11. Bölüm
Bilinmeyen Okur / Ben Ada / 9.BöLüM

9.BöLüM

Bilinmeyen Okur
bilinmeyennokur

 

Selamm! Yeni bölümle ben geldim!

Nasılsınızz?

Çok uzatmadan bölüme geçelim!

Beğenip yorum yapmayı unutmayınn!

 

 

 

 

Ben kendimi öylesine anladım ki bıktım kendimden.

 

 

~Melih Cevdet ANDAY

 

 

TANIDIK GELEN EMARELER

 

 

.

 

 

Yazarın Anlatımıyla 17 Yıl Öncesi İstanbul

''Ama lütfen Demir? Ne olcak ki şuracıkta otururuz?" Dedi Minik Ada.

Ağaca çıkmak istiyordu çünkü Ali hasta olduğu için okula gelememişti ve sürpriz yapmak istiyordu ama Demir izin vermiyordu.

''Olmaz Çilli ya düşersen?" Dedi Demir. Ada'ya bir şey olmasından korkuyordu. Ayrıca Ali'nin babası onları görürse kızabilirdi.

''Ama Alişimi nasıl görcez ki o zaman?" Dedi Ada. Gözlerini üst üste kırpıştırımıştı Demir dayanamazdı çünkü.

Demir bu küçük yaramazla ne yapacağını bilmiyordu.

''Tamam ama hemen inicez sonra ısrar etmek yok.'' Dedi.

Minik Ada sevinçle yerinde zıplayıp etrafında döndü.

''Tamam Demirim ben ne zaman senin sözünden çıktım ki?" Dedi Ada.

''Emin misin? Ben sana gitme dediğim halde kızgın Ziya'nın bahçesine girdin ağaçtan elma almak için az daha bizi yakalıyordu. Ali fark etmese bitmiştik.''

Minik Ada sadece küçük omuzlarını silkmekle yetindi.

Ada ağacın önüne gelip kollarını yukarı kaldırdı.

''Hadi beni kaldır Demir.''

Demir Ada'yı kollarından tutup yukarı doğru kaldırdı.

Ada tutabildiği dala tutunup kendini yukarı çekti ve işte artık ağaca tırmanmıştı.

Ada yukarı çıktıktan sonra Demir de yukarı çıktı.

Ada parmağıyla camdan görünen Ali'yi isaret etti.

''Bak, Aliş orada Demir.''

Demir'in gördükleriyle adeta kanı çekilmişti.

Her zaman yaşam enerjisi yerinde olan Ali gitmiş yerine başka biri gelmişti resmen.

Cenin pozisyonu alarak yere uzanmıştı. Boş bir şekilde duvara bakıyordu.

Demir gördüklerini anlatacak bir söz bulamamıştı.

''Demir Aliş boya mı yapmış."

''Ne?" Dedi Demir. Ada'ya nasıl açıklayacağını bilmiyordu.

''Baksana mor var, sarı var, yeşil var bak kırmızı da var.'' Dedi.

Haberi yoktu. Dünyanın bu kadar masum olmadığından haberi yoktu.

Demir ne diyeceğini bilemedi. Onun masumiyetinin bozulmasını istemiyordu.

''Evet.''

''Bizi çağırmamış mı?'' Diye soru Ada. Sesinde hayal kırıklığı vardı.

''Kendi başına yapmak istemiş. Ali iyileştiğinde beraber yaparız olmaz mı Çilli ?" Dedi Demir.

Ada bu fikre çok sevinince ağaçta hareket etmeye başladı. Daha Demir'in onu uyarmasına zaman kalmadan Ada ve Demir ağaçtan düştü.

Demir ağaçtan düşerken kaşı yarılmıştı.

Ve oluşmuştu.

Geçmişin emarelerinden biri daha oluşmuştu...

 

Şimdiki Zamandan Devam

 

Gözlerimiz bir an için birbirine kilitlenmişti, ne hissettiğimi tarif etmek zordu. Gözlerindeki kararlılık, bir ok gibi ruhumu delip geçiyordu. O kadar derin, o kadar anlamlıydı ki, sanki zaman bir anlığına durdu, dünya etrafımda sessizleşti. Herkes düğünle meşgulken, biz sadece birbirimize bakıyorduk.

Düğün alanındaki neşeli sesler, müzik ve gülüşmeler bir anda uzaklaştı, sadece o gözler kaldı. Adeta bir çekim vardı, bir tür güç. O an, bir yabancıydı o kişi, ama içimde bir şey, bir tanıdıklık hissi uyandırıyordu.

O, adımlarını atarak düğün alanına doğru ilerledi. Silahlı askeri forması, kar maskesi, her şey bir yana, adeta bir çığ gibi büyüyen o farkındalık hissiyle, ben ona doğru çekiliyordum. Ellerim terlemişti, kalbim hızlı atıyordu. Bu tanıdıklık hissinin kaynağını çözmeye çalışırken, o adımlar her an daha da yaklaşıyordu.

Evet, gözlerimiz buluştu ama onun ardında başka bir şey vardı. Sadece bir bakış değildi bu; bir ruhun, bir geçmişin, belki de kaderin buluşmasıydı.

Ve sonra, o gözlerin kaybolmasından hemen önce, sesini duydum. “Düğününüze karışmak istemem.” dedi. Sesi derindi, derin, ama bir o kadar da tanıdık.

Bir anlığına herkesin bakışları ona odaklandı.

''Buraya düğünün güvenliğini sağlamaya geldik.'' Dedi.

Sonra düğünün sahibi olduğunu tahmin ettiğim adam askerin yanına gitti.

Elini tutup

''Hoş gelmişseniz gomutan.'' Dedi.

Komutan başıyla selam vererek yetindi.

''Biz buralarda oluruz bir terslik olduğunu hissettiğiniz zaman haber verirsiz.''

Cevabımızı beklemeden oradan uzaklaştı. Uzaklaşmadan önce gözlerimiz bir kere daha buluşmuştu.

O an bir şey dikkatimi çekti. Kaşında bir yara... Çok sorgulamak istemedim sonuçta vatan için göğüs göğüse çarpışırken aldığı bir yaradır.

Dikkatimi düğün alanından uzaklaşan askerden çekip masaya çevirdim.

Yemek servisi yapıyorlardı. Hep de sakatat yapmışlar.

Mardin'desin...

Bu yemek konusunda umutlarım olduğunu değiştirmez iç ses.

Yemeklere imha edilmesi gereken bir nesneymiş gibi baktığımı gören Bora bana doğru eğilip

''İstersen başka bir şey söyleyebiliriz.'' Dedi.

''Teşekkürler gerek yok.''

Bora bana tebessüm edip yemeğini yemeye devam etti.

''Olmaz öyle aç aç.'' Dedi Murat. Öbür yanımda da Murat oturuyordu.

''Dolma sever misin?'' Diye sordu.

''Severim ama hiç gerek yok zaten aç değilim.''

Dediğime aldırış etmeden Kuçük Ağa denen adama seslendi. Sanırım gerçek ağanın oğluydu.

''Buyurasin abey.'' Dedi.

''Bize bir tabak dolma göndersene.''

''Hemen gönderirem abey.'' Dedi.

Ne kadar aç değilim desem de midem kazınıyordu.

Murat'a küçük bir tebessüm gönderdim.

Dolmam geldiğinde ise büyük bir iştahla yemeye başlayıp kısa sürede bitirdim.

Karnımı doyurmanın verdiği mutlulukla yerimden kalkıp çevreme göz gezdirdim. Sofrada toplanmış olan akrabalarımız şakalaşıyor, kahkahalar atıyordu. Büyük bir sofra, sevgi dolu bir kalabalık ve çocukların neşeli sesleriyle dolu bir akşam...

Murat bir anda yanıma yanaştı ve omzuma hafifçe dokundu.

"Ada, hadi yöresel bir oyun oynayalım." dedi gözleri parlayarak.

Başımı hafifçe yana eğdim ve gülümsedim. "Hangi oyun olacak bu?" dedim.

"Tabii ki Mardin’in en güzel oyunlarından biri! Diğerlerini de çağıralım," dedi hevesle.

Büyük sofranın diğer ucunda oturan Kandemir ailesi, bizi duyunca hemen yerlerinden kalktılar. Onlar da çocukluklarına dönmek için can atıyor gibiydi.

Meriç ise elindeki küçük davulu alarak yerinden fırladı. Hemen bahçenin orta yerine geçtik. Üzerinde yıldızlarla dolu gökyüzü, etrafımızda akrabaların meraklı bakışları... Sanki eski zamanlardaki bir Mardin gecesine dönmüş gibiydik.

Bora, yeri işaret ederek bir halka oluşturmamızı söyledi. Hepimiz sıralandık. Meriç, davuluna küçük bir ritimle vurmaya başladı. Yöresel oyunların havasını hemen hissetmiştik. İlk olarak 'halay' ile başladık. Yavaşça ritme uyarak adımlarımızı düzenledik. Büyük abim başa geçip tempoyu artırırken hepimiz kahkahalar içinde onun liderliğinde dans ediyorduk.

Sonra sıra "düz halay"dan daha karmaşık bir oyuna geldi: "delilo."

Selim bey hareketleri yavaşça göstermeye başladı. Ellerimizi havaya kaldırıp diz kırarak ritimle uyum sağlamaya çalışıyorduk. Küçük kardeşim davulunu hızlandırdıkça hareketlerimiz de hızlanıyordu.

Çevremizdeki Mardin halkı alkış tutup Kandemir ailesinin eşsiz uyumunu ve gösterişini izliyordu.

"Abi, eskiden bu oyunda yenilirdin, ama bu sefer bizden iyi gidiyorsun!" diye bağırdı Murat.

"Bu yaşta hâlâ formdayım," dedi Hakan, nefes nefese kalarak.

Derken Miran

"Hadi şimdi Mardin’in en sevilen oyununu oynayalım, 'çepik.'" dedi.

Bu oyunda ellerimizi birbirine çırparak, ritim eşliğinde küçük bir çember oluşturduk. Müziğin temposu hızlandıkça biz de hızlandık. Büyükler, tempoyu daha da coşturmak için türkü söylemeye başladı. Hepimiz ter içinde kalmış, ama neşeden gözlerimiz parlıyordu.

Bu sırada Narin Hanım ileriden bir tabak tatlıyla geldi. Elinde bir tepsi baklava vardı ve gülümseyerek, "O kadar koşturdunuz, biraz enerjiye ihtiyacınız var." dedi. Hepimiz tatlıları kapışırken nefesimizi topladık.

İlk defa bu kadar mutlu hissetmiştim çünkü aile olmayı tatmıştım.

Beraber eğlenmeyi öğrenmiştim onlardan.

Belki onlara bir şans verirsem daha çok şey öğrenirdim.

Ali'nin istediği gerçek olurdu.

Bizden iki şey istemişti sadece, mutlu olmamızı ve birbirimizi asla bırakmamamızı.

Yapamamıştık Alişimin son dileğini yerine getirememiştik.

Belki Demir ilk dileği yerine getirmişti ama ben o dileği daha yeni yerine getirebilirdim.

Derin düşüncelere dalmışken tanıdıklık hissinin beni hiç yalnız bırakmadığı asker ile yöne göz göze gelmiştik.

Ne o bakışlarını benden çekti ne de ben.

Taki bir silah sesi duyana kadar.

Duyduğum silah sesi ile bir çığlık attım.

O silah sesi... Kulaklarımda yankılanıyor.

Sanki dünyadaki tüm sesler bir anda sustu ve yalnızca o patlama kaldı zihnimde.

Ellerim titriyor, ayaklarım yere mıhlanmış gibi. Nefes almayı unutmuşum, ciğerlerim bir boşlukta sıkışmış gibi hissediyorum. Sanki zaman durmuş, ben yalnızca sahnenin ortasında kalmışım.

"Yalnızım," diye fısıldıyorum içimden. Bu kelimeyi yüksek sesle söylesem bile kimse duymayacak gibi. Herkes bir yerlerde koşuyor, bir yerlere bağırıyor. Ama ben... Burada, tek başıma.

Bir detay var, farkındayım. Gözlerim etrafı tarıyor ama ne olduğunu anlamak için zihnim yeterince hızlı çalışmıyor.

Gölgeler hareket ediyor, ışıklar titriyor, birilerinin ayak seslerini duyuyorum. Ama bu görüntülerin hiçbirini tam anlamıyla kavrayamıyorum. Ailem bağırıyor... İsmim yankılanıyor: "Ada!"

Ama neden? Neden bu kadar korkmuşlar? Bir şey oldu... Ama ne oldu? Zihnim olayları çözmeye çalışırken başka bir ses yankılanıyor içimde. Bu benim sesim değil, daha derin, daha eski bir şeyin yankısı. Bir korku, içime kök salmış eski bir gölge.

Bu sahne... Bu duygu... Daha önce buradaymışım gibi. Daha önce de böyle kalakalmışım. Ama ne zaman? Nerede?

Birden bire o geceyi hatırlıyorum. Çocukken, Ali'nin evine gittiğimizde başımıza gelenler.

O an hissettiğim. Kalp atışlarımın göğsümde yankılandığını hissettiğim o korku. Ellerimle kulaklarımı kapatmaya çalışırken bile beynime dolan o keskin ses.

Şimdi buradayım ve yine aynı his içimde dolaşıyor. Ama bu sefer farklı. Çocuk değilim artık. Kaçamam. Bedenim ne kadar hareket etmek istese de, ayaklarım yerinden kalkmıyor. Yalnızım. Öyle hissediyorum. Ama... Gerçekten yalnız mıyım?

Ailem... Sesleri hâlâ yankılanıyor. Beni çağırıyorlar. "Ada!" Narin Hanımın sesindeki panik, Mehmet Beyin bağırışındaki öfke. Hepsi bir şey söylüyor, ama anlamıyorum. Dışarıdan gelen o sesler bana ulaşmıyor sanki. Tüm dünya bir adım uzağımda ve ben o çizgiyi geçemiyorum.

"Ne yapıyorum burada? Neden tam ortadayım?" Kendime soruyorum, ama cevap gelmiyor. İçimdeki o derin sessizlik, kendi sorularımı bile yutuyor.

Derin bir nefes alıyorum, ama bu nefes ciğerlerime kadar inmiyor. Daha fazlasını istemeli, bir şey yapmalı, hareket etmeli. Ama nasıl? Sanki yer beni tutmuş, hareket etmeme izin vermiyor. Gözlerimi kapatıyorum.

Bir umut biter diye...

Belki biter sıcacık yatağımda uyanırım diye...

 

 

 

Bölüm nasıldı?

Geçmiş ile ilgili yorumları buraya alalımm!

Peki Kandemirlerin eşsiz oyunu?

 

Beğenip yorum yapmayı unutmayın!!

Fikirleriniz benim için değerli!

Öpüldünüzz!

😘

 

Bölüm : 29.11.2024 16:44 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...