çarptım. Gözlerim uzun süre ekrana bakmaktan hafifçe kızarmıştı.

 

Yüzüme kuruladıktan sonra içeri geçtim ve koltuğa oturdum. Telefonumu elime aldım ve Kağan'a mesaj attım.

 

 

 

Kağan A.

 

 

 

Doktor, çıkarım ben birazdan şirketten. Sen mi alırsın ben kendim geçeyim mi?

 

Mesajı yazdıktan sonra uygulamadan çıktım ve Arif Albayımı aradım. Bir kaç çalıştan sonra aramamı açtı.

 

"Kıdemli Üsteğmen Armina Kırşan, emredin komutanım." dedim duygusuz bir sesle

 

"Ne vardı Üsteğmen?" dedi sert bir sesle.

 

"Komutanım, durumlar nasıl diye soracaktım. Aslında Tugay'a gelecektim ama,"

 

"Seni haşlarım diye gelmedin?" dedi hafifçe gülerek.

 

"Evet komutanım." diye yanıtladım bende onu.

 

"İyiyiz Armina. Bir sıkıntı yok. Ecel'i veya Ahmet Albay'ı soracaksan, bir gelişme yok. Olursa haberdar ederim, şüphen olmasın."

 

"Anlaşıldı komutanım. Benlik bir şey olursa,"

 

"Hadi kapat Armina hadi." dedi ve telefonu yüzüme kapattı. Küçük bir kahkaha attım kendi kendime. Arif komutanım bana tahammül edemediği zamanlarda hep böyle yapardı.

 

Bir kaç dakika daha gözlerimi kapatım kendimi dinlendirdim. Yaklaşık beş saattir aralıksız bilgisayar ekranına bakıp işlerle uğraşmak gözlerimi fazlasıyla yormuştu. Gözlerimdeki sızıyı, bilgisayarın başından kalkınca fark etmiştim. Hala gözlerim kapalı, koltukta yarı yatar bir pozisyonda vücudumu dinlendirirlen telefonumdan gelen bildirim sesiyle gözlerimi açtım ve telefonumu elime aldım.

 

 

 

Kağan A.

 

 

 

Ben alırım seni, şimdi çıksam, 20 dakikaya ordayım. Uygun mudur?

 

 

 

Tamam, bekliyorum. Gelince haber ver.

 

Tamam mavilim

 

Telefonumu sehpanın üzerine bırakıp lavaboya ilerledim. Yüzüme hafif bir makyaj yaptım. Göz altlarıma kapatıcı, yanaklarıma hafif bir allık ve dudaklarıma ise ruj. Parfümümü de sıktıktan sonra masamın başına geçtim ve bugün yaptıklarımı kontrol etmeye başladım. Aradan on dakika kadar geçince işim bitmişti. Bilgisayarı kapatıp, masamın üzerindeki kağıtları topladım. Tam telefonumu elime aldığımda telefonum çalmaya başladı. Gelen aramayı yanıtladım.

 

"Mavilim, geldim ben. Şirketin önündeyim. Odana geleyim mi yoksa,"

 

"İnerim ben doktor, bekle hemen geliyorum."

 

"Tamam güzelim." telefonu kapattım. Telefonumu çantama attım. Çantamı kontrol ettikten sonra odamdan çıktım ve asansörle aşağıya indim.

 

Şirketten çıktığımda Kağan'ı gördüm. Arabada bekliyordu. Direksiyonun üzerindeki eliyle ritim tutmuştu, diğer elinde ise telefon vardı. Biriyle konuşuyordu. Ona doğru yaklaştığım sırada valeye seslendim.

 

"Arabamı eve bıraktırın."

 

"Emredersiniz efendim." dedi vale adam. Kağan'a doğru yaklaştığımda bakışlarımız kesişti ve gülümsedi. Telefona bir şeyler söyledi ve kapattı. Ardından arabanın kapısını açarak arabaya bindim.

 

"Merhaba," dedim sondaki a'yı uzatarak.

 

"Hoş geldin mavilim." dedi ve arabayı çalıştırdı. Emniyet kemerimi takıyordum bende.

 

"Nereye gidelim?"

 

"Herhangi bir kafe?" dedim.

 

"Tamam, geçen gittiğimiz yere sürüyorum." dedi. Onu başımla onayladım. Çantamdan telefonumu çıkarttım ve Asya'yı aradım. Bir kaç çalıştan sonra açıldı.

 

"Asya,"

 

"Efendim Armina abla?"

 

"Kaçta bitecekse işin kapının önündeki askerlere söyle seni eve bırakacaklar tamam mı?"

 

"Sen gelmeyecek misin?"

 

"Hayır benim ufak bir işim var."

 

"Tamam Armina abla." dedi. Telefonu kapattım.

 

"Ee, neler yaptın bensiz?" dedi Kağan.

 

"Daha 24 saat bile olmadı."

 

"Öyle mi? Bana daha uzun gibi gelmişti." güldüm bu sözlerine.

 

"Asya'yla biraz aramız düzeldi biliyor musun?"

 

"Ciddi misin? Anlamıştım zaten Asya'yı aramandan ama,"

 

"Evet. Doktor; ilk zamanlar normalde olduğundan daha hırçın bir insan olduğunu, duygularının kendi kontrolünden çıktığını söyledi. Ve bu sadece onun değil; Ilgaz, annem ve babam dışındaki hepsi yaşamış. Bu kafamı fazlasıyla kurcalıyor."

 

"Nasıl?"

 

"Yani sanki onlara biri bunu yaptı gibi, sana biraz bahsetmiştim zaten. Az çok biliyosun."

 

"Biri onlara ilaç verdi mi diyorsun? İyi de neden?" dedi. Ciddi görünüyordu.

 

"Bilmiyorum, belki de daha fazlasını yaptılar. Ama bulacağım." dedim. Kafeye gelene kadar bir daha hiç konuşmadık. Kafenin önüne gelince hızla arabadan indi. Ben emniyet kemerimi çözdüğüm sırada o çoktan benim kapımın önüne gelmiş ve kapımı açmıştı.

 

"Sırf bunun için kemer takmadın değil mi?" dedim.

 

"Evet," diye karşılık verdi. Güldüm.

 

"Teşekkür ederim doktor."

 

"Görevim, mavilim." dedi. Kafenin içersine geçtiğimizde geçende oturduğumuz masaya yöneldim.

 

"Kağan, buraya oturalım."

 

"Geç bakalım." dedi ve sandalyemi çekti. Oturdum.

 

"Bu kadar romantiklik mide bulandırıcı." dedim. Güldü.

 

"Yoo," dedi.

 

"Öyle işte." dedim bende. Aslında hoşuma gidiyordu ama, bunu ona çaktırıyordum. Esmer bir garson elinde menülerle bize doğru yürümeye başladı. Masanın önünde durdu ve "Hoş geldiniz." diyerek menüleri önümüze bıraktı. Başka bir isteğimiz olup olmadığını sorduktan sonra hayır yanıtını alınca arkasını döndü ve yavaş adımlarla uzaklaştı. Bakışlarımı ondan çekip menüyü incelemeye başladığımda Kağan konuştu.

 

"Ne yiyeceksin?" dedi. Menüde göz gezdirmeye devam ettiğim sırada ona bakmadan konuştum.

 

"Bir şey yemeyeceğim, aç değilim. Cheesecake ve americano alacağım galiba." dedim düşünceli bir sesle.

 

"Ben de americano alayım o zaman." dedi. Etrafına bakındı ve gözüne kestirdiği bir garsona el işareti yaparak yanımıza çağırdı.

 

"Buyrun efendim. Karar verebildiniz mi?" diye sordu kibar bir üslupla.

 

"Evet, iki americano ve bir cheesecake alabilir miyiz?" dedi Kağan.

 

"Tabii, cheesecake neli olsun?" dedi. Önce Kağan'a sonra bana baktı. Kağan'ın bakışları bana düştü sorarcasına.

 

"Limonlu varsa süper olur." dedim.

 

"Tabii, başka bir isteğiniz?"

 

"Teşekkürler." dedim. Garson uzaklaştı.

 

"Tugay nasıl?" dedim Kağan'a.

 

"Normal, bildiğin gibi. Şehidimiz yok çok şükür. Rıfkı Tuncer, Asteğmen. Son görevden ağır yaralı geldi sadece fakat şuan durumu iyi."

 

"Çok şükür." dedim. Rıfkı, komando Asteğmendi. Severdim kendisini.

 

"Sizde durumlar nasıl? Dün konuşamadık."

 

"Barın ve Ilgaz dışında, iyi. Kağan, onlarda bir şey var. Biliyorum." dedim.

 

"Belki de sadece kafana takıyorsundur? Yıllardır yaşadıkları kolay şeyler değil, bundan dokayı olamaz mı?" diye bir alternatif sundu. Fakat o da oldukça düşünceliydi. Bu ihtimale en az benim kadar inanmadığı yüzünden anlaşılıyordu.

 

"O da bir ihtimal fakat zannetmiyorum." dedim. On dakika kadar sohbet ettik. Sonrasında siparişlerimiz gelince iştahla cheesecake'e baktım. Çatalımı elime aldım ve ufak bir parçayı ağzıma attım. Kahvemden de bir yudum aldığım sırada bakışlarım Kağan'a kaydı.

 

"Ee, sonra?" dedim. Üniversitedeylen yaşadığı bir anıyı anlatıyordu.

 

"Kerem var demiştim, hatırladın mı? Heh işte, bir baktım Kerem çıktı odadan. O kadar kötü oldum ki..."

 

"Sonra anladım ki orası pavyon değilmiş. Ama ilk bir kaç dakika boyunca arkadaşımın kötü yola düştüğünü düşünmüştüm..." dediğinde kahkaha attım.

 

"Ay aklıma ne geldi! Bak biz üniversitedeyken, yazları Ahmet Albayımda veya Arif Albayımda olurduk. Bir yaz; Arif Albaylarımdayken, evden kaçmaya kalkmıştık. Neden diye soracaksın, çünkü atraksiyon istiyorduk. Hayır, sanki izin alsak Arif komutanım izin vermeyecek. Ama bizim de canımız sıkılmış zaten, üzerine Ufuk da "Güzeller güzeli canım ablalarım ve abim. Ne var biraz eğlensek? Kaçalım, geri geliriz. Zaten izin verecek Arif komutanım. Sadece biraz eğleniriz." dediğinde başımıza en fazla ne gelebilir ki diyerek çıkmıştık evden. Sonra bir discoya girmiştik, o kadar eğlenmiştik ki... Bir kız grubunu köşeye sıkıştıran erkek grubunu öldüresiye dövdükten sonra geceyi nezarethanede kapatmıştık tabii. Arif komutanım bizi ordan kurtarmış, sonrada ağzımıza sıçmıştı." dediğimde gülme sırası ondaydı. Benimse yüzümde bir tebessüm vardı.

 

Cheesecake'ten bir çatal daha aldım, çok güzeldi. Kağan'ında yemesini istedim. Çatalımı ağzıma attıktan sonra bir çatal daha aldım ve ona uzattım.

 

"Aç bakalım ağzını." dediğimde dediğimi yaptı. Cheesecake yuttuktan sonra kahvesinden bir yudum aldı.

 

"Beğendin mi?" dedim.

 

"Çok güzeldi, ellerine sağlık." dediğinde kaşlarımı çattım.

 

"Bence senin kahvende alkol var. Sence bunu ben mi yaptım Kağan?"

 

"Yani bence sen yapmış sayılırsın. Çatalını batırdın, bana uzattın... Bunlar zor işler." dediğinde güldüm. Aklıma gelenle heyecanla yüzüne baktım.

 

"Sabah Asya'yla kurabiye yaptık biliyor musun?"

 

"Baya abla kardeş oldunuz artık. O kadar sevindim ki..." dedi. Sonra kaşları çatıldı.

 

"Bende isterim kurabiye." dedi küçük bir çocuk gibi.

 

"Senle de yaparız bir gün?" dedim sorarcasına.

 

"Yaparız tabii." dedi, gülümsedi. Sonra aklına bir şey gelmiş gibi konuştu.

 

"Gökçe ve Göksel de beraber kurabiye yaparlardı. Yakmadan nadiren ama en azından yapıyorlardı" dediğinde yüzüne çöken hüzüne şahit oldum.

 

"Kağan, sakıncası yoksa-"

 

"Göksel, Gökçe'nin ikizi. Şehit oldu." boğazıma bir yumru oturdu. Şehit olmuştu, kardeşleri. Bu varanın bir evladı daha can vermişti, bizler için.

 

"Ben," dedim ne diyeceğimi bilemeyerek. İstemden de olsa onu üzmüştüm.

 

"Sıkıntı değil, alıştım." dedi fakat kötü görünüyordu.

 

"Başınız sağ olsun." dedim.

 

"Vatan sağ olsun." dedi. İlgisini dağıtmak için konuyu değiştirdim. Bir saat kadar daha sohbet ettiğimizde artık kalkmam gerektiğini fark ettim.

 

"Kağan, kardeşim dediğim askerime kız istemeye gideceğiz. Benim artık kalkmam lazım."

 

"Tabii, kalkalım." dediğinde ayağa kalktım. O da ayağa kalktı. Hesabı ödedik ve arabaya doğru ilerlemeye başladık. O sırada konuştu.

 

"Kim? Tanıyor muyum?" dedi. Gerçekten merak etmiş gibiydi. Ben cevap vermeden o kendini

yanıtladı.

 

"Aa, doğru! Fıstıkçı değil mi? Konuşmuştuk. Çok iyi çocuk, hemen kaynaştık. Geçen gün söylemişti komutanımla istemeye gideceğiz sizde gelin diye. Seni çok seviyor."

 

"Bende onu çok seviyorum." Arabanın önüne gelmiştik. Önce benim kapımı açıp beni bindirdi, sonra kendisi bindi. Arabayı çalıştırırken konuştu.

 

"Bende gelecektim ama, bugün komando timi görevden dönecek. Her ihtimale karşı Tugay'da olmalıyım."

 

"Rahat ol, biz hallederiz. Fıstıkçı yalnızca ben geleceğim zannediyor ama aslında bir kaç kişi olacağız." dedim.

 

"Çok selamımı söyle." dedi.

 

"Söylerim." dedim. Biz sohbet etmeye devam ederken bizim evin önüne gelmiştik. Arabayı durdurdu.

 

"Bana eşlik ettiğin için teşekkürler mavilim." dedi.

 

"Her zaman doktor." diye yanıtladım. Arabadan ineceğim zaman daha önce hiç yapmadığı. bir şey yaptım. Yanağına bir buse kondurdum. Ve sonra ona bir kere bile bakmadan hızla arabadan indim. Yanaklarım alev alev yanıyordu.

 

Ne yapmıştım ben?

 

Hızlı adımlarla konağın kapısına ilerledim. Kıpkırmızı olduğuma emindim. Arkama dönüp bir kez daha ona bakmadım. Anahtarımı çıkarttım ve kapıyı açtım. İçeriye girince anahtarı köşedeki anahtarlığa astım. Ayşe ablaya ve Semiha ablaya bugün gelmemelerini, lojmandaki evi temizleyip orda kalmalarını söylemiştim. Kağan'ın yanındayken, çok mutlu oluyordum. Sürekli gülümsüyor, saatlerce onu dinlemek istiyordum. Ettiği iltifatlarla, söylediği sözlerle daha önce hiç tatmadığım duygular yaşamama sebep oluyordu. Onun yanında huzurluydum. Onun yanında güvendeydim. Daha bir ay olmuştu belki tanışalı ama ben onsuz nasıl yaşandığını unutmuş gibiydim.

 

Kimseye görünmeden odama geçtim. Ayakkabılarımı çıkarttım, sonrasında aşağıya indim. Ayakkabılarla onlara görünürsem bu ayakkabılara biraz daha katlanmak zorunda kalacaktım ve normalde bana çok rahat olan ayakkabılarım, bugün ayağımı vurmuştu. Bu yüzden hızla odama çıkıp onları çıkartmıştım.

 

Ayağımda panduflarım vardı. Salona girdiğimde kimsenin olmadığını gördüm. Elim istemsizce cebime gitti. Telefonumu elime geldiğimde bir saat önce annemden bir mesaj geldiğini gördüm. Hiç fark etmemiştim.

 

 

 

Annem❤️

 

Kızım, alınacaklar vardı. Çarşıya çıktım ben. Baban aldırdı beni merak etme. Gelirim iki- üç saate. Barın evde, Asya'yla konuştum senin askerlerin bırakacakmış. O da gelir bir- iki saate.

 

 

 

Yeni gördüm annem . Dur arayayım.

 

Yazdım ve hemen annemi aradım. Uzun bir bekleyiş sonrasında telefon açıldı. Çok gürültülü bir ortamdı. Arka plandan çok ses geliyordu.

 

"Sakine kız şunlar indirimde mi? Alo efendim kızım?"

 

"Anne?"

 

"Heh söyle kızım, bu bizim! Bırak! Biz aldık!" annemin sert bağırışını duyunca şaşkınlıkla güldüm.

 

"Anne?!"

 

"Ay Sakine kaptırma şunları sakın, gelicem iki dakikaya. Armina arıyor." dedi ve sonra gelen sesler yavaş yavaş azaldı.

 

"Ay kızım, Sakineyle karşılaştık da. Burdan çıkışta kahve içeçeğiz. Haber verecektim ama,"

 

"Yok annem, problem değil. Yemek,"

 

"Hazırladım koydum ben. Babana da dedim. Eve gelince sofrayı kuruverecekler. Her şey hazır zaten."

 

"Tamam annem, benim bir askerimin kız istemesi var. Benim oraya gitmem gerekiyor."

 

"Tamam tamam kızım, git sen. Bizlik bir şey var mı? Çok selamlarımı ilet."

 

"Yok yok annem. Hadi öptüm, haberleşiriz."

 

"Tamam kızım." Telefon kapanınca mutfağa yürüdüm. Annem her şeyi mutfakta ki masanın üzerine dizmişti. Üzerlerine peçete örtmüştü. Tozlanmasın diyeydi büyük ihtimalle.

 

Annemin hazırladıklarıyla salondaki sofrayı kurdum. Küçük bir kağıdın üzerine not yazıp sofraya bıraktım.

 

 

 

Benim bir işim var, size afiyet olsun <3

 

 

 

Armina

 

Odama doğru ilerlemeye başladım. Barın'ın odasınının önünden geçerken duraksadım. İçeri girmeli miydim? Ben eve geldim, haberin olsun birazdan gideceğim demeli miydim?

 

Kapısına doğru yaklaştım. Elim kapı kulpuna gitti fakat son anda vazgeçtim. Hızlı adımlarla odama ilerledim. Giyinme odama geçtim ve bir elbise seçtim. Siyah, tüm vücudumu saran bir elbiseydi, kalın askılıydı. Yuvarlak yakaydı fakat dekoltesi çok yoktu. Köprücük kemiğimin biraz altında başlıyordu yakası. Diz kapağımın bir karış kadar üstünde elbisenin bir kısmı bitiyordu. Ters u'ya benzer bir kısımdı burası. Sağ bacağımın önü, en derin dekoltenin olduğu kısımdı. Arkama doğru ve sol bacağıma doğru elbisenin etekleri çapraz bir şekilde aşağıya iniyordu. Sağ bacağımdaki kısım. diz kapağımın bir iki karış üstündeydi, sol bacağımda ise diz kapağımın altındaydı. Elbisenin uçlarında ise siyah bir tül vardı. Bütün elbisenin eteklerini sarıyordu. Sade ama şık bir elbiseydi.

*temsili

 

 

Makyaj masamın başına geçtim, saçlarımı açtım. Güzelce taradıktan sonra küçük bir klips tokayla saçımın önlerinden aldığım tutamları arkada tutturdum. Parfümümü sıktım. Makyajımı tazeledim ve saate baktım. Altıya yarım saat vardı. Fıstıkçı'yı aradım.

 

"Fıstıkçı, naptın?"

 

"İyiyim komutanım, hazırlandım. Evdeyim."

 

"Tama hazırsan çıkarım ben on dakikaya. Hala lojmandasın değil mi?"

 

"Evet komutanım."

 

"Tamam gelince ararım ben seni."

 

"Sağ olun komutanım." telefonu kapattım. O kadar heyecanlıydı ki heyecanı sesine yansıyordu.

Bu istemsizce gülümsememe neden oldu.

 

Ecel gelemeyecekti belki ama Alaca gelecekti. Onlar da biraz geç kalacaklardı, Tugayda direkt hazırlanıp geleceklerdi çünkü. Fakat tabii ki Fıstıkçının bundan haberi yoktu, sürpriz olacaktı. Giyinme odama geçip kombinime uygun çanta ve ayakkabı seçtikten sonra odama geçtim.

 

İmhayla olan gruba bizim yola çıktığımızı ileten bir mesaj attıktan sonra çantamı hazırladım. Silahımı kontrol ettim ve çantamın içine attım. Ayakkabılarımı da giydikten sonra hazırdım. giydim. Aynanın karşısında kendimi kontrol ettim. Odamdan çıktım ve boş koridorda ilerlemeye başladım.

 

Bakışlarım Barın'ın kapısına takıldı. Fakat bu kez adımlarımı duraksatmadan ilerlemeye devam ettim. Aşağıya indim, evin anahtarını ve arabamın anahtarını da alarak evden çıktım. Arabada şalım vardı, kombinimle de uygundu. Bu yüzden üzerime bir şey almamıştım. Üşürsem, onu üzerime alırdım.

 

Arabama bindim ve arabayı çalıştırarak lojmana doğru yola koyuldum.

 

.

.

.

 

 

 

 

~4231 kelime~

 

 

 

Merhabalar!

 

 

 

Nasılsınız, iyisinizdir inşallah!

 

 

 

Sizler için uzuun bir bölüm yazdım, umarım beğenmişsinizdir. Bugün inanılmaz yoğundum ve buna rağmen sizelere uzun mu uzun bir bölüm yazdım. Çünkü bu hafta pek vaktim olmayacak gibi. Bu yayınladığım en uzun ikinci bölüm, bana kocaman bir alkış👏🏻

 

 

 

Bir hafta dört bölüm attım ve bu bölümlerin toplamu kitap formatında yaklaşık 40-50 sayfa uzunluğunda oluyor. Yine bana bir alkış👏🏻

 

 

 

Yine yazılı dönemi yaklaşıyor, daha yeni yazılılara girmemiş miydik?

 

 

 

Her neyse, çok uzatmayayım, ders çalışmam gerekiyorr🥹

 

 

 

Unutmadan, yazım hatalarım varsa affola.

 

 

 

Gelelim en merak ettiğim kısma!

 

 

 

Bölüm hakkındaki düşünceleriniz👉🏻

 

 

 

‼️Bölümümüzü yıldızlamayı ve fikirleriniz yorumlarda belirtmeyi unutmayınız, bunlar benim için çok kıymetli

 

 

 

Bir sonraki bölüme kadar, sağlıcakla kalın!

Bölüm : 21.12.2024 20:57 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Estrella / SANGRE ROJA / 50. Bölüm: Şüphe
Estrella
SANGRE ROJA

99.74k Okunma

8.81k Oy

0 Takip
77
Bölümlü Kitap
GİRİŞ1. Bölüm: Sangre Roja2. Bölüm: Operasyon3.Bölüm: Hastane4.Bölüm: Geçmişin Acılı İzleri5. Bölüm: Verilen İlk Şans6. Bölüm: Begah Karan7. Bölüm: Evin Prensesi8. Bölüm: Kardeş9. Bölüm: Doğum Günü10. Bölüm: İkizim11. Bölüm: Havaalanı📢DUYURU📢12. Bölüm: Bağ13. Bölüm: Mavili14. Bölüm: Yoldan Geçen Biri15. Bölüm: AlyaKarakter Tanıtımı-116. Bölüm: İçtima17. Bölüm: Yalancı18. Bölüm: İnternational Capture Organization19. Bölüm: Anne20. Bölüm: Bilinmeyen Zamanlar21. Bölüm: Sus22. Bölüm: Aile YemeğiD.T.’den Sevgilerle23. Bölüm: Bomba24. Bölüm: Baba25. Bölüm: Arslanlar26. Bölüm: Üsteğmen Kırşan27. Bölüm: Kod Adı, Kızıl GölgeKİTAP KAPAĞI28. Bölüm: İmha Timi29. Bölüm: Baskın30. Bölümden Alıntı30. Bölüm: Operasyon Adı, Yok Et31. Bölüm: Esir32. Bölüm: Ölümün İntikamı33. Bölüm: Patlama34. Bölüm: Acının Gözyaşı35. Bölüm: Nabız36. Bölüm: Yüzbaşı37. Bölüm: Küçük Kız38. Bölüm: Karanlar39. Bölüm: Mavilim40. Bölüm: Küçüklüğümün Sözleri41. Bölüm: İs Kokusu📢42. Bölüm: Miraç43. Bölümden Alıntı43. Bölüm: Khatar44. Bölüm/Part144. Bölüm/Part245. Bölüm: Sarı Elbise46. Bölüm: Mesaj47. Bölümden Alıntı47. Bölüm: Acı48. Bölüm: Yemek49. Bölüm: Kurabiye50. Bölüm: Şüphe51. Bölüm: İsteme52. Bölüm: Geri Dönüş53. Bölüm: Pusu54. Bölüm: İntikam (1. Kitap Finali)MUTLAKA OKUYUN55. Bölüm: Al Bayrak56. Bölüm: Ölüm Birliği57. Bölüm: Birlikler, Kategoriler, Bölgeler58. Bölüm: Kırk Dokuz Gün59. Bölüm: Kurtuluş60. Bölüm: Kırşan61. Bölüm: Ragnar62. Bölüm: Video63. Bölüm: Bilinç Hattı64. Bölüm: Ejder Timi65. Bölüm: 14. Yaş ve 52 Gün66. Bölüm: Plaka
Hikayeyi Paylaş
Loading...