⭐️Bölümümüzü yıldızlamayı ve yorum yapmayı unutmayınız.
.
.
.
Şimdiki zaman
Armina'nın anlatımıyla,
"Beş dakikaya odamda ol Sena." dedim.
"Tabii efendim." dedi ve asansöre doğru ilerlemeye başladı. Bense odamın kapısını açtım ve içeri geçtim. Masama yöneldiğin sırada masamın üzerinde gördüğüm şey, derince yutkunmama sebep oldu.
Masamın üzerinde, kıpkırmızı bir kutu vardı. Fakat beni şaşkınlığa uğratan şey bu kırmızı kutu değildi, Masamın üzerinde kurumuş kan lekeleriydi.
Odadaki kan kokusu bariz bir şekilde hissediliyordu. Yavaş adımlarla masama doğru ilerlemeye başladım. Kırmızı kutunun kapağını açtığımda gördüğüm şey, nefesimi kesmeye yetti.
Elimle kutunun içindeki şeye dokunduğumda hissettiğim, kumaşın dokusu değildi. Geçmişin izleriydi.
Kapağı hızla geri kapattım. Başımı yukarıya kaldırdım ve derin bir nefes almaya çalıştım. Olmuyordu, nefes alamıyordum.
Boğuluyordum.
"Nefes," dedim fısıltıdan farksız sesimle. Dizlerim beni tutmadı. Yere yığıldım.
Sırtımı arkamdaki masaya yasladım, nefes almaya çalışıyordum fakat olmuyordu.
"Yalvarırım bana yardım et baba!"
Ellerimi boğazıma götürdüm. Gözlerim dolmuştu.
"Nef," dedim fakat devamını getiremedim. Ellerim titremeye başladı.
Akciğerlerime oksijen ulaşmıyordu.
"Sana bunu yapandan yardım dilenmen ne kadar doğru?"
Zangır zangır titriyordum. Çok havasızdı. Burası çok havasızdı. Ciğerlerime oksijen ulaşmıyordu. Kulaklarım uğulduyordu.
"Yardım,"
"Nefes,"
"Baba, baba lütfen! Lütfen yapma!"
Her şey yeniden yaşanıyordu sanki. Sessizliğin sesi, zihnimde yankılanıyordu.
"Yardım edin..." diye fısıldadım. Gözümden yaşlar akmıyordu, gözyaşlarım kurumuştu belkide. Fakat ruhum ağlıyordu.
Geçmişin kanlı zincirleri, boynumu gitgide daha fazla sıkmaya başlamıştı. Yaşanmışlıklar, bir kelepçe misali beni mahkum etmişti.
Çaresizlik, hissettiğim duygu buydu.
Yaşamak, neden bu kadar zor? diye sormuştum 7 yaşındayken öğretmenime. O bana cevap vermeyince devam etmiştim.
Neden nefes aldığım için mutlu olmam gerekiyor? Neden mutlu olmak için çabalamam boşa gidiyor? Neden? demiştim.
Öğretmenim, neden yaşamak için izin almam gerekiyor? demiştim. Gözümden akan yaşları eliyle silmişti. "Kimden izin alman gerekiyor, Birgen?" demişti bana. Sarılmıştı. Belki onun için sıradan bir sarılmaydı bu fakat ben ilk kez birine sarılmıştım. Göğsüne sokulup, ağlamıştım.
"Anne, baba ve abiden." demiştim. Yüzümü avuçları aradına almıştı. Gözyaşlarım, avuçlarına dolmuştu.
"Yemek yemek için, su içmek için, lavaboya gitmek, duşa girmek için hatta bazen uyumak için bile izin almam gerekiyor öğretmenim. Oysa ben karnım acıktığında yemek yemek, uykum geldiğinde uyumak istiyorum. Öğretmenim, ben çok mu şey istiyorum?" dediğimde beni sıkıca sarmalamıştı.
"Yapamıyorum, güzel kızım. Kurtaramıyorum seni. Elleri kolları o kadar uzun ki..." demişti. Gözünden akan bir damla yaş, saçlarıma düşmüştü. Gözyaşını silmiştim.
"Ben çok ağlıyorum öğretmenim. Sizin yerinizede ağlarım. Siz ağlamayın, dökülmesin gözyaşlarınız." demiştim. O gün ilk kez biri bana beni sevdiğini söylemişti. Biri ilk kez bana sarılmıştı. Ben ilk kez sevilmiştim. Ben ilk kez nefes almıştım. Ben ilk kez yüklerimi biriyle paylaşmıştım. Henüz yedi yalındaydım oysa. İstediğim oyuncağı almadıları için aileme triplenmem gereken yaşta, akşam yemek yememe izin vermezlerse ne yapacağımı düşünmek zorunda kalmıştım.
Anılar zihnime doluştu. Bense onları kovalamak için çabaladım. Kaç dakika orda öyle kaldım bilmiyorum. En sonunda sakinleştiğimde, biraz da olsa rahat nefes almaya başladığımda sehpaya tutunarak ayağa kalktım.
Topuklularımı ayağımdan çıkarttım ve odamdaki banyoya doğru yürümeye başladım.
Aynanın karşısına geçtiğimde hafif kırmızı gözlerime rağmen buz gibi olan yüzüme baktım. Sadece baktım. Suyu en soğuk ayara getirdim ve yüzüme çarptım. Defalarca. En sonunda kendime bir kez daha bakmadan odadan çıktım.
Duygusuz adımlarla kırmızı kutuya tekrar ilerledim. Kapağını açtım. Ve kutunun içerisindeki notu aldım.
Çok severek giyerdin, yıllarca sakladım. Değerimi bil.
Notu kenara bıraktım ve kutunun içersindeki sarı elbiseyi çıkarttım. Üzerinde kan lekeleri vardı. Ve toprak izleri. Buruşmuştu. Gözümden akan bir damla yaş, elbisenin üzerine düştü. Elbisenin sert kumaşı, kaşındıran cinstendi. Ne kadar rahatsız olsada kendimi içinde mutlu hissettiğim için neredeyse hiç bir zaman üzerimden çıkarmadığımı anımsadım.
Elbiseye baktım dakikalarca. Yaşadığımı zannederdim küçükken. Kimse sevmezdi belki, ama ben kendi çapımda yaşamaya çalışırdım. Canlı canlı gömülene kadar.
O günden sonra yaşamanın bir anlamı yoktu benim için. Artık nefes almaktan ibaretti benim için yaşamak. Gülmek, ağlamak, mutlu olmak en azından mutlu olmaya çalışmak; artık umrumda değildi.
Bu elbise, benim yaşarken giydiğim son şeydi.
Bu elbise, benim ölümüme an be an tanıklık etmişti.
Bu elbisenin üzerindeki kanlar, belki beni ölmeme sebep olacak kadar çok değildi ama ben yine de ölmüştüm.
Benden geriye kalan tek şey hedeflerim olmuştu. Sonrasında, tekrar yaşamamı sağlayan insanlar girmişti hayatıma. Fakat ben bir daha eskisi gibi olamamıştım.
Bu elbise benim dönüm noktamdı. Bu elbise beni bugünkü halime dönüştüren her şeye tanıklık etmişti. İlk kez dokuz yaşındayken giymiştim, zaten iki üç parça kıyafetim vardı. Yıllarca giymiştim. Severdim bu elbiseyi, kendimi prenses gibi hissederdim.
Fakat prenses olmadığımı acı bir şekilde öğrenmiştim.
Kapım çalındığında kimsenin beni rahatsız etmemesi konusunda Sena'yı tembihlemiş, elbiseyi masama koyup izlemeye başlamıştım. Derin çukurlara gömdüğüm geçmiş, artık dışarı çıkmak istiyordu.
Elbiseyi kutunun içine geri bıraktım. Notuda öyle. Kutunun kapağını kapattım ve masamın üzerine koydum. O an burnuma gelen metalik koku, kan kokusuydu. Kendini tekrar belli etmişti. Aklıma gelenlerle hızla masama baktım ve kurumuş kanla kaplı olduğunu gördüm.
Telefonumu elime aldım ve Albayımı aradım. Bir kaç çalıştan sonra açıldı.
"Kıdemli Üsteğmen Armina Kırşan." dedim. Duygudan yoksun sesim, beni ben yapan şeydi. İçimde kopan fırtınaların dışa asla yansımasına izin vermezdi.
"Söyle, Kırşan."
"Komutanım, şirketteki masamda bir tehtid mesajı var. Ayrıca küçükken bana ait olan bir elbisede burda. Onun dışında, masamda kan lekeleri var. Olay yeri inceleme ekiplerini yönlendirmeniz mümkün mü?" dedim.
"Kırşan,"
"Emredin komutanım." dedim.
"İyi misin?" dedi. Komutanım değildi. Arif babaydı. Fakat ben şu an Armina değildim, Üsteğmen Kırşandım.
"Sağ ol." dedim sert sesimle.
"Armina,"
"Emredin komutanım." dedim tekrar. En sonunda vazgeçmiş olacakki sorumu onaylayan bir cümle kurdu.
"Hemen yönlendiriyorum. Sen söylemeden ben söyleyeyim, kimliğini tehlikeye atmayacaklar. Polis üniformasız gelecekler. Senin için üst düzey önlemler alınıyor biliyorsun ki." dedi ve telefonu kapattı.
Derin bir nefes aldım ve telefonu masaya bıraktım. O sırada bir mesaj geldi.
Telefonumu geri elime aldım ve mesajı açtım.
Bilinmeyen Numara;
Video.
Bu neydi şimdi? Kimden gelmişti? Videoyu açmak istedim. Ama bir yandan da istemedim. Bakışlarım masamın üzerine kaydı ve daha sonrasında hızla telefonuma geri çevirdim.
Videoyu açtım ve gördüğüm görüntü kalbime bir hançer saplanmasına sebep oldu. Burası, benim odamdı.
Ellerim kollarım bağlı, annemin karşısında dikiliyordum. Yanaklarım kıpkırmızıydı. Annem yapmıştı. Karşımda dikiliyordu. Kameraya sırtı dönüktü. Yanağıma bir tokat daha indirdiğinde sızısını hissettim. Acı vericiydi.
Üzerimde, sarı elbisem vardı. Tertemizdi, ama şimdi ise kan lekeleriyle kaplıydı.
"Oyuncak bir bebek aldın öyle mi!?" dedi ve bir tokat daha attı. Gelen son darbeye dayanamamış olacağım ki yere yığıldım.
"Senin neyine oyun oynamak!" dedi ve yerdeki bebeğimi eline aldı. Diğer eliyle beni yakalarımdan tutup ayağa kaldırdı.
"Ne oynuyordun!?" diye bağırdı yüzüme. Korkudan titriyordum. Cevap verebilecek durumda değildim.
"Ne oynuyordun!?" diye sorusunu yeniledi. Bir fısıltıdan farksız sesimle konuştum.
"Annecilik..." Annem sözlerimin üzerine yakamı bıraktı ve konuştu.
"Nerden bileceksin sen anneciliği!" diye bağırdı.
"Aslında, iyi bilirsin." dedi. Yerdeki bakışlarım yüzüne tırmandı.
"Bana nasıl anne olunacağını öğretmedin." dedim. Sesim pürüzlüydü.
"Evet, ama nasıl olunmayacağını çok güzel öğrettim değil mi?" dedi ve yakamı bıraktı. Bana arkasını döndüğünde yüzü kadraja girdi. Yüzünde bir gülümseme vardı. Odamın kapısını sertçe kapatım odadan çıktı.
Dizlerimin üzerine yere çöktüm annem odadan çıkınca. Ellerim, yanaklarımdaydı.
"Anne," dedim. Gözümden bir damla yaş düştü. Ve video kaydı bitti.
Telefon elimden düştü. Her şeyi bu yüzden kaydetmişlerdi. Yıllarca kamera karşısında yaşamıştım.
"Allah kahretsin!" diye bağırdım ve masamın üzerindeki her şeyi yere savurdum. Kırmızı kutunun yere düştüğünü görünce hızla elime aldım ve masanın üzerine koydum.
"Allah sizin belanızı versin! Naptınız bana!?" diye bağırdım ve masamın yanındaki minik kahve sehpasının üzerindeki vazoyu duvara fırlattım. Vazo büyük bir gürültüyle tuz buz oldu.
Derin derin nefesler almaya başladım. Ellerimle masaya dayandım ve ayakta durabilmek için masadan destek aldım.
"Sakinleş. Dik dur." dedim kendi kendime. Derin derin nefesler almaya devam ediyordum.
Kendime geldiğimde topuklularımı giydim ve odadan ayrıldım. Asansöre bindim. Giriş katında asansörden indikten sonra şirketin girişine doğru ilerlemeye başladım.
Kapıya geldiğimde 6 kişinin kapıda olduğunu görüdüm. Yanlarına ilerledim.
"Merhaba." dedim.
"Merhaba hanımefendi." dedi adamlardan biri.
"Arif Albay gönderdi sizi?" dedim ve cebimden cüzdanımı çıkartıp askeri kimliğimi gösterdim.
"Evet, geçelim isterseniz." dediler. Başımla onayladım. Ellerinde büyük çantalar vardı. Evrak çantası gibi görünsede içlerinde evrak olmadığına emindim.
Asansöre bindiğimizde hiç kimseden çıt çıkmıyordu. Odamın olduğu kata gelince asansör durdu. Asansörden indikten sonra konuştum.
"Ali, sen komutana eşlik et." dedi içlerinden biri. Bir tanesi öne çıktı ve bana yaklaştı.
"Tabii, amirim." dedi.
"Komutanım, Ali size karakola kadar eşlik edecek. İfadenizi almamız gerekiyor. Odanın anahtarı,"
"İçerde, masanın ilk çekmecesinde." dediğimde beni kafasıyla onayladı.
"İşimiz bittiğinde kitler çıkarız komutanım." dedi.
"Sağ olun amirim." dediğimde baş selamı verdi ve odaya girdiler. Ali denen polis memuruyla ben de asansöre geri bindik.
Onun arabasının yanına geldiğimizde arka koltuğa oturdu. ve karakola doğru ilerlemeye başladık.
2 saat sonra
Armina'nın anlatımıyla,
İfadem alınmıştı. Benlik bir durum kalmadığını söyledikten sonra Ali beni şirkete geri bırakmıştı. Çantam zaten yanımdaydı. Bu yüzden odama uğramadan arabama binmiştim. Şimdi ise eve doğru sürüyordum.
Bir kaç dakika sonra evin önüne geldiğimde, arabadan indim ve eve doğru adımlamaya başladım. Kapıyı çaldığımda kapıyı Ayşe abla açtı.
"Hoş geldin kızım." dedi. Başımla selam verdim ve içeri geçtim. Başka hiç bir şey söylemeden odama ilerledim.
Odama gelince ayağımdaki topukluları çıkarttım ve hızla üstümü değiştirdim. Telefonumu elime aldım ve odadan ayrıldım. Merdivenlerden aşağı inmeye başladım. Yaşananlar yaşanmamış gibi yapmak, kolaydı. Yine bu yolu seçtim.
Mutfağın önünden geçerken Semiha ablayı görünce konuştum.
"Semiha abla," dedim. Mutfak tezgahının tozunu alıyordu. Sözlerimle bakışları bana döndü.
"Buyur kızım?" dedi.
"Ev halkı nerde?"
"Kızım, erkekler işe gitti. Ahsen hanım, ve diğer büyük kadınlarsa çarşıya. Gençler okulda. Bir kaç kişi var evde. Onlarda bahçede. Ha birde, Bade hanım odasında. " dedi. Onu başımla onayladım ve bahçe kağısına doğru adımlamaya başladım.
Bahçeye çıktığımda; sadece Rüzgar, Miraç, Araz, Asya'nın burda olduğunu gördüm. Yanlarına adımladım. Sohbet ediyorlardı, beni fark etmemişlerdi.
"Merhaba." dedim burada olduğumu belli edercesine.
"Hoş geldin, ikiz." dedi Araz. Gülümsedim. Rüzgar'ın yanı boştu, bu yüzden oraya oturdum. Araz tam karşımdaydı. Baan doğru eğilip yanağımdan bir makas aldı.
"Naber?" dedim.
"İyilik, senden?" dedi.
"Bende," dedim.
"Nasılsın Armina?" diyen Miraç'a çeviridim bakışlarımı.
"İyiyim, sağ ol." dedim ve ona minik bir tebessüm gönderdim.
"Başımıza taş mı yağacak? Sen önce abime gülümsedin mi?" diyen Araz'a çevirdim bakışlarımı. Benden önce Miraç abim konuştu.
"Tabi gülümseyecek aslan parçası, abisiyim ben onun." dedi ve güldü.
"Vay vay. Küçülde cebime gir ikiz, Unutma ben senden iki dakika daha büyüyüm. Daha çok abiyim." diye Rüzgarla ufak bir kahkaha attım.
"Kes sesini Rüzgar." dedi Miraç ve Rüzgar'ın kafasına yastık atmaya çalıştı. Fakat başarılı olamadı. Rüzgar yastığı eliyle tutup Miraç'a geri fırlattı.
Onlar yastık savaşı yaparken, ben bakıllarımı Asya'ya çevirdim. Sessizce beni izliyordu. Göz göze geldiğimizde bakışlarını kaçırdı.
Kafama doğru yaklaşan bir şey hissettiğimde hızla başımı eğdim fakat arkamdaki duvara hiç bir şey çarpmadı, bakışlarımı kaldırdığımda Rüzgar'ın kafam gelmek üzere olan yastığı serçe ve yüzük parmaklarının arasına sıkıştırarak yakaladığını gördüm. Yastığı hızla eline aldı ve sertçe Miraç'a attı.
"Dikkat etsene gerizekalı! Kardeşime geliyordu!" dedi.
"Aa kardeşimde kardeşim! Ben neciyim!" dedi Miraç.
"Abi," dedim Rüzgar'a bakarak. Ağzımdan çıkan kelimeyi bende beklemiyordum. Evet, onu o gün, hastane odasında affetmiştim. Ona söylememiştim belki ama affetmiştim. Bu ailede Barın ve Ilgazdan başka affetmeyeceğim kimse yoktu. Fakat bir anda ona abi demek, benimde beklemediğim bir şeydi.
Sözlerimle birlikte Rüzgar'ın elindeki yastık yeri boyladı. Gözlerimin içine baktı.
"Bana dedin dimi? Vallaha bana dedin! Bana dedi ikiz, duydun mu bana dedi!" sesi heyecanlıydı. Hafifçe tebessüm ettikten sonra ayağa kalktım ve ona sarıldım.
Evet, sarıldım.
Onlara hak vermiştim, yaşadıklarını öğrendikten sonra özellikle. Yaptıkları doğru değildi fakat ben onların yerinde olsam, ne yapardım bilmiyordum.
Barın'ın sözleri, Ilgaz'ın yaptıklarını affedemezdim. Canımı yakmışlardı, gerçekten.
Ama onları affedebilirdim. Çünkü onların yanında olmak, abilerime sarılmak güvende hissettiriyordu.
.
.
.
~1923 kelime~
Merhabalar!
Nasılsınız, iyisinizdir inşallah!
Bu bölüm banada sürpriz oldu açıkçası, kısa demeyelim lütfen çünkü bir günde yazdım:)
Bölümler kısa geliyorsa, hafta iki bölüm attığım zamanlarda biriktirip iki bölümü aynı anda okuyabilirsiniz. Fakat bir bölüm geldiğinde, zaten uzun tutmaya çalılıyorum. Yine de bölümler kısa geliyorsa, biriktirerek okumanızı tavsiye ederim.
Bölümü yazarken, Armina'nın geçmişine ışık tutmak beni derinden etkiledi. Sizleri düşünemiyorum bile.
Unutmadan, yazım hatalarım varsa affola.
Gelelim en merak ettiğim kısma!
Bölüm hakkındaki düşünceleriniz👉🏻
Bir sonraki bölüme kadar, sağlıcakla kalın!
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
99.74k Okunma |
8.81k Oy |
0 Takip |
77 Bölümlü Kitap |