57. Bölüm

47. Bölüm: Acı

Estrella
birbakipcikiyorumm

⭐️Bölümümüzü yıldızlamayı ve yorum yapmayı unutmayınız⭐️

 

.

.

.

 

 

Bir sonraki bölüm için sınırımız 40 oy ve 30 yorum.

 

 

 

Geçmiş zaman

 

 

Yazarın anlatımıyla,

 

"Victor, başlayın." dedi adam.

 

"Efendim, emin misiniz? Kadına ciddi hasarlar verebiliriz."

 

"Ona ne olacağı umrumda değil! Bebek yaşasın, yeterli."

 

"Peki, efendim." dedi ve kadının büyük akvaryumun içersine yerleştirmesi için emir verdi. Bir sürü bilim insanı vardı burada. İCO tarafına geçmiş, bir sürü bilim insanı.

 

"Victor." dedi adam.

 

"Buyrun efendim?"

 

"Hafızasını silecek çip hazır mı?"

 

"Evet efendim."

 

"Kızlarını onlardan alacağım, kendi kızım olarak yetiştireceğim."

 

"Efendim eğer proje başarılı olursa, normal bir insandan daha dayanıklı bir vücuda sahip olacak."

 

"Biliyorum Victor. Yıllarımı bu projeye verdim ben!"

 

"Elbet, elbette efendim. Fakat neden kendi kızınız yerine bu bebek?"

 

"Çünkü, Victor. Çünkü karımın ölümünü göze alamam."

 

"Zor geldik buralara Victor, bir zamanlar bir avuç insandık. Şimdi ise, dünyaya yönetebilecek bir güç. Benden sonra burayı oğlum yönetecek, evet doğru. Fakat yeterli değil. Güçlü biri lazım. Yanında bomba patlasa, ayağa kalkıp savaşmaya devam edebilecek kadar güçlü biri. Bunun için bu projeyi yürütüyoruz."

 

"Neden bu projeyi bir çok denek üstünde uygulayıp kendi ordumuzu kurmuyoruz efendim?" dedi Victor.

 

"Çünkü bu teknolojiden haberleri olursa, bizden alırlar ve kendileri kullanırlar Victor."

 

"Eğer böyle bir şey yaptığımız öğrenilirse, hepimizi yok ederler."

 

"Bu yüzden, bu bebek doğduktan sonra bu projeden haberi olan herkes ölecek."

 

"Sen ve ben dışında."

 

"Anlıyorum efendim." dedi Victor.

 

"Amaç, tüm ülkeleri yok edip Dünya'yı yönetmek. Başta olacak kişinin, normal bir insandan daha güçlü olması gerekiyor."

 

"Genetiğine aktarılan genler, vücudunun normal bir insandan daha dayanıklı olmasını sağlayacak sadece. Aslında büyütülecek bir proje değil efendim. En azından bizim teknolojimiz için. Biz, yalnızca normal bir insandan 3-4 kat daha dayanıklı hale getiriyoruz bu bebeği. Fakat işin zor kısmı, bu süreçte anneyi hayatta tutmak."

 

"Aynen öyle Victor." dedi adam.

 

“Yapmamız gereken, onu hayatta tutmak.” dediği sırada doktorlardan bir tanesi onlara yaklaşmaya başladı.

 

“Efendim,” dediği sorada adam onun sözünü kesti.

 

“Ne var, Fernando?” dedi.

 

“Efendim, bu kadın ikiz bebeklere hamile.” dediğinde adam şaşkınlıkla karşısındaki doktora baktı.

 

“Biri kız, diğeri erkek.”

 

“Bunu nasıl şimdi öğreniyoruz?! Victor?” diye sinirle konuştu adam.

 

“Bende bilmiyordum, efendim.” dedi Victor.

 

“Bileceksin!” dedi sinirle adam.

 

“Özür dilerim efendi,”

 

“Kes sesini!”

 

“Bu annenin yaşama olsalığını da azaltır, efendim.” dedi Fernando.

 

“Biliyorum Fernando! Erkek bebeğe dokunmayın! Onunla değiştirebileceğimiz bir bebek yok! Ayrıca, herhangi bir bebekle değiştirsek bile, benim bir oğlum var. Eğer ki değiştirsek bile, oğlumun tahtını devirecek bir düşman yaratamam.” dedi.

 

“Zaten iki bebeğe aynanda bu prosedürü uygularsak annenin hiç yaşama şansı olmazdı, efendim.” dedi Fernando. Adam onu başıyla onayladı.

 

 

 

 

Şimdiki zaman

 

 

Armina'nın anlatımıyla,

 

Zilin çaldığını duyunca Asya, annem ve ben aynı anda ayaklandık.

 

"Ben bakarım." dedi Asya. Çekingen bir ses tonu vardı. Hatta, bugün yanımda ilk kes konuşmuştu. Annem ve ben başımla onu onayladığımızda hızla salondan çıktı ve kapıya doğru ilerlemeye başladı.

 

"Anne," dedim onun gittiğinden emin olduğumda.

 

"Efendim kızım?" dedi.

 

"Asya'ya ne oldu?" dedim anlamazlıktan gelerek.

 

"Boş ver sen onu." dedi.

 

"Anne," dedim. Cevap vermeden salondan ayrıldı. O sırada Asya kapıyı açmıştı.

 

"Hoş geldiniz." diyen sesini duydum Asya'nın.

 

"Hoş bulduk Asyam!" diye karşılık verdi Sevilay Teyze. Bizde o sırada kapının önüne gelmiştik. Hepsi sırayla içeriye giriyordu. Benim gözlerimse tek bir kişiyi arıyordu. Onu göremeyince istemsizce kaşlarım çatıldı fakat hemen ifademi toparlayıp Sevilay Teyzeye çevirdim bakışlarımı.

 

"Hoş geldiniz." dedim ve ona doğru adımladım.

 

"Hoş bulduk kızım, nasıl oldun?" dedi. Sesindeki telaş çok net bir şekilde hissediliyordu.

 

"İyiyim, teşekkürler." dedim. Sevilay Teyze kollarını bana doladı. Selamlaşmak için yapmıştı. Bende kollarımı ona doladım ve bir kaç saniye sonra ayrıldık.

 

"Buyrun," dedim ve içeriyi gösterdim. Daha sonrasında bakışlarım Asya'ya döndü.

 

"Onlara eşlik eder misin Asya?" dedim. Ona karşı sanırım sesim ilk kez bu kadar yumuşak çıkmıştı. İlk başta duvara bakmaya devam etti fakat sonrasında ben tekrar ona seslenince şaşkın bakışlarını bana çevirip ne dediğimi anlamaya çalıştı. Ne dediğimi anladığındaysa hızla kendini toparladı ve kapıdan içeriye girenlere salona doğru eşlik etti. Sonrasında Annemde onun peşinden gitti. En sonunda Arslan Yüzbaşımı görünce hızla esas duruşa geçtim.

 

"Rahat, Kırşan." dedi. Ah, Korkmaz komutanımın sözleri o an aklıma geldi.

 

"Yüzbaşı olacaksın Üsteğmen. Ayrıca, kişisel fikrimi söylememi istersen biyolojik ailenin nüfusuna bir an önce geçmeni isterim."

 

Ah, tabii. O an bunu benden neden istediğini anlamamıştım sonrasında ise aklımdan çıkmıştı. Şimdi Yüzbaşım bana soyadımla hitap edince aklıma gelmişti.

 

En kısa süre içersinde bunu halletmeliydim. Sonuçta komutanımın isteğiydi. Fakat soyadı değişikliği sivil hayatımda büyük bir sıkıntı oluşturacaktı. Korkmazların öz kızı olduğumu hala basına duyurmamıştık. Zamanım olmamıştı. Anlaşılan, Korkmazlar da bunu bana danışmadan yapmak istememişlerdi.

 

Yüzbaşı önümden geçerek içeriye adımladığında bir adım geri çıktım.

 

"Sivile geç, Üsteğmen." dediğinde onu dinledim ve rahat pozisyonundan çıktım.

 

"Komutanım, kardeşiniz?" dedim sorarcasına.

 

"Bir telefon görüşmesi yapacaktı. Gelir birazdan." dediğinde onu onayladım.

 

"Siz geçin, ben geliyorum komutanım." dedim. Tamam anlamında başını salladı ve ilerlemeye başladı.

 

Bense kapının eşiğinde dikilmiş, Kağan'ı bekliyordum. Nerde kalmıştı?

 

Bir kaç dakika daha geçtikten sonra görüş açıma girdi. Kapıya doğru yaklaştığı sırada bakışları dalgındı. Beni görmemişti.

 

"Kağan," diye seslendim beni görsün diye. Başını ışık hızıyla bana doğru çevirdi.

 

"Mavilim?" dedi.

 

"Hoş geldin, yalnız ben dakik insanları severim." dedim kınarcasına.

 

"Kusura bakma, bu telefonu açmam gerekiyordu." dediğinde onu başımla onayladım. O ise ayakkabılarını çıkartmakla meşguldu. Vestiyerden onun için bir terlik çıkarttım ve önüne bıraktım.

 

"Teşekkürler, evimin hanımı." o kadar komik söylemişti ki, içimdeki kahkaha atma isteğini bastırmak zor olmuştu. Bunu dalga geçercesine söylediğini anlamak zor değildi.

 

"Ya, demek öyle? Bir gün gerçekten evinin hanımı olursam görürsün." dedim bende.

 

"Lütfen göreyim." dedi. Kapıyı kapattım bende.

 

"Anca rüyanda, canım." dedim ve ona arkamı dönüp ilerlemeye başladım.

 

"Misafirine olan saygın göz yaşartıcı, mavilim." dediğinde 'hah' dercesine ona döndüm.

 

"Beğenmediysen kapı orda," dedim bende.

 

"Seninle beraber çıkacaksak neden olmasın? Seninle baş başa bir restoranda olmayı yeğlerim. Burada seni hiç tanımıyormuş gibi davranmakla uğraşmak istemiyorum. Zaten zamanımız kısıtlı."dediği son sözcükle kaşlarımı çattım.

 

"Ne demek, zamanımız kısıtlı?" dedim bende. O ise gülümsedi.

 

"Mavilim, sen bir askersin. Eninde sonunda göreve döneceksin ve ben seni belkide aylarca göremeyeceğim." içi bir huzursuzluk kapladı. En korktuğum şey, buydu işte. Sevdiklerimin benim yüzümden mutsuz hissetmesi.

 

"Evet sana dönmek için elimden geleni yapacağım."

 

"Orası öyle benim güzel mavilim. Lakin kast ettiğim o değil." Kast ettiğin ne anlamında bir bakış attığımda boş ver dercesine beni geçiştirmişti. Bende onu daha fazla zorlamamıştım.

 

Salon kapısına yaklaştığımızda ciddiyet maskemi takındım ve içeriye adımladık. Annem ve Sevilay teyzeye heyecanlı heyecanlı bir şeyler anlatıyordu. Gökçe, Çetin komutanım ve Korkmaz kardeşlerin sohbet ettiğini gördüm. Babamlarsa kendi aralarında sohbet ediyorlardı.

 

Kağan'ı abisinin yanına doğru yönlendirdiğimde itiraz etmeden oraya geçti. Bende Araz ve Barın'ın arasına oturdum.

 

Samimi bir ortam vardı. Bu içten içe rahatlamamı sağladı.

 

Herkes kendi aradında sohbet ediyordu. O an kendimi çok garip hissettim. Yani, sanki dışlanmışım gibi. Gerçi tarafsızca düşünülecek olursa, onlar çok uzun yıllardır birbirlerini tanıyorlardı. Kardeş gibi büyümüşlerdi. Bunu garipsememek gerekirdi değil mi?

 

Peki ya benim kardeşlerim nerdeydi?

 

Onların için hiç bu kadar endişelenmemiştim. Fıstıkçı'nın mesajı çıkmıyordu aklımdan.

 

Komutanım, Fıstıkçı ben. Göreve çıkıyormuşsunuz. Kızmayın ama ben Arslan Yüzbaşıma çay götürürken harekat odasının önünden geçtim. konuşmalarınıza kulak misafiri oldum. Albay, oldukça tehlikeli bir görev olduğundan bahsediyordu. Şehit olmadan dönün, Ecel diyordu. Komutanım, Allaha emanet olun. Siz benim olmayan anam, ablam oldunuz. Allah, yar ve yardımcınız olsun. Lütfen komutanım, sağsalim dönün. Ben Albayımın ilk kez bu kadar endişeli konuştuğunu duydum komutanım. Yoksa yemin billah dinlemezdim. Dönünce istediğiniz cezayı verin komutanım, çıtım çıkmayacak yemin olsun. Ama ne olur dönün komutanım.

 

Kelimesi kelimesine ezberlemiştim bu mesajı. Defalarca okumuştum. Fıstıkçı bana ilk kez böyle bir mesaj atmıştı. Demekki benim için gerçekten endişelenmişti. Oysa o benim kim olduğumu bilenlerden biriydi. Tamamen kazayla öğrenmişti fakat biliyordu. Benim için bu kadar endişelendiyse, duydukları korkutucu olmalıydı. Bana duyduklarının hepsini yazmamıştı. Bu beni daha da tedirgin etsede kimseye bir şey söyleyemiyordum.

 

Canımı yakan şeyler için birilerinden yardım dilendiğim zaman, başıma gelenler engeldi belkide.

 

Belkide nefessizlikten boğulduğumda nefes almak için yalvardığımda yaşadıklarımsı bana engel olan.

 

Geçmişimdi bana engel olan. Önümde bir köstek gibi dikilen.

 

Artık 28 yaşındayım. Ömürümün nerdeyse yarısını onlarla geçirmiştim. Geçirdiğim zaman öyle lanetliydiki, etkisi hala geçmemişti.

 

Belki ben kaçmıştım ama kaçan kovalanır misali onlar beni hiç bırakmamıştı.

 

Her şey, 11 yaşında onlardan kurtulduğumda mı bitmişti sahiden?

 

Yoksa en derin çukurların içine attığım anıları kendime bile unutturacak kadar acı mı çekmiştim?

 

Sahi, bana yaşattıkları yalnızca gömülene kadar mıydı?

 

Sır gibi sakladığım o 49 günü bilen tek bir kişi vardı.

 

Albay Ahmet Kırşan.

 

İnsanlar gider, anılar kalır diye bir söz okumuştum bir kitapta. Ne kadarda doğruydu.

 

İnsanlar çıkmıştı hayatımdan, acı dolu anılar kalmıştı bana geçmişimden.

 

O 49 günü öyle bir unutturmuştum ki kendime, sanki yaşanmamıştı. Kendimden bile gizlediğim bu gerçek, Araz'ın telefonunda gördüğüm fotoğrafla zihnime bir yıldırım gibi düşmüştü.

 

Gördüğüm gibi içimi sıcaklıkla kaplayan o kişi, çok tanıdıktı. Fakat bir o kadarda yabancı.

 

Hipnoz olmuş bakışlarımı Araz'ın telefonundan çekmiyordum. Zihnime unutturmuştum her şeyi. Yok etmiştim. Öyle bir yapmıştım ki bunu, hatırlamıyordum. Bu nasıl mümkündü, bilmiyordum fakat bugüne kadar inandığım gerçeklerin aslında kendimi kandırmam sonucunda ortaya çıkmış yalandan bir olay örgüsü olması kalbime bir hançer saplanmasına neden olmuştu.

 

Zihin unutsa da, kalp unutmazdı.

 

Zihnime doluşan anılar gözlerimin dolmasına sebep oldu. Bu fotoğrafta askeri üniforma içersinde gülümseyen, otuzlarının ortasındaki adam oydu.

 

Beni ölümden kurtaran kişi, Ayhan Korkmaz.

 

Kalbim hızla çarpmaya başlamıştı. Bu bir tesadüf müydü? Adının Ayhan Korkmaz olması bir tesadüf müydü? Beni kurtaran adama bu fotoğraftaki adamın bu kadar benzemesi tesadüf müydü? Yoksa yıllar önce beni ölmekten kurtaran adam, benim amcam mıydı?

 

O an fark ettim ki çevremden soyutlanmış, sadece o resme bakarak düşünüyordum. O sırada çevremdeki uğultu kulağıma doluştu.

 

"Armina, sana sesleniyorum ikiz. Bir sıkıntı mı var?" Araz'ın sesini duyunca telefonuna kilitlenen duygusuz bakışlarımı ona çevirdim. Göz göze geldiğimizde derince yutkundu.

 

"Armina?" dedi. Sesindeki endişeyi sezmiştim. Tüm düşüncelerimi karanlık çukurlara gömdüm ve gülümsedim. İfademi normalde olan haline çevirmiştim bir kaç saniye içersinde.

 

"Bir şey yok, yalnızca dalmışım." dedim. O buna inanmamışa benziyordu fakat anlaşılan o ki bu ortamda uzatmak istememişti.

 

Tamam anlamında başını salladığında bende ayağa kalktım.

 

"Ben bir lavaboya gideyim." dediğimde bir kaç kişiden onaylayan mırıltılar duydum. Ayağa kalktım ve lavaboya doğru ilerlemeye başladım.

 

Lavaboya gelince kapıyı kapattım ve yüzüme su çarptım. Kendime gelmem gerekiyordu.

 

Askerlik hayatım boyunca son 7-8 ayda yaşadığım kadar fiziksel yara almamıştım. 4 kere vurulmuştum yalnızca. Esir kaldığım sürelerde 5 ay kadar uzun bir süre değildi.

 

Aldığım yaralar bu kadar derin değildi. Kurtulduktan sonra geçmişimi aralayan o anlar acıları yeniden uyandırmaya yetmişti.

 

Sonrasında vücuduma aldığım kurşunlar, akıl almaz işkenceler, geçmişim her şey o kadar üst üste gelmişti ki artık dik durmakta zorlanıyordum.

 

Armina olmakta zorlanıyordum. Belki de ben babama layık bir evlat değildim. Belkide ben Ahmet Kırşan'ın kızı olmak için yeterli değildim. Kendimle baş başa kaldığım her an, düşüncelerimin esiri oluyordum. Gözlerim doluyordu.

 

Bir keresinde dersten çıkmış, okulun bahçesinde oturuyordum. Tek başıma. Her zaman ki gibi yalnız kalmama engel olan biri vardı. Ahmet babam. Bana doğru yaklaşıyordu.

 

Duruşumda bir değişiklik olmadı çünkü zaten dimdiktim. O yanıma geldiğinde hızlı hazır ola geçtiğimi hatırlıyorum.

 

"Napıyorsun burda Armina?" demişti bana.

 

"Sağ ol." diye yanıtlamıştım.

 

"Otur." dediğinde emrini yerine getirdim. Oda yanıma oturdu. Bir kaç dakika geçtikten sonra konuştu.

 

"Neden ağlıyordun?" dediğinde kaşlarım üstemsizce çatıldı. Oysaki ben dört yıldır hiç ağlamamıştım.

 

"Ağlamıyordum, komutanım." demiştim. O ise yüzüme bakmıştı.

 

"Ağlıyordun asker." dediğinde kaşlarım daha fazla çatılmıştı.

 

"Beni bağışlayın komutanım lakin ben ağlamıyordum." dediğimde bakışlarını yüzümden çekmişti.

 

"Ağlamak için gözlerden yaş akmasına gerek yoktur evlat. Bazen içine ağlar insan. Dışına ağlamayı bilmiyorsa." dediğinde ona istemeden de olsa hak vermiştim. Fakat bunu ona belli etmemiştim.

 

"Üzgünüm fakat size katılmıyorum, komutanım." dediğimde bana döndü.

 

"Nereye kadar kacaksın, Armina?" dediğinde oma döndüm.

 

"Beni yakalayana kadar." demiştim ve uzaklaşmıştım.

 

Neden bu kadar acı çekmiştim? Neden yaşayamıyordum? Neden her şey üst üste geliyordu?

 

Neden artık dimdik duramıyordum? Neden aynanın karşısına her geçtiğimde yıkılmış bir kadın görüyordum? Oysa bundan çok kısa bir süre önce ne kadarda güçlüydüm.

 

Artık yorulmuştum. Hem de çok fazla. İnsanların yanında rol yapmaktan çok yorulmuştum. Ben hayatım boyunca birilerine rol yapmıştım. Küçükken aileme rol yapmıştım güçlü olduğuma ve canımın yanmadığına dair. Yetimhanedeyken Asena ve Uraz'a rol yapmıştım canımın acımadığına dair. Liseye geçtiğimde rol yapmıştım herkese rol yapmıştım hiç bir şey yaşanmamış gibi. Büyümüş, ve kendimi kandırmıştım. Ben herkese rol yapmıştım. Kendime bile.

 

Kimse beni anlamıyordu. Kimse beni kurtarmıyordu. Kimse bana gerçekten nasılsın diye sormuyordu. Öyle güçlüydüm ki onların gözünde, daima iyi olduğumu düşünüyorlardı.

 

Oysaki ben cehennemde büyümek zorunda kalmış bir melektim. Ama şeytan olmak zorunda kalmıştım. Çünkü melek şeytan olmak zorunda bırakılmıştı. Zebanilerin yanında büyüyen bir bebek, nasıl melek olurdu ki?

 

Bu aralar o kadar kötüydüm ki yalnız kaldığım her an ağlayacak gibi oluyordum. Kendimi toparlamam ve Armina Kırşan'ın kim olduğunu herkese göstermem gerekiyordu.

 

Aynanın karşısında bir kez daha kendime baktım. Bu sondu. Bu gerçekten sondu. Gözümden bir damla yaş akmasına izin verdim. Yüzüme su çarptım ve kendime baktım. Omuzlarımı dikleştirdim, bakışlarımı aynadaki gözlerime sabitledim.

 

"Armina Kırşan sahalara geri döndü." diye fısıldadım. Ben hep güçlüydüm. Her zaman. Kimse şu an benim bu kadar acı çektiğimi bilmiyordu. Fakat ben tam şu an kendime vermiştim bu sözü. Artık kendim olmalıydım. Kapalı kapıların ardında acı çeken o kızı tekrar gömdüm derin çukurlara. Yaşadığım her şey üst üste gelmiş, canımı yakmaya yetmişti fakat ben Armina Kırşandım. Kolay kolay pes etmezdim.

 

O an zihnimde küçüklüğümün sözleri yankılandı.

 

"Unutma, gömdüğün her şeyi öldüremezsin. Geçmişimizi ve bu yaşadıklarımız kalbinin derinliklerine göm, fakat sakın öldürme. Onlara ihtiyacın olduğunda utanma, bizi biz yapan geçmişimizdir.”

 

Küçüklüğüm bana güç verdi. Acılar ortaya çıkacakları güne kadar unutuldu.

 

İşte şu an aynada gördüğüm kadın bendim.

 

Armina Kırşan sahalara geri dönmüştü, her anlamda.

 

.

.

.

 

 

 

~2289 kelime~

 

 

Merhabalar!

 

 

 

Nasılsınız, iyisinizdir inşallah!

 

 

 

Neredeyse iki haftadır bölüm gelmiyor, bunun için sizlerden özür dilemek istiyorum ilk başta.

 

 

 

Gerçekten çok yoğundum ve bu bölümü bile çok zor yazdım. Beni anlayışla karşılayacağınızı bildiğim için içim rahat.

 

 

 

Bir sonraki bölüm için elimden geldiği kadar hızlı olmaya çalışacağım, beklemede kalın!

 

 

 

Bu süreçte yanımda olduğunuz için teşekkür ederim. Bu bölümede sınır koyacağım. Eğer ki sınır dolmamışsa ve benim bölümüm hazırsa bike yayınlayamayacağımı belirtmek istiyorum.

 

 

 

Ben bu kadar çabalarken emeğimin karşılığını almak istiyorum, beni anlıyorsunuz değil mi?

 

 

 

Bir sonraki bölüm için sınırımız 40 oy ve 30 yorum.

 

 

NOT: Sınır doludu diye oy vermemezlik yapmazsanız sevinirim😁

 

 

 

Unutmadan, yazım hatalarım varsa affola.

 

 

 

Gelelim en merak ettiğim kısma.

 

 

 

Bölüm hakkındaki düşünceleriniz👉🏻

 

 

 

Bir sonraki bölüme kadar, sağlıcakla kalın!

 

 

 

Bölüm : 14.12.2024 14:54 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Estrella / SANGRE ROJA / 47. Bölüm: Acı
Estrella
SANGRE ROJA

99.74k Okunma

8.81k Oy

0 Takip
77
Bölümlü Kitap
GİRİŞ1. Bölüm: Sangre Roja2. Bölüm: Operasyon3.Bölüm: Hastane4.Bölüm: Geçmişin Acılı İzleri5. Bölüm: Verilen İlk Şans6. Bölüm: Begah Karan7. Bölüm: Evin Prensesi8. Bölüm: Kardeş9. Bölüm: Doğum Günü10. Bölüm: İkizim11. Bölüm: Havaalanı📢DUYURU📢12. Bölüm: Bağ13. Bölüm: Mavili14. Bölüm: Yoldan Geçen Biri15. Bölüm: AlyaKarakter Tanıtımı-116. Bölüm: İçtima17. Bölüm: Yalancı18. Bölüm: İnternational Capture Organization19. Bölüm: Anne20. Bölüm: Bilinmeyen Zamanlar21. Bölüm: Sus22. Bölüm: Aile YemeğiD.T.’den Sevgilerle23. Bölüm: Bomba24. Bölüm: Baba25. Bölüm: Arslanlar26. Bölüm: Üsteğmen Kırşan27. Bölüm: Kod Adı, Kızıl GölgeKİTAP KAPAĞI28. Bölüm: İmha Timi29. Bölüm: Baskın30. Bölümden Alıntı30. Bölüm: Operasyon Adı, Yok Et31. Bölüm: Esir32. Bölüm: Ölümün İntikamı33. Bölüm: Patlama34. Bölüm: Acının Gözyaşı35. Bölüm: Nabız36. Bölüm: Yüzbaşı37. Bölüm: Küçük Kız38. Bölüm: Karanlar39. Bölüm: Mavilim40. Bölüm: Küçüklüğümün Sözleri41. Bölüm: İs Kokusu📢42. Bölüm: Miraç43. Bölümden Alıntı43. Bölüm: Khatar44. Bölüm/Part144. Bölüm/Part245. Bölüm: Sarı Elbise46. Bölüm: Mesaj47. Bölümden Alıntı47. Bölüm: Acı48. Bölüm: Yemek49. Bölüm: Kurabiye50. Bölüm: Şüphe51. Bölüm: İsteme52. Bölüm: Geri Dönüş53. Bölüm: Pusu54. Bölüm: İntikam (1. Kitap Finali)MUTLAKA OKUYUN55. Bölüm: Al Bayrak56. Bölüm: Ölüm Birliği57. Bölüm: Birlikler, Kategoriler, Bölgeler58. Bölüm: Kırk Dokuz Gün59. Bölüm: Kurtuluş60. Bölüm: Kırşan61. Bölüm: Ragnar62. Bölüm: Video63. Bölüm: Bilinç Hattı64. Bölüm: Ejder Timi65. Bölüm: 14. Yaş ve 52 Gün66. Bölüm: Plaka
Hikayeyi Paylaş
Loading...